İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI 'INDA DİĞER DEVLETLERE GENEL BAKIŞ
İtalya’da Faşizm; İtalya savaştan kısa bir süre sonra faşist bir yönetim altına girdi.Bunun nedenlerini,ekonomik çıkmaz,siyasal partilerin zayıflığı,doyumsuz grupların etkinliği ve sol kanat içindeki bölünme olarak sıralayabiliriz.İtalya’nın büyük bir Akdeniz ve Balkan ülkesi olmasını isteyen milliyetçi gruplar,İtalya’nın barış antlaşmalarında çok az şey aldığını,haksızlıklara uğradığını öne sürdüler.Onlara göre Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılması,İtalya’ya güvenliği açısından çok bir şey kazandırmamıştı.Bu devletin yerine Yugoslavya’nın kuruluşu,İtalya’ya yönelik bir müttefik planı idi.Bu milşiyetçi gruplar, İtalya’ya yeni bir “ruh” sağlayacak genç ve enerjik bir önder aramaya başladılar.İtalya’da faşist hareket 1919 yılında Fascio di Combattimento adlı örgütün kurulmasıyla örgütlendi.Bu örgüt hemen bir yıl sonra ulusal Faşist Partisi adıyla parti haline geldi ve o yıl yapılan seçimlerde 35 milletvekili çıkardı.Parti 1922 yılına kadar güçlendi ve Kral Vittorio Emmanuelle,partinin başkanı olan,eskinin sosyalisti ama şimdinin faşisti Benito Mussolini’ye başbakanlığı vermek zorunda kaldı.İktidarı mutlak bir biçimde eline geçiren Mussolini,çok kısa bir süre içinde İtalya’da birliği sağladı,muhalefeti ortadan kaldırdı.Amacı,eski Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurmak ve İtalya’yı Avrupa’nın başat güçleri arasına sokmaktı.Bu anlayışla hareket eden Mussolini,Balkanlar ile Afrika’da genişleme yolunu tutacaktır.Nasyonel Sosyalist Almanya ile sıkı işbirliği ve dostluk,Avrupa’da kara bulutların birikmesine ve kanlı bir savaşa neden olacaktı. Almanya’da Nasyonal Sosyalizm; I. Dünya Savaşı sonunda İtalya’da liberal demokratik düzeni yıkarak,yerine totaliter yönetim kuran Mussolini’nin Faşist Partisi,Avrupa ve dünyanın başka ülkelerinde de kopya edilen bir model ortaya çıkarmıştır.Almanya’da Nasyonal Sosyalizm’in ortaya çıkışını hazırlayan ortam ile İtalya’da Faşizmin içinde belirdiği ortam arasında büyük benzerlikler vardır.Bu dönemde Almanya toplumsal siyasal ve ekonomik sıkıntılar içinde bulunuyordu.I. Dünya Savaşı’ndan yenik bir ülke olarak çıkmış,İmparator II. Wilhelm ülkeden kaçmıştı.Hükümet,savaş sonrası bir ülkenin sorunları karşısında yetersiz kalıyordu.Yenik bir ülkede,işsizlik sorunu,yüksek enflasyon demokratik ilkelerin üretim biçiminin yürümesini sağlayamıyordu. Bu bakımdan toplumsal koşullar İtalya’daki durumun tekrarı gibiydi.Almanya’da savaş bitince “Alman İşçi Partisi” diye yeni bir siyasal parti kurulmuş ve bu kuruluşa gerçek mesleği boyacılık ve dekorasyonculuk olan Adolf Hitler adlı bir kişi girmişti.