Arama

Sabra ve Şatilla Katliamı

Güncelleme: 5 Kasım 2012 Gösterim: 4.061 Cevap: 1
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
24 Temmuz 2012       Mesaj #1
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye
Sabra ve Şatilla katliamı
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi &Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

İsrail ile işbirliği yapan Hristiyan Falanjistlerin Lübnan'da gerçekleştirdiği soykırımı (16-18 Eylül 1982). Lübnan'ın bir bölümünü işgal eden İsrail birlikleri, Filistinli gerillaların Batı Beyrut'u terk etmelerinden sonra bölgeye egemen oldular. 16 Eylül günü, İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron'un emriyle Beyrut'un çevresindeki savunmasız Filistin göçmen kamplarına giren Falanjistler, 18 Eylül akşamına dek, sayıları kesin olarak saptanamayan yüzlerce çocuk, kadın ve yaşlı Filistinli'yi öldürdüler. İsrail askerleri, göçmen kampını geceleri havaî fişeklerle aydınlatarak Falanjistlere yardımcı oldular. Soykırımın ortaya çıkmasından sonra İsrail yetkilileri, bu olaydan haberleri bulunmadığını öne sürdüler. Ancak dünya kamuoyunun ve bu cinayetlere ortak olmak istemeyen İsraillilerin büyük tepkisi karşısında, en yakın müttefikleri ABD'nin de istemesi üzerine, olayı soruşturmakla görevli bir komisyon kurmayı kabul etmek zorunda kaldılar. Kurulan özel komisyon, Başbakan Begin'i "ilgisiz", Savunma Bakanı Şaron'u "suçlu" buldu ve Şaron istifa etti.

16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil binlerce (700 ile 3500 arasındadır) kişiyi katletmesi olayıdır. Katliamda sonradan İsrail'in eski Başbakanlarından olan Ariel Şaron'un rolü olduğu bilinmektedir. BBC'ye göre İsrail Meclis Araştırma Komisyonu Sharon'u katliamdan dolayı dolaylı olarak sorumlu bulmuş, Sharon bunun üzerine Savunma Bakanlığı görevinden istifa etmiştir.

Katliam
Beyrut’ta iki hafta (15-29 Eylül) süren İsrail işgalinin ikinci gününde (16 Eylül), Şaron'un, 2000 Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üyesinin Sabra ve Şatilla kamplarında olduğunu ikinci kez duyurması üzerine İsrail tankları "uluslararası koruma altına alınmış" Beyrut'a doğru ilerlemeye başladı. Bu, Beyrut'ta kamplarda kalan FKÖ üyeleri meselesi daha sonraları Robert Fisk tarafından, alaylı bir ifadeyle "efsane" olarak nitelenecektir. İsrail askerlerinin bu manevrasını fotoğraflamak isteyen bir Fransız Birleşmiş Milletler yetkilisi meçhul bir sniper ateşiyle öldürüldü.
Olayın öncesinde Hıristiyan Falanj Milislerinin lideri Beşir Cemayel'in bir bombalı saldırı sonucu öldürülmesiyle Falanjistler, intikam fırsatı aramaya başladılar. Dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron’un emrindeki İsrail ordusunun açtığı yoldan ilerleyen Elie Hobeika komutasındaki Hıristiyan Falanjist milisler, Sabra-Şatila’da bulunan, ezici çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan kamp sakinlerine saldırdılar. Kampta bulunan Filistinli mültecilerle Lübnanlı yoksullar silahsız ve savunmasız durumdaydılar. Falanjistlerin yanı sıra İsrail ajanı Said Haddad da saldırganlar arasındaydı. İsrail, katliamı durdurmak için hiçbir eylemde bulunmadı. Katliamlardaki rolü dolayısıyla Ariel Şaron Beyrut kasabı diye anılır.[2]

Belçika'daki soruşturma

1982 Sabra ve Şatila mülteci kampındaki katliamdan kurtulmuş 23 kişi 18 Haziran 2001'de yaptıkları şikayet başvurusu ile, dönemin Savunma Bakanı (sonradan İsrail Başbakanı olan) Ariel Şaron´un ve dönemin İsrail Silahlı Kuvvetleri komutanı Tuğgeneral Amos Yaron ve diğer İsrail askeri görevlileri ve Falanjistlerin bu öldürmelerle bağlantılı olduklarını iddia etmişlerdir.
Belçika sorgu hakimi (juge d´instruction) Patrick Collignon, Sabra ve Şatilla katliamı ile ilgili cezai soruşturma başlattı. 15 Mayıs 2002'de, Falanj'ın bu katliamlar sonrası İsrail kuvvetlerinin denetiminde geniş çaplı operasyon yaptığı iddialarıyla ilgili olarak Belçika Temyiz Mahkemesi İddia Makamı, Belçikalı bir savcının Falanjistlerin gerçekleştirdiği bu eylemle ilgili cezai soruşturmayı yürütemeyeceği kararını verdi ve duruşmanın ardından, soruşturmanın Belçikalı savcılarca yürütülmesini durdurdu.

