Arama

PKK Gerçeği

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 25 Kasım 2016 Gösterim: 25.340 Cevap: 9
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Ekim 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

PKK (Partiye Karkere Kürdistan)

Ad:  1.JPG
Gösterim: 1970
Boyut:  50.4 KB

Türkiye kürtlerinin bağımsızlığı (ya da kendi deyişleriyle kültürel özerkliği) için silahlı mücadele yürüten örgüt. Üyeleri, partinin lideri Abdullah Öcalan’Tn Apo lakabından dolayı, basında ve halk arasında Apocular diye de anılır. PKK'nın lideri Abdullah Öcalan 1978 yılında, bazı doğulu gençlerle birlikte Kürdistan Ulusal kurtuluş ordusu adıyla gizli bir örgüt kurdu. Bir süre sonra Kürdistan işçi partisi adını alan bu örgüt, özellikle Kürtlerin yoğun bulunduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde faaliyet göstermeye başladı; Kürt bağımsızlık hareketine karşı çıkan Kürtlere, MHPTilere ve TİKP'lilere karşı yıldırma amaçlı eylemler düzenledi, cinayetler işledi.
Sponsorlu Bağlantılar

Öcalan ve kurmayı takibe uğrayınca eylül 1980'den önce yurt dışına kaçtı; Lübnan'da Bekaa vadisinde bir kamp yeri edindi (1979). PKK 1984'ten sonra silahlı gücünü artırarak Türkiye'de halka, devlet görevlilerine ve silahlı kuvvetlere karşı kırsal kesimde ve kentlerde, kanlı terör eylemleri uygulamaya başladı. 1990'lara gelindiğinde 5 000 ila 10 000 arasında silahlı eylemcisi olduğunu öne süren PKK, terörün ve ayrılıkçı hareketin baş temsilcisi durumundaydı. Güneydoğu illerinde olağanüstü hal ilan edildi ve askeri birlikler artırılarak eylemcilerin faaliyeti önlenmeye çalışıldı. 1992'de Kuzey Irak'ta Özerk Kürdistan yönetimi kurulduktan sonra, bu yönetimin de onayı ve işbirliğiyle PKK kamplarına karşı Kuzey Irak'ta askeri harekâta geçildi.

Bir kısım PKK’lı İran'a kaçarken bir kısmı da Özerk Kürdistan kuvvetlerine teslim olmak zorunda kaldı. Bunun üzerine PKK 20 mart 1993'ten 15 nisan 1993'e kadar tek taraflı ateşkes ilan ettiğini açıkladı, süreyi daha sonra uzattı ve siyasal diyalog önerisinde bulundu. Türk hükümeti ateşkesi memnunlukla karşılamakla birlikte, kayıtsız şartsız teslimde ısrarlı olduğunu vurguladı.

Kaynak: Büyük Larousse

Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 01:18
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

PKK Gerçeği


Kürdistan İşçi Partisi (Kürtçe:Partiya Karkerên Kurdistan), Türkiye'nin güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir devlet kurmayı amaçlayan ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ve sivillere karşı silahlı eylem yapan etnik-bölücü terör örgütü.
Sponsorlu Bağlantılar
Örgüt daha çok Kürtçe adının başharflerinden oluşturulmuş PKK ismi ile bilinir. Ayrıca KADEK ve Kongra-Gel isimlerini kullanmıştır.

"Terörist örgüt" olarak tanınması


PKK başta Türkiye olmak üzere, Avrupa Birliği, ABD ve NATO da dahil olmak üzere pek çok ülke ve kuruluş tarafından terörist örgüt ilan edilmiş etnik-bölücü bir organizasyondur.

Örgütün ideolojisi


PKK'nın ideolojik yapısı Marksist Leninist Kürtçülük'tür. Etnik bölücü ve amacına ulaşmak için sivil ve askeri hedeflere karşı güç kullanmayı ilke edinen PKK, Türkiye, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından terörist organizasyonlar listesine alınmıştır. Faaliyet alanı büyük ölçüde Türkiye toprakları olmakla birlikte, Batı Avrupa'da, Irak ve İran topraklarında da bazı sol eğilimli organizasyonların -ve kimi iddialara göre- sözkonusu devletlerin de desteğiyle etkinlik göstermiştir. İlk dönem ASALA tarafından eğitilen örgütün başlıca gelir kaynakları uyuşturucu madde ticareti ve haraç tahsilatıdır. Özellikle bazı Avrupa ülkelerindeki sempatizanların çeşitli açılardan doğrudan veya dolaylı desteği de örgüt için stratejik önem arz etmektedir.
PKK, 1973 yılında kurulmuş 1984'te dağ kadrolarını oluşturarak paramiliter yapıya bürünmüş, Güneydoğu Anadolu'yu 80'lerin sonundan 90'ların ortasına kadar savaş alanına çevirmiştir. Bu süre içinde 30,000'den fazla can kaybına ve birçok insanlık dışı olayın yaşanmasına sebep olmuştur. Türkiye Devleti'ni kapitalist-sömürgeci olmakla itham etmiş ve faaliyetleriyle bölgede maddi kayıplara yol açmış, bu yüzden halkın sosyo-ekonomik gelişmesini 20 sene boyunca engellemiştir.
2005 baz alındığında, PKK faaliyetleri 1990'ları yakalayamayacak kadar düşük yoğunlukta sürmektedir. 1993 yılında PKK'nın Türkiye dağ kadrolarına karşı başlayan operasyonlar ile Türkiye içerisinde bulunan silahlı gücü kırılmış ve teröristlerin Suriye'deki kamplara kaçması sağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye sınırına yaptığı askeri yığınaklar ve diplomasi atağı sonucunda, örgüt yapılanmasını Suriye ve İran'dan çekerek ağırlıklı olarak Irak (Kuzey Irak'taki fiili özerk bölge)'a çekmiştir. Türkiye'nin bu askeri başarıyı siyasal düzlemde de göstererek gerçekleştirdiği özgürlükçü açılımlar sayesinde, örgüt, halktan az da olsa aldığı desteği kaybetmeye başlamıştır. Daha önce PKK'ya bağımlılıklarını belirten sivil ve siyasal gruplar, Türk halkından gelen tepkiler doğrultusunda, 1999 öncesine dönmek istemediklerini belirtmektedirlerdir.

Tarihi


PKK'nın organizasyon olarak geçmişi 1973'de "Ankara Democratic Patriotic Association of Higher Education" olarak başlamaktadır. Grup, bu dönemde büyük ölçüde öğrencilerden oluşmakta ve başında Abdullah Öcalan bulunmaktadır. Ankara'da kurulan organizasyon kısa bir süre içinde Güneydoğu Anadolu'ya taşınmış ve bölgedeki genç Kürtler arasında propaganda faaliyetlerinde bulunmuştur. 27 Ekim 1978'de "Kuruluş Bildirgesi"ni düzenler ve adını Kürdistan İşçi Partisi olarak değiştirir. PKK, Bu bildirgeyle hareket alanını genişlettiğini de ilan eder ve yeni bir safha olan şehir eylemleri metotlarını uygulamaya başlar. Marksist, Leninist temelli etnik bölücü bir organizasyon olması sebebiyle sağ organizasyonlarla da çatışmaya girmiştir.

PKK'nın çatışmaları sadece karşıt görüşlerin çatışması olmakla kalmayıp 1979'da Mehmet Celal Bucak'a düzenlenen suikastla PKK'yı devletle işbirliği içinde olmakla Kürtleri sömürmekle suçladığı aşiretlere de yönlendirmiştir. 1978-1982 yılları arasında devletin terörizm saydığı 43,000 olayın yaşandığı gerçeği altında, PKK Şehir Savaşı döneminde aktif bir yapıdadır. 12 Eylül 1980 büyük oranda Şehir Savaşı dönemini sona erdirse de organizasyonun eylem kabiliyetini ortadan kaldırmamıştır. Bunda 1979'da Öcalan'ın Suriye'ye geçmesi ve burada Dev-Genç'in temellerini attığı eğitim kamplarını kurması etken olması yatmaktadır. İhtilal'in ülke içindeki eylem alanını kapatması, sol görüşlü organizasyonların, Öcalan'ın Lübnan çağrısına cevap vermesine sebep olmuş. 1982-84 yılları Öcalan'ın organizasyonun yeniden şekillendirmesine yardımcı olmuştur.
1984 senesiyle PKK yeni bir yapıya bürünmüştür. Kendisine Mao'nun Halk devrimi yöntemini seçmiş ve Suriye'nin desteklemesiyle Güneydoğu Anadolu'da terör metotlarını uygulamaya başlamıştır.
15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan Kenya'da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi pasaportu ile yakalanmasıyla birlikte örgüte çok ağır bir darbe vurulmuştur.
PKK nın hayat evresinin uzun süreli olması gelişimi süresince evrime uğramasına bağlıdır. PKK değişen ortama göre söylemini ve uyguladığı şiddet unsurlarını değiştirmiştir.

Kurulmadan Önce


1960'larda başlayan bireysel hareketlerin ülke içinde gelişiminin olası sebepleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin bölgedeki ekonomik ve sosyal yapılar yüzünden ülke genelindeki değişimi aktaramaması bahanesi, üzerinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen Osmanlı dönemi yaşanan sosyal ve ekonomik sorunlarının bölgede tekrarlanması varsayımı ve Soğuk savaş yapısı altında Rus ve Suriye gizli servislerinin Güneydoğu Anadolu'daki oluşumlara bilgi, kaynak ve yönlendirme faaliyetleridir.

Apocular Dönemi (1974-1978)


27/10/1978 kuruluş bildirgesine kadar olan dönem Apocular olarak adlandırılmaktadır. Apocular ismi özellikle Dikmen toplantısından sonra yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Öcalan'ın politik fikirlerinin geliştiği ve ülke içinde 1970'lerin ortasına kadar gelişen yapılarla bağlantılarının kurmuş, tanıtmıştır. Bu dönemin sonlarında fikirlerini harekete koymak için Güneydoğu Anadolu'da var olan feodal yapıda yer bulması ve bu yapıyı kendi amaçları ve kendi amaçlarınında bölgenin yapısı altında şekillenmesi.
Apocuların çekirdek grubu 16 kişiden oluşmaktadır. Yıllar içinde bu on altı kişiden sadece Öcalan grupta kalmış, bazıları kendi kuruluşunda rol oynadıkları sistem tarafından öldürülmüştür.

Şehir Savaşı (1978-1980)


Kuruluş bildirgesiyle bölgede varlığını geliştirme ve sosyal yapıya bürünme devresi. 1980 ihtilali öncesi diğer komünist gruplar gibi yapılanmış ve propagandasını silahlı eylemlerle duyurmuştur. 1980 ihtilali ülke içinde yaşamın sekteye vurulmasını amaçlayan faaliyetlere karşı bu faaliyetleri yürüten bireylerin etkisiz kılınması amacı ile yürütülmüştür. İhtilal öncesi duyum alan Apo ülkeyi terk etmiş ama onunla ülke dışına çıkmayan PKK militanları ihtilal grubunca yakalanıp hapsedilmişlerdir. Bu grup daha sonra cezaevi direniş hareketinin çekirdeğini oluşturacaktır.

Suriye (1980-1984)


Abdullah Öcalan ihtilal döneminde Suriye'nin gözetiminde Bekaa Vadisi'ne yerleşmiş ve buradan organizasyonun yeniden yapılandırılmasını planlamıştır. Bu dönemin Abdullah Öcalan için çok önemli olduğunu daha sonra yazdığı anılarında açıklamaktadır.

1984-1993


15 Ağustos 1984'te Eruh ve Şemdinli'de PKK ilk büyük ölçekli silahlı eylemini gerçekleştirir. Silahlı eylem, örgütün silahlı kanadı Kürdistan Kurtuluş Güçleri (HRK) tarafından gerçekleştirilir. 1991-1992 yılında örgütün artan eylemleri 1993'te doruk noktasına ulaştı. 24 Mayıs 1993'te Bingöl-Elazığ karayolunu kesen PKK militanları, eğitimlerini tamamlayarak görev yerlerine sevk edilen silahsız 33 eri otobüslerden indirerek kurşuna dizdi. Teröristler, 13 er, bir polis ve 8 vatandaşı da kaçırdılar. Olayın ardından düzenlenen operasyonda, 10 terörist öldürüldü ve kaçırılanlar kurtarıldı.

1993-1995


Bu dönem örgütün hayatta ve ülkeler arası yapıda kalabilmek için ideolojisini büyük ölçüde yeniden gözden geçirdiği dönemdir. Komünizm (Marksist-Leninist) yerine sosyalizm benimsenmekte ve kadın erkek eşitliğini savunduğunu göstermek üzerede kadınlarda erkek davranışlarını öne çıkarmaya ve cinsel öğeleri göz ardı etme politikası uygulanmaktadır. Parti içinde dine karşı tolerans gösterilmesi bu yapının uzantısıdır.
Bu değişimlerle PKK, Kürt devleti söyleminden vazgeçmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devleti altında otonom bir yapı amaçladığını söylemeye başlamıştır.
Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nin savunma harcamalarına ayırdığı miktar bütün harcamalarının %10'una kadar yükselmiştir. Bu dönemdeki askeri faaliyet yoğunluğunu devam ettirebilmek ordu bütçesi için 8 milyar ABD doları yıllık harcama seviyesine ulaşılmıştır.

1996-1999


1998'de Abdullah Öcalan tek taraflı ateşkesi bir daha başlatır. Özellikle Suriye ve zaman zaman da Yunanistan, Ermenistan, İran ve Rusya'nın desteği ile ayakta duran PKK, 1998 sonunda Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye'yi savaşla tehdit etmesi, ve bu yüzden Suriye'nin Öcalan'ı ülkeden atması ile sonun başlangıcını yaşamaya başlar. Mayıs 1997 harekatının Türkiye'ye faturası ise 300 milyon dolar olmuştur.
15 Şubat 1998'de Abdullah Öcalan Kenya'da uluslararası bir operasyonla yakalanır ve Türkiye'ye teslim edilir. Başta Yunanistan'ın da pay sahibi olduğu ve Türkiye'nin kısmen haberinin olduğu bu kaçırılma olayı, Türkiye'de dış güçlerin planladığı bir Kürt ve Türk savaşını artık geri dönülemez bir tarzda başlatma gayesi olarak algılandı. Bundan çıkarı olan dış güçler, Kürt ve Türkleri ebediyen bir birine düşman kılarak, kendileri bundan yarar sağlama hesaplarına girmişlerdi.
Abdullah Öcalan'ın Yunanistan, ABD, İsrail eliyle Kenya'nın da kısmen bulaştırılarak yakalanması ve Türkiye'ye teslim edilmesinden sonra, Türkiye'deki Kürt Sorunu daha iyi anlaşılmaya başlandı. Sorunun dış güçlerin gerçek bir müdahale konusu olduğu daha iyi görülmeye başlandı. Öcalan, daha sonra avukatlarıyla yapacağı görüşmelerde "bunun bir oyun olduğunu" açıklayacak ve "silahlı tek bir sinek bile bırakmayın" çağrısını örgüt için yapacaktı. Öcalan, Sosyalizmdeki "Her Halkın Kendi Kaderini Tayin Hakkı"nı da kendilerini etkileyen bir nokta olarak ortaya koyacak ve bunun öz eleştirisini verecekti.

Öcalan'ın Yargılanması (1999)


Öcalan'ın yargılanması PKK olgusunun Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından tanımlanması açısından önemlidir. Öcalan 29 Haziran 1999 tarihinde askeri mahkemede yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ceza Kanunun 125'inci maddesinden yargılanır. Bu davada Öcalan;
  • T.C. vatandaşı olduğunu,
  • Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve onun ceza kanununu tanıdığını,
  • Öcalan savunmasında, hukuki değil siyasi olacağını
belirtir. Bu üç yapı Öcalan'ın faaliyetlerinin temelde suç olduğunu kabul ettiğinin en açık ifadesidir.

PKK'nin Feshi (1999-2002)


Öcalan, 1 Ağustos 1999'da ateşkesin sürdürülmesini ve silahlı güçlerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti Sınırları'nın dışına çekilerek, sembolik barış gruplarının iyi niyetin bir göstergesi olarak Türkiye Cumhuriyetine gelmelerini ister. Ardından, örgüt tarafından PKK'nın silahlı güçleri sınırların dışına çekilerek, biri dağdan biri de Avrupa'dan olmak üzere iki barış grubu gönderilir.
PKK, 2002'de kendisini fesheder ve yerine Kürdistan Demokratik ve Özgürlük Kongresi KADEK'i kurar. KADEK de AB Terör Örgütleri Listesi'nde yer almaktadır.

Etkileri


PKK, bölgenin her yönden gerilemesi için Türk düşmanları tarafından geliştirilmiş. Bölgede insanca yaşamak için mücadele veren Anadolu insanının yıkımına sebebiyet vermiştir. Türkiye'nin gelişmekte olan ekonomisini kontrol altına almak için PKK, yabancı istihbarat örgütleri tarafından taşeron olarak kullanılmış ve yıkıcı zararlar vermiştir.
Hiç bir zaman ne istediği konusunda net bir fikir beyan etmeyen PKK kimlik ve kılık değiştirerek başka oluşumlara gitmiş ve şimdilerde Irak ı işgal eden güçleri destekleyen ana unsurlardan olmuştur.
PKK'nın eylemleri doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan Türkleri sağlık ve eğitim gibi en temel haklardan yoksun bırakmıştır, PKK eylemleri bölgeye acı, ölüm ve yıkımdan başka bir şey getirmemiştir.

Eğitim


1970'lerde planlanan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi çalışmalarını neredeyse 20 yıl rafa kaldırılmış, bazı illerde ikincil merkezi yönetimin (OHAL) kurularak bir çok bireysel kazanımdan geri dönülmesi sayılabilir:
  • Dini eğitim. Iran modeli, ülkenin ümmet olarak birliğinin sağlanması.
  • Gençlik faaliyetlerinin azaltılması.
PKK'nın periyodik faaliyetlerinden birisi de o bölgedeki öğretmen ve doktorları öldürmektir. Doğrusu bu, bölgedeki insanlara yapılmış en büyük kötülüklerden biridir. Geri kalmışlık bu yüzden daha da artmıştır.
Türkiye savunmaya harcamalarını diğer alanlardan kısarak sağlamak durumunda kalmış ve bu durumda PKK en büyük başarısını çıkmaza giren hayat tarzını düzenli propaganda ile Türkiye ne karşı yönlendirerek yıkıcı faaliyetlerinde perçinlemiştir.
Ad:  veri.PNG
Gösterim: 1494
Boyut:  15.2 KB

İdari/Hukuk


PKK tabanını güçlendirmek üzere devlet vatandaş ilişkisini kuran üç temel faaliyeti hedef almıştır.
Türkiye siyasi yapısı 1980'li yıllarda 1970li yılları son yarısını arkasında bırakarak toparlanma dönemini yaşama izlenimini verirken bu karmaşık dönemden uzanıp gelen kadrosuyla PKK Türkiye'nin önünü tıkamayı başarmıştır. PKK 1970'lerde kazandıkları beceriler ve Filistin/Suriye/Yunan/Ermeni becerilerini bünyesine katarak sağlam bir yapıyla ortaya çıkmıştır. Tabanını çok daha belirginleştirmiş; yurt dışı bağlantılarını sağlam temeller üzerine oturtmuş; söylemini yerel olgulardan çok milletler arası olgularla doldurmuş; en önemlisi desteğini Türkiye Cumhuriyeti'nin ulaşamayacağı yerlerden ve uyuşturucudan elde etmeye başlamış dır.
Uyuşturucu trafiğini kontrol eden PKK nin bu konuda ne kadar başarılı olduğu gerçeğinin kanıtıdır. PKK bu dönemde uyuşturucudan elde edilen paranı artırılması ve kara paranın temizlenmesi için uluslararası istihbarat örgütlerinin taşeronluğunu yapıştır. PKK nın sorunun kaynakları dışarıya taşıyarak yapılanması Türkiye Cumhuriyeti'nin daha önceki ayaklanmalarda uyguladığı bölgeye yönelik problemi çözme yollarını tıkamıştır. 1930'lardaki toprak reformunun bu bölgeye uzanamaması (Adana'dan öteye geçmemesi) devletin ağaları mutlu etmek zorunda kalmasının bir uzantısıdır. PKK sorun güneydoğu sorunu olmaktan çıkartmış ve bölge halkının olaylara olan etkisi azalmıştır.

Olağanüstü Hal (1987)


Devlet tamamen dış kontrollü olaylarla ne yapsa kayıplı olmaya başlamış ve çözüm yolu bulamaz hale gelmiştir. İdari sistem kontrolü kaybettiği bölgelerdeki köy halkını değişik yerlere aktarmaya başlamış, bunu da maddi problemleri çözebileceğini ama katliamların bir an önce durması gerektiği argümanına bağlamıştır. Olay güvenlik olgusuyla tanımlanmış ve böylece bir idari sorundan bir başka idari sorun içinde bocalamaya devam etmiştir. PKK Türkiye'ye en büyük kaybı devletin içinde çağdaşlaşma doğrultusunda hizmet etmek isteyen grupların önünü kapatarak yaratmıştır. PKK'nın yarattığı terör Türkiye idari yapısını limitlerine kadar zorlamış ve bununda üstüne çıkarak kilitlediği yapıda devlet yapısına uymayan oluşumlar kurulmasına yol açmıştır .

Terörizm Yasası (1991)


Terörizm yasası terörizm tanıma uyan olgulara karşı devletin duruşunu ve baş etme metotlarını belirlemektedir. Türkiye genel tanımıyla terörizmi aşağıdaki gibi tanımlamıştır:
Belli bir kanuna bağlı olmadan insanlar veya mülklere yönelik olarak devleti, milleti veya belli bir yapıyı sindirmek amacıyla politik veya sosyal amaçlar elde etme yöntemi.
Osmanlının yüzyılın başında ermeni terörizmi ile olan ilişkisi bu tanımdan çıkarılabilir. 1991 terörizm yasasının ruhunu ve amaçlarını anlamak için Osmanlı kanunlarından başlayarak Türkiye anayasalarına doğru incelemek gerekmektedir. Bu yasanın tanımladığı koşullar bu zaman içinde süreklilik göstermektedir.
20. yüzyıl terörizm kavramının evrimleşmesine tanık olmuş ve 21. yüzyıla girmeden Türkiye (1991) ve Amerika Birleşik Devletleri'nde (2001) yeniden belirlemiştir. Türkiye terörizm yasası Türkiye'nin kuruluşundan itibaren ilk metot değiştirmesidir. Osmanlı'nın Hasta Adam kavramı gerçekte lale devrinin
ihtişamından dolayı olmayıp kendi içindeki terörizmle baş edememesi ve sistemi çalıştıramadığından dolayı ekonomik ve politik çöküntüye uğramasının sonucudur. Türkiye'nin reaksiyonları Osmanlı'dan farklı olsa da deneyimleri bu bağlamda sıradan deneyimlerdir. Türkiye'de yaşanan olguların izlerini terörizmin tarihiyle karşılaştırıldığında Fransız (Fransız halk ayaklanmasından sonra) ve Rus (Bolşevik isyanının ardından) devlet terörizmindeki becerilerini kendi ideoloji ve çıkarları doğrultusunda ilişkiye girdiği azınlıklara ihraç etme metotlarıyla bağdaşmaktadır. Türkiye üniter devlet kavramıyla sorunu Osmanlı'nın yaşadığı boyutun çok altına çekmeyi başarsa da 1991 yılı gelindiğinde Osmanlı gibi sorunun temelleri için çözüm üretememiştir. Bu başarısızlık 1991 terörizm yasasında kendini göstermektedir.

Terörizm olgusunu ile ilişkili 1970-1980 ihtilalleri için Cumhuriyetin kuruluşuna bakmak gerektiği gibi, 1991 yasasının içeriğini algılamak için 1970 ihtilali ile başlayan olgulara bakmak gereklidir. 1961 anayasası sosyal içeriğinde vatandaşların amaçlarına demokratik yolları kullanarak birlik ve bütünlük içinde kavuşabileceği varsayımıyla yola çıkmıştır. Devlet 40 yıllık Türkiye Cumhuriyeti deneyimiyle Osmanlının tecrübesinden uzaklaştığını varsaymıştır. Fakat 61 Anayasa'nın öngördüğü reformların yapılayınca ve uygulamada sorunlar yaşanınca ülke içinde sistemi kullanmadan değişim isteyenler ortaya çıkmıştır. Bu grup 1970 deki yapılanmanın ana hedefini oluşturmaktadır. Orgeneral Muhsin Batur 1970'in başarılı olamadığını çünkü gerçekte yapılmasını istediği vergi reformu, sağlık reformu, eğitim reformu, yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesini sağlamak gibi konuların 1990'larda hâlâ Türkiye'nin gündeminin birinci maddesini teşkil etmesine bağlamaktadır. Sistem 1960'la başlayan sosyal yapılarını oturtamaya çalışırken oluşan baskıları kontrol altına almak için bir dizi terörizim kanunu çıkarmış ama başlangıçta temel amaç dış etkilerin ülke içindeki grupları bilgi ve beceri aktarımıyla yönlendirmelerini engellemeye çalışmasıyla sınırlı kalmıştır (bölücü ve ayrılıkçı grupların sindirilmesi). Ne kadar başarılı olduğu terörizmin yirmi yıl içinde bireysel hareketlerle kazanılan becerileri (sosyal düzen değişikliği istemi) organize grupların hareket yapısına kavuşması (ülke sınırlarını çizmeye) ile izlenebilir. Yerleştirilemeyen sosyal yapılardan ortaya çıkan bu gelişim nasıl organik bir içerik ise, bireysel özgürlükler ile başlayan kısıtlamaların ceza kanunu (1991 Terör yasası) içinde sistemin bütünlüğüne yönelmesi aynı biçimde organik bir olgudur. Kısaca 1970 ve 1980 ihtilallerinde terörizmle mücadele ögesi ve 1991 Terörizm yasası süreğenlik göstermektedir ve tanımlamaya değerdir. 1991 Terör yasası 1970 ve 1980 ihtilallerinin başarısızlıklarını kontrol altına alınma çabasının bir ürünüdür.
1970: Bireysel faliyetlerle yaşamın sekteye vurulması (Apocular). (Osmanlı: Osmanlı Bankası baskını, Padişaha suikast)
1980: Amacli ve sistematik olarak toplum düzenin bozulması. Varlığının toplum düzeyinde kabullenilmesi (PKK gerilla savaşı). (Osmanlı: Sarıkamışa yol açan süreç)
1990: Kurumlaşmış yapıların devlet ve sosyal yapılara temel amacına bağlı olmadan yıkıcı eylemlerde bulunması. Amacı sistemin varlığının sona erdirilmesi (HEP-DEP). (Osmanlı: Van ayaklanması)
1990'lara gelindiğinde PKK terörünün temel amacı bireyler ve kurumlar arası ilişkilerdeki gerileme yaratmakdır. Bu amaç 1970-1980 ihtilallerinin uygulanan terörizimle mücadele metodlarını geçersiz kılmışdır. PKK sosyal etiğin yok olması ile olgular arasi yapılanmanın bozulmasını amaçlamışdır. Bu bozulmaya bir örnek sosyal etiğin yok olduğu yerde adaletin üstündeki yükden çökmesi kaçınılmazlığı gösterilebilir. 1991 öncesi T.C. adliye sistemi normal hayat koşullarına göre düzenlenmisdir. 1970 ve 1980'de gelen ihtilal kanunlarının (askeri yasaların) olmadığı ortamda Türkiye adliye sistemi PKK nın faliyetleriyle uğraşamaz olmuş ve bu koşullar için kendi altında yeni bir yapılanmaya gerek duymuşdur. Bu ihtiyacın sonucunda Terörizim yasası(ları) ortaya çıkmışdır. 1991 de yürürlüğe giren terör yasası bir çözüm olarak güvenlik mahkemeleri kurmuş buda hukuk devletinin zedelenmesine yol açmışdır. Yinede Türkiye bu sefer adaleti askeri mahkemelere taşımamış, kendi siyasi yapısında çözmeye çalışmışdır. Sorun askeri mahkemelere taşındığında halk dışlanmakta, bu da sosyal birliği bozmaktadır. 1970 ve 1980 ihtilali askeri mahkemelerinin sonuçlarını bu bağlamda algılamak doğru olacakdır. Sorunu askeri mahkemelerle çözmek devletin güvenirliliğini tamamen ortadan kaldırma ihtimalini içermektedir. Askerleri mahkamelerin içine çekmenin etkileri hala yaşanmaktadır. Terör yasasını sistemin vazgeçilmez parçası olmuşdur. Askeri yargıçlar çekilse bile oluşan deneyimler sistemin içinde kalacakdır. Zaman içinde devlet değişen koşullar ve biriken deneyimlerle yasanın şeklini ve kapsamını hatta ismini değiştirmektedir. PKK ile sisteme giren bu olgular biriminin PKK sona ersede sistem içinde kalacağı 21. yüzyılın koşullarında bir gerçekdir.

Terörizm yasasının bir kolu olarak algılanan terörden zarar görenlerin zararlarının tazmin edilmesi TBMM'de 17 Temmuz 2004'te kabul edilen 5233 sayılı yasa ile gerçekleşmektedir. 31 Mart 2005 tarihi itibariyle her ilde kurulan tazminat komisyonlarına 69 bin 832 başvuru yapıldı. Bunlardan sadece bin 595'i, yaklaşık beşte biri sonuçlandı. Bu sonuçlanan davalar toplam başvurunun yaklaşık yüzde ikisi yerinde görüldü ve tazminat ödenmesine karar verildi. Davaların hızla sonuçlandırılamasının sebebi, terörden zarar görüldüğü belirtilen olayların aydınlatılmasında zorluklar bulunmasından kaynaklanmaktadır. Davalar hızla görülmeye devam edilmektedir. Devlet tarafından sadece tazmin yöntemiyle değil terör örgütünün tahribatını gidermek için bölgenin eğitiminin, alt yapısının ve sosyo-ekonomik verim ve kalitesinin artırılmasına yoğun çaba ve emek harcanmaktadır.

Politik


HEP/DEP/HADEP/DEHAP/DTP


Bu dönemde Türkiye siyaseti halkın problemleriyle uğraşamamış PKK nın aşıladığı ideolojik olgular ve yol açtığı kayıplarının etkisiyle bocalamıştır. Devletin bu durumuna örnek olarak;
  • Türkiye'nin demokratik yapısıyla oluşturduğu meclisindeki parlamenterlerin kendisini yıkması ihtimali karşısında aldığı önlemlerle itibarını sıfırlaması,
  • PKK uzantılarının birleştirici siyaseti savunanların desteğini boşa çıkartmayı başardığından keskin politikaların önünü açması,
  • 1965 de araştırmaları başlanan 1970 lerde plot çalışmaları yapılan öğrencinin bireyselliğini ortaya çıkaran kredili sistemin idarenin kontrolü elden brakmama amcı doğrultusunda doğru dürüst hayata geçirilememiş,
  • 1970 lerde planlanan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi çalışmalarını neredeyse 20 yıl rafa kaldırılmış, bazı illerde ikincil merkezi yönetimin (OHAL) kurularak bir çok bireysel kazanımdan geri dönülmesi
sayılabilir. HEP/DEP/HADEP/DEHAP/DTP siyasi arenada kendilerini göstermiş olasada kürt kökenli seçmenin ülkede %10 dan fazla miktari olduğu halde Türkiye genelinde %10 barajı aşamamış olmasının nedenleri ilginçtir. Bir arguman bu olguya karşı Türkiye devletinin kürt halkını silah yoluyla bastırdığı çünkü devletin kuruluşundan beri Türk ırkçılığını işlediğini söylemektedir. Bu argumana zıt olan olgu ise kürt kökenli Türkiye vatandaşlarının insan hakları problemi olan bölgelerde bu partilere daha yüksek oy verdiği, diğer bölgelerde ise bu oranın düşük olmasıdır. Üzerinde durulması gereken olgu insan hakları ve bu partilere verilen oyların doğru ilişkide olduğu gerçeğidir. PKK'nın faliyetleri ile halkı kendine çektiği fikri bu ilişkide önümüze çıkmaktadır. PKK'nın metodlarında diğer gruplara karşı kendi alt grubunu oluşturmada ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir.

HEP/DEP/HADEP/DEHAP/DTP olgusu kürt halkı içindeki demoktatikleşmenin bir başka gerçeğini ortaya koymaktadır. 20 yüzyıla kadar yenetici/yönetilen ikilemi ile yaşayan anadalu vatandaşları, Türkiye kuruluşunda söylem olarak çok çeşitliliği benimsemiş ama faliyette demokrasi kültürünün ancak dar anlamda ikinci dünya savaşı sonrasına ve 1961'den sonra ise sistem-halk etkilenmesiyle gelişmiştir. Siyasi açıdan 1970'lere gelindiğinde feodal yapısıyla güneydoğu anadolu en geri kalmış bölgedir. Bölge insanı siyasi seçimlerini/bölge partileri propagandalarını vatandaşın ihtiyaçlarına başımlı yapmamaktadır. Aponun kişiliğinde (anılarında) ve PKK faliyetlerinde bu otoriter yapıyı doldurma fikri bulunmaktadır. PKK nın temel amacı uzandığı bölgelerde devletten ve diğer otorite yapılarından baskın olmaktadır. Son yirmi yılın faliyetleriyle kurduğu otorite ile bütün kürtleri kendi alanına çekemediği Türkiye 'in demokrasi kültüründe aldığı mesafenin ilginç bir göstergesidir. Kürt halkının demokratik yapısının ve bu yapıyı geliştirmedeki Türkiye'nin başarısı kürt vatandaşların din-ırk gibi bağlamlarda bir yönetici yapıya bağlanamadığı gerçeğinde saklıdır. Demokrasi pragmatik bir olgudur ve devlet, PKK veya genel anlamda otoriteye bağlılıkla çelişmektedir. Türkiye Devleti de 1999'dan beri ideoloji,
hızla pragmatik yaklaşıma doğru ilerlemektedir.

Sosyal amaçlı organizasyonlar


PKK Politik Partilerin (HEP/DEP/HADEP/DEHAP/DTP) yanında bölgesel kontrolu elde etme amacı ile sosyal orgaznizasyonların haraket ve politika birimlerine el atmışdır. Bunların en başlıca örnekleri bölgesel insan hakları dernekleri ve belediye yönetim birimleri oluşmaktadır. Bu organizasyonları temel amacının dışında ve/veya temel amacına bağlı tek yanlı olarak kulanılması toplumsal kimliği oluşturan (değişik kimliklerin hayat bulduğu) faliyetlerin yürütülmemesine yol açmış ve toplumun değişik kimliklerinden yoksun kalmasına yol açmışdır. Bölge insanı kendi benliğini oluşturan diğer kavramların yaşam bulamamasından dolayı sadece iki kavram (kürt-kürt olmayan) çatışmasına maruz bırakılmışdır. Toplumsal haraketliği sağlayan faliyetlerininin içi boşaldığından ve yerlerine yenisi kurulamdığından ihtiyaçlar karşılanmaz olmuşdur ve toplum içindeki oluşan çözümsüzlük hislerinide PKK tarafında devlete yüklemişdir. Bölge toplumu "kutuplaşma sonrası sosyal çürümeye" maruz kalmışdır.

