Ziyaretçi
Jean François Millet (Ekim 4, 1814 – Ocak 20, 1875)
Yirmi yaşında Paris...
Paris karanlıktır, sislidir, gürültülüdür, kalabalıktır, tek kelimeyle ürkütücüdür. Ve dağlara bayırlara, gökyüzünün mavisine, insan sıcaklığına alışık olan Millet ürker, korkar... Paris’te insanlar acımasızdır, birbirlerine bakmadan konuşurlar, birbirlerinden habersiz oraya buraya saldırırlar. İşte o günden sonra Millet içine kapanacak önceleri “korku” diye nitelediği duygular, çok geçmeden utangaçlığa dönüşecek. Daha sonraları eleştirmenlerin “sakalının altına gizlenen ressam” dedikleri Millet işte bu sıralarda doğacak.
Jean François Millet, 1837-1848 yılları arasında Paris’te kalır. Sonra kısa süre için Cherbourg’a gitti ve tekrar Paris’e döner. Evleniri. Karısı ölür. Evinin temizlik işlerine bakan bir kadınla ilişki kurar. 1853’de onunla evlenir ve 1861 yılına dek dokuz çocuğu olur.
1848 yılı, dünya için olduğu kadar, Millet’nin yaşamı ve sanatı için de önemli bir tarihtir.
Devrimler birbirini izlemiştir; Fransız Komünü ayaktadır. Romantizm ise pek çok yara almıştır, can çekişmektedir. Natüralizmle realizmin çatışması başlamıştır. Millet iki yıl Paris’in kavgalı gürültülü yaşamını paylaştıktan sonra 1850’de Barbizon’a dönerek gerçek kimliğine, “köylü” kişiliğine bürünür. Artık kırlarla, bayırla, sıcak insanlarla kaynaşmıştır. Ama bütün ”gümbürtü” bundan sonra kopacaktır. Bundan böyle Millet’nin adı tartışmalardan, kavgalardan eksik olmayacaktır. Bu “gümbürtü”yü daha iyi anlayabilmek için sanatçının 1848’den önceki resim çalışmalarına bakmak gerek.
Millet, Paris’e geldiği günden beri Louvre Müzesi’ndeki eserlerin etkisinde kalır. Ardından da Corregio, Fragonard ve Diaz gibi ressamların... Süslü püslü kadınlardan, soyluların portrelerinden tutun da manzara resimlerine dek çeşitli konulara yer verir tablolarında. Bunlar arasında et yığınlarını andıran şehvetli kadınlar da bulunmaktadır. Paris'te geçirdiği on yıl, bu utangaç içine kapalı genci bireycilikten nefret etmeye iter. Bireycilikten nefret ise, çok geçmeden tablolarında yer alan o süslü püslü kadınların, soylu beylerin saçma sapa alığını düşündürür Millet’ye...
Aramaya başlar... Öyle resimler yapacaktır ki, tabloda şu ya da bu kişi değil, bir toplumu simgeleyen herhangi bir kişi yer alacaktır. En yakından tanıdığı, en iyi bildiği, kendini en rahat hissettiği, köyüdür ya da herhangi bir köydeki topluluktur. Bu nedenle köylülerin resmini, yalnız onlarınkini yapacaktır. Köylülerle ilgili bir tablosu ”Buğday Eleyen Adam”'la birlikte tartışmalar da başlamış olur. Tartışmanın konusu şudur:
Yıl 1850. Millet otuz altı yaşındadır. Devrimleri görmüş, Paris’ten ayrılıp Barbizon’a yerleşmiştir ve ikinci bir tartışma konusu çıkar:
Oysa bu resimler üzerine başkaları başka şeyler söylüyordu. Bu söylentiler 1859’ da, Millet tüm eserlerini, Paris resim salonunda sergileyince haykırmaya, lanetlemeye, suçlamaya dönüştü. Sergiyi gezen Beaude haykırıyordu:
“Millet’ nin köylülerinin yüzünde, çalışma zevkinden çok bir katilin korkusu okunuyor” diyerek.
