Arama

İletişim Bilimi - Tek Mesaj #3

Rios - avatarı
Rios
Ziyaretçi
20 Kasım 2009       Mesaj #3
Rios - avatarı
Ziyaretçi

İletişim Bilimi

GİRİŞ

Bilim Olarak İletişimin Konusu


İletişimin konusunu açıklamak için Chaffee ve Berber (1986)'nine izleyen tanımını öneriyoruz: "İletişim bilimi üretimleri anlamaya çalışmaktadır. Bu üretimler, kuramsal olarak çözümlenebilir sinyal sistemleri ve simgesel etkilerin işlenmeleriyle meydana gelmektedir. Kuramsal çözümlemeler ise ortak olarak üretilmiş olan olguları açıklamayı amaçlayan genel yasaları içermektedir." Bu tanımın iyi yanı, kişiler arası, kurumsal, örgütsel veya diğer farklı türdeki iletişimsel içerikleri kapsayacak genellikte olmasıdır. Örneğin, geneli ihmal ettiği ve sınırlı düzeyde kaldığı için, bir firma bünyesindeki tek amaçlı iletişim sorunu üzerinde yapılan bir çalışma, iletişim biliminin konusunu teşkil etmez.

İletişim biliminin uygulaması, kavramsal açıklamalarda ve varsayım geliştirmede temel bir araç olduğu için nicel yönteme başvurmayı zorunlu kılmaktadır. Araştırmalarn başlangıçta nicelliğin (örneğin şu veya bu yayını ne kadar zamanda kaç kişi izledi) ihmal edilmesi karakterize etmişse de, nicel araştırmaların pek çok teorik araştırmadan daha geri kaldığı söylenemez (semiyolojik analizler kimi zaman böyledir) Her bilimsel araştırmanın, nitel ve nicel verilerin yanı sıra sağlam bir kurama dayanması gereklidir. iletişim biliminde de bu kural göz ardı edilmiş değildir.

İletişim bilimi, bir toplumun örgütlenme biçimi çerçevesinde, birkaç düzeye ayrılabilen oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. McQuail (1987) bunu, piramit şeklinde öngörüsüyle şöyle açıklamıştır.

Her düzey kendini ve kendinin altındaki düzeyleri kapsamaktadır. Böylece piramidin en yüksek düzeyinde bulunan kitle iletişimi diğer bütün düzeyleri içine almaktadır. Alt düzeylerin tümünü kapsamaktadır. Onların alan ve zamanı içinde yer alan kişilerin tümüyle ilişkilidir. Nitekim kitle iletişimine ilişkin araştırmaların baskınlığı, iletişimsel uygulamalar arasındaki onun hiyerarşik konumunukısmen haklı kılan bir gerekçedir. Kitle iletişimi hem toplumsal yaşamın bütünüyle ilişkilidir. Hem de bireysel ilişkilerde önemli bir yer işgal etmektedir. Bununla birlikte iletişim biliminin konusunu sadece bu düzeyle sınırlandırmak yanlış olacaktır. Zira diğer düzeylerin tümü birlikte bu disiplinin inşasına katkı sağlamaktadır.

Birinci Bölüm


İletişime İlişkin Araştırmaların Tarihi


Varlıklar arası bir sunum olan iletişim, insanlık tarihinin en eski yıllarından bu yana entelektüeller açısından ilginç bir konu olagelmiştir. Bununla birlikte bilimsel inceleme alanı olarak ele alınması çok eski değildir.
A. ÖNCÜLER: ŞIKAGO OKULU
Şikago Okulu; iletişimin sosyal yaşamdaki rolünü belirgin kılarak, toplumsal kurama genel bir yaklaşım geliştirmiştir.
Şikago Okulu'nun bildirisi, birkaç nokta nedeniyle iletişime ilişkin araştırmaları çok fazla ilgilendirmektedir. Birincisi; bireyler arası ilişkiler, betimlemeler, toplumsal etkileşimler üzerine vurgu yaparak araştırmacılar, bilimsel bir yöntem önermektedirler. Böylece, haberleşmeden ibaret iletişime ilişkin eski araştırmaları derleyip toparlamaktadırlar. Kullandıkları yöntem eklektiktir. Ama onu eskiden bilinmeyen bir açılış karakterize etmektedir. Anketler ve istatistiki verilerin ham sonuçları katılmalı gözlemle genişletilmiştir. İkincisi, iletişime ilişkin araştırmalar, toplumbilim uygulamalarının getirilerinden yararlanma fırsatı bulmuştur. Uygulamalı ve kuramsal araştırmaların kaynaştırılması, iletişim bilimlerinin geleceği açısından çok faydalı bir zemin teşkil etmiştir. Üçüncüsü, Şikago Okulu araştırmacıları iletişimi, salt ileti nakli ile sınırlı tutmamışlardır. Onlar iletişimi, sürekliliği olan ve içinde kültürün inşa edildiği simgesel bir süreç gibi kavramışlardır. Sonuçta onlara göre iletişim, siyasette, göreneklerde, törelerde, kurallarda, sanatta, mimaride kendini göstermektedir. Onların anlayışına göre iletişim, kamusal yaşamda merkezi bir yer tutmakta ve tümüyle özel bir gözcü konumunda bulunmaktadır.

19.yy. sonlarından beri, insanların toplumsal konumları içindeki anlamlı değişimleri taşıyan dergi, kitap, gazete gibi yeni kitle iletişim araçlarının yükselişini, toplum bilim araştırmacılarının çoğu görmüştür. Bu yeni medyalar, toplumun geleneksel etkileşim modellerini sadece değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda da bireyin gündelik kavrama biçimini allak bullak eden yeni bir iletişim kurma biçimi getirmiştir. Cooley, bu yeni medyaların yapıp ettiklerini dile getiren, ona göre dört önemli etkileşim ortaya çıkarmıştır. Bunlar anlatım, sürekli kayıt, biz ve yayılım veya halkın tümünü kuşatabilmeyi mümkün kılmadır.