İnsan hakları derneklerinin temel amacı sistemin parçaları arasında iletişim sağlayarak olayların değişik boyutlarının göz önüne alınması ve ikincil olarak ise taraflar arası yapıcı diyalog kurmasıdır. Temel ögesi itibari ile tarafsız olan bu organizasyonlar olguları tek yanlı aktararak (taraf tutarak) sorunun bir parçası haline gelmişlerdir. Sorunun büyüklüğüne örnek olarak:
"Ölüm orucu eylemlerinin bu noktaya ulaşmasının nedeni iktidarın kabul edilemez tutumudur." diyerek hükümetin ise "Ölüm orucu emrini devlet mi veriyor; insan hayatını hiçe sayan faliyetleri metod olarak seçenlere ve bu emri verenlere söylenmesi gereken sözleri niçin bana yönlendiriyorsun" diyerek cevap vermesi yaşanan iletişimin bozukluğuna örnek olmaktadır."
Yaratılan bu politik kavgada ceza evlerinin sorunları ve devletin sisteme kontrol edememesi gibi olgular göz önüne çıkmamakta ve derneklerin bu bağlamda temel görevini yerine getirmemesi sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca kalabalık koğuşların ve düzensizliğin propaganda faliyetlerine imkan vermesi bu organizasyonların önceliğini seçerken nelere baktıkları sorusunu getirmektedir.

Söylemleri bağlamında bakıldığında, insan haklarının diğer boyutları bu organizasyonlar tarafından temel amaçdan sapma olarak algılandığından dışlanmış ve PKK nın temel amacıyla kesişen devlet-vatandaş ilişkisini koparma amaçı götmüşlerdir. Ayrıca bu dömen içinde dernek mallarının yıkıcı örgüt elemanlarına kullandırılması ile dernekle devleti karşı karşıya getirmişdir. Bu faliyetler organizsonların PKK nın kolları olduğu izlenimini yaratmışdır. PKK ise yaratılan sığ imajı kullanarak bölge insanını Türkiye parlamentosuna değil kendisine bağlı olduğunu savunmuşdur. Bu gruplar 21. yüzyılda töre cinayetleri, kadın hakları gibi büyük sorunlara odaklanması 20. yüzyılın son çeğreğinde nerede oldukları sorusunu akla getirmektedir.

İnanç Eksenindeki Etkileri


PKKi marksist-leninist bir örgüt olmasının ötesinde militanları üzerinde etkinlik ve sempati kazanabilmek amacıyla da faaliyetlerde bulunmaktadır. PKK ekseninde gelişen yeni kuşak kürt kültüründe başat çizgi ateizm olmakla birlikte zerdüştlükte ikinci derece de önemli hale gelmiştir son yıllarda. Her ne kadar tarihsel kökende zerdüştlük ile bağlantıları olmasa da, bazı yazarlar tarafından zerdüştlük kürtlerin eski dini olarak gösterilmeye çalışılmıştır.

Kuzey Irak Kampları


PKK Güneydoğu Anadolu bölgesinde yeterli halk desteğini alamadığından ve güvenlik güçleri karşısında 20.000'den fazla kayıp verdiğinden sınır ötesine yerleşmeye çalışmıştır. Uzun süre Suriye'de kaldıysa da, bu hem yeterli olmamış, hem de 1998'den sonra burada da barınma imkanı kalmamıştır. Körfez Savaşı'ndan sonra oluşan güç boşluğundan yararlanan terör örgütü 1990'ların başında Kuzey Irak'a yerleşmiştir. Irak Savaşı (2003) ise PKK'ya daha geniş bir güç boşluğu sağlamış ve Kandil Dağı ve çevresine yerleşmiştir. Bu bölgede 10'dan fazla PKK kampı vardır. ABD, Irak'ı işgal ederken bu kampları ortadan kaldırma sözü vermiş, Bağdat Yönetimi ve yerel Kürt yönetimi de PKK faaliyetlerine izin vermeyeceklerini açıklamışlardır. Ne var ki zaman içinde Her üçü de PKK'yı bu bölgeden sökmeye güçlerinin yetmediğini ima etmişlerdir. Özellikle Barzani ve adamları ise PKK faaliyetlerine göz yummanın ötesinde silah da sağlamışlardır. Irak Ordusu'nun silahları PKK'lıların eline geçerken, bu silahlar sayesinde Türkiye'deki eylemleri artmıştır.

2006 yılının Temmuz ayında PKK Türk Büyükelçiliği'nin sadece 500 metre ilerisine Öcalan Kültür Merkezi adı altında bir propaganda ofisi açmıştır. Türkiye buranın kapatılması için nota verirken, ABD'lilerin ilk açıklaması "Biz böyle bir merkez görmedik" şeklinde olmuştur.

Temmuz 2006'da Türkiye'nin ABD'ye PKK kampları konusundaki tepkileri zirveye çıkmıştır. Başbakan Tayyip Erdoğan gerekirse sınır ötesi operasyonun tek taraflı olarak yapılacağını ilan etmiştir. Bu tepki bir haftada PKK terörüne verilen şehit sayısının 15'e ulaşması ile oluşmuştur. Bu uyarı Dışişleri ve diğer kanallardan da tekrarlanmıştır.
Bu sert tepkiler üzerine ABD Başkanı George W. Bush ve Amerikan Dışişleri Bakanı Rice'dan PKK'ya karşı gerekenin yapılacağı sözü geldi.

30 Haziran 2007 tarihinde örgütün kamplarından kaçan biri kadın 4 kişi, Şırnak ilinin Silopi ilçesinde güvenlik güçlerine sığınarak pek çok itirafta bulundu. İtirafçılar, Türkiye Cumhuriyeti'nin düzenleyeceği sınırötesi operasyon söylentilerinin PKK mensupları arasında korku yarattığını belirtti. Basın mensuplarına da açıklama yapmalarına izin veirlen itirafçılar:
"Biz terör örgütüne kandırılarak katıldık. Örgütte yaşananlar karşısında gerçekleri gördük. Bize, teslim olursanız Türkiye'de kötü muameleyle karşılaşırsınız, denildi. Ancak biz buna rağmen gelip güvenlik güçlerine teslim olduk. Bize söylenenlerin hiçbirinin doğru olmadığını gördük. Burada hiçbir kötü muameleye maruz kalmadık. Bizim gibi yüzlerce örgüt üyesi var. Eğer onlara bir güvence verilirse inanıyoruz ki hepsi gelip teslim olur. Son günlerde sınır ötesi operasyon söylentileri örgüt içinde korkuya neden oldu. Bütün kamplar boşaltıldı."
şeklinde açıklamalarda bulundular.
Teslim olmak için Habur Sınır Kapısı'nı kullanan itirafçılar, örgütün uzaktan kumandalı mayınlarla gerçekleştirdiği eylemler için gerekli teçhizatı Kuzey Irak'tan temin ettiğini söylediler. Kandil Dağı'ndaki kamplara 2 ABD zırhlısının silah getirdiğini öne sürerek ajan olmakla suçlandıklarına ilişkin baskılara dayanamadıklarını ve bu nedenle de teslim olduklarını, bazı arkadaşlarının ise intihar ettiğini söylediler.

Çocuk Militanlar


Son yıllarda yaşanan silahlı mücadeledeki başarısızlıklar sonucunda PKK ciddi bir eleman sıkıntısı yaşadı ve bunun sonucu olarak silah altına aldığı kişilerin yaşı 10-11'e kadar düştü. Alınan çocukların büyük kısmı ise 14-15 yaş civarında kızlardan oluşuyor.

Örgütün eylemleri


PKK bugüne kadar en az 30.000 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ölümüne sebep olmuştur.

PKK'nın verdiği zarar
Ad:  veri2.PNG
Gösterim: 1525
Boyut:  22.4 KB

Son düzenleyen Safi; 24 Kasım 2016 23:39
NAIAS - avatarı
NAIAS
Ziyaretçi
21 Ekim 2007       Mesaj #3
NAIAS - avatarı
Ziyaretçi
İnsanlığın tarihi kadar eski olan korku, şiddet, tehdit, yıldırma, sindirme ve öldürme eylemleri günümüzde terör kelimesi ile karşılığını bulmaktadır. Terör, terörizmin çocuğu olup devletlerin ve bireyin algılayış şekline göre sürekli değişken bir yapı sergiler. Kimilerine göre vatan hainliği olan bir eylem, kimilerine göre ise sözde vatan müdafaası olarak maske takılmak suretiyle katliamlarına bir kılıf bulunmaktadır. Hangi ad altında yapılırsa yapılsın, terörizmin beslendiği bazı ana damarları vardır. Bunlar kesilmediği sürece yok olması da düşünülemez. Amaç her zaman terörizmle mücadele olmalıdır. Dünya üzerindeki devletlerin bir birleri üzerlerinde emelleri olduğu sürece de maalesef bulaşıcı hastalık olan terörizmden kurtulmak mümkün değildir. Devletler kendi varlıklarını koruyabilmek için terörle mücadele ederler. Ancak uluslararası bir sorun olan terörizmle mücadele etmek tek bir devletin değil tüm dünyanın aynı kararlılık ile tepki göstermesi gerekmektedir. İnsanlık el ele vermeli ve çağımızın vebası olan bu hastalığı yenmelidir. Hastalığın en önemli ilacı ise; karşılıklı anlayış ve dünya ülkelerinin barışçı politikayı benimsemeleridir.Teknolojinin torunları olan kitle imha silahlarının baş döndürücü bir hızla ilerlemesi bu birlikteliği zorunlu kılmakta ve kısa sürede çözüm almayı dayatmaktadır.

GENÇLİK VE TERÖRİZM


Bu konuya değinmeden önce Emniyet Genel Müdürlüğünün yapmış olduğubir çalışmanın verilerinden kesitler yaparak konuya girmenin yerinde olacağından hareketle, terör örgütlerinin hedef kitlesinin kimleri amaçladığına ve mevcut kadrolarının genel bir görünümüne bakmak yararlı olacaktır.

Emniyet Genel Müdürlüğünün 826 sol terör örgütü elemanının dosyası üzerinde yaptığı bir araştırma sonucunda;
Yaş Gruplarına Göre Dağılımları:
  • % 65 14-25 yaş grubunda
  • % 16.8 25-30 yaş grubunda
  • % 17.5 30'dan sonrası oldukları,
Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımlarının ise:
  • % 20.4 Yüksekokul mezunu ya da öğrencisi,
  • % 33.5 Lise mezunu ya da öğrencisi,
  • % 14 Ortaokul mezunu
  • % 29 İlkokul mezunu
  • % 1.9 Cahil oldukları tespit edilmiştir.
200 sağ terör örgütü elemanının dosyaları üzerinde yapılan araştırmada:
Yaş Gruplarına Göre Dağılımları:
  • % 2.5 10-14 yaş grubunda
  • % 72 15-25 "
  • % 17 25-29 "
  • % 6 30-34 "
  • % 2 35-65 "
Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımları:
  • % 22 Yüksekokul
  • % 40 Lise
  • % 14 Ortaokul
  • % 19 İlkokul
  • % 2.5 Okur-yazar
  • % 1.5 Cahil oldukları anlaşılmış.
Son olarak 262 tutuklu terör örgütü PKK elemanı üzerinde yaptığı bir anket çalışmasında;
Yaş Gruplarına Göre Dağılımları :
  • % 54 14-25 yaş grubu arasında
  • % 34 26-37 "
  • % 12 38-58 "
Öğrenim Durumlarına Göre Dağılımları :
  • % 11 Üniversite
  • % 16 Lise
  • % 13 Ortaokul
  • % 39 İlkokul
  • % 12 Okur-yazar
  • % 9 Okuma-yazma bileyen cahil oldukları tespit edilmiştir.
Yukarıdaki araştırmanın sonucu göz önüne alındığında tüm terör örgütlerinin eleman temin etmek için gençleri tercih ettiği ve çoğunlukla 14-25 yaş grubu arasındaki insanların oluşturduğu bir kitlenin her an tehditle iç içe yaşadığı sonucu çıkmaktadır.
Amaçlarının gençliği ele geçirmek olan terör örgütlerini gerçek anlamda etkisiz hale getirmek için gerekli olan bu kitlenin belirli bir eğitimden ve psikolojik silahlardan kalkan gibi korunmalıdır.

Milli Eğitim Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı gençliğin 12-24 yaş grubu arasındaki insanların oluşturduğunu belirtirken Birleşmiş Milletler Örgütü yaş durumunu 15-25 arasındaki kategori olarak değerlendirmektedir. Bu yaş grubunun kendisine has özelliklerine bakıldığında; içerisinde bulunduğu toplumun sorunlarına duyarlı, hayatın anlamını kavramaya çalışan, eğitim ve öğretim faaliyeti içerisinde olan insanlar olduğu ortaya çıkmaktadır. İsrail'in Filistin`liler ile olan çatışmalarında hep gençlerin önde olması ve ülkelerinin çıkarlarının onlar tarafından daha çok benimsenmesi sonucu sokaklarda hep gençler öne çıkmaktadır. İsrail ordusu da bunun bilincinde olduğu için gençleri, hatta çocukları hedef alarak öldürmekte böylece sonu kanla sonuçlanan tipik bir psikolojik savaş taktiği uygulamaktadır. Daha 2001 yılı da tüm medyanın önünde, babasının arkasına sığınan çocuğun İsrail askerlerinin açmış olduğu ateş sonucu öldürülmesi, günlerce gündeme gelmiş ve tartışılmıştır.
Terör örgütlerinin olmazsa olmaz yaş grupları arasında olan ve değişken bir ruh hali ile toplumsal olay ve sorunlara yeterli bilinçlenme olmasa da sahip çıkan bu yaş döneminin özeliklerinden faydalanarak kendi taraflarına çekmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle bireyden aileye ve devlete kadar herkese birçok alanda gerçek anlamda ciddi görevler düşmektedir.

TERÖR ÖRGÜTLERİ ELEMAN KAZANMAK İÇİN NE GİBİ YÖNTEMLER UYGULAR?


Terör örgütleri, taraftar kazanmak amacıyla her fırsatı değerlendirerek kendisine eleman temini etme yoluna gitmektedirler. Her terör örgütü kendi ideolojisine göre farklı bir yöntem uygulasa da genel olarak benzerlikleri mevcut olup terör örgütlerinin eleman temini için kullandığı yöntemler şu başlıklar arasında toplanabilir :
  • Hedef gencin ailesi, ailesinin ideolojik düşüncesi ve ekonomik düzeyi araştırılır. (Fakir gençlerin sıkıntıda olması dolayısı ile maddi açıdan sorunlarının ortadan kaldırılacağı cazip bir olaydır)
  • Hedef olarak belirlenen kişi, örgütün ideolojisi doğrultusunda propaganda uzmanı tarafında örgütün ideolojisi doğrultusunda aşılama safhasına geçilir. Bunun için çeşitli gazete, dergi, kitabın okunması sağlanır ve toplantı ve konferanslar ile teorik bilgi pekiştirilmeye çalışırlar. Teorik bilgiler bazen şiir ve şarkılar ile de yapılabilmektedir. Bir kişinin hareketlerinin eyleme geçmeden önce bunun düşündüğü veya ani gelişen durumlarda da bir olayın etkisinde kaldığı bilinmektedir. Dolayısı ile birey, harekete geçmeden önce bazı etkenlerin tesirinde kalarak o eylemi yapmaya yöneltilmektedir.
  • Bireyin zaafları tespit ederler.
  • Militan kişilik ve kimlik kazandırılarak kendisini bir gruba mensup olduğu fikri ve o grubun istekleri doğrultusunda çalışması gerektiği benimsetilir. Bu aşamaya gelen bir militan, örgütün isteklerini kayıtsız ve şartsız yerine getirir. Normal durumlarda bir insana ufacık dahi zarar vermenin vicdani sorumluluğunu atamayan birey, terör örgütünün içerisine girdikten sonra silahlı saldırılarla bebekleri dahi katletmesi, kendi vücuduna bomba sararak intihar saldırısında bulunması herhalde terörist kimliğin hangi boyuta geldiğini göstermesi açısından önemlidir.
  • Çeşitli eğlence ve toplantılar gerçekleştirerek belirli bir grup oluşturmaya ve o grup içerisinde bulunan bazı propaganda birimi elemanları tarafından fikir pompalanmaya çalışılır. Gençler bu gibi yerlere eğlenmek amacıyla gelir fakat asıl amaç terör odakları tarafından kendilerine yönlendirmektir. PKK'nın ve DHKP-C'nin eleman temini için bu taktiği kullandığı ve saflarına gençleri kandırarak çektiği bilinmektedir.
  • Çeşitli vaatler ile kandırmak. (Seni bu ilin valisi veya güvenlik sorumlusu yapacağız gibi)
  • Öğrenci dayanışma, kültür, spor dernekleri ile sendikalar, seminer ortamları, folklor gruplarına gizlice sızdırılan örgüt elemanları tarafından birey, ideolojik yönde propagandaya maruz bırakarak kendi fikirlerine uygun kişiler belirlenmeye çalışılır
  • Genellikle Yüksek Öğrenim Derneklerince düzenlenen vize, harç, barınma gibi sorunlar bahane edilerek bir topluluk oluşturulur ve fakir kişilerin bu ihtiyaçlarından hareketle maddi yardımda bulunarak kendilerine bağımlı olmak zorunda bırakırlar.
  • Bazı terör örgütlerince bayan örgüt elemanı kullanarak kendi saflarına çekilmeye çalışıldığı da görülmektedir.

ÜLKEMİZDE TERÖR OLAYLARIN NEDEN OLMAKTADIR


Bu bölümü okurken daha iyi anlayabilmeniz için lütfen yanınıza bir dünya haritası olup öyle okuyunuz. Göreceksiniz ki ülkemizin konumu bizlere nelere mal olmaktadır. Amerikalı askerler dünya hakimiyet teorilere için bir çok çalışma yapmışlar ve nereyi kendi kontrolleri altına alırlarsa dünyada söz sahibi olacaklarını değerlendirmişler. Bu yöndeki çalışmalar içinde kara hakimiyet, deniz hakimiyet ve hava hakimiyet açısından incelenmiş ve hep Türkiye karşılarına çıkmış.

Gerçektende dünya konumu incelendiğinde ülkemiz jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemli bir konumdadır. Türkiye, Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları düğüm noktası olarak belirlenen Akdeniz ve Ortadoğu'nun Doğu-Batı, Kuzey-Güney üzerinde bir geçiş özelliği ile coğrafyamız güç merkezlerinin iştahını tarihin derinliklerinden beri kabartmaktadır. Ege ve Körfez bölgesi dahil Doğu Akdenizi kontrol edecek bir coğrafi konuma sahip bulunan Türkiye, bütün ülkelerin ulaşım ve güvenlik faaliyetlerini çok yakından ilgilendirmektedir. Çok önemli geçiş güzergahlarının biri olarak da Boğazların durumudur. Dünya ticareti açısındanburası kritik bir konumdadır. Rusya'nın uzun yıllardan beri hedefi olan sıcak denizlereinme çalışmaları ve bu hedeflerinin bazı ülkeler tarafından riskli karşılanması hep gözlerinülkemiz üzerinde olması sonucunu doğurmuştur.
Bu konu ile ilgili olarak Doç. Dr.M.Ihsan ÖZGEN şu değerlendirmede bulunmaktadır." Türkiye geçmişte olduğu gibi günümüzde de üzerinde ve yakın çevresinde dünya güç dengesini etkileyecek tarzda, sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan, hassas bir coğrafi konumdadır. Dolayısıyla Türkiye üstünde birçok oyun "değişik adlarla" oynanmış ve oynanacak ve Türk Devleti'nin "siyasi rejim yapısı" başta olmak üzere ekonomik, sosyal ve kültürel yönlerden baskı altında tutulması yolları aranacaktır. Bu açıdan Türkiye yönünden esas düşünülmesi gereken ve önemli olan; belirli dış güçler ve onların Türkiye içindeki uzantılarının, her türlü tahrik, teşvik ve telkinle sürdürülen bu tür olumsuz faaliyetleri "önleyici ve durdurucu" olabilecek "demokratik ve hukuk kurallarına dayalı tedbirleri zamanında alabilmek ve bu şekilde "caydırıcı nitelikte" olabilmektedir. Bilinmesi gereken en önemli konu, bu tür olumsuz hareketleri önlemek görevinin başka devletlere ait olmayıp; yalnız Türkiye'ye ait bir konu olduğu ve Türk Devleti'nin her yönden kuvvetli olduğu sürece her türlü olayın üstesinden gelebileceği gerçeğidir. Bu bakımdan devleti meydana getiren milletin, hemen her konuda aydınlatılması, özellikle üniversite ve yüksekokul seviyesine erişmiş veya çalışma hayatına atılmış gençliğin bilinci biçimde bilgilendirilmesi iç ve dış tehdit unsurlarının ne şekilde ortaya çıktığının anlatılması ve Türkiye' ye karşı belirli dış güçlerce yönlendirilmiş gruplarca meydana getirilen terör hareketlerinin tedhiş ve şiddet eylemlerinin arkasındaki gerçeğin ne olduğunu açıkça ortaya koymak gereği vardır. Ancak bu şekilde Türkiye üzerinde yıkıcı, bölücü ve olumsuz emelleri olan dış güçlerin ve Türkiye'de ki uzantılarının yapmak istedikleri propaganda taktikleri, huzur ve sükûnu bozma planları ve neticede devleti zayıflatma ve hatta çökertme metotları başarısızlıkla sonuçlandırılabilir."

TERÖRÜN TÜRKİYE’YE SIÇRAMASI


Kitle iletişim araçlarının hızlı bir şekilde gelişmesi ve 1961 Anayasasının tanımış olduğu geniş hürriyetlerin verilmesi ile farklı anlayışların doğmasına ve anlayışlara sahip olan insanlarımızın birbirlerine katlanamamaları sonucu kemikleşmiş bazı grupların arasında çıkan kışkırtıcı ve terörist nitelikli kişilerin adeta zorlamasıyla bir çok insanımız hayatını kaybetmiştir.
Ekmek parası arayışına giren insanımız 1960'lı yıllarda hızla artan bir oranda kırsal kesimden şehre göç etmeye başlamış ancak ekonomik açıdan yeterli olmayan bu dönem ve sonrasında 1967 yılında Federal Almanya'nın Berlin kentinde öğrenci olaylarının işçi olaylarıyla birlikte hareketlenmesi şeklinde kendisini göstermiş ve tüm Avrupa'yı kapsayan bir hareket olarak karşımıza çıkmıştır. 1968 kuşağı olarak bilinen ve tüm dünyada geniş bir yankı uyandıran dönem bizim ülkemizde de etkisini göstermiş ve tarihe 68 Kuşağı olarak bilinen bir döneminin mal olmasına neden olmuştur.
Berlinde'ki bu gelişmelerin ardında bir yıl sonra 1968 Haziran ayında Türkiye'de Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile Ziraat Fakültesi'nde öğrenci olayları başlamış ve ardından İstanbul'a sıçramıştır. Amaçlarının sağ-sol eğilimli olmadıklarını üniversite reformu gerçekleştirmek olduklarını ve bozuk eğitim düzeninin düzeltilmesini gibi masumane istekler ile başlayan bu eylemlerin ardından, maalesef silahlanmaların artması ile diğer üniversitelere de sıçrayan eylemler ve işgaller haline dönüşmüştür.

TERÖRİSTİN PSİKOLOJİSİ


Terörist, canice eylemlerde bulunurken kendisine göre bir maske altındaki psikoloji çizerek, yaptığı vahşi eylemleri, mantığı içerisinde kendisine zorla meşru olduğu yönde inandırmaya çalışır. Suçluluk duygusunu, savunma psikolojisi ile zırha çevirir ve kendisini her zaman haklı görür. Ona göre ; kendisi gibi düşünen sayısız insanın geniş desteğini aldığını kabul eder ve sözde asıl hedefi insanlara zarar vermek değildir. Buna mecbur olduğu için yapmaktadır. Kendisini demokratik yöntemlerle ifade edememenin doğal bir yansıması olduğunu belirtirler. Bu yansıma bazen o kadar sert tedbirler almasını gerektirir ki kardeşini, babasını, kendi halkını bile öldürmek hedeflerine ulaşmak için gerekli olduğuna karar verirse bunu iç felsefesi dahilinde meşru görür.

James ADAMS "Terörün Finansmanı" adlı kitabında, teröristlerin ortak özelliklerini,"Çoğu terörist, davalarının adil olduğuna inanır. Sert karekterli ve hırçındırlar. Kendi hayatlarına veya kurbanlarının hayatına hemen hemen hiç önem vermezler. Aslolan hedefleridir. Bazıları kiralık katil bile olabilirler" sözleriyle ifade etmektedir.
Yapılan araştırmalar sonucu bir terörist için yaş grubunun 22-24 arası olduğu anlaşılmıştır. Bu yaşlar tam olarak incelendiğinde, henüz daha tam olarak doğru ile yanlışı kavrayamayacak olan ve kandırılmaya müsait dönemlerin olduğu görülecektir.

TERÖRÜN GERÇEK YÜZÜ
  • YARINLARIMIZ İÇİN TERÖRE HAYIR.
  • TERÖR, ACI, KAN VE GÖZYAŞIDIR.
  • TERÖR DEMOKRASİYE, İNSAN HAKLARINA KARŞI İŞLENMİŞ BİR SUÇTUR.
  • TERÖRLE MÜCADELENİN KORUYUCU HEKİMİ, TOPLUMSAL DUYARLILIK SAHİBİ, BİLİNÇLİ VATANDAŞLARIMIZDIR.
  • TERÖR ÖRGÜTLERİNE, ONLARIN ZARARLI FİKİR VE EYLEMLERİNE ALET OLMAMAK İÇİN, KENDİ GELECEĞİNE VE ÜLKENİN GELECEĞİNE SAHİP ÇIK. BU HALİNLE NEFRETİN DEĞİL, SEVGİNİN TEMSİLCİSİ OL.
  • İNSANLIK ÜZERİNE SIÇRAYAN KAN DEĞİL, İNSANIN ÜZERİNE AÇAN BİR GÜL OLUN,
  • ANNE VE BABALAR; EVLATLARINIZA, TERÖR ÖRGÜTLERİNİN İNSANLIK DIŞI MUAMELELERİ İLE KARŞILAŞMADAN ÖNCE SAHİP ÇIKIN.
Son düzenleyen Safi; 24 Kasım 2016 23:52
izmitlee41 - avatarı
izmitlee41
Ziyaretçi
7 Kasım 2007       Mesaj #4
izmitlee41 - avatarı
Ziyaretçi

PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA


Bu anlaţmaya göre;
  1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar,
  2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek,
  3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar,
Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18.04.1990 tarihinde yapılan toplantıda;
  1. PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetileceği,
  2. Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermenilerin yapacağı,
  3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen toprakların eşit olarak bölüşüleceği,
  4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermenilerin karşılayacağı,
  5. Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacağı, şeklinde kararlar alınmıştır.
1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.

PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi - manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği bilinmektedir.
Son düzenleyen Safi; 24 Kasım 2016 23:53
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Yapısı


KADEK terör örgütü;

Genel Başkanlık ve Genel Başkanlık konseyi, Merkez Komitesi, Merkez Disiplin Kurulu, Eyalet yapılanması, Bölge Komiteleri, Yerel Komiteler, Hücreler adı altında yapılanmıştır. Belirli zaman dilimlerinde Kongre ve Konferanslar düzenlenerek gelişen şartlara göre örgütün yapısı ve faaliyetlerinde değişiklikler yapılmaktadır.

Genel Başkanlık


Örgüt içerisinde ÖNDER olarak da adlandırılan genel başkan, KADEK terör örgütünün başı olup yönetimden sorumludur. Örgütün her türlü terör eylemi, propaganda faaliyetleri, her türlü kaçakçılık bizzat başkan tarafından belirlenen taktik, strateji ve talimatlar doğrultusunda gerçekleştirilir. Başkanlık, KADEK'da terörist başı Abdullah ÖCALAN'ın şahsiyeti ile bütünleşmiştir. Başkanlık tarafından alınan kararlar değiştirilemez. Affetme, örgüt içi infazlar vb. ciddi kararlar her ne kadar örgüt içi sözde yargıya tabi ise de Abdullah ÖCALAN'ın öneri ve talimatları bu tür kararlarda birinci derecede rol oynamaktadır.

KADEK'nın üst düzey karar organı Kongre olmasına karşın, kararların alınması ve hayata geçirilmesinde yakalanıncaya kadar Abdullah ÖCALAN'ın büyük bir ağırlığı vardı. A.ÖCALAN yakalandıktan sonra örgütün yönetimiBaşkanlık Konseyi adı altında oluşturulan birim tarafından yürütülmektedir.Amacı, İdeolojisi, Stratejisi

Amacı


Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini de içine alacak şekilde Suriye, İran ve Irak toprakları üzerinde Kürdistan olarak adlandırdıkları bölgede Marksist-Leninist ilkeler doğrultusunda Bağımsız Birleşik Demokratik bir Kürdistan devleti kurmaktır.

Asıl amacı bu olmakla birlikte Türkiye'nin ezeli düşmanları olan dış devletlerin de desteğiyle ülkemizin gelişmesini engellemeye yönelik ekonomik anlamda amacı da bulunmaktadır.

Bu amacını gerçekleştirmek için silahlı mücadeleyi esas almıştır. Bu mücadele için de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri başta olmak üzere silahsız ve masum bölge halkına karşı katliamlara giriştiği gibi, ekonomiyi zarara uğratmak, istismar noktası olarak gördükleri geri kalmışlığı kıracak yatırım ve hizmetleri engellemek için araç gereç, kuruluş ve tesislere sabotaj türü saldırılarda bulunmakta, turizm sektörünü baltalamak için de turistik tesis ve kuruluşlar ile turistlere saldırmakta, ülkeye turist gelmesini engellemek için yurtdışında propaganda faaliyetlerinde bulunmaktadır.

Stratejisi


KADEK terör örgütü amacına ulaşmak için halk savaşının gerektirdiği Stratejik Savunma, Stratejik Denge, Stratejik Saldırı şeklinde bir yol izlemeyi benimsemiştir.

Stratejik Savunma (1984-1989)


Güvenlik güçlerinin duruma hakim olmasından dolayı, stratejik olarak savunmada, taktik olarak saldırıda bulunulan aşamadır.
Oluşturulacak silahlı örgüt birimleri vasıtasıyla güvenlik güçlerini yıpratmaya yönelik eylemlere başvurup, devlet güçleri ile baş edebilecek konuma ulaşılması amaçlanmaktadır.

Stratejik Denge (1989-1991)


Yürütülen yaygın eylemlerle kitleler siyasal mücadeleye çekilerek faaliyetin daha üst boyutlara ulaştırılması öngörülür. Silahlı faaliyetler ve eylemlerin yanında genel grev, boykot, işgal ve çeşitli düzeylerde toplumsal olaylara başvurulur. Hareketli savaş yöntemlerine geçilir. Ulusal kurtuluş mücadelesi verildiği propagandası ile başta Sosyalist ülkeler olmak üzere tüm işçi, devrimci güçlerin desteği sağlanır. Bu dönemin uzunluğu ve kısalığı bölge ve dünyadaki gelişmelere bağlı olarak değişim gösterebilir.

Stratejik Saldırı (1991-1996)


Devlet güçleri ile denge durumuna geldikten sonra kırların ele geçirildiği, kır ile şehirlerde başlatılan genel saldırı ile devlet güçlerinin tümden imha edilmeye çalışıldığı dönemdir.
Ayaklanma ve saldırılarla devlet güçleri dağlardan ovalara kovulur, ovada devlet güçlerine büyük darbeler indirilir. Yer yer şehirlerde genel grev, genel boykot vs. eylemler geliştirilir. Bazı küçük kasabalar işgal edilir, ovalarda sıkışan devlet güçleri şehirlere çekilerek tümden hareketsizleşir ve savunmaya çekilir.
Savaşabilecek tüm güçler silah altına alınır, genel bir saldırı hazırlığı yapılır.
Kısa bir sürede kırlardan şehirlere saldırılır, aynı anda şehir merkezlerinde ayaklanmalar geliştirilir, böylece düşman güçleri içten ve dıştan kuşatma altına alınıp, imha edilmeye çalışılır.

Tehdit ve yıkıcı faaliyetler, değişik ad ve yöntemlerle atalarımızın Anadolu’ya girişleri, Anadolu’yu yurt edinmeleri ve sonrasında, Viyana kapılarına kadar uzandıkları Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinden itibaren görülmeye başlanılmıştır.
Önceleri bazı kışkırtmalar sonucu devlete asker ve vergi vermeme gibi nedenlere dayanan aşiret isyanları ortaya çıkmıştır. Daha sonraki dönemlerde ideolojik nedenlerle oluşan yasal ve yasadışı kuruluşlar vasıtasıyla mevcut yönetime ve sisteme muhalif olarak başkaldırılar gözlenmiş ve uzun yıllardan beri muhtelif maskelere bürünerek rejimi tehdit eder olmuştur.
Devletlerin asli görevi, önce her türlü tehdide ve tehlikeye karşı kendi varlığını devam ettirmek, halkına huzur ve güven ortamı tesis etmektir. Ülkemiz de uzun zamandan beri değişik amaç, ad, şekil ve yöntemlerle güvenliğine yönelik olarak süre gelen terörizm ve yıkıcı faaliyetlerle mücadele etmektedir. Bu mücadele, ülkemizin çok önemli zamanını ve ekonomik kaynaklarını tüketmekte, sebep ve sonuçları hep tartışılmaktadır.

Peki, bu genel olarak tehdit dediğimiz yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin nedenleri nelerdir? İçeriden ve dışarıdan kimler tarafından ne şekilde desteklenmekte ve yönlendirilmektedir? Ülke içindeki hangi işbirlikçi grup ve kesimlerce bilinçsizce, desteklenmektedir? Terörü ve tehdidi destekleyenlerin fikirleri, duygu ve düşünceleri nasıl ve kimler tarafından etkilenerek değiştirilmiştir veya değiştirilmektedir. Fikir ve düşüncelerin insanların ve kitlelerin hareket ve eylemlerindeki fonksiyonu nedir?

Fikir ve düşünce hareketlerin ve fiillerin lokomotifidir. Fikir olmadan hareket olmaz. Davranışların görünmez dünyası düşüncelerdir. Heinrich HEİNE, "Işık gök gürültüsünden, düşünce de eylemden önce gelir."demiştir. İnsanları arzulanan yönde harekete ve eyleme yöneltmek, sevk etmek, için önce düşünce dünyasında gerekli değişiklik yapılmaktadır. "Düşünce ek, eylem biç" sözü bu gayretin en tabi ifadesidir. Tehdit grupları, tehdidi yönlendirenler ve terör örgütleri amaçlarına ulaşabilmek için, mensuplarını eylem ve faaliyetlere yöneltmede önce tehdidin ve terörizmin ilke ve prensiplerini zihinlerinde oluşturmaktadırlar.

