Ziyaretçi
KARİKATÜR
Kişi ya da olayların gülünç, çelişkili yanlarını yakalayarak bazen yazıyla da desteklenen abartılmış çizgilerle mizaha dönüştürme sanatı.
Sponsorlu Bağlantılar
Daha çok biçim bozma yöntemleriyle üretilmiş çizimleri anlatırsa da, yalnız grafik sanatlarla sınırlı değildir; başka sanat ya da eylemleri de kapsayabilir. “Karikatürize etmek”, genel olarak mizah ya da eleştiri amacıyla bir olguyu çarpıtmak anlamını taşır. Kişileri konu alan çizimlere portre karikatürü, olayları konu alanlara da konulu karikatür denir.
İtalyanca caricatura sözcüğünün doldurmak, yüklemek, değerini yükseltmek, mecazi olarak da abartmak, alay etmek anlamlarına gelen caricare'den türediği sanılmaktadır. Sözcüğü ilk kez İtalyan ressam Annibale Carracci’nin kullandığı sanılır. Karikatürden bir anlatım biçimi olarak ilk yararlananlardan olan Carracci’nin insan yüzlerini bir hayvan ya da bitkiyi andıracak biçimde, ama aslıyla benzerliğini koruyarak çizebildiği, böylece yanında çalışanları eğlendirdiği söylenir.
Abartılı anlatıma çok eski çağlardan beri başvurulmaktadır. Eski Mısırlıların insanları hayvan kılığında canlandıran resimleri, Hititlerin şölenlere canlılık katan soytarıları gösteren kabartmaları vardır. Batı sanatında bu tür örneklere Eski Yunan vazo resimlerinde, Roma duvar resimlerinde ve ortaçağ heykellerinde rastlanır. Doğu kültürlerinden ise abartı yüklü minyatürler ve gölge oyunu tipleri bunlara katılabilir. Ama gerçek anlamda karikatür, çizime dayalı anlatımın önem kazandığı Rönesans’tan bu yana gelişmiştir. Leonardo da Vinci ve Albrecht Dürer gibi sanatçıların, burun gibi bazı organları abartılmış ya da çirkinliği vurgulanmış insan çizimleri, desen çalışmaları yaptığı bilinmektedir. Pieter Bruegel (Yaşlı) ile Hieronymus Bosch'un bazı yapıtları karikatüre çok yakındır. Annibale Carracci’nin ağabeyi Agostino Carracci’nin de usta bir portre karikatürcüsü olduğu anlaşılmaktadır. Yetenekli bir karikatürcü olan mimar ve heykelci Gian Lorenzo Bernini, 1665’te gittiği Fransa’da caricatura sözcüğünü kullanmış, ama bu döneme değin karikatürün etkisi sınırlı kalmıştır.
Karikatür, basımevinin gelişmesine koşut olarak gazete, dergi gibi kitle iletişim araçlarının çoğalmasıyla ressamların eğlenceli bir yan uğraşı olmaktan çıkıp etkili bir anlatım biçimine dönüştü. Başka bir deyiş le, çok sayıda basılıp geniş bir izleyici kitlesine ulaşmaya başladığı zaman gerçek gücünü gösterdi. Karikatürü kaba bir yergiden zekâ ve el becerisi gerektiren bir uğraş düzeyine çıkaran sanatçılar da bu ortamda yetişti.
Eski örnekleri oymabaskı, ağaç baskı, taş baskı gibi tekniklerle yapılan karikatür, günümüzde beyaz bir kâğıt ya da kartona, en iyisi çini mürekkebi olmak üzere koyu renk bir boyayla çizilir. Bunu yapmak için tarama ucu, fırça, dolmakalem, rapidograf gibi çizim araçları kullanılır. Bazı çizerler kurşunkalemle yaptıkları bir taslağın üstünde çalışmayı yeğlerler; yanlışlar ise beyaz boyayla kapatılır. Çizim genellikle küçültülerek kullanıldığından tarama, noktalama, gölge gibi küçülünce bozulabilecek, dolayısıyla da mizahı ileten çizimin okunuşunu zedeleyecek tekniklerin kullanılmasından kaçınılır. Renk yalnızca mizah öyle gerektiriyorsa, bir de dergi kapağı gibi yerlerde kullanılır. Çizimler daha sonra fotoğrafı alınarak ya da klişesi çıkarılarak baskıya hazırlanır. Gazetelerin, dergilerin sürekli çizerleri vardır. Bazı yayınlar dışarıdan katkılara da açık olur ve yayımladıkları yapıtlara telif hakkı öderler.