B. TEMELİ ATAN ULULAR


30 ve 50'li yıllar arasında, önemi ile etkileri hiç azalmayan ve çok büyük birer otorite olan dört tane araştırmacı yetişmiştir. Bu ünlü dörtlü, şu isimlerden oluşmaktadır. Matematikçi - toplumbilimci Paul Felix Lazarsfeld, sosyal psikolog Lewin, deneysel psikoloji uzmanı Hovland ve siyaset bilimci Lasswell'dir. Bu isimler iletişim biliminin "temel atan ulu”ları olarak bilinmektedir ve bu alandaki araştırmalarıyla, geçerliliği yıllarca kaybolmayan bir çerçeve çıkartmışlardır.

Lasswell, Şikago Üniversitesi’nde siyasal bilimlere ilişkin incelemeler yaptıktan sonra, Robert E. Park, Anton Carlson, Robert Redfield ve Louis Wirty'lerin ders verdikleri sıralarda, kendini propaganda tekniklerini incelemeye yöneltmiştir. Yapıtı, Dünya Savaşında Propaganda Teknikleri (Propaganda Technique in the World War: 1927), propaganda incelemelerinde yolu açan (pionne) bir çalışma sayılmaktadır. Yapıt, başarıyla kullanılabilecek araçlar ve stratejiler üzerine yönelmiştir. Propagandayı, "göstergesel simgelerin yönlendirmesiyle tutumların topluca işletilmesi" (s.627) olarak tanımlamaktadır. Lasswell, vatan ve ulus bilincinin biçimlenmesinde kitle iletişim araçlarının çok büyük bir rol oynadığını belirtmektedir. Çalışmalarını sosyal psikoloji ve kuramsal matematik bilgisine dayandırmaktadır. Propagandayla ilgili çalışmaları genellikle, iletişimin içeriğine odaklanmıştır ve bunun için iletişimin etkileri ve süreçleri çözümlenerek kavramlaştırılmaktadır. Çalışmalarının başlangıcında, kanaat ve tutumları incelemekte ve onların propagandayla bağlantılarına öncelik vermektedir.

Diğer bir isim, bu dörtlünün arasında, nüfuzu diğerlerinden daha az olmayan sosyal psikolog Kurt Lewin'dir. Alman kökenli bu araştırmacı, Wilhelm Wundt'un yönetimi altındaki Berlin Üniversitesi’nde incelemeler yapmıştır.

Lewin esasen, iletişime ilişkin grup modelleri ve grup iletişimine ilişkin sorunlarla ilgilenmiştir. Grubun karşılıklı etkilerden doğan, daima belirsiz, bağlantıları sayesinde var olan bir varlık olduğunu kavramıştır. " Karşılıklı bağımlılıkları sayesinde kavranan, bir arada yaşama olayının tümünün" ifade edildiği "psikolojik alan" teriminin kaşifidir. Bu kavram, bulundukları konumdan bireyleri kopartmadan incelemeyi kolaylaştırmaktadır. Lewin, doğuştan gelen faktörleri inkar etmez ama o, her şeyden önce etkileşimin, iletişimin ve kişiliğin dinamik sorunlarıyla ilgilenmektedir.

Carl Hovland, Clark Hull yönetiminde, Yale Üniversitesinde deneysel psikoloji ile ilgili incelemeler yaptıktan sonra, iletişime ilişkin araştırmalara yönelmiştir. Savaştan önce, deneysel psikoloji çerçevesinde tutumların oluşmasıyla ilgilenmiştir. Savaş yıllarında, Savaş Departmanının Deneysel İncelemeleri (Etudes Expe­rimentales du Departement de la Guerre)'nin yöneticisi olarak, acemi askerler üzerinde, özellikle filmsel dokumanların etkileri ve ikna mekanizmalarına ilişkin sosyal psikolojik araştırmalara kendini yöneltmiştir. Araştırmaları iknayı odak almaktadır. Birisinin bir şeye inanması için tek yönlü bir argümanın, tek yönlü bir sunumun mu, yoksa hem lehte hem de aleyhte bir sunumun aynı anda verilmesinin mi, sonuç getirdiği sorununu ele almaktadır. Grubu bünyesinde bireylerin kanaatlerindeki değişimi ve değişik argümanlara uymayı incelemektedir.

İletişim araştırmaları bütünü içinde, hiç kuşkusuz ki, en etkili olanı, dörtlünün sonuncusu, Paul Felix Lazarsfeld'tir. Vienne Üniversitesindeki matematiğe ilişkin incelemelerinden sonra Lazarsfeld, iletişimi incelemeye yönelmiş ve toplumbilimsel bir araştırmaya girişmiştir.

Lazarsfeld'in çalışmaları, "Lazarsfeldien Şirket"in sadece yönetimsel yanını gören (sözgelimi Adorno) özellikle Frankfurt Okuluna mensup meslektaşlarının tümü tarafından çok eleştiri görmüştür. Lazarsfeld ise kendi yönteminin tutarlılığına meslektaşlarını inandırmaya çalışmıştır. Çalışmalarını, kuramsal öngörüler ortaya koyabilen ve sözde ticari bir yaklaşım olduğu sav’ı ile savunmaktadır. Ayrıca bu çalışmalar, istatistiki verilere (Şu veya bu yayını kaç kişinin dinlediği) gereğinden fazla gönderme yapmadığını iddia etmektedir.

C. KÖK ATMA DÖNEMİ


İkinci Dünya Savaşı’nda, iletişime ilişkin araştırmalarda patlama yaşanmıştır. incelemelerin çoğu, -propagandanın etkileri, iknanın başarısı ve diğer konularda- savaş esnasında gerçekleştirilmiştir.

