Arama

Yılmaz Güney

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 22 Eylül 2016 Gösterim: 287.661 Cevap: 6
Kral_Aslan - avatarı
Kral_Aslan
VIP MsXTeam
2 Ekim 2006       Mesaj #1
Kral_Aslan - avatarı
VIP MsXTeam

Yılmaz Güney

Ad:  Yılmaz Güney4.jpg
Gösterim: 3212
Boyut:  46.9 KB

asıl adı YİLMAZ PÜTÜN
Sponsorlu Bağlantılar
(d. 1 Nisan 1937, Yenice köyü, Adana - ö. 9 Eylül 1984, Paris, Fransa)
sinema yönetmeni ve oyuncusu, yazar.

1960’ların sonlarından başlayarak gerçekçi filmleriyle Türk sinemasında önemli bir yer edinmiş, ülkesinin sinemasını uluslararası alanda tanıtmıştır.

Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan biriydi. İlk ve orta öğrenimini Adana’da tamamladı. Bu yıllarda pamuk işçiliğinden muhasebeciliğe kadar çeşitli işler yaptı; And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde memur olarak çalıştı. Edebiyatla ilgilenmeye ve öyküler yazmaya da aynı dönemde başladı. Ankara Üniversitesi Hukuk ve İstanbul Üniversitesi İktisat fakültelerinde okudu.

Ankara’da öğrenimini sürdürdüğü sırada yönetmen Atıf Yılmaz’la tanıştı. Onun yardımı ve desteğiyle senaryo yazarlığı, yönetmen yardımcılığı ve oyunculuk yaparak sinemada çalışmaya başladı. Atıf Yılmaz’ın yönettiği Bu Vatanın Çocukları (1958) filminin senaryosunun yazımına katıldı ve filmde oynadı. Aynı yıl, gene Atıf Yılmaz’ın yönettiği Alageyik'in senaryosunun yazımına katıldı, oyuncu ve yönetmen yardımcısı olarak da görev aldı. Bu arada öyküleri On Üç ve Yeni Ufuklar gibi dergilerde yayımlanıyordu. 1956’da çıkan bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılandı ve 1961’de 1,5 yıl hapse mahkûm oldu. 1963’te serbest kalınca tekrar sinemaya döndü. Küçük şirketlerin aceleye getirilmiş, sıradan serüven filmlerinde roller aldı ve zaman zaman senaryo yazımından çekime kadar bu filmlerin bütün aşamalarında çalıştı. Kabadayıların, fedailerin, kiralık katillerin dünyasının ağırlıkta olduğu, kavgalı, dövüşlü İkisi de Cesurdu (1963), On Korkusuz Adam (1964), Zımba Gibi Delikanlı (1964), Kara Şahin (1964), Kaşımpaşalı (1965), Torpido Yılmaz (1965), Üçünüzü de Mıhlarım (1965), Silahların Kanunu (1966), Kovboy Ali (1966) gibi filmlerde canlandırdığı ezilen, itilen, ama yazgısını kabullenmeyip kötülüğe karşı direnen, dürüst ve cesur “Anadolu çocuğu” tiplemesiyle taşra izleyicisi tarafından çok tutuldu. Aranan bir oyuncu olarak kendini kabul ettirdi ve 1966 tarihli filmi Çirkin Kral'm adıyla anılmaya başladı.

Güney’in senaryosunu Lütfi Akad’la birlikte yazdığı ve Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu (1966) Türk sinemasındaki gerçekçi çizginin en başarılı ürünlerinden biri oldu. Güney, bu filmde ve gene Akad’ m yönettiği Kızılırmak-Karakoyun'da (1967) Anadolu insanının gerçekçi ve derinlikli portresini çizdi.

1966’da At Avrat Silah'la yönetmenliğe başladı. Bana Kurşun İşlemez (1967), Benim Adım Kerim (1967) ve Pire Nuri'nin
(1968) ardından, ilk önemli yapıtı olan Seyyit Han'ı (1968) çekti. Doğu’da geçen bir aşk öyküsü çevresinde gelişen bu film aslında yalnız kahraman tipini tekrarlıyor, ama gerçekçi, şiirsel ve akıcı bir anlatımla ortaya koyuyordu. Güney ertesi yıl gene Doğu’da, Muş’ta askerliğini yaparken gerçekleştirdiği Âç Kurtlar'da karı ve doğayı etkili biçimde kullandı. Bu arada Bir Çirkin Adam (1969) ve oynadığı daha başka filmlerle “çirkin kral efsanesi”ni sürdürüyordu. 1970’te Türk sinemasının en iyi filmlerinden sayılan Umut'u çekti.

Ümut, eski faytonu ve yaşlı atıyla kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek -çıkmaza giren Cabbar’ın öyküsüydü. Zor koşullardan kurtulmaya çalışırken, geleneksel inançlarla çağdaş mücadele biçimleri arasında bocalayan faytoncunun dramını perdeye getiren ve otobiyografik özellikler taşıyan bu film, öyküsünün sağlamlığı kadar gerçekçi anlatımı ve görsel zenginliğiyle de Türk sinemasının gelişimi üzerinde belirleyici bir etki yaptı. 1970 Adana Altın Koza Film Şenliği’nde en iyi film seçildi, Fransa’da Grenoble Şenliği’nde de Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.

Umut'u, her ikisi de Güney’in gerçekçi çizgisini sürdüren Acı (1971) ve Ağıt (1971) izledi. Güney, aynı yıl gerçekleştirdiği öteki beş filminden Yarın Son Gündür'de serüven düşkünü iki arkadaştan yola çıkarak siyasal bir alegori denemişse de, derinlikli bir çizgi tutturamamıştı. Gene 1971 yapımı Umutsuzlarda ise orta sınıftan bir ailenin kızı balerin Çiğdem ile Mafya şefi Fırat’ın olanaksız aşkını anlatırken, burjuva değerlerini eleştirmeyi amaçlıyor, ama bunu yaparken gene yalnız kahraman tipini ve feodal değerleri öne çıkarıyordu.