Bu ünlü tablo iki köylüyü yansıtır. Ellerini kavuşturmuş, başı eğik genç bir kadın ve sıkıntıdan elindeki şapkayı çeviren (hani sonsuza dek çevirecekmiş gibi) bir adam. Tabloya Millet, “Patates Tarlasında Verimsiz Bir Yıl” adını vermiş önceleri. Sonra ressam arkadaşlarının etkisiyle adını değiştirmiş ve daha dinci görünmek için fona bir kilise kulesi eklemiş. Tablo, yapıldığı yıl bir Amerikalıya bin franka satılmış. Amerika’da birkaç kez el değiştirmiş, sanatçının ölümünden sonra 1889’da sergilenmiş ve milyonlarca Amerikalı tabloya hayran kalmış. İşte o zaman Fransızların “Millet hisleri” kabarıyor ve tablo geri alınsın mı alınmasın mı diye yeni bir kıyamet kopuyor. Sağcılar,”tablodaki insanlar dua ediyorlar, yaşasalardı sağa oy verirlerdi” diyorlar. Solcular ise “Bunlar köylü, çalışan insanlar, yani bizden” diyorlar ve hem sağcılar hem solcular ise, “Angelus bizimdir. Fransızdır” diyerek tablonun alınmasını istiyorlar. Ve Louvre Müzesi, bin franka satılan tabloyu 800 bin altına geri alıyor (Tablo, şimdi Louvre Müzesi‘ndedir). Tabii bütün bu tartışmalar olup bilerken Millet yaşamıyordu. Yaşayan, sadece sanatçının bırakmış olduğu yağlıboya, suluboya ve sayısı kesinlikle bilinmeyen bir sürü karakalem desen ve eskizlerdi. (“Söylemek istediklerinin hepsini resimlemeye vaktim yetmeyecek” diyen sanatçı bol bol da eskiz yapmıştı.) Bu tablolarda yaşayan ise Van Gogh ve Pissaro’yu etkileyen ışık gücü desenlerdeki sağlam yapı, biçimlerin sade çizgileridir.
“Sanat bir kavgadır. Kişinin canıyla kanıyla, etiyle kemiğiyle girişeceği bir kavga… Çalışarak sürdüreceği bir kavga. Bir şeyi kötü ya da eksik söylemektense suskunluğu yeğlerim...”
Sponsorlu Bağlantılar
Fransız ressamı Millet yukarıdaki cümleleri yazdıktan birkaç yıl sonra öldü. Yıl, 1875’di. Van Gogh o sıralarda 22 yaşındaydı. Ve kardeşi Theo’ya yazdığı mektupta “İşte düşüncelerimi yansıtan bir ressam” diyerek Millet’nin sözlerini alkışlıyordu. Van Gogh, Millet’den ne ilk ne de son kez söz ediyordu. Araştırmacılar, Von Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda tam 214 kez Millet adının geçtiğini saptamışlar. Millet’nin adını ağzından düşürmeyenlerin Van Gogh gibi değer bilir sanatçılar olduğunu sanmak da yanlış.Jean François Millet 1814 yılında doğdu. Cotentin’li köylü bir ailenin oğluydu. Bütün tanıdıklarının portrelerini yapıp bitirince babası oğlunun elinden tutup kente götürdü. “Biraz da bilerek resim yapsın” diye... Kent Cherbourg, Millet’nin yaşı onsekiz. Öğretmeni ise zamanın ünlü ressamlarından Langlois. İki yıl sonra bu yürekli öğretmen, “Ne benim, ne de bu kentin bu çocuğa verebileceği bir şey kalmadı” diyerek kentin belediyesinden sağladığı olanaklarla bu köylü çocuğun Paris ‘e gitmesini sağlar.
Baudelaire gibi ünlü şairler, Jean J. Rousseau, Saint-Victor gibi yazarlar ve bir sürü politikacı yalnız yaşamı boyunca değil,ölümünden sonra da Millet’yi rahat bırakmamış. Sağcılar yerden yere vurmuş solcu diye. Solcular hakkını verememiş, yeterince solcu değil diye. Bugün Millet’nin tabloları Küba’da, Moskova’da takvimleri süslerken, Fransız sosyalistleri hâlâ sanatçının “doğruları”nı tartışıyor. Din adamları Millet’ nin dinsizliğinden, sanatçılar ise dindarlığından yakınırken bir de bakıyorsunuz, Millet’ nin bir tablosu bir yerde bir kilisenin baş duvarında. Başka bir yerde en pahalı, en lüks çikolata kutularını süslüyor.
Millet ne yapmış bunca öfkeyi, bunca tartışmayı hak etmek için?
Yalnızca resim yapmış.