Bunun yanı sıra İkinci Dünya Savaşı boyunca, başı radyo çekmek üzere, medyanın kamu nezdindeki kullanıma müsait güçlü rolü ortaya çıkarılmıştır. Böylece, medya ile ilgili araştırmalar yoğunluk kazanmıştır.
İletişime ilişkin incelemeler, bağımsız bir alan olarak kendi yapısını kurdukça, birincil departman olarak kendini konumlandırmıştır.

1.Çatışma ve Uyum


Araştırmacıların çoğu bu donemde, iletişime ilişkin araştırmalar gerçekleştirerek, iletişimsel alanın iletişim bilimi ile kuşatılması gerektiğini kabulde anlaşmışlardır. Sonuçta kendi kendini çekip çeviren bir bilim yaratmak istemektedirler.

Savaştan önce gerçekleştirilen araştırmalar, iletişimin etkilerini, kullanımını, kamuoyu, ikna ve propagandayı içeriyordu. Kısacası konunun politik yönü daha fazlaymış gibi görünüyordu.
Bu dönemde araştırmacılar arasında farklı çatışmalar da ortaya çıkmıştır. Bu ayrışmaya, iletişimin iki büyük okulunun dikkate değer bulguları ve ürettikleri neden olmuştur. Bu anlayış farklılığını; bir yanda Lazarsfeld ve bürosunun etrafındaki "ampirik okul"un, diğer yanda "eleştirel okul"un -"eski" Frankfurt Okulu (Özellikle Horkheimer, Adorno, Marcuse, Fromm) araştırmacılarından mülhem bir araştırma grubu söz konusudur- ürünleri temsil etmektedir.

İlkini, işlevselcilik, pozitivizm, nicel yöntem üzerindeki bir yol karakterize etmektedir. Eleştirel okul mensupları ise iletişimsel eylemi yeniden ele alarak onun toplumsal içeriğini çözümlemeye girişmişlerdir. Bu yönelimin etrafında yer alan araştırmacılara göre, tüm toplumu kuşatan bir kurama sahip olamadıkça iletişim bir anlam ifade etmez. Eleştirel okulun kökeninde Marksist düşüncenin yoğun bir nüfuzu vardır. Üyeleri, iletişimin yoğun olarak işlediği ülkelerin ekonomik, politik ve sosyal içeriği üzerinde özel bir vurgu yapmaktadırlar. Meşgul oldukları sorular şunlardır: "iletişimi kim kontrol ediyor", "niçin", "kimin çıkarlarını koruyor"? Bu sorular, medyayı denetleyen kurumlarla medya sahipliğini içermektedir. Bu okulun savunucuları, ampirik okulun yönetimsel yanını tasvip etmemektedirler. Kültürel ve tarihi içeriği ihmal etmekle, iletişime gereğinden fazla önem vermekle onu suçlamaktadırlar. Onlara göre ampirik okul mensupları, nesnellik konusunda titiz davranırken, hiç bir nesnel veriye dayanmadan, saf kuramsal çalışmaları reddetmektedirler.

2. Çalışmalar


Bu bilimin kök atmasına katkı sağlayan en önemli eserler; Lazarsfeld, Berelson ve Gaudet'nin Kamusal Tercih (The People's Choice 1944), Merton'un Nüfuz Yapıları (Patterns of Influence 1949) ve Lazarsfeld ve Katz'ın Kişisel Nüfuz (Personal Influence)'dur.
The People's Choice : Bu inceleme demokrat aday Roosevelt'in, Cumhuriyetçi aday Wilkie'ye karsı 1940 başkanlık seçimlerinde yürüttüğü seçim kampanyası esnasında kaleme alınmıştır. Araştırmacılar seçmenlerin tercih etme kararını etkileyen farklı etkenleri nesnel olarak tanımlamaya çalışmışlardır.

Araştırmacılar özellikle radyo ve diğer medya kanallarına araştırmalarını odaklamışlardır. Televizyonun yaygınlaşmasından önce araştırma gerçekleştirildiği için kampanyada radyo çok önemli bir yer tutmuştur. Kampanyada, beklentinin aksine, seçmenin oy verme niyeti üzerinde medyanın pek az etkili olduğu görülmüştür.

İzleyen yıllar içinde, bu sonuçları teyid eden birçok araştırmanın ufkunu açması Kamusal Tercih (People's Choice)'in en önemli başarısı olarak kabul edilebilir.

Bir topluluktaki etki modellerini tanıtmayı amaçlayan Robert Merton tarafından yürütülmüş bir araştırma : Başlangıçta, okurların elinin altındaki haftalık bir dergi tarafından ifa edilen işlevin incelenmesi söz konusudur. Oysa ki bu haftalıklardan, okurların, yaşadıkları kente göre, çok farklı biçimlerde yararlandıkları görülmüştür. Araştırmacılar yoğun mülakatları esnasında, kitle iletişimi ve kanaat önderleri arasındaki bağla, onlara ilişkin bilinenleri genişleten şaşırtıcı bir bulgu yakalamışlardır. Nüfuzlu kişilerin isimleri belirlensin diye Merton, belirli sayıdaki sorularla, bir öğüt veya bir bilgi elde etmek için, hangi insana başvurulduğunu mülakatta isimlendirerek sorgulamışlardır.

Sonuçta "nüfuzlu" kavramının önemli bir ayırt ediciliğinin olmadığı görülmüştür. Zira, nüfuzun farklı tipleri görülmüştür. Titizlikle incelenen toplulukta iki tür lider tespit edilmiştir: Bunlar "yerel lider" ve "evrensel lider"dir. İlki, esas itibariyle yerel sorunlarla ilgilenmektedir. İkincisine gelince, o da dışsal sorunlarda uzman kabul edilmektedir. İki lider tipi, farklı medya kullanımına göre bir tavır belirlemektedir. Şayet her ikisi de medya tüketicisi ise evrensel olanı genelde ulusal iletişim araçlarının ürünleriyle ilgilenirken, diğeri özellikle yerel kitle iletişim araçlarının üretimlerini tüketmektedir.