Her fiilde ve her harekette olduğu gibi, terörün alt yapısını da fikirler ve düşünceler oluşturur. Fikirler idealleri, idealler de ideolojileri meydana getirir. İdealler, insanların ulaşmak istedikleri amaçlarını gösterir. İnsanlar fikir ve düşüncelerini her zaman faydalı yerlerde kullanmayabilirler. Fikir ve düşünce iyi niyetle kullanılırsa faydalı, kötü niyet ve amaçla kullanıldığında ise zararlı hareketler olarak karşımıza çıkar.

Dünya hakimiyetine aday olan devletlerin veya devletler topluluğunun meydana getirdiği güç merkezleri, amaçları ve milli hedefleri doğrultusunda, hedef devletlerin bütünlüğüne, iç güvenliğine, egemenliğine kastedecek şekilde ideolojik ve etnik özelliklerine hitabeden tehditler üretmektedirler.
Ülkeler varlıklarını idame ettirmek istedikleri sürece, bu güç merkezleri de var oldukça, bu ve benzeri tehditlere hedef olurlar. Muhtelif gerekçelerle ortaya çıkan tehdit, ideolojisi ve rengi ne olursa olsun, ülkelerin jeopolitik konumuna ve jeostratejik durumuna göre şekillenmektedir.

Dolayısıyla, ülkemizin güvenliğine yönelen ve uzun zamandan beri süregelen yıkıcı, bölücü faaliyetlerin arkasındaki desteği sağlayan güç olarak görülen tehdidi, ülkemizin jeopolitik durumunu ortaya koyarak değerlendirmek gerekir. Zira terörün ve anarşinin baş sebep olan tehdidin özellikleri, nereden ve nasıl yönlendirildiği, genel, bölgesel ve sosyo-ekonomik yapıya etkileri iyi tahlil edilmelidir.

Türkiye'nin Jeopolitik /Jeostratejik Değeri


Ülkemizin jeopolitik, jeostratejik değerini kavrayabilmek için, genel, bölgesel ve sosyo-ekonomik durumları açısından ele alınmasında fayda görülmektedir.
Genel durumu açısından bakıldığında ülkemiz, üzerinde ve bulunduğu coğrafi bölgede dünya güç merkezleri arasındaki dengeyi etkileyecek şekilde, sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarının yaşandığı, kritik bir coğrafi konuma sahiptir
Bu konumu ile Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği bir düğüm noktası, bir köprü durumundadır. Farklı özelliklere sahip Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki ülkelerin fiziki, sosyal, ekonomik ve kültürel çıkarları ülkemiz üzerinde çakışmaktadır. Anadolu adı verilen yarım adanın kara, deniz ve hava sahası, Asya, Avrupa ve Afrika’dan stratejik düzeyde kuvvet intikali için lüzumlu bir bölgedir.

Hassasiyet arz eden coğrafi konumundan kaynaklanan bütün bu avantajları ülkemize, dünya hakimiyetini amaçlayan güçlerin, mutlak kontrol altında tutmak ve elde etmek istedikleri bir hedef niteliği kazandırmaktadır.
Bölgesel durumu açısından bakıldığında ise ülkemiz, İstanbul Boğazı Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazını elinde bulundurması, Orta Doğu, Basra Körfezi ve Ege denizi dahil Doğu Akdeniz'i kontrol edebilecek coğrafi konuma sahip bulunması, bölgedeki bütün ülkelerin her türlü ulaşım faaliyetlerini ve güvenliklerini çok yakından ilgilendirmektedir.
Bu özellik, ülkemiz açısından çevresindeki ülkelerin birbiri ile olan politik, ekonomik ve askeri ilişkilerine doğrudan etkisi sebebiyle, taraf ülkelerce her zaman hesaba katılması gereken önemli bir faktördür.

Sahip olduğumuz, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı, Karadeniz'i Akdeniz'e ve diğer sıcak denizlere bağlayan 160 deniz mili uzunluğunda tek su yoludur. Dünya ticareti ve ulaşımında özel bir yeri vardır. Gerek batı Avrupa, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin Rusya, Bulgaristan ve Romanya ile, gerekse eski Varşova Paktı ülkelerinin tüm dünya ülkeleriyle Sosyal, ekonomik ve ticari, bazen de askeri ilişkilerinde önemli rol oynamaktadır. Rusya'nın Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yönelik askeri faaliyetleri ile deniz ticaretinin yaklaşık yarısı boğazlarımıza bağımlıdır. Ayrıca Rusya’nın Akdeniz'deki askeri varlığının idamesi, Karadeniz'den, ancak ve ancak boğazlarımızı kullanarak yapılacak lojistik destekle mümkündür. Genel veya bölgesel savaşlarda, Rusların Akdeniz bölgesine yönelik harekâtının başarısı ve devamı da boğazlara bağlıdır.
Sosyo-Ekonomik durumu açısından bakıldığında ülkemiz, yetmiş milyona yakın genç ve dinamik nüfus potansiyeline, zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip, dünyada besin ihtiyaçlarını karşılayabilen ve ihtiyaç fazlası ürün sağlayan nadir ülkelerden biridir. Her geçen gün gelişmekte olan ekonomik ve teknolojik gücü, bağımsızlığını kazanmış Orta Asya’daki Türk devletleriyle entegre olabilecek potansiyele sahip olmasının sağladığı avantaj ile bölgede mevcut politik, askeri ve ekonomik dengeyi bulunduğu tarafa kazandırabilecek milli güce ve coğrafi konuma sahip bir bölge devletidir.
Diğer taraftan dünya güç merkezleri arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri sağlayan ulaşım yolları üzerinde bulunması ve bu yolları kontrol eden konumu nedeniyle tüm dünya güç merkezlerinin ekonomik ilişkilerini etkileyebilecek durumdadır.

Sürekli Tehdit


Ülkemiz, aynen deprem kuşağı gibi bir tehdit kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Tarihin her döneminde güç merkezleri, bir çok ulusu etkileyecek şekilde dönemlerinin genel yapı ve şartlarına uygun tehditler üretmişlerdir.
Bu tehditler, devamlı jeopolitiğin değişen unsurları arasında yer alan, ülkelerin etnik ve dini yapısını, sosyal ve ekonomik sorunlarını, bölgesel sorunlarını hedef almaktadır. Bu sorunların istismarı ile de tehdit ve yıkıcı faaliyetler organize edilmekte ülkelerin güvenliklerine ve rejimlerine yönelmektedir.
Şüphesiz insanlık var oldukça güç merkezleri yaşanan dönemin şartlarına uygun tehditler üretecekler ve bunları yayarak yeni bazı stratejiler geliştireceklerdir.
Ülkemizin üzerinde bulunduğu topraklar tarihin her döneminde, o dönemin şartlarına uygun yayılmacı faaliyetlerin etkisi altında bulunmuş ve ideolojinin türü ne olursa olsun ülkemize yönelik tehdit bir devamlılık arz etmiştir. Kısacası, tehdit dün olduğu gibi, bu gün de vardır, yarın da mutlaka olacaktır. İşte ideolojinin türü ne olursa olsun ülkemizin maruz kalacağı bu tür tehdide "sürekli tehdit" denilmektedir.

Sonuç olarak ülkemiz jeopolitik ve jeostratejik durumu nedeniyle sürekli bir tehdide maruz bulunmaktadır. Bu sürekli tehdidi oluşturan veya oluşturacak olan güçler hedeflerine ulaşmak için bazı yol ve yöntemler denerler. Bunlar; sinsice yürütülen dostluktan, politik ve ekonomik baskıya, savaşa kadar uzanan bir tür uygulama zinciri halinde kendini göstermektedir.
Günümüzde sinsi dostluklar, politik ve ekonomik baskılar devam ederken, sıcak savaş yerini, soğuk savaş dediğimiz ülkeleri içeriden çökertmeyi hedefleyen anarşi ve terörü gizlice desteklemeye terk etmiştir."

Bölgesel Tehdit


Anadolu coğrafyası konumu itibariyle, her devirde sahip olmak isteyenlerin etkili ve önemli mücadelelerine sahne olmuştur. Anadolu coğrafyasına sahip olanlar stratejik avantajları sayesinde, gücünü ve bütünlüğünü koruduğu sürece Akdeniz, Ege ve Karadeniz havzalarının kontrolünü elinde bulundurmuş, Ortadoğu-Kafkaslar ve Balkanlar'da egemen olmuştur.
Bölgenin Türklerin medeniyeti altına girmesi tarihin önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmiş, yeni ve yakın çağlar, Anadolu'nun Türklerden kurtarılması için yapılan savaşlar, ittifaklar, politik ve ekonomik entrikaların yoğun olduğu bir devir olarak tarihte yerini almıştır.

Boğazlar, Akdeniz ve Ortadoğu'nun tarih boyunca sahip olduğu Jeopolitik ve Jeostratejik önemi nedeniyle, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve Çarlık Rusya'sı gibi Avrupa devletleri, Osmanlı İmparatorluğuna karşı politikaları ve çıkarları doğrultusunda, zaman zaman kendi güçlerini kullanarak, birbirlerini destekleyerek, Rum, Ermeni ve diğer azınlıkları kışkırtarak amaçlarına ulaşmak istemişlerdir.

Günümüzde, ülkemiz üzerinde milli menfaatlerine uygun emeller taşıyan büyük ülkeler, dünyada ve bölgede yaşanan sorunların çözümünde, sosyo-ekonomik gelişmelerde, siyasal, sosyal ve ekonomik koşulları hesaplayarak Türkiye'nin içinde bulunduğu politikalar izlemektedirler.

Bu politikalar gelişmelere göre, ya tek başlarına, ya da dahil oldukları ittifak çerçevesinde bazen Türkiye’nin yanında, bazen de karşısında yer alma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Komşumuz olan ülkelerin milli menfaatlerine dayanan açık ve gizli hedefleri de tarihi süreç içinde şekillenmektedir. Durum ve şartlara göre ülkelerin bu hedefleri, 12.04. 1985 tarihinde YÖK binasında verilen Konferans sunumlarını kapsayan Türkiye’de Anarşi ve Terörün sebepleri ve hedefleri isimli kitapta aşağıdaki gibi izah edilmiştir.

"Türkiye coğrafyasını oluşturan Anadolu'nun tamamına veya bir kısmına sahip olmak veya onun üzerinde yaşayanları bu topraklara sahip olamayacak güçsüzlüğe düşürmek, şeklinde ifade edilebilir."
"....Viyana kapılarından itibaren başlayan, gerilemede kaybedilen topraklar incelendiğinde kaybın harpten ziyade dışarıdan desteklenen bölgesel isyanlar neticesinde gerçekleştiği görülecektir. Yapılan harplerin çoğunda da bölge halkının din veya ırk ayrımı gerekçesiyle korunması zahiri sebep olarak gösterilmiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus harbinde Yeşilköy'e kadar gelen bir güç Avrupa'nın diğer güçlerinin baskısıyla geri itilirken neden aynı güçler 1. Dünya savaşında karşımızda olmuşlardır?
Kurtuluş savaşı öncesi çeşitli ülkelerce işgal gerçekleştirilmişken neden bazı yörelerde harpsiz çekilmeler olmuş ve savaş Türk-Yunan harbi olarak noktalanmıştır?
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin İkinci Dünya savaşına kadar Dünya kamu oyunda saygın bir düzeye getirilmesi çabalarının altında yatan gerçek nedir? Neden Türkiye zaman zaman Uluslararası arenada yalnız bırakılmaktadır? Sınır komşumuz olmadığı halde neden bu ülkeler bazen yanımızda, bazen karşımızdadır?
Bütün bu soruların cevabı tek deyimde toplanırsa buna, Türkiye'nin jeopolitik değeri veya Türkiye'nin jeopolitik kaderi demek doğru olur. Bu jeopolitik değerin neticesi özetlenirse ortaya çıkan sonuç şudur.
‘Dünya hakimiyetine aday olan güçler ve kendi ulusal çıkarlarını bu güçlerin paralelinde bulan ortakları, dünyanın bu kesiminde kendine yeterli ve güçlü bir ülkenin teşekkülünü istememektedir.
Aynı güçler Dünyanın bu kesiminde tamamen zayıf ve her an karşıt gücün himayesine girebilecek kadar güçsüz bir Türkiye de istememektedirler.
O halde bu topraklarda yaşayan bu millet, her yönü ile, kuvvetlendikçe budanan, zayıfladıkça sulanan bir ağaç misali kendilerince kabul edilen askeri ve azami limitler içerisinde kalmalıdır"

Terör Nedir?


Terör, genellikle dış kaynaklardan beslenen, tehdit ve yıkıcı faaliyetlerin kuşanmış/silahlanmış halidir. 3713 sayılı terörle Mücadele Kanunundaki kıstaslara göre ise, "Ferden veya örgütlü olarak, her türlü silah ve aletlerle, baskı, cebir, şiddet, yıldırma, sindirme, korkutma yöntemlerinden birini kullanarak, belli bir düşünceyi, davranışı kabul ettirmek, anayasal, hukuki, sosyal, ekonomik ve siyasal sistemleri değiştirmek için başvurulan şiddet eylemleridir" denilebilir.
Yürürlükteki 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda da terör şu şekilde tanımlanmıştır.

"Baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemdir."
Terörün üç ana unsuru vardır. Bunlar İdeoloji, örgüt ve şiddettir. Bir olaya terör diyebilmemiz için bu üç unsurun bir arada bulunması lazımdır.

İdeoloji, Türkiye gazetesinin yayınladığı, Rehber Ansiklopedisi’nde, "Siyasi veya içtimai bir doktrin meydana getiren görüş ve düşünce sistemi" olarak, Milliyet Gazetesinin yayınladığı, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde ise, "bireysel ya da kollektif bir davranışın temelini oluşturan bir felsefi ve siyasal öğretiyi oluşturan genel fikirler sistemi" olarak ifade edilmiştir.
Buradan hareketle ideolojiyi; fikirler, idealler, düşünceler topluluğu, düşünce bilimi, düşüncelerin ve fikirlerin bir buket gibi sistemleştirilmiş hali olarak tanımlayabiliriz.
Terör açısından bakarsak fertlerin veya grubun hareketlerini yönlendirmek ve belirli bir yönde hareketlerini sağlamak, bir bütün olarak hareket etmeleri için bir ideoloji ile donatılmış olunması gerekir. Fikir veya ideoloji, grupları ayakta tutmak için olmazsa olmaz cinsinden bir kavramdır.

Örgüt, bir amacı gerçekleştirmek üzere, belli fikirleri, düşünceleri benimsemiş olan kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları kuruma denir. Terörle mücadele Kanununda "örgüt, iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş sayılır. Örgüt terimi, Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete ve silahlı çeteyi de kapsar" şeklinde ifade edilmiştir. Örgütlenme, güç birliği açısından son derece önemlidir. "Bir elin nesi var, iki elin sesi var" atasözü örgütlenmenin gerekliliğini çok güzel ifade etmektedir. Birlikte hareket etme, dayanışma gibi kavramları içinde taşıyan örgütlenmenin ortaya çıkardığı yapıya örgüt denir.

Destek, bir gaye için oluşturulmuş bir kuruluşa, kuruluşa mensup kişilere veya bu kişiler vasıtasıyla o kuruluşa, doğrudan ve dolaylı olarak yapılan silah, para ve benzeri yardımlara denir. Desteği iki başlık altında ele almak gerekir. İç destek, dış destek. Kuruluşun/örgütün faaliyet gösterdiği ülke toprakları içinden, kişi ve kurumlardan hangi şekil ve şartla olursa olsun sağlanan yardımlar iç destektir. Ülke dışındaki kurum, kişi ve teşekküllerden hangi şekil ve şartla olursa olsun sağlanan yardıma da dış destek adı verilir. Destek, terörün hayatiyet taşıyan ve dördüncü unsuru olarak kabul edebileceğimiz bir ayağıdır.
Şiddet, Milliyet Gazetesinin yayınladığı, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde; "Bir çarpmanın darbenin gücü", "beden gücünün kötüye kullanılması, silahlı etkinlikler ve aşırı bir saldırganlık özelliği taşıyan ilişkilerle belirginleşen edimlerin tümü/kaba kuvvet", Ortalığa korku ve yılgı salmak, çevredekileri sindirmek için yapılan her türlü silahlı eylem/tedhiş" olarak tarif edilmiştir.

Genel olarak şiddet, belirli bir ideoloji etrafında örgütlenip, gerekli desteği sağlayanlarca silahla, bombayla ve silahsız olarak baskı, cebir, şiddet, yıldırma, korkutma, sindirme yöntemlerinden birini kullanarak etkinlik sağlamak suretiyle belli bir düşünceyi, davranışı kabul ettirmek, anayasal; hukuki, sosyal, ekonomik ve siyasi sistemleri değiştirmek amacıyla baş vurulan her türlü eyleme denir.
Bu şekilde ideoloji, örgüt, destek ve şiddet hiyerarşisi içinde, tehdidi oluşturan yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin organize edilmiş şekli olarak ortaya çıkan terörün asıl hedefi ve amacı, devletin veya devletlerin top yekün milli gücünü, yani ekonomisini, turizmini, sosyal hayatını, eğitimini ve kültürel yapısını zaafa uğratmaktır. Ülkeler sahip oldukları coğrafi yapısı ve jeopolitik konumları nedeniyle, var oldukları ve var olmak istedikleri sürece değişik şekil ve şartlarda gelişen tehditlere muhatap olurlar.

Türkiye’de Terörün Tarihi Gelişimi


5/1- 1920-1960 Yılları Arası
Osmanlı devletinin son dönemlerini de içine alan yakın tarihimizde ülkemizde, cumhuriyetle birlikte devlet ve rejime yönelik faaliyetlerin lokomotifi durumundaki ilk yasadışı örgüt (Türkiye Komünist Partisi) TKP’dir. TKP, Sovyetler birliğinin kontrolündeki 3. sosyalist (komünist) enternasyonal kararları gereğince, Sovyet Rusya’da yaşayan ve Türk Komünistleri olarak bilinen Mustafa SUPHİ ve arkadaşlarınca 10 Eylül 1920 tarihinde Bakü’de kurulmuştur.
Ülkemizde kurulup, faaliyet gösteren bir çok yasadışı örgüt gibi Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP) de, M. Suphi ve arkadaşlarının kurmuş olduğu TKP’nin mirasına sahip çıkmaktadır. TDKP bunu şu şekilde açıklamaktadır. "M.Suphi önderliğindeki TKP, ülkemizde komünist partisinin inşası yolunda atılan ilk ciddi adımdı. Örgütümüz (TDKP) M.Suphi ve yoldaşlarının ve onların TKP’sinin kararlı mirasçısıdır"

Mustafa SUPHİ’nin TKP’nin kuruluşu aşamasındaki faaliyetleri, yasadışı TDKP’nin, 2-7 Şubat 1980 tarihleri arasında yapılan birinci/kuruluş kongresinde alınan kararları kapsayan ve "kongre belgeleri" isimli kitapta şu şekilde ifade edilmektedir.
"1917 Ekim Devrimiyle birlikte Mustafa SUPHİ, Rusyalı Türkler, oradaki savaş esirleri arasında çalışmalar yaptı. Önce Moskova’da, daha sonra Kırım ve Odesa’da Türkçe olarak ‘Yeni Dünya’ gazetesini yayınladı. Buralardan Türkiye’ye kaçak olarak, propaganda broşürleri, propagandacılar, komünist işçi ve askerler gönderdi. Moskova, kazan, Samara, Saratov, Rezan, Astrahan ve daha bir çok şehirde Türk Komünist örgütlerini kurdu.

.....Eylül 1920 de Bakü’ de toplanan ‘Doğu Halkları Kurultayı’na partili, partisiz 235 Türkiyeli delege katıldı. Bunun sonunda 10 Eylül 1920’de ‘Birinci Umumi Türk komünistleri Kongresi’ Bakü’de toplandı. Bu kongrede ‘Türkiye Komünist Partisi’ kuruldu. Başkanlığına Mustafa SUPHİ, genel sekreterliğine de Ethem NEJAT seçildi.
...TKP M. Suphi ve yoldaşlarının komünterne bağlı olarak faaliyet göstermelerinin doğrudan bir sonucu olarak komünternin Türkiye kolu olarak kurulmuştur...
Milliyet Gazetesinin yayınladığı Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisinde Komüntern; "Komünist Enternasyonal (3. Enternasyonal’in Rusça adı)" olarak tanımlanmıştır.
Mustafa SUPHİ ve arkadaşlarınca, Türkiye’deki rejim ve yönetim aleyhine faaliyet gösterilerek, ülkenin Sovyetler Birliğinin peyki haline getirilmesi ve Marksist-Leninist bir düzen tesis edilmesi, faaliyetlerin örgütlü bir şekilde sürdürülmesi amacıyla kurulmuş olan TKP, ülkemiz aleyhinde uzun yıllar faaliyet göstermiştir.

5/2- 1961-1980 Yılları Arası
a. KGB Faaliyetlerinin Etkisi
Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış durumdaki KGB (Sovyet Gizli Haber Alma Örgütü) ajanlarından, 1961 yılından itibaren Türkiye’ye gelenlerin TKP bünyesinde ve desteğinde toplumsal ve siyasal olayları yönlendirmesi sonucu siyasal yelpaze giderek genişlemiş ve faaliyetleri artmıştır.

Sovyetler Birliğinin Gizli Haber Alma Örgütü (KGB) ve Askeri Haber Alma Örgütü (GRU) ajanları kanalıyla Ortadoğu’da ve ülkemizde yürüttüğü faaliyetleri, Ortadoğu ülkelerine yönelik operasyon ve harekatları hakkında, John Barron’un "KGB, Sovyet Gizli Ajanlarının Gizli Çalışmaları" isimli kitabında ülkemiz açısından önemli bazı bilgiler açıklanmaktadır.
Ortadoğu’da Sovyetler Birliği adına KGB bünyesinde faaliyet gösteren ve Türkiye’ye karşı operasyonlarda bir eksper olan Labanov, yeterince Arapça bilmediği için Vladimir Nikolayeviç Saharov adlı KGB ajanını servisinde tercüman olarak görevlendirmiştir. Saharov’un sahip olduğu bilgilere dayanan faaliyetler kitapta şu şekilde izah edilmektedir.

"... Ajan raporları, merkezden gelen ve merkeze giden yazılar şimdi Saharov’a açıktı ve çok şeyler öğretiyorlardı. Hem KGB hem de GRU temsilcilerinin mahremiyetine alınan Saharov böylece ajanların kimliklerini, tasarlanan sızmaları ve dört büyük Sovyet operasyonunun esaslarını tanıdı.

Bu operasyonlardan biri, bölgede petrol sahalarında sabotajlarla birlikte Suudi Arabistan’da yıkıcı faaliyetler yapmaktı. Bu ülkede KGB ‘Suudi Arabistan Kurtuluş Cephesi’ adlı terörcü bir gerilla örgütü kurmuş ve bunu desteklemekteydi. Terörcüler arasına yerleştirilmiş KGB ajanları gizli mürekkeple yazıp, Kuveyt’teki (ajanlara özel mektup bırakma yerlerine konulmuş) bir sürü raporunu tercüme etti. Hepsi de hükümete karşı hareketin zorluğunda birleşiyor. Bir tanesi ise yakalanan terörcülerin derhal idam edilmelerinden yakınıyordu.

KGB ayrıca, Basra Körfezi’ndeki petrol Şeyhliklerinde de terörcü hücreler kurmuştu. Bu küçük ülkelerden de Batı Avrupa ve Japonya’ya sevk edilen petrolün kontrolünü ele almak hedeflenmişti. Gelecek için daha çok terörcü edinmek amacıyla KGB, şeyhliklerden gençlere Rusya’da tahsil için burs dağıtıyordu. Bunlar orada gözlenecek, avlanacak ve eğitime tabi tutulacaklardı. Saharov’un gördüğüne göre yalnız katar şeyhliğinden 80 genç, gizlice Kahire’den Rusya’ya sevk edilmişti.
Sovyetler Birliği’nin KGB ve GRU ajanları bazı Ortadoğu ülkelerinin güvenliğini tehdit ederek tehlikeye sokacak yıkıcı faaliyetleri örgütleyip desteklemişler, bu faaliyetlere katılanlardan bazılarını Rusya’da eğittikten sonra ülkelerine göndermişler ve bunların kurmuş oldukları terör örgütleriyle ülkelerinin rejimlerine yönelik faaliyetleri organize etmişlerdir.

Aslında dünyaya terör, 1917 Ekim devriminden sonra yayılmacı emeller peşinde koşan ve geri kalmış veya gelişmekte olan ülkeleri hedef alan Marksizm-Leninizm ideolojisiyle yayılmıştır. Latin Amerika’da başlayıp dünyaya yayılan üniversite ve işçi eylemlerinden oluşan yıkıcı faaliyetler ve gerilla faaliyetlerinin altında daima KGB, GRU ve benzeri uzantılarıyla Sovyetler Birliği olmuştur. 1960’lardan sonra dünyayı kasıp kavuran Filistin örgütlerinin ardında da KGB’yi veya Sovyetleri görmek mümkündür. Bir dönem Avrupa ülkelerinde terör estiren Kızıl Tugaylar, Baader Meinhof gibi terörist örgütlerin de ideolojik alt yapısı daima Marksizm ideolojisi olmuştur. Türkiye’de de 1968’lerden sonra hızla yayılan gençlik hareketleri ve ardından gelen terör örgütlerinin alt yapısını KGB’nin hazırladığından, Türkiye’de şehir ve kır gerillacılığını benimseyen yasadışı terör örgütlerini açıkça desteklediğinden kuşku yoktur. Sovyetler Birliğinin KGB ve GRU ajanlarıyla Türkiye’de şehir terörcülüğü yapmak, adam kaçırmak gibi yasadışı faaliyetlerde önemli aşamalar kaydettiği, Türkiye’den avlayabildiği ajanları Rusya’da eğittikten sonra Türkiye’de ülke aleyhine kullandığı ve KGB’nin Türkiye’ye yönelik bir operasyonu aynı kitapta açıklanmaktadır.
Burada operasyonlarda ifade edilen, siyasi ve sosyal konuların istismarına ve tahrikine dayanan, yıkıcı faaliyetlerin Sovyetler Birliğinin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesi, örgütlenmesi, fikirlerin örgütlenmesiyle oluşturulan örgütlü yapı içinde anarşi ve terör çıkarılarak toplumun devlete olan inanç ve güveninin sarsılması, terör eylemleri yaygınlaştırılarak kaos ortamı ve güvensizlik oluşturulması, idarede zafiyet meydana getirilmesi ve Marksist-Leninist felsefeye dayanan bir düzen tesis edilmesidir.

John Barron’un "KGB, Sovyet Gizli Ajanlarının gizli çalışmaları" isimli kitabında Ortadoğu’da Sovyet ajanlarınca yürütülen ve Türkiye’ye yönelik olan bir KGB operasyonu ile ilgili şu bilgilere yer verildiği görülmüştür.

"Üçüncü operasyon ise; Türkiye’de şehir terörcülüğü yapmak olup adam kaçırma, öldürmelerle oldukça ilerlemiş ve başarılı olmuştu. Bu operasyon 1960’ların başlarında yürürlüğe konmuş, Ankara’daki Sovyet elçiliğinde çalışan KGB subayları tarafından birkaç ajan avlanmış ve bu ajanlar Rusya’da eğitilmişlerdi. Türkiye’ye döndüklerinde bu kadro aralarına radikal eğimli gençleri çekmiş, bazılarını Suriye’de Rusların açtığı kamplara eğitim için göndermişlerdi. Sonucunda meydana gelen şiddet hareketleri ve buna karşı alınan sıkıyönetim, askeri mahkeme gibi tedbirler de gösteriyor ki, Sovyetler Birliğini riske sokmadan ve büyük masraflar yapmadan, bir toplumu krizler karşısında bırakmak için KGB, tekniğini son derecede ilerletmiş bulunmaktadır.

..Aleksander Komyakov, GRU şefiydi ve Beyrut Büyükelçiliği 1. Katibi ünvanını kullanıyordu, Ortadoğu gizli operasyonlarının bir emeklisiydi. Dokuz yıl Türkiye’de bulunmuş ve Sovyet ajanlarının hapisten kaçarak kurtulmalarını planlamıştır."
Güney Amerika’dan yayılan, üniversitelerdeki gençlik harekelerine paralel olarak 1968’lerde Sovyetler Birliği adına çalışan KGB mensuplarının Türkiye’den avladıkları ajanların yardım ve organizesiyle, Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen gruplar oluşmuş, ülkemizdeki Üniversite ve Yüksek Okullarda, ABD aleyhtarı hüviyetle, devletimiz ve rejimimiz aleyhine hareketler başlamıştır. Üniversitelerdeki bu faaliyetlerin de Sovyet ajanlarınca yönlendirildiği, terör eylemlerinin desteklendiği aynı kitapta şu şekilde izah edilmektedir.

"Türkiye’de öğrenci terör grupları organize edilmiştir; bunların görevleri boykotları düzenlemek, baskınlar yapmak ve insan kaçırmak ve onları öldürerek terör yaratmaktır. Duvarlara yalan haberler, komünizmin gayelerini gerçekleştirecek sözlerle, bazı partileri veya liderleri küçültücü cümleler yazıldı. İsrail Başkonsolosu ve üç İngiliz radar teknisyeni öldürüldü. Ayrıca Ankara’nın sıkıyönetimi 11 ilde ilan etmek zorunda kalmasıyla Türk demokrasisinin gelişmesini geciktirdi. Terör hareketleri kısmen düşüncesiz -nihilist- ve başlıca motifleri anarşi olan bazı gençlerin eseriydi. Fakat polisin vardığı kanıya göre bunlardan bir kısmı Suriye’de eğitim görmüş ve bu işi Şam’daki Sovyet diplomatı Vadim A. Şatrov ile, şoför unvanı altında faaliyet gösteren Nikolay Çernenkov adlı başka bir Sovyet tertiplemişlerdi."

Bu dönemde Sovyetler Birliği politikalarını benimseyen ve dünyanın çok ülkesinde faaliyet gösteren örgütler, Sovyetler Birliği amaçları doğrultusunda kendi ülkelerinde veya üçüncü ülkelerde rejim aleyhtarı faaliyetleri örgütleyerek yönlendirdiler.
Ülkemizde de, 1960 sonrası, ilki Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü olmak üzere bir çok üniversitede fikir kulüpleri kurulmuştur. Sayıları gittikçe çoğalan Marksist-Leninist (sol) ideolojiye sahip fikir kulüpleri daha sonra bir çatı altında toplanarak, FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) oluşturulmuştur.

FKF ve (Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu) DEV-GENÇ adlı gençlik kuruluşlarının mensup ve yöneticileri arasında meydana gelen ideolojik görüş ayrılıkları sonucu Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (THKP/C), Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) gibi yasadışı örgütler ortaya çıkmıştır.

1970’li yılların başında bu örgütlere mensup şahıslarca gerçekleştirilen sabotaj, silahlı soygun, gasp, adam kaçırma, fidye isteme ve siyasi cinayetler ülkemizde terörist eylemlerin başlangıcı olmuştur. John Barron’un kitabında belirtilen "Türkiye’de öğrenci terör grupları organize edilmiştir. Bunların görevleri boykotları düzenlemek, baskınlar yapmak ve insan kaçırmak ve onları öldürerek terör yaratmaktır." şeklinde ifade edilen KGB’nin amaç ve gayesi gerçekleşmiştir.
Bu dönemde Marksist ideolojiyi benimseyenlerin Marksizm’den başka gözleri bir şey görmüyordu. Barış, özgürlük, sömürü, eşitlik gibi hiç kimsenin reddedemeyeceği kavramları terennüm ediyorlar, savundukları rejimin aslında bunlarla uyuşmadığını, tamamen reddettiğini, Aleksander Soljenitsin’in batıya kaçtıktan sonra anılarını yazdığı Gulak Takım Adaları adlı iki ciltlik kitabında açıkladığı yüzlerce, binlerce düşünür ve bilim adamının, işkenceye tabi tutulduğunu, babasının oğlundan, oğlunun anasından şüphelendiğini, hayatlarının zindan edildiğini, halis bir korku, şüphe ve endişe rejimi olduğunu görmezden geliyorlardı. Belki de bilmiyorlar, hayallerle gerçekleri karıştırıyorlardı. Sovyetler Birliğinin isteklerine uygun olmayan her sistem ve düşünce onlara göre faşizmdi. Çünkü Sovyet ajanlarının gerçekle ilgisi olmayan, Sovyetlerin amaçlarına ve hedeflerine uygun propagandaları gözlerini kamaştırıyordu.

Sovyetlerin bir çok ülkede olduğu gibi Meksika’da da kandırılmış, avlanmış ajanları vardı ve bu ajanlara Sovyetler önemli paralar ve umutlar veriyorlardı. John Barron, Meksika’daki KGB faaliyetleri ve kendi ülkesine karşı faaliyet göstermek üzere avlanan ajanlardan bahsediyor.

Sovyetler sadece Orta doğuda değil, dünyanın bir çok bölgesinde/ülkesinde yürüttüğü propagandalarıyla insanların duygu ve düşüncelerini değiştirmişlerdir. Böylece insanları kendi ülkeleri ne karşı örgütleyip, yönetimlerine karşı mücadeleye yöneltmek, yıkıcı faaliyetleri organize etmek, anarşi ve terör ile kaos ortamı meydana getirmek için ajan avladıkları/edindikleri bilinmektedir.
Bunlardan biri de eşinin ölümünden ülkesini ve yöneticilerini sorumlu tutan, komünizme ilgi duyan Meksikalı öğretmen Fabricio Gomez Souza idi. Durumu ve bu ülkedeki faaliyetler şu şekilde açıklanmıştır.
".. KGB, başarıya epeyce yaklaşmış, fakat sonunu getirememişti. Bu durum karşısında Neçiporenko’nun beş yıl önce keşfettiği Gomez’i ve Patrice Lumumba üniversitesinde okumuş Meksikalı gençleri sahneye çıkarmak zamanı gelmişti...."
".... Sovyet otoriteleri üniversitenin (Patrice Lumumbo) amacını daha açık anlamıyla şöyle belirtmişlerdi: ‘Geri kalmış ülkelerin öğrencilerini eğiterek, yurtlarına geri göndermek ve orada, Sovyet taraftarı faaliyetlere çekirdek olmalarını sağlamak’ Üniversitenin başında bir Sovyet Generali vardı, gerek kendisi ve gerekse tüm kadrosu KGB subay ve ajanları idiler. Ajanlığa alınan öğrencilerin kayıtsız şartsız KGB amaçlarına hizmet etmeleri zorunluydu...."
"... Elverişle görülenlere gizlice yaklaşılıyor, Moskova’daki Patrıce Lumumba Dostluk Üniversitesinde okumaları için burs veriliyordu...."

Fabricio Gomez SOUZA, böyle bir bursu duyunca hemen Sovyet elçiliğine başvurmuş ve Rusya’da belirtilen üniversitede eğitilmiş, beğenilmiş ve Rusların vazgeçilmez elemanı, KGB’nin verdiği talimatları uygulayan biri olmuştur.
"...Böyle bir burs işi olduğunu haber alan Fabrıcıo Comez SOUZA adlı 31 yaşında bir öğretmen, Sovyet Elçiliğine başvurdu. Komünizme karşı ilgi duyan bu adam 1963’de evlenmiş, fakat kısa bir süre sonra karısı, teşhis edilemeyen bir hastalıktan ölmüştü. Bu yüzden geri kültürü dolayısıyla Meksika’yı suçladı ve ülkeyi yeniden kurmak üzere her şeyin yıkılması gereğine inandı. Bu da ancak, Ruslarla işbirliği sayesinde mümkün olacaktı.

