Arama

Osmanlı Padişahları - Fatih Sultan Mehmed

Güncelleme: 14 Aralık 2016 Gösterim: 78.027 Cevap: 27
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
17 Şubat 2007       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

Mehmed II (FATİH)

Ad:  Fatih Sultan Mehmet.JPG
Gösterim: 3644
Boyut:  44.3 KB

(d. 30 Mart 1432, Edirne - ö. 3 Mayış 1481, Hünkârçayın, Maltepe yakınlan, İstanbul)
Sponsorlu Bağlantılar
1444-46 ve 1451-81 arasında Osmanlı padişahı. Konstantinopolis’i (İstanbul) alarak Bizans İmparatorluğu’nu yıkmış, Anadolu ve Balkanlar’daki Osmanlı egemenliğini pekiştirmiştir.

Gençlik yılları ve tahta ilk çıkışı.


II. Murad’ın dördüncü oğluydu. On iki yaşma geldiğinde geleneğe uygun olarak iki hocasıyla birlikte Manisa sancakbeyliğine gönderildi. Aynı yıl tahttan çekilmeye karar veren babası tarafından Edirne’ye getirtilerek padişah ilan edildi. İlk padişahlığı döneminde (Ağustos 1444-Mayıs 1446) önemli iç ve dış sorunlarla karşılaştı. Bir çocuğun Osmanlı tahtına çıkmasından yararlanmak isteyen Macaristan, papalık, Bizans ve Venedik ortak bir Haçlı seferi düzenlediler.

Edirne’de ise II. Murad yanlısı Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile genç padişahın haklarını koruma iddiasıyla ortaya çıkan Zağanos ve Şihabeddin paşalar arasında şiddetli bir güç mücadelesi başladı. Eylül 1444’te Tuna’yı aşan Haçlı ordusunun Varna’yı kuşatması üzerine, Bursa’dan gelerek askerin başına geçen II. Murad 10 Kasım 1444’te Varna’da kazandığı zaferle bunalıma son verdi. Ardından, savaş sırasında Edirne’de kalan II. Meh- med’i tahtta bırakarak Manisa’ya çekildi. Zağanos ve Şihabeddin paşaların Mehmed’i Konstantinopolis’i almak için kışkırttığı bir sırada, Çandarlı Halil Paşa yeniçerileri ayaklandırarak II. Murad’ın yeniden tahta geçmesini sağladı (Mayıs 1446).

Tahta ikinci çıkışı ve İstanbul'u alması. Lalalığına atanan Zağanos ve Şihabeddin paşalarla birlikte Manisa’ya gönderilen Mehmed, orada kendisini meşru sultan olarak görmeye devam etti. Babasının ölümü üzerine Edirne’de ikinci kez tahta çıkınca (18 Şubat 1451) Konstantinopolis’i alma düşüncesi doğrultusunda hazırlıklara girişti. Öncelikle otoritesini pekiştirmek için, cülus bahşişinin gecikmesi nedeniyle ayaklanmaya kalkışan yeniçerileri sert biçimde cezalandırdı. Aynı zamanda yeniçeri örgütünü güçlendirecek yenilikler yaptı. Venedik ve Macaristan’ı tarafsızlaştıracak bazı ödünler vererek bu ülkelerle barış antlaşmaları imzaladı.

1452’de İstanbul Boğazını denetlemek amacıyla Boğazkesen Hisan’m (Rumeli Hisarı) yaptırdı, 31 kadırgalık bir filo kurdu ve büyük çaplı toplar döktürdü. Macar topçu Urban’a, Avrupa’da görülmemiş büyüklükte toplar ısmarladı. Konstantinopolis’ı alma düşüncesine karşı olan Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın bu tutumunu kuşatmanın (6 Nisan-29 Mayıs 1453) önemli karar anlarında toplanan iki savaş meclisinde de sürdürmesi üzerine, son büyük saldırıyı hazırlama görevini Zağanos Paşa’ya verdi. Saldırı gününde de komutayı doğrudan üstlenerek, toplarla kent surlarında açılan gediğe yönelik harekâtın başında bulundu. Kentin alındığı günün ertesinde tutuklanan Çandarlı Halil Paşa, daha sonra Edirne’de öldürüldü. Aynı zamanda padişahın kayınpederi olan Zağanos Paşa sadrazamlığa getirildi.

II. Mehmed başlangıçta kentin üç gün süreyle yağmalanmasına izin vermek zorunda kalmasına karşın, birinci günün akşamından önce bu kararını geri aldı. Bir tören alayının başında kente girer girmez Ayasofya’ya giderek bu kiliseyi camiye dönüştürme kararını açıkladı. Daha sonra çeşitli vakıflar kurarak caminin bakımı ve harcamaları için yılda 14 bin altın bağışladı. İzleyen dönemde yeni başkent İstanbul’u dünya çapındaki bir imparatorluğa yaraşan, varlıklı ve görkemli bir merkeze dönüştürme işine dört elle sarıldı. Kentin ticaret merkezi Galata’dan kaçan Rumların ve Cenevizlerin dönmesi için can güvenliklerini sağladı ve evlerini geri verdi. Kent nüfusunu artırmak amacıyla Anadolu ve Balkanlar’dan toplanan çeşitli Hıristiyan ve Müslüman gruplan kente yerleştirdi.

Fener Rum Patrikhanesi’ni yeniden açtırdı (6 Ocak 1454), bir Yahudi hahambaşılığı ve bir Ermeni patrikliği kurdurdu. İstanbul’un önemli kesimlerinde cami, medrese, vakıf ve çarşılar inşa ettirdi; vezirlerini de aynı yolu izlemeye yöneltti. Bu kurumlann çevresinde yeni yerleşim alanlarının gelişmesiyle kent hızla büyüdü. 1478’de yapılan bir araştırmaya göre, o sırada İstanbul ve Galata’da 16.324 ev ve 3.927 dükkân vardı. İstanbul 50 yıl sonra Avrupa’nın en büyük kenti durumuna geldi.

Osmanlı topraklarını genişletmesi. Konstantinopolis’i almanın getirdiği büyük ünün ve saygınlığın da etkisiyle Kayser-i Rum (Roma caesar'ı) unvanını kullanan ve kendisini “iki diyarın ve iki denizin efendisi” (Anadolu ve Balkanlar ile Ege ve Karadeniz) olarak niteleyen II. Mehmed, Bizans’ın mirasçısı olarak fetihler yoluyla geniş bir imparatorluk kurma hedefine yöneldi. Venedik ve Cenova ile kapsamlı ticari antlaşmalar imzaladıktan sonra, Sırbistan’la olan çekişmeyi kesin bir sonuca bağlamak için sefere çıktı. 1454 ve 1455’te yaptığı iki seferle Güney Sırbistan’ı aldı ve Sırp despotuna boyun eğdirdi.

1456’da Ege Denizi’nde Cenevizlerin elindeki Taşoz, İmroz ve Linini adalarına geçici olarak egemen oldu. Aynı yıl Belgrad’ı kuşattıysa da Macaı komutan Janos Hunyadi karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. 1458’de Sadrazam Mahmud Paşa’yı Sırbistan’a gönderdi. Sadrazamın Reşava, Kuruca ve Osirovic’i almasının ardından kendisi de bölgeye giderek 1459’da Sırbistan Krallığı’na son verdi.

II. Mehmed 1460’ta Despot Demetrios’tan Mora’yı aldı ve Zağanos Paşa’yı Mora beylerbeyi olarak atadı. Boğazlar’a ve Karadeniz’e tamamen egemen olmak için Cenovalılann ticari limanlarından Kefe’yi (bugün Feodosiya) Kırım hanına kuşattırdı. 1461’de önemli bir Cenova üssü olan Amasra’yı ele geçirdi. Ardından Sinop’u alarak Candaroğullanna, Trabzon’u alarak Pontos Devleti’ne son verdi. 1462’de Eflâk seferine çıktı ve OsmanlIlara bağlanmayı kabul eden Radul’u III. Vlad Tepeş’in (Kazıklı Voyvoda) yerine voyvodalığa atadı. Aynı yıl Midilli Adasını kesin olarak Osmanlı topraklarına kattı. 1463’te Bosna Hersek’ın fethini tamamladı. 1466’da Karamanlılardan Konya ve Karaman’ı alarak Karaman Eyaleti’ne dönüştürdü.

