Arama

Tiyatro ve Tiyatro Tarihi

Güncelleme: 1 Temmuz 2013 Gösterim: 28.685 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tiyatro ve Tiyatro Tarihi
MsXLabs & Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Tiyatro Nedir?

Bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatı.
Tiyatro sözcüğü Yunanca'da "seyirlik yeri" anlamına gelen theatron'dan türetilmiş, dilimize İtalyanca'daki teatro sözcüğünden geçmiştir. Günümüzde modern bir tiyatro binası başlıca üç bölümden oluşur.
- İzleyicilerin oturarak oyunu izlediği oditoryum;
- Oyunun sergilendiği sahne;
- Sahnenin iki kenarında ve arkasında, çeşitli dekor ve gereçlerin bulunduğu sahne arkası yada kulis.

Tiyatronun Kökeni
Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Avrupa'da Üst Paleolitik Çağdan (İ.Ö 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve köstüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun ilk örneği sayılır. Maske, kişinin kendi kimliğinin aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biridir.
İlkel toplulukların animist inançlarına göre, yinelenen doğal olayların ruhları, kişilikleri vardı; bu kişiler, sonradan tapınma nesnelerine, tanrılara dönüştü.
İnsanlar, belli zamanlarda yapılan törenlerde bu tanrıları temsil eden maskelere bürünerek kendi yaşamlarını etkileyen doğa olayları üzerinde denetim kurmaya çalıştılar. Yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak için yapılan törenler danslar, Kurallı oyunun ilk örneğiydi. Eski inançların hemen hepsi görülen "ölme ve yeniden dirilme" teması da, insanlara verdiği kılık değiştirme ve kişileştirme olanaklarıyla, tiyatronun çıkış noktalarından biriydi. Mevsimlerin dönüşü, kışın bahara dönüşmesi gibi yinelenen doğa olayları, eski yılı temsil eden kralın yeni yılın kralın karşısında yenik düştüğü bir törensel boğuşmayla temsil ediliyordu.
Başlangıçta canlı insanların kurban edildiği bu boğuşma ve ölümler zamanla simgeleşti, iki ayrı gücün çatışması da yerini tek bir gücün ölüm ve yeniden dirilme törenine bıraktı.
Bazı başka kuramlara göre ise tiyatronun kaynağı şamanist inançlardır. Şamanist törenlerin özelliği, izleyici ya da katılımcılara, tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesiydi. Bu törenlerde belirli kurallara uygun davranışlarla kendinden geçen şaman, öte dünya ile bu dünya arasında bir aracı rolü üstlenmektedir.
Tiyatro, bugün de kökenindeki bu iki eğilimin izlerini taşır, bu iki eğilim arasındaki gerilimden güç alır:
Doğa güçlerini simgesel olarak canlandırma, temsil etme işlevi;
Doğaüstü güçlerin görünmesine aracılık etme işlevi.
Doğaya öykünme kuramına göre, tiyatronun en önemli öğesi kılık değiştirmedir.

Dünya Tiyatrosu Tarihi
  • Antik Yunan Tiyatrosu
    • Antik Yunan Tragedyası
      • Aiskhilos
      • Sofokles
      • Euripides
    • Antik Yunan Komedyası
      • Aristofanes
  • Roma Dönemi Tiyatrosu
  • Roma Dönemi'nde Anadolu Tiyatrosu
  • Ortaçağ Tiyatrosu
  • Rönesans Tiyatrosu
    • Rönesans İtalyan Tiyatrosu
    • Rönesans İngiliz Tiyatrosu
    • Rönesans Fransız Tiyatrosu
  • Aydınlanma Dönemi Tiyatrosu
  • Romantik Tiyatro
  • Çağdaş Tiyatro

Son düzenleyen AndThe_BlackSky; 1 Temmuz 2013 12:15 Sebep: Düzenleme
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
12 Kasım 2006       Mesaj #2
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Tiyatro

Sponsorlu Bağlantılar
Tiyatro, seyirciler önünde, oyuncuların sahnede canlandırmaları amacıyla yazılmış eserlere denir.

Bir sahne sanatıdır.
Tiyatro eseri, olayları oluş halinde gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir.
Bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların temsil etmesi amacıyla yazılmış edebi eserdir. Yunanca “theatron”dan doğmuştur. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik, dans gibi unsurları da katmak gerekir.
Tiyatronun diğer edebi eserlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken,bunun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini,okuyanın kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması,canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitab eder.
Bir tiyatro eserinde eseri yazan kişi veya kişilere ”müellif”, yazili bir metin veya dile getirilmesi oyunculara birakilmiş tasariya”eser”, oyunu sahnede canlandiran kişilere ”oyuncu” denilir ve bu üç varlik kesinlikle bulunur. Ayrica eserin sahnelenmesinde görev alan yönetici, dekoratör, işikçi, suflör gibi diger yardimci elemanlar da vardir.
Bir tiyatro eserinde;konu,kişiler,çevre,zaman,üslup,amaç gibi alti unsur vardir. Tiyatroda sosyal hayatin ve insan karakterlerinin tahlil ve tenkitleri yapilir. Tiyatroda en önemli hususlardan biri dildir. Fazla agir olmamasi,konuşma diline benzemesi istenir. Böylece ince fikirlerin ve esprilerin seyirci tarafindan kolayca kavranmasi saglanmiş olur.

Çeşitleri
Sahne üzerinde ve bir seyirci topluluğu önünde, sanatçılar tarafından,hareketli olarak canlandırılacak nitelikte yazılmış olan yazılara tiyatro yapıtı ya da piyes denir.
Tiyatro eserleri müziksiz (trajedi, komedi, dram) ve müzikli (opera, operet, komedi müzikal, bale, revü, skeç) olmak üzere iki grupta toplanır. Ama edebi türler içinde en canlı ve yaşama en yakın olanı tiyatrodur.

Trajedi
Kişilere korku, heyecan ve acindirma telkinleriyle ders vermek amaci güden en eski tiyatro çeşididir. Nazim halinde yazilmasi ve degişmez kaidelere bagli olmasi sebebiyle öbür tiyatro çeşitlerinden kolayca ayrilir.
Trajediler genellikle beş perdelik oyunlardir. Eski Yunan’da,çok oynanan bu eserler 3 ve ya 6 perdelik de olabilirdi. O zamanki tiyatrolarda dekor bulunmaz,ancak sahnenin bir köşesinde olaylarin sebep ve sonuçlarini anlatan bir koro yer alirdi.
Kahramanlar; kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerden seçilmiştir. Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmaz. Kahramanları arasında geçen olaylar insanların ruhi zayıflıklarını, ihtiraslarını, iradeye bağlı yüce davranışlarla çarpıştırır.
Trajedilerde; olay,zaman ve çevrede birlik demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. Trajedilerde iç içe girmiş karışık olaylar bulunmaz. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın ön ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektikçe konunun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedi olayının bir günde (24 saat) olup bitmiş gibi gösterilmesine “zaman birliği”, tek bir şehrin
Belli bir köşesinde başlayan olayin yine orada bitmesine de “çevre(mekan) birligi” denir.
Trajedilerde parlak nutukları andıran yüksek ve asil bir üslup kullanılır. Kaba, çirkin ve niteliği düşük sözler bulunmaz. Trajedi şairleri mısralarının derin manalı ve hikmet dolu olmasına önem vermişlerdir
Trajedilerde kadere,ahlak,töre ve geleneklere üstün bir değer verilmiştir. Trajedinin maksadının “insani acılarının ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması” olduğu kabul edilmektedir.

Komedi
Kişilerin,olay ve âdetlerin gülünç,eglendirici,yönlerini göstermek amaciyla ders vermeyi ve hoşça vakit geçirtmeyi hedef edinen tiyatro çeşididir.
Dalkavukluk (çıkar sağlamak için birine aşırı saygı gösteren kimse), korkaklık, cimrilik, dalgınlık, ukalalık gibi insanlar için birer kusur olan huy ve alışkanlıklar dev aynasında büyütülerek ve abartılarak seyirciyi güldürecek tarzda sahneye konulur. Bu kusurlar derece derece pek çok insanda bulunduğundan bir bakıma seyirciyi kendi kendine güldürmüş olur. Böylece seyirciye ince bir ders vermek istenir.
Komedilerde de konu, çevre, zaman birliği (üç birlik kuralı)benimsenmiştir. Konuları günlük hayattan alınan komedilerde kahramanlar rasgele kişilerdir. Çevre belli bir yerdir. Trajedilerin aksine kaba şakalar,kelime oyunları, kötüleyici imalar önemli yer tutmuştur. Molier’in komedileri üslup bakımından daha topludur.

Komedi çeşitleri: Her zaman ve her yerde rastlanan insan kusurlarını belli tiplerde göstererek gülünç eden komedilere “karakter komedi”, belli bir toplumu ve ya bütün insanlığı alarak bozuk ve aksak yanlarını hicveden komedilere “töre komedisi”, edebi hicvin sahneye uygulanmış şekline “yergi komedisi”, bir derinliği olmayan, sırf güldürmek için yazılan komedilere de “entrika komedisi” denir.

Dram
Trajediyle komediyi bir araya getiren tiyatro çeşididir. Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayişini veya sadece hayatin gülünç taraflarinin sahneye konmasini yeterli bulmayarak hayati birçok tarafiyla temsil etme arzusundan dogmuştur.
Dram, nesir ve nazım halinde yazılabildiği gibi üç perdeden beş perdeye kadar olabilir. Üç birli kuralını tamamen reddeder. Beşeri temalardan çok toplumcu ve milli konuları işler. En kanlı ve çirkin olayları seyirciye göstermekten çekinmez.
Konuları hayatın acıklı ve ya gülünç,çirkin ve ya güzel hemen her olayından alınabilen dramda kader, ümit, neşe, şüphe, tasa, facia ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Kahramanları arsında her tabakadan halkın yanı sıra üst tabaka kişileri de bulunur. Her türlü mizaca yer verilir. Dram eserleri hakikati göstermek iddiasında olmuşlardır.
Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes”,duygulandırıcı ve fazla heyecan verici olanına “melodram”, bir masalın sahneye getirilmesine de “feeri” denir.

Opera
Bütün sözler,hareketler ve jestlerin musikiyle bestelenmiş ve orkestra şefinin idaresine verilmiş dram ve trajedilerdir. Trajedilerde bir tek kelime müziksiz söylenmez. Opera, musiki, kilise ve paganizm (Eski Yunan Putperestligi)den çikmiştir. Agir bir hüzün havasi vardir. Olaylar acikli ve hislidir. Çok gösterişli dekor ve kiyafetler içinde sunulur.

Operet
Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserlerdir. Halka hitap etmek için yazılır. Operetlerde renk,ışık,kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır.

Revü
Operetin daha hafif fakat hiciv, alay, tenkit dolu çeşididir.

Skeç
Beş-alti dakikaya sigdirilan tablolar halinde kisa, musikili oyunlardir. Bir çeşidi de radyo skeçleridir.

Bazı tiyatro terimleri


Perde
Bir sahne eserinin uzun bölümlerinden her biridir.

Sahne
Perde içindeki küçük bölümlere verilen addır. Ayrıca oyunun sergilendiği yerdir.

Jest
Herhangi bir şeyi açiklamak için oyuncunun yaptigi el kol hareketleridir.