Gomez ile uzun bir görüşme yapan Neçiporenko, toy bir öğrenci yerine tam istedikleri tipte bir adamla karşılaştığını anladı. Lumumba Üniversitesine gönderilecek olanların işlemi, normal olarak aylarca sürerdi, fakat Gomez’i Moskova’ya o kadar kuvvetle tavsiye etti ki, Gomez üç hafta sonra yola çıktı. Rusya’da önemli bir misafir gibi ağırlandı. Çünkü bu adam Sovyetlerin Meksika’ya karşı girişecekleri operasyonda liderlik yapabilecek kalitedeydi....."
".... 1963 sonbaharında Lumumba üniversitesine gelen Gomez, Moskova’ya kaçmış 30 kadar Meksikalı’ya katıldı. Bir yıl Rusça dersi altından sonra, üstün nitelikte öğrencilere özel bir sınıfa alındı. Sınıftaki seçme öğrenciler arasında da, fanatik düşünceleri ve Rusya’ya aşırı bağlılığını göstererek yükseldi. Dört yıllık eğitimden sonra Rusların en güvenilir adamı oldu...."
".... Bundan sonraki iki yıl içinde Neçiporenko, en azından bir düzine Meksikalıyı Moskova’ya gönderdi. Ayrıca Meksika üniversiteleri içinde bir sürü ajan edindi...."

".... Fabricio Gomez SOUZA 1968 yılının Kasım başlarında Gomez, Kuzey Kore başkenti Pyongyang’a uçtu. Kuzey Koreliler KGB’den aldıkları talimata göre: "Davaya tam inanmış 50 öğrenciden fazlasına lüzum olmadığı cevabını verdiler. Bunlar, lider ve öğretmen olarak yetiştirilecek Meksika şehir ve köylerine dağıldıkları zaman kanser mikrobu gibi hızla üreyeceklerdi. Dikkatli bir seçim yapılmasını salık veren Koreliler, işin gizli tutulması için de, bu 50 öğrencinin üç ayrı grup halinde getirilmesini istediler. Moskova’dan dönen Gomez, Korelilerden aldığı 25.000 doları dört arkadaşı ile bölüştü. Hepsi gizlice Meksiya’ya dönecekler ve güvenilir öğrenciler seçeceklerdi. 1968 sonu ve 1969 başında ayrı ayrı Meksiko şehrine vardılar."

Türkiye’de Terörün Başlangıcı


Ülkemizde de, 1960’lı yılların sonlarında KGB propagandalarının etkisinde kalan bazı kesimler ve gruplar oluşmuştur. Bu kesim ve grupların, marksist ideolojiyi benimseyen yasadışı örgütlerin fikirlerine sempati duydukları, silahlı eylemlerine dahi hoşgörüyle baktıkları, teröristlere barınma, saklanma, yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarını karşılamada yardımcı oldukları ve yataklık yaptıkları görülmüştür. Hatta bazı kesimlerce yasadışı örgütlerin eylemlerine kılıflar hazırlanmış, silahlı eylemler haklılık ve savunma zeminine oturtulmaya çalışılmıştır.
Ülkemiz, yukarıda da belirtildiği gibi 1920’lerden itibaren TKP’nin illegal faaliyetleriyle, 1960’lı yılardan itibaren de Sovyet ajanlarının avlayıp yönlendirdikleri, kandırdıkları bazı gençlik liderlerinin yönlendirmesi ile Latin Amerika’da başlayan öğrenci hareketlerine paralel olarak, öğrenci-gençlik hareketleriyle tanışmıştır.

Bu arada, 1961’de kurulan TİP (Türkiye İşçi Partisi), 1965 yılında kurulan FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) ve 1969 yılında FKF’nin yerini alan DEV-GENÇ (Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu), Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) gibi yasal kuruluşlarla ilişkili olan bazı kişilerle ile grupların önderliğinde ve sevk ve idaresinde üniversitelerde masum öğrenci, işçi, memur hak ve isteklerinin istismarı ile gençliğin tahriki, Marksist-Leninist, Maoist ideolojilerin hedeflerine paralel olarak yönetim aleyhtarı, sol öğrenci ve işçi hareketleri, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, grevler, boykotlar, yoğun olarak sürüyordu.

Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz ile İran, Irak ve Suriye topraklarının bir kısmını kapsayan bölgede bir Kürt Devleti kurmak amacıyla Sait ELÇİ, Faik BUCAK, Ömer TARHAN ve arkadaşları tarafından 24 Ocak 1965 tarihinde yasadışı TKDP (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi) kurulmuş ve Kürtçülük faaliyetleri giderek boyut kazanmıştır.
Yine 1969 yılında Doğu ve Güneydoğulu kürtçülük ideolojisine sahip Musa ANTER, Tarık Ziya EKİNCİ, Naci KUTLAY, Sait ELÇİ, Canip YILDIRIM, Tahsin EKİNCİ, Hüseyin Musa SAĞNIÇ tarafından legal alanda Kürtçülük faaliyetlerini devam ettirmek üzere (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) DDKO kurulmuş ve Ankara, İstanbul ve Diyarbakır illeri ile, Silvan, Ergani, Batman, Kozluk, Beşiri ve Kulp ilçelerinde şubeleri açılmış, 1971 yılında ise zararlı faaliyetlerinden dolayı kapatılmıştır.

07.12.1965 Tarihinde kurulan FKF ile TİP 1966 yılında birleşmişler ve faaliyetlerini bir süre bu şekilde sürdürmüşlerdir. 8-10 Ekim 1969 tarihleri arasında yapılan olağanüstü kurultayında yapılan tüzük değişikliğiyle FKF’nin adı Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (DEV-GENÇ) olarak değiştirilmiş ve genel başkanlığa Atilla SARP getirilmiştir. DEV-GENÇ’in ilk Merkez komitesinde Atilla SARP, Yusuf KÜPELİ, Ertuğrul KÜRKÇÜ, Mahir ÇAYAN, ve M.Ramazan AKTOLGA yer almıştır.
1969-70-71 yıllarında yasalara uygun kurulmuş olan DEV-GENÇ bünyesinde, gençlik hareketleri bir süre etkili şekilde sürdürülmüştür. Daha sonra DEV-GENÇ yöneticileri arasında ortaya çıkan fikir ayrılıkları ve tartışmalar sonucu daha etkili bir yasadışı örgüt oluşturulması fikri ağır basmıştır.

Bundan sonra Dev-Genç içindeki gruplardan Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarınca Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO), Mahir ÇAYAN ve arkadaşlarınca Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (THKP/C) ve Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) grubunun ileri gelenlerinden Doğu PERİNÇEK ve arkadaşlarınca Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) adlarında yasadışı örgütler kurulmuştur.

Çoğunluğu THKP/C mensupları tarafından olmak üzere bu illegal örgütlerce İstanbul’da İsrail Başkonsolosu Efraim ELROM kaçırılıp öldürülmüş, 14 yaşındaki Sibel ERKAN isimli bir kız kaçırılmış ve İstanbul Maltepe’de alıkonulduğu bir evde-güvenlik güçlerince kaçıranlar öldürülerek operasyonla kurtarılmış, bazı iş adamları kaçırılıp fidye istenmiş, gemiler sabotajla batırılarak milli servete zarar verilmiş, İstanbul kültür sarayı kundaklanarak yakılmış, bir çok banka silah zoruyla soyulmuş ve silahlı gasp eylemleri gerçekleştirilmiştir. Bu olaylar ülkemizdeki ilk terörist eylemler olarak arşivlerde yerini almıştır
Bu arada THKP/C’den Ulaş Bardakçı ve Ziya YILMAZ, THKO’dan Cihan ALPTEKİN ve Ömer AYNA, Kartal Maltepe Cezaevinden tünel kazmak suretiyle firar ederek Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarını kurtarmak amacıyla Ordu’nun Ünye ilçesindeki radar üssünden, üç İngiliz radar teknisyenini kaçırıp, Tokat’ın Niksar ilçesi Kızıldere köyüne getirmişlerdir. Orada bulunan arkadaşlarının yardım ve desteğiyle saklandıkları bir samanlıkta güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada 9 örgüt mensubu ölü olarak, Ertuğrul KÜRKÇÜ sağ olarak ele geçirilmiştir.

Yine aynı dönemde bir grup THKO mensubu da, Nurhak dağlarına çıkarak kır gerilla faaliyeti başlatmışlardır. Üslenme hazırlıklarını tamamladıktan sonra Kürecik’teki ABD üssünü basmaya giden bu grup yolda güvenlik güçleriyle karşılaşmış ve giriştikleri silahlı çatışmada üç örgüt mensubu ölü, bir çoğu yaralı ve sağ olarak ele geçirilmişlerdir.
12 Mart muhtırasıyla birlikte ülke genelinde ilan edilen sıkıyönetim döneminde, yurt çapında yapılan operasyonlarda THKO, THKP/C ve TİİKP adlı yasadışı örgütlerin yönetici ve mensuplarının önemli bir bölümü yakalanarak cezaevlerine konulmuşlardır. Bu örgütlerin sorumlularından tutuklu olanların cezaevlerinde, tahliye olanların ve yakalanamayanların dışarıda yaptıkları özeleştiriler ve değerlendirmeler sonucu, ortaya çıkan fikir ayrılıklarından bu örgütlerde önemli ölçüde bölünmeler yaşanmış ve bu bölünmeler sonunda şu örgütler kurulmuştur.
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (THKP/C)’den;
  • 1973’te Acilciler,
  • 1975’te Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği/Devrimci Kurtuluş (MLSPB/DK),
  • 1976’da Eylem Birliği (EB),
  • 1976’da Kurtuluş,
  • 1976’da Devrim Savaşçıları (DS),
  • 1976’da M-L Devrimci Halkın Yolu (DHY),
  • 1977’de Devrimci Yol (DEV-YOL),
  • 1978’de Devrimci Sol (DEV-SOL),
  • 1978’de Partizan Yolu (PY),
  • 1978’de 3. yolcular,
  • 1978’de Dev Savaş (DS),
  • 1979’da Cephe Yolu (CY),
  • 1979’da Halkın Devrimci Öncüleri (HDÖ),
  • 1979’da THKP/C Savaşçıları,
  • 1979’da Çayan Sempatizanları,
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’dan;
  • THKO/GMK (Halkın Kurtuluşu)
  • 1975’te Türkiye Devriminin Yolu (TDY),
  • 1978’de Emeğin Kurtuluşu Yolunda Işık (EKYI),
  • 1979’da Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB)
  • 1980’de Türkiye Devrimci Komünist Partisi/Halkın Kurtuluşu (TDKP/HK)
  • 1980’de Türkiye Komünist Emek Partisi (TKEP),
  • 1980’de Diriliş,
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP)’den;
  • 1972’de Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist(TKP/ML),
  • 1973’de Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist-Partizan (TKP/ML-Partizan),
  • 1979’da, TKP/ML Devrimci Halkın Birliği (DHB),
  • 1980’de Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist-Hareketi (TKP/ML-H),
  • 1981’de Geçici Koordinasyon komitesi (GKK),
Türkiye Komünist Partisi (TKP)’den;
  • 1978’de, Türkiye Komünist Partisi/Birlik (TKP/B),
  • 1980’de, İşçinin Sesi-Londra Kanadı
Kürtçü/Bölücü-Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi/(TKDP) kökeninden;
  • 1965'te Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP),
  • 1970 sonrası Tekoşin,
  • 1970’de Denge Kawa,
  • 1972’de Şıvancılar,
  • 1975'de Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKSP)
  • 1976’da Kürdistan Proleterya Birliği-Yekitiya Proleterya Kürdistan (KAWA-YPK),
  • 1976’da, Rızgari-Partiya Rızgariye Kürdistan-Kürdistan Kurtuluş Partisi (PRK-KKP)
  • 1978'de Partiye Karkeren Kürdistan (PKK),
  • 1978’de Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları (KUK)
  • 1978’de Alarızgari,
Bu arada Ülkücüler, Akıncılar ve bu gruplar içinden Türkçü İntikam Tugayı (TİT), Esir Türkleri Kurtarma Ordusu (ETKO) ve Şeriatçı İntikam Tugayı (ŞİT) gibi yasadışı kuruluşlar da oluşmuştur.
Bu arada, yasadışı örgütlerin güdümünde hareket eden işçi, memur, gençlik kuruluşları ile yine bu örgütler tarafından yasal platformda çıkarılan dergi ve gazeteler etrafında toplanan gruplar da kamu düzenini bozmaya yönelik faaliyetlere aktif olarak katılmaktaydılar. Bu kuruluşlar aşağıda belirtilmiştir.
Siyasal Partiler;
  • Türkiye İşçi Partisi (TİP),
  • Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP),
  • Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP)
  • Türkiye Emekçi Partisi (TEP),
  • Vatan Partisi (VP),
  • Sosyalist Devrim Partisi (SDP),
  • Sosyalist Vatan Partisi (SVP),
İşçi Kuruluşları;
  • Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK),
  • Milliyetçi İşçi Sendikaları (MİSK),
  • Akıncı İşçiler Derneği (AK-İŞ)
Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 00:04
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2008       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Memur Kuruluşları;


  • Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER),
  • Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenler Derneği (ÜLKÜ-BİR),
  • Tüm Memurlar Dayanışma Derneği (TÜM-DER),
  • Akıncı Memurlar Derneği (AK-MEM),
  • Ülkücü Memurlar Derneği (ÜLKÜM),
  • Polis Derneği (POL-DER),
  • Polis Birliği Derneği (POL-BİR)

Gençlik Kuruluşları;


  • Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (DEV-GENÇ),
  • İlerici Gençler Derneği (İGD),
  • İlerici Kadınlar Derneği (İKD)
  • Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD),
  • Yurtsever Devrimci Gençlik (YDGF),
  • Genç Emekçiler Birliği (GEB),
  • Sosyalist Gençlik Birliği (SGB),
  • Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD),
  • Akıncı Gençlik Derneği (AK-DER)
  • Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO)
  • Devrimci Halk Kültür Derneği (DHKD),
  • Devrimci Demokratik Kültür Derneği (DDKD), Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği (ASK-DER) vb.
Bu kadar çok sayıdaki yasal ve yasadışı örgütten kimi sosyalizm, kimi proleterya (işçi) diktatörlüğü, kimi ülke topraklarının bir kısmını ayırarak Marksist Leninist ilkelere dayalı Kürt devleti kurmak, kimi de şeriat esaslarına dayalı bir devlet oluşturmak istiyordu. Yasal olanlar destek ve propaganda, yasadışı olanlar faaliyetin terör boyutunu oluşturuyordu. Bu durum toplumsal kargaşalara, hesaplaşmalara ve çatışmalara sebep oluyor, toplum düzeni bozuluyordu.

Her grup kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanıyor, başka gruplara ve düşüncelere hayat hakkı tanımıyor, karşı görüşlere değer vermiyor, o görüşleri öğrenme zahmetine katlanmıyordu. İşçiler, öğrenciler, memurlar, öğretmenler, polisler, kısaca bütün toplum kesimleri kamplara ayrılmıştı. Her kesim karşı kesimi yok etmek için düşmanca fikir ve eylemlere girişmekteydi. Okullarda öğrenciler ve öğretmenler, fabrikada işçiler ve iş verenler, devlet dairelerinde memurlar, kahvede insanlar gruplara ayrılmışlardı. Öğrenciler, taş ve sopalarla devamlı saldırdığı polislerin kontrolünde üniversitelere gidiyordu. Hem de iki grup, okulun ayrı kapılarından girip, boykot ve çatışma olmazsa okumaya çalışıyorlardı. Fabrikada işçiler kamplara ayrılmış, üretim durmuş, sigarayı, elektriği yurt dışında alır duruma gelmiştik. Çalışmak üretmek isteyenler de çalıştırılmıyorlardı. Çalışanlar ya öldürülüyor, ya da çalışamayacak şekilde hunharca dövülüyordu. İnsanların birbirlerine ve devlete, devlet kurumlarına güveni kalmamış, anarşi ve kargaşa ortamı inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Bombalar, silahlar patlıyor, her gün onlarca insan terörist saldırılarda can veriyor, yaralanıyor, sakat kalıyordu. Büyük bir kaos ortamı yaşanmaktaydı.

Özellikle 1978-79-80 yıllarında örgütlerin gerek kendi aralarında, gerekse sağ-sol grupların birbirleriyle çatışmaları yoğunlaşmış, terör günde 25-30 kişinin hayatını kaybettiği boyutlara ulaşmıştı. Bu terör döneminde sağ ve sol grupların saldırılarında beş bin civarında insanımız hayatını kaybetmiş, bir o kadarı da sakat kalmıştır. Bu dönem, insanların işe gitmek için sokağa çıkmaya korktukları, sabah evinden çıkarken de akşam evine geri dönüp dönemeyeceğinden emin olamadığı, eşi ve çocuklarıyla helalleştikleri günler olarak hatıralarımızda tazeliğini korumaktadır.

Polis açısından da yasadışı örgütlerin sayısal olarak çoğalmaları, kadrolarının ve militan sayılarının artması terörle mücadelede cepheyi büyütmüştür. Ortam, yasadışı örgütlerin tek hedef olarak gördüğü resmi veya sivil her polise, her yerde saldırdığı seviyeye gelmiş, kahvede dinlenirken, göreve gitmek için evden çıkarken, evine gitmek üzere sokakta yürürken eşi ve çocuğuyla alışverişteyken bir çok polis/meslektaşımız teröristlerce şehit edilmiştir.

5/3. 1981-1990 Yılları Arası


1980-84 yılları arasındaki 4 yılda, terörle mücadele eden poliste ihtisaslaşmaya gidilerek yasadışı örgütlerin yapısal durumu, illegal faaliyetleri, amaç ve stratejileri, eylem planları ve taktikleri hakkında daha gerçekçi ve doğru tespitler yapılmış, yapılan mücadelede önemli yol alınmıştır. Bütün örgütlerin yapıları, yapı içindeki militan kadroları, eylemleri belirlenmiş, faaliyetleri durdurulmuş, ülkenin her yanı artık terörist eylemler bakımından huzur ortamına kavuşmuştu.
Bu arada seçimler yapılmış, sivil bir hükümet birleştirici umut ve propagandalarıyla iş başına gelmişti. Bu hükümet toplumun kamplara bölünmesine yol açan siyasi görüş ayrılıklarını kapsayan dört taban üzerine oturmuştu. Aslında önemli bir fonksiyonu da yerine getirmişti. Sağ sol birbirine yakınlaşmış, saflar kaynaşmıştı. Rahmetli Turgut ÖZAL’ın Orta direk sloganı tutmuş, halkta büyük çoğunluk hükümete güven duymaya başlamıştı. Artık Türkiye sıçrama noktasında, çağ atlamaya çalışan bir umudu yaşıyordu. Toplumda önemli tabular yıkılmış, hatta katma değer vergisi bile halkın hoş görüsüyle karşılanmıştı. Vergi iadesi uygulaması vergi toplamanın en önemli unsuru olmuştu. Çağ atlamak sloganı herkesin dilinde, TV konuşmalarında başbakan sayın Turgut ÖZAL’ın kalemi elindeydi. Kalem işe yarıyordu. Zira planlarını ve düşüncelerini yansıtan hükümet icraatlarını ve hedeflerini anlatırken sanki ÖZAL ondan güç alıyordu.

Dış dünyaya da önemli mesajlar veriyordu Başbakan. Türkiye artık hatırı sayılır, borçlarını ödeyebilen, yatırımlarını yapan, ihracatta güçlü devletler arasına girmiş, gittiği yerden önemli yatırımlar için kredi bulabilen, merkez bankası kasasında dövizi olan, hatta bazı devletleri de ürküten bir tablo çiziyordu.

Jeopolitik, konumundan kaynaklanan durumu, başka bir deyimle jeopolitik değeri/kaderi Türkiye için bir tehlike, tehdit ve umutsuzluk olmuştu. İngiltere Başbakanı Vinston Churchill’in "Türkiye’nin ağırlığı 35 kilogramda tutulmalı, Türkiye’nin ağırlığı eğer bu kilonun üzerine çıkarsa, başına gaileler açarak yeniden 35 kilograma indirilmeli" dediği gibi, güç merkezleri boş durmayıp, bölgesinde gelişen, güçlenen bu ülkeyi durdurmak için mutlaka bir şeyler yapmalıydı. Açılan ufku karartılmalı, yoluna engeller konulmalıydı. Nasıl, hasta adam durumuna düşürülen imparatorluk egemen güçlerce etki altına alınmış, eli kolu bağlanmış, iradesine ipotek koyulmuş, hareket edemez hale getirilmişse, aynı gerekçe, yöntem ve yolla Sevr dayatması sonucu Anadolu toprakları parsel, parsel paylaşılmıştı. İstanbul ve havalisi İngilizler, İzmir ve Ege bölgesi Yunanlılar, Antalya ve Akdeniz Bölgesi İtalyanlar, Gaziantep, Kahramanmaraş ve çevresi Fransızlar tarafından işgal edilmiş, halka eşi görülmemiş zulüm ve işkenceler yapılmıştı. Kundaktaki bebeler, yaşlılar ve kadınlar hunharca katledilmişler, evleri, ahırları yıkılıp, yakılmış, hayvanları telef edilmişti. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde Kürt ve Ermeni Devletlerinin kurulması şart olarak ileri sürülmüştü.

Bu durum karşısında milli bir ruh ve heyecanla, Atatürk ve arkadaşlarının önderliğinde, birlik ve beraberlik duygularıyla harekete geçen Türk Milleti, dünyada eşi görülmemiş bir mücadele ile işgalcileri vatanından söküp atmış, Sevr Anlaşmasının hükümlerini geçersiz sayacak güce ulaşmış ve Lozan’da zaferini perçinlemişti.
Ancak, emperyalistler durmuyor, Türkiye Cumhuriyet’ini içlerine sindiremiyorlardı. Bazen din elden gidiyor diye irticadan, bazen Marksizm-Leninizm ideolojisinden, bazen mezhep kavgalarından, bazen alevi- sünni ayrımından, bazen Ermeni komitacılarından ve Ermenilerden, bazen etnik ve milliyetçilik akımlarından medet umarak, o kesimleri kışkırtıp, tahrik ederek, hep Türkiye’nin başına bir işler açıp, dağıtmaya, bölmeye gayret gösteriyorlar, gelişip, kalkınmamızı engelliyorlardı. Her zaman bir şeylerle meşgul ediliyor, büyüyüp, gelişmemize bir türlü fırsat verilmiyordu. Yani su uyuyor düşman uyumuyordu. Hiçbir zaman da uyumadı. Ne zaman biz millet olarak uykuya dalmış, gaflete düşmüş, birlik ve beraberlikten uzaklaşmışsak, bizi bir birimize düşürerek birlik ve beraberliğimize, vatanımıza, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkamayacak duruma düşürmeye çalışıyorlardı. Ülkemizin ayakları üstünde durmaya, sosyal ve ekonomik dengelerini kurmaya başladığı bu dönemde, bazı güçlerce ortaya konulan şu strateji uygulamaya konuyordu.

"Dünya hakimiyetine aday olan güçler ve kendi ulusal çıkarlarını bu güçlerin paralelinde bulan ortakları dünyanın bu kesiminde kendine yeterli ve güçlü bir ülkenin teşekkülünü istememektedirler. Aynı güçler dünyanın bu kesiminde tamamen zayıf ve her an karşıt gücün himayesine girebilecek kadar güçsüz bir Türkiye’de istememektedirler. O halde bu topraklarda yaşayan millet, her yönüyle kuvvetlendikçe budanan, zayıfladıkça sulanan bir ağaç misali kendilerince kabul edilen asgari ve azami limitler içerisinde kalmalıdır."

Zira Türkiye olması gereken yerden başka bir konuma gidiyor, belirlenen rotanın dışına çıkıyordu. Ve olan oluyordu. Ecdadımızın 1071 Malazgirt meydan savaşıyla Anadolu’ya girişleri ve Anadolu’yu yurt edinmelerinden sonra, batılı devletlerin ve özellikle bunlarla birlikte hareket eden bölgemizdeki komşu ülkelerin "Anadolu’da yaşayanları topraklarını koruyamayacak güçsüzlüğe düşürmek ve Anadolu’dan söküp atmak" gibi ütopik hedefleri apaçık ortadayken ve her an tehdit etmekteyken ülkemizin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerden uzak yaşaması mümkün olabilir miydi, olabildi mi.?

Değişik zamanlarda değişik ad ve şekillerle ortaya çıkan ve önemli boyutlara ulaşan etnik ve dini kökene, mezhep ayrımcılığına ve çatışmalarına, ideolojik ve benzeri sebeplere dayanan tehdit, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerle sürekli ve uzun yıllar mücadele eden ülkemiz, bir türlü kalkınmasıyla, gelişmesiyle ilgili kendi meseleleriyle ilgilenme imkanı bulamamıştır. Ermeni terörü de bunun bir parçasıdır.

Ermeni saldırıları Osmanlı Devletinin bütünlüğüne yönelik olarak başlamış ve devam etmiş, Cumhuriyet döneminde de süregelmiştir. 27 Ocak 1973 tarihinde ABD’de Los Angeles başkonsolosumuz Mehmet BAYDAR ile yardımcısı Bahadır DEMİR’in çağırıldıkları bir yemekte Mıgırdıç YANIKYAN isimli bir Ermeni Komitacısı tarafından şehit edilmeleriyle bu defa dış temsilciliklerimize ve temsilcilerimize yönelik Ermeni saldırıları başlamıştır. 11 Yılda, Viyana Büyükelçimiz Danış TUNALIGİL, Paris Büyükelçimiz İsmail EREZ, Vatikan Büyükelçimiz Taha CARIM, Madrid Büyükelçimiz Zeki KUNERALP, Sidney Başkonsolosumuz Şarık ARIYAK’ın da aralarında bulunduğu çoğunluğu yurt dışı temsilciliklerimiz mensupları olan 48 görevlimiz/vatandaşımız şehit edilmiş, 217 görevlimiz ve vatandaşımız yaralanmıştır.
1973 yılında dış temsilcilerimize ve temsilciliklerimize silahlı, bombalı saldırılar ve suikastlar şeklinde tekrar başlayan Ermeni saldırılarının sona ermesini takiben 1984 yılından itibaren bu defa Ermeni meselesiyle amaç ve hedef benzerliği bulunan PKK terörü, genellikle faaliyetlerini kırsal kesimde, güvenlik güçlerinin denetiminden uzak yerlerde sürdürerek ortaya çıkmış ve uzun yıllar devam etmiştir.

PKK Yeniden Teröre Başlıyor.


1978 Kasım ayında Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Fis (Ziyaret) köyünde kurularak Doğu ve Güneydoğu bölgemizde eylem ve faaliyetlerde bulunan PKK Terör örgütünün 12 Eylül Harekatı ile sürdürülen operasyonlarda yakalanamayan mensupları yurt dışına kaçarak Suriye’de yerleşmişlerdi.

Suriye-Lübnan sınırında bulunan Bekaa vadisindeki kamplarda, uzun süren eğitim ve hazırlık dönemi sonunda, illegal yollarla hududumuzu geçen bir grup PKK militanının 15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli ilçelerine silahlı baskın düzenlemeleri, PKK’nın yeniden ortaya çıktığının işaretiydi. Cami minaresinden bile propaganda yapacak rahatlıkla eylemlerini gerçekleştirdiklerinde "Bir avuç çapulcu" nitelemesi yapılan PKK militanları giderek bölgede etkili olmuş, yiyecek ihtiyaçlarını karşılayıp, ilişki geliştirme gayretlerini sürdürerek, kendilerine yemek vermeyenlere, devletten yana olanlara ve güvenlik güçlerine yönelik silahlı eylem ve faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardı.

Bu süreçte, Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde çocuk, kadın, yaşlılardan oluşan silahsız, savunmasız siviller, bölge insanına hizmet götürmek üzere orada bulunan sağlıkçılar, eğitimciler, yatırımcılar, tüccarlar, sanayiciler, kamu düzenini, halkın huzur ve güvenini sağlayan geçici köy korucuları, askerler ve polisler olmak üzere binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, yaralanmış ve sakat kalmıştır.

Kamu kurum ve kuruluşları ile bunlara ait tesisler, okullar, hastaneler ve sağlık merkezleri, turistik tesisler, trenler, yolcu otobüsleri, iş makineleri, elektrik trafoları, PTT radyoling hatları ve telefon direkleri, petrol dolum tesisleri ve taşıma boruları, karakollar ve ekonomik değeri bulunan benzeri araç ve tesisler tahrip edilmiş, ormanlar yakılmış ve ekonomimiz önemli ölçüde kayba uğratılmış, bizzat terörle mücadeleye yapılan harcamalar ile terörün faturası oldukça ağır olmuştur.
15 Ağustos 1984 den 1990 yılına kadar PKK’nın Doğu ve Güney Doğu bölgelerimizde gerçekleştirdiği eylem sayısı 2152’dir. Bunun 932’si silahlı saldırı, 803’ü saldırı ve saldırı sonu çatışma, 296’sı patlayıcı madde atma ve patlayıcı madde ile tuzak kurma eylemleridir.

1991 yılında PKK güdümündeki HEP (Halkın Emek Partisi)’nin örgüt desteğinde, TBMM’ne girmesiyle PKK’nın tabanı genişlemiş, başta nevruz olmak üzere hassas günlerde çeşitli protestolar, kepenk ve kontak kapattırma, güvenlik güçlerine taş ve sopalarla mukavemet gibi eylemleriyle birlikte ayaklanma girişimleri görülmüştür. PKK başta olmak üzere Kürt gruplarınca istismar edilen "Türklerin Ergenokon’dan çıkışını ve baharın gelişini işaret eden, Türk kültüründen ve tarihinden kaynaklanan, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli Beş Bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir Türk bayramı" olan Nevruz her yıl kabus gibi halkın üzerine çöken bir korku haline gelmiştir.
Diğer taraftan Avrupa’da yaşayan PKK’ya müzahir lobilerce yapılan girişimler ve etkiler sonucu, ülkemize muhtelif yönlerden baskılar yapılmaya başlanmıştır. Bunun sonucu olarak bazı ülkeler ülkemize yardımların kesilmesi gibi tehditlerde bulunmuşlardır. Bazı zamanlar "Nato silahlarını PKK ile mücadelede kullanamazsınız" diyerek terörle mücadeleye sekte vurmaya çalışılmış, bazen devlet adamı, gazeteci kisvesiyle ve insan hakları savunucusu görünümünde Güneydoğuya gelen yabancı şahsiyetlerin PKK’ya önemli ölçüde moral/motivasyon desteği olmuştur.
1991-92 yıllarından itibaren PKK terör örgütü, turizm gelirlerinin bütçemize önemli katkısını hesaplayarak, bu gelirlerin önlenmesi yönünde kararlar almasını takiben, Türk turizmine, turistlere ve turistik tesislere yönelik eylemleri başlamıştır. Doğrudan doğruya Türk ekonomisini hedef alan turizme yönelik eylemlerin nedeni 4. konferansında alınan "bütün bölgelerde başta turizm olmak üzere Türkiye'nin her türlü ekonomik ve benzer hedeflerine yoğun şekilde eylemlerin gerçekleştirilmesi," şeklindeki kararıyla tescil edilmiştir.

Bu kararlar doğrultusunda, bazı Avrupa ülkelerinin maksada matuf hoş görüsünden ve mevcut yasalarının boşluğundan cesaretlenen PKK terör örgütü mensuplarınca Türkiye’ye döviz getiren turistlerin engellenmesi yönünde yurt dışında bildirilerle, afişlerle yoğun propagandalar yapıldığı görülmüş, Türkiye’ye gelecek turistler ile ülkeleri tehdit edilmiştir.
Türk turizmini sabote etmek amacıyla, PKK’nın silahlı yan kuruluşlarından ARGK’nın bir alt silahlı kuruluşu olarak oluşturulan ARGK/ Metropol İntikam Timlerine (A-MİT) mensup militanlarca Antalya’da 1993 yılı yazında turistik otel ve benzeri yerlere patlayıcı madde atılarak sabotajlar gerçekleştirilmiştir.

Yakalanan PKK’lıların ifadelerinde belirttikleri gibi, turistik tesislere yönelik eylemleri gerçekleştiren PKK militanların çoğunluğu Avrupa ülkelerinden Yunanistan’a gidiyorlar. Buradaki kamplarda patlayıcı madde eğitimi gördükten sonraülkemize geliyorlar ve Yunanistan’daki sorumlularından telefonla aldıkları talimatlara göre ülkemizin turistik bölgelerinde bombalı saldırılarını gerçekleştiriyorlardı.

İzmir Emniyet Müdürlüğü ekiplerince yakalanan bir PKK terör örgütü mensubu, yurt dışındaki faaliyetleri, Yunanistan’da gördüğü patlayıcı madde eğitimi ve sorumlularının bu konudaki eylem talimatlarına ilişkin ifadesinde;
"..1989 yılından itibaren işçi olarak bulunduğu Almanya'nın Hanover şehrine çalıştığını ve 1992 yılında oturma izni alabilmek için para karşılığında Alman vatandaşı bir bayanla evlendiğini, 1994 yılında Hannover'deki Kürt-Alman Derneğinde PKK'lılarla tanışarak örgüt faaliyetlerine başladığını, 1994 yılı Ekim ayında Mazlum kod adlı örgüt mensubunun talimatıyla 25 kişilik bir grupla 2 aya yakın bir süre Hollanda yakınlarında bulunan bir yerleşim merkezinde siyasi eğitim gördükten sonra örgütün Avrupa sorumlusu Mustafa KARASU'nun kendilerini ziyaret ettiğini ve daha sonra da askeri eğitim görmek amacıyla Yunanistan'a gönderildiğini, 31 Aralık 1994'de Yunanistan'a giriş yaparak dağlık ve ormanlık bir kamp yerinde 30 kişilik bir grup halinde, Faik kod adlı kamp sorumlusu tarafından kendilerine bomba ve patlayıcı maddeler, Silah ve Spor olmak üzere 3 dalda eğitim verildiğini, eğitim sırasında, Saatli (Zaman ayarlı) bomba, Hareketli (Bilyalı düzenekli) bomba, uzaktan kumandalı bomba, basmalı (Mayın türü) bombalar, molotof kokteyl, fünye yapımı, orman sabotajları, tabanca ve otomatik silahların sökülüp takılması, atıcılık ve nişancılık eğitimi, el bombası kullanımı, TNT tahrip kalıbının yapımı, barut yapımı, fünye yapımı, gibi dersleri gördüklerini, kamptaki eğitimin bitiminde PKK’nın Avrupa sözcüsü Ali SAPAN'ın kampa gelerek kendilerine kamu kurum ve kuruluşlarıyla, Türk turizmine yönelik bombalı eylemler gerçekleştirilmesi konusunda talimatlar verdiğini ve Faik kod adlı kişi tarafından İzmir'e gönderildiğini, İzmir'e geldikten sonra 1995 yılı Mayıs ayında aldığı talimat üzerine eylem için gerekli her biri 400 gr ağırlığında 9 adet TNT tahrip kalıbını ismini bilmediği, telefonla sorumlularının ayarladığı randevu ile bir şahıstan aldığını.." beyan etmiştir. Bu şahsın evinde yapılan aramada bomba, patlayıcı madde ve molotof kokteyli yapımında kullanılan malzemeler ele geçirilmiştir.

