Arama


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Kasım 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
OLUM, bir canlının doku ve organlarındaki bütün yaşam süreçlerinin kesin olarak sona ermesidir. İnsanda kalp atımlarının, dolaşı­mın ve solunumun durması yüzyıllar boyunca ölümün geleneksel belirtileri sayılagelmiştir. Çünkü solunum ve dolaşım durduğunda do­kulara oksijen gitmeyeceği için bütün organ­lar kısa süre içinde ölür.
Bir insanın yasalar karşısında ölü sayılabil-mesi için, ölüm nedeninin belirtildiği özel bir belgenin (ölüm tutanağının) doktorlarca dü­zenlenip imzalanmış olması gerekir. Hastalık ya da kaza gibi doğal ölümlerde bu belge hemen hazırlanarak, kişinin kayıtlı olduğu nüfus memurluğuna gönderilir. Ama cinayet gibi doğal olmayan ya da kuşkulu görülen ölümlerde, yasalar, bu belge düzenlenmeden önce otopsi yapılarak kesin ölüm nedeninin saptanmasını ve ardından ölüme neden olan kişinin cezalandırılmasını ister.
Bazı durumlarda solunum ve dolaşım sür­düğü için vücut hâlâ canlıdır, ama beyin hiçbir işlevini yerine getiremeyecek biçimde doku yıkımına uğramıştır. "Beyin ölümü" denen bu ileri koma durumundaki hastalar, yapay solu­num makinesi ve kalpakciğer makinesi gibi çağdaş tıp teknikleriyle uzun süre yaşatılabilir. Ne var ki, beyin ve sinir sistemi yıkıma uğradığı için "bitkisel yaşam"a girmiş olan bu kişiler artık hiçbir uyarana tepki veremeyecek ve hiçbir etkinlik gösteremeyecek durumda­dırlar. Gene de, solunum ve dolaşım işlevi makineler aracılığıyla da olsa sürdüğü için, bitkisel yaşama girmiş olan bir kişi yasalar açısından ölü sayılmaz. Bu durumda, beyin dokusunun onarılamayacak biçimde çöktüğü­ne ve kişinin ölü sayılabileceğine karar ver­mek gene doktorlara düşer. Beyin ölümünün kesin ve kalıcı olduğu saptanırsa, dışarıdan oksijen verilerek canlı kalması sağlanan or­ganlar bir başkasına nakledilmek üzere alına­bilir
Doktorlar genellikle çok ağır hasta olan ve iyileşme umudu olmaksızın acı çeken hastala­rı bile yaşatmak için uğraşırlar. Ama, umut­suz durumdaki hastaları zorla yaşatarak acı çekmelerine seyirci kalmaktansa, ölüme terk ederek, hatta bir an önce ölmelerini sağlaya­rak ağrılarından kurtulmalarına yardımcı ol­mak gerektiğini savunanlar da var. "Rahat ölüm" anlamındaki Yunanca bir sözcükten gelen ötanazi terimiyle adlandırılan bu uygu­lama birçok ülkede cinayet suçu olarak yargı­lanır. Üstelik dinlerin çoğunda Tanrı'nın işine karışmak olarak görüldüğü için bağışlanma­yacak bir suçtur. Bu yüzden birçok kişi, son derece güçlü ağrı kesicilerin olduğu çağımızda ötanazi yerine doğal ölümü savunmakta ve ölümü bekleyen umutsuz hastaların son gün­lerini özel bakımevlerinde geçirmelerini daha insanca bulmaktadır.
ÖLÜM CEZASI, yasada belirli olan suçları işleyen kişinin mahkeme tarafından mahkûm edilmesi sonucu, yaşamına son verilmesine denir.
18. yüzyıla kadar insanlar bugünkü ölçülere göre önemsiz sayılabilecek birçok suçtan ötü­rü ölüm cezasına mahkûm edilebiliyorlardı. Mahkûmiyet kararı da hükümlünün atlara çektirilerek parçalanması, suda boğulması, uçuruma atılması, yakılması gibi işkencelerle yerine getiriliyordu.