Kulis
Tiyatroda sahnenin gerisinde ya da yanında bulunan oyuncuların kostümlerini giydikleri ,makyaj yaptıkları bölümdür.

Dekor
Piyes kişilerinin olaylari,yaşadiklari yeri seyirciye gösterebilmeleri için temsili ve somut tarzda hazirlanan çevredir.

Suflör
Oyunculara, rollerinde unuttukları sözleri seyircilere duyurmadan hatırlatan kişidir.

Sofito
Sahne üzerinde bulunan, dekor barlarının içinde hareket ettiği hacimdir.


Son düzenleyen AndThe_BlackSky; 1 Temmuz 2013 12:16 Sebep: Sayfa düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mayıs 2009       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tiyatro

200px Drama iconsvg
Tüm dünyada tiyatro gülen ve ağlayan iki maskeyle temsil edilir.

Tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilenmesi amacıyla yazılmış edebi türdür. Genel olarak temsil edilen eser anlamında da kullanılır. Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro eseri, olayları oluş halinde gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın hümanist bir deyişle tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak ifade edilir.
Tiyatro eserinin diğer türlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik gibi unsurların bütünlüğü söz konusudur.
Tiyatro metinlerine "oyun," metinleri yazan kişiye oyun yazarı (müellif) ve oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” (ya da daha genel olarak tiyatrocu) denir. Ayrıca eserin sahnelenmesinde görev alan sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı elemanlar da vardır.

180px Aspendos 2004 10
Aspendos amfitiyatrosu.

Tarihi

Erken dönem

Tiyatro, Yunanca theatron (θέατρον), yani "görme yeri," sözcüğünden gelmektedir. Çünkü günümüzdeki anlamıyla çağdaş tiyatronun tarihi bağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır. İlk tiyatro şenliği M.Ö. 534 yılında Atina'da yapılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Antik çağ'da tiyatro, üst sınıfa özgü bir etkinlikti. Her yıl Dionysos'u kentin hangi ileri geleninin onurlandıracağına karar verilir ve bu kişi etkinlikleri düzenlerdi. Bu nedenle sosyal itibarla doğrudan ilgiliydi. Tanrı adına bir yarışma yapılır ve en iyi oyun, hazırlayan kişinin itibarını arttırırdı. Festival niteliğinden dolayı popüler olarak nitelendirilebilecek olan antik tiyatro, günümüze de örnekleri kalmış olan, genellikle amfitiyatro olarak adlandırılan sahnelerde sergilenirdi. Türkiye'de oldukça iyi durumda örnekleri olan bu amfitiyatroların boyutları, dönemin tiyatrosunun halk için önemini göstermektedir. Ayrıca, ilk tiyatro eserleri ile Yunan mitolojisinin el ele olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle bu iki alan birllikte değerlendirilmelidir.
Bu dönemde oyunlarda dekor ya da kostüm bulunmazdı. Sahne tamamıyla boş olur, baş roller de önemli kişiler tarafından oynanırdı. Bir de anlatıcı görevi gören "koro" bulunurdu. Günümüzde geçerli olan oyunculuk anlayışı yoktu ve ifade edilen duygular oyuncuların ellerinde tuttukları ver yeri geldikçe yüzlerine koydukları maskelerle belirtilirdi. Bugün tiyatronun simgesi haline gelen gülen ve ağlayan maskeler bu uygulamanın bir uzantısıdır. Nitekim, Yunan tiyatrosunda sadece iki tür oyun vardı: trajedi ve komedi.
Trajedilerde içerik daha çok Tanrılarla insanların çatışmaları üzerineydi. Dönemin dini inanışlarının sembolik bir ifadesi olarak, oyunlarda Tanrılar ile insanlar arasında doğrudan etkileşim normaldi. Bu mitik düzen tarih boyunca edebiyat eserlerini etkileyen bir nitelik olmuştur. Komedilerin ise çoğunlukla siyasi alay içerikli oldukları söylenebilir. Kullanılan dil ise yoğunlukla argodur.
Ayrıca bu dönem tiyatrosu Aristoteles'in "üçlü birlik" ilkesine dayanır: olay, yer ve zamanda birlik. Aristoteles'e göre oyunda baştan sona takip edilen tek bir hikâye olmalıdır. Ara hikâyeler ya bulunmamalıdır, ya da çok az olmalıdır. Bir oyun tek bir yerde geçmeli, farklı yer ve coğrafyalara yayılmamalıdır. Sahne tek bir yeri temsil etmelidir. Olay örgüsü bir günden fazla bir zamanı kapsamamalıdır.

200px Augsburg Parktheater Goeggingen Vorhang
Tiyatro perdesi

Orta dönem

Özellikle William Shakespeare'in ön plana çıktığı bu dönemde artık tiyatro dinsel niteliğini yitirmiştir ve popüler bir eğlence türü olarak dikkat çekmektedir. Antik Yunan'dan izler taşısa da, halkla olan doğrudan ilişkisi nedeniyle tiyatro yaklaşımları değişime uğramıştır. Komedi ve trajedi türlerine "tarihsel" oyunlar kategorisi eklenmiştir. Aristoteles'in "üç birlik" kuralından vazgeçilmiştir. Ayrıca tiyatro artık "profesyonel" bir etkinlik olmuştur. Shakespeare'in kraliçeden maddi destek aldığı ve kar üzerinden dönen bir tiyatro grubu olduğu bilinmektedir. Bu dönemde oyunculuk kavramı değişmiş olsa da, henüz kadın oyuncular bulunmamaktadır. Kadın rolleri genç erkek oyuncular tarafından oynanmaktadır. Shakespeare bunu özellikle kıyafetle cinsiyet değiştiren roller yazarak oldukça komik ve ironik hale getirmiştir.

Günümüz Tiyatrosuna Doğru

Modern tiyatroya damgasını vuran önemli isimlerden biri belki de Konstantin Stanislavski'dir. 19. yüzyıl'ın sonralarına doğru "sihirli eğer" diye bilinen oyunculuk kuramını geliştiren Stanislavski özellikle gerçekçi akıma yön vermiştir. Söz konusu kuramda, oyunculardan kendilerini, canlandırdıkları karakterlerin yerlerine koymalarını ve bu şekilde seyirciye söz konusu duyguları vermeleribeklenmektedir .

Çeşitleri

Tiyatro eserleri müziksiz (trajedi, komedi, dram) ve müzikli (opera, operet, müzikal, pandomim bale, revü, skeç) olmak üzere iki grupta toplanır. Edebi türler içinde en canlı ve yaşama en yakın olanı tiyatrodur.

Trajedi

Trajedi, kişilere korku, heyecan ve acındırma telkinleriyle ders vermek amacı güden en eski tiyatro çeşididir. Şiirsel olarak yazılması ve değişmez kurallara bağlı olması sebebiyle öbür tiyatro çeşitlerinden kolayca ayrılır. Yunan tanrısı Dionysos'un şenliklerinde yapılan yarışmalarda sahnelenen oyunlarla varolagelmiştir.
Klasik trajediler genellikle beş perdelik oyunlardır. Eski Yunan’da başlayan bu eserler 3 veya 6 perdelik olurdu. O zamanki tiyatrolarda dekor bulunmaz, ancak sahnenin bir köşesinde olayların sebep ve sonuçlarını anlatan bir koro yer alırdı.
Yine klasik trajedilerde, kahramanlar; kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerden seçilirdi. Orta tabaka ve basit halk adamlarına rastlanmazdı. Kahramanları arasında geçen olaylar insanların ruhsal zayıflıklarını, tutkularını, iradeye bağlı yüce davranışlarla çakıştırırdı. Özellikle karakterlerin bir "katharsis", yani arınma sürecinden geçmeleri gerekirdi. Bu da ancak farkında olarak ya da olmadan kahramanın büyük bir hata yapması, bu nedenle acı çekmesi ve bu süreç sonunda arınmış olarak doğru bir özü bulmasıyla olabilirdi.
Klasik trajedi Aristoteles tarafından kuramsallaştırılmıştır. Bu kurama göre olay, zaman ve çevrede birlik demek olan ”üç birlik kuralı” benimsenmiştir. İç içe girmiş karışık olaylar bulunmaz. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın ön ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektikçe konunun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedi olayının bir günde (24 saat) olup bitmiş gibi gösterilmesine “zaman birliği”, tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan olayın yine orada bitmesine de “çevre(mekan) birliği” denir.
Trajedilerde parlak söylevleri andıran yüksek ve asil bir üslup kullanılır. Kaba, çirkin ve niteliği düşük sözler bulunmaz. Trajedi şairleri mısralarının derin manalı ve bilgelik dolu olmasına önem vermişlerdir
Trajedilerde kadere, ahlak, töre ve geleneklere üstün bir değer verilmiştir. Trajedinin amacının, “insanı acılarının ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması” olduğu kabul edilmektedir. Bazı klasik trajedi örnekleri, Aiskhylos'un TitanPrometheus'un hikâyesini anlattığı Zincire Vurulmuş Prometheus'u, Sophokles'in Kral Oidipus'u ve Euripides'in Andromakhe'ı sayılabilir.
Yunan ve Roma dönemi trajedilerinin kuramsallaştırdığı bu kurallar daha sonra modern tiyatroda değiştirilmiştir. Bazı oyun yazarları özellikle bu kurallarla oynayarak farklı türler yaratmıştır. Bunlara örnek olarak Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro verilebilir.

Dram

Trajediyle komediyi bir araya getiren tiyatro çeşididir. Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışını veya sadece hayatin gülünç taraflarının sahneye konmasını yeterli bulmayarak hayatı birçok tarafıyla temsil etme arzusundan doğmuştur.
Dram, düzyazı ve şiirsel halde yazılabildiği gibi üç perdeden beş perdeye kadar olabilir. Üç birlik kuralını tamamen reddeder. İnsani temalardan çok toplumcu ve milli konuları işler. Konular da çok çeşitli olabilir. En kanlı ve çirkin, ya da gerçekçi olayları seyirciye göstermekten çekinmez.
Konuları tarihten ve hayatın acıklı veya gülünç, çirkin veya güzel hemen her olayından alınabilen dramda kader, umut, neşe, kuşku, tasa, facia ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Kahramanları her sınıftan (halk - soylu ayrımı gözetmeksizin) seçilebilir. Her türlü karaktere yer verilir. Dram eserleri gerçekleri göstermeyi amaçlamışlardır.
Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes”, duygulandırıcı ve fazla heyecan verici olanına “melodram” denir. Melodram müzikli oyun demektir yalnız günümüzde müzik kısmı atılmıştır. Bununla birlikte yine dram türlerinden olan "feeri" ise bir masalın sahneye konulmuş şeklidir. Kahramanları cin, peri, dev gibi düşsel varlıklardır. Olayın geçtiği yer ve zaman belli değildir... komedi;günlük hayattaki konukarı mizahi bir dille anlatan bir tiyatro türüdür

Opera

Opera insanların konuşmak yerine tiyatro oyununu şarkı söyleyerek sahneye koymasıdır.

Pandomim

Düşünce ve duyguları müzik veya türlü eşyalar eşliğinde bazen dansla, bazen de gövde ve yüz hareketleriyle yansıtmayı amaçlayan sözsüz oyun türüdür. Yüz mimikleri, el, kol ve beden hareketleri kullanılarak tema anlatılmaya çalışılır. Pandomim (mim), evrensel bir tiyatro dili sayılır.