Venediklilerle karada ve denizde süren savaşlar 1470’te OsmanlIların lehine sonuçlar vermeye başladı. Aynı yıl Eşriboz Adası alındı. Buna karşılık Venedikliler Antalya ve İzmir’i abluka altına aldılar ve kıyı kentlerini yağmaladılar. 1471’de Alaiye (bugün Alanya) alınarak Alaiye beylerinin egemenliğine son verildi. OsmanlIlar Anadolu’daki beyliklere boyun eğdirerek topraklarını genişletirken II. Mehmed ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Haşan arasında Anadolu’ya egemen olmak için büyük bir çekişme sürüyordu. Uzun Haşan Venedik’ le ittifak kurmuş, savaşlarda Osmanlılara karşı Karamanlıları ve Pontos Devleti’ni desteklemişti. Akkoyunlularla kesin bir hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğunu gören II. Mehmed, 1473 ilkbaharında büyük bir orduyla sefere çıktı. Uzun Hasan’ı Otlukbeli Savaşı’nda (11 Ağustos 1473) yenerek Anadolu’yu kesin olarak OsmanlIlara bağladı.

II. Mehmed 1475’te Gedik Ahmed Paşa’yı Kırım seferine gönderdi. Bazı Cenova kaleleri fethedildi ve Cenovalılann elinde tutsak olarak bulunan I. Mengli Giray kurtarılarak Kınm hanı yapıldı. Kırım Hanlığı da OsmanlIlara bağlandı. 1478’de yeni bir Rumeli seferine çıkan II. Mehmed, Kroya Kalesi’ni alarak Arnavutluk’un büyük bölümünü ele geçirdi. Ardından, Güney İtalya’ya seferler düzenledi. 1479’da Mavra, Kefalonya ve Zâkinthos, 1480’de de Otranto OsmanlIların eline geçti.

II. Mehmed 1481 ilkbaharında yeni bir Anadolu seferine çıkarken, İstanbul’un 25 kilometre dışında öldü. Bir süre önce tutulduğu gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği yolunda belirtiler de vardır. Ölümünden sonra tahta en sevdiği oğlu Cem Sultan yerine hükümdarlığının son yıllarında zaman zaman uygulamalarına karşı çıkan oğlu Bayezid geçti. Bunun başlıca nedeni, devlet gelirlerini artırmak için din kuruluşlarına ve toprak sahiplerine ait olan 20 bin dolayında köy ve çiftliğe el koymasının ve bunları orduya gelir sağlayan kaynaklar olarak kullanmasının yarattığı hoşnutsuzluktu.

Yenilikleri. II. Mehmed devlete düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için getirdiği düzenlemeler açısından Osmanlı tarihinde önemli bir yer tutar. Fatih Kanunnamesiyle yönetim, maliye ve hukuk alanlarında sonraki padişahlar döneminde de yürürlükte kalan kurallar koyarak devletin işleyişini düzenledi. Tek kişinin mutlak otoritesine dayanan bir yönetim kurarak, klasik Osmanlı padişahı imgesini yarattı. Kendi emir ve yasalarına karşı çıkanları en sert biçimde cezalandırmakla birlikte, geniş görüşlü ve uygar düşünceli bir padişah olarak kültür ve sanat alanında modernleşmeye öncülük etti.

İstanbul’u aldıktan sonra İtalyan hümanistleri ve Rum bilginleri sarayında topladı. Patrik II. Gennadios Skholarios’a Hıristiyan inancının temel ilkelerine ilişkin bir yapıt hazırlattı ve bunu Osmanlıcaya çevirtti. Sarayında Yunanca ve Latince yapıtlardan oluşan bir kitaplık kurdu. Venedik’ten getirttiği Gentile Bellini’ye, sarayın duvarlarını fresklerle süsletti ve günümüzde Londra’da Ulusal Galeri’de bulunan portresini çizdirdi. Fatih Camisi’nin çevresinde kurduğu sekiz medrese, İslam bilimleri alanında yüz yıl boyunca imparatorluğun en ileri öğretim kurumu oldu.

Zaman zaman “ulema” denen İslam ilahiyatçılarını bir araya toplayarak, onların tartışmalarını dinlerdi. Hükümdarlığı sırasında Osmanlı Devleti matematik, astronomi ve ilahiyat alanlarında en yüksek düzeye erişti. Şairlik yönü de olan II. Mehmed’in Avnî mahlasıyla yazdığı ve Ali Emiri tarafından bulunan şiirleri, Fatih Divanı (1944; yay. haz. S.S. Bilmen), Fatih’in Şiirleri (1946.; tıpkıbasım ve çevriyazı, yay. haz. K. E. Ünsel) Fatih ve şiirleri (1959; yay. haz. A. Aymutlu) gibi adlar altında yayımlanmıştır.

Kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 14 Aralık 2016 02:45
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
30 Eylül 2007       Mesaj #2
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Fatih Sultan Mehmed

Ad:  FatihSultanMehmet.JPG
Gösterim: 2711
Boyut:  38.5 KB

İlk hükümdarlık tecrübesini 12 yaşında tattı. Bu ilk tecrübesi çok kısa sürse de, 19 yaşında yeniden tahta geçti ve 21 yaşında İstanbul'u fethedip, Osmanlı Devleti'ni bir imparatorluğa dönüştürdü... O artık karaların sultanı ve iki denizin hakanı Fatih Sultan Mehmed idi...
Sponsorlu Bağlantılar

Edirne Sarayı. 575 yıl önce. Çok uzun geçen bir gece. Güneş, dünya denilen bu çileli gezegenin insanlarının yedi günle sınırladığı haftalardan bir diğerine, herhangi bir pazar gününe daha ha doğdu ha doğacak. Karanlık koridorlarda bir koşturma, bir telaş... Gece, en sonunda, tüm karanlığını toplayıp gitmeye yeltenir ve yeni gün, cılız ışıklarıyla, aşabildiği her boşluktan saray duvarlarını aşıp loş koridorları olabildiğince aydınlatma telaşına düşerken, beklenen haber nihayet salınıyor ve fısıltılar halinde kulaktan kulağa yayılıyor. Çok geçmeden fısıltılardan oluşan bir dere çağıldayarak saray duvarlarını aşacak ve önce başkent sokaklarına, sonra da Osmanlı'nın tüm kuytularına, köşelerine minik şehzade dünyaya gözlerini açtı haberini yayacak... O şimdilik, II. Murad'ın üçüncü oğlu olması gibi çok önemli bir istisna dışında, bildiğimiz herhangi bir bebek. Ancak, kimliği üzerine pek de fazla bilgi olmayan Hüma Hatun'un dünyaya getirdiği bu küçük şehzade, büyümekte hiç de gecikmeyecek. 12 yaşında ilk hükümdarlık tecrübesini tadacak. Evet, bir ara hükümdarlıktan uzaklaştırılacak. Ama sonra geri gelecek. Çok yol alacak. Önüne çok büyük hedefler koyacak. Ve bunun için aslında çok da beklemeyecek.

Henüz 21 yaşında iken İstanbul'u fethedip, Osmanlı Devleti'ni bir imparatorluğa, imparatorluğun kuruluş dönemini yükselişe, dünyanın ortaçağ olarak adlandırdığı dönemi de yeniçağa dönüştürüp, Osmanlı'nın en büyük hükümdarı diye anılacak ve bundan böyle "Fatih" diye adlandırılacak... Peki, bizler, bürokrasiden saray teşkilatına, maliyeden askeri örgütlenmeye, mimariden eğitime kadar devlet ve sosyal kurumların oluşmasında önemli rol oynayan Fatih'e dair bundan fazla ne biliyoruz? Nasıl bir çocukluk yaşadı örneğin? Nasıl yetiştirildi? Askeri başarılarının ardında yatan, onu, çocuk yaşıyla kıyaslandığında neredeyse boyundan büyük işlere kalkışmaya iten güdü neydi?

Tarihin tozlu sayfalarında çocukluk döneminin ilk günlerine, ilk yıllarına dair büyük harflerle düşülmüş yığınla not yok. Öyleyse, en iyisi elimizdeki net bilgilerle yetinmek ve İstanbul'un fethi dışında daha pek çok başarıya da adını yazan bir hükümdarın izinde zaman tünelinde adım adım ilerlemek... Yıl 1443. 30 Mart 1432'de dünyaya gözünü açan küçük şehzade artık 11 yaşında... Gelenek onun için de işletilecek ve Osmanlı geleneklerine göre devlet yönetimini öğrensin diye Manisa'ya sancakbeyi (vali) olarak gönderilecek. 11 yaşında bir çocuk böylesi bir durumda neler hisseder, ne tür duygularla boğuşur? Bunu bilmiyoruz. Ancak, bildiğimiz bir şey var. Çok daha ağır bir sorumluluk biraz ileride onu bekliyor. Ve tarih sayfaları bizlere, Manisa'ya yerleştikten yaklaşık bir yıl sonra -bitip tükenmek bilmeyen savaşlar ve küçük yaşlarında yitirdiği ilk oğlu Ahmed'in ardından büyük oğlu şehzade Alaeddin'in de ölümüyle artık iyice yıpranmış olan- babası II. Murad tahtı bıraktığında, henüz 12 yaşında, Osmanlı padişahı olduğunu söylüyor. Peki bu yaşta bir çocuk, hükümdarlığı nasıl algılar? Bir devleti yöneten kişi olarak görülmek, onun için nasıl bir anlam ifade eder?

