Beni kötülük yapmaya teşvik ediyorlar
“Yaprak Dökümü”nün Ferhunde’si son birkaç bölümdür gayet anlayışlı ve iyi bir gelin. Ancak Ferhunde karakterine hayat veren Deniz Çakır’ın ifadesine göre; seyirci bu durumdan memnun değil. Bazı izleyiciler eski haline dönüp, kötülük yapması konusunda oyuncuya baskı yapıyormuş!
Kötü kadın rolleri üstünüze mi yapıştı?
Bunu söylemek için çok erken bence. Evet rol aldığım iki dizi filmde de canlandırdığım karakterler ‘kötü kadın’ olarak adlandırıldı. Ama birbirlerine benzemeyen, özellikleri birbirinden çok farklı kadınlardı bunlar. Bir rolü ele alırken elbette ki farklı farklı kişileri canlandırmak isterim. Çünkü bu işi kendimi çoğaltmak için yapıyorum. Bir de üstüne para veriyorlar, ne güzel! Oyunculuk yaparak her gün başka bir maceraya yol alıyorum. Dolayısıyla farklı maceralar istiyorum. Ama en öncelikli şey bu değil. Hiçbir verimliliği olmayan iyi ve sıradan bir karakteri canlandırmaktansa kötü birini oynarım. Kötü kadın rolleri üstüme yapıştı diye bir kaygım yok. Çünkü yolun çok başındayım daha.
Derinliği olan ve oyunculuk yeteneğini ortaya çıkaran roller hep kötü karakterler. İyi birini canlandırırken yeteneğe çok fazla ihtiyaç yokmuş gibi görünüyor. Çünkü o zaten hep iyi ve saf. Ekstra bir çabaya gerek yok gibi...
Bu oyuncunun hatası değil. Türkiye’de senaryo eksikliği var. Senaryo kötüyse istediğini yap, çırpın, hiçbir şey ifade etmez. Öyle bir yazıyorlar ki; kötü karakter birinden su bile isteyemez! O kadar kötü yani! Her insanın zaafları vardır. Hatasız kul olmaz. Dolayısıyla iyi karakterin de tereddütlü anları olur. Ama yazarlar iyiyi pembenin en pembesi, kötüyü siyahın en siyahı yazarlarsa inandırıcı olmaz. O yüzden tiyatro er meydanıdır. Shakespeare’in o ağdalı dilini inandırıcı bir şekilde oynayabiliyorsan o zaman oyuncusun işte!
Bazı eğitimli oyuncular halk onları bağrına bassın diye kötü karakter canlandırmaya cesaret edemiyorlar...
Mutlaka böyle olanlar da vardır ama oyunculuk çok ihtiraslı bir şey. “Aman bana iyi desinler” derdinde değilim. Bu benim mücadelem. Zaten ben beğeniyorsam, onlar da beğenecektir. Ayrıca insanlar da biraz zeki olsunlar. Gerçeğin ve rolün ayrımını yapabilsinler istiyorum. Aslında benden nefret etmeleri iyi bir şey. Demek ortaya iyi bir şey çıkmış, onları inandırmışım.
Rol aldığınız iki dizi de başarılı oldu. Şanslı biri misiniz?
Şansın tesadüflere dayalı olduğuna inanmıyorum. İnsan şansını kendi yaratır.
Zaman zaman görüyoruz; kaliteli ekip, iyi senaryo... Ne var ki; reyting’e kurban gidiliyor...
Evet o zaman bunun adı ‘şans’ olabilir. Ama bireysele dönersek; kendin için en iyisini yapmaya çalışırken, aynı zamanda da art niyetli düşünmemen lazım. Ne yazık ki bizim sektörde herkes birbirinin kuyusunu kazar pozisyonda. Hayatımda hiçbir zaman böyle bir problem yaşamadım. Evet benim için en iyisi olsun ama herkes kendi işini yapsın. Olayı rekabet haline getirmedim. Küçüklüğümden beri ‘ne ekersen onu biçersin’e çok inanıyorum. Bundan sonra sektör istediği kadar kötü olsun, yine de benim için her şey iyi olacak. Çünkü kendime güveniyorum. Beni mutlu edecek başka bir şey yaparım. Oyunculuk şahane. Ama üretmeyi seven insanlar yeni bir şeyler yapmaktan hoşlanır. Mesela fotoğraf çekmekten büyük keyif alıyorum. Eskiden beri çok seviyordum. Şimdi profesyonel bir makine aldım. Bu dönem sözlerin anlamsızlığına inandım. İfade aracı olarak da fotoğraf çekmeyi seçtim. Çünkü sözcükler yüzünden çok yanlış anlaşıldım hayatta.
Mesela?