Bugün ölüm cezası Avrupa ülkelerinden Avusturya, Danimarka, Almanya Federal Cumhuriyeti, İzlanda, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, İsveç, Fransa, İngiltere, Hollanda' da kaldırılmıştır. İtalya ve İspanya gibi bazı ülkelerde yalnızca askeri suçlara ve vatana ihanet suçu işleyenlere ölüm cezası verilmek­tedir. Ölüm cezasını yasalarından kaldırma­yan bazı ülkelerde ise bu ceza uzun zamandır uygulanmamaktadır.
Ölüm cezasına karşı tutumun gelişmesi sonu­cu Avrupa Konseyi'nde ölüm cezasının kaldırıl­masına ilişkin bir protokol kabul edilmiştir.
Yasalarında ölüm cezası bulunan ülkelerde ceza, asmak, elektrik vermek, kafasını kes­mek, öldürücü ilaç şırınga etmek gibi, mahkû­mun en az acı çekeceği yöntemlerle yerine ge­tirilmektedir.
Ölüm cezası konusundaki temel tartışma aslında bunun bir ceza olup olmadığı, dolayı­sıyla gereksiz ve haksız bulunup bulunmadığı noktasındadır. Ölüm cezasına karşı olan gö­rüşe göre, cezanın amacı suçluyu ıslah edip topluma kazandırmaktır. Oysa ölüm cezasın­da bu olanak yoktur. Üstelik ömür boyu hapis cezası da suç işleyen kişiyi benzer bir suç işlemekten alıkoymaktadır. O halde ölüm cezası gereksizdir. Ayrıca, ölüm cezasının öbür insanları suç işlemekten caydırıcı bir işlevi de yoktur. Çünkü insanlar yasalarda ölüm cezasının var olduğunu bildikleri halde bu suçları işlemeye devam etmektedirler. Bu cezanın insanlardaki adalet duygusundan çok, öç alma duygusuna yönelik olduğu da söylen­mektedir. Ölüm cezasının haksız olduğunu düşündüren en güçlü gerekçelerden biri de, yargılamada adli hatanın yapılabilir olması­dır. Suçsuz bir kişiye verilen ölüm cezasının yerine getirilmesi halinde bu hatayı düzeltme olanağı da bulunmamaktadır. Bu görüşe gö­re, uygar dünyada devlet yalnızca özgürlüğü bağlayıcı ceza verebilir; ölüm cezası ise devle­tin tasarlayarak işlediği bir cinayettir.
Ölüm cezasının yanında olan görüşlerde ise bu cezanın caydırıcılık işlevinin bulunduğu ve gerekli olduğu öne sürülmektedir.
Türk hukukunda ölüm cezası Türk Ceza Kanunu, Askeri Ceza Kanunu ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nda belirtilen bazı suçlara karşılık verilebilmektedir. Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun'a göre ölüm cezası mah­kûmun asılması suretiyle yerine getirilir.
Türk hukukuna göre ölüm cezasının yerine getirilebilmesi için kararın mahkeme tarafın­dan verilmesi ve bunun yüksek mahkeme tarafından onaylanması yeterli değildir. Bu kesinleşen kararın ayrıca Türkiye Büyük Mil­let Meclisi tarafından da onaylanması gerekir. 1960'larda ölüm cezasının anayasaya aykırı olduğu yolunda Anayasa Mahkemesi'ne yapı­lan başvuru bu mahkeme tarafından reddedil­miş ve anayasaya uygun bulunmuştur. 1982 Anayasası da ölüm cezasının verilebileceğini hükme bağlamıştır.
Türkiye, Avrupa Konseyi'ne üye olduğu halde, ölüm cezalarının kaldırılmasına ilişkin protokolü onaylamayan tek ülkedir.Siyasi suçlara da ölüm cezasının verilebildi­ği Türkiye'de ölüm cezalarının demokratik yönetimin yürürlükte olduğu dönemlerde uy­gulanmaması yönünde bir eğilim vardır. Ama askeri yönetim dönemlerinde ölüm cezası kararları hem daha çok verilmekte, hem de hızla uygulanmaktadır. Yapılan bir hesapla­maya göre Türkiye'de sivil dönemin bir yılın­da ortalama iki ölüm cezası onaylanmışken, askeri dönemin bir yılında yaklaşık 13 ölüm cezası onaylanmıştır.