Tarih, kimsenin merak etmeyeceğini düşündüğünden olsa gerek, duygulara çok az yer veriyor. Bu yüzden çocuk yaştaki hükümdarın ilk iktidarının ilk yıllarındaki duygularını da es geçiyor ve yine iyi bildiğimiz bir yere geliyoruz: 12 yaşındaki hükümdarın bu ilk iktidarı uzun sürmeyecek ve küçük padişah, iktidara sahip olmak isteyen vezir grupları arasında otorite kuramayınca, iki yıllık hükümdarlığının ardından, Veziriazam Çandarlı Halil Paşa'nın bir oldu bittisiyle tahtı babasına terk etmek zorunda kalacak. Ama anlaşılan o ki, II. Mehmed, henüz çok genç yaşta olmasına rağmen oldukça hırslı, kendini hâlâ hükümdar olarak görüyor; Manisa sancakbeyliği sırasında bir hükümdar gibi davranmaya devam ediyor. Kim bilir, belki de daha o yaşta, sadece Osmanlı hanedanının en büyük padişahı olmakla kalmayıp, aynı zamanda III. Roma İmparatoru olarak anılmayı kafasına çoktan koymuş, sabırla günlerin geçmesini bekliyor... 18 Şubat 1451... II. Mehmed 19 yaşında ikinci kez tahta çıkıyor. Artık aklında, bir rüyayı gerçekleştirmek var: İstanbul'u fethetmek...

KAYNAK: NATIONAL GEOGRAPHIC

Son düzenleyen Baturalp; 17 Kasım 2016 02:42 Sebep: sayfa düzeni
Galacticos - avatarı
Galacticos
Ziyaretçi
28 Ekim 2007       Mesaj #3
Galacticos - avatarı
Ziyaretçi
İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara teslim eder. Mimar, sütunları 3’er arşın kesip kısaltır. Fatih de buna sinirlenerek mimarın elini kestirir.

Mimar, padişah aleyhine dava açar. Fakat ne Galata ne de Eyüp kadılığı padişahı yargılamayı göze alamaz. Şikâyeti Üsküdar Kadısı Hızır Bey kabul eder ve davayı açar. Mahkemede celb edilen büyük padişah, baş köşeye geçmek istediyse de davacıyla birlikte mahkeme huzurunda ayakta bekletilir. Yargılama sonunda padişah suçlu bulunur. Ceza olarak mimara yapılan haksızlığın aynısının tatbik edilmesine, yani padişahın elinin kesilmesine karar verilir. Rum mimar, mahkemenin verdiği bu büyük karar karşısında şaşkına döner ve davasından feragat eder.

Mimar, kısası istemediği için Fatih, günde 10 altın tazminata mahkûm olur ve tazminatı kendiliğinden 20 altına çıkarır. Böylece padişahın eli kesilmekten kurtulur. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek;
“Eğer sen Allah’ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim.” der.
Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir:
“Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim.”
Son düzenleyen Baturalp; 17 Kasım 2016 02:48 Sebep: sayfa düzeni
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
24 Kasım 2007       Mesaj #4
nünü - avatarı
Ziyaretçi

Fatih Sultan Mehmed

30 Mart 1432 Pazar günü şafak vakti, o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne'de doğmuştur. Babası Sultan İkinci Murad, annesi Huma Hatun'dur. Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemalarından birisiydi ve yedi yabancı dil bilirdi. Alim, şair ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi.

Hocalığını da yapmış olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed'in en çok değer verdiği alimlerden biridir. Fatih Sultan Mehmed, gayet soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir komutan ve idareciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söylemezdi.

Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi. Farsça ve Arapça'ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu. 1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı.
Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmed yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri İstanbul'a getirtirdi. Nitekim astronomi bilgini Ali Kuşçu kendi döneminde İstanbul'a geldi. Ünlü Ressam Bellini'yi de İstanbul'a davet ederek kendi resmini yaptırdı. Şair ve açık görüşlüydü.

Fatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere katıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkinli ve verdiği kararları kesinlikle uygulayan bir kişiliği vardı. Devlet yönetiminde oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur olur, bozgunu önlemek için ileri atılarak askerleri savaşa teşvik ederdi.
20 yaşında Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul'u fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı.

Hz.Muhammed'in (S.A.V) hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul'un fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı.

Orta Çağ'ı kapatıp, Yeniçağ'ı açan Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmed, Nikris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü Maltepe'de vefat etti ve Fatih Camii'nin yanındaki Fatih Türbesi'ne defnedildi.
Devlet Sınırları : 2.214.000 km2
Son düzenleyen Baturalp; 14 Aralık 2016 02:31 Sebep: kırık link temizlendi başlık ve sayfa düzeni
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
16 Ekim 2008       Mesaj #5
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Osmanlı Devleti'nin 7. padişahı olan Fatih Sultan Mehmed 1432'de o zamanki başkent Edirne'de doğdu. Babası 6. Osmanlı Padişahı II. Murad, annesi Hüma Hatun'dur. Fatih çocukluğunda çok yaramazdı. Bu yüzden babası eğitimi için sertliğiyle tanınan Molla Gürani'yi görevlendirdi. Dönemin tanınmış bilginlerinden dersler alarak yetişen küçük şehzade daha 11 yaşındayken 1443 ilkbaharın­ da hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Mani­sa sancakbeyliğine gönderildi. Ama Macarlar'ın Sofya'yı alıp Edirne'ye doğru ilerleme­leri, Balkanlar'da baş gösteren ayaklanmalar, Karamanoğullan'nın Ankara'ya yürümeleri ve bu sırada büyük şehzade Amasya Sancakbeyi Alaeddin'in ölümü üzerine II. Murad küçük şehzade Mehmed'i 1444 ilkbaharında Edirne'ye çağırarak tahtı ona bıraktı.

12 yaşında deneyimsiz bir çocuğun padişah ol­ması Osmanlı Devleti ile çatışma durumunda olan devletleri umutlandırdı. Macarlar ile Sırplar'ın önderliğindeki büyük bir Haçlı or­dusu hemen harekete geçerek Tuna Irmağı'nı aştı. Bunun üzerine başta Sadrazam Çandarlı Halil Paşa olmak üzere telaşa kapılan devlet adamları Anadolu'da bulunan II. Murad'ı Edirne'ye çağırdılar. II. Murad Anadolu as­kerini de yanına alarak Rumeli'ye geçti ve 10 Kasım 1444'te Varna önlerinde Haçlı ordusu­nu büyük bir bozguna uğrattı. Edirne'ye dönünce de devlet adamlarının isteği üzerine yeniden tahta çıktı, oğlu Mehmed'i de san­cakbeyi olarak gene Manisa'ya gönderdi. Mehmed bu dönemde bir yandan eğitimini sürdürdü; bu arada babasının buyruğuyla 1448 ve 1450'deki Arnavutluk seferlerine katıldı. 1451'de de babasının ölümü üzerine Edirne'ye giderek II. Mehmed sanıyla tahta çıktı.

19 yaşındaki bir gencin devletin başına geçişi önceki padişahlığında olduğu gibi hem Avrupa devletlerini ve Bizans'ı, hem de Osmanlılar'ın Anadolu'daki rakipleri Kara-manoğulları'nı umutlandırdı. Karamanoğulla-rı hemen harekete geçerek Seydişehir ve Akşehir'i ele geçirdiler. Bizanslılar da papaya başvurarak yeni bir Haçlı seferi düzenlenme­sini istediler. Ama ne papadan, ne de bölün­müş durumdaki Avrupa'dan olumlu bir yanıt aldılar.

Macarlar ve Venedikliler ile bir barış antlaşması imzalayan II. Mehmed 1452'de Anadolu'ya geçerek Karamanoğullan'nın üzerine yürüdü. Karamanoğlu İbrahim Bey'i ağır bir yenilgiye uğratarak Edirne'ye döndü. Bundan sonraki hedefi Bizans'tı. Bir yandan İstanbul Boğazı'nın Avrupa yakasın­da Rumeli Hisan'nın yapımına girişirken, bir yandan da Edirne'de savaş hazırlıklarına baş­ladı. 1452-53 kışı bu hazırlıklarla geçti.