Uçankuş magazin sitesinde “Deniz Çakır’la yaptığımız röportaj” diye geçiyor ki; hayatımda böyle bir röportaj yapmadım. Bana sormuşlar: “Hep kötü karakterleri oynuyorsunuz. Bu böyle mi gidecek?” Ben de demişim ki: “Erol Taş olmaya hiç niyetim yok!” Yine sormuşlar: “Dizide dayak yediniz. Normalde bir erkek size dayak atar mı?” Ben de; “Bana dayak atacak erkek daha anasından doğmadı” demişim. Hiç yapmadığım bir röportaj ve o kadar sokak diliyle yazılmış ki... Günlük hayatımda bile kullanmadığım bir üslup bu. O kadar üzüyor ki beni böyle şeyler. O yüzden kendimi sözcüklerle ifade etmekten soğudum. Kendimi çoğaltmak için fotoğraf çekiyorum ben de.
Sergi açmayı düşünüyor musunuz peki?
Çok erken. Ama fotoğraf dilinde belgeseller yapmak istiyorum. Zamanla sergiye dönüşür mü bilmiyorum. “Yaprak Dökümü”nün kamera arkasını fotoğraflandırıyorum mesela. Orada çalışanların çeşitli anlarını yakalamaya çalışıyorum.
Sevdiğiniz şeylerin peşinden sonuna kadar gider misiniz?
Sevdiğim çok fazla bir şey yok. Yani dolu dolu var olabildiğim, kendimi ifade edebildiğim... O yüzden bulduğum an yapmak zorundayım. Yoksa hayat çok monotonlaşır. İnsanlar durmadan hayatlarından şikayet ediyorlar. Ama hiçbir şey yapmıyorlar. Hayatımızı mazeretler üzerine kurmuşuz. Halbuki yapacak o kadar çok şey var ki... Elbette ki gri bir ülkede yaşıyoruz. Ama durmadan dert yanan insanlar en sevmediğim insan tipi!
Ne kadar oldu Ankara’dan geleli?
2004’te konservatuardan mezun oldum ve geldim. İstanbul benim için bilinmeyen bir denizdi. Ankara çok güzel ama fazla platform yok. O zaman daha tutkuluydum tiyatroya. Tiyatro harici oyunculuğa karşı önyargılıydım. “Yolun başında her şeyi göze almazsam, daha sonra zorlanırım” diye düşündüm. İnsanlar İstanbul konusunda beni uyardılar, zorlukları anlatmaya çalıştılar. Başıma ne gelecekse gençken bunu göze alabilirdim. Üç yıl sonra geç olurdu. Çünkü kendimi çok iyi tanıyorum. Bir şeyi yarına ertelersem, benim için bitiyor.
Geldiniz ve attığınız ilk adım ne oldu?
Bir takım ajanslara CV’mi bıraktım. CV’de güzel fotoğraflar, özgeçmişim, aldığım eğitim bilgileri yer alıyordu ama hiçbir iletişim bilgisi yazmamışım! Ankara’ya döndükten sonra fark ettim bunu. Sonra herkesi tek tek arayıp, bana ulaşabilecekleri bilgileri verdim. Başıma böyle komik şeyler de geldi.
Tiyatro dışında oyunculuk yapmaya karşı önyargılıydınız. Bunu Cihan Ünal sayesinde kırdınız anlaşılan...
“Kadın İsterse” benim için çok büyük bir şanstı. Hem kadrosu çok iyiydi. Hem de İstanbul’a gelip diziyle başlamak maddi anlamda beni çok rahatlattı. İstanbul az parayla seni çok mutsuz edebilir. Çünkü çok dengesiz bir şehir. Cihan Ünal bana kadroyu saydığı zaman tereddüt bile yaşamadım. Hepsi usta tiyatroculardı.
Siz böyle düşünürken, magazin basınında Cihan Ünal’ın sevgilisi olarak yer almak sizi hayal kırıklığına uğrattı mı?
En başta evet. Ama daha sonra hayır. Çünkü alışıyorsun. Zamanla anlayacaklardır herhalde. Karşı tarafı fazla düşündüğünde yoluna devam edemiyorsun. Çok üzüldüğün zaman kendinden yiyorsun. Ben doğru bildiğimi yapmaya devam edeceğim.
Ailenizin tepkisi ne oldu?
Onlar bana çok güvendi. Beni çok şaşırtıyorlar bu süreç içinde. Onlara çok şey borçluyum. Benim hakkımda yazılan ufak tefek şeyler karşısında; “Biz senin yanındayız” dediler. Tereddütle onlara telefon açtığımda bile güzel şeyler söylediler bana. İstanbul’da yapayalnızken, ailemin sözleri beni kalabalıklaştırdı sanki.
Yaşanan her kötü olayın insana bir şeyler öğrettiğine inanır mısınız?