İlgili filmler

  • Wals Im Bashir

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Sen sadece aynasin...
ölmez fenerli - avatarı
ölmez fenerli
Ziyaretçi
5 Kasım 2012       Mesaj #2
ölmez fenerli - avatarı
Ziyaretçi
Sabra ve Şatilla Katliamı

Sponsorlu Bağlantılar
"Bebekleri alevlerden kurtarabilmek için hemen su dolu kovalara koymak zorunda kaldım. Yarım saat sonra kovalardan çıkardığımda, vücutları halen yanıyordu. Hatta morgda bile için için yanmaya devam ediyorlardı." Dr. Amal Shamaa, Barbir Hastanesi, 29 Temmuz 1982 - İsrail ordusunun Batı Beyrut'a fosfor bombaları atmasının ardından.

II. Dünya Savaşı'nın son günlerinde Filistinlileri sindirmek ve topraklarından sürmek için Siyonistler tarafından sistemli olarak düzenlenen terörist eylemler, binlerce masum insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. 1982 yılında İsrail'in Lübnan'ı işgali sırasında Sabra ve Şatilla kamplarına yapılan baskın ise tarihe en kapsamlı ve en büyük soykırımlardan biri olarak geçti. Hıristiyan Falanjist grupların İsrail askerlerinin desteği ve yönlendirmesi ile gerçekleştirdikleri baskın esnasında, çoğu kadın ve çocuklar olmak üzere 3.000'den fazla insan katledildi. Katliam ile ilgili daha sonra yapılan araştırmalar ve incelemeler dönemin Savunma Bakanı ve şimdiki İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un olayın sorumlusu olduğunu gösteriyordu. Bu kanlı baskın nedeniyle Ariel Şaron halen "Lübnan Kasabı" olarak anılmaktadır.

Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert Fisk, baskının hemen ertesinde olay yerinde gördüğü dehşet verici manzarayı, Lübnan Kasabı Ariel Şaron'un İsrail Başbakanı seçilmesinin ardından yazdığı makalesinde şöyle aktarmaktadır:

18 Eylül 1982'de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisi'ne giden yolda 90 yaşında, beyaz sakalı ve pijamaları ile Bay Nouri'yi görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın ceseti var, beyinleri dışarı akmış. Kadınlardan birinin karnı yarılmış. Cesetin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, adeta bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekleri gördüm... Cesetlerin kuruyan kanları üzerinde sinekler uçuşuyor, ölü bedenlerin bileklerindeki saatler ise hala çalışıyordu. Tırmandığım küçük rampayı aşabilmek için etrafa dağılmış ceset parçalarını bir kenara itmem gerekiyordu. Biraz ötede ise sırtından hala kan süzülen sevimli bir genç kız yatıyordu.

Sabra ve Şatilla Mülteci Kamplarındaki bu korkunç katliam, dönemin Savunma Bakanı olan İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un emir ve talimatlarıyla gerçekleştirildi.
Robert Fisk bir başka yazısında Sabra ve Şatilla kamplarında yaralananların tedavi gördükleri hastaneleri gezerken karşılaştığı manzarayı ise "Burada (Barbir Hastanesi) gördüklerimiz unutulabilecek cinsten manzaralar değildi. Barbir Hastanesini ziyaret etmek, silahın insan bedenine neler yapabileceğini görmek anlamına geliyordu." sözleri ile dile getirmekteydi.

Başta kadınlar, çocuklar, yaşlılar olmak üzere zavallı ve masum insanların maruz kaldıkları bu vahşet İsrailli liderlerin ideolojisini göstermesi açısından oldukça ibret vericidir. Katledilen kadınların büyük kısmı önce tecavüze uğramıştır. Hamile kadınların ise karınları yarılarak bebekleri parçalanmış, henüz üç-dört yaşındaki çocuklar ailelerinin gözleri önünde katledilmiştir. Erkeklerin bir kısmının ise öldürülmeden önce burunları ve kulakları kesilmiş, büyük kısmı da kurşuna dizilmiştir.