Güney Mart 1972’de siyasal olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklandı. Baba filmi o yılın Adana Altın Koza Film Şenliği’nde en iyi film seçildiyse de, jüri sonradan kararını değiştirerek Güney’e verilen ödülleri geri aldı. Yarıda kalan Zavallılar adlı filmi 1975’te Atıf Yılmaz bitirdi. Bu arada Güney 1966’da yayımlanan Boynu Bükükler adlı romanını geliştirerek Boynu Bükük Öldüler (1971) adıyla yayımlamış ve bu yapıtıyla 1972 Orhan Kemal Roman Armağam’nı kazanmıştı. Aynı yıl Milliyet gazetesinin yaptığı soruşturmada yılın sanatçısı seçildi.

Serbest bırakıldığı 1974’te, yolları ayrılmış iki üniversite arkadaşının yıllar sonra birbirlerini bulmaları üzerine gelişen ve farklı toplumsal sınıfları karşılaştırmayı denediği Arkadaş'ı gerçekleştirdi. Burjuva yaşam biçimine daha tutarlı bir açıdan bakan film, yer yer ezik kahraman tipinin izlerini de taşıyordu. Güney aynı yıl, kan davası olgusundan yola çıkarak feodal değerleri köklü bir biçimde eleştirdiği, sinemasal açıdan da zengin ve akıcı anlatımına yeniden ulaştığı Endişe filmine başladı. Filmin Adana’daki çekimleri sırasında çıkan bir olayda Yumurtalık savcısını öldüren Güney 18 yıl hapse mahkûm oldu. Endişe'yi yardımcısı Şerif Gören tamamladı.

Güney cezaevindeyken sinemayla ilişkisini sürdürdü. En ince ayrıntısına kadar yazıp oluşturduğu ve çekimini içerden denetlediği senaryolarından Sürü (1978) ve Düşman (1979) Zeki Ökten, Yol (1981) Gören tarafından filme alındı. Değişim içindeki Türk insanının yaşamından özgün görüntüler aktaran Sürü ve Düşman, çağdaş yaşam biçimine karşı bir tepki de içeriyordu. Cezaevinde yazarlığı da sürdüren Güney’in yazıları bu dönemde Güney dergisinde yayımlandı; Hücrem (1975), Salpa (1975, 1989), Sanık (1975, 1990), Selimiye Mektupları (1976), Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir? (1977), Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz (1977), Faşizm Üzerine (1979), Paris Komünü Üzerine (1979), Oğluma Hikâyeler (1979) adlı kitapları ve bazı filmlerinin senaryoları basıldı.
Ad:  Yılmaz Güney1.jpg
Gösterim: 2117
Boyut:  46.1 KB

Güney 1981’de İsparta Cezaevi’nden kaçarak gizlice yurtdışına çıktı. Kurgusunu yeniden yaptığı Yol, 1982 Cannes Film Şenliği’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi Costa Gavras’ın Missing {Kayıp) adlı filmiyle paylaştı. Türkiye’ye dönmesi için yapılan çağrıya uymayan Güney, 1983’te yurttaşlıktan çıkarıldı; filmleri sıkıyönetim tarafından toplatıldı, gösterimleri yasaklandı. Güney aynı yıl Fransa’da, Le Murü (Duvar) yazdı ve yönetti. Ertesi yıl Paris’te kanserden ölen Güney orada toprağa verildi. Filmlerinin Türkiye’de gösterilmesi için Nisan 1988’de bir kampanya başlatıldı; 1992’de bazı filmleri Türkiye’de gösterildi, aynı yıl, karısı Fatoş Güney, Yılmaz Güney’in anısını canlı tutmak, yaşatmak ve sanat anlayışını geliştirip yaygınlaştırmak amacıyla Yılmaz Güney Sanat, Kültür Vakfı’nı kurdu.

Türk sinemasının bir dönemine damgasını vurmuş olan Yılmaz Güney, İtalyan yeni gerçekçiliğini ve Amerikan western'ın Anadolu halk anlatı geleneğiyle birleştirmiş, halkın duyarlılığını bütün zenginliğiyle perdeye aktaran bir sinema dili geliştirmiştir. Etkili bir şiirselliğin ve gerçekçiliğin görsel bir zenginliğe eşlik ettiği yapıtlarında üst düzeyde bir renk kullanımı vardır. Güney kendisinden sonra gelen Türk yönetmenleri üzerinde etkili olmuştur.

Yayımlanmış senaryolanndan bazıları Umut (1975), Umutsuzlar (1975), Arkadaş (1975), Seyyit Han (1976), Ağıt (1976), Endişe (1976), Aç Kurtlar (1977) ve Acı'dır (1977).

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 22 Eylül 2016 02:49
Biyografi Konusu: Yılmaz Güney nereli hayatı kimdir.
Hayatın ne anlamı var.. Yanımda sen olmayınca....
Blue BooL - avatarı
Blue BooL
Ziyaretçi
23 Kasım 2006       Mesaj #2
Blue BooL - avatarı
Ziyaretçi

YILMAZ GÜNEY

Ad:  Yılmaz Güney2.jpg
Gösterim: 3404
Boyut:  55.7 KB

soyadı Pütün,
Sponsorlu Bağlantılar
türk sinema oyuncusu, yönetmen ve yazar
(Adana 1937 - Paris 1984).

1958'de Atıf Yılmaz Batıbeki'nin yönetmenliğini yaptığı Bu vatanın çocukları adlı filmde ilk rolünü oynadı. Yazdığı bir öykü nedeniyle hapis yattı (1961-1963). Sonraki yıllarda senaryo yazarı ve oyuncu olarak sinema çalışmalarını sürdürdü. Rol aldığı sıradan bazı filmlerle kısa sürede halk arasında "çirkin kral" olarak ün yaptı. Daha sonra yönetmenliğini ve oyunculuğunu üstlendiği Seyyit han (Toprağın gelini) [1968] filmi türk sinemacılığında yeni bir deneme olarak karşılandı.