Sonuç olarak araştırmacılar, iletişimsel liderlerin tavırlarının ilgi merkezlerine göre değiştiği, aynı kişilerin tüm alan içinde nüfuzlu sayılmadığı kanısına ulaşmışlardır.

Araştırmacılar; pazarlama, moda, kamu ile ilgili işler-sorunlar ve sinema olmak üzere dört farklı alandaki karar alma düzeyini medyanın etkilemesi esnasındaki kişisel nüfuzun rolü ile ilgilenmişlerdir. Kadınların karar almasında, kişisel bağın, medyadan daha fazla rol oynadığı açıkça görülmüştür. Ayrıca tanıdıkları kişilere bir yabancıdan daha fazla güvenmektedirler. Sonuçta bireyler arası bağlar sayesinde lider, niyeti açıkça belli olmasa da amacına (ikna etme) ulaşabilmektedir. Sadece ne söylediği ile değil, aynı zamanda söylenme biçimiyle birlikte, bireyler arası iletişimde nüfuz araya girdiği zaman, kitle iletişiminde içerik, esaslı bir role sahip olmaktadır.

D. GÜNÜMÜZ


Bugünkü iletişim bilimini; coğrafi alanın genişlemesi, kuramsal bölünme, yöntemlerde, kavramlarda, düşüncede muhteşem bir kaynaşma karakterize etmektedir.

60'lı yılların başında, dikkate değer incelemelerin öne çıkmasına rağmen, iletişimin bütün düzeylerine oldukça ciddi bir belirsizlik egemendir. Bu belirsizlik, izlenen yöntemlerdeki içerik düzeyine açıklık kazandırmıştır. Bununla birlikte araştırmacılar arasında iletişimi daha eksiksiz kavrama gereksinimi hissedilmiştir. Davranışçı yaklaşım, tarihi ve kültürel araştırmalara yer açarak, yavaş yavaş geri çekilmiştir. Kuramsal içerik gereksinimine ilişkin sunumlarla birlikte, revizyonist incelemelerin çözümlemelerinin geçmişteki boşluğu kapatmaya başladığı görülmüştür. Bu yeni acil gereksinimi karşılamak için, üniversiteler, git gide daha fazla, iletişim programlarıyla, dünyanın her yerindeki araştırmacıların katkı ve bilgilerini ortaya koyma fırsatı buldukları bilimsel dergileri kamuya sunmaya başlamışlardır.

E. FARKLI YÖNELİMLER


İletişim bilimi başlangıçta, ampirik ve eleştirel olmak üzere iki okul etrafında ayrışmış, 60'lı yıllar boyunca, ilkesel farklılıklarıyla bilinmişse de, iletişim manzarası çok daha renklidir.

Ekonomi politik bakış açısı etrafında yer alan araştırmacılar özellikle ekonomik yapı üzerine vurgu yaparak, medyanın etkileme tarzı ve medyayı tekelde bulundurmanın yapısal analizi üzerine çabalarını odaklamışlardır. Kaygılarının bağrında toplumsal denetim yer almaktadır ama düzenden ziyade değişimle ilgilenmektedirler.

Hegemonik yaklaşım öncekilerden çok fazla uzaklaşmamıştır. Bu araştırmacılar, çeşitli analizleriyle, ekonomik faktöre ideolojik faktörden daha az vurgu yapmaktadırlar. Varlığını sürdüren işleyiş ve söylem biçimleriyle ilgilenmektedirler.

Kültürel emperyalizm ve kültürel kuram da aynı şekilde eleştirel okulun kaynağından beslenmektedir. Birmingham Üniversitesi’nde biçimlenen ilki (Karşılaştırmalı Kültürel Çalışmalar Merkezi), apayrı bir alan gibi kültürel alanı ayırmak yerine, bütün olanı çözümlemeyi üstlenerek, kültürel deneyimlerin bütünü içindeki popüler kültür göstergelerini açıklamaya girişmiştir. Kültür emperyalizmine gelince, çok etkili olan bu yönelimin etrafında bulunan araştırmacılar, batılı ülkelerin, kitle iletişim ürünlerini, gelişmekte olan ülkelere fidelemelerine (transplantation) ilişkin kültürel emperyalizmden bahsetmektedirler. Bölgesel doğayı kirleten kapitalizmin değerlerinin, ileti nakli ile sömürge ülkelerine benimsetildiğini düşünmektedirler.

Kullanım ve doyum etiketiyle, medya kullanımına ilişkin araştırma yapan araştırmacıların bir kısmı çok önemli bir gözlemde bulunmuşlardır. Bu yönelim medyanın onlara ne verdiğinden ziyade, dinleyici-izleyici-okuyucu üyelerinin medyada ne bulduğunu araştırmıştır.

Kültür kuramı, bireylerin toplumu etkilemesiyle (muhtemel), kitle iletişim içeriği arasındaki bağı ele almaktadır. İşlevselci bir bakış açısıyla, televizyon başta olmak üzere, medya etkilerini ve içeriği ele alınmaya çalışılmaktadır. Araştırmacıların temel öngörüsüne göre, gerçekliğe karşı televizyon, dinleyicinin muhakeme ve yaratıcılığını yanıltmaktadır.
Bağımlılık. Kuramı, bireylerin hangi koşullarda kitle iletişiminin bağımlısı haline geldiğini açıklamayı deneyen toplumbilimsel bir yaklaşımdır. Bu yönelimin etrafında toplanan kuramcılar, medya sistemleri ile diğer sosyal sistemler arasında artan karşılıklı bağımlılığın altını çizmektedirler.

