• İstanbul'un fethi.
Mehmet II tahta çıktığında (1451) Bizans, bir zamanların büyük imparatorluğunun yalnızca bir kalıntısıydı. Osmanlı topraklarının tam kalbinde yer alan bu yabancı unsuru ortadan kaldırmak ve olgunlaşmakta olan Osmanlı imparatorluğu'na İstanbul ile bir başkent hediye etmek, genç padişahın ilk hedefiydi. Büyük bir enerji ile imparatorluk başkentinin fethine hazırlanmaya başladı. Tahta çıkışının ilk yılında Boğaz'ın Rumeli yakasına yaptırdığı hisar (Boğazkesen, sonraki adı Rumelihisarı) onun İstanbul üzerindeki niyetini açıkça ortaya koyuyordu. Hisar, boğazın en dar yerinde, Bayezit l'in yaptırdığı Güzelcehisar’ın (Anadolu hisarı) tam karşısındaydı. Bu iki hisar güçlü toplarıyla boğazdan geçişi denetleyebiliyordu.
Hisar’ın yapımının tamamlanmasından sonra Mehmet II, 50 000 kişilik ordusu ile İstanbul surlan önünde göründü ve üç gün kalarak kentin surlarını inceledikten sonra Edirne'ye hareket etti (1 eylül 1452). Mehmet II, kışı Edirne'de hummalı bir hazırlık içinde geçirdi. O güne kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürdü (İstanbul'un fethinde bu toplar başlıca rolü oynadı). 1453 şubatında Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Bey'i İstanbul çevresinde ve Karadeniz kıyılarında hâlâ Bizans'ın elinde bulunan yerleri almakla görevlendirdi. Perinthos (Marmara Ereğlia), Ankhialos (Ahyolu-Pamorie), Me- sembria (Misivri), Bizye (Vize), Kortero (Kumburgaz), Hagios Stepharios (Yeşilköy), Bigados (Selimpaşa) zapt edildi. Yalnızca Selymbria (Silivri) karşı koydu. Böylece Bizans başkentinin çevresindeki savunma noktalan düşmüş, kent kuşatılmıştı. Mehmet II, ayrıca İstanbul'a yardım etmelerini önlemek için Mora despotluğu üzerine de bir akıncı kuvveti gönderdi.
imparator Konstantinos XII (XI) Dragases bütün ümidini Batı’dan gelecek yardıma bağlamıştı. Bu nedenle Ortodoks ve katolik kiliselerinin birliğini yeniden canlandırmaya çalıştı. Papalık legatus'u olarak İstanbul'a gelen Kardinal isidor, 12 aralık 1452’de Ayasofya'da birliği ilan ederek Roma usulünde ayin yaptı. Ama halkın çoğunluğu bu birleşmeye karşıydı ve Latinler’e karşı sönmek bilmeyen bir kin duyuyordu. Önde gelen devlet adamlarından Lukas Notaras bu ruh halini
“Ben kentin ortasında latin papazların ayin taçları yerine, türk sarığını görmeyi tercih ederim" biçiminde ifade etmişti, imparator bir yandan da kentin savunması için gerekli önlemleri almaya başladı. Surları onarttı, Haliç'in ağzını büyük bir zincirle kapattı. İmparatorun kara askerleri 8 000 -9 000 kişiydi. Bunların üçte birini Latinler (Venedikliler, Cenevizliler Romalılar; Ka- talanlar) oluşturuyordu, imparatorun elinde ayrıca 10’u kendisinin, 16’sı müttefiklerinin olmak üzere toplam 26 gemi bulunuyordu. Bunların en büyük 9'u, Haliç'i kapatan zincirin yanında yer almışlardı.Kentin savunmasını Cenevizli Giovanni Longo Giustiniani yönetiyordu.
