• TARİH.
İ.Ö. 658'e doğru Byzantion Megara kolonisi daha önce, Bosporos’un en eski halklarından biri olan Traklar tarafından işgal edilmiş bir bölgeye kurulmuştu. Tahkim edilen site, MakedonyalI Philippos ll’nin (İ.Ö. 340), Galyalılar'ın (İ.Ö. 279) ve Septimius Severus'un (İ.S. 196) saldırısına uğradı. Septimius Severus önce sitenin surlarını yıktırdı, daha sonra yeniden yaptırarak, büyüttü ve güzelleştirdi, siteye Augusta Antonina adını verdi. Licinius’ un eline geçen sitenin surları bir süre sonra yeniden yıktırıldı. Ancak Constantinus sitenin stratejik önemini kavrayarak başkent yapmaya karar verdi. Bu seçimin birçok nedeni vardı bir yarımadanın ucuna kurulmuş olan site kolayca tahkim edilebilirdi, eşsiz bir yapıdaydı, sahip olduğu 7 km uzunluğundaki Haliç’in düşman geçişelrine müsaitti.
Akdeniz'e kadar uzanan kıyı boyunu ve hacılarla orduların kullandıkları Avrupa'yı Asya'ya bağlayan yollan kontrolü altında tutan olağanüstü stratejik bir konuma sahipti ancak en önemlisi IV. yy. başlarında Tuna (Sarmatlar ve Gotlar) ve Fırat (Parthlar) boyu başta olmak üzere imparatorluk sınırlarının, akıncı halkların ciddi tehdidi altında olması ve imparatorla hükümet organlarının bu duruma karşı önlem almak zorunda olmalarıydı."Yeni Roma" (Konstantinopolis, İstanbul) 324-336 yılları arasında inşa edildi. 11 mayıs 330'da kırk gün sürecek şenliklerle resmi açılışı yapıldı ve siyasal otoriteler kente yerleşti.

Kent, çok kısa bir süre içinde imparatorluk etkinliklerinin başlıca merkezi haline geldi. Bizans'ın siyasal (V. yy.'dan başlayarak imparator sürekli olarak burada oturdu), dinsel (patriklik merkezi buradaydı), düşünsel (Constantinus 330'da Capitolium'da bir üniversite kurdu) ve iktisadi merkezi İstanbul, imparator ve patriğin iktidarı denetlemek amacıyla giriştikleri birçok çekişmeye sahne oldu. Naiplik dönemlerinde etkin bir rol oynayan patrik, tanrıbilimsel tartışmalarda çok etkili ruhban sınıfı (Lykos vadisinde birçok manastır vardı) ve laik din adamlarının varlığıyla daha da güçlenmişti.
İmparatorluğun yeni başkentinin çevresi ani saldırılara karşı Constantinus (IV. yy.) ve Theodosios II (V. yy.) surlarıyla iki kez çevrildi, sarp bir doğal yapıya sahip olan kısım dışında denize bakan üç yanı güçlü bir şekilde tahkim edildi. Bizans, 330 -1203 yılları arasında kente yönelik tüm saldınları bu şekilde savuşturdu. Hunlar'ın (558), Hüsrev II Abherviz yönetimindeki Persler'in müttefiki Avarlar'ın (626), Arap- lar’ın (674-678 ve 717-718), Bulgarlar'ın (813-814, 913, 924) Ruslar’m (860, 907, 941) saldırıları ardı ardına püskürtüldü.
Hem başkent, hem imparatorluk kenti olmasından dolayı, Constantinus İstanbul’a, hukuki açıdan hemen hemen Ro- ma’nınkine denk olan ve kentin, imparatorluk egemenliğine katılmasını sağlayan ayrıcalıklı bir statü verdi. Ardılları bu statüyü daha kesin hale getirdiler. Taşradan tümüyle bağımsız hale gelen, siyasal ve yerel idari organlarla donatılan kent, imparatorluk çapında siyasal bir etkiye sahipti. Bu alanda başlıca rolü İstanbul senatosu haline dönüştürüldü adları Roma senatosu Clarissimı'den esinlenilerek verilen Clari imparatorluğun pars Orientis kesiminde toprak satın alarak, nüfus artışını hızlandırmak için kentte konutlar yaptırmak zorundaydılar; kentin donanımını ve eğitim işlerini üstlenen bu kurum 1453'e kadar önemli bir siyasal rol oynadı, imparatorluğun çıkardığı yasalar için Senato nun onayı şarttı; Senato'nun görüşleri, giriştiği büyük hukuki reformların bu kurum tarafından onaylanmasını isteyen justinianos döneminden beri imparatorlarca özellikle dikkate alındı; ayrıca hükümdar yüksek memurları ve Consistorium üyelerini senatörlerden seçerdi.