Fransız Le Monde gazetesi 13 Şubat 2001 tarihli bir haberinde 1982 yılında gerçekleştirilen Sabra ve Şatilla katliamlarını, bu katliamları yaşayan ve şu an 42 yaşında olan Nihad Hamad'ın ağzından şu şekilde aktarmıştır:

… İsrail Silahlı Kuvvetleri Çarşamba gecesinden Perşembe sabahına sarkan süre boyunca kampı kuşatmıştı. Doğu tarafını kuşatmak istiyorlardı. Mücahidlerimiz gitmişti. Buralarda on beş-on altı yaşındaki gençlerin dışında kimse kalmamıştı… Perşembe gecesi, bombardımanların şiddeti iki katına çıktı. Hafif silahların hiçbir işimize yaramayacağını fark ettik. Barınaklardaki herkes mülteciydi. Herkes korkuyordu. Sözlerine önem verilenler, yaşça büyük olan kişiler İsraillilerin yanına gidip kampın teslim olacağını söylemeye karar verdiler. Ellerine beyaz bir bez aldılar ve arabayla yola çıktılar. Ve bir daha geri dönmediler. Ellerinde silahlarla, gençler de aynı yöne doğru gittiler, onlar da ve onları bulmaya gidenler de bir daha hiç ama hiç geri dönmediler. O zaman buraları hemen terk etmemiz gerektiğini çok daha iyi fark ettik… Yüzlerce insan kampın kuzey çevresindeki aynı ortak salona doğru kaçışıyordu. Sayımız o kadar fazlaydı ki neredeyse havasızlıktan boğulacaktık. Sabah vakti, her yerde ölüm sessizliği vardı, burası artık hayalet bir şehirdi. Bombardımanlar kesilmişti. Arada bir sadece tek tek birbirinden ayırt edebilecek aralıklarda atış sesi duyuluyordu. Sonra, sessiziliği delip geçerek, caminin olduğu taraftan bir kadının feryatları yükseliyordu. Saçları karmakarışıktı, parçalanmış giysileri kana bulanmıştı, üzerinde aklını kaçırmış bir insanın havası vardı. Dizlerinin üzerinde boğazları kesilmiş çocukları yatıyordu… Çok sert davrandılar ve bu cinayetlerin sessizlik içerisinde cerayan etmesi için bıçaklarını ve beyaz ellerini kullandılar... Milisler kamplardaki işlerini bitirdikten sonra pis işlerini Gazze'deki hastanede tamamladılar. Yaralıları, doktorları ve hemşireleri dışarı taşıdılar ve öldürdüler. Kaybolanlarla birlikte 3.000-3.500 kişinin katledildiğini öğrendik.

Bu korkunç manzara bugün "Araplar beni bilirler, ben de Arapları" sözleri ile tanınan ve Müslüman Filistin halkı için "ezilmesi gereken bir böcek" gibi küstah ifadeler kullanan Ariel Şaron'un eseridir.48 1967 Savaşı'nın ardından 160 bin Filistinlinin Doğu Kudüs'ü terk edip mülteci hayatı yaşamasına neden olan Şaron'un cezalandırma yöntemleri arasında Filistinlilerin evlerini bombalamak, mülteci kamplarının üzerinden buldozerle geçmek, yüzlerce Filistinli genci hiçbir gerekçe göstermeden tutuklamak ve sonra işkenceye uğratmak da vardır. Ariel Şaron'un Gazze bölgesinin güvenliğinden sorumlu olduğu dönemde ise yüzlerce kişi suikaste uğramış, binlercesi tutuklanıp sınır dışı edilmiş, yalnız Gazze'de 2 bin ev yıkılmış ve 16 bin kişi ikinci defa sürgüne gönderilmiştir. Sabra ve Şatilla katliamları dışında 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgali esnasında birkaç hafta içinde 14 bin insan hayatını kaybetmiş (bunların 13 bini silahsız sivillerdir), yaklaşık yarım milyon insan ise evsiz kalmıştır.

Burada bir kaç örneğini anlattığımız vahşet ve zulüm, Filistin topraklarında elli yılı aşkın süredir kesintisiz olarak devam etmektedir. Üstelik yukarıdaki örnekler çok fazla Filistinlinin aynı gün içinde hayatını yitirdiği katliamlardır. Bu örneklerin dışında 1966 yılındaki Al Sammou katliamında 18; 1975 yılında Aitharoun katliamında 9; Kawnin'de 16 kişi; 1976 yılında Hanin'de 20; Bint Jbeil'de 23; 1978 yılındaki Adloun katliamında 7; 1979 yılında Abbasieh katliamında 80; 1980 yılındaki Saida katliamında 20 Filistinli İsrail işgalci güçleri tarafından katledilmiştir. Bunların yanı sıra yıllardır hergün birkaç kişi hayatını yitirmekte ya da sakat kalmaktadır. Ayrıca her gün evler yıkılmakta, insanlar topraklarından sürülmektedir. Görülüğü gibi İsrail Devleti'nin amacı düzenli bir etnik temizlik politikasıyla Filistinlileri yıldırmak, topraklarından çıkarmak ve kendi isteklerini kabul ettirmektir.



Benzer Konular

5 Kasım 2012 / Efulim Siyasal Bilimler
2 Temmuz 2013 / asla_asla_deme Siyasal Bilimler
23 Aralık 2011 / Keten Prenses Siyasal Bilimler
28 Mayıs 2009 / asla_asla_deme Siyasal Bilimler