5 nisan 1453’te İstanbul surlan önünde görünen türk ordusunun muharip gücünün 80 000-100 000 olduğu sanılmaktadır. Bunların yarısını eyalet askerleri, dörtte birini azaplar, kalanını da yeniçeriler, kapıkulu süvarileri, topçular, cebeciler, humbaracılar oluşturuyordu. Türkler sayıca üstünlükleri yanında, güçlü bir topçuya da sahiptiler (her biri dört büyük toptan oluşan 14 batarya). 6 nisanda savaş alanına gelen padişah, Romanos kapısı’ nın (Topkapı) karşısında Maltepe’de otağını kurdurdu. Ayru gün kent, Haliç’ten Marmara’ya kadar karadan kuşatıldı. Topkapı ile Edirnekapı arasındaki merkezde padişah ve sadrazam Çandarlı Halil Paşa bulunuyordu (bu kısım surların en zayıf noktası sayılıyordu). Haliç’e kadar uzanan sol kanada Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa, Marmara'ya kadar utanan sağ kanada ise Anadolu beylerbeyi Ishak Paşa ile Mehmet Paşa komuta ediyordu.
Galata’daki Cenevizliler’in bir hareketini engellemek için Beyoğlu sırtları Zağanos Paşa tarafından tutulmuştu. Kentin teslimi teklifinin Bizans imparatorunca reddedilmesi üzerine, savaş faaliyetlerine başlandı. 12 nisanda türk donanması İstanbul önlerine gelerek Beşiktaş’ta demirledi. 12-18 nisan arasında sürekli dövülen surlarda tahribat önemli boyutlara ulaşmıştı. Bunun üzerine Mehmet II, bir genel hücum denemesinde bulunmaya karar verdi. 18 nisan gecesi gerçekleştirilen bu hücum püskürtüldü. 20 nisan günü kente yardıma gelen üçü Papalık'ın, biri Bizans'ın dört savaş gemisi ile osmanlı donanması arasında Yenikapt açıklarında bir deniz savaşı meydana geldi. Kaptanıderya Baltaoğlu Süleyman Paşa’nın komuta ettiği osmanlı donanması, sayıca üstünlüğüne karşın, kendilerinden çok büyük ve yüksek olan düşman gemilerinin aralarından sıyrılarak Haliç'e girmelerini engelleyemedi. (Bu mücadeleyi Zeytinburnu açıklarında izleyen Mehmet II öfkesinden atını denize sürdü.) Bu savaştan sonra Baltaoğlu Süleyman Paşa azledilerek, yerine Hamza Bey getirildi. Olaydan sonra Türkler'in barışa eğilim göstereceğini sanan imparator bir barış önerisinde bulundu. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın da desteklediği bu öneri reddedilerek kuşatmaya ve surların büyük toplarla dövülmesine devam edildi.
Mehmet II yalnızca kara tarafındaki surlara saldırılarla yetinmedi. Cüretkâr bir planla 21 nisanı 22 nisana bağlayan gece 72 parça gemiyi karadan (büyük olasılıkla Tophane limanından Kumbaracı yokuşu, Asmalımescit, Tepebaşı yolu ile kızalar üzerinde yürüterek) Haliç'e indirdi. Mehmet II bü harekâtı gizlemek için Haliç'teki Bizans gemilerine ve kara surlarına şiddetli bir top ateşi açtırmıştı. Türk donanmasının umulmadık biçimde Haliç'te görünmesi Bizans üzerinde büyük bir moral çöküntüye yol açtı, imparatorluk kuvvetlerinin bir bölümünün Haliç surlarının savunmasına ayrılması, kara surlarının savunmasını zayıflattı. Türkler Haliç'e bir köprü kurarak ve köprünün iki yanına yerleştirilen dubalara toplar yerleştirilerek Haliç surlarını da ateş altına aldılar.6/7 mayıs gecesi kuşatma ordusunun 30 000 kişilik bir kuvvetle Bayrampaşa deresi üzerindeki surlara yaptığı hücum bir sonuca ulaşamadı. 12/13 mayıs gecesi Tekfursarayı ile Edirnekapı arasına yapılan saldırı da püskürtüldü. 16 mayısta Türkler'in Eğrikapı yönünde kazdıkları lağımla Bizans'ın açtığı karşı lağım birleşti ve yeraltında şiddetli bir çarpışma oldu. BizanslIlar, Türkler'in kullandığı direkleri yakarak bu yeraltı yolunu çökerttiler. Aynı gün türk donanmasının Haliç'teki zincire yaptığı saldırı da başarılı olamadı. Bu saldırı ertesi gün yinelendi, ama yine birsonuca ulaşamadı. 18 mayısta Türkler büyük bir hareketli kule ile Topkapı yönünde saldırıya geçtiler. Akşama kadar süren şiddetli çarpışmalar sonucunda Bizans için tehlikeli bir durum ortaya çıktı. Ama BizanslIlar gece kuleyi rum ateşi ile yakmayı ve doldurulan hendekleri boşaltmayı başardılar. Daha sonraki günlerde surların yoğun top ateşiyle dövülmesi sürdürüldü. Öte yandan çeşitli yerlerde açılan lağımlar, Bizanslılar’ın açtığı karşı lağımlarla etkisizleştirildi.