Yukarıdaki cümleler de nasılsa çıkmış bir kez kaleminden. Çünkü özel yaşamında hiç de o sözleri benimser gibi değil. Tam tersine, içine kapanık, suskun, kendi halinde, herkesten kaçan, gizlenen biri. Millet’ye hak ettiği yeri verebilmek için ,ölümünün üzerinden tam 100 yıl geçmesi gerekti. Ve bugün başta Fransızlar olmak üzere çeşitli ülkeler onu geniş kitlelere tanıtmak , değerini açıklamak için birbiriyle yarışa girdiler. 100. yıl, vicdan borcunu ödemek isteyenler için iyi bir fırsat oluyor genellikle. Millet için de durum farksız değil.
Yirmi yaşında Paris...
Paris karanlıktır, sislidir, gürültülüdür, kalabalıktır, tek kelimeyle ürkütücüdür. Ve dağlara bayırlara, gökyüzünün mavisine, insan sıcaklığına alışık olan Millet ürker, korkar... Paris’te insanlar acımasızdır, birbirlerine bakmadan konuşurlar, birbirlerinden habersiz oraya buraya saldırırlar. İşte o günden sonra Millet içine kapanacak önceleri “korku” diye nitelediği duygular, çok geçmeden utangaçlığa dönüşecek. Daha sonraları eleştirmenlerin “sakalının altına gizlenen ressam” dedikleri Millet işte bu sıralarda doğacak.
Jean François Millet, 1837-1848 yılları arasında Paris’te kalır. Sonra kısa süre için Cherbourg’a gitti ve tekrar Paris’e döner. Evleniri. Karısı ölür. Evinin temizlik işlerine bakan bir kadınla ilişki kurar. 1853’de onunla evlenir ve 1861 yılına dek dokuz çocuğu olur.
1848 yılı, dünya için olduğu kadar, Millet’nin yaşamı ve sanatı için de önemli bir tarihtir.
Devrimler birbirini izlemiştir; Fransız Komünü ayaktadır. Romantizm ise pek çok yara almıştır, can çekişmektedir. Natüralizmle realizmin çatışması başlamıştır. Millet iki yıl Paris’in kavgalı gürültülü yaşamını paylaştıktan sonra 1850’de Barbizon’a dönerek gerçek kimliğine, “köylü” kişiliğine bürünür. Artık kırlarla, bayırla, sıcak insanlarla kaynaşmıştır. Ama bütün ”gümbürtü” bundan sonra kopacaktır. Bundan böyle Millet’nin adı tartışmalardan, kavgalardan eksik olmayacaktır. Bu “gümbürtü”yü daha iyi anlayabilmek için sanatçının 1848’den önceki resim çalışmalarına bakmak gerek.
Millet, Paris’e geldiği günden beri Louvre Müzesi’ndeki eserlerin etkisinde kalır. Ardından da Corregio, Fragonard ve Diaz gibi ressamların... Süslü püslü kadınlardan, soyluların portrelerinden tutun da manzara resimlerine dek çeşitli konulara yer verir tablolarında. Bunlar arasında et yığınlarını andıran şehvetli kadınlar da bulunmaktadır. Paris'te geçirdiği on yıl, bu utangaç içine kapalı genci bireycilikten nefret etmeye iter. Bireycilikten nefret ise, çok geçmeden tablolarında yer alan o süslü püslü kadınların, soylu beylerin saçma sapa alığını düşündürür Millet’ye...
Aramaya başlar... Öyle resimler yapacaktır ki, tabloda şu ya da bu kişi değil, bir toplumu simgeleyen herhangi bir kişi yer alacaktır. En yakından tanıdığı, en iyi bildiği, kendini en rahat hissettiği, köyüdür ya da herhangi bir köydeki topluluktur. Bu nedenle köylülerin resmini, yalnız onlarınkini yapacaktır. Köylülerle ilgili bir tablosu ”Buğday Eleyen Adam”'la birlikte tartışmalar da başlamış olur. Tartışmanın konusu şudur:
“Millet, bu konulara politik bilinçle mi yaklaşıyor, yoksa kendisine en doğal gelen konu olduğu için mi yaklaşıyor?”Öyle ya da böyle, Millet, bu tartışmaların hep dışında kalır. O yalnız resim yapma devam eder. Bildiği, tanıdığı, sevdiği, bir parçası. olduğu köylülerin resimlerini..