Bunu, o zamana değin Türkiye’de çevrilmiş en iyi film kabul edilen ve İtalyan yenigerçekçi akımının ilk örneği sayılan Umut (1970) izledi. Gerçeği tüm karmaşıklığı ve zenginliği içinde vermeyi deneyen bu filmden sonra Acı (1971) ve Ağıt (1971) filmlerini çevirdi. 1971 Adana Altın koza şenliği'nde en iyi film seçilen bu çalışmalarla, günümüz türk sinemasının atılımcı kanadına öncülük eden Güney, cinayet suçundan yargılanarak 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Hapiste iken Sürü (1979), Düşman (1980), Yol (1982) gibi filmlerin senaryolarını yazdı. Sürü ve Düşman Zeki Okten, Cannes film festivali'nde Altın palmiye’ye değer görülen Yol, Şerif Gören tarafından filme alındı. 1981'de cezaevinden kaçarak Fransa'ya iltica eden ve yurttaşlıktan çıkarılan Güney, orada Duvar (1983) filmini yaptı. Ayrıca Boynu bükük öldüler (Orhan Kemal roman ödülü, 1972), Salpa, Sanık, Selimiye mektupları adlı kitapları vardır. Öteki filmlerinin başlıcaları: Alageyik (1958), Tütün zamanı (1959), İkisi de cesurdu (1963), Kasımpaşalı Recep (1965), Çirkin kral (1966), Hudutların kanunu (1966), Kızılırmak-Karakoyun (1967), Bir çirkin adam (1969), Baba (1971), Umutsuzlar (1971), Yarın son gündür (1971), Arkadaş (1974).

Kaynak: Büyük Larousse

Son düzenleyen Safi; 22 Eylül 2016 02:50
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
9 Ağustos 2008       Mesaj #3
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  Yılmaz Güney3.jpg
Gösterim: 2081
Boyut:  50.9 KB

Yılmaz Güney


(1937 Adana-1984 Paris)
Türk sinema oyuncusu, yönetmen ve yazar.

Soyadı Pütün'dür. Ortaöğrenimini Adana'da tamamladı. Ankara Hukuk ve İstanbul İktisat fakültelerindeki eğitimini yarıda bırakarak çeşitli işlerde çalıştı. 1958'de Atıf Yılmaz'ın yanında, "Bu Vatanın Çocukları" adlı filmdeki rolüyle dikkati çekti. 1961'de bir hikâyesinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hapse girdi. 1963'te Yeşilçam'a geri döndü. İlk yönetmenlik denemesini 1968'de "Seyithan" (1970) filmiyle yaptı.

Bu filmi, İtalyan Yeni Gerçekçi akımın Türkiye'deki ilk uygulaması sayılan "Umut" izledi. 1971'de çevirdiği "Acı" ve "Ağıt" filmleri kendisine aynı yılın Adana Altın Koza Şenliği'nde En İyi Film Ödülü'nü getirdi. 1974'te bir hâkimi öldürmek suçundan yargılanarak 18 yıl hapse mahkûm oldu. Hapiste bulunduğu süre içinde "Sürü", "Düşman" ve "Yol" filmlerinin senaryolarını yazdı. Bunlardan "Sürü" ile "Düşman" Zeki Ökten tarafından filme alındı. Şerif Gören'in yönettiği "Yol" ise, 1982 Cannes Film Şenliği'nde Altın Palmiye Ödülü'ne lâyık görüldü. Güney, 1981'de bayram izni dolayısıyla çıktığı cezaevine geri dönmeyip Fransa'ya iltica etti.

Diğer filmlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

  • "Alageyik" (1958),
  • "Tütün Zamanı" (1959),
  • "İkisi de Cesurdu" (1963),
  • "Kasımpaşalı Recep" (1965),
  • "Çirkin Kral" (1966),
  • "Hudutların Kanu-nu" (1966),
  • "Kızılırmak-Karakoyun" (1967),
  • "Bir Çirkin Adam" (1969),
  • "Baba" (1971),
  • "Umutsuzlar"(1971),
  • "Yarın Son Gündür" (1971),
  • "Arkadaş" (1974),
  • "Duvar" (1983).
Güney'in ayrıca 1972'de Orhan Kemal Roman Ödülü'ne lâyık görülen "Boynu Bükük Öldüler", "Salpa", "Sanık", "Selimiye Mektupları" adlı kitapları vardır.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 22 Eylül 2016 02:50
Sen sadece aynasin...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Ağustos 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Yılmaz Güney

Ad:  Yılmaz Güney5.jpg
Gösterim: 2376
Boyut:  58.4 KB
Oyuncuların değil, bir yönetmenin kitlelerce benimsenmesi belki de Türk sinema tarihinde bir ilki oluşturur. Yılmaz Güney. Sinema yönetmeni, senarist, yazar ve aynı zamanda bir aktör. Günümüz yönetmenlerinin birçoğunun sinema anlayışına yön veren Yılmaz Güney, zamanın siyasi çalkantıları sırasında pek çok kez soruşturma geçirmiş ve hapse düşmüş ancak o mesleğini parmaklıkların ardında da olsa sürdürmeye devam etmiştir.

Soyadı Pütün olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937'de Adana'nın Yenice köyünde doğdu, 9 Eylül 1984'te Paris'te öldü. Bir işçi ailesinin yedi çocuğundan biriydi. İlk ve ortaöğrenimini Adana'da tamamladı. Öğrenimi sırasında ailesinin maddi zorlukları yüzünden pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satmaya kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ardından Kemal Film ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalıştı. Aynı zamanda öyküler yazıyor, edebi birikimini artıyordu. Ankara Hukuk Fakültesi'nde okurken yönetmen Atıf Yılmaz ile tanışması da mesleğinde ilerlemesi açısından önemli bir basamağı oluşturur. Atıf Yılmaz'ın desteğiyle sinema çalışmalarına da başlar.

1959 yılında Atıf Yılmaz tarafından çekilen Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinin senaryolarını yazar ve aynı zamanda oyuncu olarak katkıda bulunur. Karacaoğlan'ın Karasevdası'nda da yönetmen yardımcılığına kadar yükselir. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkum olur.

İki yıl sonra kaldığı yerden işe devam eder. Daha çok ikinci sınıf serüven filmleriyle haşır neşir olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan Anadolu çocuğu karakterinin ezilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul etmeyen, baskıcı otoriteye direnen yapısı, bu tiplerle kendini özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevilir. Güney'e Çirkin Kral lakabının yapıştırıldığı bu dönemde (bize kalırsa çok haksız bir yakıştırma), öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akad'ın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece uzak Yeşilçam sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının göstergesidir.
Gerçek anlamda ilk kez 1967'de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Han'ı çeker. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler alır. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam'ı çeker. 1970'e gelindiğindeyse Türk sinemasında önemli bir yere sahip olan Umut adlı film seyirciyle buluşur.

Umut', eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla nüfusu kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbar'ın öyküsünü anlatır. Güney'in kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen belli eder. Adana Altın Koza Film Şenliği'nde en iyi film seçilen, sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca gösterime giren Umut', burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle karşılanır.