Teknolojik belirlenimcilik, diğer bakış açıları arasında, tümüyle özgün bir yaklaşımı temsil etmektedir. "Bağlantıları olmayan" bir kuram söz konusudur. İki okulun da alanına girmeyen özgün bir bakış, açısı önermektedir. Bu kuramın temelinde Harold Innis ve M.McLuhan'in çalışmaları yer almaktadır. Bu araştırmacılar tüm toplumsal örgütlenme ve iletişim sürecinde medyanın anlamlı bir rolü olduğuna atıf yapmaktadırlar. Analizlerinde, her aşamada baskın olarak, medyanın kullandığı teknolojiye odaklanmaktadırlar.

Diğer bir yaklaşım, aynı kaygıyla, suskunluk sarmalı adı ile bilinen, medyanın kamuoyu üzerindeki uzun sureli rolünü çözümlemektedir. Mucidi, Noelle­ Neumann, bireylerin bir çoğunun dışlanma va da herkesten biri sayılmama (impopulaire) korkusuyla, çoğunluğun kanaatlerini izledikleri veya başkalarının görüşlerini kabul ediyor göründükleri varsayımını ortaya atmıştır. Noelle-Neumann göre, kamusal bilgilenmede, başvurulan ana kaynağın inşa ettiği kadarıyla, bu süreç içinde medya, anlamlı bir rol oynamaktadır.

A. Moles’in Kültürlenim Modeli


Moles’e göre medya, kitle kültüründe sınırsız bir rol oynamaktadır. Gerçekten de bunlar kültürle iletişimin esaslı araçlarıdır.

İkinci Bölüm


ÇEŞİTLİ YAKLAŞIMLAR

  1. SİBERNETİK
Sibernatik yaklaşım esas itibariyle makine ve canlı organizmalardaki düzeni incelemektedir.

Wiener, ikinci dünya savaşı esnasında, namludaki merminin hareketini inceleyerek, tepki veya feedback ilkesini bulgulamıştır. Bu araştırmaların ulaştığı bulgulardan sonra, makineler ve hayvanlardaki iletişimin denetimini inceleyecek bir bilim tasarlamıştır. “Dümen” veya “kılavuz” anlamına gelen Yunanca “gubernetes” sözcüğünden sibernetik terimi türetilmiştir.

Wiener'in öğrencisi Shannon da iletişimin matematiksel kuramını hazırlamaya çalışmaktadır. Wiener'in dairevi modelini ıskalayan çizgisel bir model önermektedir. Model bilgi kaynağından alıcıya giden çizgisel bir yol olarak sergilenmektedir.

İleti, verici ve alıcı olan iki baş oyuncu arasında çizgisel bir biçimde dolaşmaktadır.
Shannon, alanla veren arasındaki iletide bozulmalara neden olan gürültü kaynağının altını çizmektedir.
Shannon'un kitabi, bilgi kuramı geliştirmeye girişmektedir. Bilgi, sibernetik için temel bir kavramdır. Fakat burada, haber gibi işlenmiş bir bilgi değil, daha ziyade istatistiksel bir veri söz konusudur.
  1. ANTROPOLOJİ

Gregory Bateson, Ray Birdwhistell ve Edward T. Hall özellikle proxemik (kişiler arası alana ilişkin), kinesik (vücut dili), dilbilim gibi farklı deneyimlere dayandırdıkları, iletişimin genel bir kuramını formüle etmeye çalışmışlardır. Mühendislerin işine yarayan Shannon'un kuramının geçerliliğini kabul eden bu araştırmalar, insan bilimleri açısından bu kuramın operasyonel geçerliliğine karşı çıkmıştır. Onlara göre, insan bilimlerindeki elverişli bir modelin iletişim surecini çözümlemesi, incelemesi ve betimlemesi gerekmektedir. Onların genel düşünme tarzı, naturalistik bir pozisyona dayanmaktadır. Onlar için iletişim iki muhatap arasındaki sözel iletişimle sınırlı değildir. Bütün gönüllü ve gönülsüz davranışların, tüm el kol hareketlerinin, bedensel davranışların özel bir rol oynadığı, çok daha karmaşık bir süreç söz konusudur. Her saf kültürde bir davranış kodunun bulunduğu ileri sürülmektedir. Tüm insan etkinliği, kültürel olarak tanımlanmış bu koda göre düzenlenmektedir. Kuramlarını şu sözlerle açıklamaktadırlar. "İletişimsizlik olanaksızdır." Bir başka ifadeyle, bu araştırmacılar için iletişim, çeşitli davranış modlarını kapsayan bir toplumsal surecin tümünün bileşimidir. Bunlar; sözler, el kol hareketleri, yüz hareketleri, bakışlar, bireysel alemdir. (…)
  1. PSİKOLOJİ

1. Psikoterapi


Watzlawick etrafında toplanan ruh hekimleri sistem kuramı ile ilgili iletişim alanını zenginleştirmişlerdir.
Watzlawick insan iletişiminin Kayıt ve Metin Seçkisi (An Anthology of Human Communication Text and Tape, 1964) isimli çalışmasında -ruhsal tedaviye ilişkin mülakat ve kayıtları kapsamaktadır.