Bu ve benzeri bir çok ifadeden, PKK terör örgütü mensuplarının Avrupa ülkelerinde kamp ve eğitim gördükleri, bazı Avrupa ülkelerinde teorik örgüt eğitimi gördükten sonra örgüt talimatı doğrultusunda, patlayıcı madde eğitimi görmek üzere Yunanistan’a gönderildikleri ve Yunanistan’daki kamplarda gördükleri patlayıcı madde eğitimi sonunda Türkiye’ye girdikleri anlaşılmaktadır.

Önce Avrupa ülkelerinden Yunanistan’a gidip eğitim gören PKK’lılar daha sonraları, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Yunanistan’a giderek patlayıcı madde eğitimi görmeye başladılar. Türkiye’den kandırılarak gidenler eğitim sonunda aynı güzergahtan otobüsle veya uçakla ve sahte kimliklerle Türkiye’ye gelip bombalı eylemlere katılmışlardır.
Her yıl aralıksız devam eden PKK terörü, 1993 yılı sonuna kadar giderek artan bir trendle yükselmiş, 1993 yılının sonunda en yüksek seviyeye çıkmış ve 1 yıllık olay sayısı 4113’e ulaşmıştır. Bundan sonra terörle mücadelede geliştirilen tedbirler ve yapılan operasyonlardaki kayıpları karşısında örgüt içinde yöneticilerle yöneticiler arasında, astlarla yöneticiler arasında olmak üzere önemli huzursuzluklar ve iç kavga başlamış, örgüte katılımlar giderek azalmıştır.
Bu durum karşısında PKK olayları giderek düşmeye başlamış, bir önceki yıla göre olaylar 1994’te %40, 1995’te %16, 1996’da % 11, 1997’de % 23 olmak üzere, daha örgüt üst düzey sorumlularından Şemdin SAKIK ve Abdullah ÖCALAN’ın yakalanmasından önce dört yıl üst üste düşüş göstermiştir.

İran’daki PKK kamplarının ve PKK adına çalıştırılan eroin imalathanesinin sorumlusu olan Osman ÖCALAN yargılanıp idam cezasına çarptırılmış, ağabeyi Abdullah ÖCALAN tarafından idamı af edilerek, silahsız görev yapması kararlaştırılmıştır. Örgütte sözde eyalet koordinatörlüğü gibi önemli bir konumda olan Şemdin SAKIK, Abdullah ÖCALAN’a mahsus taktiklerle önce Suriye’ye çağırılmış, yargılanmış ve cezalandırıldıktan sonra K.Irak’a KDP’lilere teslim edilmiştir. Cemil BAYIK ve Osman ÖCALAN ile Abdullah ÖCALAN arasındaki önemli boyuttaki görüş ayrılıkları ve zıtlaşmalar da buna örnektir. Böyle bir durum sonunda, eylemsizlikten örgüt mensuplarının motivasyonu bozulmuş ve örgütte tutulmaları zorlaşmış, örgütten kaçarak güvenlik güçlerine teslim olanların sayılarında önemli artışlar olmuştur.

1993 de 219 kişi, 1994 de 414 kişi, 1995 de 495 kişi, 1996 da 277 kişi, 1997 de 228 kişi olmak üzere 5 yılda 1833 kişi örgütten kaçarak güvenlik güçlerine teslim olmuştur. İşte bu durumdan kurtulmak isteyen PKK terör örgütü sorumluları aldıkları kararlarla, bir çıkış yolu olarak alışılmış faaliyet bölgelerinin dışına, güvenlik güçlerinin yeterince güçlü olmadığını ve tedbirlerinin zayıf olduğunu sandıkları bölgelere faaliyetlerini kaydırmaya başlamışlardır.

Bu doğrultuda, 1993 yılından itibaren bir grup PKK terör örgütü mensubu, Tunceli, Erzincan ve Sivas üzerinden Tokat, Ordu, Giresun ve Gümüşhane illerimizin sınırları içinde yer alan Kelkit vadisindeki dağlık ve gizlenmeye elverişli bölgeye açılım yaparak eylem ve faaliyetlere başlamıştır. Böylece, Karadeniz kırsalına açılım yapan PKK terör örgütü Sivas, Erzincan, Tokat, Ordu, Giresun’un Alucra ve Şebinkarahisar ilçeleri, Gümüşhane’nin Şiran ve Kelkit ilçeleri kırsalında görülmeye başlamış ve yol kesme eylemlerine başvurmuştur.

Diğer yandan, Türk ekonomisini hedef alan PKK terör örgütü militanları 1994 yılı başlarından itibaren ülkemizin doğal süsü ve akciğeri durumunda olan ormanlara zarar vermek amacıyla kasten yangın çıkarmaya başlamışlar ve bir çok orman yangını çıkarılmıştır.

Güvenlik güçlerince çeşitli illerde yapılan operasyonlarda, İstanbul'da on ayrı orman yangınının faili olarak 8, Manisa'da dört ayrı orman yangınının faili olarak 1, Sivas'ta bir orman yangınının faili olarak 3, Antalya'da bir orman yangınının, bir de orman yakma teşebbüsün faili olarak 15, Bursa'da yedi orman yangınının faili olarak 3 PKK terör örgütü mensubu yakalanmış ve adalete intikal ettirilmiştir.

Bundan sonraki yıllarda, PKK terör örgütünün Üniversite ve Yüksek okullardaki yasadışı gençlik örgütü olan YCK (Yekitiya Civanen Kürdistan-Kürdistan Gençler Birliği) kanalıyla, bazı üniversitelerden örgüte katılımları arttırmak amacıyla yurtdışına örgütsel eğitim amacıyla eleman aktarımı yapılmıştır. Sadece 1997 yılında ülkemizin değişik üniversitelerinden 44 öğrenci PKK terör örgütüne katılmak üzere okullarından ayrılmışlardır. Bunların bir kısmı Yunanistan’a gidip örgüt kampında eğitim görmüş, bir kısmı da gitmek üzereyken yakalanmışlardır.
Bu arada PKK terör örgütü 1996 yılında gittikçe büyüyen eylemsizliğin verdiği psikolojik çöküntüden kurulmak, örgüt militanlarına moral vermek amacıyla, riski az eylemlere, bununla da yetinmeyip intihar saldırılarına yönelmiştir. 1-15 Mayıs 1996 tarihinde yapılan ve PKK terör örgütünün üst düzey sorumlularının katıldığı 4. konferansında intihar saldırılarına baş vurulması yönünde şu kararı almıştır.

"Genel eylemlerden ayrı olarak özgün hedefler için intihar timlerinin örgütlenmesi ve bunlarla önemli bir baskı gücünün yaratılması, her bölgenin merkez karargahının onayı dahilinde intihar timlerini göndermesi için hazırlık ve altyapı çalışmalarının yapması,"
Alınan bu kararlar doğrultusunda 30 Haziran 1996 tarihinde, Gülistan kod adlı bayan terörist Zeynep Kınacı’nın Tunceli’de bayrak merasimine çıkan askerlerin arasına hamile kadın görüntüsünde sızarak, üzerindeki patlayıcıyı infilak ettirmesi suretiyle ilk intihar saldırısı meydana gelmiştir. Bundan sonra 1996 yılı içinde benzer taktik ve yöntemlerle PKK militanlarınca dört intihar saldırısı daha gerçekleştirilmiştir.

İntihar saldırılarında bulunulmasına ilişkin olarak alınan bu kararın uygulamaya konulması için PKK terör örgütünün Tunceli bölge sorumlusu İsa kod adlı Orhan İLBAY'ın Sivas bölge sorumlusuna gönderdiği el yazılı örgütsel dokümanda şu ifadeler yer almıştır.
"Bermal arkadaşın intihar eylemini yapması konusunda önerisi var. Bu öneriyi alan içinde, uygun bir hedefi belirleyerek uygulayabilirsiniz. Bunun için Bermal arkadaşı yakın denetiminizde tutarak onu yoğunlaştırıp ve hazırlayabilirsiniz. Arkadaşın önerisini dikkate alıp uygulayabilirsiniz. Çünkü dönemin sürpriz eylemi olarak uygun ve anlamlı oluyor. Parti bu yönlü eylemlerin yapılmasına onay veriyor. Çok uygundur, iyi değerlendirilmesi gerekir."

Bu dokümandan anlaşıldığına göre, PKK terör örgütü mensubu Bermal kod adlı bayan terörist GÜLER OTAŞ intihar saldırısına hazırlanmaktadır. Nitekim bu şahıs, 29 Ekim 1996 tarihinde Sivas’ta yapılacak Cumhuriyet Bayramı törenleri sırasında intihar saldırısı eylemi gerçekleştirmek üzere, 58 M 0415 plakalı Karacaören köyü minibüsüyle, köylülerle birlikte Sivas’a giderken il girişinde Eğri Köprü’deki polis uygulama noktasında yakalandığında ekip otosunda intihar eylemini gerçekleştirmiş ve 3 polis şehit olmuştur.
Bugüne kadar PKK terör örgütü mensuplarınca Tunceli, Adana , Sivas, Hakkari , Diyarbakır, Van , İstanbul, Bingöl ve Şırnak illerinde ayrı intihar eylemi gerçekleştirilmiştir. Hakkari, Tunceli , Diyarbakır, Mardin, Muğla, Şırnak, Gaziantep, Batman , İstanbul ve Muş illerinde PKK terör örgütünce yapılması planlanan intihar eylemi de teşebbüs halinde kalmıştır.
PKK terör örgütü Karadeniz bölgesindekine benzer şekilde, Güneyde de Akdeniz ve Toroslara açılma ve üslenme çalışmalarına başlamıştır. Bunun sonucu olarak 1997 yılı Haziran ayında Kahramanmaraş kırsalından hareket eden Dersim kod adlı İzzettin İNAN sorumluluğundaki 12 kişilik bir terörist grup Antalya kırsalına ulaşmıştır. Bu grup tarafından 15.08.1997 günü, safari turuna çıkan turistlere ait 12 araç Kemer’e sekiz kilometre mesafede dağlık bölgede yakılmış ve turistlerin eşyaları gasp edilmiştir. Terör örgütü mensupları, kışı bu bölgede geçirmişlerdir.

Kıştan çıkarken bu defa 23.02.1998 günü Antalya-Kemer karayolunda Bölge Trafik ekibine ateş açılmış, 12.03.1998 günü Antalya yolundaki Tünektepe döner gazino yolunda iki kişi öldürülerek araçla birlikte yakılmıştır. Hatay, Amanos dağları bölgesinden gelerek yeni katılanlar ve diğer yerlerden takviyelerle bölgedeki teröristlerin sayısı 45’e çıkmıştır.
Olaylar sonrasında bölgede yapılan araştırmalar sırasında bir terörist silahıyla birlikte yakalanmış ve Tünektepe eyleminin faili olduğu tespit edilmiştir. Bu teröristin verdiği bilgilerden yola çıkan güvenlik güçleri bölgede yoğun operasyonlar başlatmışlar ve 1’i kendi iç sorunlarından kaynaklanarak arkadaşlarınca infaz edilerek öldürülen olmak üzere 17 terörist ölü olarak, 13 örgüt mensubu da sağ olarak yakalanmıştır.
Geriye kalan grup elemanlarından bir kısmı teslim olmuş, bazıları örgütten kaçarak bölgeden uzaklaşmış, bir kısmı da bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır.

1998 Yılında örgüt içinde (sözde Dersim, Erzurum ve Serhat eyaletleri koordinatörü) iyi bir statüye sahip olan Şemdin Sakık’ın Abdullah Öcalan’ın isteğiyle yargılanıp cezalandırılarak KDP güçlerine teslim olmasını müteakip yakalanıp ülkemize getirilmesi örgütte bir tedirginlik meydana getirmiştir.

1999 yılı Şubat ayında da önce Suriye’den ayrılıp Moskova’ya, oradan da zikzaklı bir hareketlilikten sonra İtalya’ya gidip yargılanan Abdullah ÖCALAN’ın, daha sonra bazı Yunanistan Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin yardımıyla Kenya’nın başkenti Nairobi’ye götürülüp, Yunanistan Büyükelçiliğine sığındıktan sonra yakalanarak ülkemize getirilmesi örgütün hiç beklemediği bir olumsuzğu ortaya çıkarmıştır.
Bundan sonra 6. kongresini yapan PKK terör örgütü mücadeleye devam etme kararı almış, ÖCALAN’ın yargılanıp idama mahkum edilmesi sonunda da acilen yaptığı 7. kongresinde, bu defa silahlı eylemlerden vaz geçerek, siyasallaşma kararı almak suretiyle idamın engellenmesi ve terör örgütü imajından kurtulma gibi bir taktik sürece girmiştir.
Böyle devam ederken PKK, bu defa AB ülkelerince terör örgütleri listesine alınması gündeme gelince 4-10 Nisan 2002 tarihleri arasında 8. kongresini yaparak, KADEK (Kongrea Azadiye Demokrasiya Kürdistan-Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi) adını almıştır. Bu kongre aynı zamanda KADEK’in birinci (kuruluş) kongresi olarak kabul edilmiştir. Ve PKK 02 Mayıs 2002 tarihinde AB konseyince DHKP/C ile birlikte terör örgütleri listesine dahil edilmiştir.

PKK’daki bu değişiklik sadece isimde kalmış, örgüt PKK’nın söylemlerini, flama ve işaretlerini aynen kullanmaya devam ettiği gibi, PKK’nın 9 kişiden oluşan sözde başkanlık konseyi üyelerinin tamamı (iki yeni üyeyle 11’e çıkarılarak) KADEK’in de sözde başkanlık konseyini oluşturmuştur. PKK ayrıca K.Irak’taki kamplarda bulunan 4500-5000 kadar silahlı mensubunu dağıtmayarak muhafaza etmiştir.

Bu dönemde, Dole Koge kampında eğitimden geçirilerek, yasadışı Serhildan Partisi adıyla, kitleleri yönlendirip provoke etmek, kitle eylemlerini düzenlemek, KADEK (PKK)’ya müzahir kuruluşlar dışındaki sivil toplum kuruluşlarına sızarak eylemlere sevk etmek gibi yasadışı faaliyetleri koordine etmek üzere bir çok terör örgütü mensubu Türkiye’ye gönderilmiş, bunlardan bir kısmı da yakalanmıştır.
Bu grubun temel görevi, siyasi ve sosyal durumuna bakılmadan ülkemizdeki gayri memnun ve küskün grupları ajite ederek devlete baş kaldırmalarını sağlamak, böylece PKK terör örgütü ile hiç ilgisi olmayan çeşitli kesimlerle güvenlik kuvvetlerini karşı karşıya getirerek "halk ayaklanmasına" zemin hazırlamaktır.

Silahlı eylemlerden vaz geçtiğini açıklayan örgüt, sözde "demokratik cumhuriyet ve barış projesi" kapsamında "yönetim siyasetini ya da yasaların değişmesini isteyen aleni, şiddetsiz, vicdani, fakat aynı zamanda da siyasi yasadışı bir eylem türü" olan "sivil itaatsizlik" adı altında bir eylem stratejisi ortaya koymuştur. Ancak eylemler, bu yönde olmamış, kamu kurumlarına, özel sektöre ait işyerlerine, araçlara molotof kokteyli ile, taşlı, sopalı saldırı/terör olayları şeklinde cereyan etmiş, önemli tahribatlar meydana getirerek milli serveti zarara uğratmıştır.

1980 Sonrası Sol Terör


1980-84 yılları arasında yapılan operasyonlarda yönetici ve mensuplarının büyük bölümünün yakalanması ve yapılanmalarının dağıtılmasıyla yasadışı sol terör örgütlerinin eylem ve faaliyetleri durdurulmuştur. 1984 sonrasında durumlarını değerlendiren ve özeleştiri yaparak yeniden toparlanma sürecine giren örgütlerde, bu toparlanma süreci özeleştirilerin getirdiği sorunlar nedeniyle yeni hizipler ve bölünmelere neden olmuştur. Bu bölünmelerden sonra mevcut olan örgütlerden 1981 yılından sonra şu fraksiyonlar ortaya çıktığı görülmüştür.
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (THKP/C‘ kökeninden;
  • 1983’te Mayıs Çevresi,
  • 1983’de Kurtuluş’dan, Türkiye Kuzey Kürdistan Kurtuluş Örgütü (TKKKÖ),
  • 1984’de M/L-DHY’dan, Türkiye Komünist İşçi Hareketi (TKİH),
  • 1987’de Devrimci Birlik (DB),
  • 1088’de Partizan Yolundan, 16 Haziran Hareketi,
  • 1989’da 3. Yolculardan, Direniş Hareketi (DH),
  • 1990’da THKP/C Birliği,
  • 1990’da Devrimci Marksist Çevre,
  • 1990’da Dev-Yol’dan, Devrimci Yol Taraftarları,
  • 1991’de Kızılyıldız,
  • 1990 sonrası, Devrimci Sosyalist İşçi Hareketi (DSİH),
  • 1994’de Dev-Sol’dan, Devrimci Halk Kurtuluş Partisi (DHKP/C)
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kökeninden;
  • 1987’de TDKP’den, EKİM,
  • 1987’de TDKP’den, Sosyalist Birlik,
  • 1988’de TDKP’den, yeniden Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP),
  • 1989’da TDKP’den, Türkiye Devrikci Komünist İşçi Hareketi (TDKİH),
  • 1990’da TKEP’den, Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist (TKEP/L),
  • 1990 sonrası TKEP/L’den, Kürdistan Komünist Partisi (KKP)
  • 1990 sonrası, EKİM’den Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP),
  • 1990 sonrası, Bolşevik-Troçkistler
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) kökeninden;
  • 1981’de TKP/ML-Partizan’dan, Bolşevik Partizan (BP),
  • 1983’de Bolşevik Partizan’dan, Spartakus,
  • 1988’de Bolşevik Partizan’dan, Türkiye Kuzey Kürdistan Birleşik Komünist Partisi (TKKBKP),
  • 1994’de, TKİH, TKP/ML-H, TDKİH’den, Marksist-Leninist Komünist Parti (MLKP),
  • 1994’de, TKP/ML-TİKKO’dan,Konferans kanadı,
  • 1994’de, TKP/ML-TİKKO’dan, Doğu Anadolu Bölge Komitesi (DABK),
Türkiye Komünist Partisi (TKP) kökeninden;
  • 1986’da , TKP/B’den Yekitiya Komünista Kürdistan (YKK),
  • 1989’da TKP/B’den, Devrimci Komünist Partisi (DKP),
  • 1990 sonrası,TKP/B’den Türkiye Devrim Partisi (TDP),
  • 1990 sonrası, TİP ve TKP’den, Türkiye birleşik Komünist Partisi (TBKP),
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) kökeninden;
  • 1983’de, Partiye Peşeng Karkeren Kürdistan-Kürdistan Öncü İşçi Partisi (KÖİP),
  • 1986’da, Tevgere Sosyalista Kürdistan-Kürdistan Sosyalist Hareketi (TSK-KSH)
  • 1989’da, TKSP’den, Kürdistan Halk Partisi (KHP),
  • 1990’da, Alarızgari’den, Alarızgari Birlik Platformu,
  • 1991’de, PDK’dan, Kürdistan Demokrat partisi-Birlik (Hevgirtin),
  • 1991’de, PKK K.Irakta Partiya Azadiya Kürdistan-Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK-KÖP),
  • 1991’de, PKK Türkiye seksiyonu, Türkiye Devrimci Halk Partisi (TDHP),
  • 1991’de, Kürdistan Birleşik Halk Partisi (YEKBUN),
1980-84 yılları arasında yapılan operasyonlar sonucu etkinlikleri önemli ölçüde azaltılmış olan sol terör örgütlerinin 1988 yılından itibaren büyük şehirlerde önceleri öğrenci derneklerini ele geçirip üniversitelerdeki forum, yemekleri ve dersleri boykot etme gibi propaganda türü öğrenci eylemlerini organize ederek illegal alanda taban oluşturma ve eleman kazanma faaliyetleri görülmüştür. Yasadışı örgütler için organize edilen boykot, direniş, gösteri gibi propaganda eylemleri eleman kazanmak ve güç gösterisinde bulunmanın en önemli platformudur.

Bu etkinlikler sonunda elde edilen kazanımlarla yasadışı Türkiye Komünist Partisi/Birlik (TKP/B), Devrimci Sol (DEV-SOL), Devrimci Yol Taraftarları, Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP), Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist (TKEP/L), EKİM, Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist-Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TKP/ML-TİKKO) gibi örgütler yeniden toparlanma ve örgütlenme çalışmalarına ağırlık vermiş, eylem ve faaliyetlere başlamışlardır.

Aynı yıllarda DEV-SOL, TKP/ML-TİKKO ve TDKP’nin kırsal alanda faaliyetlere başladıkları görülmüştür. DEV-SOL, önceleri Malatya ve Elazığ kırsalında, daha sonraları ise Tokat, Ordu kırsalında eylem ve faaliyetlerde bulunmuştur. TDKP’nin Malatya ve Tunceli kırsalında üslenme girişimleri güvenlik güçlerinin operasyonları sonucu deşifre edilmiş ve kırsal alandaki faaliyetleri sona ermiştir.

TKP/ML-TİKKO’nun Tunceli ve Artvin kırsalında üslenme ve faaliyet gösterme girişimleri olmuş, Artvin kırsalında bir süre faaliyet gösterdikten sonra, yapılan operasyonlarda önemli ölçüde darbeler yemesi üzerine örgüt, bu bölgedeki faaliyetlerine son vermiştir. Bu gün öteden beri önemli bir tabana sahip olduğu Tunceli kırsalında hala üslenme ve faaliyetleri devam etmektedir. Buna paralel olarak 1992 yılından itibaren Tokat kırsalında, daha sonraları buraya bağlı olarak Giresun, Ordu, Amasya ve Çorum kırsalını da kapsayacak şekilde Karadeniz bölgesinde eylem ve faaliyetlere başlamıştır.

Yine DEV-SOL örgütü mensuplarınca, intikam almak için terörle mücadelede isim yapmış polis, asker, amir ve memurlarına, üst düzey bürokratlara, savcılara, güvenlik güçlerine, örgüt görüşlerine karşı çıkan sivillere, muhtar ve idare heyeti üyelerine, esnaflara, öğretmen ve memurlara yönelik silahlı, bombalı saldırılar ve suikast eylemlerinde bulunulmuştur.
1992 yılı sonrası iç huzursuzluk ve hesaplaşmalar yaşayan DEV-SOL iki gruba ayrılmıştır. Bunlardan biri, dayıcılar adı da verilen Dursun KARATAŞ’ın başını çektiği gurup, diğeri ise darbeciler adı verilen Bedri YAĞAN’ın başını çektiği guruptu. Böyle bir ortamda, 30 Mart 1994'de Şam'da yapılan DEV-SOL kongresinde Dursun KARATAŞ’ın grubu örgütteki etkinliğini artırmış ve DEV-SOL, DHKP/C adıyla yeni bir örgüt olarak ortaya çıkmıştır. Bedri YAĞAN’ın sorumlusu olduğu grup ise DEV-SOL olarak faaliyete devam etmeyi kararlaştırmış, ancak etkisinin giderek kaybetmiştir.

DHKP/C, 29.09.1994 günü eski Adalet Bakanlarından Mehmet TOPAÇ’ı Ankara Kızılay’daki yazıhanesinde silahlı saldırı sonucu öldürerek ismini duyurmuştur. 09.01. 1996 tarihinde Sabancı iş merkezinde Sabancı Holding yönetim kurulu üyelerinden Özdemir SABANCI, sekreteri Nilgün HASEFE ve Toyotasa genel müdürü Haluk GÖRGÜN, çaycı olarak işe alınan Fehriye ERDAL’ın içeriden yardımıyla iş merkezine sızan Mustafa DUYAR ve İsmail AKKOL adlı DHKP/C örgüt mensuplarınca öldürülmüşlerdir.

DHKP/C mensupları, cezaevlerinde direniş eylemlerinin başını çekmiş, tutuklu ve hükümlüleri idareye karşı örgütleyip, isyan ettirmiş, açlık grevleri ve ölüm oruçları gerçekleştirmiştir. Küçük Armutlu ve benzeri kurtarılmış bölgeler oluşturulmasına ön ayak olmuş ve buralarda güvenlik güçlerine direniş göstermiş, semt halkının güvenliğini tehdit edecek şekilde, barikatlar kurarak, güvenlik güçlerinin barikatları kaldırmak istemesi üzerine baskı ve tehditle bazı örgüt mensuplarının hayatını tehlikeye atacak şekilde kaldıkları evleri ateşe vermişlerdir. Yakılan evlerde bulunan örgüt sempatizanları itfaiyeciler ve güvenlik görevlileri tarafından kurtarılarak hastaneye kaldırılmışlardır.

Ayrıca, cezaevlerinde örgütlenme faaliyetlerini aralıksız sürdürmüşler, tutuklu örgüt sorumlularının talimatlarıyla da dışarıda bir çok silahlı ve bombalı saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu gün için, DHKP/C, şehirlerde ve Karadeniz bölgesinde kırsal alanda faaliyet göstermekte ve terör eylemlerine başvurmaktadır. DHKP/C terör örgütü mensuplarınca İstanbul, Taksim, Gümüşsuyu’nda bulunan Çevik Kuvvet bekleme noktasında ve Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü binasına yönelik 2 ayrı intihar eylemi gerçekleştirilmiştir.

Yine TKP/ML-TİKKO’nun, konferans kanadı Karadeniz bölgesinde, DABK kanadı da Tunceli ve Tokat kırsal alanında eylem ve faaliyetlerine devam etmektedir. Amasya’nın Taşova ilçesinde güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya giren örgüt militanları, Çankırı Valisine bombalı suikast düzenlemişler. Ayrıca silahlı saldırı dahil bir çok terör eylemi gerçekleştirmişlerdir.
Diğer yandan, DHKP/C, TDP (Türkiye Devrim Partisi) ve TKP/ML-TİKKO’nun (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) DABK kanadına mensup gruplar, "Birleşik Silahlı Devrimci Güçler" adıyla eylem birliği yaparak Tokat, Çorum, Amasya kırsalında terör eylem ve faaliyetlerini sürdürmektedir.
Bu eylem birliği içinde yer alan teröristlerce, Ankara-Çorum karayolunda, Sungurlu ilçesi sınırları içinde Jandarma Asayiş Bölge Komutanının konvoyuna silahlı saldırı ve aynı yol üzerindeki Karakaya Jandarma Karakoluna silahlı saldırı eylemleri gerçekleştirilmiştir.

Yasallaşarak (Özgürlük ve Değişim Partisi) adını alan DEV-YOL ve Emeğin Partisi (EP) adını alan TDKP ile illegal olarak faaliyetler devam eden DHKP/C, TKP/ML-TİKKO, MLKP ve diğer terör örgütlerinin sempatizanları ve organize edebildikleri kitleleri vasıtasıyla şehirlerde protesto nitelikli kitle eylemlerinde önemli ölçüde rol oynamaktadırlar.

1990 Sonrası Sağ Terör


1990’lı yıllardan itibaren Hizbullah, İHÖ, İBDA/C, AFİD/İCB, Tevhit Selam/Kudüs Ordusu gibi radikal dini terör örgütlerinin eylem ve faaliyetlerinin yoğunluğu görülmüştür.
1993 yılından itibaren özellikle Diyarbakır, Batman, Bingöl, Mardin gibi illerde PKK ile mücadele platformunda eylemlerine başlayan Hizbullah ile diğer irticai terör örgütlerinin bu dönemlerde faaliyetleri önemli ölçüde artış göstermiştir.
Ortadoğu’daki bazı komşu ülkelerin ve grupların yoğun olarak desteklediği Hizbullah’a yönelik olarak İstanbul Beykoz’da yapılan operasyonda, örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun ölü ele geçirilmesiyle önemli gelişmeler yaşanmış, örgüt hakkında bilinmeyen yeni bilgiler ortaya çıkmıştır.

Özellikle örgüt ideolojisine ters görüşte olanlar, örgüt aleyhinde beyanlarda bulunanların kaçırılarak emsali görülmemiş şekilde elleri ve ayakları bağlanıp gömüldükleri mezar evler ortaya çıkarılmıştır. Bununla birlikte Hizbullah’ın son dönemlerdeki en önemli eylemlerinden biri de Diyarbakır Emniyet Müdürü A.Gaffar OKKAN ve 5 polis memurunun Diyarbakır’da şehit edilmesidir.
1990-2000 yılları arasında İslami Hareket Örgütü (İHÖ), İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C) gibi bazı radikal dini terör örgütlerinin de eylem faaliyetleri görülmüştür.
Özellikle 1990-91-92 yıllarında işlenen ve faili meçhul olarak kayıtlara geçen araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu, Doç. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Muammer Aksoy ve Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmeleriyle birlikte bir çok bombalı ve silahlı saldırı eyleminin Tevhit Selam/Kudüs Ordusu adlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği belirlenmiş ve failleri yakalanmıştır. Bu gün için radikal dini terör örgütlerinin sayısında da artışlar olmuş, bölünmeler ve yeni oluşumlarla ortaya çıkan son durum şu şekildedir.
  • 1985’de İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C),
  • 1985’de Tevhit-Selam/Kudüs Ordusu
  • 1986’da İslami Hareket Örgütü (İHÖ),
  • 1990’da Hizbullah,
  • 1990’de İslami Cemaatler Birliği,
  • 1993’de İslami Cemaatler Birliğinden, Anadolu Federe İslam Devleti (AFİD),
  • 1994’de İslami Cemaatler Birliğinden, Hilafet Devleti, (İCB/HD)
  • 1996’da Vasat
  • 1998’de Kürdistan İslami Devrim Hareketi (KİDH),

Sonuç


Ülkemiz, jeopolitik yapısından kaynaklanan hassas durumu nedeniyle her dönem bir tehditle karşı karşıya kalmıştır. Bazen din ve mezhep kavgaları, bazen ideolojik kavgalar, bazen etnik nedenlere dayanan kavgalar şeklinde ortaya çıkan tehdit ve yıkıcı faaliyetlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Tehdit ve yıkıcı faaliyetler ile terörün meydana gelmesinde önemli rol oynayan gruplara ve örgütlere baktığımızda bunların sayılarının yüzlerle ifade edildiğini görürüz. Amip gibi devamlı çoğalan, çatallaşan, faaliyet kolları çeşitlenen bu yapı içinde mücadele, güçlükleri de beraberinde getirmektedir.

Güç merkezlerince çıkarlarına ve milli hedeflerine göre üretilen sözünü ettiğimiz tehdit, ülkemizin ekonomisini, sosyal yapısını, moral ve manevi değerlerini, tarih ve kültürünü, turizmini, kısacası top yekün milli gücünü hedef almakta, mücadele süreklilik arz etmektedir. Bu demektir ki, ülkemiz bundan sonraki dönemlerde de benzer faaliyetlerle hep karşılaşacak ve mücadele etmek zorunda kalacaktır.

1984 yılından itibaren PKK terörünün devam ettiği süreçte, terör saldırılarında Doğu ve Güneydoğuda çocuk, kadın, yaşlılardan oluşan silahsız, savunmasız siviller, bölge insanına hizmet götürmek üzere orada bulunan sağlıkçılar, eğitimciler, yatırımcılar, tüccarlar, sanayiciler, kamu düzenini, halkın huzur ve güvenini sağlayan geçici köy korucuları, askerler ve polisler olmak üzere 10110 insanımız hayatını kaybetmiş, 17550 insanımız yaralanmış ve sakat kalmıştır.

Kamu kurum ve kuruluşları ile bunlara ait tesisler, okullar, hastaneler ve sağlık merkezleri, turistik tesisler, tren, otobüs, iş makineleri, elektrik trafoları, PTT radyolink hatları ve telefon direkleri, petrol dolum tesisleri ve taşıma boruları, karakollar ve benzeri ekonomik değeri bulunan araç ve tesisler tahrip edilmiş, ormanlar yakılmış ve ekonomimiz önemli ölçüde kayba uğratılmış, bizzat terörle mücadeleye yapılan harcamalarla terörün faturası oldukça ağır olmuştur.
Ülkemiz, yıllardan beri tehdit ve yıkıcı faaliyetlerin bir sonucu olan terörün her türlüsüyle mücadele etmiş, bütün imkanlarını bu mücadeleye tahsis etmiştir. Bu meşgale içinde kalkınmasına, güçlenmesine zaman ayıramamış, milli servetinin büyük bir bölümünü de terörle mücadeleye ayırmıştır.
Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 00:20
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2008       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİNANS KAYNAKLARI


Günümüzde terörizm, bütün dünyayı ekonomik, siyasi, kültürel ve psikolojik açıdan etkileyen en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Bu sorun, 11 Eylül terör saldırılarından sonra ABD’nin Afganistan’a ve Irak’a askeri harekat düzenlemesi, İsrail-Filistin sorununun halen çözülememiş olması gibi nedenlerden dolayı önümüzdeki günlerde de bütün dünyanın güvenliğini derinden etkilemeye devam edecektir.

Ülkemiz sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle, dünyanın en sorunlu bölgesi haline gelen Ortadoğu bölgesinde yaşanan terör olaylarından etkilenmektedir. Nitekim, 1970’li yıllardaki Ermeni terör örgütlerinin dış konsolosluklarımıza düzenledikleri eylemlerden, 2003 yılına kadar uluslararası terör örgütlerinin hedefi olmayan ülkemiz, 15-20 Kasım 2003 tarihlerinde El Kaide terör örgütünün Türkiye yapılanmasının İstanbul’da düzenlediği intihar saldırılarıyla tekrar uluslararası terörizm faaliyetlerinin hedefi konumuna gelmiştir.
Terör örgütlerini ayakta tutan bazı unsurlar vardır. Bunlar ideoloji, iç ve dış destek, finansal kaynaklar ve insandır. Bu bağlamda, dünya genelinde faaliyet gösteren terör örgütlerinin eylem ve faaliyetleri için ihtiyaç duydukları ana unsurların başında finansman ihtiyacı gelmektedir.

Örgüt militanlarının, illegal alanda faaliyet yürütmelerinden dolayı bir işte çalışıp gelir temin etmeleri mümkün görülmemektedir. Bazı örgütler de büyüyüp geliştikçe, şirket ve işyeri yapılanması içerisinde olsalar dahi, ticari faaliyetlerin deşifre olma ve zarar riski düşünüldüğünde yeterli finans sağlamaları mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte örgütlerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için barınma, beslenme, giyecek, tedavi, ulaşım ihtiyaçlarını giderebilmesi; yayın ve propaganda materyallerini hazırlayabilmesi; silah, mühimmat ve haberleşme ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri gerekmektedir. Yasal yollardan finans ihtiyacını gideremeyen örgütler, yasadışı yollarla bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaktadırlar.
Terör örgütlerinin finans temin etmek için başvurdukları yöntemler genel olarak benzerlik göstermektedir. Ancak bazı örgütlerin, ideolojik, faaliyet yürüttüğü bölge ve coğrafi yapıdan kaynaklanan nedenlerden dolayı finans temin etmede bazı farklılıkları vardır.