1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar) Adana Altın Koza Film şenliğinde dereceye girmesi böyle bir şeyin ilk olması bakımından şaşırtıcıdır, ancak onun yeteneğini bilenler için tam tersidir.
1972 yılında siyasi olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklu kalan Güney, Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımlar. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanır.
Tutukluk döneminin bitmesi sonrasında, 1974'te bir başyapıt sayılan Arkadaş'ı çeker. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki kültür şoku'nun da bir belgesi gibidir. Yılmaz Güney'in Adana'da Endişe adlı filmi çekerken karıştığı bir olay sırasında bir yargıcı vurarak öldürmesi uzun bir hapishane hayatının başlangıcı olacaktır.
Yine de o sinemadan kopamaz. Senaryolar yazmaya, üretmeye ve hep üretmeye devam eder. Senaryolarından biri Zeki Ökten tarafından Sürü adıyla sinemaya aktarılır ve bu film, yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödül alır. Ökten'in çektiği Düşman'ın ardından Gören'in kamera karşısına geçtiği Yol gelir.

1981'de cezaevinden yurtdışına kaçmayı başaran Yılmaz Güney, Yol'u yeniden çeker ve film bu kez 1982 Cannes Film Şenliği'nde büyük ödülü Costa Gavras'ın Missing'iyle paylaşır. Yılmaz Güney yurda dönme çağrılarına uymaması sebebiyle 1983'te Türk yurttaşlığından çıkarılır. Aynı yıl Fransa'da Le mur (Duvar) adlı filmi çeker, ancak film pek ilgi görmez. Ve ertesi yıl kanser nedeniyle yaşama veda eder.

Yılmaz Güney, senaryosundan kurgusuna kadar sinemada yetkin olmayı beceren ender yönetmenlerden biridir. Sürekli farklılık arayışı içinde olması, yapıtlarındaki şiirsellik ve zengin görsellik onu ayrıcalıklı kılan yanlarıdır. Lütfi Akad'ın özgün bir anlayış getirdiği Türk sineması Yılmaz Güney'in filmleriyle yeni bir aşama kaydetmiştir. Detay zenginliğine sahip, realist, olanakları en uygun biçimde kullanan ve toplumsal olayları özümseyen filmlerdir bunlar. Yılmaz Güney sineması sinemacılar kuşağı' olarak bilinen genç kuşak yönetmenleri de yönlendirmeyi başarmıştır. Onunla başlayan ve Yeni Sinema' olarak adlandırılan bu dönemde Türk sineması dünyaya açılma olanağı bulmuş, onu takip eden genç yönetmenler yurtdışında kayda değer başarılar elde etmişlerdir. Yapıtlarıyla gerek yurtiçi gerekse yurtdışında birçok ödül kazanan Yılmaz Güney, sanatın diğer dallarında verdiği eserleriyle de pek çok kitlenin gönlünde önemli bir yere sahiptir.

Yılmaz Güney'in Eserleri:

Rol Aldığı Filmler:
Tütün Zamanı, 1959 - Dolandırıcılar Şahı, 1961 Kara Şahin, 1964 Mor Defter, 1964 On Korkusuz Adam, 1964 Yaralı Kartal, 1965 Beyaz Atlı Adam, 1965 Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 Sokakta Kan Vardı, 1965 Çirkin Kral, 1966 Hudutların Kanunu, 1966 Ve Silahlara Veda, 1966 Yiğit Yaralı Olur, 1966 Balatlı Arif, 1967 - İnce Cumali, 1967 Kızılırmak Karakoyun, 1967 Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 Azrail Benim, 1968 Kurşunların Kanunu, 1969 Zeyno, 1970 Namus ve Silah, 1971 Sahtekar, 1972.

Senaryosunu Yazıp Yönettiği Filmler:

Bu Vatanın Çocukları, 1959 Alageyik, 1959 Kamalı Zeybek, 1964 Konyakçı, 1965 Krallar Kralı, 1965 At, Avrat, Silah, 1966 Eşrefpaşalı, 1966 Çirkin Kral Affetmez, 1967 Belanın Yedi Türlüsü, 1969 Piyade Osman, 1970 Sevgili Muhafızım, 1970 Şeytan Kayalıkları, 1970 İbret, 1971.

Senaryosunu Yazdığı Filmler:
Karacaoğlan'ın Karasevdası, 1959 Endişe, 1974 İzin, 1975 Bir Gün Mutlaka, 1975 Sürü, 1978 Düşman, 1979 Yol, 1982.

Senaryosunu Yazdığı, Yönettiği ve Oynadığı Filmler:
Bendim Adım Kerim, 1967 Pire Nuri, 1968 Seyit Han, 1968 Aç Kurtlar, 1969 - Bir Çirkin Adam, 1969 Umut, 1970 Kaçaklar, 1971 Vurguncular, 1971 Yarın Son Gündür, 1971 Umutsuzlar, 1971 Acı, 1971 Ağıt, 1971 Baba, 1971 Arkadaş, 1974 - Zavallılar, 1975.

Senaryosunu Yazdığı ve Yönettiği Film:
Le Mur, 1983. Kitapları: Boynu Bükük Öldüler, 1971 Hücrem, 1975 Salpa, 1975 Sanık, 1975 Selimiye Mektupları, 1975 Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, 1977 Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir?, 1977 Faşizm Üzerine, 1979 Paris Komünü Üzerine, 1979, Oğluma Hikayeler, 1979.
Son düzenleyen Safi; 22 Eylül 2016 02:51
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Temmuz 2010       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Yılmaz Güney6.jpg
Gösterim: 2692
Boyut:  77.7 KB

YILMAZ GÜNEY


Canım, sevdiğim, yüreğim
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardır
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan.
Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.

Bu sıcak, bu tertemiz bakış; bu pazarlıksız ve içten tebessüm; bu başını hafiften yana eğen afil... dayım kokan bu adamdaki çekim gücü nereden kaynaklanır? Yılmaz Güney.. bizin sözcüsü, bizin savaşçısı...