Kentin yönetimi, Constantinus'un prokonsül unvanını verdiği bir arkhon’a verilmişti. 359'da Constantinus yetkilerini bir kent praefectus'una, yani eparkhos’a devretti; birinci senatör, Consistorium'un doğal üyesi ve sivil bir görevli olan eparkhos İstanbul'u kuşatan 100 millik alan içinde düzenin sağlanmasından ve yargı (medeni ve ceza yargısı) mekanizmasından sorumluydu; imparatorun yokluğunda, imparatorluk yargı kuruluna başkanlık ettiği olurdu. Aslında IX. yy.'da ortadan kalkışına değin imparatorluk muhafızları komutanlığının payına düşen görevleri yerine getirirdi. Eparkhos'u kentin bir numaralı adamı ve imparatorluğun en önemli kişilerinden biri yapan önemli görevler, önce, XII. yy.'da İtalyan tüccarlara yabancı statüsü verilerek ayrıcalıklar tanınmasıyla sınırlandı; ancak 1204'ten sonra elinden tüm yetkiler alındı, eparkhosluk yalnızca bir onur unvanına dönüştü.
Başlangıçta eparkhos’a bir vigil praefectus'u yardımcı oluyordu, bu yardımcının yerini 535'te bir halk praetor’u aldı. Halk praetor'u düzeni sağlamak ve kentte çıkan yangınları söndürmek için İstanbul'un 14 bölgesinin her birinde 20 asker ve 30 itfaiye erine sahipti; İstanbul'un Bizans imparatorluğu'nun siyasal başkenti ve Ortaçağ dünyasının önde gelen denizcilik ve iktisadi merkezi olmasından dolayı kentte göç edenlerin sayısı bir hayli kabarıktı, bu göçmen kitlenin kontrolü 539'dan başlayarak özel bir görevliye; qu- aestoTa bırakıldı. Kentin kuruluş yılı olan 330’dan başlayarak su (XI. yy.'da sular logothetes’inin sorumluluğu altındaydı) ve buğday gereksinimini özel birimler sağlıyordu, buğday gereksinimi eparkhos'un denetimi altında Mısır'dan getirilen tahılla karşılanırdı; eparkhos Nil vadisinden yeterli ürün alınamadığı zamanlarda halk annona’sının (yoksul yurttaşlar), palatinus- lar'ın (saray hizmetkârları) ve askerlerin gereksinimlerini karşılamakla yükümlüydü, bunu Mısır'ın önce Persler (617-629), ardından Araplar (639-642) tarafından işgal edilmesinden sonra,başkentin yegâne tahıl sağlayıcıları haline gelen Trakya, Anadolu ve taşradan yaptığı alıcılarla sağlardı.
VI. yy.'da nüfusu 400 000 olan İstanbul (IV. yy. başında 90 000, V. yy. ortasında 200 000) yönetimi kolay bir kent değildi.
Nüfusun büyük bölümü, Büyük Saray'ın dolaylarına kadar yayılan derme çatma konutlarda yaşıyordu ayrıca kent sakinleri, kırmızılarla yeşiller ve beyazlarla maviler olmak üzere ikili gruplar halinde dörde bölünmüştü hipodromdaki büyük araba yarışlarında sürücüler bu renkleri taşırlar ve yarış bu renkler arasında olurdu. Bu gruplar aslında dinsel ve toplumsal karşıtlıkları yansıtıyordu maviler genellikle, aristokrat mahallelerde (Blakhernai) yaşayan Ortodoks halkı, yeşiller Ortodoks olup olmadıkları kuşkulu olan işçi ve kalfaların oturdukları Haliç üzerindeki yoksul Hagia Euphemia Martyrionu mahallelerinde yaşayan halkı temsil ederdi. Bazı durumlarda bir kesimin iki grubu imparatorluğun keyfiliğine karşı özgürlüklerini korumak için birleşirlerdi (532’de Nika ayaklanması, 602 başkaldırısı), ancak deneyimsiz ve siyasal programa sahip olmayan dört demos, Phokas bozgunuyla sonuçlanan iç savaştan (602-610) sonra, He- rakleios tarafından yeniden düzenlendi. Herakleios bu grupların rolünü oyunlarla sınırladı. Her biri iki gruba bölünen (kentiçi, kentdışı) ve askeri bir örgütlenmeye tabi tutularak imparator muhafız birliğine bağlanan demosların rolleri XI. yy.'dan başlayarak kâğıt üstünde kaldı.