Tarihi
Sanayi çağının anlatım biçimi olan karikatür ilk sanayileşen ülkede, İngiltere' de gelişti. 18. yüzyılda bir soylu eğlencesi olarak İtalya’dan alındıysa da, William Hogarth çarpıtılmış insan görüntüleriyle yetinmek yerine, davranışlardaki çelişkileri ortaya koyacak oyma baskılar üreterek karikatürün öncüsü sayıldı. Hogarth’dan sonra portre karikatürüyle konulu karikatür bir arada yürüdü ve gittikçe daha yoğun bir biçimde toplumsal ve siyasal yergi aracı olarak kullanılmaya başladı.
1740’ta İngiliz yayımcı Arthur Pond çeşitli sanatçıların 25 karikatüründen oluşan bir albüm yayımladı. Albümde yer alan sanatçılardan Pier Leone Ghezzi’nin geçimini Roma’da yaşayan ya da bu kente gelen kişilerin karikatürlerini çizerek sağlaması ilk profesyonel karikatürcü olarak nitelenmesine yol açtı. Çağdaşı Venedikli Giovanni Battista Tiepolo arkasında çok ustaca çizilmiş karikatürler bırakmışsa da, bunlar belli bir kişiye ait olmayan, anonim karikatürlerdi. İngiltere’de 1760 dolayında çizmeye başlayan George Townshend, portre karikatürlerini iğneleyici başlıklarla destekledi ve çok beğenilen bu yöntem çok kişi tarafından benimsendi. Bu tür yapıtların The London Magazine, Political Register ve Town and Country Magazine gibi dergilerde yayımlanmaya başlaması, karikatürün siyasal önemini artırdı. Siyasal karikatür önceleri önde gelen kişilerin abartılı görüntülerini çizmek biçiminde anlaşıldı. 19. yüzyıl başında İngiltere’de bu türün başarılı örneklerini veren Thomas Rovvlandson yöneticilerle soyluların yanı sıra sanatçıların da abartılı giysiler içindeki portre karikatürlerini çizdi. Çağdaşı James Gillray gördüğü tiyatro eğitiminin de etkisiyle çizimlerinde çarpıcı durum ve benzerlikleri öne çıkardı. İsviçre kökenli İngiliz ressam ve öğretmen Henry Fuseli ise çizim ve baskı ağırlıklı İngiliz karikatürüyle boyaresim ağırlıklı İtalyan karikatürü arasında yer aldı.
Karikatürün en büyük gelişmesi 19. yüzyılda Fransa’da yaşandı. Philibert Louis Debucourt o günkü Paris'i yansıtan karikatürler çizdi. Napoleon döneminde karikatürün neredeyse bir tutkuya dönüşmesi ayrı bir Fransız okulunun oluşmasına yol açtı. Bir önceki kuşaktan gelen Louis Leopold Boilly ile Jean Baptiste Isabey, çalışmaların asıl başlatıcıları oldu. Boilly karikatürlerinde Fransız tutum ve davranışlarını alaya aldı. Pek çok politikacıyı kişisel olarak tanımış, çoğunun da portre karikatürünü çizmiş olan Isabey’in yapıttan yayımlanmış olmakla birlikte, Francisco de Goya’nınkiler gibi, elden ele dolaşarak sanatçıları etkiledi. 1830’da Charles Philipon’un La Caricature adlı ilk mizah dergisini çıkarmaya başlaması Honore Daumier, Henri Monnier ve Grandville takma adını kullanan Gerard gibi büyük karikatür ustalarının ortaya çıkmasını sağladı. Philipon siyasal ve yasal sınırlamaları çok iyi değerlendirebilen bir ustaydı; Louis Philippe’i bir armuda dönüştüren ve aynı zamanda bir sözcük oyunu içeren çizimi, derginin nereye kadar gidebildiğini gösteriyordu. Portre karikatürünün de büyük ustalarından olan Daumier, sonraki yıllarında çizdiği konulu karikatürlerde toplumsal yergiye yöneldi. Bu karikatürcüler sansürün işlemeye başlamasına değin unutulmaz tipler yaratarak Fransız Devrimi’yle yönetimi eline geçiren burjuva sınıfını alaya aldılar. Paul Gavarni takma adını kullanan Guillaume Sulpice Chevalier ise siyasal olmaktan çok, davranış biçimlerindeki gülünçlükleri yakalamasıyla öne çıktı.