Mehmet II, 23 mayısta imparatora Isfendiyaroğlu Kasım Bey'i elçi olarak göndererek son bir kez daha kentin teslimi önerisinde bulundu. İmparator bütün malları ve hâzinesi ile istediği yere gidebilecekti. İstanbul halkından isteyenler de mallarını alıp gidebilecekler, kalmak isteyenler mal ve mülklerini koruyabileceklerdi. BizanslIlar kenti teslim etmeyi reddettiler. 26 mayısta, osmanlı ordugâhına gelen macar kralının elçileri kuşatmanın kaldırılması, aksi durumda Macaristan'ın Bizans lehine harekete geçmek zorunda kalacağını bildirdiler. Ayrıca Batı devletlerinin gönderdiği büyük bir donanmanın yaklaşmakta olduğundan söz ettiler. Bu tür söylentilerin yaygınlaşması üzerine Mehmet ll'nin topladığı savaş meclisinde öteden beri kuşatmaya karşı olan Çandarlı Halil Paşa ve taraftarları kuşatmanın kaldırılmasını savundular. Padişahla birlikte Zağanos Paşa, Akşemsettin, Molla Gurani, Molla Hüsrev gibi önemli kişilerin etkisiyle kuşatmanın sürdürülmesi kararı alındı.
Türk ordusu 28 mayısı, ertesi gün yapılacak nihai saldırıya hazırlanmak ve dinlenmekle geçirdi. Bu arada surların toplarla dövülmesi sürdü. Kentte ise bir yılgınlık egemendi. 28 mayıs akşamı Ayasofya’da yapılan ve imparatorla birlikte bütün devlet erkânının katıldığı Kudas töreni, bir bakıma imparatorluğun cenaze töreniydi.
28 mayısı 29 mayısa bağlayan gece türk birlikleri hücum için savaş düzenine girdiler. Merkezde (Edirnekapı ile Topka- pı arasında) yeniçerileriyle birlikte Mehmet II, sadrazam Çandarlı Halil ve vezir Saruca paşalar; Marmara denizi’ne kadar uzanan sağ kanatta Anadolu beylerbeyi ishak Paşa Haliç'e kadar uzanan sol kanatta Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa yer alıyordu. Haliç cephesi Zağanos Paşa’nın komutasındaydı. Kaptanıderya Hamza Paşa Marmara'daki surlara mümkün olduğu kadar yaklaşıp ateş açarak düşmanı yerinde tutmakla görevlendirilmişti. Saldırı 29 mayıs gününün ilk saatlerinde ve kentin her tarafından başladı. Asıl hücum bölgesi Bayrampaşa deresi vadisinde ve Topkapı'nın kuzeyindeki büyük ölçüde tahrip edilmiş surlara karşıydı. Bu bölgede art arda üç hücum yapıldı. Canlarını dişlerine takarak kenti savunan BizanslIlar ilk iki hücumu püskürttüler Üçüncü hücumda Türkler surların üzerine çıkmayı başardılar. (Surlara ilk türk sancağını diken Ulubatlı Haşan bu sırada şehit oldu.)
Kerkoporta (Canbazhane kapısı) önündeki gediğin ele geçirilmesi ve bu kapının açık olduğunu gören yeniçerilerin içeri girerek Edirnekapı'daki son direnişçileri arkadan çevirmeleri üzerine Bizans savunması çöktü. Ağır yaralanarak gemisine taşınan Giustiniani'nin yerini alan imparator, sokak çatışmaları sırasında öldürüldü. Öteki cephelerden de kente giren Türkler Bizans savunmasını tümüyle kırarak kentte denetimi sağladılar. Bundan sonra "Fatih” adıyla anılan Mehmet II, kente öğleye doğru Topkapı'dan törenle girdi ve doğruca Ayasofya'ya giderek burasını camiye çevirdi. İstanbul, Osmanlı Imparatorluğu'nun başkenti olurken Bizans İmparatorluğu tarihe karıştı.