Tuluat

Tiyatro türlerinden biri. Sanatçılar, oynadıkları eserin konusuna bağlıdırlar; ama oyundaki sözleri içlerinden geldiği gibi söyleyerek, doğaçlama yaparlar. Yazılı esere uymak mecburiyetleri yoktur. Perdeli orta oyunu da denir.

Operet

Sözlerinin müziksiz kısımları müziklerden çok olan tiyatro eserlerdir. Halka hitap etmek için yazılır. Operetlerde renk, ışık, kıyafetler ve dans en göze çarpıcı şekilde kullanılır.

Bale

Müzikli, dansın daha çok öne çıktığı, daha çok lirik ve dram arası bir temada oynanan oyunlardır. Diğerlerine nazaran estetiğe önem verilir.

Revü

Olaylı eleştirili yapılan tiyatro türüdür.

Skeç

Beş-altı dakikaya sığdırılan tablolar halinde kısa, müzikal oyunlardir. Bir çeşidi de radyo skeçleridir. İnsanların oynamaktan hoşlandığı bir sahnelemedir.

200px Cezanne Harlequin

Bazı tiyatro terimleri

Perde

Bir sahne eserinin uzun bölümlerinden her birine verilen tiyatro terimidir.

Jest - Mimik


Jest herhangi bir şeyi açıklamak için oyuncunun yaptığı el kol hareketleridir. Mimik ise herhangi bir şeyi açıklamak için oyuncunun yaptığı yüz hareketleridir.

Suflör

Oyunculara, rollerinde unuttukları sözleri seyircilere duyurmadan hatırlatan kişidir. Tiyatroda birden fazla suflör olmalıdır.
Son düzenleyen AndThe_BlackSky; 1 Temmuz 2013 12:22 Sebep: Sayfa düzeni
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
4 Aralık 2009       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Dünya Tiyatrosu Tarihi

TİYATRO


Bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatı. Tiyatro sözcüğü Yunanca'da "seyirlik yeri" anlamına gelen theatron'dan türetilmiş, dilimize İtalyanca'daki teatro sözcüğünden geçmiştir. Günümüzde modern bir tiyatro binası başlıca üç bölümden oluşur.

* İzleyicilerin oturarak oyunu izlediği oditoryum;
* Oyunun sergilendiği sahne;
* Sahnenin iki kenarında ve arkasında, çeşitli dekor ve gereçlerin bulunduğu sahne arkası ya da kulis.

TİYATRONUN KÖKENİ

Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Avrupa'da Üst Paleolitik Çağdan (İ.Ö 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve köstüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun ilk örneği sayılır. Maske, kişinin kendi kimliğinin aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biridir. küçük

İlkel toplulukların animist inançlarına göre, yinelenen doğal olayların ruhları, kişilikleri vardı; bu kişiler, sonradan tapınma nesnelerine, tanrılara dönüştü.

İnsanlar, belli zamanlarda yapılan törenlerde bu tanrıları temsil eden maskelere bürünerek kendi yaşamlarını etkileyen doğa olayları üzerinde denetim kurmaya çalıştılar. Yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak için yapılan törenler danslar, Kurallı oyunun ilk örneğiydi. Eski inançların hemen hepsi görülen "ölme ve yeniden dirilme" teması da, insanlara verdiği kılık değiştirme ve kişileştirme olanaklarıyla, tiyatronun çıkış noktalarından biriydi. Mevsimlerin dönüşü, kışın bahara dönüşmesi gibi yinelenen doğa olayları, eski yılı temsil eden kralın yeni yılın kralın karşısında yenik düştüğü bir törensel boğuşmayla temsil ediliyordu. Başlangıçta canlı insanların kurban edildiği bu boğuşma ve ölümler zamanla simgeleşti, iki ayrı gücün çatışması da yerini tek bir gücün ölüm ve yeniden dirilme törenine bıraktı.

Bazı başka kuramlara göre ise tiyatronun kaynağı şamanist inançlardır. Şamanist törenlerin özelliği, izleyici ya da katılımcılara, tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesiydi. Bu törenlerde belirli kurallara uygun davranışlarla kendinden geçen şaman, öte dünya ile bu dünya arasında bir aracı rolü üstlenmektedir.

Tiyatro, bugün de kökenindeki bu iki eğilimin izlerini taşır, bu iki eğilim arasındaki gerilimden güç alır: Bir yanda doğa güçlerini simgesel olarak canlandırma, temsil etme işlevi; öte yanda, doğaüstü güçlerin görünmesine aracılık etme işlevi.

Doğaya öykünme kuramına göre, tiyatronun en önemli öğesi kılık değiştirmedir.

ANTİK ÇAĞ


Tiyatro ilk kez IO 6. yüzyılda Yunan toplumunda dinsel törenden özerkleşerek bir sanat türü haline geldi; dinsel ya da pratik ölçütlerle değil, estetik ölçütlerle değerlendirilen bir "oyun" a dönüştü. Yunan toplumunda tiyatronun öncülü, şarap, bereket ve bitkiler tanrısı Dionysos'u kutsamak için yapılan Bacchanolia şenliklerinde bir koronun söylediği dithyramboy şarkılarıydı. Koro, bu şarkılarda, farkı kişilerin konuşmasını canlandırmak için söz ve tavır değişikliğinden yararlanıyordu. Daha sonra, oyuncu ve oyun yazarı Thespis, koronun karşısına, farklı kişilikleri farklı maskelerle temsil eden bir oyuncu koydu. Böylece daha karmaşık konular ele alınabiliyor, farklı anlatım biçimleri denenebiliyordu. İÖ 534'te Atina'daki ilk tiyatro şenliğinde, Thespis'in bir tragedyası ödül kazandı. Bu tarihten sonrada tragedyalar Dionysos şenliklerinin bir parçası olarak gelenekselleşti.

İÖ 5. yüzyılın ilk yarısında, Aiskhylos, koroyu 50 kişiden 12 kişiye indirerek ve ikinci bir oyuncu ekleyerek bugünkü Batı tiyatrosunun da temelini attı. Artık birden fazla kişi arasında yaşanan bir olayın, bir ilişkinin, sahnede canlandırılması olanağı doğmuştu. Aiskhylos, tragedyayı Dionysos cümbüşündeki azgın ve utançsız kökeninden de kopardı. Tiyatro önemli kişilerin başından geçen önemli olayları yüceltmiş bir üslupya temsil etme sanatı haline geldi. Efsaneleri, mitleri ve efsaneleşecek kadar eski olayları işleyen tragedyanın dinsel, ahlaki ya da siyasi bir mesaj vermesi, toplumu ve evreni bir bütün olarak temsil etmesi bekleniyordu. Hiyerarşik bir evrendi bu: En üstte tanrılar katı yer alıyor, altta ölümün, sürgünün ve cezanın yurdu bulunuyor, bu ikisinin ortasında da oyunun, dramatik eylemin gerçekleştiği yuvarlık sahneyle temsil edilen insanların dünyası duruyordu. Tragedya, daha sonra Sophokles ve Euripides tarafından daha da geliştirildi, gerçekçi gözlem öğeleri katılarak Aiskhylos'taki soyutluğundan bir ölçüde uzaklaştırıldı.

Komedya ise İÖ 486'dan başlayarak Atina'da Lenia kış şenliğinde yapılan yarışmalarla yaygınlık kazandı. Yunanca Komos sözcüğünden türeyen komedya, Dionysosçu kökenlerine tragedyadan çok daha bağlı kaldı. İÖ 6. yüzyıldan sonra Yunan egemen sınıfları arasında gözden düştüğü halde köylülerin ve yoksul halkın yaşamında önemini koruyan soytarılık, hokkabazlık, herkesin birbiriyle utançsızca çiftleştiği bahar ayinleri gibi avam öğeler, komedyada önemli yer tutuyordu. Dili de konuşma diline yakındı. Eski Komedya'nın en büyük temsilcisi Aristophanes'in oyunları, siyasal ve toplumsal yergicilikleriyle ahlaki bir görev de üstlenmişlerdir. Euripides'in İÖ 406'da ölümünden ve Atina'nın İÖ 404'te yenilgisinden sonra tragedya iyice geriledi ve komedya en popüler tür haline geldi. İÖ 320'den sonra, Büyük İskender döneminde ortaya çıkan Yeni Komedya eskisinden oldukça farklıydı. Mitolojik öğelerin yerini genç Atinalıların erotik serüvenleri ve aile yaşamları almış, eski şen, cümbüşlü ve grotesk üslup da daha gerçekçi ve yumuşak bir anlatıma dönüşmüştür. Bu dönemden günümüze yalnızca Menandros'tan bazı parçalar kalmıştır.

Eski Yunan tiyatrosunun önemli bir özelliği kamusallığıdır. Oyunları ortalama 10 bin ile 20 bin seyirci aynı anda izleyebiliyordu. Eski Yunan oyunları, Sofokles'in trajedileriyle teknik yetkinliğe ulaşmıştır. Sofokles oyunlarında dekor kullanan ilk tiyatro yazarıdır. Aiskhylos, Sofokles ve Euripides konularını mitolojisinden alan oyunlar yazmıştır. Bu üç yazar, sonradan Aristo'nun Poetika adlı yapıtında belirlediği kurallara uygun oyunlar yazmışlardır. Bu kurallardan biri zaman, yer ve eylemde birliktir. Eski Yunan komedisinin tanınmış yazarlarından Aristofanes, oyunlarında dönemin siyaset adamlarının ve düşünürlerinin yanlış tutumlarını alaya almıştır.

ROMA TİYATROSU

Roma, tiyatroya özgü bir katkı yapmaktan çok Yunan tiyatrosunu taklit etmekle yetinmiştir. Bununla birlikte, Roma toplumunun estetik bir eşiği aşamayan, ama belli bir canlılığı sürdüren yöresel bir oyun geleneği vardır. Bunlardan biri, yöresel hasat şenlikleri ve evlilik törenlerinde hokkabaz-oyuncu- şarkıcıların söylediği ve belli bir temsil öğesini de barındıran carmina Fescenninay'dı. Güney İtalya'da doğan ve IO 3. yüzyılda Roma'da yaygınlaşan bir başka yöresel türde fabula Atellanay'dı. Fars, parodi ve siyasal taşlama öğelerini içeren bu oyunlar, İtalyan tiyatrosuna palyaço Maccus ve budala Bucca gibi tipler kazandırdı.

Bir Yunana oyununu Latinceye çevirerek Yunan tiyatrosunu Roma'ya tanıtan kişi Yunanlı Livius Andronicus'tur. İlk Romalı oyun yazarı olan Naevius, fabula palliata adı verilen türün de kurucusudur. İÖ 2. yüzyılda Roma tiyatrosunun en önemli iki temsilcisi, Plautus ve Terentius, Yunan, Yeni Komedyası'nı, Roma toplumuna uyarladı. Ama Roma'da tiyatroya gidenler, özelliklede Terentius'un daha düşünsel içerikli oyunlarını izleyenler nüfusun sınırlı bir kesimini oluşturuyordu. Roma tiyatrosu, en baştan beri, Yunan kentlerinden daha büyük bir nüfusun incelmemiş, zevklerine cevap vermeye yönelikti.

