Arama


kan-düserken topraga - avatarı
kan-düserken topraga
Ziyaretçi
29 Haziran 2007       Mesaj #1
kan-düserken topraga - avatarı
Ziyaretçi
Küreselleşmenin Arkeolojisi

Aslında basit manasıyla, yani sermayenin etki alanının artması anlamında, küreselleşme, daha Endüstri Devrimi’nin başından itibaren varolan bir olgudur. Örneğin daha 18.yüzyılın başında ünlü iktisatçı A.Smith, “ekonomide bir işbölümü olduğunu ve ticaretin sınırlar ötesinde işlemesi gerektiğini (Aktan, 1994,s:24)” savundu. Ancak Endüstri Devriminin ilk döneminde uygulama alanı bulan bu görüş, piyasa mekanizmasının yapısı ağır sosyal şartları çözemeyince özellikle 19.yüzyılın ortalarından itibaren alternatif fikirlerin çıkması sonucunu doğurdu.
Özellikle bunalımlı 1920’lerin ardında serbest piyasa modeline karşılık şüpheler artarken, “bu bunalıma karşı öne sürülen korportist alternatiflere karşı liberal yanıt “Keynesyenizm” oldu. (Ölmezoğulları,s:15)”.
Keynesyen ekonomik anlayış, talep yanlı politikalarıyla satın alma gücü yaratılmasına dayanıyordu. Bu tip ekonomik politikaların sonucu olarak “Fordist” üretim organizasyonları doğdu. Fordist yapılanmalar, geniş ölçekli üretim birimlerinde yine çok sayıda iş görenin istihdam edilmesinden oluşmaktaydı. Standartlaştırılmış ve küçük parçalara ayrılmış işlerde çalışanlar yine standart ve eskiye oranla daha yüksek ücretler alıyorlardı. Bu yapı aynı zamanda Keynesyen ekonomik politikaların hedefleriyle örtüşmekteydi. Buradan hareketle Fordizmin yapısı genel olarak üç başlık altında toplanabilir;
1. “Seri üretim kitlesel üretimi önceden varsayar
2. Fordizm korunmuş bir ulusal Pazar sistemiyle bağlantılıdır. Bu sistem seri üretim yapanların sabit giderlerini karşılamada da yardımcı olmaktadır.
3. Seri üretim modeli talepteki ani düşüşler karşısında duyarlıdır. Özellikle bunalım dönemlerinde ücretler yükseltilmiş, kredi olanakları arttırılmış, ücretsiz kesime yapılan maddi yardımlar da arttırılmıştır. Böylelikle talepteki ani düşüşler önlenmek istenmiştir. ( R. Murray,s;48) “.
Ancak 1970’lerin başından itibaren bu yapı işlerliğini yitirmeye başlamıştır. İç pazarların doyması ve tüketicilerin seri üretim ürünleri yerine kendi kişisel ihtiyaçlarına cevap veren esnek tarzdaki ürünleri tercih etmesi, diğer bir deyişle “tüketicinin nazlanır hale gelmesi (Bozkurt,1996,s:50)”, hammadde fiyatlarının aşırı yükselmesi, Bretton – Wodds’la birlikte kurulan döviz sisteminin çözülmesi Keynesyen modelin sorgulanması sonucunu doğurdu. Keynesyen politikalar artık güvenini yitirmişti, çünkü teorinin en önemli tezlerinden yüksek enflasyonun beraberinde istihdam hacmini genişleteceği öngörüsü başarısız olmuştu. İstihdamın korunması için getirilen sosyal önlemler artık üretim yapabilmek için önemli bir külfetti, ayrıca sosyal dengeyi sağlamak için kamu harcamalarının boyutları oldukça büyümüştü ve bu durum devletin müdahalesini etkisizleştiriyordu.
Böyle bir ortamda üretim sürecinde, çıkış noktasını yüksek teknolojiler oluşturdu. Ayrıca nispeten daha liberal politikaların uygulandığı Japonya ve diğer bazı Güneydoğu Asya ülkeleri bunalımı rahatlıkla atlattılar. Japon modeli ürün elastikiyetine dayanıyordu ve ileri teknoloji kullanımına elverişliydi. Bununla birlikte Amerikalı iktisatçıFreidman’nın yeni liberal – monetarist görüşleri hükümetler için ilgi çekici alternatifler oluşturuyordu.
Artık ekonominin organizasyonu neo – liberal politikaların getirdiği ilkeler uyarınca yapılıyordu. Ulusal ekonomileri koruyan gümrük duvarları kaldırılmış, istihdam üzerindeki sosyal amaçlı korumalar zayıflatılmıştı. 1980’lerde anılan politikaları uygulan hükümetler dünya çapında iktidara gelmeye başladılar ( ABD’de Reagan, İngiltere’de Theatcher, Almanya’da Kohl, Türkiye’de Özal hükümetleri örnek olarak gösterilebilir). Ayrıca 1980’lerin sonunda liberal batı toplumlarının karşısındaki en önemli alternatif olan sosyalist modelde çözülünce “küreselleşmenin” kavram olarak da “küreselleşmesi” önünde hiçbir engel kalmadı.