• Türk kenti.
Mehmet II, askerlerine kenti üç gün süreyle yağmalamaları için söz vermişti. Fethin üçüncü günü kentteki karışıklıklar son buldu ve padişah kentin imarına ve şenlendirilmesine girişti. Önce bir çağrı yaparak isteyenlere İstanbul'da bağ, bahçe, ev vereceğini duyurdu. 1453 yılı içinde İstanbul’a Anadolu ve Rumeli'den 5 bin türk ve hıristiyan aile göç ettirildi. Mehmet II, bu siyasetini fethettiği ülkelerin halkının bir bölümünü İstanbul'a göç ettirerek daha sonra da sürdürdü. Mora'dan, Güney Sırbistan'dan, Ege adalarından (Eğriboz, Taşoz, Semadirek), Anadolu' dan (Konya, Larende, Aksaray, Ereğli), Kefe vb. yerlerden göç ettirilen halkın İstanbul'a yerleştirilmesiyle kentte Türkler, Rumlar, Sırplar, Arnavutlar, Ermeniler, Yahudiler vb halklardan oluşan renkli bir nüfus ortaya çıktı. Mehmet ll'nin son yıllarında ve Bayezit II döneminde eskiden beri İstanbul'da yerleşmiş Ramoniol denilen Yahudiler’e, Ispanya ve Portekiz’den kovulan Spaniol ya da Sefaridim denilen Yahudiler de katıldı. Daha sonra ispanya’ dan kurtarılan endülüslü Araplar, Galata' ya yerleştirildi.
Kent çok kısa bir süre sonra bir Türk ve İslam görünümünü aldı ve yeniden, bu kez bir İslam imparatorluğunun etkinliklerinin başlıca merkezi durumuna geldi. OsmanlI imparatorluğu'nun siyasal (Mehmet ll'den başlayarak padişahlar sürekli burada oturdu), dinsel (hilafet merkezi), kültürel (medreseler) ve iktisadi merkezi oldu. Fetih sırasında 60 bin dolaylarında olan kent nüfusu XVI. yy.'da 600 bin kişiyi, XIX. yy. sonlarında da bir milyon kişiyi buldu.
Bu imparatorluk başkenti, bir yanıyla sarayın ve onun örgütlerinin kentiydi. Kentin bu yanını padişah,sadrazam ve vezirler, dinsel yaşamı denetleyen şeyhülislam ve ulema, sayıları oldukça büyük rakamlara varan yeniçeriler, imparatorluğun bütün yönetici eliti temsil ediyordu.Kentin mülki yöneticisi İstanbul efendisi de denilen İstanbul kadısıydı. Kent, İstanbul (sur içi), Galata, Eyüp, Üsküdar olmak üzere dört kadılık bölgesine ayrılmıştı. Bu kadıların gözetiminde belediye işlerine bakan dört ihtisap ağası bulunuyordu.
Türk egemenliğince İstanbul, dış tehditlerden uzak, istikrarlı bir gelişme dönemi yaşadı. Ancak, zaman zaman halkın da karıştığı taht kavgalarına, ayaklanmalara sahne oldu. Mehmet ll'nin ölümünden (1481) sonra Bayezit I yanlısı yeniçeriler, Cem yanlısı sadrazam Karamani Mehmet Paşa’yı evini basarak öldürdüler. Mehmet ll’nin musevi hekimi Yakup Paşa öldürülerek, yahudi mahalleleri yağmalandı. 1509'da osmanlı kaynaklarının "Kıyamet-i suğra” (küçük kıyamet) olarak adlandırdıkları depremde 109 cami ve 1 070 ev yıkıldı, binlerce kişi öldü.