19. yüzyılın ortalarına doğru başka ülkelerde de karikatüre yer veren mizah dergileri çıkmaya başladı. İngiltere’de Thomas McLean'in yayımladığı Monthly Sheei of Caricatures, bu ülkedeki ilk örneklerden biriydi. Derginin siyasal karikatürlerini çizen Robert Seymour, Gillray’in yaklaşımını sürdürdü. Gene McLean'in yayınlarında adını duyuran John Doyle'un oğlu Richard Doyle 1841’de Henry Mayhevv’nun kurduğu Punch'ın ilk kadrosunda yer aldı. Dergiye adını veren Punch (Pulcinella) tipinin çizeri George Cruikshank de insanları büyük başlı ve abartılı giysiler içinde canlandırmasıyla tanındı.
Henri de Toulouse Lautrec’in çizgi ağırlıklı yaklaşımı, Japon ağaç baskılarını anımsatan düzenleme anlayışı ve parlak renklerle boyanmış geniş yüzeyleriyle resim ve afişi olduğu kadar karikatürü de etkiledi. Bu etki Fransa dışında en çok Almanya'da görüldü. Münih'te çıkan Simplicissimus adlı mizah dergisi çevresinde toplanan ve toplumsal siyasal eleştiriye yönelen karikatürcülerin hepsi bir ölçüde Toulouse Lautrec’ ten esinlendi. Thomas Theodor Heine, İsveç kökenli Olaf Gulbransson ve Kari Arnold bu karikatürcülerdendi. Eduard Thöny özellikle Prusyalı subayları konu alan karikatürleriyle sivrildi. Berlin’de ise Heinrich Zille sanayileşmenin getirdiği çarpık kentleşmeyi konu alan karikatürleriyle ünlendi.
20. yüzyılda karikatür önemli değişikliklere uğradı. Bir yandan karikatür sanatı dünyanın her yerinde gazetelerin, dergilerin ayrılmaz parçası durumuna gelirken, bir yandan da mizah dergileri yaşamlarını sürdürmekte zorluk çeker duruma düştü. Aralarında karikatür açısından önem taşıyan dergilerin de bulunduğu bu yayınların bir bölümü kapandı; bir bölümü de değişerek yaşamını sürdürebildi. Karikatür de daha çok gazetelerin ve magazin dergilerinin isteklerini karşılayacak biçimler aldı.
Almanya’da I. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda dışavurumcu ressam George Grozs’un öncülüğünü yaptığı karikatür anlayışı, bu yüzyıldaki önemli toplumsal siyasal çıkışlardan biri oldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise ABD’li sanatçıların öncülüğünde ortaya çıkan karikatür anlayışı yaygınlık kazandı. Bu anlayış yazı ile çizimi ayrılmaz bir bütün durumuna sokan, hatta çoğu kez yazısız yapılan konulu karikatürü getirdi. Öncülüğünü Rumen kökenli mimar Saul Steinberg’in yaptığı bu türün en iyi örneklerini Virgil Partch (Vip) ve Shel Silverstein verdi. Fransa’da Bosc, Chaval, Sempe, Andre François, İngiltere’de de Rowland Emett ve Ronald Searle gibi sanatçılar bu akımın önde gelen adları oldu. Fransa’da Sine adını kullanan Maurice Sinet, bu karikatürü acımasız bir siyasal yergiye dönüştürdü. ABD’de ise David Levine ince yaptığı yazar, sanatçı, politikacı yüzlerine, o insanların kişiliklerini yansıtan küçük eklemeler getirerek portre karikatürünün yeniden canlanmasına yol açtı.
Türkiye'de karikatür
Karikatür Türkiye’ de de Batı’dakine benzer bir gelişme gösterdi. Basımevinin kurulmasından bir süre sonra yayımlanmaya başlayan gazete ve dergiler zamanla örnek aldıkları Batı gazete ve dergileri gibi resimler bastılar. Fotoğrafın olmadığı dönemde bunlar elle yapılan çizimlerdi. Bu anlatım aracının kullanılmaya başlaması, onun doğal uzantısı olan karikatüre, yani çizgiyle mizaha yol açtı. Bir süre sonra da karikatürün toplumsal, özellikle de siyasal eleştiri amacıyla kullanılabilecek etkili bir araç olduğu görüldü. Bugünkü biçimiyle karikatür Batı etkisi altındaki sanatlardan sayılmaktadır. Gene de bunların Türkiye’ye en az yabancı olanlarından biridir. Çizgiye dayanan anlatımı, minyatürden çarşı ressamlarının yapıtlarına kadar uzanan bir çizim geleneğine dayanmaktadır. Biçimlerdeki abartma Karagöz oyunu figürlerini anımsatmaktadır. Alay hiciv yergi bileşeni ise Türk mizah geleneğinden beslenmektedir.