Benim her öğrendiğim şey hatalarım sayesindedir. Tanrı’ya teşekkür ederim ki; bunu anlama yeteneğini bana verdiği için. Elbette ki yapmasaydık ama yine de; “Keşke yapmasaydım” diyemiyorum. Çünkü çok güzel şeyler öğrenmişim.
Eski Türk filmlerinden birinde oynamak isteseniz, tercihiniz hangisi olurdu?
“Muhsin Bey”de küçücük bir role bile razı olurdum. Bazen kendine çok yakın bir şey oynamak istersin. Çünkü gösteremediğin, içine attığın bir şeydir. O an onu yaşayıp, tüketmen gerekir. Bazen de hiç yaşayamayacağın bir şeyi denersin oyunculuk sayesinde. Düşünsene yarın kraliçe olabilirim! Ama hayatımın şu döneminde hiç sözleri kullanmayan dilsiz, eksik bir tarafı olan bir kadın ya da erkeği oynamak isterdim. Çünkü o benim çok uzak olduğum bir şey. Bacağı yoktur ama onun eksikliği başka bir tarafında fazlalıktır. Bunu ortaya çıkarmak isterdim. Onu anlamaya çalışmak hem bir oyuncu, hem de bir insan olarak bana çok şey katar. Şu Ferhunde bile bana neler kattı anlatamam!
Ferhunde üstünüze giydiğiniz bir giysi mi, yoksa içinizden çıkan kadınlardan biri mi?
Ferhunde’yi çok seviyorum. Çünkü ekranda bir çok kötü karakter gördüm. Ama Ferhunde kadar pişmanlık yaşayanını görmedim. Mesela bir sahnede; kocasını ele verdi. Bir sonraki sahnede yazarlarımız Ferhunde’nin pişmanlığını yazdılar. Ben bu sayede doğru oynuyorum. Onun tüm insani yönlerini ortaya koyuyorlar çünkü. Her kötünün pişmanlığı vardır. “Ferhunde kötüdür” diyemiyorum. Çünkü nedenleri var.
Ferhunde kötü bir karakter olmasına rağmen bir o kadar da seviliyor. Sizce bunun sebebi ne olabilir?
Evet seviliyor gerçekten de. Ayrıca beni kötülük yapmaya teşvik ediyorlar! Geçen gün kitapçıda biri yanıma yaklaştı; “Çok seviyorum sizi. Biraz daha karıştırın ortalığı. Süper süper” dedi ve gitti. Şaşkınlıkla bakakaldım arkasından. Tamam Ferhunde kötü ama herkes susuyor. O bir şey söylüyor. Söylediği doğru ama yanlış zamanda söylenmiş bir söz. Ferhunde biraz patavatsız!
Ferhunde’nin sevilmesinde Deniz Çakır’ın güzelliğinin de etkisi var mı?
Ama bütün kötü karakterler cazibeli kadınlardan seçilir zaten. Hep Avrupai tiplerdir. Bana sorarsan, ben onun altını çok çizmemeye çalışıyorum oynarken. Kabul Ferhunde hatun bir kadın, çocuksu değil. Onun muzır taraflarını göstermeye çalışıyorum. Mesela kapı dinliyorum, telefon dinliyorum. Normalde bu çok kötü bir şey. Ama dışarıdaki insanın çok hoşuna gidiyor. Biz Türk halkı olarak çok içimize içimize konuştuğumuz için kendi söyleyemediklerini başkası söyleyince yakın buluyorlar herhalde kendilerine. Ben “Kadın İsterse” dizisinde güzelliğe dair çok iltifat alıyordum. Fakat “Yaprak Dökümü”nde böyle olmadı. Güzel görünmek gibi bir derdim yok açıkçası. 4 tane güzel söz duyacağıma oyunculuğumla ilgili bir tane negatif sözü yeğlerim.
Dizi filmdeki Ferhunde’nin, romandaki Ferhunde’den daha fazla altı çizilmiş. Neden?
Dizi film olduğu için her hafta yeni bir bölüm ve dolayısıyla herkesin macerası artıyor. Omurgaya sadık kalmaya çalışıyoruz ama ister istemez farklılıklar oluyor. Ferhunde, romanda bu kadar ön planda bir karakter değil. Maalesef dizilerin yaşaması reytinglere dayalı olduğu için Ferhunde de bir aksiyon kahramanı olarak öne çıkıyor.
Ankara’da neleri geride bırakıp geldiniz buraya?