1512'de yeniçerilerin desteklediği şehzade Selim (sonra Selim I), İstanbul’a gelerek babası Bayezit ll'yi tahttan çekilmek zorunda bıraktı. Selim I, Mısır seferi sonunda kutsal emanetleri İstanbul'a getirerek "halife” unvanını alınca İstanbul, Osmanlı imparatorluğu'nun yanı sıra İslam halifeliğinin de merkezi oldu. 1582’de ulufelerinin düşük ayarlı para ile ödenmesi nedeniyle ayaklanan kapıkulu süvarileri saraya hücum ettiler ve ancak Doğancı Mehmet Paşa ile defterdar Mahmut Paşa'nın başlarını aldıktan sonra yatıştılar. 1590 ekimi sonunda çıkan veba salgını iki ay sürdü. Bunu 1592 temmuzunda başlayan yeni bir salgın izledi. 1622’de İstanbul, yeniçeri ve sipahilerin ayaklanmalarına ve Osman II' nın (Genç Osman) tahttan indirilişine ve öldürülüşüne tanık oldu. 1632’de sipahiler saraya hücum ederek Murat IV’ü ayak divanına çıkmaya zorladılar ve sadrazam Hafız Ahmet Paşa’yı padişahın gözleri önünde parçaladılar. 1633'te çıkan büyük bir yangında İstanbul'un yaklaşık beşte biri yandı. 1633 eylülünde kahvehaneler kapatıldı, tütün ve içki yasağı konuldu. 1648'de “Atmeydanı vakası" diye anılan olayda sipahilerin başlattığı ayaklanma yeniçeriler tarafından bastırıldı. Bu olaydan sonra İstanbul’da yeniçerilerin nüfuzu arttı. Ekim 1649'da İstanbul ilk esnaf ayaklanmasına sahne oldu.
İstanbul’a ayarı % 30 oranında düşük para sürülmesi üzerine saraya yürüyen esnaf, sadrazamın azlini ve bazı vergilerin kaldırılmasını sağladı. 1656 eylülünde kapıkulu askerlerine düşük ayarlı para dağıtılması büyük bir ayaklanmaya yol açtı. Asiler, padişahtan sorumluların başlarını istediler. Bunların başları Atmeydanı’nda bir ağaca asıldığı için bu olay "Vakai vakvakiye" ya da “Çınar vakası" adıyla anıldı. 1160 temmuzunda çıkan büyük yangında 80 000'i aşkın bina yandı. Sürekli Edirne’de oturan Mustafa II, İstanbul'da başlayan ve "Edirnevakası” diye bilinen ayaklanma sonunda tahttan indirildi.
XVIII. yy.’dan başlayarak Osmanlı devletinde Avrupa’ya karşı bir gevşeme başlaması, başkentin kültürel ve toplumsal yaşamında küçük de olsa bazı etkiler doğurmaya başladı. Pasarofça antlaşması’ndan (1718) sonra "Lale devri" adı verilen dönemde transız bahçesi, transız mobilyaları saray çevresinde moda oldu. Ama İstanbul halkı saray çevrelerinin bu tarzını benimsemedi. Bir esnaf ve yeniçeri ayaklanmasıyla (Patrona Halil ayaklanması) Lale devri son buldu (1730). Padişah Ahmet III, tahttan ayrılmak zorunda kaldı, sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa öldürüldü.
XVIII. yy. sonlarında Rusya ve Avusturya ile savaşlar nedeniyle İstanbul'da gıda maddelerinin fiyatları artmış, konulan narhlar fayda etmemişti. İstanbul’un nüfusunun gittikçe artmasının gıda maddesi darlığına, hırsızlık ve yangınlara yol açtığı ileri sürülerek bir bölüm nüfus İstanbul dışına çıkarıldı. Şubat 1807'de 16 gemilik bir İngiliz filosunun Çanakkale boğazını geçerek İstanbul önlerine gelmesi kentte heyecan yarattı. İstanbul, kendini savunmaya hazırlanırken Marmara’ya hapsolmak tehlikesiyle karşı karşıya kalan ingilizler çekilip gittiler. 25 mayıs 1807'de Selim lll’ün hal’i ile sonuçlanan Kabakçı Mustafa ayaklanması başladı. 23 temmuz 1808'de Selim lll’ü yeniden tahta çıkarmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa, Rumeli ordusu ile İstanbul’a girdi. Saraya girdiğinde Selim lll'ün ölüsü ile karşılaşan Alemdar, Mustafa IV’ün yerine Mehmet II’ yi tahta çıkardı. 1808’de taşra âyanı, Alemdar’ın çağrısı üzerine İstanbul'a geldiler. Kendilerini güvencede hissetmediklerinden ordularını da beraberlerinde getiren âyanla merkezi hükümet arasında bir "senedi ittifak” yapıldı. Ekim 1909'da İstanbul, Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümü, yeni kurulan Sekbanı cedit'in kaldırılması ve yenilikçi devlet adamlarının tasfiyesiyle sonuçlanan bir yeniçeri ayaklanmasına tanık oldu. ( ALEMDAR VAKASİ.) 1812 ocağında İzmir’den gelen bir tüccar gemisinin getirdiği veba gittikçe şiddetini artırdı. Ölenlerin sayısı günde üç bini buldu. Ekim başlarında salgın hafiflemeye başladı.