Çocukluğumu büyüttüğüm Orta Anadolu kasabasının yazlık açıkhava sinemasında Yılmaz Güneyin filmi oynayacakmış. Gitmeyin sakın, bombalayacaklarmış! Kimsin sen? İçinde göründüğün, rol kestiğin filmin gösteriminin yapıldığı sinemaya bomba koymaya meylettirecek kadar, nesin? Sana karşı olanlar, aslında kendileriyle yüzleşmekten mi kaçarlar? Bir Yılmaz Güneylerinin olmasının verdiği hazzı bilmemek ve bu bilmemenin bıraktığı boşluk mudur, köşe bucak gizlemeye çalıştıkları içsel acıyı, çaresizliği büyüten? İnsan etrafını yakıp yıkarken, aslında içindeki çıkmazlara yol mu açmaya çalışır?

Daha çocuk çağlarımızda bile, bir Yılmaz Güneye sahip olmanın verdiği gurur ve bir tür tarifi yapılamayan güvendi koltuğumuzu kabartan; kendimize Yılmaz Güney edaları vererek yürüten, bakış attıran... belki de doğru yolda olduğumuz hissi ile iç huzuru veren, onunla özdeşleştiren.

Kendimi bildiğim ilk dönemlerimden, çocukluğumdan beri, efsane sözcüğünün karşılığı olan adam.. sevginin ve saygının harmanlandığı, gıptayla cilalanan bir duygunun vücut bulduğu.. adının anıldığı yerde, bir başka, ona özgü dalganın dolandığı mit: Yılmaz Güney!

Murat Belgenin yaptığı değerlendirmede olduğu gibi, Parlak bir sinemacı ve sanatçı, hiçbir zaman amatörlüğün ötesine geçememiş bir 'siyasetçi'; her şeyini kitlelerle paylaşmaya can atan bir 'biz' ve çıkardığı dergiye 'Güney' adını verecek kadar bireyci bir 'ben'; dünyanın sosyalizm öncesi popülist başkaldırmacı kahramanına denk düşen bir mizaç ve tarihi maddeciliğin teorik inceliklerini kavramaya hayati önem veren bir akıl; silah ve eylem ve mertlik dünyasının korkusuz bir savaşçısı ve insanları barışa, sükunete, okumaya, sevgiye çağıran bir derviş. Bütün bunların sonucunda mutlak bir yalnız adam... Yine Yalçın Küçük, bir sosyaliste küçük bir örnek verirken, mahallenin genç kızını sıkıştıran birkaç serseriye -dayak yeyip yemeyeceğini düşünmeksizin- müdahale eden adam olarak tanım getiriyordu. İşte Yılmaz Güney, aslında tüm bunlardı.
Yaşam Bir Dolambaçlı Yoldur

Bir sanatçı olarak Yılmaz Güney diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün'dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında (1 Nisan -bn), Türkiye'de, bir güney şehri olan Adana'nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi... Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976'da ben Kayseri Cezaevi'ndeyken öldü. Mezarını göremedim...

Dokuz yaşından sonra hayatını çalışarak kazandı. İlk işi dana gütmekti. Ailesinin maddi zorlukları nedeniyle öğrenimi sırasında pamuk işçiliğinden, gazoz ve simit satcılığına kadar birçok işte çalışmak zorunda kaldı. Ortaokul ve Lise öğrenimini Adana'da tamamladı. Lise yıllarında, bisikletiyle sinemadan sinemaya on altı milimetrelik film bobinleri taşıyarak sinemaya ilk adımını attı. "Sinemayla karşılaşmam 13 yaşındayken oldu. Kavgalı dövüşlü filmlerin gösterildiği fukara sinemalarına gidiyorduk. Kendimizi daha rahat hissediyorduk bu sinemalarda. Mesela bir Galatasaray Sineması vardı, çok güzeldi. Önünden geçer bakardık ama çok lükstü gitmeye korkardık. İstesek parasını verip girebilirdik. Ama ne kıyafetimizi ne de yapımızı uygun görürdük o sinemaya"

Sinema sektörüyle ilk kez Kemal Film ve And Film şirketlerinin bölge temsilciklerinde çalışarak temas kurdu. And Film'de pursantaj memurluğu yaptı. Lise ikinci sınıftaydı; görevi nedeniyle yakın illerde sinemaları dolaşıyordu. Bu dönemde ilk öykülerini verdi. Nihat Ziyalan ve Özdemir İnce ile bu dönemde tanıştı ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanmaya başladı.

1955 yılında liseyi bitirmesinin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu; Adana'ya döndü ve Dar Film'de çalışmaya başladı. Sinemaya daha yakın olabilmek için A.Ü. Hukuk Fakültesinden ayrıldı ve İ.Ü. İktisat Fakültesi'ne kaydoldu; Adana'da pursantaj memurluğunu yaptığı film şirketinin İstanbul bürosunda çalışmaya başladı. bu dönemde sinemaya ciddi olarak adım atmasını sağlayan Atıf Yılmaz ile tanıştı ve onun asistanlığını yapmaya başladı.

Çirkin Kral


Yeni bir süreç başlıyordu... Çirkin Krallık süreci. Atıf Yılmaz ile çalışmaları onun krallığının temellerini oluşturacak ve sürecin sonunda bu kavruk halk adamı, haklı bir ün elde edecekti.

Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinde senaryo yazarı ve oyuncu olarak da katkıda bulundu. Karacaoğlanın Karasevdasında da yönetmen yardımcılığına kadar yükseldi ve böylece ilk kamera arkası görevlerini aldı; senaryocu, oyuncu ve yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. Oyuncu ve senaryocu olarak hızla sivrildi. Dönemin siyasal öğrenci hareketlerinin içinde yeraldı; hem sol ile temasını artırdı hem de sinemayla ilişkisi daha üretken bir zemine doğru yol aldı. Bu dönemde senarist Vedat Türkali, yönetmen Atıf Yılmaz ve asistanı Yılmaz Güney diğer öğrencilerle olayları filme çekmenin yollarını araştırmışlardı. Bu arada Yeni Ufuklar ve On Üç dergilerinde de öyküler yazdı. On Üç adlı dergide 1956 yılında yayınlanan Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1961 yılında hapse mahkum edildi ve film setinden alınıp götürüldü.

Belki inanılmaz gelebilir ama, ceza almasına neden olan öyküdeki şu paragraftı: "İğrenerek baktı -iyice iğrenememişti-. Yüzü daha bir buruştu. Yapmacıklı bir sinirle Siz böylesiniz işte dedi. En iyiniz bile böyle. Kendi çıkarlarınız için neler yapmazsınız. İşçiymiş. Basit bir işçiymiş -seyircilerin durumlarını da görmek istiyordu ben bir işçiyim. Beni basit görmezsin değil mi? İşine yararım. Keyfini getiririm; doğru değil mi söylediklerim? -söyledikleri doğruydu. Birinci şahıs doğru demiyordu-. Ah domuzlar sizi. Bir gün hepinizin topunuzu attıracaklar ya; dur bakalım ne zaman."