Terör örgütlerinin başlıca finans temin etme yöntemleri şöyle açıklanabilir:

GASP, HIRSIZLIK


Örgütlerin özellikle kuruluş aşamasında gelir temin etmek için kullandıkları yöntemlerden biridir. Ülkemizde THKP/C, THKO gibi terör örgütleri kuruluş aşamalarında bu yöntemi kullanmışlardır. Gerçekleştirdikleri banka soygunları örgüte belirli bir gelir sağladığı gibi aynı zamanda kamuoyu tarafından tanınmalarını sağlamıştır. İran’daki dini rejimden etkilenen bir grup tarafından 1987 yılında Batman’da kurulan İslami Hareket Örgütü (İHÖ) de, faaliyetlerini sürdürebilmek için her yolu kendisine meşru gören bir zihniyete sahipti. Bu nedenle gerçekleştirdiği banka soygunları, otomobil ve eşya hırsızlıklarını gelir temin etme yöntemi olarak kullanmıştır. Paranın sürekli kullanıldığı bankalar, işyerleri, para nakliye araçları, mutemetler, toplu para bulunduran yer ve şahıslar bu tür örgütlerin hedefidir.
Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte başta finans kurumları olmak üzere, büyük işyerleri özel güvenlik sistemleri kurarak terör örgütlerinin bu türden faaliyetlerine karşı gerekli tedbirleri almaktadırlar. Güvenlik sistemlerinin yanında polisin de sürekli kendini yenileyerek örgütlerin bu türden faaliyetlerine karşı bilinçlenmesi, gasp, soygun ve hırsızlık türü faaliyetlerin azalmasına neden olmuştur.
Artan önlemlere rağmen örgütlerin bu tür finans temin etme yöntemini mali açıdan sıkıştıkları zamanlarda kullanabilecekleri söylenebilir.

AİDAT VE BAĞIŞLAR


Terör örgütlerinin diğer bir gelir kaynağı da üyelerinden aidat adı altında topladığı paralardır. Ekonomik durumuna göre her örgüt üyesi, örgütün belirlediği miktardaki aidatı ödemektedir. Yazılı tüzükleri bulunan örgütler, aidatını düzenli olarak ödemeyi, üye olmanın en önemli şartlarından biri olarak belirlemişlerdir. Örneğin Hizbullah terör örgütü “infak” adı altında kendi militanlarının gelirlerinden her ay %10 oranında para alıyordu.
Bunun yanında örgüt sempatizanlarının ayni ve nakdi olarak yaptıkları bağış ve yardımlar da örgütlere büyük paralar sağlamaktadır. Hizbullah terör örgütünün birçok mensubunun ev, işyeri ve tarlasını örgüte bağışladığı 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’da yapılan operasyondan sonra ortaya çıkmıştır. Yurtdışında faaliyette bulunan PKK/KONGRA GEL terör örgütünün sempatizanlarından aidat ve bağış adı altında bugüne kadar topladığı paraların miktarı ise tam olarak bilinmemektedir. Öcalan, Almanya’da düzenlenen bir kampanyada örgüte 2 milyon marka yakın para toplandığını ifade etmektedir. Örgüt, bu yardım kampanyalarını 7. Kongresi’ne kadar propaganda kanadı olan ERNK aracılığıyla topluyordu, 7. Kongreden sonra ise ERNK’nin yerine kurulan YDK (Kürt Demokratik Halk Birlikleri) aracılığıyla toplamaktadır. Örgütün Cephe yapılanması olarak adlandırılan bu kanadı, yurtiçi ve yurtdışında oluşturduğu legal kuruluşlar (şirket, sivil toplum örgütleri, dernek, vakıf, kültür merkezi vs.) vasıtasıyla özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımızdan büyük paralar toplamıştır.
Günümüzde faaliyet yürüten terör örgütlerinin, güvenlik güçlerinin operasyonlarıyla büyük darbeler aldıkları dönemlerde, bu para temin etme yöntemiyle ayakta kalabildikleri söylenebilir.

FİDYE


Fidye, “Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen herhangi bir beladan kurtulmak için kendisinin veya kendi adına bir başkasının ödemesi gereken para, kurtulmalık” olarak tanımlanmaktadır. Terör örgütleri açısından fidye, “İşadamı, tanınmış bürokrat, devlet adamı vb. şahısların kaçırılarak karşılığında para talebinde bulunulması” şeklinde tanımlanabilir.
Dünyada birçok terör örgütü, özellikle işadamlarını kaçırarak karşılığında fidye almış ve finans kaynaklarını geliştirmeye çalışmış/çalışmaktadır. ETA terör örgütü, dünyadaki terör örgütleriyle kıyaslandığında en büyük geliri fidye amaçlı adam kaçırmalardan sağlamıştır. Örneğin, Katalan işadamı Jesus Serra Santamans Nisan 1980’de kaçırılmış ve 1,5 milyon dolar karşılığında serbest bırakılmıştır. Sanayici Adolfo V. Martin yaklaşık 3 ay bir kaçırılma döneminden sonra 24 Şubat 1990’da 2.8 milyon dolar fidye karşılığında serbest bırakılmıştır. Temmuz 1993’te kaçırılan barış hareketinin önemli isimlerinden Zamona kaçırıldıktan sonra serbest bırakılması için büyük miktarda fidye ödemek zorunda kalmıştır.
Ülkemizde terör örgütleri tarafından soyulan bankaların çoğalması üzerine bankalar ve emniyet güçleri tarafından yeni güvenlik tedbirleri geliştirilmiştir. Barınma, beslenme, giyecek, tedavi, ulaşım, haberleşme, silah, mühimmat vb. ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeye gelen örgütler, hem bu ihtiyaçlarını giderebilmek, hem de propaganda yaparak örgütlerinin isimlerini duyurabilmek için zengin iş adamları ve tanınmış bürokrat ve devlet adamlarını kaçırarak fidye almaya başlamışlardır. Örneğin, THKP/C örgüt elemanları, 4 Nisan 1971 günü Mete Has ve Kadir Aksoy’u kaçırarak karşılığında 400 bin lira fidye almışlardır.
İş adamlarının teknolojinin sunduğu yeni güvenlik araçlarından faydalanarak özel güvenlik teşkilatları kurmaları ve güvenlik güçlerinin yeni mücadele yöntemleri geliştirmelerinden dolayı örgütler, geçmiş yıllarda olduğu düzeyde adam kaçırarak fidye alamamaktadırlar.

HARAÇ TOPLAMA


Haraç, “Bir yerden, bir kimseden zorbalıkla alınan para” olarak tanımlanmaktadır. Terör örgütleri bağlamında haraç ise, “vergilendirme” adı altında özellikle işadamları ve ticari faaliyet yürüten kişilerden baskı, tehdit ve korkutma yöntemleri kullanılarak toplanan para olarak tanımlanabilir.
Örgütlerce haraç toplama, “koruma, zarar vermeme, korkutma, adam kaçırma, bir suçu veya durumu yetkili mercilere bildirme tehdidi şeklindeki metotlarla” gerçekleştirilebilmektedir.
Ülkemizde faaliyet yürüten sol, sağ ve bölücü terör örgütleri son yıllara kadar “vergilendirme, fitre ve zekat” adı altında zorla vatandaşlarımızdan para toplamaya çalışmışlardır. Özellikle yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız, terör örgütlerinin haraç yoluyla para toplamada en büyük hedefi olmuştur.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde PKK/KONGRA GEL ve Hizbullah terör örgütü 1995’li yıllara kadar vatandaşlarımızdan zorla çok büyük paralar toplamıştır. Haraç vermek istemeyen kimi vatandaşlarımızı kaçırmış, kimi vatandaşlarımızın iş yerlerini bombalamış, kimi iş adamlarımıza da suikastlar düzenlemişlerdir. Sol terör örgütleri aynı yöntemi büyük şehirlerde kullanmaya çalışmış, ancak güvenlik güçlerinin bilgi birikimi, tecrübesi ve teknolojiyi üst düzeyde kullanabilmesinden dolayı başarılı olamamış/olamamaktadırlar.
Son yıllarda güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler, iş adamları ve esnafın bilinçlenmesiyle birlikte terör örgütleri “haraç” yoluyla para toplayamamaktadırlar.

ÖRGÜTSEL YAYINLARDAN ELDE EDİLEN GELİRLER


Ülkemizde faaliyet yürüten sağ, sol ve bölücü terör örgütlerinin kuruluş aşamalarına baktığımızda bir yayınevi etrafında toplanan gençlerin zaman içerisinde örgütlenerek faaliyetlerine başladıkları gözlenmektedir.
Örneğin, THKP/C terör örgütünün kurucusu Mahir Çayan ve grubu “Kurtuluş” isimli gazeteyle görüşlerini yaymaya başlamıştır. Hizbullah terör örgütü “Vahdet Kitapevi” etrafında bir araya gelen gençler vasıtasıyla kurulmuş, ilerleyen zaman içerisinde görüş ayrılıklarından dolayı örgüt “Menzil” ve “İlim Grubu” olarak ikiye ayrılmıştır. Her iki grup da ismini Diyarbakır’da kurduğu “Menzil Kitapevi” ve “İlim Kitapevi”nden almıştır. Terör örgütü PKK/KONGRA GEL ise her ne kadar ilk yıllarda faaliyetlerine bir dergi ya da gazete çıkararak başlamayıp, ev toplantıları aracılığıyla görüşlerini taraftarlarına aktarmaya çalışmışsa da örgütlenme ve kuruluş aşamasında kitapların, gazetelerin ve dergilerin gücünden faydalanmayı ihmal etmemiştir. Partinin programını belirleyen “Kürdistan Devriminin Yolu, Manifesto” isimli broşür ile, bağımsızlık anlamına gelen “Serxwebun Dergisi” bunun en önemi göstergesidir.

Terör örgütleri, yayınladıkları gazete, dergi ve kitapları ideolojilerini yaymak ve teorik eğitimlerde taraftarlarını eğitmek amacıyla kullanmanın yanında, aynı zamanda bu yayınları sempatizan ve militanlarına satarak mali kaynak sağlamaktadırlar.
Örgütlerin bu bağlamda, bir diğer gelir kaynağı da örgüt mensuplarını ajite etmek ve örgüte bağlılıklarını pekiştirmek için hazırlanan teyp ve video kasetleridir. Örgütler bu kasetler aracılığıyla mensuplarını davalarına motive etmek istemektedirler. Sol, sağ ve bölücü tüm örgütler, hazırlanan bu kasetlerde “şehitliği” yücelterek bir motivasyon aracı olarak kullanmaktadırlar.

KURBAN DERİLERİ


Kurban, “İbadet niyeti ile belirli vakitte, belirli nitelikleri taşıyan hayvanı kesmektir.” Hanefilere göre Vacip olan bu ibadet, Şafii, Hanbeli ve Maliki’lere göre Sünnettir. İnsanın Allah’a yaklaşmasına vesile olan Kurban, aynı zamanda İslam’daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın başka bir örneğidir. Yeryüzünde hergün binlerce hayvan kesilir ve bundan çoğunlukla hali vakti yerinde olan insanlar faydalanır. Kurban Bayramı’nda ise, bir dini görevi yerine getirmek niyetiyle kesilen kurbanlardan, daha çok yoksullar ve hayır kurumları istifade ederler.
Bunun yanında kesilen kurban ve özellikle derilerinden dini motifli terör örgütlerinin de faydalandığı görülmektedir. Örneğin, Hizbullah terör örgütü faaliyetlerinin yoğun olduğu dönemlerde Diyarbakır, Batman, Mardin ve Bingöl İlleri ve kırsal kesiminde kurban derilerinden örgüte gelir temin ettiği bilinmektedir.
Ancak, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerindeki vatandaşların çoğunun mezhep olarak “Şafi” olmalarından dolayı kurban kesimi, çoğunluğun “Hanefi” olduğu Batı illerinde olduğu kadar yaygın değildir. Çünkü Şafii mezhebine göre kurban kesmek “Sünnet”, Hanefi mezhebine göre ise maddi olarak hali vakti yerinde olan herkese “Vacip”tir. Bu nedenle, Hizbullah’ın kurban derilerinden büyük çapta gelir temin etmesi mümkün görülmemektedir.

TİCARİ FAALİYETLER


Bazı örgütler, gasp, soygun, hırsızlık, haraç toplama, işçi simsarlığı ve uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği paraları ticari faaliyetlere girişerek değerlendirmeye çalışmaktadır. Ticari faaliyetleri ise, kafetarya, dönerci dükkanları, ithalat-ihracat şirketleri vb. işletmeler aracılığıyla gerçekleştirdikleri görülmektedir.
Genelde örgütler bu tür işletmeleri yurtdışında, özellikle de Almanya başta olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde açtıkları gözlenmektedir. Yurtiçinde ise, deşifre olma riski nedeniyle açamamakta, bunun yerine faaliyette olan işletmelerden haraç almaktadırlar.
Örneğin, terör örgütü PKK’nın, ulusal ve uluslararası düzeyde silahlı ve siyasi faaliyetleri geliştikçe mali yükü artmış ve bu yükü küçük miktarlardaki para transferleriyle karşılayamaz hale gelmiştir. Örgüt yalnızca binlerle ifade edilen militanlarını beslemekle kalmıyor, bunların bakılması gereken aileleri varsa eğer, onlara da mali destek sağlıyordu. Bu nedenle PKK, Kürt kökenli vatandaşlarımızdan topladığı paraları Londra, Paris ve Berlin gibi şehirlerde şirketler kurarak yatırıma dönüştürmeye çalışmıştır.
Pek çok ülke 11 Eylül terör saldırılarından sonra terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı daha duyarlı davranmaya başlamış, bu çerçevede örgütlerle iltisaklı olduğu tespit edilen işyerlerinin faaliyetlerine son vermiştir. Dolayısıyla örgütler, deşifre olma riskinden dolayı geçmiş yıllarda olduğu gibi ticari faaliyetlerde bulunamamaktadırlar.

SAHTECİLİK


Günümüzün baskı teknolojisi, ihtiyaç duyulan her türlü baskı araç, gereç ve malzemesinin kolaylıkla bulunabilmesi örgütleri sahtecilikte adeta uzmanlaştırmıştır. Örgütler sahte para basmanın yanı sıra, sahte pasaport basmada da uzmanlaşmışlardır. Başta kendi mensuplarına sahte pasaport ve kimlik basan örgütler, talep halinde organize suç örgütlerine de sahte pasaport ve kimlik basarak gelir temin edebilmektedirler.
Sahtecilik önemli bir gelir kaynağı olmakla birlikte, yakalanma riski yüksek olduğundan dolayı, örgütler tarafından sürekli bir gelir kaynağı olarak kullanılma yerine kısa vadeli sıcak para için uygun görülmektedir.
PKK/KONGRA GEL’in dünyada sahtecilik konusunda uzmanlaşmış en önemli örgütlerden biri olduğu söylenebilir. Örgüt, yurtdışına legal ve illegal yollardan çıkış yapan şahısların, iltica taleplerinin kabul görmesi için her türlü sahte belgeyi düzenleyebilmektedir. Örgüt sahte belgeleri iki şekilde düzenlemektedir:
“ 1. İltica, ikamet, seyahat gibi nedenlerle kullanılacak olan belgeler, yeni baştan düzenlenmektedir. Kullanılacak belgenin, çeşitli şekillerde elde edilmiş imzalı-mühürlü nüshalarına sadece kimlik bilgileri eklenmek suretiyle, her defasında başka biri adına düzenlenmesi mümkün olabilmektedir. Ayrıca, belge komple sahte olarak basılıp sahte kaşe, mühür, kayıt ve imzalarla tanzim edilebilmektedir.
2. Yurtdışında bulunan vatandaşlarımızdan veya yabancılardan, zorla veya gönüllü olarak, ya da hırsızlık yoluyla elde edilmiş belgeler (pasaport, kimlik belgesi vs.) üzerinde tahrifat yapılmak suretiyle, sahte belge yapılması mümkün olabilmektedir.”
Düzenlenen sahte belgelerle Avrupa ülkelerine götürülen kaçak şahıslar, gönderildikleri ülkelerde örgüt tarafından takip edilerek, barınma ve iş bulma vaadi ile PKK/KONGRA GEL yanlısı derneklere üye olarak kaydedilmektedir. İş bulmaları halinde ise anılan şahıslardan, örgüte yardım amacıyla aidat adı altında paralar alınmaktadır. Örgüt, yurtdışına çıkardığı bu şahısları ideolojik eğitimden de geçirerek, PKK/KONGRA GEL adına vatandaşlarımızdan zorla para toplama, örgütün yayın organlarını dağıtma, uyuşturucu işlerinde kurye olarak çalışma vb. faaliyetlerde kullanmaktadır.

İNSAN KAÇAKÇILIĞI


Terör örgütleri insan kaçakçılığı vasıtasıyla hem kendilerine maddi gelir sağlamakta, hem de eleman temin etmektedirler. Yasadışı göç organizasyonları ile iç içe olan terör örgütleri;
  • Sınırdan geçişe göz yumma ve güvenlik sağlama karşılığında vergi adı altında komisyon alma,
  • Yasadışı göçmenlerin sınırdan illegal yöntemlerle geçirilerek Avrupa ülkelerine götürülmesi,
  • Avrupa ülkelerinin iltica politikalarını istismar ederek ve çeşitli sahtecilik yöntemleri kullanılarak iltica başvurusu yaptırılması,
  • Avrupa ülkelerinde mültecilere sağlanan maddi yardımlardan pay alınması,
  • İkamet hakkı elde eden şahısların örgütün Avrupa ülkelerindeki her türlü illegal faaliyetinde kullanılması” aşamalarında rol almaktadırlar.
Örneğin, PKK/KONGRA GEL terör örgütü kurulduğu tarihten günümüze pek çok yasadışı faaliyete el atmıştır. Örgütün, ya militan ve sempatizanlarını eğitmek için, ya da maddi kaynak temin etmek için insan kaçakçılığı olaylarında etkin rol oynadığı görülmektedir. Başlangıçta uyuşturucu ve insan kaçakçılığı faaliyetlerine göz yumma ve güvenlik sağlama karşılığında bu tür organizasyonlardan komisyon alan örgüt, sağladığı kazanç ve diğer kazanımlar nedeniyle bizzat içinde yer almaya başlamıştır.
Örgütün yurtdışı teşkilatlanması, Ortadoğu ülkelerinden Batı Avrupa ülkelerine kadar uzanmaktadır. Bu alan, dünyanın en önemli uyuşturucu madde kaçakçılığı güzergahlarından birisi olan Balkan rotasını tam olarak kapsamaktadır. Bu rota aynı zamanda yasadışı göç güzergahıyla da çakışmaktadır. Bu rota üzerindeki ülkelerde odaklanan örgüt mensupları ve örgüt adına çalışan dernekler, ya taşeronları aracılığıyla veya bizzat kendileri yasadışı geçişlerde yardım ve yataklık yapmaktadırlar.
Örgütün bu tür faaliyetleri, son yıllarda uluslararası işbirliği sayesinde önemli ölçüde kontrol altına alınmıştır. Ülkemizdeki diğer terör örgütlerinin PKK/KONGRA GEL düzeyinde insan kaçakçılığı faaliyeti olmamıştır.

UYUŞTURUCU MADDE KAÇAKÇILIĞI


Terör örgütleri büyüyüp geliştikçe barınma, beslenme, giyecek, tedavi, ulaşım, haberleşme, silah ve mühimmat ihtiyaçları alabildiğine artmaktadır. Artan bu ihtiyaçlar, sürekli karşılanması gereken ihtiyaçlardır. Güvenlik güçlerinin teknolojiyi en iyi şekilde kullanmaları ve denetimlerini artırmalarından dolayı, örgütlerin ticari faaliyetlerle bu ihtiyaçları gidermeleri mümkün görülmemektedir. Gelir temin etmek için yapılan gasp, soygun, hırsızlık, aidat, haraç toplama vb. faaliyetler de örgütlerin artan ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemektedir.
Bu çerçevede örgütler, az emekle büyük para kazanabilecekleri finans kaynaklarına ihtiyaç duymaktadırlar. Uyuşturucu madde kaçakçılığı bu açıdan örgütlerin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılamaktadır.

Uyuşturucu madde kaçakçılığı örgütlere birçok kolaylıklar sağlamaktadır. Bunlar şöyle ifade edilebilir:
  • Uyuşturucu maddelerin bir yerden bir yere taşınması, depolanması ve saklanması kolaydır.
  • Her zaman çok kısa sürede nakit paraya çevrilebilir.
  • Üretimi kolay, kar oranı yüksektir.
  • Pazarlama ağı uluslararası bağlantıları olan örgütler açısından çok kolaydır.
  • Büyük paraların döndüğü bu pazarda örgütlerin, yüksek teknolojiden faydalanarak kendilerini gizlemeleri ve güvenlik güçlerinin operasyonlarına, karşı önlemler geliştirmeleri mümkündür.
  • Örgütler uyuşturucu madde kaçakçılığı ile ilgili faaliyetlerini; kaynağından uyuşturucu temini, kaçakçılığı ve dağıtım safhalarında aktif rol alarak yürütmektedirler.
Ülkemizde başta terör örgütü PKK/KONGRA GEL olmak üzere, sol terör örgütlerinin de uyuşturucu madde kaçakçılığı yaptığı gözlenmektedir. Dini motifli terör örgütlerinin uyuşturucu madde kaçakçılığına ise bugüne kadar rastlanmamıştır.
Türkiye coğrafi konum olarak uyuşturucu madde kaçakçılığının üretildiği, taşındığı ve pazarlandığı altın hilal bölgesine (Pakistan, Afganistan, İran) komşu bir ülkedir. Avrupa pazarlarına ulaşan uyuşturucu maddelerin %80’nin Türkiye üzerinden intikal ettiği ifade edilmektedir. Bu çerçevede, uyuşturucu maddelerin geçiş güzergahında faaliyet yürüten terör örgütü PKK/KONGRA GEL mevcut pazardan nasibini fazlasıyla almaktadır. Özellikle Türkiye üzerinden Balkan rotasını izleyen örgüt, uyuşturucu maddelerin Avrupa pazarlarına ulaşmasına büyük katkı sağlamaktadır.
Örgütün uyuşturucu ticaretinin yurtiçi ve K.Irak’taki sorumluluğunu, örgüt başı Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan’ın yürüttüğü bilinmektedir. Yurtiçindeki uyuşturucu kaçakçılığı, deşifre olmamış, işçi ve gençlik kesimi ile köylü ve esnaflardan oluşan örgüt mensupları vasıtasıyla yürütülmektedir. Yurtdışı bölümü ise, örgütün yurtdışında kurmuş olduğu dernekler ve bunlara bağlı paravan şirketler ve irtibatta olduğu yasadışı uyuşturucu ticareti yapan kuruluşlar ve kişiler vasıtasıyla sürdürülmektedir.
Kısacası, önceleri uyuşturucunun yalnızca pazarlanmasında rol alan örgüt, Avrupa ülkelerinde örgütlenmeye başlamasıyla birlikte, uyuşturucu üretiminden dağıtımına, uyuşturucu ticaretinin her aşamasında rol almış/almaktadır.

YANDAŞ DEVLET YARDIMLARI


Terörizm, uzun yıllar güçlü devletler tarafından politikalarının işlerliğini kolaylaştırmak ve rakiplerini etkisiz kılabilmek için bir dış politika aracı olarak kullanılmış/kullanılmaktadır. Güçlü devletlerin etkin politikaları karşısında kendileri için bir çıkış noktası bulamayan ve uluslararası arenada hakkını elde edemeyen bazı devletler de terörü engelleri aşmada bir engel olarak görmektedirler.

Bu çerçevede, aralarında ABD, Sovyetler Birliği (şimdilerde Rusya Fedarasyonu), İngiltere, Fransa, İsrail, İran, Suriye, Küba, Libya, Irak, Kuzey Kore, Belçika, Yunanistan, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti, Bulgaristan, Afganistan ve Sudan’ın bulunduğu çok sayıda devletin adına, terörün desteklenmesi ya da bizzat terörün uygulanması olaylarına sıkça rastlanmaktadır.
Terör örgütlerinin başarısı büyük ölçüde dış desteğe bağlıdır. Dış desteği olmayan bir örgütün başarılı olması mümkün görülmemektedir. Zira örgütlerin, yalnızca yurtiçi kaynaklarla beslenme, barınma, eğitim, silah vb. ihtiyaçlarını karşılamaları çok zordur. Güvenlik güçlerinin sürekli düzenledikleri operasyonlar, örgütlerin bütün faaliyet kanallarını tıkamaktadır. Bu nedenle dış destek, örgütlerin adeta bir nefes borusudur.

Terör örgütlerine destek veren ülkeler örgütlere, “sığınma hakkı vererek, dernek, yayın organı gibi yan kuruluşlar açmasına göz yumarak, kamp yerleri tahsis ederek, bu kamplarda eğitim vererek, militanları kamplarında ve kırsal alanda ziyaret edip moral vererek, yaralanan teröristlerin tedavilerini yaptırarak, silah, cephane ve mühimmat yardımı yaparak, teröristlere barınma, giyecek, yiyecek gibi lojistik ihtiyaçlarını temin ederek” destek ve yardımlarda bulunmaktadırlar.
Dünyada yerel ve uluslararası düzeyde faaliyet yürüten terör örgütlerinden dış devlet yardımı almayan bulunmamaktadır. Türkiye’deki terör örgütlerinin yıllardan bu yana faaliyetlerini aralıksız sürdürebilmelerinin en önemli nedenlerinin başında da yandaş devlet yardımları gelmektedir.

Bu çerçevede, 1970’li yıllardan sonra yasadışı faaliyetlere başlayan THKP/C, THKO, TİİKP, TKP/ML vb. sol terör örgütleri başta Rusya olmak üzere, Yunanistan, Suriye, Bulgaristan, Arnavutluk, Çin vb. ülkeler tarafından desteklenmişlerdir. Maddi yardımların yanı sıra, kamp yeri tahsis etme, eğitim verme, silah ve mühimmat sağlama gibi yardımlarda bulunmuşlardır. Halen bu yardımları sürdüren ülkelerin varolduğu bilinmektedir.

Terör örgütü PKK ise, 12 Eylül askeri darbesinden hemen sonra yurtdışına çıkmış, başta Suriye olmak üzere, Irak, İran, Ermenistan, Libya, Rusya, Yunanistan ve Bulgaristan tarafından desteklenmiştir. PKK’nın en önemli eğitim kamplarından Zeli Kampı Kuzey Irak ile İran sınırında; Bekaa vadisindeki Mahzun Korkmaz Akademisi de Suriye ile Lübnan sınırları arasında kurulmuştur.
PKK terör örgütünde 3,5 yıl faaliyet yürüttükten sonra güvenlik güçlerine teslim olan Demirkıran konuyla ilgili olarak “İhanetler Çemberinden Kurtuluş” adını taşıyan eserinde şunları ifade etmektedir:
“Sık sık Lübnan’da ve Suriye’nin başkenti olan Şam’da özel mersedesiyle geziye çıkan Abdullah Öcalan, yüzlerce örgüt militanının koruması altında bulunmakta ve ayrıca Suriye askerlerinin de Apo’nun Şam’a geldiği zaman özel bir güvenlik birimi oluşturduğu bilinen ayrı bir gerçeklik idi. Bunların yanı sıra Yunanistan’da, Kıbrıs Rum Kesimi’nde ve İsveç’te siyasi eğitim kampları bulunduran PKK, Şam’da, Beyrut’ta, Kuzey Irak’ta Celal Talabani’ye bağlı olan birçok merkezinde, Erivan’da, Moskova’da, Atina’da, Almanya’nın hemen hemen tüm kentlerinde ve Avrupa’nın birçok ülkesinde siyasi kanadına mensup ERNK’ya bağlı temsilcilikler oluşturmuştu.
Bunların görevleri ise, dünya ülkelerinin Türkiye’yi kınamasını sağlamak ve kendi yaptırdıkları katliamları güvenlik güçlerine mal ederek “insan hakları ihlal ediliyor” propagandası yapıp gerek Avrupa, gerekse de diğer dünya ülkeleri nezdinde Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve askeri yönden darboğaza sokmaktı.
Yukarıda adını saymış olduğum, örgüte topraklarında temsilcilik açması gibi imkanlar sağlayan ülkeler, aynı zamanda örgüte büyük maddi yardımlar da vermekteydiler. Fakat örgütün dağ kadrosuna yapılan yardımların %90’lık bölümünün Rus, Yunan ve Suriye üçgeninden sağlandığı ve bu ülkelerle örgüt arasındaki mekiği özel eğitimli yabancı uyruklu militanların dokuduğu kesinlik kazanmıştı.”

Demirkıran’ın bu ifadelerini Abdullah Öcalan, Doğu Perinçek’le yapmış olduğu röportajdaki sözleriyle doğrulamaktadır.
“Bize en büyük dış destek, Suriye’nin desteğidir. Suriye 72 örgüte ne diyorsa, bize de onu diyor: ‘Ülkemizde misafir kalabilirler.’ Misafir kalabilmek en büyük destektir bizim açımızdan. Bunu Avrupa’da da sağlıyoruz.
...Bu anlamda Irak mücadele cephesindedir. İran ve Suriye ise, mücadelemizin cephe gerisi durumundadırlar. Fakat etkileri oluyor. Burada onların çıkarları oluyor. Bu çıkarların sarsıldığı oranda, tavır koyma veya tehdit de oluyor.”
Kısacası Adana Antlaşmasının imzalandığı 20 Ekim 1998 tarihine kadar Suriye PKK’nın en önemli koruyucusu olmuştur. Suriye’nin yanında Yunanistan da terör örgütü PKK’ya hem lojistik destek vermiş, hem de militanlarının eğitiminde yardımcı olmuştur. Bunun en önemli kanıtı, Abdulah Öcalan’ın, Kenya’da yakalanmadan önce Yunanistan Büyükelçiliği’nde saklanmasıdır. Bu dönemde Türkiye üzerinde tarihi bir takım emelleri olan Rusya, İran, Ermenistan ve Bulgaristan gibi komşu ülkelerin de zaman zaman PKK’ya destek verdiğini Öcalan, tüm dünyaya açık olarak yapılan yargılanmasında ifade etmiştir.
Aynı şekilde Hizbullah terör örgütüne İran, eğitim, lojistik ve para yardımında bulunmuştur. 17 Ocak 2000 İstanbul Beykoz operasyonundan sonra evde ele geçirilen dokümanlar arasında örgütün lideri Hüseyin Velioğlu adına düzenlenmiş bir İran kimlik kartının çıkması bunun en önemli göstergesidir.

Günümüzde tüm dünyaya bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan teröre karşı en etkin mücadele yöntemlerinden biri, terör örgütlerinin dış desteğinin kesilmesidir. İspanya ETA’ya karşı mücadelesinde, ancak Fransa’nın dış desteği kesmesiyle başarılı olabilmiştir. Türkiye PKK’yla mücadelesini, özellikle Suriye’nin Abdullah Öcalan’ı ülkesinden çıkararak faaliyetlerine son verdikten sonra belirli aşamaya getirmiştir.

FİNANS KAYNAKLARI AÇISINDAN ÖRGÜTLERİN KARŞILAŞTIRILMASI


Tüm dünyada yerel ya da uluslararası düzeyde faaliyet yürüten terör örgütlerinin, “gasp, soygun, hırsızlık; aidat ve bağışlar; haraç toplama; örgütsel yayınlardan elde edilen gelirler; ticari faaliyetler; sahtecilik; insan kaçakçılığı; uyuşturucu madde kaçakçılığı” vb. finans temin etme yöntemlerinden birçoğunu kullandığı görülmektedir. Bazı terör örgütleri, faaliyet yürüttükleri coğrafya ve sahip oldukları ideolojilerinden dolayı belirli finans temin etme yöntemlerini kullanırken, bazıları da tüm finans temin etme yöntemlerini kullanabilmektedirler.

Örneğin, Almanya’da faaliyet yürüten Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) mali sorunlarını banka soygunlarıyla çözümlerken, İtalya’da faaliyet yürüten Kızıl Tugaylar 1972 yılına kadar bu yöntemi kullanmamıştır. İspanya’nın Bask bölgesinde faaliyet yürüten ETA, mali kaynaklarının bir kısmını soygun, haraç ve dış yardımlardan sağlarken, büyük çoğunluğunu da fidye amaçlı kaçırdığı işadamlarından sağlamıştır. IRA, ABD’deki “Sinn Fein’in Dostları” adlı kuruluşun oluşturduğu Kuzey İrlanda Yardım Fonu aracılığıyla ve diğer İrlandalılardan temin etmiştir. Lübnan Hizbullah örgütü ise finans kaynaklarının büyük çoğunluğunu, İran’ın yapmış olduğu yardımlardan sağlamıştır.

El Kaide terör örgütünün, dünyanın çok farklı bölgelerinden “cihat” gayesiyle Afganistan’a gelen binlerce gönüllü militanın beslenme, barınma, eğitim, silah vb. ihtiyaçlarını gasp, soygun vb. yöntemlerle karşılayabilmesi mümkün görülmemektedir. Bu bağlamda örgüt finans ihtiyacını, dünyanın birçok bölgesinde İslami yardım kuruluşları aracılığıyla topladığı bağış ve zekat adı altındaki miktarı tam olarak bilinmeyen paralarla gidermeye çalışmıştır. Bunun yanında, özellikle Körfez ülkelerindeki tüccarlar, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistanlı prenslerin yaptığı yardımlar da örgütün finans ihtiyacını gidermede önemli rol oynamıştır. Altın Hilal Bölgesi’nin tam ortasında faaliyet yürüttüğünden dolayı, uyuşturucu kaçakçılığından da büyük gelir temin ettiği bilinmektedir.

Ülkemizdeki terör örgütleri de ideolojileri ve faaliyet yürüttükleri bölgelere göre finans temin etmede farklı yöntemler kullanmaktadırlar. Gasp, soygun, hırsızlık; aidat ve bağışlar; haraç toplama; fidye; ticari faaliyetler sol, dini motifli ve bölücü terör örgütlerin tamamı tarafından finans temin etme yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Ancak, sahtecilik, insan ve uyuşturucu kaçakçılığını uluslararası faaliyet ağına sahip olan örgütler finans temin etme yöntemi olarak kullanmaktadırlar. Sahtecilik, örgütsel faaliyetler “gizlilik” esasına dayandığından dolayı, para kazanma amacından daha çok elemanlarını yurtdışına çıkarma ve illegalitede koruma amaçlı kullanılmaktadır.
Bugüne kadar uyuşturucu kaçakçılığını Türkiye’de faaliyet yürüten örgütlerden DHKP/C, TKP/ML ve PKK/KONGRA GEL terör örgütlerinin finans temin etme yöntemi olarak kullandıkları gözlenmektedir. Dini motifli terör örgütleri ise bu yöntemi finans temin etme yöntemi olarak kullanmamaktadırlar.