Bir zorba ve eşkıya topluluğu haline gelen yeniçeriler kentin asayişini bozdukları gibi savaşta da işe yaramıyorlardı. 15 haziran 1826'daki ayaklanma girişimleri ocağın sonu oldu. Topçu, top arabacısı, kalyoncu, kumbaracı, lağımcı ocakları ile çıkarılan Sancakı şerifin altında toplanan medreseliler ve halk yeniçerileri dağıttı ve ocak bir fermanla resmen kaldırıldı. ( VAKAİ HAYRİYE.) Ele geçirilen yeniçeriler kadının önünden geçirildikten sonra idam edildiler. Ocak ilişkisi dolayısıyla bektaşi tekkeleri kapatıldı. Yeniçeri ocağı’nın kaldırılmasını izleyen yenileştirme döneminde kentsel hizmetler yeniden düzenlendi. Esnafın daha iyi denetlenmesi için ihtisap nezareti kuruldu.
Tanzimat fermanı (1839) asıl etkisini İstanbul’da duyurdu. Devletin Batı’ya açılışı ile İstanbul'da yaşam biçimi değişmeye ve ikileşmeye başladı. Yeniliğin başlangıç noktası Saray'dı ve değişmenin öncülüğünü Abdülmecit yapıyordu. Zengin Mısırlıların İstanbul'a yerleşmeleri de alafranga yaşamın yüksek tabaka arasında yaygınlaşmasında etkili oldu. Saray kadınları, vezir aileleri Mısırlılar'ı taklide başladılar. Galata ile birleşen Pera (Beyoğlu) avrupalı lokanta ve kahveleriyle, Avrupa mallarının satıldığı zengin mağazalarıyla, eğlence yerleriyle Avrupa yaşamının küçük bir kopyasıydı Tanzimat’tan sonra Pera, sur içinde bunalan "batılılaşmış” Türkler'e de açıldı. Batılı yaşam biçiminin öğeleri, Şehzadebaşı, Beyazıt, Aksaray semtlerinde toplanan vezir konaklarıyla asıl İstanbul'a da sokuldu. Ama kent, alafranga sofralı konaklarına karşın gelenekleri, insanlarının giyimleri, çarşısı, pazarı ve genel görünümüyle yine eski müslüman başkentti. Bazı kesimlerde yerleşen batılı yaşamda da yerli ve geleneksel olan Haliç’ten bir görünüm varlığını sürdürüyordu.
XIX. yy.’ın ilk yarısında İstanbul'un kentsel yapısında yeni gelişmeler ortaya çıktı.Batılılaşma sürecine koşut olarak külliyeler gibi anıtsal mimarlık ürünlerinin yerini kışlalar, saraylar, okullar, yönetim binaları aldı. Kışlalar çevresinde Rami, Maltepe,Halıcıoğlu, Maçka, Gümüşsüyü, Taksim,Taşkışla, Harbiye gibi yeni yerleşmeler oluştu. 1838’de Unkapanı-Azapkapı arasında açılan yaya köprüsü ve 1845'te açılan Karaköy-Eminönü ile kentin iki ana ticaret bölgesi birleşti. Abdülmecit'in Dolmabahçe sarayı'nı (1853), Abdülaziz'in Beylerbeyi (1865) ve Çırağan (1894) saraylarını, Abdülmecit'in de Yıldız sarayı’ nı yaptırmasıyla yönetici sınıf ilk kez eski İstanbul’un dışına çıktı. Batı mimarisinden alınan ilhamlarla yapılan büyük ve süslü yalılar boğazın iki yanında yükselmeye başladı.Modernleşme her alanda yaşanıyordu.1850'de Şirketi hayriye, Boğaz’da vapur seferlerini başlattı. 1869’da Atlı tramvay şirketi kuruldu. 1887’de Sirkeci, 1909'da Haydarpaşa garı yapıldı. XX. yy. başlarında elektrikli tramvay kuzeyde Şişli'ye, doğuda Bostancı'ya ulaşıyordu.
