Kişisel yaşamı
Kiyarüstemi'nin resim ve grafik tasarım okuduğu Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi.
Tahran doğumludur. Sanata ilişkin ilk deneyimi resim yapmak oldu. Resim yapmaya 18-19 yaşlarına dek devam etti. 18 yaşında evden ayrılıp Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine girmesinden kısa süre önce, bir resim yarışmasını kazandı. Üniversitede resim ve grafik tasarım üzerine öğrenim gördü. Okurken aynı zamanda trafik polisliği de yaptı. 1960'larda ressam, tasarımcı ve çizer olarak reklamcılık alanında çalıştı, posterler tasarladı ve reklamlar hazırladı. 1962-1966 yılları arasında, İran televizyonu için 150 civarında reklam çekti. 1960'ların sonlarında, (aralarında Mesud Kimiai'nin Gheysar'ının da bulunduğu) filmlere jenerik hazırlamaya ve çocuk kitapları için çizerlik yapmaya başladı.
1969'da evlendiği Parvin Amir-Gholi'den 1982'de boşandı. Bu evlilikten Ahmad (d. 1971) ve Bahman (d. 1978) adlarında iki oğlu dünyaya geldi. Bahman Kiyarüstemi, 15 yaşında
"Journey to the Land of the Traveller" (1993) adlı belgeseli çekerek yönetmenliğe başladı.
Kiyarüstemi, 1979 İslam Devriminden sonra ülkeyi terkederek batı ülkelerine giden pek çok yapımcı ve yönetmenin aksine İran'da kalmayı tercih eden az sayıda yönetmenden biri oldu.
Kendisi de, bunun kariyerinde verdiği en büyük kararlardan biri olduğuna ve İran'da yaşamanın ve milli kimliğinin, yönetmen olarak yeteneğini sağlamlaştırdığına inanmaktadır:
“ Bir ağacı kök saldığı yerden ayırıp başka bir yere taşırsanız, ağaç meyve vermez olur. Verse de, kendi yerindeyken vereceği meyve kadar güzel olmaz. Bu, doğanın kanunudur. Bence, ülkemi terk etmiş olsaydım, aynen o ağaç gibi olurdum. ”
Kiyarüstemi, gözlerinin ışığa karşı duyarlı olması nedeniyle genellikle koyu renk camlı gözlük ya da güneş gözlüğü takar.
Yönetmen, 2000 yılında, San Francisco Film Festivali'nde kendisine sunulan ve yönetmenlikte ömür boyu başarı anlamını taşıyan Akira Kurosawa ödülünü, İran sinemasına katkıları nedeniyle İranlı aktör Behrouz Vossoughi'ye vererek herkesi şaşırttı.
Sinema kariyeri Daha çok bilgi için: Abbas Kiyarüstemi'nin filmografisi 1970'ler
Kiyarüstemi, 1969'da İran Yeni Dalgası'nın Dariush Mehrjui'nin
Gāv filmiyle başladığı sırada, Tahran'daki
Çocukların ve Gençlerin Zihinsel Gelişimi Enstitüsü'nde bir film yapımı bölümü kurulmasına yardımcı oldu. Bölümün ilk yapımı ve yönetmenin ilk filmi, on iki dakikalık bir kısa film olan
Nān o Kūche'dir. (
Ekmek ve Sokak) Bir çocuğun saldırgan bir köpekle karşılaşmasını anlatan
yeni gerçekçi tarzda bir filmdir. Bunu, 1972'de çektiği
Zang-e Tafrīh adlı kısa film izledi. Bu süreçte, enstitünün film yapımı bölümü de gelişerek İran'ın en ünlü film stüdyolarından biri haline geldi ve Kiyarüstemi'nin filmlerinin yanı sıra,
Davandeh ve
Bashu gibi başka başarılı İran filmlerinin de yapımcılığını üstlendi.