Karikatürün basılı yayınlara bağlı olması, gelişiminin de bu alandaki gelişmeleri izlemesine yol açtı. 19. yüzyılın ortalarında, Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra Türk basın yaşamında başlayan canlanma, bu süreci hızlandırdı. Daha önce yapılmış ve özel çevrelerde elden ele dolaşan karikatürlerin varlığı bilinmekteyse de, ilk karikatür 1867’de İstanbul adlı dergide yayımlandı. 23 Aralık 1869’da Teodor Kasap’ın Diyojen adlı ilk mizah dergisiyle karikatür bağımsız bir yayın ortamına kavuştu. Bu dergiyi başkaları izledi. Bu dönemin karikatürcüleri arasında Nişan Berberyan, Tınghır, Santr, Opçanadassis, Ali Fuat Bey gibi adlar vardı.
Karikatürden bir anlatım aracı olarak yararlanıldığı bu ilk dönemin birinci bölümü oldukça kısa sürdü. 1878’de II. Abdülhamid meclisi kapatınca ülkede karikatür yayını da durdu. 1908’e değin süren bu duraklama döneminde karikatür İttihat ve Terakki muhalefetinin Avrupa’da II. Abdülhamid’e karşı mücadelesinin bir öğesi olmaktan öteye geçmedi.
Türk karikatürünün başlangıç dönemindeki ikinci bölüm, II. Meşrutiyetle gelen özgürlük ortamına rastlar. Bu dönemde mizah dergilerinin sayıca çoğalması, karikatürün de öne çıkmasını sağladı; Sedat Nuri (İleri), Scarselli, A. Rigopulos gibi karikatürcüler yetişti. Bu grubun yeni denemelerine karşı Mehmet Baha, Halit Naci, Münir Osman, Cevat Nuri gibi çizerler eski geleneği sürdürdü. Dönemin en önemli sanatçısı olan Cemil Cem karikatürle yurtdışındaki eğitimi sırasında tanışmıştı; Cemil Cem portre karikatürcülüğündeki ustalığını, gerektiğinde hem iktidarı, hem de muhalefeti eleştiren siyasal tutumuyla birleştirmesiyle ünlendi. Türk karikatürünün bu ilk döneminde çizimler gerçekçi resimler gibiydi. Mizah daha çok karikatürlerin altına konan yazılı anlatıma yükleniyordu.
Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan ikinci dönemin ilk yıllarında bir durgunluk görüldüyse de 1928’de yeni Türk alfabesinin benimsenmesiyle basının canlılık kazanması karikatürü de olumlu yönde etkiledi. Türk karikatürünün en ünlü adları bu dönemde ortaya çıktı. Karikatürün gazetelere yerleşmesi, ilk çizgi romanların yapılması, ilk karikatür albümlerinin yayımlanması, ilk karikatür sergilerinin açılması, ilk çizgi film denemeleri yaklaşık II. Dünya Savaşı’nın sonuna değin süren bu dönemde oldu. Ramiz Gökçe, Ratip Tahir Burak, Kozma Togo, Salih Erimez, Orhan Ural dönemin önde gelen karikatürcülerindendi. En önemlileri eski yeni yazı konulu karikatürü yapan Cemal Nadir Güler’di. Cemal Nadir hem belirtilen “ilk” çalışmaları gerçekleştirdi, hem de mizah anlayışı ve insancıl yaklaşımıyla karikatürün sevilmesini, benimsenmesini sağladı. Ayrıca genç karikatürcülere yol gösterici olmasıyla da Türk karikatürüne önemli katkıda bulundu.
Türk karikatürü bu dönemde kendine özgü bir üslup yarattı. Çizimler oranlarıyla ve uyandırdıkları derinlik duygusuyla resmi andırmaktan çıktı; insanların yanı sıra hayvanlar, bitkiler ve nesneler de karikatürize edilmeye başladı. Örneğin İstanbul evleri devriliverecekmiş gibi öne eğik yapılır oldu. İlk döneme göre çizgi yalınlaştı. Gene de karikatürler, mizahın dayandığı olayın anlatılmasına katkısı olmayan ayrıntılarla doluydu. Mizah çoğu kez yazılı anlatıma dayanıyor, ama yazıda da bir yalınlaşma görülüyordu. Olayın geçtiği yeri ya da olaya karışan kişileri anlatan sözcükler ortadan kalktı; çizimin açıkça gösterdiği şeyler yazıda yinelenmez oldu.