İzleyici çekmeyen oyunlara ayrılmış ödeneğin şenlik yöneticisince iptal edilebildiği bir ortamda, oynanan oyunlarda da gösteri öğeleri öne çıktı. Senecan'ın bu gelişmeye bir tepki olarak yazdığı oyunlar (IS 1.yy) oynanmaktan çok, yüksek sesle okunmak için yazılmıştır. Roma döneminde tiyatro sanatı ile ilgili en önemli eser, Horatius'un Ars Poetika'sıdır. Ars Poetika'da, tiyatronun eğitici işlevi ve biçimsel düzeni hakkında açıklamalar yapılmıştır. Roma tiyatrosunun iki büyük komedya yazarı Plautus ve Terentius, Atina Yeni Komedyasından aldıkları konuları Romalının günlük yaşantısına, aile ilişkilerine uyarlamışlardır. Amaç, seyirciyi, günlük ilişkilerini yöneten kurallar korusunda eğitmektir.

ORTAÇAĞ

Hristiyanlık, geleneğin sürekliliğinin parçalandığı bir ortamda, kendi tiyatrosunu yoktan var etti, kendi inançlarından yeni bir tiyatro türetti. Ortaçağ, kilise tiyatrosunun yanı sıra akrobatların, soytarıların, hokkabazların tek kişilik ya da grup halinde yaptığı gösterilerde hem halk arasında hem de saraylarda ilgi görüyordu. Ama tiyatroyu yeniden kurallı bir oyuna, yani sanata dönüştüren, oyunun yazılı öğesini vurgulayan kilise oldu. Bunun ilk örnekleri, Kitabı Mukaddes'ten belli bölümlerin sahne etkileri de gözetilerek seslendirilmesiydi. Bu seslendirme daha sonra 10. yüzyılda oyuncular ve diyaloglarla gerçek bir canlandırmaya dönüştü. 13. yüzyıldan sonrada manastırların dışına yayıldı; artık kent yönetimleri de yapım giderlerini üstleniyordu. Dinsel tiyatronun manastır dışında gelişen birbirine bağlı bir dizi kısa oyunlardan oluşan dizilerdi ve 2-3 gün boyunca oynanıyordu. Gizem oyunlarının sahnelenmesini de loncalar gibi özel kentsel örgütler üstlenmiştir. Her lonca, kendi zaanatıyla ilişkili olan bir oyunun giderlerini karşılıyordu. Başlangıçta, oyunlar, "ev" adı verilen süslenmiş tahta platformlar üzerinde oynanıyordu. İtalya'da bir alanın ortasında oturan seyirciler, alanın çevresine yerleştirilmiş platformlar üzerinde oynanan oyunu izliyordu. İngiltere'de ise oyunlar araba gibi çekilen pagent adı verilen tekerlekli sahnelerde oynanıyordu. Gizem oyunları başlangıçta Latince diyaloglardan oluşurken, sonradan yerel diller yaygınlaştı. Bu da oyunların halk geleneğinden ve mizahi öğelerden yana zenginleşmesini sağladı. Dinsel tiyatronun öteki iki türünden biri mucize oyunları, öbürü ise ibret oyunlarıdır. İbret oyunları ilk kez İngiltere'de ortaya çıkmıştır. Ortaçağ tiyatro düşüncesi yeni bir görüş üretmemiş, türlerin ayrımı, ahlak eğitimi gibi antik dönem kuramcılarının düşüncelerini yinelemiş, tragedyada yıkımın yazgı olduğunu vurgulamıştır. Tiyatro düşüncesinin gelişmemiş olmasının nedeni, ortaçağda tiyatronun yasaklanması, din adamlarının tiyatronun zararları üzerinde bildiriler yayımlamış olmalarıdır.

RÖNESANS

Rönesans tiyatrosu İtalya'da başladı, ama en önemli ürünlerini Rönesans'ı geç yaşayan İngiltere gibi ülkeler verdi. 15. yüzyılda İtalya'da Plautus, Terentius ve Seneca'nın oyunları yeniden okunmaya başlamıştır. Yüzyılın sonuna doğru bu yazarların oyunları önce Roma, sonra Ferrara'da sahnelenmiştir. İtalyan Rönesans tiyatrosu, mimarlık açısından da klasik tiyatroya öykünüyordu. 1414'te, Romalı mimar Vitruvius'un Mimarlık Üzerine adlı kitabı keşfedildi ve Avrupa dillerine çevrildi. Bu yapıta dayanılarak İtalya'da Roma tiyatroları inşa edilmeye başladı. Bu çalışmaların ürünü olan Venedikli mimar Andrea Palladio'nun tasarlayıp 1585'te Vincenzo Scamozzi'nin tamamladığı Vicenzo'da ki Olimpico Tiyatrosu, Avrupa'nın günümüze ulaşan en eski kapalı tiyatrosudur. Scamozzi, geri plandaki kemerlerin arkasına, sokak sahnelerini gösteren üç boyutlu perspektif panoları yerleştirmişti. Rönesans tiyatrosunun en özgün yönlerinden bir de perspektife verdiği önemdir. Rönesans döneminin başında İtalyan tiyatrosu fazla kuralcı bir yola sapmış, klasik ölçülere ve Aristoteles'in zaman, mekan ve eylem birliği ölçütüne bağlı kalma adına uzun bir süre cansız ürünler vermiştir. Gene de Plautus'un açık saçık komedyaları, bu dönemde, Aristo ve Ruzzante gibi iki önemli yazara esin kaynağı oldu. İtalyan tiyatrosuna ulusal bir dil ve yerel karakterler kazandıran bu iki yazardan sonra, İtalyan'ın dünya tiyatrosuna en önemli katkısı olan Commedia dell'arte doğdu. Canlı bir halk tiyatrosu geleneğine dayanan ve farklı öğeleri bütünleştiren Commedia dell'arte edebi bir metne değil, doğaçlama oyunculuğuna dayanan bir tiyatro türüydü. Kökenleri ortaçağ cambazlığına, mime ve fabula Atellana'ya değin götürülebilecek olan Commedia dell'arte'nin yeniliği, topluluk oyununa dayanmasıydı. Sürekli bir arada çalışan ve çok uzun bir süre aynı rolü oynayan oyuncular, daha öncesi eşi görülmemiş bir virtüözlük düzeyine ulaşabiliyordu. Oyunlarda senaryo vardı, ama her oyuncu diyalogun kendine düşen bölümünü zaman içinde istediği gibi geliştirebiliyordu. Venedikli pinti tüccar Pantalone gibi bütün tiyatroya mal olacak tipleri Commedia dell'arte yarattı. Profesyonel kadın oyuncu kullanan ilk tiyatroda Commedia dell'arte'ydi. İtalyan tiyatrosu 16. yüzyılda sahneyi edebiyattan arındırırken, İspanya da tam tersini yaptı; tiyatroyu yeniden edebileştirdi, en önemli edebiyat ürünlerini tiyatro alanında verdi. İspanya Reform hareketinden etkilenmediği için, eski dinsel tiyatro, auto sacramental (ayin oyunu) adıyla devam etti. Bu tek perdelik oyunlar, öteki ülkelerde dinsel tiyatroyu gülünçleştiren öğelerden arındırıldığı için, İspanya'nın en iyi şairleri de bu alanda yeteneklerini denemekten çekinmediler. Ülkenin ilk sabit tiyatroları da, İspanyol edebiyatının Altın çağ olarak anılan bu dönemde yapıldı. İspanyol tiyatrosu, kendini klasikçiliğin kurallarıyla sınırlamamasıyla İtalyan tiyatrosundan farklıydı. Duyguya, lirizme, tutkulu eylemlere yer veriyordu. En önemli yazarları, orta sınıf törelerini ve entrikalarını konu alan özgün bir İspanyol türü olan perdelerin ve kılıç oyunu tarzında binden çok yapıt yazmış olan Lope de Vega ile İspanyol barok üslubunun en tipik temsilcisi olan Calderon'dur.

İtalyan Rönesansı'nın etkisi İngiltere'de daha geç ve daha zayıf hissedildi. Bu yüzden, Elizabeth dönemi (1558- 1603) yalnızca tiyatroda değil, genel olarak edebiyatta özgün İngiliz geleneğinde kurulduğu yıllar oldu. Aslında bu dönemde İngiliz tiyatrosu karşıt etkilere açık durumdaydı: Bir yandan Protestan kilisesinin nüfuzunu kırmak için Corpus Christi Yortusu'nu kutlamak yasaklanmış, bu da gizem ve ibret oyunlarının gerilemesine yol açmıştır. Öte yandan , saray tiyatroyu İngiliz ulusak kimliğini pekiştirmek içinde kullanmak istiyordu. Bütün bunlara karşı, Avrupa'daki düşünsel, ahlaki ve dinsel çatışmaların özgürleştirici etkisi de 16. yüzyılın sonuna doğru şiddetlendi. Bunun sonucunda ortaya tiyatro da bu gerilimli, yeniliklere açık ruh halini yansıtıyordu. İngiliz tiyatrosu, kendi özgün ortaçağ geleneğinden aldığı mirası kara Avrupa'sının daha incelmiş buluşlarıyla kaynaştırarak, saray tiyatrosunun sınırlarını aşan, toplumun her kesimine seslenebilen bir sanat türü yarattı. Marlovu'un, Shakespeare'nin, Beaumant ve Fletcher'in oyunlarını herkes izleyebiliyordu. İngiltere'de de ilk tiyatrolar, 1576'dan başlayarak Elizabeth döneminde kuruldu. Bu ilk tiyatrolar, daha önce oyunların sahnelendiği han avlularının biraz daha geliştirilmiş biçimiydi; seyirciler, üstü açık bir yapı içinde, yükseltilmiş bir tahta platformdan oluşan sahnenin üç yanında bulunan sıralarda oturuyordu. İzleyicilerle oyuncular arasındaki alış veriş, İtalyan tiyatrosundan daha fazlaydı. Buna karşılık biletler de daha ucuzdu. 1590'larda her tiyatro soylu bir kişinin desteğiyle işletiliyordu. İtalyan tiyatrosundan bir farkı da, kadın oyuncuların olmamasıdır. Kadın rollerini çoğu zaman erkek oyuncular üstleniyordu. Elizabeth'ten sonra gelen James döneminde (1603-25), tiyatro içerik olarak klasikçiliğe daha çok yaklaşırken, konu zenginliğini ve ufuk genişliğini de yitirmeye başladı. Bu dönemde, Ben Janson, John Ford, John Webster ve John Lyly gibi yazarlar zaman, mekan ve eylem birliği kurallarına önem verirken, trajedi ve komediyi de birbirinden daha kesin çizgilerle ayırdılar. 17. yüzyılın ortalarına doğru İngiliz tiyatrosu, maske ve dekor gibi görsel öğelere daha çok yer vermeye başlamıştı. 1642'deki burjuva devriminden sonra tiyatrolar kapatıldı ve sahne sanatı çok uzun bir süre eski canlılığına kavuşamadı. Fransa'da düzenli tiyatro toplulukları 16. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Bunların repertuvarında, ibret ve mucize oyunları kadar, kaba bürlesk ve parodiler de yer alıyordu. Ama Fransa'nın öbür Avrupa ülkeleri gibi özgün bir yerel tiyatro geleneği yoktu. Bu yüzden İtalyan Rönesansı'nın etkisini kolayca benimsedi. 17. yüzyılda ülkenin güçlü bir merkezi yönetim altında birleşmesini sağlayan Başbakan Kardinal Richeliu, en gelişmiş sahne teknolojisini içeren bir tiyatro binası yaptırdı. Richeliu, trajedi ile komedinin birbirinden ayrılması, tiyatrodan traji-komik öğelerin atılması içinde çalıştı. Ama dönemin üç önemli yazarından biri olan Corneille'in Le Cid'i Kardinalin yerleştirmeye çalıştığı klasik birlik kurallarını hiçe sayan bir trajikomediydi. Corneille'in rakibi Racine ise klasikçi kuralların içinde kalarak trajediye romantik bir ton kazandırdı. Konularını Yunan-Roma mitolojisinden ve tarihten alan bu iki yazara karşılık Moliere, Fransız toplumunun gündelik yaşamından aldığı tiplerle kendi çağını aşan bir modern komedi anlayışının kurucusu oldu. Üstelik, dönemin en sevilen oyun yazarıydı. 17. yüzyılda Avrupa'nın başka ülkelerinde de ulusal tiyatrolar kuruldu. Ama, bunların çoğu, sınırlı bir izleyici kesimine seslenebilen saray tiyatroları olarak kalacaktı. Opera ve balede gene aynı dönemde, soylu sınıfın seyirlik sanatları olarak gelişmişti.17. yüzyılın ikinci yarısında, İngiliz Restorasyon dönemi (1660-85) tiyatrosu Elizabeth dönemine geri dönmek istediyse de, İngiliz aristokrasisinin soğuk mizah anlayışını yansıtan bir töre komedisinden öteye gidemedi. Restorasyon tiyatrosunun en başarılı örneği sayılan William Congreve'in The Way of the World'ü (Dünyanın Hali) bile günümüzde sahnelenmektedir. İtalyan tiyatrosunun en önemli yazarı 18. yüzyılın ortasında bir çok komedi kaleme alan Carlo Goldoni'dir.