XIX. yy. ortalarından başlayarak siyasal düşünce alanında batı etkisiyle ortaya çıkan meşrutiyet düşüncesinin merkezi doğal olarak başkentti. XIX. yy.'ın son çeyreğine girerken İstanbul yoğun siyasal olaylara tanık oldu Abdülaziz’in hal'i (30 mayıs 1876) ve intiharı (4 haziran 1876), Murat V’in tahta çıkışı (30 mayıs 1876) ve hal’i, Abdülhamit ll’nin tahta çıkışı (31 ağustos 1876), ilk osmanlı anayasasının (Kanunuesasi) ilanı (23 aralık 1876) ve ilk meclisin toplanması (19 mart 1877)
İstanbul'dan Doksanüç yenilgisi (18771878 Türk-Rus işgal kuvvetlerinin ayrılışı savaşı) ve Ruslar’ın Yeşilköy’e kadar gelmeleri İstanbul'da büyük heyecan yarattı. İstanbul olası bir İşgal girişimine karşı kendisini savunmaya hazırlandı, öte yandan yitirilen topraklardan büyük kafileler halinde İstanbul’a gelen 200 0001 aşkın göçmene (Doksanüç muhacirleri) kapılarını açtı.
Kanunu esasi'nin yürürlükten kaldırılması (13 şubat 1878) ile başlayan Abdülhamit ll'nin baskıcı yönetimi (istibdat) etkisini en çok başkentte duyurdu. Ali Suavi' nin, Murat V'i yeniden tahta çıkarma girişimi (Çırağan vakası) başarılı olamadı. Aynı amaçla harekete geçen "Kleanti Skalyeri-Aziz Bey komitesi” dağıtıldı. Mithat Paşa ve Mahmut Celalettin Paşa’nın da aralarında bulunduğu bazı kişiler Abdülaziz’i öldürmekle suçlanarak yargılandılar (Yıldız mahkemesi). Yıldız’daki sarayında oturan padişahın hafiyeleri aracılığıyla denetlediği kent kabuğuna çekildi. Ama, muhalif hareket (Jön Türkler) Abdülhamit 'i Kanunuesasi’yi yeniden yürürlüğe koymak zorunda bıraktı (ikinci meşrutiyet, 1908). 1908 meşrutiyeti (Hürriyetin ilanı) İstanbul’da coşku ile karşılandı. 13 nisan 1909'da İstanbul, karşıdevrimci bir ayaklanmaya sahne oldu (31 mart vakası). Subaylarına karşı gelen I. Ordu’ya bağlı birlikler; başlanndaki softalarla birlikte Sultanahmet meydanı’nda toplanarak "şeriat" istediler. Hareket bir mektepli ve diplomalı avına dönüştü Adliye nazırı Nazım Paşa ve Lazkiye mebusu Arslan Bey öldürüldüler. Mebusların büyük bölümü İstanbul’dan uzaklaştı. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti istifaya zorlanarak yerine Tevfik Paşa hükümeti kuruldu. Meclisi mebusan başkanı Ahmet Rıza Bey istifaya zorlandı. Ama, gericiliğin İstanbul’daki egemenliği uzun sürmedi. Devrime bağlı olan Makedonya'dan derlenen kuvvetler (Harekât ordusu) 23 nisanı 24 nisana bağlayan gece İstanbul'a girdi ve önemli bir direnişle karşılaşmadan denetimi sağladı. 27 nisanda bir arada toplanan Mebusan ve Âyan meclisleri Abdülhamit ll'nin hal’ ine karar verdi. Eski padişah Selanlk'e Ayasofya müzesi gönderilirken şehzade Mehmet Reşat,Mehmet V adıyla tahta çıktı.
İstanbul'da Balkan savaşı yenilgisi tartışılırken, bir süre önce muhalefete düşmüş olan İttihat ve Terakki, bir darbe İle (BabIâli baskını) iktidarı ele geçirdi (1913). Sadrazam Mahmut Şevket Paşa' nın öldürülmesi (11 haziran 1913) İttihat ve Terakkl'ye rakiplerini sindirmek ve iktidarını sağlamlaştırmak olanağı verdi.