Öğrenimi yarıda kalmıştı. Birbuçuk yıl cezaevinde kaldı; Aralık 1962de hapis cezası sona erdi ve 6 aylık Konya Sürgününe gitti. Boynu Bükük Öldüler adlı romanı bu dönemin ürünüdür. Güney, cezaevi günlerini hep biriktirme, yeni projeler için yoğunlaşma ve siyasal bilincini olgunlaştırma yönünde değerlendirdi. İlk kez hapse giren Güney, hayatının muhakemesini yaptı, kendini yeniledi ve düşünsel yapısını geliştirdi. Kendisine bir misyon biçti, bunu nasıl gerçekleştireceğinin hesaplarını yaptı. 1963'ten itibaren yaptığı filmlerde oyuncu olarak giderek artan bir popülarite kazandı ve beyaz, temiz yüzlü jönlerin saltanatını yerlebir etti. Yılmaz Güney bu dönemde genellikle karşımıza çıkan Anadolu Çocuğu karakterinin ezilen, aşağılanan, yenilen, hor görülen ancak suskun kalmayı kabul etmeyen, baskıcı otoriteye direnen, sonunda isyan eden ve başını dik tutan yapıdaki kişilerini yansıtıyordu. Bu durum, bu tiplerle kendini özdeşleştiren kesim tarafından kolayca sevildi. Ancak bu dönemin filmleri genellikle Yeşilçam kalıpları içinden çıkamadı.

Çirkin Kral adı ve miti bu dönemin eseridir. 1964'te rol aldığı 10 Korkusuz Adam filminde hiç konuşmayan, sürekli arka cebinde taşıdığı konyağı içen bir ayyaşı canlandırdı. Bu rol, filmde fazla bir önem taşımadığı halde, Yılmaz Güney'in göründüğü sahnelerde sinema salonları inlemişti. Böylece Yılmaz Güney bir mitos haline gelmeye başladı ve senarist ve oyuncu olarak birçok filmde görev aldı. Bu dönemde öyküsünü kendisinin yazdığı ve Lütfi Akadın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filmdeki doğal ve abartısız oyunculuğu gerçeklikten son derece uzak Yeşilçam Sinemasında da bir farklılaşmanın başladığının göstergesidir. Gerçek anlamda ilk kez 1967de yönetmen koltuğuna oturan Yılmaz Güney, 1968 yılında önemli sayılabilecek ilk filmi Seyyit Hanı çekti. Doğu topraklarındaki bir sevda öyküsünü anlatan bu film, üslubu açısından olumlu tepkiler aldı. Hemen ardından Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adamı çekti. Hudutların Kanunu ve Toprağın Gelini ile başlayan Seyyit Han ile işaretini veren bu süreçten çıkışın en anlamlı meyvesi ise sinemamızın en önemli yapıtlarından biri olan Umut oldu.

1968'de askere gitti ve 1970 Nisanında döndü; film çalışmalarına başladı. Umutu çekmeye başladı. Umut, eski faytonu, gücü dermanı kalmamış atıyla kalabalık nüfuslu ailesini geçindirmeye çalışan, ağır yaşam koşullarının zorlamasıyla giderek çıkmaza giren, bir trafik kazasında atını kaybettikten sonra önce faytonunu, başarısız bir soygun denemesinin ardından da elinde neyi varsa satan, sonra da define aramaya koyulan Cabbarın öyküsünü anlatıyordu. Güneyin kendi yaşamından da izler taşıyan bu film, öykünün durduğu yer ve anlatımının gerçekçiliği bakımından çizgisini hemen belli etti. Ben, oyuncu olarak halkın giyiminden, davranışlarından farklı olmamaya çalışıyordum. Zaten olamazdım ki. Ben zaten kendimi oynuyordum. Şöyle bir durum var: Yaptığım bütün filmlerde benden bir parça vardır.

Sansür kurulu tarafından yasaklanması ertesinde Danıştay kararınca gösterime giren Umut, burada olduğu kadar, yurtdışında da ilgiyle karşılandı. Umut, çıkışı olmayan mutsuz çabaları gerçekçi bir biçimde betimledi. Bu filmi ile Antalya Film Festivalinde en iyi oyuncu ödülünü (Altın Portakal); Adana Film Festivalinde en iyi oyuncu ve en iyi film ödüllerini (Altın Koza) aldı. Tabiri caizse, Türk Sinemasında yer yerinden oynadı. Umut, Yılmaz Güney'in başyapıtlarından biridir. Ayıca Türkiye'de devrimci sinemanın da ilk ve en iyi örneklerinden biridir. Bu filmi, Acı, Ağıt, Baba, Arkadaş ve Endişe takip etti. 1971 yılında üç filminin birden (Ağıt, Acı ve Umutsuzlar) Adana Altın Koza Film Şenliğinde dereceye girmesi, böyle bir şeyin ilk olması bakımından ilgi çekicidir.

Devrim ve Sanat


Bilinçli bir şekilde toplumsal sorunlarla uğraşmaya başladığı oranda sansürle de başı ağrımaya başlamıştı. 1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarına yardım ettiği için tutuklandı. Ancak bu kez, dünyada tanınmış bir sinemacı olarak büyük bir desteği arkasına aldı. Boynu Bükükler adlı romanını yeniden yazıp Boynu Bükük Öldüler adıyla yayımladı. Kitap, 1972 yılında Orhan Kemal Roman Ödülünü kazandı. Siyasal bilincinin gelişiminin sonuçlarını tutukluk döneminin bitmesi sonrasında çekmeye başladığı, bir başyapıt sayılan Arkadaş filminde ortaya koydu. Birbirinden uzak düşen iki üniversite öğrencisinin, aralarındaki toplumsal uçurumların farkına varmaları ve ilişkilerinin giderek zayıflamasının anlatıldığı film, ülkemizdeki kültür şokunun da bir belgesi gibidir. Büyük ilgi gören ve tartışılan bu film Çirkin Kral'ın kendisiyle olduğu kadar Çirkin Kralcılarla da hesaplaşması anlamına geliyordu

