Görünen şeylerin taklidi anlamına gelen bir terim olan Mimesis Türkçede yansıtma ya da öykünme terimleriyle ifade edilmektedir. Hareket noktasına ve adına Eflatun (Platon)'un “Cumhuriyet” adındaki eserinin onuncu kitabında ele aldığı, Aristo’nun da “Poetika” ve “Retorika”da tekrarladığı, yüzyıllardan günümüze kadar gelen felsefi yaklaşımdır. Tüm sanatların birer taklit sonucu oluştuğunu savunur.
Yansıtmacı kurama göre sanatçı, gerçekliği taklit eden kimsedir. Bu taklit ne kadar başarılıysa, sanat eseri de o kadar değerli olacaktır. Yansıtmacı kuram doğalcı bir sanat anlayışına dayanmaktadır. İçinde bulunduğumuz dünyayı olduğu gibi yansıtmaya çalışır. Sanatçılar, özü veya ideali değil, görünüşler ya da duygular dünyasını yansıtmaya çalışır.
Sanat eserlerinin her biri hayatı taklit eder, hayatın yansıması hatta ta kendisidir.
Tiyatroyu ele alalım en "canlı" örnek olarak. Tiyatro, oyuncuların sahne üzerinde sergiledikleri hayattan bir alıntıdır. Bu alıntı aslında hiç olmayan bir hayat kesiti olduğu için, “-mış” gibi yaptığı için hayatın taklididir. Oyunu oynayanlar gerçek, ama oynanan "oyun" kurgusaldır. Benzer şekilde sinemada da durum böyledir. Genellikle olası kurgularla hayattan kesitler taklit edilir.
Yazınsal bir sanat olan edebiyatı ele aldığımızda da durumun farklı olmadığını görebiliriz. Edebi eserler biraz yazarın, biraz da hayatın kendisidir. Ama onlar da kurgusaldır. "Gerçeği anlatıyoruz" deseler bile gerçeğin taklidinden öteye geçemezler. Okur da bilir bunu, ama kanmak için yine de okur!
Resim ise, hayata ya da hayatın zihinde kalmış kırıntılarına tutulan bir ayna gibidir. Çerçevenin içinde görülen "hayat gibi" olandır,. ama hayat değildir, sadece onun gibidir.
Müzik de hiç şüphesiz hayatın ritmidir. Örneğin, Vivaldi'nin “Dört Mevsim” konçertosu, her bölümünde bir mevsimi, bir hayatı anlatır bize; mevsimler o kadar canlı aktarılır ki, mevsim yazsa bile kışın soğuğunu hissedebilirsiniz.
Tüm sanat eserlerinde esas amaç katharsistir. Yani, izleyici/okur/dinleyici kendini hayatı kopyalayan eserlerden birinde var eder. Bu varlık onda duygusal doyuma ulaşmayı ve duygusal boşalmayı sağlar.
Yansıtmacı kurama göre sanatçı, gerçekliği taklit eden kimsedir. Bu taklit ne kadar başarılıysa, sanat eseri de o kadar değerli olacaktır. Yansıtmacı kuram doğalcı bir sanat anlayışına dayanmaktadır. İçinde bulunduğumuz dünyayı olduğu gibi yansıtmaya çalışır. Sanatçılar, özü veya ideali değil, görünüşler ya da duygular dünyasını yansıtmaya çalışır.
Sponsorlu Bağlantılar
Tiyatroyu ele alalım en "canlı" örnek olarak. Tiyatro, oyuncuların sahne üzerinde sergiledikleri hayattan bir alıntıdır. Bu alıntı aslında hiç olmayan bir hayat kesiti olduğu için, “-mış” gibi yaptığı için hayatın taklididir. Oyunu oynayanlar gerçek, ama oynanan "oyun" kurgusaldır. Benzer şekilde sinemada da durum böyledir. Genellikle olası kurgularla hayattan kesitler taklit edilir.
Yazınsal bir sanat olan edebiyatı ele aldığımızda da durumun farklı olmadığını görebiliriz. Edebi eserler biraz yazarın, biraz da hayatın kendisidir. Ama onlar da kurgusaldır. "Gerçeği anlatıyoruz" deseler bile gerçeğin taklidinden öteye geçemezler. Okur da bilir bunu, ama kanmak için yine de okur!
Resim ise, hayata ya da hayatın zihinde kalmış kırıntılarına tutulan bir ayna gibidir. Çerçevenin içinde görülen "hayat gibi" olandır,. ama hayat değildir, sadece onun gibidir.
Müzik de hiç şüphesiz hayatın ritmidir. Örneğin, Vivaldi'nin “Dört Mevsim” konçertosu, her bölümünde bir mevsimi, bir hayatı anlatır bize; mevsimler o kadar canlı aktarılır ki, mevsim yazsa bile kışın soğuğunu hissedebilirsiniz.
Tüm sanat eserlerinde esas amaç katharsistir. Yani, izleyici/okur/dinleyici kendini hayatı kopyalayan eserlerden birinde var eder. Bu varlık onda duygusal doyuma ulaşmayı ve duygusal boşalmayı sağlar.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!