Yıl 1850. Millet otuz altı yaşındadır. Devrimleri görmüş, Paris’ten ayrılıp Barbizon’a yerleşmiştir ve ikinci bir tartışma konusu çıkar:
Bu kararı vermesine Paris’teki kolera salgını mı, Barbizon’daki rahat hayat mı neden oldu? Yoksa köylülerle, köylü yaşantısıyla bütünleşme amacı mı?Millet yine bu tartışmaların dışında kalıp resim yapmayı sürdürür.
“Bazı şeyleri, gördüğüm şeyleri anlatmam gerek. Söylemek istediklerimi söyleyinceye dek resim yapmaya devam edeceğim”der de başka bir şey demez. Tablolar birbirini izler:
- Saman Taşıyıcısı
- Oturmuş Çoban Kızı
- Tohum Serpen Adam (1850)
- Başak Toplayan Kadınlar (1857)
- İneğini Otlatan Köylü Kadın (1859)
- Istakoz Avcıları (1857)
- “L’Angelus” ya da “Sabah Duası” (1859)
“Breughel’le Millet arasındaki konularını köyden köylüden alan resimlere bakıyorum da, böyle bir şeyin ‘eskiye’ maledilemeyeceğini anlıyorum. Köylüyle çalışırken, kendi işini yaparken, eylem içinde vermek, ancak modern sanatın amacı, çekirdeği olabilir...”
“Bu resimlerde görünen şeylere köylü diyorsanız, onlardan nefret ediyorum. Kendilerini beğenmiş zavallıcıklardan başka bir şey değil bunlar.”Kimi de “Bay Millet yalan söylüyor” diyordu. ”Fransa’da böyle yorgun böyle aç, böyle yoksul insan yoktur. Varsa bile bunlar köylü değildir.” Ya da, “Köylü adını verdiği bu kişileri resimleyerek Millet kimi suçlamak istiyor?” diye soruyorlardı. Bunlar sağ kanadın görüşleriydi. Sol kanat ise Millet karamsarlıkla, kadercilikle suçluyordu:
“Millet’ nin köylülerinin yüzünde, çalışma zevkinden çok bir katilin korkusu okunuyor” diyerek.
Bu tartışmaların en ilginci “L’Angelus” (Sabah Duası) üzerine
Bu ünlü tablo iki köylüyü yansıtır. Ellerini kavuşturmuş, başı eğik genç bir kadın ve sıkıntıdan elindeki şapkayı çeviren (hani sonsuza dek çevirecekmiş gibi) bir adam. Tabloya Millet, “Patates Tarlasında Verimsiz Bir Yıl” adını vermiş önceleri. Sonra ressam arkadaşlarının etkisiyle adını değiştirmiş ve daha dinci görünmek için fona bir kilise kulesi eklemiş. Tablo, yapıldığı yıl bir Amerikalıya bin franka satılmış. Amerika’da birkaç kez el değiştirmiş, sanatçının ölümünden sonra 1889’da sergilenmiş ve milyonlarca Amerikalı tabloya hayran kalmış. İşte o zaman Fransızların “Millet hisleri” kabarıyor ve tablo geri alınsın mı alınmasın mı diye yeni bir kıyamet kopuyor. Sağcılar,”tablodaki insanlar dua ediyorlar, yaşasalardı sağa oy verirlerdi” diyorlar. Solcular ise “Bunlar köylü, çalışan insanlar, yani bizden” diyorlar ve hem sağcılar hem solcular ise, “Angelus bizimdir. Fransızdır” diyerek tablonun alınmasını istiyorlar. Ve Louvre Müzesi, bin franka satılan tabloyu 800 bin altına geri alıyor (Tablo, şimdi Louvre Müzesi‘ndedir). Tabii bütün bu tartışmalar olup bilerken Millet yaşamıyordu. Yaşayan, sadece sanatçının bırakmış olduğu yağlıboya, suluboya ve sayısı kesinlikle bilinmeyen bir sürü karakalem desen ve eskizlerdi. (“Söylemek istediklerinin hepsini resimlemeye vaktim yetmeyecek” diyen sanatçı bol bol da eskiz yapmıştı.) Bu tablolarda yaşayan ise Van Gogh ve Pissaro’yu etkileyen ışık gücü desenlerdeki sağlam yapı, biçimlerin sade çizgileridir.
Biyografi Konusu: Jean François Millet nereli hayatı kimdir.