Bu filmiyle Yılmaz Güney, Sınıfsız bir dünyanın gerçekleşmesi yönünde tarafını belirlemiştir: ...kendimi anlatmalıyım. İki yılı aşkın cezaevi günlerinde, düşüncelerim tek bir noktada toplanmıştır: Demokratik Halk Devrimi. Başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere, tüm emekçi kitleleri, aydınları, sanatçıları, küçük iş ve mülk sahiplerini ekonomik toplumsal ve siyasi kölelikten kurtuluşa götürecek Bağımsız Demokratik Yeni Türkiye'yi kuracak ve sosyalizme götürecek Demokratik Halk Devriminin gerçekleştirilmesi ve devrim sürecinde birey olarak bana düşen görevlerin berraklaştırılması temel düşüncem olmuştur. İşte ben, bu hayati görevlerin üstesinden gelebilmek, eksikliklerimi giderebilmek umuduyla inançlı bir çalışmaya verdim kendimi. Atacağım her adım emeğin nihayi kurtuluşu fikrine, yani sınıfların kendini ortadan kaldıracağı, devletin kendisini tüketeceği, söndüreceği bir dünya fikrine hizmet etmeliydi. Kurtuluşun önümüzdeki aşaması olarakta Demokratik Halk Devrimi fikrine ve mücadelelerine hizmet etmeliydi. Bu amaçla sinema alanında, iki yılda altı film yapmayı planlamıştım. 'Arkadaş' bu düşüncenin ilk ürünüdür... (25 Haziran 1976)
Son düzenleyen Safi; 22 Eylül 2016 02:51
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
11 Kasım 2010       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Yılmaz Güney7.jpg
Gösterim: 2135
Boyut:  56.2 KB
Türk Sineması'nın en önemli sinema adamlarından olan Yılmaz Güney'in asıl adı Yılmaz Pütün'dür. 1937 tarihinde Adana'da doğmuş ve 9 Eylül 1984'te Paris'te ölmüştür. 114 filmde oyunculuk yapan Güney, bu filmlerin 64 tanesinin senaryosunu yazmış, 15 filmin yapımcılığını üstlenmiş, 26 filmin de yönetmenliğini yapmıştır Oyuncu-senarist-yönetmen ve yapımcı kişiliğini bir araya toplayan Yılmaz Güney, pamuk işçiliğinden gazoz ve simit satıcılığına kadar çeşitli işlerde çalıştı. And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde film dağıtıcılığı yaptı.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde sürdürdüğü yüksek öğrenimi sırasında yönetmen Atıf Yılmaz'la tanıştı; onun yardım ve desteğiyle sinema çalışmalarına başladı. Aynı zamanda Atıf Yılmaz'ın asistanlığını üstlendi. 1956 yılında "Onüç" dergisinde yayınladığı bir hikâyeden dolayı hakkında soruşturma açıldı.

1963 yılında yeniden sinemaya dönerek, küçük şirketlerin aceleye getirilmiş, sıradan serüven filmlerinde rol aldı. Zaman zaman bu filmlerin senaryo yazımından çekimine kadar tüm aşamalarına katıldı. Kabadayılık ve kavganın ağırlıkta olduğu bu filmlerde canlandırdığı ezilen, itilen, ama yazgısını kabul etmeyen; baskı ve kötülüğe karşı tek başına direnip mücadele eden "Dürüst Anadolu Çocuğu" tipiyle büyük ün kazandı. Özellikle, bu tiplerle kolayca özdeşleşen Anadolu izleyicisi tarafından çok tutuldu ve aranan bir aktör olarak kendini kabul ettirdi.

Filmlerinden birinin de adı olan "Çirkin Kral" adıyla anılmaya başladığı bu dönemde, öyküsü kendisine ait olan, Lütfü Akad'ın ''Hudutların Kanunu'' filmindeki oyunculuğuyla Türk sinemasında yeni bir oyuncu tipini yarattı.
Bu dönemde çektiği "Umut", Yılmaz Güney sinemasında "bir dönemi kapayıp yepyeni bir dönem açarken" aynı zamanda Türk sinema tarihinin de başyapıtları arasında yer aldı. Türkiye'nin 12 Mart askeri darbesini yaşadığı 1972 yılında siyasal olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklandı ve iki yılı aşan bir tutukluluk döneminin ardından 1974'te gene büyük bir ilgiyle karşılanan "Arkadaş"ı çekti. Aynı yıl Adana'da "Endişe" filmini çekerken karıştığı bir olay sırasında, bir yargıcı vurarak öldürmesi üzerine 19 yıl hapis cezasına mahkûm oldu.

Cezaevindeyken sinemayla olan ilişkisini, ince ayrıntılarına kadar yazıp oluşturduğu senaryolarla sürdürdü. Bunlardan, Zeki Ökten tarafından yönetilen "Sürü", yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda ödül kazandı. ''Düşman'' yine Zeki Ökten tarafından, ''Yol'' ise Şerif Gören tarafından çekildi.

1980'de cezaevi'nden kaçan Yılmaz Güney, gizlice yurt dışına çıktı ve Paris'e yerleşti. Kurgusunu yeniden gerçekleştirdiği ''Yol'', 1982 Cannes Film Şenliği Büyük Ödülü'nü, Costa Gavras'ın "Missing" (Kayıp) adlı filmiyle paylaştı. Yurda dönme çağrısına uymayınca 1983'te vatandaşlıktan çıkartıldı. Aynı yıl Fransa'da ''Le mur'' (Duvar) adlı son filmini çekti. Güney, 9 Eylül 1984'te yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak öldü.