Yönetmenin ilk filmi
Nān o Kūche'den bir yakın çekim görüntüsü. (1970)
1970'lerde İran sinemasındaki yeni dalganın bir parçası olarak Kiyarüstemi, bireysel film yapımı anlayışını tercih etti. Bir ropörtajında, ilk filminden söz ederken;
“
Nān o Kūche benim ilk sinema deneyimimdi ve çok da zordu. Küçük bir çocuk, bir köpek ve profesyonel olmayan bir ekiple çalışmak zorundaydım. Ekibin tek profesyonel üyesi olan görüntü yönetmeni de sürekli azarlıyor ve şikayet ediyordu. Aslında bir bakıma haklıydı; çünkü, onun alışkın olduğu film yapımı anlayışını sürdürmüyordum. ”
sözlerini kullandı.
Yine bir kısa film olan 1973 yapımı
Tajrobe'den sonra, yönetmen, 1974'te
Mossafer adlı filmi çekti. Mossafer, İran'ın küçük bir köyünde yaşayan Hassan Darabi adında on yaşında sorunlu bir çocuğun öyküsünü anlatır. Hassan, İran Millî Futbol Takımının Tahran'da yapacağı önemli bir maça gitmek için arkadaşlarını ve komşularını oyuna getirir. Bir dizi olaydan sonra, tam maç zamanında Tahran stadına varır. Film, çocuğun amacına ulaşmadaki kararlılığını ve davranışlarının başkaları, özellikle de en yakınları üzerindeki etkilerine aldırmazlığını konu alır. İnsan davranışları ile doğru-yanlış arasındaki dengeyi sorgular. Kiyarüstemi'nin gerçekçilik, stilize karmaşıklık gibi özellikleriyle birlikte, fiziksel ve ruhsal yolculuğa olan ilgisine ilişkin ününü de artırmıştır.
Kiyarüstemi, 1975'te
Man ham Mitoumam ve
Dow Rahehal Baraye yek Massaleh adında iki kısa film yönetti. 1976 yılının başında ise, önce
Rang-ha, daha sonra bir düğün elbisesi için tartışan üç genç üzerine kırk dört dakikalık bir film olan
Lebāsī Barā-ye Arūsīyi çekti. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi, 112 dakika uzunluğundaki
Gozāresh'tir. (1977) Rüşvet almakla suçlanan bir vergi memurunun hikâyesidir. Ayrıca, intihar da, filmin temalarından biridir. Yönetmen, 1979'da ise, yapımcılığını da üstlendiği
Ghazieh-e Shekl-e Aval, Ghazieh-e Shekl-e Dou Wom adlı filmi çekti.
1980'ler
1980'lerin başında, aralarında
Behdasht-e Dandan (1980),
Be Tartib Ya Bedun-e Tartib (1981) ve
Hamsarayan'ın da (1982) bulunduğu çok sayıda kısa film çekti. 1983'te
Hamshahri adlı filmi çeken yönetmenin İran sınırları dışında tanınmaya başlaması,
Arkadaşımın Evi Nerede? filmiyle oldu. (1987)
Arkadaşımın Evi Nerede? 1987 Arkadaşımın Evi Nerede?, küçük bir çocuğun komşu köyde oturan arkadaşının evini, arkadaşının kendisinde kalan defterini geri vermek için arayışını konu alır. Basit gibi görünen hikâye, insanların bireysel yükümlükleri, vicdan, sadakat ve günlük kahramanlıkları sembolize ederek anlatır. İran köylülerinin gelenekleri ve inançları da filmin pek çok yerinde görülür. Film ayrıca, Kiyarüstemi filmlerinin önemli unsurlarından olan İran köy manzaralarının şiirsel kullanımı, gerçekçiliği ve mizahın dokunaklı kullanımıyla da dikkat çeker. Yönetmen filmdeki öyküyü, çocukları konu alan diğer çoğu filmdeki küçümseyici tondan uzak şekilde, bir çocuğun bakış açısından anlatmayı tercih eder.