Don Jackson ve Janet Beavin'le birlikte; hasta ve doktor, karı ve koca, anne ve oğul arasındaki etkileşim sistemini belirli bir atıf çerçevesine bağlı olarak, iletişime ilişkin bir düşünce ortaya koymaya girişmektedirler. İletişimin Mantığı (1972) başlığı ile Fransızca yayınlanmış çalışmaları Bateson'un düşüncelerine dayanmaktadır ama gerçekte ondan oldukça uzaklaşmaktadır. Sistem kuramı ve sibernetik üzerinde yoğunlaşarak belirli bazı yeni düşünceceler ortaya koymayı başarmaktadırlar. insansal iletişimin pragmatik etkileriyle ilgilenmekte, şu veya bu biçimdeki karmaşık insan davranışını daha açık olarak anlamaya çalışmaktadırlar. Ailevi tedavi biçiminin en etkili muayene olduğunu göstermeye girişmektedirler. Bunun için, konuşmaları, belirli konular etrafında örgütleyerek sistematize etmeyi denemektedirler. Aile kurallarla yönetilen bir sistemdir. Sosyolojik anlamda bir aile söz konusu olmamakla birlikte, hasta sayılanın başka üyelerle ilişkisi bulunmaktadır. Dinamik etkilerin her bir oyunu ile sürdürülen, içsel çevrenin nisbi direncinin kast edildiği, ailevi dengelenim terimini ortaya koymuşlardır. Bu araştırmacılar için sistem, parçalarının toplamına indirgenemez. Ama karı - koca, anne - çocuk v.s. gibi referans çerçevesinin dışına da taşmaz. Bu sınırların dışındaki iletişimden söz edilmez. iletişim kuramının bakış noktasının birini kapalı bir bilgi sistemi olan ailevi etkileşim temsil etmektedir. (…)

Watzlawick ve meslektaşları, durum değişimine ilişkin iki çıkış yolunu şöyle açıklamaktadırlar. (1) Bir sistemin içsel biçimlenmesine bağlı olan değişim. (2) sistemi dönüştüren değişim. Bu iki durumda, etkili değişim, yeni bir sistemin parçalarının örgütlenmesine dayanmaktadır. Böylece durum, çerçeve içine alınarak "başka bir gerçeklik" yaratılmaktadır. Bu, özellikle ruhsal tedavi çerçevesindeki bir etkililiği göstermektedir. Watzlawick ve meslektaşlarınca kullanılan tedavinin amacı, sorunlarının derinindeki kökleri kavrattırmadan, hastanın bakış noktasını değiştirmektir.

2. Etkileşim


Goffman tüm etkileşimlerin arasında, toplumsal etkileşimin iletken düğümleri gibi varsaydığı bireylerin gündelik güreşmelerine odaklanmaktadır. Ona göre bu gündelik görüşmeler esnasında en zengin toplumsal sırlar açıklanmaktadır. Dünyayı, toplumsal rollerin dağıtıldığı bir tiyatroya benzetmektedir. Gündelik toplumsal yaşamın rituellerini çözümleyerek, tesadüfi karşılaşmalarla bireyin kendini zaman ve mekan içinde konumlandırdığını saptamayı başarmıştır. Her bireyin, toplumsal ilişkileri esnasında, mekan içinde, çeşitli biçimlerde konumlandığına dikkat çekmektedir.
  1. GÖSTERGEBİLİM VE YAPISALCILIK

Yapısalcılık, yapısal antropolojinin birkaç çalışmasını bir araya getirmiş ve Ferdinand de Saussure'ün dilbilimini geliştirmiştir. Dilbilim temelde iki nokta üzerinde farklılaşmaktadır. Öncelikle sadece sözel dille sınırlı değildir. Dilin mümessili, özelliklere sahip olan işaretler sisteminin tümünü kapsamaktadır. Ayrıca dikkatini, göstergeler sisteminden ziyade, gösterge öğelerine odaklamaktadır. Göstergebilim veya "göstergelerin genel bilimi" bir yandan Amerikalı filozof Charles Sanders Peirce'in çalışmalarından, öte yandan, dilbilimin sadece bir parçası olamayacağını, göstergebilim veya göstergelerin genel bir biliminin olduğunu ileri suren İsviçre'li dilbilimci Ferdinand de Sassure'ün eserinden beslenmektedir. Bu sonuncusu, gösterge sisteminin tüm nesnesi adına, bağımsız bir öze sahip olduğunu öngörmektedir. Bu disiplinin can alıcı noktasında göstergeler bulunmaktadır. Gösterge bilim sadece sözel göstergelerle sınırlandırılmaksızın, göstergelerin doğasını açımlamayı sağlamaktadır. Amacı gösterge sisteminin arka planındaki gizli kalan işareti açıklamaktır.
Saussure'e göre gösterge, gösteren ve gösterilen şeklinde ifade edilebilecek somut olarak görülemeyen, parçalanamaz iki parçanın bütünleştiği bir gösterge elemanıdır.

Gösterge Biliminin Unsurları


Saussure, dilbilim işaretlerinin keyfi doğasının altını çizmektedir. Yani, gösterenle gösterilen arasında açık bir "benzeşme" ilişkisi yoktur. Düşünceyle hecelenmiş sesler arasında hiçbir ilişki olmayabilir. Seslerin düşünceyle doğal bağı yoktur ve kurumlardan doğmaktadır. Örneğin inek sözcüğü bir ineği temsil etmemektedir.

Göstergebilimciler için iletişim, iletilere ilişkin anlam üretimidir. Anlam, durağan bir kavram değil, özne ve nesne arasındaki işaret alış verişi ile gerçekleşen etkileşimin dinamik sonucu olan aktif bir süreçtir. Göstergebilim, dilin sahip olduğu her metin kategorisinin -edebiyata, sinema filmine, tiyatroya ilişkin ­şifresini açımlamaya çalıştığını ileri sürmektedir. Onlar için göstergebilimsel çözümleme, edebiyatçılar ve sanatçıların açık niyetleriyle, istenmeden söylenen veya (gizlenen) anlatımlarının gerçekliğine ulaşma imkanı doğurmaktadır. Aynı zamanda özel kültür üretimlerinin gösterenler kadar gösterilenlere de sahip olduğunun altını çizmektedirler.