Birinci Dünya savaşı yıllarında sıkıntılı günler yaşayan kent, yenilginin ve mütarekenin ardından fiilen işgal edildi (13 kasım 1918'de bir itilaf filosu İstanbul'a geldi ve kentin çeşitli yerlerini İşgale başladı)
İstanbul, İşgalin yanı sıra, İşgali sevinçle karşılayan azınlıkların taşkınlıklarınada tanık oldu. (Beyoğlu'nda mağaza vitrinleri yabancı ve yunan bayraklarıyla donanmıştı.) 21 kasım 1918'de İttihatçı mebusların oluşturduğu Meclisi mebusan feshedildi ve 10 maft 1919'da savaş suçlusu sayılan İttihatçılar tutuklanmaya başlandı. Boğazlıyan kaymakamı ve Yozgat mutasarrıf vekili Kemal Beyin ermeni tehcirinden sorumlu tutularak Divanı harp kararıyla idam edilmesini (10 nisan) İstanbul halkı tepkiyle karşıladı, Kemal Beyin cenaze töreni bir protesto gösterisine dönüştü. İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali (15 mayıs 1919), İstanbul'da büyük tepki yarattı (Fatih, Doğancılar, Kadıköy [22 mayıs] Sultanahmet [23, 30 mayıs] mitingleri). Özellikle Sultanahmet mitingleri çok kalabalık oldu.
Mütareke dönemi boyunca siyasi faaliyetin ağırlığı İstanbul'daydı. (TBMM’nin Ankara'da toplanmasından sonra da bu durumunu korudu.) Mütareke Istanbulu' nun siyasal bakımdan göze çarpan özelliği anarşik bir çoğulculuktu. İşgal kuvvetleri ve onların işbirlikçisi azınlıklar, yardımı işgalcilerden bekleyen padişah ve hükümet, himayeciler, mandacılar, ümitsizler ve bunların karşısında Anadolu'da başlayan ulusal hareketin yandaşları Müdafaai hukukçular. Son Osmanlı meclisi mebusanı 12 ocak 1920'de İstanbul'da toplandı ve 28 ocak 1920 tarihli gizli oturumda Misakı milli beyannamesi kabul ettirir. 15 mart 1920 gecesi İtilaf devletleri, İstanbul'da 150 türk aydınını tutukladılar, ertesi gün de İstanbul'un resmen işgalini duyurdular ve fiili işgali genişlettiler. Başta, nezaret binaları olmak üzere resmi daireler işgal kuvvetlerinin denetimine geçti. Şehzadebaşı karakolu'nu basan işgal kuvvetleri 6 eri şehit ettiler. Meclisi mebusan'ı basarak Rauf (Orbay) ve Kara Vasıf beyleri tutukladılar.
İstanbul, bir yandan Anadolu'daki gelişmeleri izlerken, bir yandan da direniş örgütleri kurarak ulusal harekete yardımcı oldu (Gizli gruplar). Birinci ve İkinci İnönü, Sakarya zaferleri İstanbul'da sevinçle karşılandı. Büyük zaferin ardından, Trakya'yı devralmakla görevlendirilen Refet Paşa 19 ekim 1922'de İstanbul'a geldi. 1 kasım 1922'de TBMM hilafetle saltanatı ayırarak saltanatı kaldırınca İstanbul'daki İki başlı yönetim sona erdi. Son padişah Vahidettin, 17 kasım 1922'de bir İngiliz gemisiyle İstanbul'dan ayrılınca TBMM ertesi gün Abdülmecit Efendi'yi halife seçti. 22 kasım 1922'de İstanbul komutanlığına atanan Selahattin Adil Paşa, 16 aralık 1922'de Ankara hükümetinin İstanbul temsilciliğine atanan Adnan Bey (Adıvar) göreve başladı. 2 ekim 1923'te itilaf devletlerinin son birlikleri İstanbul'dan ayrıldılar. 6 ekim 1923'te Şükrü Naili Paşa (Gökberk) komutasındaki türk birlikleri coşkun bir törenle İstanbul'a girdi. 13 ekim 1923'te TBMM, Ankara'yı başkent yapınca, İstanbul siyasi önemini yitirdi, ama Türkiye'nin en büyük kenti, bir ticaret ve kültür merkezi olma durumunu korudu.
Kaynak: Büyük Larousse