Arkadaşımın Evi Nerede?,
Ve Yaşam Sürüyor (1992) ve
Zeytin Ağaçları Altında (1994), hepsi de Kuzey İran'daki Köker köyünde geçtiğinden,
Köker Üçlemesi olarak adlandırılır. Üç film de, 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği 1990 İran depremi çevresinde geçer. Yaşam, ölüm, değişim ve devamlılık, bu filmleri birbirine bağlayan ortak temalardır. Üçleme, 1990'larda önce Fransa, ardından Hollanda, İsveç, Almanya ve Finlandiya gibi ülkelerde başarılı oldu. Yönetmen Kiyarüstemi ise, bu filmlerin bir üçleme oluşturmadığı; ancak,
Ve Yaşam Sürüyor ile
Zeytin Ağaçları Altında'nın 1997 yapımı
Kirazın Tadı ile bir üçleme oluşturabileceği görüşündedir. Bunun nedeni ise, bu üç filmin aynı temayı, yani, "yaşamın değeri"ni işlemesidir.
Yönetmen, 1987'de İbrahim Forouzesh'in yönettiği
Kelid adlı filmi yazdı ve kurgusunu yaptı. 1989'da ise,
Mashgh-e Shab adlı filmi yönetti.
1990'lar
Yönetmenin gerçek olanla kurgunun yerini sürekli değiştirerek alışılageldik sinema anlayışına meydan okuduğu filmi
Yakın Plan. (1990)
Kiyarüstemi, 1990 yılında, ünlü yönetmen Mohsen Makhmalbaf olduğunu söyleyerek zengin bir aileyi kandıran bir kişinin gerçek öyküsünden yola çıkarak, en ünlü filmlerinden
Yakın Plan'ı yönetti. Olayda, aile söz konusu kişi Hüseyin Sabzian'ın amacının hırsızlık olduğunu düşünse de, Sabzian böyle davranma sebebinin daha karmaşık olduğunu belirtir. Yarı-belgesel nitelikteki film, Sabzian'ın kendisini Makhmalbaf olarak tanıtmasının ahlaki gerekçelerini incelerken, seyircinin, onun kültürel ve artistik yeneğini de anlamasını sağlar. Film, Quentin Tarantino, Martin Scorsese, Werner Herzog, Jean-Luc Godard ve Nanni Moretti gibi ünlü yönetmenlerce övüldü ve Avrupa'da da gösterildi.
Yönetmen, 1992'de eleştirmenlerce
Köker Üçlemesinin ikinci filmi kabul edilen
Ve Yaşam Sürüyoru çekti. Film, bir baba-oğlunun 1990 İran depreminin ardından Tahran'dan Köker'e, hayatlarından endişe ettikleri iki çocuğu aramak üzere yaptığı yolculuğu anlatır. Yıkıntıların arasında yol alırken, yaşadıkları trajediye rağmen hayatlarına devam eden kişileri görürler. Aynı yıl Kiyarüstemi, profesyonel sinema yaşamının ilk ödülü olan Roberto Rossellini Ödülünü, bu filmle aldı. Köker Üçlemesinin üçüncü filmi sayılan
Zeytin Ağaçları Altında (1994) ise,
Ve Yaşam Sürüyorun geri plandaki sahnelerinden birinin çekim öyküsünü konu alır.
Yönetmenin Köker Üçlemesinin üçüncü ve son filmi,
Zeytin Ağaçları Altında. (1995)
Adrian Martin gibi kimi eleştirmenler, Köker Üçlemesini,
"diyagramsal" olarak nitelendirdi.[27][28] Bunun nedeni, fimler arasındaki bağlantılar kadar, filmlerde görünen yüzey şekilleri ile yaşamın ve dünyanın gücünün geometrisidir.
Ve Yaşam Sürüyordaki bir flashback sahnesi, seyircinin serinin depremden önce, 1987 yılında çekilmiş olan ilk filmi
Arkadaşımın Evi Nerede?yi hatırlamasını sağlar. Bu iki film, aynı şekilde, depremden sonraki "yeniden yapılanmayı" sembolize eden üçüncü film
Zeytin Ağaçları Altında'ya bağlanır.
Zeytin Ağaçları Altında, 1995'te Miramax tarafından ABD'de ticari gösterime sokuldu.
Daha sonra yönetmen, eski asistanı Cafer Panahi'nin
Safar (Yolculuk) ve
Badkonake sefid (Beyaz Balon, 1995) adlı filmlerinin senaryolarını yazdı. 1995-1996'da 40 yönetmenin ortak projesi olan
Lumière et Cie için çalıştı.