Bu dönemde karikatür diline bazı simgeler de katıldı. Örneğin dünya bir koca kafa gibi çiziliyor, ülkeler hayvanlar ya da klişe tiplerle anlatılıyor, miğferli bir Eski Yunan askeri savaşı, ağzında zeytin dalı tutan güvercin barışı temsil ediyor, şaşıran adamın şapkası uçuyor, uçuşan yıldızlar can yanmasını belirtiyordu. Bir bölümü yabancı karikatürlerden alınmış olsa da bunlar, Türk karikatürcülerinin kullandığı, Türk izleyicisinin anladığı ortak dilin öğleri oldu.
Türk karikatürünün üçüncü dönemi, yaratıcılarının bir bölümünün 1940’ların ortasında, hatta başında karikatüre yönelmesine karşın 1950'de başladı. Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden dışa açılması, çok partili siyasal yaşam ve yeni ekonomik politikalarla birlikte basın yayın alanında da bir canlanma görüldü. Yeni gazete ve dergilerin çıkması, eskilerin kendini yenilemeye çalışması, bunların Batı, özellikle de Amerikan örnekleri göz önüne alınarak yapılması, Türk çizerlerine karikatür, resimleme, çizgi roman gibi konularda yeni çalışma alanları açtı. Karikatürcü sayısında büyük artış gözlendi; Turhan Selçuk, Ferruh Doğan, Nehar Tüblek, Ali Ulvi Ersoy, Semih Balcıoğlu, Altan Erbulak, Mustafa Eremektar (Mistik) ve Oğuz Aral bu dönemle özdeşleşti. Onları Yalçın Çetin, Tonguç Yaşar, Tan Oral ve Tekin Aral izledi. Cemal Nadir’in öğrencisi olan Selma Emiroğlu ilk kadın karikatürcüydü. Sinan Bıçakçıoğlu, Orhan Enez gibi bazı başarılı çizerler daha sonra bu alandan çekildi; Suat Yalaz çizgi romana yöneldi. Bedri Koraman magazin karikatürleriyle adını duyurdu. Eflatun Nuri Erkoç, Mustafa (Mim) Uykusuz, Şadi Dinççağ eski anlayıştan yeniye geçerken Necmi Rıza Ayça, Sururi Gümen ve Hüseyin Mumcu eski çizgiyi sürdürdü.
Bu dönemdeki en büyük değişiklik biçimsel alanda görüldü; karikatür çizgisi hızla yalınlaştı ve çizimler arka planın ayrıntılarından kurtuldu. Bu gelişme biraz ABD’li Steinberg’in yapıtlarının tanınmasının, biraz da bir önceki kuşağın çizgisine tepki duyulmasının sonucuydu. Bunlara koşut olarak artan çizim yükünü karşılayabilmek içinse çizgide belli bir tutumluluk gerekiyordu. Benzer biçimde, yazı da daha az kullanılmaya, mizahın ağırlığı çizime kaydırılmaya başladı. Karikatürün “çizgiyle mizah yapma sanatı” olarak tanımlanması yazının bütünüyle kaldırılabileceği düşüncesini yansıtıyordu.
Türk karikatüründe çok önemli yer tutan bu dönemde Cemal Nadir ve arkadaşlarının sevdirdiği sanat, 1950 kuşağı tarafından yaygınlaştırıldı. Türk karikatürü kendini uluslararası alanda da kabul ettirmeye, Türk karikatürcülerin yapıtları yabancı basında yer almaya, yarışmalarda ödüller kazanmaya başladı. Karikatür ilk kez bu dönemde kuramsal bir temele oturtulmaya çalışıldı. Usta çizerler resimlendirme, çizgi roman, çizgi film, afiş, kitap kapağı, tebrik kartı gibi alanlarda da yapıt verdi. Bu dönemin uygulamaları arasında bir karikatürcüler derneğinin kurulması, Türkiye’de de uluslararası yarışmalar düzenlenmesi ve bir karikatür müzesinin açılması vardı.