Kamu düzeninin bu yeniden yapılanması kentin iktisadi gelişimini kolaylaştırdı, halk yönetim merkezlerine yakın yerlere (önce Büyük saray, ardından XII. yy.'da krallığın taşındığı Blakhernai sarayı çevresine), Propon- tis’e, Haliç kıyılarına, kentin ana yolu olan Mese'nin iki yakasına yerleşti.
Gerçekte, İstanbul 1453'e kadar Orta- çağ’ın en büyük emporium'uydu. VI. yy.'dan başlayarak İskenderiye ve Antiok- heia'nın (Antakya) aleyhine, doğu ürünlerinin (ham ipek ve baharat) önde gelen ambarı haline geldi; öte yandan İstanbul'a Karadeniz limanları üzerinden İskit ya da bulgar buğdayı, Slav esirleri, kuzey kürkleri, Baltık amberi, Anadolu ve Akdeniz' den Phokaia sapı, Kıbrıs kınası, yunan ve girit şarapları, Batı'dan İtalyan şarap ve buğdayı, Adriya tuzu, Dalmaçya ağacı, Balkan esirleri gelirdi.
Ticari etkinliğinin önemi, İstanbul'un, imparatorluğun sanayi merkezi haline gelmesini sağladı: dışsatımlar ve imalatın devlet tarafından sıkı bir şekilde denetlenmesi, ithal edilen hammaddeleri yüksek değerde mamul maddelere dönüştüren lüks eşya sanayisi başta olmak üzere, tüm sanayi dallarının tek kentte toplanmasına yol açtı. Bunlar arasında en önemlisi tekstil sanayisiydi: lintearii loncalarında keten işlemeciliği, tekniği doğrudan doğruya Mısır ve Iran örneklerinden alınan uzun tüylü yün halıcılığı XV. yy.'a değin sürdü; Büyük Saray'ın gynaikeionlar'ında ya da özel imalathanelerde gerçekleştirilen ipek işlemeciliği, 552'de ipekböceği kültürünün başlatılmasıyla gelişti, ancak ipek ürünlerinin ticari değeri ipekçilik sanayisinin sıkı bir hükümet denetimi altında tutulmasını gerektiriyordu, bu alanda hükümeti bir eksarh temsil ediyordu. Kent praefectus'unca atanan eksarkhos, ipek ve kumaşın alımı, satımı ve imalatıyla yükümlü beş lonca aracılığıyla devlet yönetmeliklerinin uygulanmasını sağlıyordu. İstanbul XII. yy.'a kadar kumaş tekelini elinde tutmuştu. Tekstil sanayisine paralel olarak desen, nakış, altın, gümüş ve değerli inci boyamacılığı da gelişti ve kumaşların gösterişinin artmasına katkıda bulundu, gösterişli kumaş kullanımı başkentte yapılan dini törenlerle saray törenlerinin çoğunda temel koşuldu.
Öte yandan, İstanbul, tamamen sanatsal olan mine işlemeciliği, oymacılık, taş ve fildişi yontmacılığı, elyazması resimciliği sanayilerinin hemen hemen tümünü fiilen tekelinde tutuyordu. Bu yolla imal edilen mallar ürün sayısını artırıyor ve İstanbul'un ticaret hacmini büyütüyordu. Kentteki ticari birimler Meşe üzerinde toplanmış ve Mese’nin her iki yanına iki katlı revaklar sıralanmıştı; V. yy.' dan itibaren bu revakların arka kısımları "auditoria"lara açıldı ya da altlarına satış bölümleri yerleştirildi. Ancak en önemli pazarlar (icra ettikleri mesleklere göre tasnif edilmişlerdi) Mese'nin, Constantinus forumuyla Büyük saray arasında bulunan bölümünde, Agora'da yer alırdı; bunlardan en etkini altın ve gümüş pazarıydı. Hükümet maden değiş tokuşuyla uğraşan Bizans esnafını (trapezitai) daha iyi denetleyebilmek için hepsini bir araya toplamıştı. İstanbul’a her çeşit paranın akması, kentteki para ticaretini besledi ve kentin Ortaçağ’ın para merkezi haline gelmesini sağladı.