1997'de ise, intihar etmeyi düşünen bir adamın öyküsünü anlatan ve ahlak, intiharın meşruiyeti ve merhametin anlamı gibi temaları işleyen
Kirazın Tadı adlı filmiyle, Cannes Film Festivalinde
Altın Palmiye ödülünün sahibi oldu.
Kiyarüstemi, 1999 yılında,
Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmiyle, Venedik Uluslararası Film Festivalinde Büyük Jüri Ödülü (
Gran Premio Speciale Della Giuria) aldı. Film, kentli ve köylü bakış açılarıyla emeğe verilen değeri karşılaştırırken, yöreye yabancı birinin ücra bir İran köyüne yerleşmesi ekseninde, cinsiyet eşitliği, gelişimin yararları gibi temaları da ele alır. Filmin ilginç bir özelliği ise, pek çok karakterin sesinin duyulmasına karşın, filmde görünmemesidir. En az 13-14 karakter, film boyunca hiç gözükmez.
2000'ler
2002'de alışılagelmişin dışında bir anlayışla ve senaryo yazımında o güne dek izlenmiş geleneği terk ederek 10 adlı filmini yönetti. Bu filmde, İran'daki sosyo-politik manzaraya ve Tahran sokaklarında günlerce arabasıyla dolaşan bir kadının gördüklerine odaklandı. Filmde kadının yolculuğu boyunca, aralarında kızkardeşi, otostop çeken bir ******, kaçak bir gelin ve onun on yaşındaki oğlunun da bulunduğu 10 yolcuyla olan diyalogları yer alır. Yönetmenin 10'da uyguladığı tarz, aralarında
The New York Times yazarı A. O. Scott'ın da bulunduğu çok sayıda profesyonel sinema yazarından övgü aldı.
Birleşmiş Milletler'in Ugandalı yetimlere destek programlarıyla ilgili bir belgesel olan ABC Africa.
2001'de Kiyarüstemi ve asistanı Seifollah Samadian, Birleşmiş Milletler Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu'nun talebiyle, Ugandalı yetimlere destek programlarıyla ilgili bir belgesel çekmek amacıyla, Uganda'nın başkenti Kampala'ya gitti. Yönetmen burada 10 gün kaldı ve ABC Africa adlı belgeseli çekti. Yolculuk başta filmin çekimi için bir araştırma gezisi olarak düşünüldüyse de, Kiyarüstemi dönüşte yaptığı çekimlerin tamamını kurgulayarak filmi tamamladı. Uganda'da çocukların yetim kalması çok büyük oranda AIDS'in bir sonucu olsa da,
Time Out dergisi editörü ve
National Film Theatre şefi programcı Geoff Andrew'a göre film, "Önceki dört filmi gibi ölüm hakkında değil; ancak, yaşam ve ölüm hakkında - bunların nasıl birbirine bağlı oldukları ve sembolik kaçınılmazlıkları karşısında nasıl bir tavır takınabileceğimiz üzerine."
2003'te diyalog ve karakterizasyon içermeyen şiirsel filmi
Panj'ı çekti. Her biri tek çekimlik sekanslardan oluşan beş uzun doğa çekiminden oluşan film, DV el kamerasıyla, Hazar Denizi kıyılarında çekildi. Filmin net bir konusu yoksa da, Geoff Andrew'a göre,
Panj, "güzel fotoğraflardan daha fazlasıdır." Yazar, ayrıca, basit görünen betimlemelerin ardında gizli ustalığa da dikkat çeker.
Yönetmen, 2004'te
10 on Ten adlı, film yapımı üzerine 10 dersten oluşan belgesel filmi yönetti. Kiyarüstemi, film boyunca, önceki fimlerini çektiği mekanlarda arabayla dolaşırken görülür. Film, arabanın içine sabitlenmiş bir kamerayla dijital olarak çekildi. Bu çekim tarzı, yönetmenin
Kirazın Tadı ve
10 filmlerini akla getirir.
2005 ve 2006'da, kendi ilham kaynaklarını göz önünde tutarak, şiirsel gözlemlerlerle sade siyah-beyaz fotoğrafları, müziği ve politik açıdan provoke edici finali birleştirdiği ve doğa manzaralarının gücünü yansıttığı 32 dakikalık belgesel
The Roads of Kiarostami'yi çekti.