ÖLÜM VADİSİ, California'nın güneydoğu­sunda uzun ve dar bir havzadır. Kuzey Ame­rika'nın en kurak bölgesi olan Ölüm Vadisi aynı zamanda batı yarıkürenin en sıcak ve alçak yeridir. Genişliği 6-25 km, uzunluğu yaklaşık 225 km olan bu çorak vadi 1933'ten beri ulusal anıt ilan edilmiştir. Komşu Nevada eyaletine kadar uzanan bölge yaklaşık 7.700 knr'lik bir alanı kaplar.
Vadi batıda Panamint Dağları, doğuda ise Amargosa Sıradağları ile çevrilidir; tabanının yaklaşık 1.425 km2Tik bölümü deniz düzeyi­nin altındadır. Tabanı deniz düzeyinden 86 metre alçakta olan Badwater yakınındaki tuz gölü batı yarıkürenin en alçak noktasıdır.
Yazın gündüzleri sıcaklık gölgede 49°C'ye kadar yükselir. 1913'te Ölüm Vadisi'nde gö­rülen 56,6°C sıcaklık, ABD'de bugüne kadar kaydedilen en yüksek hava sıcaklığıdır. Kışın gündüzleri ılık olan hava, geceleri donma noktasının altına düşebilir. Yıllık yağış yalnız­ca 5 cm dolayındadır.En büyüğü Ubehebe Krateri olan yanardağ konileri, lavları, kumulları, tuz gölcükleri ve kristal görünümündeki tuz oluşumlarıyla Ölüm Vadisi, birbirinden değişik çevre özel­likleriyle çok ilgi çekicidir. Dante's View olarak bilinen doruktan ABD'nin en alçak
kazandı, Mekke'nin sayılan kişileri arasına girdi. İslam'ın ortaya çıkışından sonra uzun süre Hz. Muhammed'e karşı durdu. Hatta İslam tarihçilerine göre sonunda Hz. Muhammed'i öldürmeye karar verdi. Ama bu sırada kız kardeşi ile eniştesinin de Müslüman oldu­ğunu öğrenmesi ve okudukları Kuran ayetle­rini dinlemesi üzerine İslam'ı kabul etti (618). Hz. Ömer'in İslam'ı kabul etmesi Müslüman-lar'a güç kattı. İlk kez onun koruması altında Kabe'de namaz kılabildiler.
Hz. Ömer Hicret'ten (622) sonra bir grup Müslüman'la Medine'ye geldi. Bundan sonra Hz. Muhammed'in bütün savaşlarına katıldı. Peygamberin ölümünden sonra Hz. Ebubekir'in halife seçilmesinde önemli rol oynadı. Hz. Ebubekir de ölmeden önce yerine geçe­cek kişi olarak Hz. Ömer'i önerdi.634'te halife olan Hz. Ömer İslam'ı yayma yolundaki savaşlara hız verdi. Irak ve Suriye İslam egemenliğine girdi. 637'de Kudüs kenti alındı. 637'de Kadisiye'de, 638'de Celula'da Sasani ordusu yenilgiye uğratıldı. 644'te İran' ın önemli bir bölümü ele geçirildi. Batıdanoktasıyla (Badwater yakınları) en yüksek nok­talarından olan Whitney Dağı görülebilir.
İlkbahar yağmurlarıyla birlikte vadi, arala­rında saz, ılgın, kaktüs ve yabanıl çöl çiçekle­rinin de bulunduğu çeşitli çöl bitkileriyle örtülür. Ölüm Vadisi'nde tavşan, kır kurdu ve doru vaşak gibi hayvanların yanı sıra iri boynuzlu koyun yaşar. Vadide terk edilmiş konutlar ve madenci kamplarından başka, Scotty's Castle adı verilen İspanyol yapı tarzında bir de malikâne vardır.
1849'da altın ararken birçok güçlüğü yen­mek zorunda kalan insanlar bu bölgeye Ölüm Vadisi adını vermiştir. Beyazlar gelmeden önce vadide Panamint Yerlileri yaşıyordu.

MxsLabs & TemelBritannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....