Megep
Son düzenleyen Safi; 22 Eylül 2016 02:52
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ocak 2011       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

YILMAZ GÜNEY şiirleri


Bir sanatcı olarak ''Yılmaz Güney'' olarak bilinir.Ama asıl adı Yılmaz Putun'dur. 1937 Yılında, Adana'nın Yenice Koyünde doğdu.Topraksız bir köylu ailenin iki cocuğundan biridir. Dokuz yaşından sonra hayatını çalışarak kazandı.İlk işi dana gütmekti.Liseyi Adana'da bitirdi.1955'te süren tatbikat sonucu birbuçuk yıl ağır hapis ve 6 ay sürgün cezası aldı.Oğrenimi yarıda kalmıştı. İlk olarak 1961'de cezaeviyle tanışmıştı.1962 Aralığında cezasının bitimiyle, muhafazakarlığı ile ünlü, Konya şehrine sürgüne gönderilmişti.1968'de askere gitti.1970 Nisanında döndu.1972'de, martın 16'sında devrimcilere yardım ettiği gerekcesiyle tutuklandı.Mahkeme sonucu 10 yıl ağır ceza hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı.1974 Eylülünde,bir cinayet olayına adı karıştı ve on dokuz yıl mahkum edildi.Cezaevindeyken ''GÜNEY'' adlı bir sanat-kultur dergisi çıkardı.Onüç sayı sonra sıkıyonetimin yeniden gelmesi üzerine dergisi kapatıldı ve hakkında yazdıklarından ötürü on ayrı dava acıldı.İstenen ceza toplamı yuzyil idi.1981 Ekiminde izinli cıktığı İsparta cezaevine bi daha dönmedi.Sonra da yurt dışına çıktı.1981 Ekimine kadar, yaklaşık oniki yılını çeşitli cezaevlerinde geçirdi.Bu oniki yıl içinde ikisi yarı-açık olmak uzere onbeş cezaevi tanıdı.İltica etiği Fransa'nın Paris şehrinde 1984'te vefat etti

ARKADAŞ


Olmasın o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip ayrılsak da
Seninle arkadaş

Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş
Yanmışsın arkadaş

Dolduramaz boşluğunu
Ne ana ne kardaş
Bu en güzel bu en sıcak
Duygudur arkadaş

Ortak olmak her sevince
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce el ele

Olmayacak o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gun gelir ayrılsak da
Seninle arkadaş

KENDİM İÇİN YAŞAMIYORUM


hayatı kendim için yaşamıyorum. ve korkmuyorum
hiç birşeyden. başıma gelecekleri de biliyorum.
herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.
Yarın bizim çünkü...

BİR GÜN


Hangi zorluğu
yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde
bu insanca sevgiyi.
Güzel günler
zorlu duraklardan
geçer sevdiğim.
Damla damla
birikiyor insan.
Damla damla sevgili...
Bir gün
akıp gideceğiz hayata.
Duvarlar yıkılacak,
açılacak bütün kapılar
bilesin.
Benim yüreğim
sensin şimdi
seni vurur durur...
Ve yine damla damla
çoğalıyorsun içimde.

KÖPRÜ


Sevgili
yetmiyor 'sevgili' sözü
tek başına. Karşılamıyor
içimi dolduran duyguyu.
Oysa ben 'sevgili'
derken neler
düşünüyorum bilsen.
Sonsuz, bir güneş
bir yudum rakı
çiçeğe durmuş ince bir
bahar dalı
oğlumun sıcak yanağı
anamın acılı gözleri
babamın tütün kokan eli
evimizdeki kuş
yarının güzel günleri.
Anlatılması güç binlerce
duygu ve sen...
İşte sen
beni hayata bağlayan
en güzel köprüsün;
köprülerin en güzelisin.
Sevgilim... Güzelim...
İnsanı yaşatan
içimizdeki hayat böceğidir.
O ölürse
hayatımızın da tadı biter.
O sakın ölmesin
yaşat onu.

CANIM


Canım, sevdiğim, yüreğim
Bu duvarlar bizi ayırmaya yetmez bilesin
Bu kapılar, bu demir parmaklıklar hava inan
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardır
hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi

BU ALEMDE KRAL TANIMAM


Sen hiç ölümün gölgesinde özgürlüğü yaşadın mı
Bir garibanın elinden tutup da hiç kadere rest çektin mi
Alçağın adisine ispiyoncusuna kurşun yağdırdın mı
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam

Sen zevkini sefanı sürerken ben hayat okulunu okuyordum
Sen elin cilalı mermer taşlarında kibar beylerle dans ederken
Ben hergün azraille dans ediyordum
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam

Sen sıcak yatağında rahat uyurken
Ben ise parçalanmış vücudumun acısıyla mahkeme duvarlarına
Yaslanmış, gelmeyi bilmeyen karanlığı bekliyordum
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam

İdam sehpasında bir mahkum yaşamayı ne kadar çok istiyorsa
Ben de seni o kadar çok seviyorum...
Aşıma katmadım haram, güzel çirkin aramam
Yanlış yapanı tanımam... Bu senin için de geçerlidir gülüm
Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam...

Canim, Sevdigim, Yüregim...


Bu duvarlar yetmiyor bizi ayirmaya bilesin...
Bu parmakliklar, bu demir kapilar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yikacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardir...
Hangi zorlugu yenmemis insanoglu.
Hele tasiyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdigim.
Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
Bir gün akip gidecegiz hayata...
Duvarlar yikilacak, açilacak bütün kapilar bilesin.
Benim yüregim sensin simdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çogaliyorsun içimde.

Eskiden Bilmezdim Yalnizligi

Eskiden bilmezdim yalnizligi
Bir agaç nasil yalniz degilse ormaninda
Bir çiçek kendi dalinda
Eskiden bilmezdim yalnizligi

Yalnizligin içinde
Simdi yalniz, yalniz miyim
Kopuk muyum dalimdan
Uzaginda mi kaldim ormanin

Hayat Bize Mutlu Olma Sansi Vermedi


Hayat bize mutlu olma sansi
vermedi
Biz kendimizden baska
Herkesin üzüntüsünü
Üzüntümüz,
Acisini acimiz yaptik.
Çünkü Dünya'nin öbür ucunda,
Hiç tanimadigimiz bir insanin
Gözyasi bile içimizi parçaladi...
Kedilere agladik
Kuslarin yasini tuttuk.
Yüregimizin yufkaligi
Kimi zaman hayat karsisinda
Bizi zayif yapti.
Aslinda ne güzel seydir
Insanin insana yanmasi
Sevgili...
Ne güzeldir bilmedigin birinin
derdine üzülmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatimda hep
Üzüldüm, hep yandim..
Yasamak ne güzeldir be sevgili
Sevinerek, severek, sevilerek,
Düsünerek...
ve o vazgeçilmez sancilarini
Duyarak hayatin
Son düzenleyen Safi; 22 Eylül 2016 01:01

Benzer Konular

31 Temmuz 2014 / kompetankedi Tarih
12 Kasım 2009 / Misafir Cevaplanmış
16 Eylül 2008 / virtuecat Coğrafya
11 Ekim 2013 / _Yağmur_ Tarih
18 Şubat 2013 / Efulim Coğrafya