ORTA SINIF TİYATROSUNUN DOĞUŞU

18. yüzyılın Avrupa tiyatrosuna getirdiği en büyük yenilik, yükselmeye başlayan orta sınıf için üretilen burjuva oyunlarıydı. Bu türün öncülüğünü Fransa'da Diderot, Almanya'da da Lessing yaptı. Orta sınıf tiyatrosu, ahlakçılığıyla Rönesans öncesi dinsel tiyatroyu andırıyor, ama konularını aile yaşamından alması ve duygusallığı ile daha modern bir ruh halini yansıtıyordu. İngiltere'de Georg Lillo, The London Merchant:or, the History op George Barnwell (1731; Londralı Tüccar ya da George Barnwell'in öyküsü) adlı yapıtında orta sınıftan kişilere yer vererek bir orta sınıf trajedisi yaratmayı denemiş, İtalya'da da Vittorio Alfieri oyunlarında eski Yunan öykülerinin içini güncel orta sınıf tutkularıyla doldurmuştu. Bu dönemde, klasik trajedi ve komedi, varlıklarını daha çok operada sürdürdüler. John Gay'in The Beggar's Opera'sı (1728; Dilenci Operası) popülerliğini daha sonra da koruyan bir şarkılı komediydi.

Komedi, 18. yüzyılın en başarılı tiyatro yapıtlarının verildiği türdür. İngiltere'de Richard Steele'in, Nivelle de La Chausee'nin acıklı komedileri bugün de bulvar tiyatrolarınca sürdürülen bir türün ilk örnekleriydi. Buna karşılık, Oliver Goldsmith ve Richard Sheridan, Elizabeth dönemi ve sonrasının töre komedisini geliştiridiler. Eski canlılığı yitiren commedia dell'arte geleneği ise Fransa'da Marivaux, İtalya'da da Goldoni ve Gozzi'nin oyunlarıyla daha edebi ve düşünsel bir yaşama kavuştu. 18. yüzyıldan günümüze kalan en popüler komediler, Fransız oyun yazarı Beaumarchais'nin Le Barber de Seville'i (1775; Sevil Berberi, 1944) ile Le Mariage de Figaro'sudur.

19. YÜZYIL VE ROMANTİZM

19. Yüzyıl romantizm çağıydı. Romantizmin başarılı olduğu edebiyat türü ise tiyatro değil, şiirdi. Bununla birlikte, Almanya'da daha 18. yüzyılın sonlarından başlayarak oldukça iddialı bir romantik tiyatro ortaya çıktı. Yeni tarzın en başarılı değilse bile en sevilen örneklerini Friedrich Schiller verdi. Goethe de başlangıçta bu akım içinde yer almış ve ilk oyunu Götz von Berlichingen (1773; Demir Elli Şövalye von Berlichingen, 1933) ile coşkunluk akımının, yeni ruh halini yansıtan en güçlü belgelerden birini ortaya koymuştu. Kleist'in Prinz Fiedrich von Homburg'u da Alman romantik tiyatrosunun tipik ürünlerinden biriydi. Romantizm, tiyatroda güncel konuların, orta sınıf yaşamına özgü konuların yerini tarihin almasına yol açtı. Fransa'da Hugo'nun Hermani'si ve Alfred de Musset'nin bazı oyunları, bu tarihsel duyarlığı yansıtıyordu. Almanya'da yüzyılın ikinci yarısında Wagner'in bütün sanatları birleştirmeyi amaçlayan müzik dramları da tarihselciliğin atavizme doğru gerileme eğilimini temsil eder. Gerek Hugo'nun, gerekse Wagner'in yapıtlarında, sahnelemeyi son derece güçleştiren bir "insanüstü hacimler yaratma" tutkusu görülür. 19. yüzyılda tiyatroda daha hafif tarzlar da ortaya çıktı. Bürlesk, burletta (şarkılı fars) ve vodvil bu dönemin en yaygın türleriydi. Eugene Scribe karakter gelişiminden çok entrikaya uyarak yazdığı için "iyi kurulu oyun" olarak adlandırılan 400'e yakın yapıtıyla Paris sahnelerinde geniş bir seyirci kalabalığı toplayabildi. Eugene-Marin Labiche aynı yöntemi fars türüne uyguladı, Scribe'in bir başka öğrencisi Victorien Sardou da oyunlarının yüzeyselliğine karşın ünlü oyuncu Sarah Bernhardt'ın oyunculuğundan yararlanabildi. 19. yüzyılda tiyatro sanatını sürdürenler yazarlardan çok, oyuncu-yönetmenlerdi. Bernhardt'ın yanı sıra, Charles Kean ve "sir" unvanını alan ilk oyuncu olan Henry Irving gibi oyuncular, yalnızca sıradan oyunlara değil, Shakespeare ve Racine'in yapıtlarına kendi damgalarını basarak bir yorum olduğunu kanıtladılar. 19. yüzyıl sonunda tiyatroda yeniden daha "ciddi" eğilimler ortaya çıktı. Norveç'te Ibsen'in, İsveç'te Strindberg'in, Rusya'da Çehov'un oyunlarıyla tiyatro edebi değerini yeniden kazandı. Her üç yazar da edebiyata gerçeklik akımının içinde başlayıp daha sonra simgecilik, izlenimcilik ve dışavurumculuk gibi modernist akımların ilk örnekleri sayılan yapıtlar verdiler. Gene aynı dönemde Almanya'da Gerhart Hauptmann ile Rusya'da Maksim Gorki, kapitalizmin insan yaşamında yol açtığı yıkımı gösteren oyunlarıyla tiyatroda doğalcılığın başlıca temsilcisi oldular.

Varoluşun karanlık yüzüne işaret eden bu tür oyunlar kolayca seyirci çekmediği için, 19. yüzyılda Fransa, Almanya ve İngiltere'de, gişe hasılatını gözetmeyen bir "bağımsız tiyatro" hareketi doğdu. 1887'de Fransa'da Andre Antoine'ın kurduğu Theatre-Libret (Özgür Tiyatro), Almanya'da Otto Brahm'ın Frei Bühne'si (Özgür Sahne) ve İngiltere'de Jacob Grein'ın Independent Theatre Club'ı (Bağımsız Tiyatro Kulübü) başta Ibsen olmak üzere, Hauptmann, Strindberg, Lev Tolstoy ve George Bernard Shaw gibi eleştirel ve karamsar yazarların oyunlarını sahnelemeyi üstlendi.

Tiyatroda doğalcılığın bir başka önemli ürünü de Rusya'da 1898'di kurulan Moskova Sanat Tiyatrosu'ydu. Çehov'un oyunlarını sahnelemesiyle ünlenen bu tiyatronun kurucusu Konstantin Stanislavski, son derece ayrıntılı ve planlı bir hazırlığa ve uzun prova süresine dayalı yönetim anlayışıyla tiyatroda "gerçeklik yanılsamasını" kusursuzlaştırdı.

ÇAĞDAŞ TİYATRO


Batı tiyatrosu bugün de genel olarak Stanislavski'nin sahne düzeni ve oyunculuk anlayışına dayalı bir gerçekciliği sürdürmekle birlikte, 20. yüzyılın ilk yarısında dışavurumculuk, gelecekçilik ve Bertolt Brecht'in epik tiyatrosu gibi gerçekçilik karşıtı akımlar da etkili oldu. Bu akımların hepsi farklı amaçlar ve yöntemlerle de olsa, sanatın gerçeği yansıttığı düşüncesine karşı çıktılar; doğallık yanılsamasını kırarak sanatın doğal değil yapılmış bir şey olduğunu savundular. Geliştirdikleri deneysel teknikler tiyatroyu bir vakit geçirme ve eğlenme aracı olmaktan çıkardığı için de çoğu zaman seyirci çekemedi, hatta skandallara yol açtı. Bu yeni akımların bir başka özelliği de, oyun yazarları kadar sahne tasarımcıları ve yönetmenlerin de öne çıkması, kuramcı kimliğini kazanmalarıydı. Deneysel tiyatro üzerinde etkili olmuş kuramcıların başında, İsveçli tasarımcı Adolphe Appia gelir. Appia, sahnenin bir gerçeklik atmosferi veren "sahici" dekor öğeleriyle doldurulmasına karşı çıkıyor, bunun yerine yapıtın "ruhunu" ortaya koyacak yalın bir sahne düzeni öneriyordu. Doğalcı ayrıntıların yerine, dikkati oyuncunun jestleri üzerinde toplayacak ve dramatik gerilimi çıplak bir biçimde dışa vuracak basit bir dekor gerekliydi. Appia'nın dışavurumcu görüş leri, İngiliz yönetmen Gordon Craig tarafından daha da geliştirildi. Craig, sahnede soyutlamayı uç noktasına götürdü; duygusal ve görsel değil, tinsel ya da zihinsel bir etki yaratmak için son derece öznel bir ışıklandırma yöntemi yarattı. Tek bir gotik sütunun, sahneye bir kilise havası vermekte ayrıntılı bir mukavva kilise dekorundan çok daha etkili olacağını düşünüyordu. Craig'e göre, tiyatro ve oyunculuk simgesel düzeni bozmamalıydı. Craig ve Appia'nın görüşleri, çok geniş bir uygulama alanı bulamadı. Yalnızca Avusturyalı yönetmen Max Reinhardt, Craig'in soyutlamaya dayalı dışavurum anlatımıyla canlı ve renkli bir oyun anlayışı arasında bir uzlaşma noktası yakalayabildi.