Çok geçmeden Hitler,partide etkili olmuş ve partinin adını Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirmişti.Almanların ulusal duygusundan yararlanmayı bilen Hitler,Versailles Antlaşması’na karşı çıkarak,Almanların ulusal gururlarını okşayarak ve Yahudi düşmanlığını körükleyerek gittikçe daha çok yanda kazanmış ve 1932 yılkında Hinderburg’la cumhurbaşkanlığı seçiminde boy ölçüşecek kadar güçlenmişti.30 Ocak 1933’te Hinderburg Hitler’i Başbakan olarak atadı.Hitler’in dış siyasası üç aşamada gelişmiştir.Birincisi,Versailles zincirlerinin kırılması,İkincisi “Eine Volk”, “Eine Reich” Bir millet bir devlet ilkesinin gerçekleştirilmesi,yani Almanya’nın sınırları dışında yaşayan tüm Almanların birleştirilmesi ve tek devlet altında toplanması;Üçüncüsü ise “Lebensraum” Yaşam Alanı.Bu Nazi Alman emperyalizminin yeni adı idi.Hitler Almanların yaşamadığı birçok ülkeyi kendi sınırlarına katmak istemektedir.Hitler’in bu emelleri “Versailles Sistemi”ne dayanan anti-revizyonist tüm ülkelerde endişe ile karşılanmıştır. Japonya’da Militarizm; Faşizm, totaliter bir rejim olarak İtalya ve Almanya’nın dışında İspanya’dan Portekiz’e, oradan Brezilya ve Arjantin’e,Macaristan,Romanya,Bulgaristan ve Türkiye’ye dek uzanan dünyanın birçok ülkesinde,her toplumun kendi toplumsal ve siyasal geleneğine uygun bir biçimde göze çarpan siyasal hareketler yaratmış,bu ülke rejimlerini derinden etkilemiştir. Bu akım,1931-45 yılları arasında Japonya’nın liberal-demokratik siyasal gelişmesine ara vererek,ordunun egemen olduğu bir diktatörlük olarak ortaya çıkmış ve Pasifik Savaşı sonunda,bu ülkenin yenilmesiyle birlikte son bulmuştur. Japonya XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Avrupalılara kapamakla birlikte ekonomik alanda güçlenmeye devam etti.Merkantilist bir siyasa izleyerek,merkezi devlet güçlendirildi.1905 Rus-Japon savaşı’nın başarısı,Doğu Asya’daki yayılma yolları üzerindeki en büyük engeli ortadan kaldırıyor,Kore’nin Japon yönetimine geçmesini,oradan da Mançurya ve Çin’e doğru genişleme olanağını veriyordu.Japonya’nın toplum yapısında demokratik ve liberal gelişmeler sürmekte,orta sınıf güçlenip,siyasal sürece büyük ölçüde katılmasını kolaylaştıran,genel oy hakkı gibi siyasal yenileşmeler uygulamaya konuyordu.Bu gelişmelere ek olarak,1927 yılında Japon sanayisinde başlayan bunalım,1929 Dünya Ekonomik Buhranı ile,Japonya’nın iç ekonomik yapısını temelinden sarsan bir boyuta ulaştı.Özel sermayeye karşı çıkılmaya açıkça devlet sosyalizmi savunulmaya başlandı.Japon militarizminin oluşmasında,Kita İkki adlı bir fanatik Japonun yazmış olduğu “Japonya’nın Yeniden Kuruluşu” adlı bir kitap oldukça etkili olmuştur.Bu kitapta savunulan temel tez;Japonya’nın ulusal kültürüne,tarihine sahip çıkarak,Japonya’yı tek lider İmparatorun tam diktatoryası altında yeniden kurulması gerektiğidir.Japon ordusu içinde etkili olan bu görüş sayesinde,Japonya görünürde demokratik temellere dayanmakla birlikte,militarizmin egemen olduğu totaliter bir devlet yapısına dönüşmüştü. Kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz Mihver devletlerinin ideolojileri,uygun ortamın bulunmasıyla fiiliyata geçmiş ve İtalya-Habeşistan Savaşı,İspanya İç Savaşı ile yeni bir ivme kazanırken;Hitler’in Avusturya ve Çekoslovakya’yı;Mussolini’nin Arnavutluk’u işgal etmeleri ile iyice içinden çıkılmaz bir duruma geliyor;sonunda,1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırısı ile de,tüm dünyayı saracak İkinci Dünya Savaşı başlamış oluyordu.