İstan­bul'un (Konstantinopolis) güçlü surlarında gedikler açabilmek için Macar usta Urban'a o zamana kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürdü. Kuşatma hazırlıkları bütün ayrıntı­larıyla bittikten sonra 23 Mart 1453'te Edirne' den İstanbul'a doğru yola çıktı. Kuşatma 6 Nisan günü başladı. Bizans'ın bütün gücünü kullanarak aldığı savunma önlemleri karşısın­da zaman zaman duraksamalar oldu ve kuşat­ma 53 gün sürdü. Bu arada Bizanslılar Halic'i zincirlerle kapatarak Osmanlı donanmasının buraya girmesini önlediler. Buna karşılık II. Mehmed, gemileri karadan aşırtıp Kasımpa­şa'dan denize indirterek Halic'e bakan deniz surlarını da zorlamayı başardı. Donanma da Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı'nı ablukaya alarak Bizans'a deniz yoluyla yar­dım gelmesini önledi. Hiçbir yerden destek alamayan Bizans başkenti 29 Mayıs 1453 günü düştü. 1.000 yıllık Bizans İmparatorluğu'na son veren II. Mehmed de "Fatih" (fetheden) sanını aldı.

Avrupa'da büyük yankılar uyandıran bu olaydan sonra Edirne'ye dönen Fatih Sultan Mehmed, 1454 ve 1455'te düzenlediği iki seferle Güney Sırbistan'ı aldı, Ege Denizi'n­de ki bazı önemli adaları ele geçirdi. 1459'da Sırbistan Krallığı'nın varlığına son verdi. 1457'den beri direnen Mora Despotluğu da 1460'ta Fatih'e boyun eğdi. Aynı yıl Karade­niz seferine çıkan Fatih Cenevizliler'in önemli üslerinden Amasra'yı, İsfendiyaroğulları'nın elindeki Sinop'u aldıktan sonra 1461'de Pontos Devleti'nin başkenti Trabzon'u ele geçire­rek bu devleti de ortadan kaldırdı. 1462'de yeniden Rumeli'ye geçerek önce Eflâk üzeri­ne yürüdü. Eflâk Voyvodahğı'nı Osmanlı Devleti'ne bağladıktan sonra 1463'te Bosna' nın fethini tamamladı. Aynı yıl Ege Denizi'n­de önemli bir geçit noktasında bulunan Midil­li Adası'nı alması Venedikliler ile 1479'a kadar sürecek olan savaşın başlamasına yol açtı. Rumeli'deki fetihlerini sürdüren Fatih 1465'te Hersek'in büyük bölümünü, 1466'da da Arnavutluk'taki bazı kaleleri aldıktan son­ra Edirne'ye döndü.

Bu arada Karamanoğullan iyice güçlenen Osmanlı Devleti'ne karşı Mısır'daki Memlûk­lar ve Doğu Anadolu'daki Akkoyunlular'la işbirliği arayışı içine girmişlerdi. 1466'da Ana­dolu seferine çıkan Fatih başkent Konya'yı alarak Karamanoğulları'na önemli bir darbe indirdi. Ama İstanbul'a dönüşünden az sonra Karamanoğullan kaybettikleri yerleri geri al­dıkları gibi Akkoyunlu Hükümdan Uzun Hasan'dan da yardım istediler. Osmanlı Vezi­ri Gedik Ahmet Paşa 1471'de Karamanoğul­lan'nı bir kez daha yenilgiye uğrattıysa da Uzun Hasan kendisine sığınan Karamanoğullan'ndan Pir Ahmed Bey ile Kasım Bey'i desteklemeyi sürdürdü.

Fatih Sultan Mehmed Uzun Hasan'la hesaplaşmadan Karamanoğul­lan sorununun çözülemeyeceğini gördüğün­den 1473 ilkbahannda büyük bir orduyla Anadolu seferine çıktı. 11 Ağustos 1473'te Erzincan yakınlarındaki Otlukbeli'de Akko­yunlu ordusunu ağır bir yenilgiye uğratan Fatih, Uzun Hasan'ın barış önerisini kabul ederek İstanbul'a döndü. Gedik Ahmed Paşa 1474'te son kez Karaman seferine çıkarak artık Uzun Hasan'ın da desteğini yitiren Karamanoğullan'nın bütün topraklarını ele geçirdi.Fatih Sultan Mehmed 1477'de Kırım Hanlığı'nın Osmanlı Devleti'ne bağladıktan sonra 1478'de Arnavutluk seferine çıkarak İşkodra ve Kruje (Akçahisar) kalelerini kuşattı.

1479'da Venedik'le karada ve denizde 16 yıldan beri süren savaşı sona erdiren bir antlaşma imzaladı. Venedikliler Arnavutluk' taki kalelerini Osmanlılar'a bıraktılar. Buna karşılık Mora'da bazı iskelelerle belirli bir para karşılığında Osmanlı karasularında tica­ret yapma imtiyazı elde ettiler. Böylece Vene­dik'le ilişkilerini düzelten Fatih, İtalya'nın öteki önemli kent devletlerinden Napoli ve Milano dukalıklarına karşı savaşa girişti. Ge­dik Ahmed Paşa'nın 1480'de İtalya'nın güne­yindeki Otranto limanını ele geçirmesi Avru­pa'da büyük yankı yarattı. Bunun nedeni Osmanlılar'ın Hıristiyan dünyasının en önem­li dinsel merkezi olan Roma'ya giden yolda bir köprübaşı elde etmiş olmalarıydı. Ama Gedik Ahmed Paşa daha fazla ilerlemeyerek yalnızca bulunduğu yerde tutunmaya çalıştı.

Fatih 1481 ilkbaharında, Mısır'a yönelik olduğu sanılan sefer için büyük bir orduyla İstanbul'dan yola çıktı. Ama daha yolun başlangıcında hastalandı ve Gebze'deki ordu­gâhta öldü. Küçük oğlu Cem'i tahta çıkarmak istemesinden dolayı büyük oğlu Bayezid (da­ha sonra II. Bayezid adıyla tahta çıktı) yanlısı devlet adamlarınca ya da İtalya'ya yeni bir sefer düzenlemesinden korkan papanın casuslannca zehirlendiği de öne sürülmüştür.

Fatih Sultan Mehmed Osmanlı padişahları­nın en büyüklerinden biridir. Askeri alanda kazandığı basanlarla Osmanlı Devleti'ni bü­yük bir imparatorluk durumuna getirmiştir. Bilime düşkünlüğüyle tanınır, tarihe ve felse­feye özel bir ilgi duyardı. Kitaplığında Türk­çe'den başka Arapça, Latince ve Rumca birçok kitap vardı. Güzel sanatlarla da ilgiliy­di. "Avni" takma adıyla şiirler yazmış, İtalyan ressam Gentile Bellini'yi 1479'da İstanbul'a çağınp konuk ederek resmini yaptırmıştı. Bilim adamlarını ve edebiyatçılan koruması altına alan Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa'yı vezirliğe kadar yükseltmiş, ün­lü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu' yu Tebriz'den İstanbul'a getirtmişti.

Fatih hazırlattığı bir kanunnameyle Os­manlı devlet düzenine ilişkin temel ilkeleri belirlemiş, bu ilkeler Tanzimat dönemine kadar birçok alanda geçerliliğini korumuştur. Döneminde Osmanlı ülkesinde 500'den fazla mimari yapıt ortaya konmuş, kendisi de İstanbul'da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), ha­mam, kervansaray gibi birimleri kapsayan büyük bir külliye yaptırmıştır.

MsxLabs & Temel Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 16 Kasım 2016 17:43 Sebep: sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
RiobolitaL - avatarı
RiobolitaL
Ziyaretçi
17 Aralık 2008       Mesaj #6
RiobolitaL - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  FatihSultanMehmet.jpg
Gösterim: 2044
Boyut:  5.0 KB
FÂTIH SULTAN MEHMED
(II. MEHEMMED)

Kaynaklarin, âdil, akil, heybetli, cesaretli, idrak sahibi, iyi giyimli, kadirsinas, âlimlerin dostu, sairlerin hâmisi, hakka kail ve maarif erbabina meyilli bir pâdisah olarak tavsif ettigi Fâtih Sultan Mehemmed Han, tarihin kayd ettigi büyük sahsiyetlerin basinda gelir. Bu bakimdan onun, sahsiyet ve karekterini oldugu gibi bütünüyle ortaya koymak çok zordur. Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. Zira, 5 yil süren bu dönemde o, sahsiyetini olgunlastiran ciddi bir çalisma ve fikrî faaliyet içinde bulunmustu.
Ad:  FatihSultanMehmet1.jpg
Gösterim: 2305
Boyut:  23.9 KB
Bu bes senelik müddet zarfinda o, bir yandan akademik bir faaliyet devresine girerek liyakatli hocalarin refakatinda malumatini genisletmis, felsefe ve riyaziye (matematik) okumustu. Döneminin önemli iki dili olan Arapça ve Farsça'yi ana dili gibi ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça ögrenme imkânlarini da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice vâkifti. Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle tedkik ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu. Böylece, yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve sistem fikrinin lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.

Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak yolunda kendini geregi gibi hazirlamak için gece uyumamis, gündüz dinlenmemis, hayatinin bir solugunu dahi bos geçirmemis olan genç sehzâde, hesapli ve sistemli gelecegin genç fâtihi, saltanatinin devaminca, daima baslanacak bir isin plani ve bitecek bir isin endisesi ile yorulacakti.

Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler.

Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:
"Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir." Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. "Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde çikan "Iznik ve Bursa Tarihi"nin 152-153. sayfalarinda "Hâtuniye Künbedi" ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.

Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in annesinin yabanci rivayetlerde iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun olmayip türbesinin Bursa'da bulundugunu ve yine ayni yabanci masallarinda iddia edildigi gibi Hiristiyan olarak öldügü için türbesi kapali olmayip, Müslüman oldugunun kitâbe ile sabit oldugunu artik hiç bir tereddüde imkân birakmayacak bir kesinlikle ortaya koymasidir. Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi yoktur, ancak bu da Bursa mahkeme sicillerinin 31,201 ve 370 sayili defterlerinin 35, 64 ve 40. sayfalarinda bulunmuştur. Fâtih'in annesinin ismi Hümâ Hâtun'dur.

Ad:  osmanlı.JPG
Gösterim: 2507
Boyut:  40.9 KB
Fatih zamaninda Osmanlı
Son düzenleyen Baturalp; 16 Kasım 2016 20:10
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
25 Ağustos 2009       Mesaj #7
nünü - avatarı
Ziyaretçi

Fatih Sultan Mehmet

, gerçek mânâda bir devlet adamıdır. Tarih kirapları onu, İstanbul'u fethetmesiyle yâd eder. Oysa, arşiv belgeleri, onun çok farklı yönleri olan bir yönetici olduğunu ortaya koymaktadır. İşte sağlıkla ilgili olan vasiyetnamesi:
"Ben ki,İ stanbul'u fetheden aciz bir kul olan Fatih Sultan Mehmet, bizzat alın teri ile kazanmış olduğum parayla satın aldığım, İstanbul'un Taşlık bölgesinde bulunan, sınırları belli 136 adet dükkanımı, aşağıdaki şartlar çerçevesinde vakfısahih eyledim. Şöyle ki:
Bu gayrimenkullerimden elde edilecek gelirlerle İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin ettim. Bunlar,ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu kömür külü olduğu halde günün muayyen saatlerinde sokaklarda gezecekler! Yere tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökecekler. Bu işi yapacak olanlar günlük yirmi akçe alacaklar!
Ayrıca, on cerrah, on hatip, üç de hasta bakıcı hasta tayin ettim. Bunlar, ayın muayyen günlerinde İstanbul’u gezecekler! İstinasız her kapıyı çalacak ve içeride hasta olup olmadığını soracaklar; var ise, hastanın şifa bulmasını sağlayacaklar! Durumları ciddi ise hiçbir masraf ettirmeden hastaneye kaldırıp tedavi ettirecekler!
Allah korusun! Herhangi bir gıda maddesi buhranı yaşanabilir. Böyle bir durum yaşanırsa, bırakmış olduğum yüz silah, usta avcılara verilecek. Bunlar, hayvanların yumurtada veya yavruda olmadığı zamanlarda, ormanlara ava çıkacaklar ve hastaları gıdasız bırakmayacaklar!
Ayrıca, külliyemde inşa ettirdiğim imarethanede şehitlerimizin aileleri ve İstanbul’un fakirleri yemek yiyeceklerdir! Yemek yemeye veya almaya gelemeyen olursa, bizzat görevliler, yemekleri hava aydınlanmadan, kimsenin sokaklarda olmadığı zamanlarda, kapalı kaplarla evlerine götüreceklerdir!"
Son düzenleyen Baturalp; 17 Kasım 2016 02:48 Sebep: sayfa düzeni
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
23 Mart 2010       Mesaj #8
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin yetistirdigi en büyük sahsiyetlerin basinda gelen Sultan II. Mehmed, Manisa'da sancak beyi bulundugu sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti. Vezir-i azam Çandarlizâde Halil Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu Manisa'da bulunan genç sehzâdeye bir ulakla bildirir. Edirne'den yola çikan ulak, üç gün sonra ölüm haberini Manisa'ya getirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su ifadelerle dile getirerek o dönemde bile Osmanli Devleti'nde posta vazifesi gören ulak (tatar)larin nasil sür'atli yol aldiklarini ve gizlilige nasil riayet ettiklerini anlatir:
"Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli kanatli kartal kusu gibi Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis bir mektup verdi. Mehmed, mektubu açip okuyunca, babasinin vefat ettigini gördü. Mektup, Halil ve diger vezirler tarafindan imza olunmus bulunuyordu. Mektupta babasinin vefatini yazdiklari gibi, vakit kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos (mitolojide kanatli atlara verilen bir isim) cinsinden uçar bir ata binip, pâdisahin vefati, civar milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya gelmesini yaziyorlardi. Mehmed, mektupta yazilanlara uygun olarak hemen çok (sür'atli) kosan Arap atlarindan birine atladi ve sarayi erkânina: "Beni seven armamdan gelsin" dedi. Önünde sarayindaki kullarindan okçular ve çabuk yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya olarak ve kiliç takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi. Bu suretle tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak, Gelibolu Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin gelebilmeleri için Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye bir ulak göndererek, Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas kaldirip karisikliklarda bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da bulundugu her tarafa yayildi." Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah, Edirne'ye ulasmakta pek acele etmedi. Sehrin disinda vezirler, beylerbeyiler, sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan karsilandi. Lehinde büyük tezahüratlar yapildi.

Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm haberini almasi ve Manisa'dan hareket etmesi yeni arastirmalarda su sekilde verilmektedir:
"Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele Manisa'ya ölüm haberini eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan Mehmed, yaninda atabegi Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir sekilde hareket ederek iki günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in bogazlari kesmeleri ve Orhan'i 1444 yilinda oldugu gibi Rumeli'de serbest birakmalari uzak bir ihtimal degildi. Genç Sultan, Gelibolu'ya geçmeye muvaffak oldu. Bundan sonra onun, o derecede telas ve endise etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da babasinin ölümü ve yeni pâdisahin geldigi haberi yayildi. Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki yeniçeri ayaklanmasi, yeni Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra olmalidir. Buna göre Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya hazirlanmislardi. Ancak Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi sayesinde büyük bir kargasanin önü alindi. Halil, kalan kapikulu askerleri ile alelacele topladigi kuvvetleri, bunlarin üzerine sevk ederek, silahlarini birakmazlarsa kiliçtan geçirileceklerini, yeni sultani beklemelerini ve o geldikten sonra kendilerine ihsanda bulunacagini söyledi. Asker "Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla" isyandan vazgeçti. Bunun akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta oturdu ve yeniçerilerden sadakat yemini aldi.

Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi ile tam bir uygunluk halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki nüfuzu, Sultan Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip yerlesebilmesi, bilhassa kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen bahsis ise, yeniçeriler tarafindan, Karaman seferinde adeta tehdidle alinacaktir.
Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan II. Mehmed, Osmanli ülkesinin pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa tahta çikti (16 Muharrem 855/18 Subat 1451).

Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu Mehmed'in tahta geçmesi sonucunda devletin iç ve dis siyasetinde bir degisikligin olmasi bekleniyordu. Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra hükümdar olarak Edirne'de gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi, inzibatli ve sistemli bir hazirlik ile manevî bir olus devresinin suurunu tasiyarak artik is basinda bulunuyordu.

Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve köklü degisiklikleri yapacak olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet otoritesinin politika ahlâkini kuran ve kontrolü altinda tutan âlimlerden mürekkep müsavir kuvvetlerle kendi kendini çevrelemis olmasi idi. Zira bu zümre, bagli bulunduklari prensiplerin müdafaasini, imanlarinin geregi bildiklerinden, pâdisahlik makamina karsi serdengeçti bir pervasizlikla daima medenî cesaret gösterirlerdi. Iste hükümdarin karar ve hareketlerinin tosladigi duvar, bu salâbet ve müeyyideler sistemi idi.

Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin bas çeviremeyecegi bu mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz ölçüleriyle, hükümdarlik makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini görmüslerdir. Devrandan nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan sâd, yoklugundan ise nâsâd olmadiklari için, kimseden çekinmemis, kendilerini kimseye borçlu ve zebûn hissetmemekle de hürriyetlerini kimseye bagislamamislardir.

Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren böyle bir muhit ve bu anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan çevrelenmistir. Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz katarak fikrî ve edebî istiklâlini hazirlamis, bir yandan da baraj vazifesiyle coskun ve taskin kararlarinin demlenip durulmasina hizmet etmislerdir.

Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazli ve hepsinden cesaretli bir hocasi daha vardi ki, tek basina gözünü hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi Ak Semseddin idi.
Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun nezaketini kavramis ve bu sebeple babasinin vezirlerini yerinde birakmisti. Inalcik, Mehmed'in cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin rakiplerinin, iktidara geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans tarihçisi Dukas asagidaki ifadeleri kullanarak mevzuya bir açiklik getirir: "Mehmed, tahtina oturdugu sirada bütün valiler ve babasinin vezirleri, Halil Pasa ile Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta duruyorlardi. Kendi vezirleri ise Hadim Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet vechiyle pâdisahin yaninda yer almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri Sahin'e sordu: "Babamin vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir ve Halil'e eski yerini almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari komutanlari ve esrafi ile beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler. Sark vilayetlerinin (Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin" dedi. Vezirler, pâdisahin bu sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri vechiyle pâdisahin elini öptüler. Bu suretle Halil basvezir oldu. Ishak da Murad'in cenazesini alarak birçok esraf ve âyâniyle beraber ve büyük bir intizam içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada kendisinin hazirlatmis oldugu türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek çok paralar verildi."

Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin hududlarinda tehlikeler bas göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir çocuk olarak tahta çiktigi zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s. 94) bu durum için "Fitne ve âsûb doldu her diyar" diyerek durumun vehametini ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu ayaklanmisti. Karamanoglu Ibrahim Bey harekete geçerek, Fâtih'in babasi Murad tarafindan ele geçirilmis bulunan yerleri zaptetmis ve Alaiye üzerine yürümüstü. Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da, Sultan Ikinci Murad'in son defa ortadan kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan gönderdigi saltanat davasi güden iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da faaliyete geçmislerdi. Bu konularda fazla tafsilata sahip olmamakla beraber, Anadolu Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina bakilirsa bu hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle anlasiliyor ki, Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.

Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili durumda, ister istemez babasinin baris politikasini sürdürmek zorunda kalacagini anlamisti. Bu bakimdan. Anadolu'yu kurtarmak için, batida birçok fedakârliklarda bulunmak zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati sinirlarini) emniyete alarak barisi saglamaya çalisti. Gelen Sirp elçisinin istekleri kabul edildi. Despot'un, Sultan Murad'la yaptigi "Yeminle musaddak" muahede ve ittifaklari yenilemeye razi oldu. II. Murad'in resmî müsaadesiyle 1449 yilinda Bizans tahtina geçmis olan eski Mora Despotu Konstantin de, yeni pâdisahin durumundan azamî sekilde istifadeye çalisti. Fâtih, tahta geçince, Konstantin hem tebrikte bulunmak, hem de eski andlasmalari tastik ettirmek için bir Bizans elçisi gönderdi. Yeni Sultan, barisi teyid ve eski ahidleri tastik ettigi gibi, ayrica, yaninda bulunan Osmanli saltanatinin müddeisi, Orhan'in masraflarina karsilik, Bati Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin akça isteyen imparatorun bu dilegini de kabul etti. 

Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki hareket ve davranislari, onun iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir. Bu bakimdan, Edirne'deki cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit davranmasinin elbette bir sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki düsüncelerine yaklasmak ve onlari kesfetmek pek güç bir is olmakla beraber, muhtemelen Fâtih, henüz hazirlikli bulunmadigi su siralarda, Bizans'in tesviki ile Hiristiyan milletlerin kendisine bazi engelleri çikarabileceklerini hesaba katarak Bizans'la dost kalmayi uygun görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman, çocuklugundan faydalanmak üzere Hiristiyan milletlerin nasil harekete geçmis olduklarini hiç süphesiz unutmamis olan genç pâdisah, herhalde yine böyle bir durumla karsilasabilir endisesiyle olacak ki, simdilik bu sekilde davranmayi uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki Fâtih, Bizans hakkinda baska türlü düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu gencin, etrafini ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir hareketti. O da öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine yapilmis bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir tavir takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir alinmaz is degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin yapilmasini emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz isteklerinin güzel bir cevabi idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne gibi bir tehlike ile karsilastigini ancak o zaman idrak etmis ve hemen agiz degistirerek kuvvetli hasimlari karsisinda her zaman yaptigi gibi, bu sefer de yalvarmak, bunu yapamayinca da igfal etmekle durumunu kurtarmaya çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak istendigi yerin, Galatalilara ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça halletmeye çalismis ise de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de oksayici olmustur. Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince Galata Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden gizliye Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga vurmayi menfaatlerine uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin bu sekildeki düsmanca hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten geldi. Halbuki Istanbul'un fethini müteakip günlerde, Galatalilar için, kendi bahs ettiklerinden baska hiç bir hukuk tanimayarak, orayi da dogrudan dogruya Türk topraklarina bagladi.

Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum sebebiyle, düsmanlari ile olan eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören genç hükümdarin bu davranisi, Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde degerlendirilmisti. Bunun için de Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler beslemekteydi. Onun, devletlerle olan muahedeleri yenilemesi ve onlara karsi yumusak davranmasi böyle bir fikrin ortaya çikmasina sebep olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa tahtindan mahrum edilerek Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç sehzâdesi hakkinda Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis ve o, kabiliyetsiz bir delikanli olarak taninmisti. Bundan dolayi Sultan Murad'in ölümü ve Fâtih'in tahta çikisi her tarafta büyük bir memnuniyet uyandirmisti. Çünkü bu delikanlinin beceriksizligi yüzünden, Osmanli Devleti'nin kendiliginden sona erecegi hülyasi, Avrupa'da tekrar kök salmaya baslamis ve Hiristiyanlik âleminin kuvvetlerini, birlikte ve sür'atle hareket etmeleri lazimgelen bu devrede, tamamiyle felce ugratmisti. Aslinda yeni ve genç hükümdar da Avrupa'da böyle bir fikrin yayilmasini istiyordu. Onun yumusak tavri, onlarda böyle bir düsüncenin meydana gelmesini saglamisti. Bu yüzden hiç kimse, Osmanlilara karsi harekete geçmeyi düsünmüyordu. Yalniz Franciccus Phlelphus bu düsünce ve fikirde degildi. O, Sultan Murad'in ölümünü takib eden günlerde, Osmanlilar ve onlarin devleti hakkinda fikirlerini kaleme aldigi bir mektupla Fransa krali VII. Charles'a bildirmisti.

Avrupadaki mevcud fikirleri, pesin hükümleri ve yanlis düsünceleri aksettiren bu mektubunda Phlelphus, Fransa kralina öbür Hiristiyan devletlerin basina geçmesini ve Osmanlilara karsi yürümesini istiyordu. Çünkü ona göre Osmanlilarin kudreti çoktan kirilmisti. Harbe sokabilecekleri kuvvet olsa olsa 60 bin kisi olabilirdi. Baslarinda da harp görmemis, tecrübesiz, sefih, kadinlara düskün ve budala bir delikanli vardi. Phlelphus, bu kadarla da yetinmiyor, Fransa kralinin takib edecegi yolu bile gösteriyordu. Ona göre uygun bir rüzgârla Hiristiyan ordusunun bir günde Tarent'den Peleponez'e geçecegini, Mora despotlarinin, bütün kuvvetleriyle bu orduya katilacagini, Arnavutlarla Italyanlarin bu orduyu destekleyecegini ileri sürüyordu. Böylece, çok kisa bir zamanda Türklerin Avrupa'dan kovulacagini, hatta Asya'da Müslüman hakimiyetinin kirilacagini iddia ediyordu.

MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen Baturalp; 16 Kasım 2016 17:45 Sebep: sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Mart 2010       Mesaj #9
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Her firsatta, Osmanlilara karsi hasmâne (düsmanca) bir tavir içine giren Karaman Beyligi, yasadigi müddetçe, Osmanli Devleti'ne karsi mümkün olabilen bütün fenaliklari yapmis, "Hiristiyanligi takviye ederek Müslümanligi zaafa götürmeye" çalismisti. Yildirim Bâyezid'in müthis pençesi altinda bir an ezilmeye mahkum olan bu beylik, Yildirim ile Timur (Timur-i bî-nûr) arasindaki mücadele ve Yildirim'in maglubiyeti ile sonuçlanan Ankara Savasi'ndan sonra tekrar meydana çikarak, gerek Çelebi Sultan Mehmed zamaninda, gerekse Ikinci Murad dönemlerinde durmadan Osmanlilar aleyhinde faaliyette bulunmustu. Fâtih'in, küçük yasta tahta çikmasini firsat bilen bu beylik, Orta Anadolu'da yine bir gaile meydana getirmeye çalismis ise de, genç hükümdarin çok sür'atli hareket edisi, buna imkân birakmamisti. Ancak, Fâtih biliyordu ki, Karamanlilar, bir firsat vukuunda tekrar ortaya çikacaklardi.