İngiliz yönetmen Ken Loach ve İtalyan yönetmen Ermanno Olmi ile birlikte
Tickets adlı filmi yönetti. Bu filmde, toplu taşıma araçlarındaki insanlar ile günlük sokak hayatı anlatılır.
Kiyarüstemi'nin şimdilik son filmi, Toscana'da çektiği ve başrolünde Fransız oyuncular Juliette Binoche ile Sammy Frey'in oynadığı
Roonevesht barabar asl ast'tır.
Sinema tarzı Bağımsızlık
Yönetmenin Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye kazanan filmi
Kirazın Tadı.
Kiyarüstemi, Satyajit Ray, Vittorio de Sica, Éric Rohmer ve Jacques Tati gibi yönetmenlerle karşılaştırılsa da, filmlerinde genellikle kendisine özgü bir tarz görülür ve genellikle kendi bulduğu teknikleri kullanır.
1970'te Nān o Kūche'nin çekimleri sırasında, deneyimli görüntü yönetmeniyle, küçük çocuk ve saldırgan köpeği nasıl filme alacakları konusunda ciddi anlaşmazlıklar yaşadı. Görüntü yönetmenine göre, çocuğun yaklaştığı, daha sonra kapıyı açar ve kapatırken elinin yakın çekimde görüldüğü ve sonrasında köpeğin görüldüğü sahneler, ayrı ayrı çekilmeliydi. Yönetmen ise, bu üç sahnenin bir bütün olarak çekilmesi halinde, olaydaki tansiyonu yaratmada çok daha büyük, derin bir etki yakalanabileceği görüşündeydi. Tek bir çekimin tamamlanması, yönetmen çekimden tamamıyla memnun olana kadar, dört gün sürdü. Kiyarüstemi, daha sonra, sahneleri bölseydi ritmin ve filmin genel yapısının bozulacağını, bu nedenle sahneleri bir bütün olarak çekmeyi tercih ettiğini dile getirdi.
Başka yönetmenlerin aksine, geniş ölçekli yapımlarda abartılı dövüş sahneleri veya karmaşık kovalama sahneleri çekmek yerine, filmlerinin ortamını kendi şartlarına göre şekillendirmeyi tercih etti. Kiyarüstemi, bu tarzı, kendi film malzemelerine, ortak temalarına ve her bir filminin ana konularına sayısız referans içeren Köker Üçlemesiyle ortaya koydu. Stephen Bransford, yönetmenin filmlerinin, başka yönetmenlerin işlerine referanslar içermediği; ancak, bu filmlerin, "kendilerine referans veren" bir yapıda kuruldukları yorumunu yapar. Bransford'a göre, bu filmler, bir filmin önceki bir filmi yansıtması ya da onun sırrını çözmesi şeklinde süren bir diyalektik yapıya sahiptir.
Bir kadının günlük yaşamına odaklanan 10 filminde, yönetmenin bulunmadığı arabaya konulmuş sabit kamera kullanıldı.
Bununla birlikte, yönetmen, yeni film yapım tazları denemeye, değişik reji method ve teknikleri kullanmaya devam etti. Bu anlamda önemli bir örnek, yönetmenin bulunmadığı hareket halinde bir otomobilin içinde çekilen 10'dur. Kiyarüstemi, bu filmin çekimlerinde, oyunculara ne yapmaları gerektiğiyle ilgili öneriler getirdi, ardından otomobile, onları Tahran civarında dolaşırken çekmek üzere bir sabit kamera yerleştirdi. Kamera, insanları günlük rutinleri içinde, seri halinde yakın çekimlerle filme aldı.
10, esas olarak, dijital kamera kullanılarak yönetmenin neredeyse devre dışı bırakılması yönünde bir denemedir.
Digital-Micro-Cinema'ya doğru bu yeni anlayış, çok düşük bütçeyle film yapımı ve ona bağlı dijital yapım temeli olarak tanımlanır.