İstanbul'daki ticaretin canlılığı, kentte birçok yabancı tüccarın akın ederek, koloniler kurmasını beraberinde getirdi, ilk gelenler kentih dışına, Bosporos üzerindeki Aziz Mâırias varoşuna yerleştiler: bunlar bulgar(VIII. yy.’ın hemen başında geldikleri sapılır) ve rus (VIII. yy.’ın sonu - IX, yy.'ın başı) tüccarlarıydı. Ancak en önemli yabancı koloni italyanlar'ınkiydi; İstanbul'a X. yy.'da yerleşen, logothetes koruması (992) ve yasal düzenlemelerine tabi tutulan Venedikliler'den sonra, imparatorluk başkentine ilk kez kesin olarak yerleşenler Amalfiler (IX. - X. yy.) oldu Amalfiler daha sonra, 1082'de Aleksios Kom- nenos tarafından Venedik’e bağlandılar. Bu tarihte, bu imparator tarafından Venediklilere tanınan ayrıcalıklar İstanbul'un ve imparatorluğun yaşamında bir dönüm noktası oldu, zira ilk kez yabancılara başkentin limanında ve tüm Galata mahallesinde tam gümrük muafiyeti veriliyordu; 1111'de Pisalılar, 1155'te Cenovalılar benzer ayrıcalıklar aldılar, ancak gümrük konusunda ad valorem’in % 40’ı oranında bir indirim elde edebildiler.
İmparatorluk yönetimi, İstanbul'un zenginliğini sağlayan ticaret yollarının, Haçlı seferleri yüzünden latin Levant limanlarına kaymasını boş yere önlemeye çalıştıysa da yabancı akını XII. ve XIII. yy.'da giderek arttı; bu amaçla batılı tüccarlara verilen ayrıcalıkların artınlması imparatorluk kentinin çökmesinden başka işe yaramadı,İstanbul limanına yalnızca Bizans gemileri ve imparatorluğun deniz savunmasını üstlenen İtalyan gemileri uğramaya başladı İtalyan gruplar arasındaki rekabet (Cenovalılar'ın oturduğu mahallenin 1162'de ve 1169'da Pisalılar ve Venedikliler tarafından yağmalanması), BizanslIlar' ın yabancılara karşı duyduğu düşmanlık (1182 ayaklanması) toplumsal dengeyi bozdu. İstanbul'un 1204'te Haçlılar tarafından ele geçirilmesi ve bir latin imparatorluğunun kurulması siyasal ve iktisadi çöküşü hızlandırdı, bu, özellikle Venediklilerin işine yaradı 1261'de Bizanslılar’ın kenti tekrar ele geçirmeleri, Cenovalılar’ı rakipleri karşısında yeniden üstün duruma geçirdi; bununla birlikte İstanbul’un iki tüccar cumhuriyeti arasında bir denge kuruldu; sonuçta Venedikliler Galata’da, Cenovalılar Pera’da kentin aleyhine olmak üzere iki gerçek bağımsız devlet oluşturdular, bu devletlerin önderleri podestalar, özellikle XV. yy.'da gitgide artan bir oran ve kesinlikle imparatorluk hükümetine müdahalede bulundular. Aynı dönemde kente başka tüccar kolonileri de yerleşti 1290'dan başlayarak (1352-1438 arası hariç) Katalonyalılar, XIV. yy.'da Provencelılar 1431'den başlayarak Ragusalılar (1451’de bunlara bir mahalle ayrıldı); Pisa'yı yenerek kendi devletlerine katan ve 1436'da Pisalılar'ın eski kolonisini devralan Floransalılar.
Gerçekte, 1076 veba salgınıyla da sarsılan Yeni Roma, 1204'ten önceki iktisadi refah ve demografik canlılık düzeyine Yunanlıların kente yeniden dönmelerinden sonra bile, bir daha hiçbir zaman ulaşamadı. Birçok felakete tanık olan (1348-49 arası kara veba, 1416 ve 1447-48 salgınları), gitgide daha heterojen bir yapı kazanan ve Gasmuloslar' ın küçümsenmeyecek bir rol oynadıkları bir nüfusa sahip kent, XIII. yy.'dan başlayarak Hipodrom oyunları ve görkemli gösterilerinden yoksun kaldı, nüfusu azalan (1453'te 50 000 nüfustan 40 000’e indi) ve kısmen terk edilmiş bir kent haline gelmişti. Öte yandan imparatorluğun sınırları da hızla daralıyordu. Kent, savunmasını, mevcudu birkaç bin kişiye düşmüş ordusuna ve tüm ticareti eline geçirmiş İtalyan kolonilerinin mali gücüne dayandırmak zorunda kalmıştı, iç karışıklıkların nedeni de çoğunlukla bu İtalyan kolonileri arasındaki rekabetti. İstanbul ayrıca Ayasofya'da ilan edilen Floransa birliğiyle (12 aralık 1452) dinsel açıdan da bölünmüştü, aynı dönemde, kenti daha önce altı kez kuşatan (Ba- yezit 1,1391,1395,1397, 1400; Musa Çelebi, 1411; Murat II, 1422) OsmanlIlar kesin bir saldırıya geçtiler.
Kaynak: Büyük Larousse