Üçüncü dönemin ikinci on yılında karikatürde bir duraklama görüldü. Mizah dergilerinin sayısı azaldı; gazeteler bir iki ünlü çizerin yapıtı dışında karikatür basmaz oldu; dergiler de daha çok yabancı karikatürleri yeğledi. 1950 kuşağı karikatürcüleri ya çizgi roman, çizgi film, resimlemecilik, tanıtmacılık gibi el becerilerini kullanabilecekleri uğraşlara yöneldi ya da bu alandan çekildi. Bazıları da tiyatroyu, sinemayı seçti. Çizmeyi sürdürenlerin bir bölümü o dönemin yayın yaşamında önemli yer tutan siyasal dergilerde çalışarak toplumcu düşünceleri destekledi. Bu dönemde karikatürcülerin katkıda bulunduğu çizgi roman alanında önemli ilerleme görüldü.
1970’lerin başından günümüze değin gelen dördüncü ve son dönemde biraz da 1960’lardaki deneyimin etkisiyle karikatürde çizgi romana özgü anlatım biçimleri kullanılmaya başladı. Bu dönemde karikatürün gördüğü ilgi gittikçe arttı; bir anlatım, bir dışavurum aracı olarak kullanılması beklenmedik boyutlara vardı. Karikatür bu ivmeyi Oğuz Aral yönetiminde yayımlanan Gırgır la kazandı. Bir mizah dergisi olmanın dışında da önem taşıyan Gırgır 1980’lerin sonunda 500 bini geçen tirajıyla, gelmiş geçmiş en başarılı yayınlardan biri, ABD’de çıkan MAD ve SSCB’de çıkan Krokodil' den sonra dünyanın en çok okunan üçüncü mizah dergisi durumuna geldi. Aynı zamanda bir okul işlevi görerek okuyucular arasından çıkan genç yeteneklere ortam sağladı. Özden Ögrük, Latif Demirci, Haşan Kaçan, Behiç Pek derginin önde gelen adlarından oldu. Engin Ergönültaş, Can Barslan, Mehmet Çağçağ, Tuncay Akgün aynı anlayışı daha sonra Mikrop ve Limon (sonradan Leman) gibi dergilerde sürdürdü. Usta portre karikatürcülüğüyle öne çıkan Tekin Aral, 1950 kuşağı karikatürcülerinden sayılmasına karşın yeni akıma kendini uydurdu.
Bu dönemin en belirgin özelliği sözlü yazılı mizah geleneğinin çizgiye uyarlanması, başka bir deyişle yazının karikatüre geri getirilmesiydi. Ama bu yapılırken resimlendirilmiş fıkralara ya da gülünç olduğu sanılan altyazılı çizimlere dönülmedi. Oğuz Aral ve Tekin Aral gibi çizgi roman deneyimi olan çizerler öncülüğünde yazı, konuşma balonları içine alındı; çizgi romana özgü bu yöntemle hem karikatüre yeni bir devingenlik kazandırıldı, hem de resimle yazı arasında yeni bir bütünleşme sağlandı. Mizah anlayışında da gelişme görüldü. Daha önceki dönemlere özgü kime yöneltildiği belli olmayan ince iğnelemeler yerini, hızlı kentleşmenin doğurduğu çelişkileri, davranış bozukluklarını, doğrudan sokaktaki Türk insanını konu alan bir mizaha bıraktı. Bir değerlendirmeye göre, Gırgır bir bakıma Aziz Nesin’in mizah edebiyatında yaptığını karikatür ve çizgi romanda gerçekleştirdi. Bu karikatür anlayışı 1988’ de yayımlanmaya başlayan Hıbır ile Oğuz Aral’ın Gırgır'ın el değiştirmesi üzerine çıkarmaya başladığı Avni'de de (1989) sürdürüldü. Son yıllarda ortaya çıkan bir başka gelişme de, Dıgıl (1989) ve Joker (1992) gibi çizgi roman ağırlıklı dergilerin yayımlanması oldu.
Bu dönemde soyut, yalnız çizgili anlatım kullanan karikatürcüler de çalışmalarını sürdürdü. Yeni adlardan Selçuk Demirel gerek çizgi, gerek mizah açısından başarılı yapıtlar verdi. Gazetelerde eski ustaların siyaset ağırlıklı karikatürleri yayımlandı. Ayrıca yapıtlarını yayımlama olanağı bulamayan amatör çizerlerin de sayısı çok arttı. Bugün Türkiye’de karikatür pek çok izleyicisi ve uygulayıcısıyla gerçek anlamda gözde bir sanat durumuna gelmiştir.
Kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 8 Nisan 2017 22:54
Sebep: konu düzeni moderatör ekleri foruma uygun resim eki