Barthes, kuramının kalbinde "iki tarzlı anlatım" bulunmaktadır. Birincisi dışsal gerçekliği işaret eden, gösteren ile gösterilen arasında kurulan ilişkiyi içermektedir. Bu tarz düz anlam (denotation) şeklinde adlandırılmaktadır. Barthes'e göre düz anlam, işaret edilen olayın anlamını yansıtmaktadır. Bu herkes için net olan, değişmeyen bir anlamdır. Sembolik bir derecesi bulunmaktadır. Yani sunulanın ötesinde, canlandırılan görüntüyü yansıtmaktadır.

Claude Levi-Strauss toplumu, birbiriyle iletişim kuran bireylerin bütünü gibi kavramaktadır. Toplumsal görünümlerin ardında gizlenen kodların şifresini çözümlemeye antropolojinin dikkatini yöneltmiştir.

Roman Jacobson daha sonra, Levi-Strauss'un telkinlerine dayanarak, iletileri üç bolümde incelemeyi önermektedir. İletiler üç çerçevede toplanmaktadır. En dar çerçeve dilbilimdir. Dilbilim sözel iletilerin iletişimiyle sınırlıdır. Onu izleyen çerçeve gösterge bilimin alanıdır. Üçüncüsü ise ekonomi, toplum bilim ve toplumsal antropolojinin kaynaştığı iletişimi içeren bilimdir.

Nihayet Umberto Eco kültürün genel bir kuramı olarak ifadelendirdiği göstergebilimin bütünsel bir kuramını hazırlamaya çalışmaktadır. Ona göre, kültürü, "anlatım sistemlerinin odaklandığı iletişim olayı" olarak incelemek gerek­mektedir.

Üçüncü Bölüm


İLETİŞİM SÜRECİ


"İletişim" terimi genellikle güç, denetim, nüfuz, ilişki, değişim, iletme v.b.'ni gelişigüzel belirtmek için her yerde kullanılmaktadır. Aynı zamanda da iletişim bir süreç olarak ihmal edilmiştir.

Bu terimin etrafında bir karışıklık varsa bunun nedeni, belki de, tüm iletişimin sonuç olarak bir alıcı ile bir verici arasındaki bireysel etkiye indirgenmiş olmasıdır. Oysa bu küçültme, toplumsal bir süreç olarak iletişimin en önemli özelliklerini ihmal etmiştir. Kuşkusuz yönetimlerin veya toplumsal tarafların etkileşiminde, bir örgütün, bir grubun içsel alışverişi veya iki birey arasındaki yalın etkileşimde de, iletişim eyleminin benzer özelliklerine rastlamak mümkündür. Tüm bunların ortak paydası, her düzeyin kökünde bulunan paylaşma, ortaklaşmadır.

A.İLETİŞİM ETKİNLİĞİ İÇİNDE BİREY


İletişim etkinliğinde birey merkezi bir yer işgal etmektedir.
Kuramcıların çok büyük bir çoğunluğu, bireysel tercihlerin, eylemde öznenin "niyeti"nin önemini kabul etmektedirler. Ancak gittikçe artan sayıdaki araştırmacı, iletişim eyleminde bireylerin kesinlikle rol oynadıkları hususundan kuşku duymaya başlamışlardır. Özellikle iletişimin toplumsal özündeki doğaya dikkatleri çekmekte ve bireylerin aleyhinde oluşan farklı grup ve ilişkileri çözümlemeye odaklanmaktadırlar.

1.Kişilik (caractere) Yaklaşımı


İnsan genellikle değişen durumlara kolayca uyarlanamayan, nispeten belirli bir derecede durağanlığa eğilimli bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Bu eğilim temel veri olarak kabul edilmektedir.

İletişim eyleminde vericinin gönderdiği iletiye alıcının az veya çok bir tepkisi olduğu öngörülmektedir. Bu yaklaşım toplumsal davranışa ilişkin öngörüde bulunmak için genellikle faydalanılmakla birlikte, ihtiyatla karşılamak ve sınırlarını bilmek gerekmektedir. İkna konusuna ilişkin gerçekleştirilmiş incelemeler bu alana girmektedir.

2.Bilişsel Yaklaşım


Psikolojik süreç üzerine vurgu yapan bu yaklaşım, iletişimde, iletilerin üretimi ve yorumlanmasını ele almaktadır. Araştırmacılar bireysel farklılıklardan hareket etmektedir ama bilişsel yapıya bağlı farklılıkları vurgulamakta ve bu farklılıklara göre bireylerin iletilere karşı tepkilerini belirgin kılmaya çalışmaktadırlar. Yani "objektif' bir iletiye öznenin "sübjektif' tepki verdiği öngörülmektedir.

Bilişsel sistemin esas itibariyle iki bileşene dayandığı söylenebilir: Bilişsel (cognitifs) süreç ve kavrayışsal (connaissance) yapı. Bilişsel süreç, farklı çözümler arasında seçime zorlandığı andaki kavrayışın hatırlanması, belleğin depolanması, özel bir görüntü üzerine odaklanma v.s. gibi bilgilere ilişkin gerçekleştirilmiş işlemlerdir. Kavrayışsal yapılar, dünya ile ilgili bilgilerle organize olmaktadır. Bu iki bileşimi bir arada düşünmek gerekir. Zira birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar.

3. Söylemin İşlenmesi


İletişimin temeli iletilerse, onları nakleden aygıtların kavranması da onlar kadar önemlidir.
İletinin etkisi alıcının gösterdiği ilgi ve dikkat düzeyine dayanmaktadır.
Söylemin işlenmesinde en fazla incelenmiş süreçler, özümleme (integration) ve çıkarımsama (inference) dır. Birincisi kavramayla veya bir metnin unsurlarının sindirilmesiyle ilişkilidir. İkincisi ise söylemi anlatan göstergeleri açığa çıkaran bilgi ikmali sureciyle ilişkilidir. Geri çağırma (Faire-appel) ve depolama (stockage) olayını belirleme biçimini ayrı firma güçlüğüne rağmen, bellek, önemli bir yer işgal etmektedir. Önceki kavramanın üç süreçte belirlendiği görünmektedir: özümleme, çıkarımsama ve belleğe kaydetme.