Kiyarüstemi'nin sineması,
film kavramının tanımı için yeni bir öneri getirir. William Paterson Üniversitesi'nden Jamsheed Akrami'nin de aralarında bulunduğu kimi sinema profesörlerine göre, yönetmen,
filmi tanımını daraltarak ve seyirciyi katılıma zorlayarak, tamamıyla değiştirmeye çalıştı. Ayrıca, son yıllardaki filmlerinde, giderek zaman döngüsünü kırmaya başladı. Akrami'ye göre, film yapımı kollektif bir uğraş olmaktan çıkıp sadeleştikçe, sinemanın artistik etkisi artmaktadır.
Kurgu ve kurgu dışı
Kiyarüstemi
10 on Ten 'de, kendi film yapımı tekniklerini ele alırken.
Kiyarüstemi'nin filmleri önemli ölçüde belirsizlik içerir. Basitlik ve karmaşıklığı alışılagelmişin aksine harmanlayan yönetmen, ayrıca filmlerinde sıkça, kurgu ve kurgu dışı öğelere yer verir. Bununla ilgili olarak, "Yalan söylemenin dışında bir yolla gerçeğe yaklaşamayız." sözlerini kullandı.
Gerçek olanla olmayan arasındaki sınırlar, yönetmenin sinemasında önemli ölçüde azaltılmıştır. Fransız filozof Jean-Luc Nancy, yönetmenle, özellikle de Ve Yaşam Sürüyor'la ilgili yazısında, Kiyarüstemi'nin filmlerinin kurgu da belgesel de olmadığı görüşünü ileri sürer. Ona göre
Ve Yaşam Sürüyor, tasvir de habercilik de değil,
kanıttır:
Tamamiyle habercilik gibi görünüyor; oysa, herşey bunun bir belgeselin hikâyesi, kurgulaştırılmış hali (zaten Kiyarüstemi gerçekte filmi depremden aylar önce çekmişti) ve hatta daha çok, "kurgu" üzerine bir belgesel olduğunu (gerçek olmayanın yansıtılması değil de, çok özel ve titizlikle uygulanmış bir teknikle görüntülerin "sanat" haline getirilmesi olduğunu) vurguluyor.
Jean-Luc Nancy için sinemanın belgesel ya da hayal olmaktan çok "kanıt" olması düşüncesi, Kiyarüstemi'nin
yaşam-ve-ölüm 'le uğraşma tarzıyla da bağlantılıdır:
Varoluş, mekanik "yaşam"ın ardındadır, her zaman kendi matemini tutar ve kendi keyfine bakar; yaşam-ve-ölüm arasındaki ilgisizliğe direnir. Bir figüre, bir görüntüye dönüşür. Görüntü haline geldiğinde yabancılaşmaz, ama görüntüyle sunulur: Görüntü, varoluşun kanıtı, iddianın nesnelliğidir. Bu düşünce -ki bana daha çok Ve Yaşam Sürüyor filminin düşündürdüğü bir şeydir- zor bir düşüncedir, belki de en zoru. Yavaş bir düşünce, her zaman önde giden, yolu aşındıran; öyle ki, sonunda yolun kendisi düşünceye dönüşür. Görüntüyü aşındırır, görüntü bu düşünceye dönüşür, böylece onu temsil etmek yerine, bu düşüncenin kanıtı haline gelir.
Bir başka deyişle, hayatı ve ölümü yanızca karşıt güçler olarak sunmaktansa hayatın üstesinden gelmek istemek, doğanın her bir unsurunun birbirine ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu resmetmek; Kiyarüstemi, kurduğu sinemayla seyirciye yalnızca belgelenebilir "gerçekler"i sunmaktan başka bir şey yapmaz, ancak bunu basit bir şekilde yapması da onun hüneridir. Çünkü "varoluş" yalnızca "yaşam"dan daha fazlasını ifade eder. İzdüşümseldir, azaltılamayacak derecede hayali, kurgusal unsurlar barındırır; ama bu "yaşamdan daha fazlası" olma hali, ölümlülükle lekelenmiştir. Nancy, bir ipucu vermektedir, başka bir deyişle, Kiyarüstemi'nin cümlesinin yorumunun arkasında, gerçeğe giden tek yol yatar.