Rusya'da da 1917 Devrimi'nden sonra, kısa bir süre için, Stanislavski'nin doğalcı anlatımına karşı olan deneysel anlayışlar tiyatroya egemen oldu. Bu dönemde en etkili yönetmen, daha önce Stanislavski'nin yanında oyunculuk yapan Vsevolod Meyerhold'du. Craig'in izinden giden Meyerhold, dekorda soyutluğu daha işlevselci bir yöne çekti. Biyomekanik oyunculuk adını verdiği yöntemle oyuncuların özel kişiliklerini silmeye ve oynuculuğu bir dizi kimliksiz fiziksel harekete indirgemeye çalıştı. Sahnenin doğal bir ortam değil, tiyatro amacıyla kurulmuş yapma bir düzen olduğunu açıkça belirtmek için, vida ve çivileri gizlenmemiş dekor öğeleri kullandı. 1918'de, ilk Sovyet oyunu olan, gelecekçi şair Mayakovski'nin Misteriya-buff'uru (Kutsal Güldürü) sahneleyen de Meyerhold'du. Gelecekçilik, Rusya'dakinin tam karşıtı bir siyasal görüşü savunmakla birlikte, İtalya'da da ektiliydi. İtalyan gelecekçileri, makine çağının hızını, şiddetini, mekanikliğini kutsayan ve seyirciyle oyun arasındaki görünmez duvarı yıkmaya yönelen kışkırtıcı gösteriler düzenlediler. 1921'de Bağımsız Deneysel Tiyatro'yu kuran Anton Giulio Bragaglia deneysellikle izlenebilirlik arasında bir denge oluşturmaya çalıştı. Modernizmin Almanya'daki biçimi, dışavurumculuktu. Bu akım ilk örneklerini Strindberg'in son oyunlarında, Frank Wedekind'in sahne ve kabare için yazdığı ve bestelediği şarkılı oyunlarda vermişti. Dışavurumculuk, hem bireyin kendi ruhsal potansiyelini topluma karşı gerçekleştirmesini önerdiği, hem de bunun olanaksız olduğunu söylediği için, sahnede gerilimi, çatışmayı ifade eden öğelere önem veriyordu. Sanatın gösterdiği gerçeklik, dış dünyanın değişmez yüzü değil, insanın gerilen ve kaynaşan iç dünyasıydı. Bu akımın daha siyasal bir kolu da vardı; 1918 ayaklanmasına aktif olarak katılan sosyalist şair Ernst Toller'in Die Maschinenstürmer (1922; Makine Kırıcıları) bu eğilimin en tipik örneğiydi. Dışavurumcu tiyatro, yazarlardan çok, yönetmenlerle etkili oldu. Daha sonra Brecht'le birlikte epik tiyatro deneyine katılan Erwin Piscator, 1920'lerde, makineleri hem birer dekor öğesi hem de sahne teknolojisi olarak kullandığı oyunlarda, insanın artık yaşamadığını, ama mekanik dünyanın bir tür insani (daha doğrusu, şeytani) canlılık kazandığını gösterebilmişti.

Fransa'da ise deneysel tiyatro fazla gelişmedi. Bunun bir nedeni, modernizmin Fransa'ya özgü biçimi olan gerçeküstücülüğün tiyatroya fazla önem vermemesi ve sanatını da zaten seyirlik bir gösteri biçiminde gerçekleştirmesiydi. Öte yandan, yeni akımlardan etkilenen oyun yazarları ve yönetmenler de, Almanya ve Rusya'da olduğu gibi oyunculuk sanatını sarsmaya çalışmıyorlar, tam tersine oyuncuyu öne çıkaran eski commedia dell'arte geleneğini sürdürüyorlardı. Fransa'da, 20. yüzyılın ilk yarısında Georges Feydeau'nun bulvar komedileri popülerdi. Buna karşılık, Jacques Copeau, Louis Jouvet, Charles Dullin ve Georges Pitoeff gibi yönetmenler, seyircisiz kalma noktasına düşmeden, tiyatronun da bir sanat olduğu iddiasını elden bırakmadılar. Özellikle Pitoeuff, Almanya'dakine koşut bir biçimde, dikkati oyunun düşünsel içeriği üzerinde toplamak amacıyla dekor ve oyunculuğu süsleme öğelerinden arındırdı.

İngiliz tiyatrosu, kara Avrupa'sındaki deneylerden uzak durdu. Yüzyıl başında, Bernard Shaw'un sahneyi bir felsefi ve siyasal tartışma arenasına dönüştüren oyunları ilgi çekiyordu. Granville-Barker da Shakespeare oyunlarını sadeleştirdi, geleneksel yorumlardaki tumturaklı ve ağır havayı eledi. Amerikan tiyatrosu bu dönemde aslında bir eğlence endüstrisi durumundaydı; gene de ülkenin ilk önemli oyun yazarı olan Eugene O'Neill'in yapıtları 1920'lerde sahnelenmeye başladı. İrlanda'da da J. M. Synge ve Seah O'Casey'in oyunları, yüzyıl başlarındaki toplumsal ve ruhsal çalkantıyı yansıtıyordu.

20. tiyatrosunun en etkili adı, hiç kuşkusuz Bertolt Brecht'ti. Brecht'in epik tiyatro anlayışı ve ADC'de 1949'da kurduğu Berliner Ensemble, John Arden ve Edward Bond gibi İngiliz yönetmenleri de etkiledi. Tiyatroda yanılsamaya ve edebi anlatıma karşı tepkinin bir ifadesi de belgesel tiyatro ya da olgu tiyatrosu adı verilen anlayıştı. Burada, yaşanmış bir olay fazlaca değiştirilmeden ve belgelerle desteklenerek sahneye konuyordu. Peter Weiss'ın Ermittlung'u (1965; Soruşturma, 1971) bu tarzın en başarılı örneğiydi. 1980'lerde de İskoçya'da John McGrath'ın 7:84 adlı topluluğu bu anlayışı sürdürmektedir.

20. yüzyıl tiyatrosundaki bir başka önemli eğilim de , insanla dünya arasındaki uyumsuzluğu hem insanın, hem de dünyanın anlamının silindiği noktaya kadar götüren uyumsuzluk tiyatrosuydu. Beckett'in sıkıntılı ve hüzünlü kuklalara dönüşmüş insanların dünyasını anlatan tiyatrosu, Arthur Adamov ve Eugene Ionesco'nun daha fantastik denemeleri, İngiltere'de Harold Pinter'ın oyunları, eleştirmenlerce bu akım içinde değerlendirilir. Tarzın kökenleri, Fransız yazarı Alfred Jarry'nin 15 yaşındayen yazdığı kukla oyunu Ubu roi'ya (1896; Übü, 1963) değin götürülebilir.

Uyumsuzluk tiyatrosu sahnedeki bütün görsel ve duyusal öğeleri en aza indirmişti. Buna karşılık, Antonin Artaud'nun vahşet tiyatrosu bu duyusal etkileri insanların bastırılmış güdülerini ayaklandırmak için kullanır. Bazı eleştirmenlerce uyumsuzluk tiyatrosu içinde değerlendirilen Jean Genet ve Fernando Arrabal'ın oyunları da kamçılayıcı gerginlikleriyle Artaud çizgisine daha yakındır. 1960'ladan sonra İngiltere ve ABD'de de seyirciyle oyuncu arasındaki mesafeyi kaldırmaya, tiyatronun dokunulmazlığını parçalamaya yönelen "alternatif tiyatro" hareketleri yaygınlaştı. Bunların en etkilileri, ABD'de Julian Beck ve Judith Malina'nın Living Theatre'ı (Yaşayan Tiyatro) ile İngiltere'de epik tiyatro uygulamasını sürdüren George Devine'in İngiliz Sahne Topluluğuy'du. Arnold Wesker, John Osborne ve John Arden gibi yeni oyun yazarlarının yapıtları Devine'in tiyatrosunda sahnelendi. Deneysel tiyatronun Avrupa'daki öncülerinden biri ise, seyircinin oyuna katılmasını savunarak hem Avrupa, hem de ABD'deki deneysel tiyatro topluluklarını etkileyen Polonyalı yönetmen Jerzy Grotowski'ydi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere'de Laurence Olivier ve John Gielgud gibi Shakespeare yorumcuları, geleneksel tiyatroyu sürdürerek yeni bir klasik oyuncu kuşağının yetişmesini sağladılar. 1961'de Kraliyet Shakespeare Topluluğu'nu kuran Peter Book da, deneycilikle seyirci zevkini uzlaştırabilmiş yönetmenlerden biridir. Aynı dönemde Fransa'nın önemli yönetmenleri arasında, yönetmenin yaratıcılığına ağırlık veren tümel tiyatro anlayışını geliştiren oyuncu ve yönetmen Jean Vilar'ı anmak gerekir. Almanca konuşan ülkelerde ise 1960'lar ve sonrasında Max Frisch, Friedrich Dürrenmatt, Peter Weiss ve Peter Handke gibi yazarlar karamsar bir dünya görüşünü ilerici bir siyaset anlayışıyla birleştirmeye çalıştılar.
Vikipedi
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
11 Aralık 2012       Mesaj #5
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
TİYATRO
MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Bireyin toplumsal ve bireysel yaşayışından çeşitli kesitleri, gerçeklere uygun bir biçimde ve kurmaca bir yapıda sahnede gösterme ilkesine dayanan sanat dalı. Eski Yunan tiyatrosunda yalnızca "seyircilerin oturdukları yer" anlamına gelmekteydi. Günümüzde tiyatro binasını ya da salonunu, eylemini ve kavramını karşılamaktadır. Ayrıca "drama" kavramına karşıt olarak bir temsilin metin dışındaki bütün yönlerini belirtir. Ama "drama" kavramı, sözün yanı sıra oynayış anlamını da dile getirir. Sözün dışındaki ögeler dekor, giysi, müzik ve danstır.

İtalyan tiyatrosu, Türk tiyatrosu denildiğinde bu ulusların tiyatro yaşantılarının bütün yönleri, Shakespeare tiyatrosu denilince de bu yazarın oyunları anlaşılır. Yunancadan gelen tiyatro terimi Türkçeye İtalyanca "teatro"dan girmiştir. Dramatik bir yapıtta olay ve kişiler olmak üzere iki öge vardır. Olay, iki kuvvetin çarpışmasından, çatışmasından doğar. Bu çarpışma insanla insan, insanla hayvan ya da insanla doğa, insanla doğaüstü varlıklar arasında olabilir.

Dramatik bir yapıt, şematik olarak serim, düğüm, çözüm denilen üç evrede gelişir. Başlangıç olan serim bölümünde oyundaki kişilerin kimlikleri, olayla ilişkileri, konunun nitelikleri tanıtılır. Düğüm evresinde çatışmalar sergilenir. Çözüm ise yapıtın bir sonuca ulaştığı bölümdür. Dramatik bir yapıtta olayların gelişimine göre yapılan bölümlemeye perde ve sahne denir.