B. BİREYLER ARASI İLETİŞİM


Kişiler arası iletişim tüm insan iletişiminin temelidir.

Bireyler Arası İletişimin Tanımı


Kişiler arası iletişim fizikman hazır olunduğu zaman partnerlerin her birinin davranışları üzerinde karşılıklı bir nüfuzun gerçekleştirildiği etkileşimi kapsamaktadır. Kişiler arası iletişimin etkileşimsel özelliği, kişilerin bireyler arası iletişimle, karşılıklı davranışları üzerine etki yaptığını anlatmaktadır. "Yüz yüze" iletişim için bu zorunlu bir koşuldur. Etkileşimin olduğu her karşılaşma, partnerlerin güveni veya yakınlığı, bilgi alış verişi tipinden farklı olarak kişiler arası iletişimin kapsamına girmektedir. Kişiler arasında en sık kullanılan iletişim aracının konuşma olduğu doğruysa, mümkün iletişim biçimlerini dile indirgemek yanlış olacaktır. Gülmek, jestler, mimikler, bedensel ifadeler, sessizlik, iletişim kurmaya yarayan diğer araçlardır.

2. Etkileşim Modelleri


Kişiler arası iletişim, iletişimsel etkinlikle bireylerin birbirlerini doğrudan etkiledikleri vasıtayı göstermektedir. Gerçekten de kişiler arası iletişim her şeyden önce, bireylerin yararlandığı iletişim araçlarını kapsamaktadır. Bu davranışların karşılıklı olarak uyarlanmasını içermektedir. Her kişi diğerinin davranışına uymayı dener ya da uyar. Bir konuşma esnasında ortaya konulmuş bir iletiye uyum söz konusudur. Bu durumda iletinin kavranması esastır. Sözel bir iletişim sırasında bireylerin davranışları nispeten daha tutarlıdır. Bununla birlikte uyum sadece sözel davranışı içermemektedir. Aynı zamanda bilinçli veya bilinçsiz olarak yapılan jestleri, mimikleri de kapsamaktadır.

3. Bireyler Arası İletişimde Davranış


a) Sözel İletişim


Etkileşimlerimizin çoğu konuşmadaki sözlerle gerçekleşmektedir. Dil toplumsal yaşamın temelidir. İnformel konuşma günlük yaşamda önemli bir yer tutmaktadır. Konuşmaya ilişkin incelemeler etno-metodolojinin temellerini atan Garfinkel'in çalışmasından çok etkilenmiştir. Etno-metodolojinin hedefi, günlük etkinliklerin bir anlamı olduğunun altını çizmek ve olağanüstü olaylara gösterilen duyarlılığın aynısının sıradan olaylara da gösterilmesini sağlamaktır. ­İnsan varlığı daima söyledikleri ve yaptıklarına bir anlam yakıştırmaya çalışmaktadır.
Ortaya konulmuş bir işareti anlamak için iletişim eyleminin içeriğini kavramak gerekmektedir. Böylece aynı ileti farklı bağlamlarda söylenmesine göre farklı bir işaret taşıyabilmektedir.

b) Sözel Olmayan İletişim


Toplumsal etkileşimlerin büyük bir bölümü, sözel olmayan iletişimin kapsamına girmektedir. Bunlar beden hareketleri, jestler veya mimiklerle gerçekleştirilen bilgi alışverişleridir. Sözel olmayan iletişimin özelliklerinden biri aracısız olmasıdır. Verici bireyin anlık heyecanlarını yansıtmaktadır. Sadece yayınladıkları esnada anlamlıdırlar. Yüzle ilgili sunum, sözel olmayan iletişime ilişkin araştırmaların büyük bir kısmını teşkil etmektedir. Gözlerin hareketleri, kırpma, ağzın yapısı, yüz buruşturma v.s. yüzün sunumlarını belirleyen elemanlardır ve bileşimlerinin bir tur "kural"ını elde etme imkanı sunmaktadır.

4. Rastlantılar


Rastlantılar alışılagelen, düzenli ve aracısız beliriveren etkileşimler olarak kabul edilebilir. Rastlantılarda yüzün sunumu, vücudun duruşu ve boşluktaki konum dikkate alınmaktadır. Bireyler, toplumsal konumlarına uyum kaygısıyla, yoğun olmayan etkileşimlerinde, başkalarıyla birlikte güdülenmektedirler. Bu etkileşim bireylerin, doğrudan iletişim kurmaksızın, başkalarına karşılıklı olarak bilinçsizce katıldığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu durum genellikle sokakta veya bir tiyatro gibi daha ziyade gençlerin bulunduğu yerlerde görülmektedir. Böyle durumlarda insanlar birbirleriyle konuşmasalar bile bir araya toplanmakta, sözel olmayan bir iletişim içinde birbirlerine bağlanmaktadırlar.

5. Grup İçi İletişim


Grup içi iletişim birbirlerine ileti gönderen ve birbirlerinin iletilerini kabul eden belirli sayıdaki kişi arasında sürdürülen iletişimdir. Her kişi, en yalnızı bile iletişim ağı ile örülü bir alemde yaşamakta ve çok sayıda bireye bağlı bulunmaktadır. Bu ilişkiler kişisel ağlarla inşa edilmektedir ve insanlar arasında yerleşik, dolaylı ve dolaysız bağların bütünü bu ilişkileri oluşturmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 17:56