prenatal dönem ve bu dönemde işleyen bedensel-zihinsel fonksiyonların etkinliği, innatal olarak kabul edilen yapıları meydana getiren ve bu yapıların gelişimlerini henüz doğum gerçekleşmeden önemli bir olgunluk derecesine getiren bir varoluş tarzına işaret eder. doğuştan (innatus) diye bilinen kabiliyetlerimiz ve onlara tekabül eden kurallar biçiminde tanımlanan kavramsal kategoriler aslında prenatal yaşamdan doğarlar.bundan dolayı, uygun şartlarda geçirilmemiş bir doğumöncesi dönem neticesinde dünyaya "normal" bir birey getirememe ihtimali vardır. böylesi bir durumda normal-dışı olanla kastedilen, patolojik olandır. anne karnındaki doğum-öncesi yaşamda bebeğin ön-varlığı bir ön-ufka kayıtlıdır. bu ön-ufuk dünya üzerinde süren beşeri yaşamın ufkuna analog bir şekilde ele alınabilse de, dünya üzerinde süren bu beşeri yaşam ile bebeğinki birbirinden türce farklıdır.anne karnında yaşayan bebek henüz doğmamış olmasından ötürü hayatını son derece özgün bir tarzda sürmektedir.
geçireceği tüm gelişimi kuvve halinde kendinde barındıran ve mümkün kılan bu çekirdek yaşamın öznesi olarak bebek bir ön-bendir.sahip olduğu duyumlar, sözünü ettiğimiz gibi, ona bir ön-ufukta verilidir. bebeğin duyumlarının korelatı olan bir hyle vardır.ama bu ilk-hyle bebek-özneden açık ve net bir şekilde ayrı düşen bir nesnel kutup değildir henüz. öz-duygulanış(auto-affectif yaşantı) momenti ile duygulandırılış (hetero-affektif yaşantı) momenti arasında bir çakışma bulunmaktadır burada. ama bu hiçbir suretle bebeğin öznelliğinde edim ile edimin içeriği arasında bir ayrım bulunmadığı anlamına gelmez.yönelimselliğin ilk aşamasında bebek, ilişkilendiği bir ben-olmayanı evvela kendisinde bulur. başka bir deyişle, kendi kendisinden etkilenir. yer değiştirme gibi gelişmiş bir devinim tipini önceleyip mümkün kılan prenatal döneme özgü beden devinimleri ve onlara eşlik eden öz-duygu sayesinde bir proprioseptif öz-algısı edinir.tüm bu aşamalardan geçip dünyaya geldiğinde gerekli donanımları çoktan elde etmiş durumdadır ve kendi kendisinin farkında olduğundan, diğer insanlarda kendi benliğini tanımaya, yani başkalarının da kendisi gibi bir öznelliğe ve ondan koparılamaz bir farkındalığa sahip olduğunu idrak etmeye başlar. hem de çok uzun bir zaman diliminin geçmesine ihtiyaç duymadan , neredeyse dolaysızca başlayacaktır bunu yapmaya.
gelişim psikolojisinde prenatal development olarak geçen, sperm ve yumurtanın birleşmesinden bebeğin doğumuna kadar geçen süreçtir. sürecin başlangıcı döllenme*dir. neredeyse nokta büyüklüğünde yumurtayı döllemek için 200 milyon sperm yarışır ve en hızlı olanı, kendisinin 85bin katı büyüklüğündeki yumurtayı döller. aslında döllenmeden önce yumurtaya kadar birçok sperm ulaşır ve spermler yumurtaya nüfuz ettikleri noktaya sindirim enzimi salgılamaya başlayarak yumurtayı kaplayan koruyucu dokuyu parçalamaya başlarlar. yumurta ise burda aktif görev alır, koruyucu dokuyu delerek içeri giren ilk spermden sonra, yumurtanın dış çeperi diğer spermleri bloklayarak giriş yapmalarını engeller. eş zamanlı olarak, parmaklar gibi bir yapıya benzetebileceğimiz uzantılar, başarılı olan spermi içeri çeker. bunun üzerinden yarım gün geçmeden, sperm ve yumurtanın çekirdekleri birleşerek tek olur. doğa en güçlüyü seçere birebir inanma nedeni olmasa da (hız güç müdür diye düşünürsek, ki spermden başka nasıl bi numara bekliyoruz o da tartışılır) sperm bankası, dıştan döllenme gibi konulara biraz şüpheyle bakma sebebi olabilir bittabi bunlar.