Perde, konunun ana bölümlerini kapsar. Her perde içinde kişilerin girip çıkmasıyla oluşan küçük bölümler de sahne adını alır. Ayrıca oyundaki konuşmalar diyalog, monolog, tirat terimleriyle nitelenir. Bir kişinin tek başına konuşması monolog, karşılıklı konuşmalarsa diyalogdur. Karşılıklı konuşmada, uzun, coşku dolu söylevlereyse tirat denilir. Tiyatronun tarihî gelişiminde iki ana tür vardır: Trajedi (tragedya) ve komedi (komedya). Bütün dramatik türler, bu ikisinin tarihî bir süreç boyunca gelişmesi, değişmesi ya da birleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Eski Yunan'da tiyatrolar uzun süre yalın bir mekân içinde gösteri yaptılar.

Tiyatrolar, açık havada, toprağın üzerine yapılmış basamaklar ve tahtadan bir sahneden oluşuyordu. Ancak İ.Ö. 4. yüzyılda, tiyatro binalarının yapımında taş malzeme kullanılmaya başlandı. Yine açık hava tiyatrosu niteliğinde olan bu yapılar genellikle bir tepenin eğimi üzerine kuruluyordu. Sahne, yüzü dağlara ya da denize dönük olan tepenin eteğindeydi. Daire biçimindeki tiyatroda üç bölüm vardı: Seyircilere ayrılmış bölüm (koilon), orkestra bölümü (orkhestra), sahne bölümü.

Roma'da ilk tiyatrolar tahtadandı. İlk taş tiyatro İ.Ö. 55 yılında General Pompeius tarafından yaptırıldı. Roma tiyatrosunun plânı, Yunan tiyatrosundan bazı önemli farklılıklar gösteriyordu. Orta Çağ'da ve 16. yüzyılda, tiyatro oyunu için bir tiyatro mekânı söz konusu değildi. Dinî konuları işleyen tiyatro oyunları, kiliselerin avlularında oynanıyordu. Din dışı oyunların sergilendiği yerlerse panayırlardı.

Bazı meslek sahiplerinin düzenledikleri eğlencelerde de tiyatro gösterileri yapılıyordu. 16. yüzyılda İtalyan mimarlar, eski meslektaşlarından esinlenerek tiyatro binaları inşa etmeye giriştiler. 1580 yılında Palladio, Vicence Tiyatrosu'nun yapımına başladı. Fransa'da II. Henri döneminde düzenli gösteriler yapan tiyatro salonları açıldı. İngiltere'de de, Elizabeth çağı tiyatrosu döneminde 1595'te Swan, 1599'da da Globe tiyatroları inşa edildi. 17. ve 18. yüzyıllarda çoğalmaya başlayan tiyatro salonları, biçim olarak günümüzdeki tiyatrolara oldukça yakınlaştı. Dekorlar belirginleşti.

1750'den sonra, daha önce ayakta duran seyirciler için oturma yerleri yapılması yaygınlaştı. 18. yüzyılda yapılmış tiyatroların en ünlüleri Parma'daki Teatro Farnese, Venedik'teki La Fenice, Milano'daki La Scala, Paris'teki l'Opera de Versaille ve La Comedie-Française tiyatrolarıdır. Çağdaş tiyatroda mekân sorunu ekonomik ve toplumsal koşullar göz önüne alınarak çözümlenmektedir. Ayrıca, oyuncuyla seyirci arasında iletişim kurmak da çağdaş tiyatronun başlıca kaygılarından biridir. Döner sahne, küçük salon, dekorların yalınlaştırılması gibi gelişim ve değişimler söz konusudur.

Antik Yunan toplumunda, Bereket ve Şarap Tanrısı Dionisos'a tapınmak için, her yıl onun adına düzenlenen ve Dionisos Şenlikleri diye bilinen kutlama törenleri, antik Yunan tiyatrosunun kökenini oluşturur. Eski Yunan'da Dionisos adına dört türlü şenlik düzenlenirdi: Bağbozumu şenliği, üzüm sıkma şenliği, tadım şenliği, kutlama şenliği. Bu törenlerde ozanlar arasında yarışmalar yapılır, ayrıca Dionisos'a ait bir öykü ezgisel olarak anlatılırdı. Bu ezgisel öyküden zamanla bir dans ve koro gösterisi ortaya çıktı.

Daha sonra bu gösteriye bir konuşma eklendi ve tiyatro oyunlarının kökeni olan ilk dramatik gösteri yaratıldı. Bu dramatik gösteriden de, antik Yunan tiyatrosunun üç dramatik biçimi olan trajedi, komedi ve satir çıktı. Bir yandan da şenlikler bir dramatik yarışma biçimini aldı ve şenlik sonunda en iyi yazara ödül verilmeye başlandı. Antik Roma tiyatrosu, bolluk törenlerinin ezgi ve gösterilerinden doğdu. İ.Ö. 3. ve 2. yüzyıllarda kendine özgü bir tiyatro biçimi oluşturdu. Bu dönemden başlayarak Antik Yunan tiyatrosunun etkisine girdi.

Bu süreç İ.S. 1. yüzyıla kadar devam etti. Hem kendine özgü fars, mimus ve pantomimusu hem de Yunan tiyatrosundan alınma komedi ve trajedi gibi oyun türlerini içeriyordu. Yunan tiyatrosundan farklı olarak dinî değil, eğlenceye yönelik ve ticarî amaçlıydı. Antik Roma tiyatrosunun belli bir düzeyi aştığı, özgün ve nitelikli yapıtlar verdiği söylenemez. Yalnızca komedi yazarları arasında Plautus ve Terentius'un, trajedi yazarlarından da Seneca'nın sözü edilebilir. Esas olarak İ.Ö. 6. ve 2. yüzyıllar arasını kapsayan antik Yunan tiyatrosunun başlıca oyun türleri Dionisos törenlerinin koro ezgilerinden gelişen trajedi ve komediydi.

Zaman içinde trajedi yoğun bir mit örgüsünden gerçekçiliğe; komediyse yoğun siyasî eleştiriden töre komedisine doğru gelişme gösterdi. Her iki türün yapısal bakımdan ortak yönünü koro oluşturuyordu. Koronun oyun içindeki önemi zaman içinde azaldı, sonunda bütünüyle ortadan kalktı. Oyunlar çok kalabalık bir seyirci kitlesi önünde oynandığından, oyuncular etkiyi artırabilmek için canlandırdıkları kişiliklere uygun masklar takarlar ve ses çıkarsın diye tahta nalınlar giyerlerdi.

Komedi ve trajedi kostümleri birbirinden ayrıydı. Sabah başlayıp akşama kadar süren oyunlar herkese açıktı. Tiyatro yarışmaları yapılır, bunlarda jüriyi halktan seçilen kişiler oluştururdu. Antik Yunan tiyatrosu, dinin yerini alması, dramatik edebiyatı başlatması, başlıca oyun türlerini getirmesi, halkla karşılıklı ve etkin bir dille doğrudan iletişim kurması açısından büyük önem taşır ve bütün Batı tiyatrosunun kökenini oluşturur.

Antik Yunan tiyatrosunun en önemli trajedi yazarları Aiskhilos, Sophokles, Euripides, komedi yazarları Aristophanes, Menandros, kuramcısı da Aristoteles'tir. Kraliçe Elizabeth'in hükümdarlığı dönemindeki (1558-1603) İngiliz tiyatrosuna, geniş anlamda 17. yüzyılın ilk yarısını da içine alan İngiliz Rönesans dönemi tiyatrosuna, Elizabeth dönemi İngiliz tiyatrosu adı verilir. İngiliz tiyatrosunun altın çağı olarak nitelenebilecek bu dönemde tiyatro, geleneklerin baskısıyla ulusal bir nitelik kazandı.

Rönesans kültürüyle halk kültürünün bileşimini taşıyan çok boyutlu bir tiyatroydu. Dil ve anlatım zenginliği, biçim çeşitliliği başlıca özelliklerini oluşturuyordu. Başlangıcındaki "insan trajedilerinin" ve romantik dramların yerini ikinci evrede, eleştirel bakış açısının ağır bastığı kuşkucu ve karamsar yapıtlar izledi. Başlıca temsilcileri Marlowe, Shakespeare, Ben Johnson, Middleton, Dekker, Heywood vd.dir. Bu dönem tiyatrosu daha sonraki İngiliz tiyatro sanatını olduğu kadar tüm Batı tiyatro sanatını da derinden etkiledi. 16. yüzyılın sonuyla 17. yüzyılın sonu, Rönesans dönemiyle aydınlanma dönemi tiyatroları arasında yer alan dönemin tiyatrosu, barok çağ tiyatrosu olarak bilinir.

Bu tiyatro, Protestan olmayan Avrupa ülkelerinin saray tiyatrosu niteliğini taşıyordu. Başlıca örnekleri "Altın Çağ" İspanyol tiyatrosu ve klasik Fransız tiyatrosudur. Bu dönemin tiyatrosu daha çok Rönesans ve aydınlanma dönemlerinin tiyatro anlayışları arasında bir geçiş oluşturdu. Bu nedenle evrensellik-ulusallık, burjuva kültürü Ğsaray kültürü, Hristiyan içerik Ğantik biçim, dünyasallıkĞ öbür dünya gibi ikilemler başlıca özellikleri oldu. Ayrıca teknik açısından da Rönesans tiyatrosunun büyük ölçüde değiştirildiği gözlendi.

17. yüzyıl İspanyol tiyatrosu Altın Çağ İspanyol tiyatrosu), Avrupa'da Rönesans ve aydınlanma tiyatroları arasındaki dönemi simgeler. Bu dönemde İspanyol tiyatrosu, ülkede ulusal birliğin kurulması, Hristiyanlığın egemenlik kazanması, Aristoteles'in görüşlerine karşı çıkılarak daha özgürce yeni yaratım biçimlerine yönelinmesi gibi etkenlerle bütünsel bir kimlik ve ulusal bir kişilik kazandı. Bu dönemin oyun yazarları, klasik kurallardan uzaklaşarak kendi toplumsal, dinî ve felsefî görüşleri doğrultusunda özgün yapıtlar verdiler.

Traji-komik türde ve "genel birey"i anlatan oyunlar yazdılar. Bu oyunlar aynı zamanda Rönesans mirasının, barok dünya görüşüyle birleştirilmesi oldu. Trajik olanla komik olan, bireysel olanla toplumsal olan, ulusal olanla evrensel olan, özel olanla genel olan birleştirilmeye çalışıldı. Bu dönemde yalnızca Madrid'de 40'tan fazla tiyatro, 2.000'den fazla oyuncu vardı ve 30.000'e yakın oyun yazıldı. En önemli oyun yazarları Cervantes, Moreto, Zorilla, Tirso de Molina, Lope de Vega ve Calderon de la Barca'dır. 18. yüzyılda, Avrupa'da tiyatro anlayışı ve etkinlikleri "Aydınlanma Dönemi" tiyatrosu olarak adlandırılır.

18. yüzyıl, Avrupa'da burjuvazinin aristokrasi karşısında gittikçe güçlendiği ve kendi dünya görüşünü kabul ettirmeye başladığı bir dönemdi. Burjuvazinin evrensellik fikri, iyimserlik, hoşgörü, hümanizm anlayışı, yararcılık ilkesi, ahlâk anlayışı, aydınlanma dönemi tiyatrosunun da ideolojik dayanaklarını oluşturur. Bu dönemde klasik komedi ve trajedi yıkılmış, yerini burjuva trajedisi ve komedisi almıştır. Temsilcileri (hem kuramcı hem oyun yazarı olarak): Diderot, Boileau, Beaumarchais, Gottshed, Lessing; (oyun yazarı olarak): Marivaux, Lillo, Goldoni, Gozzi, Alfieri ve Holberg'dir.