İnsan kaçakçılığını, uluslararası militan ve sempatizan ağına sahip olduğundan dolayı yalnızca PKK/KONGRA GEL’in gerçekleştirdiği görülmektedir. Camiler aracılığıyla ise Hizbullah başta olmak üzere Hilafet Devleti (İCB-AFİD) terör örgütlerinin “fitre, bağış, zekat” adı altında para temin ettikleri bilinmektedir. Kurban derilerinden ise Hizbullah terör örgütünün finans temin etmede faydalandığı dikkat çekmektedir.

TÜRKİYE’NİN TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİNANS KAYNAKLARINI ÖNLEMEYE İLİŞKİN ÇABALARI


Günümüzde terör örgütü, uluslararası örgütler ya da devletlerce desteklendiği sürece, o örgütün faaliyetlerini sona erdirmek mümkün görülmemektedir. Bu çerçevede, terörle mücadelede uluslararası ortak bir mücadele anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye, uluslararası toplumun terörle mücadeleyi amaçlayan bütün gayretlerini desteklemiş, katkıda bulunmuş ve terörizmin her çeşidini kınamıştır. Terörizm ve organize suçlarla ilgili 62 ülke ile güvenlik ve işbirliği anlaşması imzalamış, aynı konuları kapsayan 117 ikili ve çok taraflı anlaşmalara aktif taraf olmuştur. 1970’li yıllardan günümüze kadar da uluslararası alanda terörizmle mücadelede kapsayıcı araçları oluşturan 12 Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve diğer protokolleri imzalayıp onaylayan ilk ülkelerden birisi olmuştur.

Ülkemizin de imzaladığı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1373 sayılı kararı uluslararası terörizm ve onun finans kaynaklarıyla mücadelede önemli bir yasal çerçeve oluşturmaktadır.

Ayrıca, FAFT (Mali Eylem Görev Gücü) üyesi olarak ülkemiz; FATF’ın 40 ve terörizmin finansmanına ilişkin 8 özel tavsiye kararlarını karşılayabilmek için etkin önlemler almış, kara para aklamaya karşı bir sistem geliştirmiştir. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesi tarafından yayımlanan terör örgütlerinin, teröristlerin ve terörist oluşumların listelerini de dikkate alarak bu tür terörist oluşumların banka ve benzeri yerlerdeki mevcutlarını da kapsayan tüm fonların, mali gelirlerin, ekonomik kaynakların dondurulmasını sağlayan Bakanlar Kurulu Kararnamelerini yayınlamıştır.
Bu çerçevede;
  • 22.12.2001 gün ve 2001/3483 sayılı karar ile 131,
  • 16.05.2002 gün ve 2002/4206 sayılı karar ile 11,
  • 01.10.2002 gün ve 2002/4896 sayılı karar ile 32 kişi ve kuruluşun malvarlıklarının dondurulmasına karar verilmiştir.
Ayrıca, geçmiş kararnamelerde malvarlıkları dondurulanların incelemelerinin tamamlanması sonucunda, şu an için toplam 167 kişi ve kuruluşun malvarlıkları dondurulmuştur.
Ülkemiz 2001 yılı Eylül ayından itibaren bu yöndeki çabalarını özellikle kara para aklama ve terörist faaliyetler arasındaki ilişkilere odaklamıştır.
Malvarlıklarının dondurulması işlemleri ise yürürlükte bulunan;
  • 213 sayılı Vergi Usül Kanunu,
  • 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibi Kanunu,
  • 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun,
  • 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütlerinin Önlenmesi Hakkında Kanun,
  • 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde gerçekleşmektedir.
Yukarıda sayılan kanun hükümlerine göre, şüpheli paranın yasadışı örgütlerle ilişkisini araştırma işlevini kara parayla mücadele görevini yerine getiren MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) ile Cumhuriyet Savcılığı tarafından yapılmaktadır
Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 00:32
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2008       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Türkiye’de Terör: PKK


970’li yıllarda dünyada özellikle üniversitelerde gençlik hareketleri başladı. Bu hareketlerin Türkiye’de yayılması başlaması Kürt sorununu gündeme çıkardı. Özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgelerde baskıların sona erdirilmesi düşüncesiyle üniversitedeki Kürtler örgütlenmeye başladılar. İlk başlarda bu örgütlenme Türkiye solu içinde cereyan ediyordu. 1970’lerden itibaren Doğu Bölgelerimizin geri kalmışlığından faydalanarak ayrı bir örgütlenme oluşturdular.

1974 yılında Anlara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) isimli gençlik organizasyonu içersinde faaliyet gösteren Abdullah Öcalan, Kesire Yıldırım (Öcalan), Haki Karaer , Cemil Bayık, Kemal Pir isimli şahıslar Ankara’nın Tuzluçayır semtinde yaptıkları bir toplantıyla örgütün ilk temellerini atmışlardır.

Örgüt ilk faaliyetlerini Güneydoğu illerinde başlatmıştır. Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep ilk faaliyet alanı olarak bu şehirlerin belirlenmesinin altında yatan nedenler vardır. Gaziantep’te sanayinin gelişmesiyle birlikte bu şehre yoksul işçi sınıfının yoğun göçü, Diyarbakır’da geçmişte yaşanmış olan bir isyan hareketleri, Şanlıurfa’da ise feodal yapının devam ediyor olması örgütü bu şehirlere yöneltmiştir.

27 Kasım 1978 tarihinde örgüt üyeleri tarafından Diyarbakır’da yapılan toplantıyla KADEK( Kürdistan İşçi Partisi, Partiya Karkaren Kürdistan) ilan edilmiştir.

1980 askeri darbesi sonucu yapılan tutuklamalarla dolan Diyarbakır Cezaevi PKK ‘nın kadro genişletme çalışmalarına zemin hazırladı. PKK merkez komitesi üyesi Kemal Pir’in -Kürdistan özgürlük mücadelesinin kalbi Diyarbakır’da Diyarbakır’ın kalbi de zindanda atmaktadır.- ifadesi PKK’lıların yoğun olarak bulunduğu cezaevlerinin birer eğitim merkezi haline getirilmiş olduğunu göstermektedir.

Yapısı


PKK terör örgütünü; genel başkanlık, genel başkanlık, konseyi merkez komitesi, merkez disiplin kurulu, bölge komiteleri, yerel komiteler adı altında toplanmıştır.
PKK terör örgütünün Genel Başkanı Abdullah Öcalan’dı. Örgüt hareketleri tamamen genel başkan tarafından yürütülmektedir.
Öcalan’ın tutuklanmasıyla birlikte yeni bir genel başkan belirlenmemiştir. Bu Öcalan’ın örgüt üzerindeki egemenliğini göstermektedir. Örgüt o zamandan beri genel başkanlık konseyi tarafından idare edilmektedir.

Amaçları


İlk amaçları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini içine alacak şekilde bağımsız bir Kürdistan Devleti kurmaktır. Bunun için Birleşmiş Milletlerin self determination hakkından yararlanmak istemektedirler. Self determination azınlıklara tanınmış bir hak değil, sömürgelere verilmiş bir haktır. Bu nedenle Kürtler Türklerden farklı olduklarını azınlık olmadıklarını ispatlamaya çalışmaktadırlar. Bütün dünyaya kendilerini bağımsız bir devleti idare edebilecek güçte olduklarını göstermeye çalıştılar. Fakat bu amaçla hareket ederken şiddete çok fazla baş vurdular ve insan haklarını ihlal ettiler.

Faaliyetler


Şiddet Dönemine Geçiş
II. Kongreden sonra PKK’nın kendi içinde tüm hazırlıklarının bittiği tespit edilmiş ve hareket zamanının geldiği kararlaştırılmıştır. Başlangıç olarak silahlı propaganda ünitelerinin oluşturulması ve bölgedeki yerel nüfusla ilişkiye geçilerek gerilla savaşının başlatılması kararlaştırıldı.
Terör eylemlerinin başlatılmasındaki amaçlar ülke içindeki otoriteyi sarsmak, ekonomiyi zedelemek ve kendi görüşleri doğrultusunda hükümetten bazı tavizler alabilmektir. Bunun dışında yapılan hareketlerin çok fazla şiddet içermesinin bir diğer nedeni de tüm dünyanın dikkatini Kürt sorununa çekmektir.

Örgütlenmedeki Başarının Nedenleri
Doğu Bölgelerinde yaşanan yoksulluk, işsizlik, hükümetin yanlış tutumları PKK’nın her geçen gün büyümesine sebep olmuştur. “ Gazeteci Mehmet Ali Birand’a göre Güneydoğu’da ki güvenlikten sorumlu kuruluşların baskıcı uygulamaları sıradan insanları bile potansiyel PKK sempatizanı yapmıştır.
PKK yaşanın ekonomik yoksulluktan yararlanmayı bilmiş ve Kürt kimliği üzerinde çeşitli şekillerde propagandalar yaparak Kürt gençlerini bünyesinde toplamayı başarmıştır. Bu gençleri yaşadıkları yoksulluktan, siyasi sorunlardan var olan baskılardan kurtulabilmek için şiddet kullanmaları gerektiği ancak şiddet kullanarak başarıya ulaşabileceklerini kolayca inandırmıştır. Bu da PKK ‘nın insan kaynağı sağlamada herhangi bir zorluk yaşamamasına ve kolaylıkla bu konuda başarı sağlamasına yol açmıştır.

Kongreler


2. Kongre:
1982 yılında yapıldı.Bu kongrede şiddet eylemlerinin başlatılmasına karar verildi.Böylece 2.kongreyle birlikte PKK’nın şiddet dönemi başlatılmış oldu.Bu kongreye kadar gerilla eğitimleri tamamlanmış olan örgüt elemanları batıya yönlendirildi. Verilen eğitimlerin uygulanması batı bölgelerinde yapılmaya başladı.

3. Kongre:
Bu kongrede örgüte maddi gelir sağlanması konusunda görüşmeler yapıldı. Vergilenme kanunu çıkartıldı. Zengin Kürt iş adamlarından çeşitli şekillerde bağış alınarak örgüte katkı sağlandı. Ülke içinde yapılacak eylemlerin bölgelere bölünerek yapılması kararlaştırıldı.

4. Kongre:
1990 yılında toplanmıştır. Bu toplantıda yapılan eylemlerin bundan sonra daha genişletilmiş olarak yapılmasına karar verilmiştir. Bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması kararı alınmıştır. İnsan toplama faaliyetleri arttırıldı. Bunun için Kürt vatandaşlarının sempatisi kazanılmaya çalışıldı.

5.Kongre
1995 yılında Kuzey Irak’ta yapılmıştır. Bu kongrede de artık Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinin dışına çıkarak Karadeniz Bölgesine açılım kararı alınmıştır. Ayrıca 5. kongreyle birlikte Akdeniz Bölgesinde de faaliyetler başlıyor.

6.Kongre:
Bu kongreyle birlikte PKK’nın silahlı eylemlerinde artış kararı alındı. Terör tüm ülke çapında boy göstermeye başladı. Bu kongreden sonra ülke ekonomisine zarar verme eylemleri yapıldı. Özellikle turistik bölgelerde turizmi etkilemek açısından eylemler arttırıldı.

7.Kongre:

Abdullah Öcalan yakalanıp, idam kararı verildikten sonra hazırlanmış bir kongredir. Bu kongreye kadar örgüt militanları ve malzemeleri Kuzey Irak’a gönderilmişti. Bu kongre PKK açısından çok önemlidir. İlk kongreleri gibi yeniden yapılanma söz konusudur. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla PKK’nın parçalanamayacağı gösterilmiştir. Örgüt ,i.içinde moral kaybına sebebiyet vermemek amacıyla bütünleri ispatlanmıştır.

8.Kongre:
Terörist başı Abdullah Öcalan’ın yakalanıp tutuklanmasından sonra yapılan son kongredir. PKK isim değiştirme kararı alıyor, bundan sonra Halkların Özgürlük Partisi adının kullanılmasında oy birliğine varıyor. Teröristlere genel af halinde silahların bırakılacağı belirtiliyor. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın cezaevi şartlarının daha iyi olması ve başka bir cezaevine nakledilmesi isteniyor.

Kuruluşları


ARGK ve ERNK’nin Kurulması
Kadek 15 Ağustos 1984’te gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla HRK(Hezen Rızgariya Kürdistan, Kürdistan Kurtuluş Birliği) isimli askeri aperatının kuruluşunu ilan etmiştir. Daha sonra bu kuruluşun adı 3. kongrede ARGK ( Kürdistan Ulusal Kurtuluş Ordusu- Arteşe Rızgariya Gele Kürdistan) olarak değiştirilmiştir.
ARGK birlikleri bölgesel ve yerel düzeylerde örgütlenen çeşitli birliklerden oluşur. Sayıları 7-11 ile arasında değişmektedir.KADEK terör örgütü 21 Mart 1985 tarihinde çeşitli toplum kesimlerinde cephe örgütlenmesini gerçekleştirmek üzere ERNK’yi (Kürdistan Halk Kurtuluş Cephesi- Eniya Rızgariya Netewa Kürdistan) ilan etmiştir. ERNK PKK’nın siyası kanadını, ARGK ise askeri kanadını oluşturmaktadır. Bu kuruluşların kurulmasından sonra PKK dağda başarılı olamayan militanlarını şehirlere indirerek bu faaliyetler aracılığıyla dağdaki militanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere görevlendirmiştir.

KUM ( Kürdistan Ulusal Meclisi)
PKK terör örgütü 4. Kongrede aldığı eylemlerini yoğunlaştırma kararını devam ettirmek ve diğer etnik grupları da yanına çekmek amacıyla KUM (Kürdistan Ulusal Meclisi)’ni gerçekleştirmiştir.
Toplantıda eylemlerini yoğunlaştırmak çabasıyla bünyesini genişletmek için islami yönü ağır basan örgütleri de yayına çekmeyi hedeflemişti.

KUK (Sözde Kürdistan Ulusal Meclisi)
12 Nisan 1995 tarihinde Hollanda’nın Lahey şehrinde sözde SKP açılmıştır. Bu parlamento o günden günümüze kadar halen toplantılarını devam ettirmektedir. 24 Mayıs 1999 tarihinde Hollanda Amsterdam’da kurulmuş olan sözde Kürdistan Ulusal Kongresi (KUK)’ne katılmıştır. Bu kongrenin oluşturulmasından sonra bütün Kürtçü dernekler bir çatı altında toplanmıştır. Kürtlerle ilgili konuların görüşülmesi, kararların alınması, Avrupa ülkeleriyle olan görüşmeler KUK tarafından yapılmaktadır.

MED TV


KADEK terör örgütü tarafından örgütün propagandasını aktif olarak yapmak amacıyla MED TV 30 Mart 1995 tarihinde KADEK tarafından faaliyete geçirilmiştir.
MED TV ‘ye ait bugüne kadar ki buluna bilgiler bu kuruluşun PKK’nın bazı kirli işlerini kapattığını göstermektedir. MED TV yayınları tamamen örgütün propagandasına yönelik yayınlardır. Örgütün üst düzey yöneticilerini bu kanalda sık sık konuşmalar yaptığı bilinmektedir. Hatta Abdullah Öcalanın’da bu kanaldaki konuşmalarına rastlanmıştır.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanıp ülkemize getirilmesinden sonra MED TV kapatılmıştır. İngiltere’den yayına başlamış olan MED TV’nin kapatılmasında sonra, bu kanal MEDYA TV adı altında Fransa’da tekrar kurulmuştur.

TÜRKİYE’DE PKK VE DİĞER DEVLETLERLE İLİŞKİSİ


Türkiye ve Kuzey Irak

Irak sınırında da, Türkiye sınırında da Kürt aşiretler eskiden beri yaşamaktadır. Kuveyt’in işgalinden önce bu aşiretlerin görüşmesi biraz daha kolaydı. İşgalden sonra Kürtler arası bağlantı kurma olasılığı tamamen azaldı.
Hem Türkiye’de hem de Irak’ta yaşayan Kürtler arasındaki çatışmalardan dolayı her iki devletinde yapılmacı bir politika izlemesi imkansız durumdadır.
Kuzey Irak’ta PKK’nın genişlemesine Celal Talabani’nin yönettiği Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Mesut Barzani’nin yönettiği Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) taraftarları engel olmaktaydı. Eski Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın ölümümden sonra KYB ile Türkiye arasındaki ilişkiler bozulmuş ve parti Kuzey Irak’taki PKK faaliyetlerine ılımlı yaklaşmaya başlamıştır. 1994’ten beri de PKK Kuzey Irak’ta iyice genişlemiştir. Bu dönemden sonra Kuzey Iraklı Kürtler ve PKK arasında yakın ilişkiler başladı. Hatta Barzani ve Talabani Türk Hükümetini PKK ile yaptığı mücadelelerde Kürtlerin yaşadığı köylere zarar vermekle suçladılar.

1991 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın attığı adımla Kuzey Iraklı Kürtlerle iyi ilişkiler kurulmaya başlandı. İlişkilerin olumlu yönde gelişmesiyle beraber Kuzey Iraklı Kürtler PKK’nın Türkiye’ye yönelik saldırılarını engellemeye çalıştılar. Ayrıca PKK’nın Kuzey Irak’ta kurmuş olduğu üsleri Türkiye’nin yok etme çalışmalarında büyük destek oldular.

1992 operasyonundan sonra Türkiye ile Kürt liderlerin arası açılmaya başladı. Irak hükümetinin Kuzey Irak’ta yaptığı değişikliklere Türk hükümeti müdahale edemedi ırak sınır boylarındaki birçok köy yerleşime açıldı. Bu da Talabani’nin kendi yerleşim bölgesi dışındaki bölgelerle ilgilenmemesine neden oldu. Bu boşluktan yararlanan PKK tekrar
1994 yılında ise KDP ile KYP arasında bir çatışma patlak verdi. Türk yetkililer ise bu çatışmanın PKK’yı Kuzey Irak’ta rahatlatabileceği düşüncesiyle çatışmaya duyarlı davrandı. Nevar ki yapılan çabalar boşuna çıktı ve Türk hükümeti kaygılanmaya başladı. 1995 yılında PKK’nın Kuzey Irak’a iyice yerleşmesi korkusuyla Türkiye 1992’den daha yoğun biçimde Kuzey Irak’taki PKK’ya müdahaleye başladı.

1993’te Turgut Özal’ın ölümünden sonra durumlar değişti. Turgut Özal’ın ılımlı yaklaşımı daha sonraki hükümette görülmedi. Özal Saddam Hüseyin’in iktidardan uzaklaştırılması düşüncesindeydi ve bunun için yoğun çalışmalarda bulunmuştu. Fakat daha sonraki hükümet Saddam Hüseyin’in iktidarlar uzaklaştırılamayacağı, Irak’ı Saddam’la bir bütün olarak ele almak gerektiği düşüncesiyle hareket etti.

Türk Hükümeti ve kamuoyu Kuzey Irak’ta yaşanan bu olaylardan son derece rahatsız olduklarını açık bir dille ifade etmiştir.
PKK’nın :Kuzey Irak’ta kendine yerleşim alanı bulması Türkiye’yi korku içine sokmuştur. Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtler de Türkiye’ye sığınmaya çalışmaktadır. Kuzey Irak Kürtlerinin Türkiye’ye yerleşmesi PKK’yı daha fazla azdıracak onlara yol gösterecektir. Kuzey Irak’ta yerleşmiş bulunan PKK’lıların bu bölgede bağımsız bir Kürt Devleti kurması ise Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ayaklanmasına sebep olacaktır.

Türk Hükümeti Kuzey Irak’ta örgütlenen PKK’nın bu bölgeyi Türkiye’ye karşı bir üst olarak kullanmasını engellenmeye çalışmaktadır. Diğer bir yandan da İran ve Suriye ile ilişkilerini düzgün tutmaya çalışmaktadır. Kuzey Irak’lı Kürtlerle iyi ilişkiler kurmak Türkiye’nin PKK ile mücadelesini kolaylaştırır. Bu nedenle Türk hükümeti Kuzey Iraklı Kürtlerin bu bölgede geniş bir toprak bağımsızlığına sahip olmalarına taraftardır.

Türkiye ve Ortadoğu ile İlişkiler
Kuzey Irak’ta Kürt yarı devletinin kurulması Türkiye’nin gündeminde de sorun yarattı. Irak Devletinin bölünüp Kürt Devletinin kurulması Türkiye topraklarının da bütünlüğünü tehlikeye düşürmekte aynı zamanda da bir çekişmeye neden olacaktır. Bunun önlenebilmesi için Türkiye İran ve Suriye arasında sürekli görüşmeler başladı. Bu görüşmelerde Türkiye devletler arasında arabulucu rolünü üstlerdi.

Yapılan görüşmelerde Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi pek hoş karşılanmıyordu. Türkiye’nin amacı bu bölgede kalıcı olmak değildi. Oluşan PKK sorununu daha ileri boyutlara ulaşmadan kökünden temizleyebilmekti. İran hükümetinde ise Türkiye’nin Irak’a yerleşme kuşkusu vardı.

1983’te GAP’ın başlamasından sonra Fırat’ın sularının paylaşımı konusunda Türkiye’ye baskı yapmak için Suriye’nin PKK’yı nasıl desteklediğine ilişkin düzenli haberler çıkmaya başladı. 1992 yılında yapılan bir toplantıyla Suriye’de bulunan bir PKK eğitim kampı kapatıldı. Fakat Türkiye tamamen Suriye’de PKK sorununun bittiğine inanmıyordu. Öcalan’ın Suriye’de serbest bir şekilde yaşabiliyor olması Türkiye’nin Suriye’ye karşı sert tepkilerini haklı çıkartıyordu. Bu olaydan sonra da Türkiye ve Suriye arasındaki tatsızlık artıyordu.

Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler ise her zaman gergin olmuştur. Türkiye İran hükümetini İran’da PKK’ya ait bir üs kurulmasına izin vermekle suçlamakta İran ise Türkiye’yi islami terörü desteklemekle suçlamaktadır. 1995 yılından sonra Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler yumuşamaya başladı, iki devlet arasındaki görüşmeler arttırıldı. Yaşanmış tüm olumsuzluklara rağmen iki devlet dost olabilmeyi başarmıştır.

1995’te Kuzey Irak’a yapılan Türk müdahalesine İran başta karşı çıkmıştır. Ancak kendi güvenliklerin hiçbir şekilde tehlikede olmadığına dahil güvence aldıktan sonra Türkiye’ye destek vermiştir. Çünkü Türkiye gibi İran’da Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinden kuşku duymaktadır. Irak devletinin parçalanması İran’da ve Türkiye’de bulunan Kürtleri de ayaklandıracağından bu devletlerinde toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürecektir.

Kürt sorunu Türkiye’nin Ortadoğu’daki komşularıyla ilişkilerini tümüyle etkilemiştir. Kürtlerin bölünmüş halde bulunmasından tüm devletler etkilenmiş, endişe duymuşlardır.

Türkiye’nin Batı İle İlişkiler
Batı toplumu Kuzey Irak topraklarının bütünlüğünü savunsa da Türkiye’nin çekiç güç müdahalesine olumsuz tepkiyle yaklaşmışlardır.

Avrupalı Devletler Kürt sorununa farklı bir bakış açısından bakmaktaydı. Bir çok Avrupalı Devlete göre Türkiye’nin Kürtlere karşı tutumu Kürt sorunun doğmasına neden oldu. Türkiye’de Kürtlere ısrarla azınlık statüsün verilmesini istediler.

PKK’nın özellikle Almanya ve Fransa’da yoğun çalışmaları bulunmaktaydı ve 1993 yılına kadar Türkiye’nin verdiği bütün tepkilere rağmen bu devletlerde PKK’ya karşı bir önlem alınmadı. Özellikle Almanya PKK için önemli mali kaynaktı. Türk Devletinin 1992’den sonra yaptığı diplomatik çıkışlar durumu biraz değiştirdi. PKK’nın bir terör örgütü olduğu Avrupalı devletlerce kabul edildi ve bu terör örgütüne karşı Türkiye’nin kendini savunması haklı görünmeye başlandı.

1993 sonlarına doğru PKK’nın Almanya’nın güvenliğini tehlikeye sokmasıyla Almanya’nın PKK üzerindeki desteği azalmaya başladı. Kürtlerin ve Türklerin Almanya’da aynı bölgelerde yaşıyor olmaları ve Kürtler tarafından Türklere yapılan saldırılar Almanya’nın iç güvenliğini tehdit etmeye başladı. Aynı zamanda bu örgütün bölgede yapmaya başladığı uyuşturucu ticareti de destek kesilmesi için başka bir sebepti.

Ne var ki tüm bu olaylara rağmen İngiltere ve Hollanda’dan PKK’ya destek sürüyordu. PKK tarafından yayınlanan MED TV İngiltere’den yayın yapmaya devam etmekteydi. Öcalan’ın yakalanmasından sonra ise yayınlarını Fransa’dan sürdürdüler. Hollanda’dan ise PKK’ya Lahey’de toplantı yapma izni çıkmıştı. Avrupalı devletler tarafından verilen bu destekler Türkiye’nin tepkisine sebep oldu. Türk Parlamentosu bu desteklerin amacının Türkiye’yi parçalama amaçlı yapıldığı düşüncesindeydi.

1994 yılında Kürt milletvekillerinin tutuklanmasıyla şartlar daha da ağırlaştı. Avrupa Birliği Türkiye ile gümrük birliği anlaşmasının ertelenmesine karar verdi. Avrupa konseyi ise Türkiye’nin anayasasında Kürt sorunu ile ilgili bir düzenleme yapılmadığı takdirde Türkiye’nin üyeliğe kabul edilemeyeceğini bildirdi.

Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde sivil Kürtlere karşı bomba kullandığı iddiasının ortaya atılmasıyla bu silahların Türkiye’ye ulaşmasını engelleme çabası başladı.

Avrupalı devletlere göre Türkiye politikasını değiştirmeliydi. Kürtleri anlamaya çalışmalı ve onlara karşı bazı ayrıcalıklar vermeliydi. Türkiye’nin Kürtlere karşı insan haklarına uygun davrandığı düşünülmüyordu ve daha insancıl yöntemlerle yaklaşılması için Türkiye’ye sürekli uyarılarda bulunuluyordu.

Soğuk savaş sırasında ve sonrasındaki tutumuyla Türkiye batılı devletler için aranılan bir müttefik olmuştu. Özellikle soğuk savaştan sonra Türkiye’nin bazı etnik sorunları çözmesi Türkiye’yi örnek bir ülke haline getirmişti. Malesef daha sonra Kürt sorunun ortaya çıkması ve Türkiye’nin bu konuda çok fazla başarı gösterememesi çizdiği imajı sıfırlamıştır. 1995 yılında TC. anayasasında terörle mücadele konusunda yapılan değişiklikle daha önce askıya alınmış olan Gümrük Birliği Antlaşması imzalanmıştır. Fakat yine de Türkiye Kürt sorunu hakkında beklenen başarıyı gösterememiştir. Avrupalı devletlerin Kürt sorununu siyasi yollardan çözülmesi konusundaki baskısı altındadır

Türkiye ve ABD
ABD yönetimi Avrupalı devletlerin aksine Türkiye’nin kendini savunma hakkına bir çok destek olduğunu açıklamıştır. ABD PKK’yı önemli bir terör örgütü olarak görmekteydi. Fakat ABD’de diğer Avrupalı devletler gibi teröre karşı yapılan mücadelenin insan haklarına uygun olmadığı konusundaydı ve Türk hükümetine açık bir dille bunu bir çok kez ifade etmiştir. ABD’nin PKK’yı terörü örgütü olarak görmesinin ve Türkiye’ye bu konuda destek vermesinin altında kendi çıkarları yatmaktaydı. PKK tarafından yapılan uyuşturucu ticareti ABD tarafından bir tehdit olarak algılanmaktaydı ve bu tehdidi yalnız Türkiye’ye karşı değil kendilerine karşı vermekteydiler. Ayrıca Türkiye ABD için stratejik önemi olan bir ülkedir. Bu nedenle Türkiye’de bir çok ekonomik girişimi bulunmaktadır. Yani daha açıkçası Türkiye’nin bir terör örgütü tarafından zarar görmesi ABD ‘nin de çok fazla çıkarlarına uygun düşmez. Bunun da doğal bir sonucu olarak tepkisi Avrupalı Devletlere göre daha yumuşak olmuştur.

PKK’NIN UYUŞTURUCU KAÇAKÇILIĞIYLA BAĞLANTISI


Uyuşturucu ticareti hem maddi hem manevi zararlar vermekte hem de insanlığa bir tehdit unsuru olmaktadır. Terör eylemlerini sürdürebilmek için PKK’da finans kaynağı olarak uyuşturucuyu seçmiştir. Terör örgütü KADEK en çok zararı ülkemizde vermiştir. Faaliyetleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde gerçekleştiren örgüt bu eylemlere devam edebilmek için kendisine çeşitli finans kaynakları bulmuştur. Ama bu finans kaynaklarının içinde geliri en yüksek olan uyuşturucu kaçakçılığında yoğunlaşmıştır.

Ülkemiz üzerindeki uyuşturucu madde kaçakçılığı güzergahlarına ana hatlarıyla değinecek olursak; uyuşturucu maddelerinin genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizdeki yasa dışı sınır geçişleri veya hudut kapılarından geçiş yapan araçlarla ülkemize sokulduğu, bu bölgelerimizde ve komşu bölgelerde yer alan Van, Diyarbakır, Gaziantep, Adana, Hatay, İçel gibi uyuşturucu madde kaçakçılığında bir merkez olarak ortaya çıkan illerimizde toplandığı, daha sonra başka İstanbul olmak üzere batı bölgelerimizde yer alan bazı illerimize Avrupa ülkelerine sevk edilmek üzere gönderildiği anlaşılmaktadır. PKK’nın teşkilatlanmasına bakıldığında teşkilatın Ortadoğu’da Batı Avrupa ülkelerine kadar uzandığı görülmektedir.
Kıbrıs’ın güney kesimi terörün beslenmesi için çok önemli bir bölgeydi. PKK da Güney Kıbrıs’tan faydalanmayı bilmiştir. Güney Kıbrıs’ın gergin ortama sahip olması ve bu adanın PKK’ya üst kurmak için izin vermesi PKK’nın bu bölgede rahatlıkla uyuşturucu kaçakçılığı yapabilmesi imkan sağlamıştır.

PKK’nın elde ettiği uyuşturucular Güney Kıbrıs ve Ege Denizindeki Yunan adalarında depolanmaktadır. Buradan da terör örgütünün Yunanistan’a irtica ettiği militanları tarafından Avrupa ülkelerine geçirilmektedir. PKK’nın kurmuş olduğu uyuşturucu ağlarıyla da piyasaya sürülmektedir.

Örgütün bu işten sağladığı kazanç miktarı çok yüklüdür. Örgüt silah malzemelerinin alımına, militanlarının bakımını uyuşturucu kaçakçılığından temin etmektedir. “ PKK’nın uyuşturucu ticaretinden 1990 yılındaki payı 300-400 milyon dolar kadardır.”

Türkiye’de ele geçirilen eroin maddelerinin nerdeyse tamamı denebilecek kadar büyük bir miktarı Irak ve Suriye’den ülkemize getirilmiştir. Avrupa’ya ülkemizden Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan tarafından gönderilmiştir.

Örgütün uyuşturucu ticaretini tercih etmesinin nedeni; uyuşturucu kaçakçılığı geliri yüksek, nakliyesi kolay, alıcısı bol, üretimi çok ve denetimsiz, pazarlama ağı kolay kurulabilen ve kolay satılabilen en cazip gelir kaynağıdır. Ayrıca uyuşturucu ticaretinde kar oranı çok yüksektir. Alımı ve satımı arasında önemli miktarlar bulunmaktadır.

KÜRT SORUNUN OLASI ÇÖZÜM YÖNTEMLERİ


PKK terör örgütünün bugüne kadar yapmış olduğu örgütlenmeler karşı Türk Hükümeti askeri yöntemlerle karşılık vermiştir. Sadece askeri hareketler bu terör örgütünü tamamen yok etmek için yeterli değildir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde buluna dağlık alanlar ve PKK’ya yataklık yapan sınır komşularımız örgütün her zaman kurtuluş noktası olacaktır.

Etnik gruplara karşı yapılan mücadeleler geçici olmamalıdır. Yatıştırma politikası her zaman için geçici sonuçlar vermiştir. Sorunlar kökeninden ele alınıp karşılıklı olarak çözümleme yönetimine gidilmelidir. PKK sorunu da böyle olmalıdır. Kürt kimliğini asimile etmek yerine Türk hükümetinin Kürt kimliğini tanıması daha uygun düşer.

Doğu illerimizin Batıya göre daha az gelişmesi Kürt sorununu ortaya çıkaran sebeplerden biridir. Doğu bölgelerimizdeki ekonomik sorunlarını, yoksulluğun, işsizliğin gözden geçirilip bu bölgede yatırım yapılması daha elverişli bir ortamın oluşmasına yardımcı olacaktır.

Türkiye ve Kürt sorunlarında olası çözüm yöntemleri neler olabilir?


Ayrılma
Sömürge ülkelere ve halklara bağımsızlık verilmesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Aralık 1960 bildirgesinde, bir devletin yetkilerini bir halkın tam bağımsızlık hakkıyla bağlantılı kendi kaderini tayinini önlemek için güç kullanmaması gerektiğini belirtmişti. Fakat daha önce o halkın bağımsızlığa hakkı olan bir halk olduğunu uluslar arası topluluğa göstermesi gerekecekti.
Ayrılmanın başarıyla gerçekleştirilmesi sonucunda yeni devlet kurulmuş olur. Türkiye ve Kürtler açısından ayrılma konusu ele alındığında pek mümkün gibi gözükmüyor. Her ne kadar Kürtler ayrılma taraftarı olsa bile hiçbir Türk hükümeti Türk topraklarının bölünmesini veya toprak ayrılmasına izin vermez.

Ortak Toplumluluk

Ortak toplumlulukta amaç çoğunluğun gereksinimleri karşılamaktır. Çoğunluğun isteklerine ek olarak azınlıklarında istek ve arzuları göz önünde bulundurularak eşitliğin vurgulanmasıdır. Bu şekilde azınlıkların istekleri göz önünde bulundurulduğu zaman ülke içinde çok fazla sorun yaratmayacaklardır.

Ortak toplumluluk ülke içinde birden fazla azınlık sorunu yaşayan küçük ülkelerde rahat uygulanabilir. Yani Türkiye’de uygulanması söz konusu olamaz. Şu an için Türkiye’nin yaşadığı tek azınlık sorunu Kürt sorunudur.

Özel Hakların Sağlanması

Türkiye’de Kürtlerle ilgili özel haklar okullarda ve televizyonlarda Kürkçe yayın yapılmasıdır. Kürtlerin Türkiye’de kendi dillerinde yayın yapan bir kuruluş ve kendi dillerinde eğitim yapan okullar bulunmamaktadır. Türkiye’de bir çok dilde eğitim yapan özel okulların bululmasına karşın Kürtçe eğitim yapan bir özel okula izin verilmemektedir. Aynı şekilde televizyon ve radyo yayınlarına da izin verilmemektedir. Bazı Kürtler uydu anteniyle Türkiye dışından yayın yapan MED TV’yi seyredebilmektedir.