Aslına bakarsan şu an geriye dönüp baktığımda tek gerçek; ailemi bırakıp gelmem olmuş. Tek gerçek onlarmış. Çünkü konservatuarda okurken ben çok idealisttim. Kavgalarım vardı kendi içimde. Gerçek hayatla yüzleştiğimiz zaman yaşadıklarımızın bir masal olduğunu anlıyoruz. Hayatımın en güzel macerasıdır konservatuar. Ama gerçek hayat buradaymış. Hep ailem vardı hayatta. İstanbul’da birdenbire yalnız kaldım. “Aman Allah yalnızlık bu muymuş” dedim. Sonra bu yıl ilk kez yalnız yaşamaya başladım. Daha önce bir arkadaşımla yaşıyordum. Bu yıl yalnızlık yine boyut değiştirdi. Ankara’da bıraktığım tek şey ailem ve anılarım. Aslında “Bıraktım” demek hoşuma gitmiyor. Benim bir ayağım Ankara’da zaten.
Çok zor muymuş gerçek hayat? Çok hayal kırıklığı yaşadınız mı?
Evet çok zormuş ama zor olduğu için güzelmiş. İstanbul’un kargaşasına alışık değildim. Ankara’dan gelme bir şeydir belki de bu. Hayatta en korktuğum şey yanlış anlaşılmaktır. Bulunduğum platform ve yaşadığım şehir yanlış anlaşılmaya o kadar müsait ki! Bir kadınsan, oyunculuk yapmak istiyorsan çok fazla yanlış anlaşılmaya müsait platform var senin için. Her şeyine dikkat etmek zorundasın. İstediğin kadar; “Ama ben çok güzel bir şey yapıyorum” de. Seni başka bir şeyin içine çekiverirler. Hayal kırıklıkları çok yaşadım. Galiba her şeyin bu kadar zor olması ve mücadele gerektirmesi güzel geldi bana. Yoksa çok keyif almazdım. Ankara’ya bir daha asla dönmem. Ankara 3 günde bitiyor benim için. Bir hafta kalamıyorum bile. İstanbul’un zorluğu hoşuma gidiyor. Her sabah; “Bugün ne olacak” diye uyanmak güzel.
Tamamen istediğiniz hayatı yaşayabiliyor musunuz?
“Hayır” dersem bu şımarıklık olur. Çünkü hayatın o dönemindeki öncelikleriyle ilgili bir şey bu. Eğer hayatımın o döneminde aşk varsa, aşkı doya doya yaşamalıyım. Benim hayatımın bu döneminde iş var. Elbette ki bu değişebilir. Ama benim için öncelikli olan ideallerim. Eğer bu uğurda fedakarlık etmem gerekiyorsa ederim. Dolayısıyla istediğim hayatı yaşıyorum.
En son ne zaman ayaklarınızı yerden kesecek bir aşk yaşadınız?
Yaşadım tabii ki. Bu soruları yanlış ifadelendirmekten çok korkuyorum. Aşk çok öncelikli ve çok dorukta bir şey benim için. Şu anda da benim içimde bir aşk var, ilişki boyutunda olmasa da... Dolayısıyla aşk ve iş birbirini çok güzel destekliyor. Sözün özü; aşk benden uzak bir duygu değil.
Halil Ergün beni ehlileştirdi
Televizyona iş yapıyoruz. Tüketime dayalı bir şey bu ekran. Buna rağmen altı dolu bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Maalesef 80 sonrasında doğduğum için apolitik bir kuşağın elemanıyım; kendimi apolitik hissetmesem de! Hiçbir görüşü olmayan, tavrı olmayan bir gençliğin içinde bir mücadele vermeye çalışıyorum. Hayatımın şu döneminde inandığım şeyin içinde olduğum için huzurluyum. Umarım şansım yaver gider ve inandığım, bir duruşu ve politikası olan işler yaparım. İnşallah hayat şartları bana; “Fark etmez” gibi bir cümle kurdurtmaz. Çünkü fark eder. Dolayısıyla istiyorum ki; çevremdeki herkes bu cümleyi az kursun. Ben bir mücadele verirken, çevremdeki herkes bir şeylerin mücadelesini versin istiyorum. Mücadele veren insanlar bir yerlere gelsin ki; bu ülke biraz değişsin. Çünkü ben bir şeyleri, bir şeyler uğruna reddederken bir yerlere gelebiliyorsam, karşı taraf boş vermişlikle aynı yere gelmemeli. “Yaprak Dökümü” benim için büyük şans. Çünkü Halil Ağabey’den ve Güven Abla’dan çok şey öğreniyorum. Ben Halil Ergün’le iyi ki karşılaşmışım. Bana insani anlamda o kadar çok şey öğretti ki...
Halil Ergün’le de aranızda bir şeyler olduğu söylendi...
O kadar inandığım bir insan ki... İyi ki karşılaşmışım ben onunla. Çünkü benim deli bir tarafım vardır. Deniz’in anarşist yanını o kadar güzel ehlileştirmiştir ki Halil Ağabey.