Gerçekçi tiyatro, gerçekçiliği nesnel, somut, dolayımsız olarak yeniden yaratarak yansıtmayı amaçlayan tiyatro anlayışıdır. Gerçekçi tiyatro, aydınlanma dönemiyle başlatılabilir. Daha sonra 19. yüzyılda gelişerek önce coşumculuk etkileri taşıyan, daha sonra doğalcı, en sonra da toplumsal oyunlara yöneldi. Temsilcileri Büchner, Augier, Dumas Fils, Hebbel, Zola, İbsen, Shaw, Turgenyev, Ostrovski, Hauptmann, Çehov, Gogol, Tolstoy, Gorki, Giacosa, Bertolazzi, Bracco, O'Casey, Synge vd.dir.

Tiyatroda, 19. yüzyıldan bu yana toplum düzenine ve geleneksel değer yargılarına karşı çıkışı simgeleyen gerçekçi tiyatroya eleştirel gerçekçi tiyatro da denilir. Coşumculuktan doğalcılık ve fantastizme kadar birçok eğilimi içinde barındırdı. Eleştirel gerçekçi tiyatro ilk önce coşumcu bir eğilim gösterdi (Büchner), popülerliğe yaklaştı (Augier), trajik ögelerle gelişti (Hebbel), toplumsal ve reformcu bir karakter kazandı (İbsen, Tolstoy, Shaw), doğalcı özellikler aldı (Zola, Hauptmann), alaycı oldu (Gogol, Turgenyev), halk geleneklerine yöneldi (Synge, O'Casey, Giacosa, Bertolazzi, Bracco, de Filippo), sınıfsallık kazandı (Gorki), fantastik ve nihilist oldu (Strindberg), inceldi (Çehov); özetle çok geniş bir yelpaze içinde varoldu.

Eleştirel gerçekçi tiyatro bir yandan sosyalist gerçekçi tiyatroyu doğururken bir yandan da yeni biçimler aldı. Klasik anlatım tarzlarını yeni biçim denemeleriyle aşmaya yönelen tiyatro hareketleri, avangart tiyatro adı altında toplanabilir. Dadacılık, gerçeküstücü tiyatro, dışavurumcu tiyatro, saçma tiyatrosu, gelecekçi tiyatro, yapımsalcı (konstrüktivist) tiyatro, vahşet tiyatrosu ve varoluşçu tiyatro, avangart tiyatro içinde yer alır.

Avangart tiyatro özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra etkinlik kazanarak tüm Batı tiyatrosuna egemen oldu. I. Dünya Savaşı öncesinde ortaya çıkmış avangart tiyatro akımlarından biri, dışavurumcu tiyatrodur. Hem doğalcı tiyatroya hem de izlenimci tiyatroya ve yeni-coşumculuğa karşı bir tepkiyi dile getiren bu tiyatro, Almanya'da doğdu. Dışavurumcu tiyatro bir anlamda aşırı öznelciliğin tiyatroya yansımasıydı. Bireyin iç yaşantısını nesnel gerçeklikle özdeşleştirdi, kişisel ve "akıldışı" olanı toplumsal ve "mantıksal" olana, biçimi içeriğe üstün tuttu.

Öncüleri Strindberg ve Wedekind olan dışavurumcu tiyatronun başlıca temsilcileri Sorge, Kornfeld, Goering, Toller, Wollf, Hasenclever, Barlach, Sternhelm, Kaiser, Werfel, Kokoschka, Brecht, O'Neill, E. Rice, Çapek, Wilder, O'Casey vd. dir. Ancak bu yazarların bir görüşbirliği içinde olduğu söylenemez. Aralarında dadacılığa, gerçeküstücülüğe ulaşmak isteyenler, dışavurumcu tiyatroya devrimci bir nitelik kazandırmak isteyenler vardı. Dışavurumcu tiyatro böylece daha sonra bir yandan politik tiyatroyu yarattı, öte yandan avangart tiyatronun diğer akımlarını etkiledi.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra gelişmiş sanayi toplumlarının yaşamında yer alan bunalımın bir yansıması olarak Fransa'da ortaya çıkan avangart tiyatro akımına gerçeküstücü tiyatro adı verilir. Dadacılığın ve Freud'ün etkisinde, gerçekçi tiyatroya karşı çıkan bir tiyatro anlayışıydı. Diğer avangart tiyatro akımlarıyla etkileşmesinden ötürü kendine özgü bir tiyatro türü niteliği kazanamadı. Düşle gerçeklik arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmayı ve ikisini özdeşleştirmeyi amaçladığından yanılsamacı tiyatro tekniklerine çokça başvurdu.

1925'lerde doruk noktasına ulaştı, 1940'larda da modası geçmiş bir akım olarak sayılıp unutuldu. Temsilcileri Jarry, Apollinaire, Artaud, Tzara, Breton, Soupault, Desnos, Péret, Cocteau, Schéhade ve Aragon'dur. Alman oyun yazarı Bertolt Brecht'in Aristotelesçi tiyatro anlayışına ve dramatik tiyatroya karşı geliştirdiği tiyatro biçimi ve anlayışı da, epik tiyatro olarak bilinir. Bu anlayış, tiyatronun da insanlığın tarihî gelişimine uygun bir gelişim çizgisi olması ve insanlığın tarihî gelişimini yansıtması gerektiğini savunur. Biçimsel açıdan, kökenleri Çin tiyatrosuna giden göstermeci tiyatrodan, açık biçim özelliklerinden ve Piscator'un politik tiyatrosundan yararlanır.

Oyunda olaylar dizisi anlatılır. Seyirci gözlemci kılınır, yargılamaya zorlanır. Oyun tartışmalarla sürdürülür. Epik tiyatronun savı, varoluşun toplumsal gerçeklik tarafından belirlendiği ve bunun irdelenmesi gerektiğidir. Epik tiyatroda yabancılaştırma (yadırgatma) efektleri kullanılır. Böylece oyuncuyla rolün özdeşleştiği dramatik oyunculuğa karşı çıkılır. Türkiye'de, Cumhuriyet döneminde diğer kültür etkinlikleri arasında tiyatroya da önem verildi. Özellikle Cumhuriyet'in 15. yılından başlayarak 1950'ye değin tek parti yönetimi devrinde büyük ölçüde devlet desteği sağlandı.

Darülbedayi, İstanbul Şehir Tiyatrosu adını alırken öte yandan da Devlet Tiyatrosu kuruldu. Buna daha sonra Devlet Operası ve Balesi eklendi. Sanatçı yetiştirmek amacıyla da İstanbul Belediyesi ile Devlet konservatuvarlarında tiyatro bölümleri açıldı. Daha sonraki yıllarda bu kurumlara özel tiyatro okulları ve bazı üniversitelerdeki tiyatro bölümleri de eklendi. 1950'den önceki dönemde tiyatronun gelişmesine katkıda bulunmuş kuruluşlardan biri Halkevleri'dir. Bütün yurda yayılmış olan Halkevleri gerçekleştirdikleri tiyatro etkinlikleriyle bu sanat dalının yurt çapında yaygınlaşmasına, tanınmasına ve sevilmesine neden oldular.

Yapılan çalışmalar ve sağlanan devlet desteği tiyatroya ve tiyatro sanatçılarına toplumda daha önce pek bulunmayan bir saygınlık kazandırdı. Türk kadınlarının sahneye çıkabilmesi de ancak Cumhuriyet döneminde gerçekleşti. 1950'den sonraki çokpartili dönemdeyse Türk tiyatrosu bütünüyle hızlı bir değişim sürecine girdi. Devlet desteğindeki ödenekli tiyatrolara birçok özel tiyatro eklendi. Tiyatrolar büyük kentlerden taşra kentlerine, kasabalara, hatta köylere yayıldılar. Bir yandan devlet tiyatroları ve özel tiyatrolar Anadolu'ya turneler düzenlediler; bir yandan da yerel tiyatro toplulukları ortaya çıktı.

Bütün bu süreç içinde tiyatro seyircisi de gelişerek belli bir düzeye ulaştı. 1970'ten sonraki yıllardaysa, zaman zaman parlak dönemler yaşamasına karşın Türk tiyatrosunda bazı bunalımların çıktığı görülür. Yaşanan toplumsal, ekonomik ve siyasî sıkıntılar hem doğrudan, hem de dolaylı olarak tiyatroları etkiledi. Tiyatroların bir bölümü "slogan tiyatrosu", bir bölümü de temelsiz ve niteliksiz güldürü tiyatrosu hâline dönüşerek sanatsal değerlerini oldukça yitirdiler.

Tiyatro seyircisi sayısında belirgin bir azalma görüldü. Bu bunalımlardan en çok etkilenen özel tiyatrolar oldu ve birçoğu kapandı (buna karşılık her zaman yenileri açıldı). Tiyatro oyunları açısından da Cumhuriyet döneminde büyük bir gelişme olduğu gözlendi. Oyunlar Cumhuriyet ile birlikte özgünleşmeye başladı. Bu dönemin ilk oyunları genellikle toplumsal-ulusal görüşleri işliyordu. II. Dünya Savaşı yılları, oyunların içeriğine siyasî ve ekonomik konuları da ekledi. 1950'den sonra oyunların konuları önce köy sorunlarına, daha sonra tolumsal sorunların eleştirisine yöneldi.

Bir yandan da çağdaş tiyatro akımları Türkiye'de temsil edilmeye başlandı. Cumhuriyet döneminin tiyatroya emeği geçmiş kişilerinden söz edilirken anılması gerekenlerin başında Muhsin Ertuğrul gelir. Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda uzun yıllar yöneticilik yapan Muhsin Ertuğrul çalışmalarıyla tiyatro alanına birçok yenilik getirmiş, birçok tiyatro sanatçısı yetiştirmiş, tiyatronun kitlelere yayılmasında önemli rol oynamıştır.

Cumhuriyet tiyatrosunun başlıca oyuncuları İsmail Dümbüllü, Naşit Özcan, Bedia Muvahhit, Vasfi Rıza Zobu, Agâh Hün, Beyhan Hürol, Raşit Rıza, Mücap Ofluoğlu, Ulvi Uraz, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Ayla Algan, Şirin Devrim, Ayfer Feray, Ahmet Gülhan, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Gülriz Sururi, Engin Cezzar, Genco Erkal, Zeliha Berksoy vd.; yönetmenleri Çetin İpekkaya, Beklan Algan, Tunç Yalman, Asaf Çiyiltepe, Vasıf Öngören, Mehmet Ulusoy, Ali Taygun vd.; oyun yazarları Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Kutsi Tecer, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Melih Cevdet Anday, Haldun Taner, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Orhan Asena, Tarık Buğra, Hidayet Sayın, Cahit Atay, Güngör Dilmen Kalyoncu, Sermet Çağan, Adalet Ağaoğlu, Başar Sabuncu, Turan Oflazoğlu, Güner Sümer, Melih Vassaf ve daha birçoklarıdır.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

12 Ağustos 2013 / Just fly Sanat
22 Ocak 2008 / Misafir Sanat
22 Aralık 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Sanat
21 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Taslak Konular