Gerçekten, genç hükümdarin ilk gailesi, yine Karamanoglu'nun, Anadolu'daki diger beyliklerle elele vererek bir talih denemesine daha kalkismasi olmustu. karamanoglu Ibrahim Bey, bu defa da saltanat degisikliginden istifade etmek istedi. Bu yoldaki gâye ve düsüncesini gerçeklestirebilmek için de Venedik Cumhuriyeti ile bir anlasma yapti. Alaiye'ye giderek Venediklilerle irtibat kurmak istedigi gibi, Anadolu beylerinin ogullarindan bazilarina da kuvvet vererek onlari, Osmanli hududlari içine gönderdi. Bunlar, Germiyan, Aydin ve Mentese beylikleri idi.

Kaynaklarimiz bu konuda su bilgiyi verirler: Karamanoglu, birkaç haramzâde tutup, her birini bir taifeye serdar edüp, biri Germiyanogludur diye Kütahya üzerine, biri Menteseogludur diye Mentese yöresine, biri de Aydinogludur diye Aydin vilayetine göndermisti. Bunlar, o vilayetleri talan edüp halka karsi olmadik iskenceler yapip, salginlar saldilar. Kendisi de edepsizlik ve sirrette yardimcilari olan adamlari ile Alaiye üzerine yürümüstü. O günlerde Özgüroglu Isa Bey, Anadolu Beylerbeyi idi. Karamanoglu'nun uygunsuz davranislarini ve cezalandirilmasi gereken islerini tahta (Pâdisah) arzetmis, Karaman'la savasmak için izin istemisti. Genç hükümdar, Isa Bey'in böyle zor bir hizmeti basaramayacagini düsünerek onu görevinden alir. Bosalan bu göreve Vezir Ishak Pasa'yi tayin eder. Anadolu Beylerbeyi olan Ishak Pasa, bas kaldiran bu kalabaligi dagitmak üzere öncü olarak gönderilir. Pâdisahin kendisi de devlet ve ikballe Gelibolu Bogazi'ndan geçip Bursa'ya gelir.

Genç hükümdar, Karamanoglu Ibrahim Bey'in, bu faaliyetleri ile kendisine bagli olan Aksehir, Beysehir ve Seydisehir gibi yerleri isgal etmesi üzerine, ilk seferini Karamanoglu üzerine yapmak zorunda kaldi. Bu arada bir taarruza maruz kalmamak için Rumeli Beylerbeyi olan Dayi Karaca Pasa'yi, Rumeli askeri ile Sofya'da birakti. Sultan Mehmed, Ishak Pasa'yi Karaman'a dogru gönderirken, kendisi de onu takip etmeye basladi. Bursa yolu ile Karaman topraklari üzerine hareket ettigi zaman, veraset iddia ederek ayaklanmis olanlarin tamaminin Karaman'a iltica ettiklerini isitmisti. Yasli Ibrahim Bey ise artik her seyden ümidini kesmisti. Isyan için kiskirttigi bütün elemanlar, hareketten kalmis, Fâtih'in geldigi yerlerde de halkin ona tabi oldugunu görmüstü.

Bu durum karsisinda Taseli daglarina çekilmek zorunda kalan Ibrahim Bey, oradan, suçunun bagislanmasini istemek ve barisi saglamak üzere bir mektupla Molla Veli'yi pâdisaha gönderir. Ayrica, sulhun yapilabilmesine tavassutta bulunmalari için pâdisahin vezirlerine çok miktarda hediyeler yollamisti. Filhakika vezirlerin "ve ulema ve eimme ve mesayih"in sefaatiyle pâdisah sulha razi oldu. Yapilan anlasmaya göre Aksehir, Beysehir ve Seydisehir tekrar Osmanlilara birakiliyor, seferlerde de bir miktar Karaman askeri bulundurulacagi taahhüd ediliyordu. Yine bu anlasmaya göre Ibrahim Bey, kizini da pâdisaha verecekti. Fakat Fâtih'in böyle bir evliliginin olduguna dair kaynaklarimizda bir bilgiye tesadüf edilememektedir.

Öyle anlasiliyor ki, ta Edirne'den kalkarak Anadolu ortalarina kadar gelen pâdisahin, Karamanoglu isine bir son vermeden barisa riza göstermesi, vezirlerin sefaatinin bir sonucu olmasa gerekir. Ç ünkü her firsatta, Osmanliya karsi olan düsmanligini açiga çikaran ve düsmanca hareketlerde bulunan Karamanoglu için Fâtih, hiç te iyi düsünmüyordu. Onun, Karamanoglu hakkinda:
"Bizümle saltanat lafin idermis ol Karamanî
Huda fursat verirse ger kara yire karam âni"
demesi, onun Karamanoglu hakkinda nasil düsündügünü göstermektedir. Zaten o, Karaman Beyligi'ni ortadan kaldirmak emeli ile sefere çikmisti. Bu durumda, ele geçen bu firsat aninda onu ortadan kaldirmasi gerekirken, birdenbire barisçi bir sekilde hareket etmesinin elbette bir sebebi olmalidir. Gerçekten de hadiseler, Karaman seferinde zaman kayb etmesine müsait görünmüyordu. Çünkü en küçük firsatlardan bile faydalanmayi ihmal etmeyen Bizans, yine kipirdanmaya baslamisti. Zira, daha önceki anlasmaya göre, kendilerine Çorlu'dan berisi birakilmis ise de Bizanslilar, bu sefer esnasinda Fâtih'i rahat birakmamislar ve ortada bir sebep yokken onu tehdid etmek istemislerdi. Bunu da Osmanli ordusunun Frikya'da bulundugu bir sirada, elçilerin ordugaha gelmesi ile açikça ortaya koymuslardi. Bu sartlar altinda genç hükümdar, Karamanoglu'nun tekliflerini yeterli bulmak zorunda kaldigi için barisa riza göstermisti. Çünkü o, hem Bizans'in uygunsuz bir zamanda harekete geçip taht ve saltanat müddeisi olan Orhan'i serbest birakmasindan, hem de Hiristiyan dünyayi onun aleyhinde harekete geçirmesinden endise ediyordu. Ayrica o, Istanbul'un fethi hakkindaki ulvî tasavvurlarini endisesiz bir sekilde tatbikten baska bir sey düsünmüyordu. Bunun için de karada ve denizde bütün komsulari ile baris durumunda bulunmak, Sultan Mehmed için önemli ve gerekli idi.

Karaman seferinden dönüp Bursa'ya yaklastigi sirada yeniçeriler hünkari karsilayip ilk seferi oldugu için töre geregi sefer bahsisi istediler. Pâdisah, Sehabeddin Pasa ve Turahan Bey'in tavsiyesiyle on kese akça verilmesini emrettiyse de onlarin bu sekildeki hareket ve cür'etleri, canini sikmisti. Bu yüzden birkaç gün sonra Yeniçeri Agasi Dogan Bey'i azletti. Yayabasilarini da asker arasinda disiplini saglayamadiklarindan dolayi dövdürterek Yeniçeri Agaligi'na Mustafa Bey'i tayin etti.

Genç hükümdar, Karaman seferi dönüsünde Bursa'ya geldikten sonra Anadolu Beylerbeyi olarak tayin ettigi ishak Pasa'yi, Mentese Beyligi'ne göndermisti. Ishak Pasa, Menteseogullarindan Ahmed Bey'in oglu Ilyas Bey üzerine gitmis, onun agir isiten kulagina hiç olmazsa görmek suretiyle, onun anlayacagi sekilde sözleri okuyup, dilâverliginin geregi olarak kendisini, adi geçen ülkeden atmaya niyetlenmisti. Ishak Pasa'ya karsi tutunamayacagini anlayan Ilyas Bey, Rodos'a kaçmisti. O ana kadar Ankara'da oturmakta olan Anadolu Beylerbeyileri bundan böyle Kütahya'yi merkez edindiler. Solakzâde, gerek Bursa'daki olay, gerekse Mentese konusunda su bilgileri vermektedir:
"Sulhtan (baris) sonra azimetlerini Bursa yönüne çevirdiler. Sehre yakin geldiklerinde, Yeniçeri alay baglayip, saadetli pâdisahtan bahsis ricasinda bulundular. Sehabeddin Pasa ile Turahan Bey, yeniçerinin durmalarinin sebebini beyan eyleyince, ihsan için on kese akça ferman buyurdular. Lakin bu uygunsuz hareket, pâdisahin hatirinda kirginliga yol açti. Birkaç gün geçtikten sonra, agalari mesabesinde olan Sekbanbasi Kazanci Dogan Bey, iyi bir sekilde dövüldükten sonra azl olundu. Agaliga, Mustafa Bey adinda akilli ve yigit birisi getirildi. Bütün yayabasilar ve dabcilar dayaktan geçti. Bursa'ya dahil olduklari gün, Anadolu Beylerbeyisi Ishak Pasa'yi Mentese iline gönderdi. Böylece Mentese oglu Ilyas Bey, bu vilayetten çikarildi. Rodos adasina kaçti. Tasarrufu altinda olan memleketlerini ele geçirme yoluna gittiler. O zamana kadar Anadolu Beylerbeyileri, Ankara'da oturmakta idiler. Ishak Pasa'dan sonra bugün de oldugu gibi Kütahya'da sakin olmalari kanun haline geldi.

MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen Baturalp; 16 Kasım 2016 17:48 Sebep: sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
23 Nisan 2010       Mesaj #10
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Istanbul, Schlumberger'in ifadesine göre, babasi Sultan Murad'in vasiyetiyle kendisine tavsiye edilmis ve ecdadi olan bütün sultanlarin zihinlerini isgal etmis oldugu bu muazzam tesebbüsü gerçeklestirmek isteyen Sultan Mehmed, devamli olarak bu fethi nasil basarabilecegini düsünüyordu. Zira bu sehrin fethi, Osmanli Türklerine sadece yeni bir baskent kazandirmayacak, ayni zamanda kurduklari devletin, Avrupa kitasindaki topraklarinin garantisi olacakti. Egemenlikleri altindaki ülkelerin merkezinde ve Avrupa-Asya geçidi üzerinde bulunan bu yeni baskent ellerinde olmadan Türklerin kendilerini güvenlik içinde hissetmeleri imkansizdi. Kendilerini tedirgin eden Rumlar degil, Hiristiyanlarin birleserek Constantinopolis gibi bir üsten harekete geçmeleri ihtimaliydi.

Sultan Mehmed, Konstantiniye'yi ele geçirmek suretiyle "müjdeli emîr" olmak ve Osmanli Asya'si ile Avrupa'sini birbirine baglayip devletin tabiî sinirlarini, cografî ve siyasî birligini saglamak istiyordu. Hammer, hükümdara bu düsünceyi gerçeklestirme imkanini veren olaylari su ifadelerle dile getirir:
"Bizans Imparatoru Kostantin, mevsimsiz olarak ve maharetsizce bir hareketle, pâdisahin fetih arzusunu hemen uygulamasini tacil (sür'atlendirecek) edecek davranislarda bulundu. Sultan Ikinci Mehmed, Anadolu'da, Ibrahim Bey tarafindan saçilmis olan nifak tohumlarini gidermeye çalistigi sirada, Bizans elçileri ordugaha gelerek Orhan'a tahsis edilmis olan akçanin hemen ödenmesini istemisler ve belirtilen paranin iki misli olarak verilmeyecek olmasi halinde, sehzâdenin serbest birakilacagini tehdid edici bir dille beyan etmislerdi." Bu neviden bir hareket, bir bakima Fâtih'i tehdid ediyordu. Öyle anlasiliyor ki, bu tehdidin sonu da gelmeyecekti. Zira isi santaja kadar götürmek demek olan bu istek, Osmanlilari devamli surette rahatsiz edecekti. Gerçekten, Karaman seferi esnasinda Imparator Konstantin ve senato, bu seferi firsat bilerek gönderdigi elçilerle Sehzâde Orhan'a verilen tahsisatin arttirilmasini ve sayet bu yapilmazsa sehzâdeyi Rumeli'ye saliverecegini de tehdid olarak bildirmekte idi. Gelen elçilerin önce vezir-i azami görerek arzularini bildirmeleri, protokol geregi oldugundan elçiler, imparatorun tekliflerini Halil Pasa'ya bildirdiler.

Bu tekliflere göre imparator, Istanbul'da bulunan Sehzâde Orhan'in her sene verilmekte olan tahsisatinin, masraflarini karsilayamamasindan dolayi artirilmasini istemekte, sayet bu teklifi kabul edilmeyecek olursa adi geçen sehzadeyi Rumeli'ye saliverecegini tehdidkarâne bir sekilde bildirmekte idi. Bunu ögrenen Halil Pasa, henüz imzasi kurumayan ahde muhalif hareketlerinden dolayi agir sözler söyleyerek elçileri tehdid ettikten sonra:
"Simdi Anadolu'ya sefer ettigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden istifade ederek, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz sözlerle bizi korkutmak istiyorsunuz. biz çocuk degiliz, elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya'ya pâdisah yapmak istiyorsaniz hiç durmayin. Macarlari da getirmek istiyorsaniz dâvet ediniz. Yalniz sunu biliniz ki hiç bir seye muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizdekini de kayb edeceksiniz. Mamafih söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim. O, ne der ve nasil arzu ederse o olacaktir". diyerek durumu Sultan Mehmed'e bildirir. Hükümdar, imparator ve senatonun bu istekleri karsisinda hiddetlenecektir. Fakat uygun zamani bekledigi için elçileri güler yüzle karsilar. Onlara, yakin zamanda Edirne'ye dönecegini ve orada görüserek arzularini yerine getirecegini söyledikten sonra onlari tatli dil ve ümitli bir sekilde geri gönderdi.
Imparatorun, Sultan Mehmed'i tahrik eden bu istekleri ve elçilerin söyledikleri, Bizans tarihçisi Dukas tarafindan tafsilatli bir sekilde su ifadelerle nakledilir:
"Budala Bizanslilar, iyi düsünmeden, bos bir fikir ortaya atarak Mehmed'e elçiler gönderdiler. Âdet oldugu üzre elçiler, söyleyeceklerini önce vezire söylerlerdi. Bu elçiler vezire dediler ki: "Imparator Konstantinos her sene kendisine verilmekte olan 300 bin akçayi almaya razi olmuyor. Sizin pâdisahiniz gibi, Osmanogullarindan olan Sehzâde Orhan, kemal çagina ermis bir gençtir. Her gün birçok kimse kendisine gelerek, ona "emîr" diye hitab ediyor ve kendisini pâdisah ilan etmek istiyorlar. Orhan ise bunlara ihsanlarda bulunmak ve kendilerine hediyeler vermek istiyor ise de, parasi olmadigindan ve para istemek için müracaat edecek baska bir yeri bulunmadigindan imparatora basvuruyor. Ya tahsisati iki misline iblag ediniz veya Orhan'i serbest birakacagiz. Osmanogullarini beslemeye mecbur degiliz. Bunlarin, beytülmaldan infak olunmalari gerekir. Orhan'in, tarafimizdan vaki olan tevkifi ve sehirden disari çikmamasi için aldigimiz tedbirler yeterlidir."

Halil Pasa, bunlari ve daha baska sözleri dinledikten ve Pâdisah Mehmed'e söylemek üzere imparator ve senatonun bu tekliflerini duyduktan sonra, elçilere sunlari söyledi: Ey akilsiz ve saskin Bizanslilar! Tasavvurlarinizdaki seytanliklari çoktan bilirdim. Bu bildiklerinizi unutun... Daha dün denecek derecede yakin bir zamanda sizinle yeminle teyid olunmus ahitnâmeyi yaptik ve diyebiliriz ki, mürekkebi henüz kurumamistir. Simdi ise Anadolu'ya sefer yaptigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden faydalanarak, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz korkuluklari bize göstermek suretiyle bizi ürkütmek istiyorsunuz. Biz, fikir ve kudretten mahrum çocuk degiliz. Elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya pâdisahi yapmak isterseniz hiç durmayin. Macarlari Tuna'dan bu tarafa geçirtmeyi düsünüyorsaniz onlar da gelsinler. Siz de daha önce kayb ettiginiz yerleri geri almak için taarruza geçmek isterseniz bunu da yapiniz. Yalniz sunu biliniz ki, bunlardan hiç birine muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizde bulunani da kayb edersiniz. Mamafih, söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim, o ne arzu ederse o olacak."

Mehmed, basvezir ile elçiler arasinda konusulan yukaridaki hususlari duyunca çok hiddetlendi. Ancak bunu belli etmedi. Bizans elçilerini kabul ederek, bunlara dedi ki: "Az zamanda Edirne'ye dönmek niyetindeyim. Oraya geliniz, imparatoru ve sehre ait bütün hususlari orada bana söyleyiniz. Istenilen her seyi vermeye hazirim." Mehmed bu sözleri ve daha buna benzer tatli sözler söyleyerek bunlara yol verdi. Birkaç gün sonra Bogazi geçip Edirne'ye gelen Mehmed, Karasu civarinda bulunan köylere, sâdik kölelerinden birini göndererek imparator için tahsis olunan iradin (gelirin) verilmesini yasakladi. Bu gelirin tahsiline memur olanlari ve buna nezaret edenleri oradan kovdu. Bu suretle sadece bir sene bu gelir alinmis oldu."

MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen Baturalp; 16 Kasım 2016 17:49 Sebep: sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

19 Şubat 2017 / kompetankedi Osmanlı İmparatorluğu
17 Şubat 2007 / kompetankedi Osmanlı İmparatorluğu
24 Kasım 2007 / kompetankedi Osmanlı İmparatorluğu
26 Kasım 2007 / kompetankedi Osmanlı İmparatorluğu