bundan sonraki iki haftalık süreçte hızlı hücre bölünmesine giren ve iki haftanın sonunda embiryo*ya dönüşecek olan döllenmiş yumurtaya zigot* deniyor. ilk hafta içinde, yumurta ve spermin çekirdeklerinin birleşmesinden oluşan tek hücre bölünerek çoğalıp 100 hücreye ulaştığında, bu hücreler yapı ve fonksiyonları açısından başkalaşmaya başlarlar. bu sayıya ulaşıncaya kadar birbirinin aynı olan hücreler, farklı görevler alarak "sen beyni, ben kalbi oluşturayım" modunda gelişmeye başlarlar bir başka deyişle. biyoloji kitaplarını incelemedim ama yeni dönem psikolojiye giriş kitaplarının çoğu (amerika'daki yayınlar) "mucize eseri" gibi bir anlatım kullanarak bilimsellikte kırmızı kurdelelik performanslar sergilemektedirler. daha önce okuduğum birkaç yayında, genetik kodda türle ilgili tüm bilgi olduğu için, üremeye ait bilginin de olduğunu okumuştum. bu nedenle mucizevi bir tarafı yok bu işin. ha, o kod nasıl oluşmuş kısmını tartışsın, o ayrı bir konu).
döllenmeden 10 gün sonra, yapı ve fonksiyonları başkalaşmış bu hücreler, annenin rahim duvarına 37 hafta boyunca ayrılmamak üzere tutunmaya başlarlar. zigotun dış tarafına düşen hücreler uterus duvarına tutunup, bebeğin beslenmesini sağlayacak plasentayı oluşturmaya başlarlar. içteki hücrelerse, embiryoyu oluşturur. bu ilk iki hafta sonrasındaki altı haftada (yani döllenmeden sonraki iki haftadan 2 aya ulaşıncaya kadar) gelişmekte olan insan organizmasına embiyo denir. 2 ay sonunda organlar oluşmaya ve fonksiyon göstermeye, kalp atmaya başlar.
9 haftada embiryo insan görünümüne kavuşur ve bu haline fetus denir (latincede yavru, genç olan anlamına geliyormuş). 6. aya gelindiğinde, fetus artık seslere duyarlı hale gelir. rahmin içine mikrofon yerleştirilerek yapılan kayıtlarda, fetusun annenin sesini boğuk da olsa duyduğu sonucuna varılmıştır. hemen doğum sonrasında yapılan çalışmalarda fetusun annenin sesini herhangi başka bir kadın sesine ya da babanın sesine tercih ettiği bulunmuştur (bu tercih çalışmaları özellikle yeni doğanlarda kalp atışı ölçülerek yapılıyor, anne konuşmaya başlayınca yeni doğan bebeğin kalp atışları diğerleri konuşunca ortaya çıkana göre çok daha hızlı). bu konuda cok ilginc hafıza calısmaları da var, mesela 6 aydan sonra hergun teyp kasetinden bir hikaye dinletiliyor. hemen dogduktan sonra aynı kadın sesi farklı hikayeleri ve 6 aydan sonra fetusun dinlediği hikayeleri okuduğunda, daha önce dinletilen hikayede bebeğin kalp atışları hızlanıyor, ki ana karnında hafızanın başlamasına kanıt çalışmalardan biridir.
prenatal devrede gelişimi hem genetik, hem de çevresel faktörler etkiliyor. plasenta anneden fetusa besin ve oksijen aktarırken, zararlı maddelerin geçmemesi için aktif olarak çalışıyor, fakat her maddeyi tutamayabiliyor. teratogen denilen virüs ya da ilaç gibi maddeler bebeğe aktarılabiliyor haliyle. mesela, eğer anne eroin bağımlısıysa, bebeğin de eroin bağımlısı olarak doğması bu nedenledir. ya da anne sigara içiyorsa, fetus da nikotine maruz kaldığı ve henüz gelişmekte olduğundan daha az besin ve oksijen alabileceği gibi, düşük kiloda ya da daha farklı gelişimsel problemlerle doğabiliyor. alkol kullanımıysa daha da riskli, zira alt sınır alkol kullanımı gibi bir şey yok, tek bir kere içilmiş tek bir kadeh bile, fetusun milyonlarca beyin hücresini öldürebiliyor, zira alkol annenin kanından fetusun kanına geçerek, gelişmekte olan ana sinir sistemini felç edebiliyor ve zeka geriliğine kadar birçok anormalliğe sebep olabiliyor. hamileliği sırasında içen her 10 anneden 4'ünün bebeği fetal alcohol syndrome (fas) denen, bebeğin normal ölçülerin altında bir kafa büyüklüğüyle doğmasına sebebiyet verip, zeka geriliğinin bir numaralı sebebi olan bir gelişimsel bozuklukla doğuyor.
tüm bunların dışında, bebeğin gelişimini kötü yönde etkileyen temel nedenlerden biri annenin psikolojik durumu. insanlarla bu konuda deney yapılamadığı için, retrospektif olarak strese maruz kaldığını söyleyen annelerin çocuklarının gelişimlerine bakmak dışında yapılan bir çalışma yok. hamileyken strese maruz bırakılan maymun ve farelerle yapılan deneyler ise, annenin hamilelikte strese maruz kalmasının doğan yavrunun geç gelişen motor hareketler, duygusal hassasiyet, ve hormon dengesizliği gibi bozukluklar gösterdiğine işaret ediyor.