Türkiye’de Kürt sorunuyla ilgili başka bir azınlık hakkı da sınır ötesinde bulunan akrabalık bağlarının sürdürülmesi .

Kürtçe eğitim ve yayın yapmak Türk hükümetini çıkarları açısından aslında yararlı olabilir. Avrupa ülkelerinin gözündeki yanlış imajı düzeltebilir ve bu tavizlerden Türkiye hiçbir zaman zarar görmez aksine yarar sağlar. Oluşan gergin ortam muhtemelen yerine yumuşamaya bırakacaktır.

Daha Fazla Demokratikleşme
Türkiye’nin orta doğuda demokratik rejimi sürdüren birkaç ender devletten biri olduğu bilinmektedir.Yinede Türkiye dışında Avrupalı ülkeler Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesi gerektiği görüşündeydi.

1995’te yapılan anayasa değişikliği ile etnik temelli siyasi partiler yasallaştırıldı. Şubat 1996’da anayasa mahkemesi demokrasi ve değişim partisi kapatmaya hazırlandı ve 1991 ile 1995 yılları arasında dokuz parti anayasa mahkemesi kararı ile kapatıldı.

Türk yetkililer gerginleşen ortamı yumuşatmak niyetiyle Kuzey Irak’ta bulunan Kürt gruplarla ılıman görüşmeler yapmaya başlamalıdır. Fakat DEP milletvekilin tutuklanması böyle diyaloğun başlamasına engel oldu.

Çeşitli Kürt gruplar ve yandaşları Türk hükümeti ile böyle bir diyalog başlaması taraftarıdır. Siyasi partiler de ise Kürt üyelerinin faaliyetleri üzerinde belli kısıtlamamaların halen var olduğu gözlenmektedir. Türk hükümeti PKK’nın şiddete başvurmaktan vazgeçmesi şartıyla Türkiye’deki Kürt partileri ilerde yasallaştırabilirler.

PKK ‘DA SON DURUM


15 yılı aşkın bir süre Suriye’de yaşamış bulunan Abdullah Öcalan Türkiye’nin terörle mücadele baskılarının artması ve Suriye’ye yaptığı baskı sonucu Suriye’yi terk etmek zorunda kalmıştı. Bir süre İtalya’da eylemleri sürdüren Öcalan İtalyan polisi tarafından yakalandı. İtalya terörist başını Türkiye’ye iade etmedi fakat Öcalan’ın beklentilerini de tamamı ile karşılamadı. Aradığı desteği bulamayan Öcalan İtalya’dan da ayrılmak zorunda kalmıştır. 16 Şubat 1999 tarihinde Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirilmiştir.

Terörist başının 26 Mayıs 1999 günü İmralı’da verilen idam kararı 25 Aralık 1999 günü onaylanmıştır. İdam cezasının çıkmasıyla birlikte örgüt militanları eylemlerini daha da arttırmış, yurt çapında yoğunlaştırmıştır. Bu hareketlerle örgüt yeniden canlandırmayı amaçlamıştır.

Öcalan’ın yakalanmasından hemen sonra protesto amacıyla militanlar eylemlerini artırdırlar. İntihar saldırıları sık olarak düzenlenmeye başlandı. Amaçları Öcalan olmadan da eylemlerin devam ettiğini gösterip Öcalan’ı aklamaktı.

Cezaevinde tutuklu bulunan Abdullah Öcalan avukatları aracılığıyla hala örgütü idare edebiliyor. İdam kararının verildiği sıralarda Öcalan’ın çaresizliğe düşmesi yapılan eylemlerin kendisini olumsuz etkilediğini düşündürmüş olmalı ki avukatları aracılıyla eylemlerin sona erdirilmesinin örgüt mensuplarının ülke dışına çıkartılması belirten bir mektup gönderdi. Bunun karşılığında örgütün genel başkanlık konseyinden gelen açıklamayla örgütün yoğunlaşan intihar saldırılarına ara vereceği açıklaması geldi.

Son dönemde PKK eylemlerine siyasi bir boyut kazandırmaya çalışmıştır. Son dönemde siyasi mücadeleye yönelerek zaman kazanmaya çalışmış. Böylelikle asıl amaçlara ulaşmayı hedeflemiştir. Öcalan yine avukatları aracılığıyla 1999 tarihinde örgüte yeni bir mektup göndererek militanların ve örgüt malzemelerinin yurtdışına çıkarılmasını istedi.

Öcalan’ın yakalanmasıyla yeni bir döneme giren PKK örgütün dağılmasını engellemek ve militanlarının moral gücünü yüksek tutmak amacıyla bir takım propagandalar da bulunmaktadır.

Çekilme esnasında militanlar Kuzey Irak ve İran topraklarında yoğunlaşmıştır. Bu bölgelerde toplanan militanlara özel fedailik ve komando eğitimleri verilmektedir. Burada gözlemlenen örgütün daha profesyonel olarak çalışma göstermek istediğidir. Ayrıca örgütün silah ve malzemeleri de Kuzey Irak ve İran topraklarında toplanmaktadır.

SONUÇ


Ülkemizden yaşanan Kürt sorunu karmaşık ve oldukça sorunludur. Kürtlerin asimilasyonu Türkiye’deki diğer etnik gruplara göre çok daha güç olmuştur. Kürtlerin çokluğu ve Kürt olduklarının bilincinde olmaları aynı zamanda da Kürtlerin aşiretçi bir yapıya sahip olmaları bu güçlüğün nedenidir.

PKK’nın terörist faaliyetleri ve Türk hükümetinin de sorunları askeri yöntemlerle çözme isteğindeki ısrarları, Kürt sorunun da çözüme ulaştırmayı oldukça zorlaştırmıştır. Turgut Özal döneminden sonra bir daha siyasi çözümlemeye başvurulmamıştır. Mayıs 1995’te Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Kürtlere ek haklar verilmesi durumunda bunların diğer Türk vatandaşlarını ikinci sınıf vatandaşlar yapacak ayrıcalıklar anlamına geleceğini açıkladı.

Türkiye’de kimliklerin farkında olan bir çok Kürt yaşamaktadır. Türk hükümeti onlara bazı hakları azınlık hakları diye değil bazı anayasal değişikliklerle vermelidir.

Kürt sorununun sadece Türkiye ile sınırlı olmadığı devletler arası etnik çatışma olduğu kabul edilmelidir. Bazı Kürt aşiretleri Türkiye Irak sınırında karşılıklı oturmalarına rağmen etnik yakınlıkları olmaması gerginliği arttırmaktadır. Kişisel çekişmeler de Kürt sorunundaki gerginliği arttıran başka bir nedendir.

Türkiye, İran, Suriye Kürtlerin konumlarını ve Türkiye’nin Kürtlere karşı tutumlarını incelediğimizde Türkiye’nin Kürt sorununa yakın gelecekte de çözüm bulunamayacağı gözlemlenmektedir.

KADEK terör örgütünün 15.08.1984 - 20.02.2000 tarihleri arasında gerçekleştirmiş olduğu eylemlere baktığımız zaman;
21.866 terör olayına sebebiyet vermiş olduğu görülmektedir.
OLAYLAR
  • Silahlı saldırı : 6.751
  • Güvenlik kuvvetleriyle çatışma : 8.581
  • Mayın döşeme ve bombalama suretiyle patlama 3.519
  • Gasp : 411
  • Yol kesme ve adam kaçırma : 1.076
  • Bildiri dağıtma : 676
  • Kanunsuz toplantı : 852
Bu olaylarda 5.546 güvenlik görevlisi vatanları uğruna şehit olmuşlardır.

ŞEHİTLERİMİZ
  • Asker : 4.027
  • Geçici Köy Koruyucusu : 1.265
  • Polis : 254
TOPLAM 5.546
bu olaylarda 11.387 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.

YARALILARIMIZ
  • Asker : 8.676
  • Geçici Köy Koruyucusu : 1.725
  • Polis : 986
  • Vatandaş : 4.561
TOPLAM : 11.387
Güvenlik güçlerince yurtiçinde yapılan operasyonlarda; bu kanlı olaylara neden olan;

TERÖRİSTLER
  • Ölü ele geçirilenler. 18.958
  • Yaralı olarak yakalananlar. 706
  • Yardım-yataklık yapanlar dahil olmak üzere
TOPLAM : 58.165 terörist yakalanmıştır.
Teslim olanlar : 2.192

Güvenlik güçlerinin gerçekleştirmiş olduğu başarılı operasyonlar neticesinde örgüte ait;
  • Uzun namlulu silah : 24.183
  • Tabanca : 5.614
  • Bomba : 21.625
çok miktarda mühimmat ve örgütsel malzeme ele geçirilmiştir.
KADEK terör örgütü en büyük zararı doğu ve güneydoğu anadolu halkına vermiştir; Emellerini gerçekleştirebilmek için zora dayalı olarak bölge halkını sindirmeyi hedeflemiştir. Bu amaçla kendisine yardım etmeyen ve destek vermeyen yerleşim yerlerine yönelik içlerinde kundaktaki bebelerden, kadınlardan yaşlı insanlara kadar bir çok vatandaşımızın bulunduğu insanların öldürülmesi ile neticelenen çok kanlı katliamlar gerçekleştirmiştir.

Haber alma hürriyetinin en önemli unsuru olan basın mensupları da maalesef yasadışı terör örgütünün hedefi olmaktan kurtulamamışlardır.

BASIN MENSUPLARI
  • Basın mensuplarına yönelik 35 olayda
  • Hayatını kaybeden basın mensubu sayısı 21
  • Yaralanan basın mensubu sayısı: 6
Bölgeye yerel anlamda hizmet götürmek için bölge halkının hür iradesiyle seçtiği Belediye Başkanları ve Muhtarlar da acımasızca terörün hedefleri arasında yer almıştır.

BELEDİYE BAŞKANLARI
  • Belediye Başkanlarına yönelik 23 olayda
  • Hayatını kaybeden Belediye Başkanı sayısı 23
  • Yaralanan Belediye Başkanı sayısı: 8
MUHTARLAR
  • Muhtarlara yönelik 105 olayda
  • Hayatını kaybeden Muhtarların sayısı 60
  • Yaralanan Muhtarların sayısı : 8
  • Kaçırılan Muhtarların sayısı : 30
  • Kaçırıldıktan sonra geri dönebilen Muhtarların sayısı : 7
Dünyanın hiç bir yerinde öğretmenler terörün hedefi olmamışlardır. Görevleri çocukları eğitmek, insanları aydınlatmak olan Öğretmenler bu kutsal görevlerine rağmen terör örgütü KADEK'nın acımasız şiddet eylemleriyle yıldırılmak istenmiştir. Eğitim müesseslerini işlemez hale getirebilmek ve bölge halkını cahil bırakabilmek için öğretmenlerin yan ısıra eğitim kurumlarına karşı da terör örgütü KADEK tarafından bir çok eylem gerçekleştirilmiştir.

ÖĞRETMENLER
  • Öğretmenlere yönelik 128 olayda
  • Hayatını kaybeden Öğretmenlerin sayısı 116
  • Yaralanan Öğretmenlerin sayısı : 48
  • Kaçırılan Öğretmenlerin sayısı : 37
  • Kaçırıldıktan sonra geri dönebilen Öğretmenlerin sayısı : 21
Ayrıca, bölge insanlarına dini hizmetleri götürmekle görevli İmamlara dahi saldırılar yapılmıştır.

İMAMLAR
  • İmamlara yönelik 40 olayda
  • Hayatını kaybeden İmamların sayısı 27
  • Yaralanan İmamların sayısı : 8
  • Kaçırılan İmamların sayısı : 5
Bölgenin alt yapısını geliştirmek, bölge halkına daha iyi hizmetler götürmek için gerçekleştirilen devlet yatırımlarının önlenmesine yönelik olarak tesislere, araç ve gereçlere de sabotajlar yapılmıştır

KADEK'nın Katliamları ve Kronolojisi
  • 22.02.1987 günü Şırnak-Uludere-Taşdelen köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 14 vatandaşımız katledilmiş, 6 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 20.06.1987 günü Mardin-Ömerli-Pınarcık köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 245 vatandaşımız katledilmiş, 4 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 08.07.1987 Şırnak-İdil-Pençenek köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 16 vatandaşımız katledilmiş, 6 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 18.08.1987 Siirt-Eruh-Kılıçkaya köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 23 vatandaşımız katledilmiş, 1 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 10.10.1987 günü Şırnak-Meşeiçi köyü Çobandere mezrasına yapılan silahlı saldırıda (13) vatandaşımızı katletmiştir.
  • 29.03.1988 Siirt-Eruh-Yağızoymak köyü civarında koyun otlatan çobanlardan (9)'u teröristler tarafından boğularak katledilmiştir.
  • 07.05.1988 günü Şırnak-Merkez-Dereler köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 16 vatandaşımız katledilmiş, 1 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 02.05.1988 günü Hakkari-Uludere-Ortabağ köyüne yapılan silahlı saldırıda vatandaşlarımız katledilmiştir.
  • 08.05.1988 günü Mardin, Nusaybin, Taşköy Balminin mezrasına saldıran teröristlerce (7)'si çocuk olmak üzere toplam (10) vatandaşımız katledilmiş, (3) vatandaşımızda yaralanmıştır.
  • 24.11.1989 günü Hakkari-Yüksekova İkiyaka köyü Aşağımolla Yasin Mahallesine yapılan silahlı saldırıda (28) vatandaşımız katledilmiş, (2) vatandaşımız da yaralanmıştır.
  • 10.06.1990 günü Şırnak-Güçlükonak-Çevrimli köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 23 vatandaşımız katledilmiş, 6 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 22.07.1991 günü Mardin-Midyat bölgesinde teröristlerce sivil araçlara yapılan saldırı sonucunda 19 vatandaşımız katledilmiş, 5 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 25.12.1991 günü İstanbul-Bakırköy İstanbul Caddesi üzerinde terör örgütü KADEK lehine sloganlar atarak kanunsuz gösteri yürüyüşü yapan (40-50) kişilik bir grup Egebank, Kit, Arçelik, Emlak Bankası, Çetinkaya Mağazalarına molotof kokteyl atmış, Çetinkaya Mağazası'nda çıkan yangın sonucu (3) erkek, (1) çocuk, (7) kadın toplam (11) vatandaşımız hayatını kaybetmiş, (14) vatandaşımız yaralanmış, olayla ilgili olarak (47) kişi yakalanmıştır.
  • 21.03.1992 günü Şırnak-Cizre ilçe merkezinde toplanan bir grup, KADEK lehinde slogan atarak yürüyüşe geçtiği sırada Cizre'nin Güneydoğusundaki Saklan deresi istikametinden 1000-1500 kişilik KADEK bayraklı bir grupta Cizre ilçesine doğru yürüyüşe geçmiş, ilçe merkezinde topluluk içerisinden Güvenlik Kuvvetlerine ateş açılmış, çıkan olayda (13) vatandaşımız katledilmiş, (26) sivil de yaralanmıştır.
  • 20.10.1992 günü Bingöl-Solhan bölgesinde teröristlerce sivil araçlara yapılan saldırı sonucunda 19 vatandaşımız katledilmiş, 6 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 22.10.1992 günü Tunceli-Malazgirt-Dedebağ köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 12 vatandaşımız katledilmiş, 4 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 05.07.1993 günü Erzincan-Kemaliye-Başbağlar köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 33 vatandaşımız katledilmiş, 3 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 18.07.1993 günü Van-Bahçesaray-Sündüzlü yaylasına yapılan silahlı saldırı sonucunda 24 vatandaşımız katledilmiş, 1 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 04.08.1993 günü Bitlis-Mutki bölgesinde sivil araca yapılan saldırı sonucunda 15 vatandaşımız katledilmiş, 13 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 04.10.1993 günü Mardin-Midyat bölgesinde sivil araca yapılan silahlı saldırı sonucunda 26 vatandaşımız katledilmiş, 3 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 04.10.1993 günü Siirt-Şirvan-Deltepe köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 33 vatandaşımız katledilmiş, 10 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 21.10.1993 günü Sirit-Baykan-Derince köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 24 vatandaşımız katledilmiş, 7 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 25.10.1993 günü Erzurum-Çat bölgesinde sivil araca yapılan silahlı saldırı sonucunda 32 vatandaşımız katledilmiş, 8 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 21.01.1994 günü Mardin-Savur-Ormancık köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 16 vatandaşımız katledilmiş, 4 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 12.02.1994 günü İstanbul-Tuzla istasyonunda tren beklerken çöp bidonuna KADEK terör örgütü mensuplarınca yerleştirilen bombanın patlaması sonucu (5) askeri öğrenci hayatını kaybetmiş, (16) askeri öğrenci ve (11) er yaralanmıştır.
  • 01.01.1995 günü Diyarbakır-Kulp-Hamzalı köyüne yapılan silahlı saldırı sonucunda 18 vatandaşımız katledilmiş, 9 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 04.05.1995 günü İstanbul, Küçükçekmece Cennet Mahallesi, Hürriyet Caddesi üzerinde bulunan Nazlı Giyim Mağazasına kimliği teröristlerce molotof kokteyl atılmış, çıkan yangında (3) vatandaşımız ölmüş, (1) kişi de yaralanmıştır.
  • 22.06.1996 günü Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde bulunan Altındağ dinlenme tesislerine teröristler tarafından yapılan silahlı saldırı sonucu, (1) Uzman Çavuş, (1) Polis Memuru şehit olmuş, vatandaşlarımız hayatını kaybetmiş, (1) Polis Memuru ile (11) vatandaşımız yaralanmıştır.
  • 08.11.1996 günü Hakkari-Çukurca bölgesinde sivil araca yapılan silahlı saldırı sonucunda 17 vatandaşımız katledilmiş, 11 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 15.12.1997 günü Mardin-Dargeçit bölgesinde sivil araca yapılan silahlı saldırı sonucunda 12 vatandaşımız katledilmiş, 13 vatandaşımız ise yaralanmıştır.
  • 09.07.1998 günü İstanbul-Eminönü-tarihi Mısır Çarsında bulunan ÜNLÜOĞLU büfesine teröristlerce konulan bombanın infilak etmesi sonucu (7) vatandaşımız hayatını kaybetmiş, (3) Alman, (3) Fransız, (2) Norveç ve (2) de Irak olmak üzere toplam (10) yabancı uyruklu ile (111) vatandaşımız yaralanmıştır.
  • 13.03.1999 günü 16.30 sıralarında İstanbul-Kadıköy-Fahrettin Kerim Gökay Caddesinde bulunan İbrahim TAŞLI’ya ait 5 katlı Mavi Çarşı işhanına bir grup terörist tarafından molotof kokteyli atılması sonucu çıkan yangından ve duman zehirlenmelerinden dolayı (10)'u Kadın, (2)'si Erkek, (1) hastanede olmak üzere toplam (13) vatandaşımız hayatını kaybetmiş, (2)’si kadın (5) vatandaşımız da yaralanmıştır. Olayın failleri güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlar sonucunda yakalanmıştır.
  • 01.07.1999 günü saat 21.40 sıralarında Elazığ-Merkez-Yenimahalle-Muharrem Çorbacıoğlu Sokakta bulunan Poyraz Kıraathanesine, KADEK terör örgütü mensuplarınca yapılan silahlı saldırı sonucu (4) vatandaşımız ölmüş, (5) vatandaşımız yaralanmış, olayda yaralanan (1) Polis Memuru daha sonra 07.07.1999 günü şehit olmuştur. Olayda (1)’i kadın (2) terörist ise ölü olarak ele geçirilmiştir. Teröristlere ait (2) uzun namlulu silah ve (1) bomba (4) şarjör, (58) mermi ele geçirilmiştir.
Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 00:49
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2008       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Emperyalizmin öncüsü durumundaki ülkelerin ülkemiz üzerinde oynadıkları tarihi düşmanlığı ayrı ayrı incelemekte fayda vardır.

İngiltere’nin Rolü


Kürtçülük hareketi içinde İngiltere çok defa Çarlık Rusya’sı ile işbirliği yapmış olmakla beraber meseleyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye en çok muvaffak olan devlettir. Çıkar çatışması sebebi ile zaman zaman Rusya’ya karşı da tavır almaktan çekinmemiştir. Öyle ki İngiltere’nin bölgedeki etkinliği II. Dünya savaşı sonrasında yerini ABD’ye terk edinceye kadar devam etmiştir.

İngiltere 1800 yıllarından itibaren bölgeye gönderdiği misyonerler ve siyasi şarkiyatçılar vasıtası ile “ Kürtçülük “ meselesine eğilmeye başlamıştır. İlk olarak “ Doğu Hindistan Şirketi” nin Bağdat’ta bir şubesinin açılması ile 1806 yılında İngiltere bölgede faaliyete başlamıştır. Bu şubenin başına getirilen Rich ve Heine adlı iki İngiliz ile Basra’da görevli İngiliz İstihbarat görevlisi Kolkhan ve Hindistan’da Midran şehrinde görevli İngiliz subayı Mc. Donald bölgedeki “Kürtler “ ve “ Ermeniler” ile ilgilenmeye başlamışlardır.

İngiltere’nin amacı, Ortadoğu’ya hakim olmak, Hint Okyanusuna ulaşım imkanı veren kara ve deniz yollarını elinde bulundurmaktır. Bu sebeple Rusya’nın güneye sarkmasını engellemek istemiştir. Arap ayırıcılığı yanında Kürtçülük gayretlerine girişmesinin sebebi de budur.

1896’da Süveyş Kanalının açılması ile Akdeniz ve Ortadoğu’nun önemi daha da artmıştır. 1875’te Süveyş su yollarının hisselerinin büyük bölümünü satın alan İngiltere, 1878 Berlin antlaşması ile Kıbrıs’a da yerleşmiştir. 1882 yılında Mısır’ın işgali ile Akdeniz’e tamamen hakim olmuş sıra Ege’ye gelmiştir.

Başlangıçta Yunan isyanına karşı olan İngiltere, Ege politikası sebebi ile Yunanlıları desteklemiştir. Bu maksatla isyancılara maddi yardım ve gönüllü desteği yapılmış, Osmanlı toprağı üzerinde İngiliz güdümünde ve Türk’e düşman bir Yunanistan kurulmuştur.

Batı Anadolu’nun işgali, Adalar ve Kıbrıs meseleleri İngilizlerin politikalarının birer ürünüdür.

İngiltere’nin Türkiye’ye karşı kullandığı bir başka Hıristiyan unsur Ermenilerdir. Ruslarla rekabetin bu politikada da etkisi vardır.

Aşiretlerimizle ilgilerini devam ettirirlerken, onları kuşkulandırmadan uygulamaya çalıştıkları Ermeni meselesinde değişik görüşler vardır. Bunlardan biri de Kürt nüfusu azaltma konusudur.

İngilizlerin güdümünde bir Ermenistan kurulması için, Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfus getirilecek, Türk nüfus gittikçe azaltılacak, geriye Kürtlerle Süryaniler kalacaktır.

Doğu Anadolu’da ve İstanbul’da çıkan bütün Ermeni olaylarında , Rusya kadar İngilizlerinde etkisi vardır. Hemen her büyük Ermeni hareketinin peşinden Bab-ı Ali’ye Ermenilerle ilgili ıslahat muhtıraları veren Batılıların başında yine İngilizlerin yer alması, bu topluluğu kendi çıkarları için kullanma amacıyladır.

Ankara hükümetine Sevr’i kabul ettirmek için Batıda Yunanlıları, Doğuda Ermenileri harekete geçiren yine İngiltere’dir.

İngiliz menfaatlerini koruyacak kukla bir Kürdistan Kurma fikri ise gittikçe ağırlık kazanmıştır. Bu sebeple, Kürt milliyetçiliği propagandasında çoğu zaman Ruslarla yarışmışlardır. 1917’deki Komünist ihtilali Rusya’yı devreden çıkarınca bölgedeki Kürtçülük politikası İngilizlerin eline geçmiştir.
Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşından yenik çıkınca Mondoros Mütarekesinin ağır baskısı başlamıştır. Paris’te yapılan Konferansa Ermeniler adına Bogos NUBAR Paşa sözde Kürtlerin adına ise İngilizlerin desteği ile kurulmuş olan Kürt Teali Cemiyeti taraftarı Kürt Şerif Paşa Osmanlı heyetinin içine girmelerini başarmışlardır. Bogos NUBAR ile anlaşan Şerif Paşa, Galip devletlerin temsilcilerine Kürt istekleri ile ilgili tekliflerde bulunmuşlardır.

Kürt istekleri adı altında ileri sürülen mesele, aslında İngiliz planıdır. Osmanlı toprağını resmen parçalamak için toplanmış bulunan Paris konferansının metni önceden hazırlanmıştır. Kürdistan kelimesi eklenmesi ile oluşturulan maddeler şöyle olmuştur: ”Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan ve Filistin ile Arabistan Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmalıdır.”.Bu teşebbüs 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr anlaşmasının 62, 63 ve 64 . maddeleri ile daha da belirginleştirilmiştir.

Paris Konferansı öncesinde İngilizlerin başını çektiği yoğun bir Kürtçülük faaliyeti sürdürülmüştür. Ülkedeki Kürtçü çevrelerle sürekli temaslar kurulmuştur. Doğudaki aşiretlere mensup bazı zengin ailelerin, Devletinde yardımı ile İstanbul’da ve Avrupa’da okuyan çocuklarına bölücü fikirler aşılanmıştır. Aşiretlerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde ajanlar vasıtası ile bir çok gizli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Mondoros Mütarekesi imzalanınca aşiretleri Osmanlı Devletine karşı isyana teşvik eden İngilizler, Musul ve havalisini işgal etmişlerdir. İngilizlere karşı yurdun değişik yörelerindeki bazı aşiretler tavır koymuşlar ve silahlanmaya başlamışlardır.

İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliğinden Amiral CALTHORPE, Kürt meselesinin Barış Konferansında kendilerini sıkıntıya sokacağını belirterek Kürt Teali Cemiyeti başkanı Seyit Abdülkadir’in “Kendi taraflarına çekilebildiği” takdirde güçlüklerin halledilebil ineceğini belirtmiştir.

Aşiretleri kendi yanlarına çekmek ve Ermenilerle çıkabilecek muhtemel uyuşmazlıkları konferanstan önce gidermek amacıyla bölgeye ajanlar sokulmuştur. Bunların en önemlisi Hindistan İngiliz Hükümeti siyasi şubesinde görevli Binbaşı Neol’dir.

Binbaşı Neol, bölgede geniş bir araştırmaya girişmiştir. Araştırmaları neticesinde çektiği raporlarda Noel, genel olarak bölgedeki İngiliz düşmanlığını, devlet yanlılığını, İslami anlayışın gücünü ve Paris’te bulunan Şerif Paşanın ayrılıkçı tutumuna karşı beliren tepkileri ayrıntılı olarak belirtmiş ve çözüm önerilerinde bulunmuştur.

Türkiye’yi Ermeni, Kürt gibi isimler altında parçalara ayırma gayretlerinin konferans metninde yer alması ve Kürt Şerif Paşa gibi bir kişinin Aşiretleri temsil ettiği iddiasında bulunması, Anadolu’da ve İstanbul’da büyük tepkilere sebep olmuştur.

İngilizlerin karıştırıcı ve bölücü girişimleri Kurtuluş Savaşı süresince ve Cumhuriyetin ilanından sonra da devam etmiştir. 1924'deki Nasturi isyanı, Türkiye'nin Musul meselesinde ısrarı üzerine çıkarılmıştır. Cumhuriyet döneminin en büyük ayaklanması olan Şeyh Sait isyanına ve ertesi yıl başlayan Ağrı olaylarına Kürtçü bir mahiyet vermek isteyen dış güçlerin başında da yine İngilizler vardır.

"Kürtlerin ayrı bir millet olduğu" iddiaları büyük ölçüde İngiliz yayılmacılığının ürünüdür. Ortadoğu'nun zenginliği ve petrolün cazibesi devam ettiği sürece, başta bölücülük olmak üzere, Türkiye aleyhine gelişmeler devam edecektir. Bölgedeki nüfuz üstünlüğü ABD'ye geçmiş gibi görünse bile, İngiliz çıkarları yine ön plandadır.
Fransa’nın Rolü

Fransa, her dönemde "Büyük Devlet" olduğu iddiasını elden bırakmamıştır. Bu sebeple Şark Meselesi'nde de İngiltere'den geri kalmamaya özen göstermiştir. Bölgedeki çıkarları sebebiyle Osmanlı İmparatorluğu'na karşı sürdürdüğü düşmanlığı, Cumhuriyetten sonra da aralıksız sürdürmüştür Günümüz Avrupa'sında Türkiye'ye karşı oluşturulan bölücülük merkezlerinin en önemlileri yine Fransa'dadır. Fransa'nın bölgedeki çıkarları. İngiltere ve Rusya ile çatışıyordu. Bu sebeple Fransa, Osmanlı Devleti'ne karşı, her zaman, iki yüzlü bir politika yürütmüştür; ticari ve siyasi yollarla dostça yaklaşımlarını devam ettirirken, Türkiye'yi içeriden yıkıp parçalamak, Akdeniz üzerinden de Ortadoğu'ya ve Osmanlı toprağına yayılmak için elinden geleni yapmıştır.

İngiltere, Hindistan yollarına ve Ortadoğu'ya hakim olmak amacıyla Süveyş Kanalı'na el atınca Fransa da Lübnan'ı karıştırmaya girişmiştir. İki devlet arasındaki tarihi rekabet, bu gelişmelerden sonra iyice tırmanmaya başlamıştır. Akdeniz'de hakimiyet sağlamak ve Osmanlı imparatorluğu "nun Arap unsurlarını kendi sömürgelerine katmak için Türkiye aleyhine gelişmeler hızlanmıştır.
Esasen Fransa, 1830'dan itibaren Cezayir'i ve daha sonra da Tunus'u işgal için girişimlerde bulunmuştur. Nihayet 1877-1878 Türk-Rus savaşından sonra buralarda hakimiyetini kurmaya başlamıştır.

Fransa'nın bölgeye yayılma politikası, l. Napolyon zamanında açığa çıkmıştır. Mısır seferi; Suriye üzerinden 19 Mart 1799'da Akka'ya ulaşan istila hareketi bu maksatladır. Osmanlı komutanlarından Cezzar Ahmet Paşa karşısında başarılı olamayan Fransızlar, bölgedeki Osmanlı harekatını yıkmak için ırkçılığı, mezhep ayrılıklarını kışkırtma yolunu tutmuşlardır.

Lübnan'da bulunan Katolik Maruniler'e, Haçlı seferlerini yeniden başlatacağı vaadiyle yaklaşan Napolyon, onları kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Peşinden, Dürzilere istiklal sağlayacağını ileri sürerek isyan girişimlerinde bulunmuştur. Filistin'de "Yahudi Devleti" kurduracağına söz verdiği Musevileri tahrik etmiştir. Mekke Şerifi ve Vahhabiler'in lideri Abdülvahab'ı, Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmaya teşvik etmiştir. Akka'da başarılı olamayıp Mısır'a dönünce, "Mısır, Mısırlılarındır" sloganıyla ayrılıkçılık çıkarmaya çalışmıştır.

Fransa, 1789 Fransız ihtilaline kadar, bölücü propagandayı din esasına göre yürütmüştür. İhtilalden sonra ırk temeline dayanan milliyetçi görüşü de kullanmıştır. Bu görüşü zamanla ön plana geçirmiştir.

İsyana zorladığı Sırpları, Karadağlıları, Ege adalarındaki Rumları, Yunanlıları hep bu yolla kışkırtmıştır.

1821'de Yunan isyanı başlayınca Fransız kamuoyu, isyana arka çıkmıştır. Şair, yazar ve bürokratlardan oluşan bir "Yunansever" grup, "Paris Greek Commite" adıyla yardım komitesi kurmuştur. Maddi desteğin yanında gönüllü savaşçılar da Yunan istiklali uğrunda isyancılara katılmıştır.

1878 Berlin Kongresinden sonra Anadolu’dan pay alma konusu gündeme gelince, Rusların başlatmış olduğu Ermeni kışkırtıcılığına Avrupa devletleri de ortak olmuştur. Bu konuda Fransa, himayesinde bir Ermeni Cemaati oluşturarak onları kendi menfaatine kullanmayı planlamıştır.

Türkiye’deki inanç hürriyetinden yararlanılarak Ermeniler üzerinde yoğunlaşan bu din koruyuculuğuna İngiltere ve ABD'de katılmıştır. Böylece bir de protestan Ermeni grubu oluşmuştur. Gregoryan kilisesi, Rus propagandası merkezi haline sokulup, kendi cemaatini Rusların çıkarı için harcarken, Fransız güdümündeki Katolik Ermeni kilisesi de Fransa'nın hizmetindedir. Bir yandan da ortaya salınan misyonerler, kendi kiliselerine Ermeni cemaat toplama propagandasına girişmişlerdir.

Ermenilerin mezhep yoluyla bölünüp üç ayrı cemaat haline getirilmesi, onlara yapılan kötülüklerden biridir. Bu sebeple kendi aralarında önemli mücadeleler vermişlerdir. Eğer, Ermeniler arasındaki dini kavgalar daha büyük boyutlara ulaşmamış ve bazı uzlaştırıcı tedbirler getirilmiş ise, bu, Osmanlı idaresi sayesindedir.

Rusya, Doğu Anadolu'da Ermenistan kurulacağı vaadiyle Ermenileri kullanırken, Fransa da "Kilikya Ermenistanı" fikrini beslemiştir. Ermenilere prenslik vaadiyle çıkarılan Zeytun isyanından sonra, sadece Katolik Ermenilerin değil, diğer mezheplerden olan Ermenilerin isyanlarına da Fransa'nın katkısı olmuştur. Ancak, Ermenilerin en fazla kullandıkları bölge Adana ve civarıdır.

Ermeni toplumunu Anadolu'ya yayılma aracı olarak gören Fransızlar bir yandan da "bilimsel çalışma" adı altında "Kürt ayırıcılığı" konusunu işlemişlerdir. Bu gayretlerden biri, "Kürt-Ermeni akrabalığı" iddiasıdır. Türkiye'ye karşı birleşik bir tehdit oluşturmak amacındadırlar. 1893-1897 yılları arasında yayınladıkları "Sarı Kitap" adlı bir ilmi eserde aşiretlerimizin Ari ırka mensup olduklarını ve Ermenilerle aynı soydan geldiklerini ileri sürmüşlerdir. l. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin kaderini tayin etmek için toplanan Paris Konferansı'nda yine bu akrabalığı dile getirmişlerdir.

Mütarekeden sonra işgalciler, Anadolu'ya asker çıkarırken, Fransızlar da İskenderun Limanından Adana ve havalisine yayıldılar. Mısır'da "Şark Lejyonu" adı altında teşkil ettikleri Ermeni alayını işgal bölgesine getirdiler.

1919 yılının 15 Eylül'ünde Antep, 20 Ekim'de Maraş ve 30 Ekim'de Urfa İngiliz işgal gücünden Fransızlara devredilmiştir. Bölgedeki Ermeni çetecileri bir araya getirilmiştir. Fransız askeri kıyafeti giydirilerek Lejyon birliği takviye edilmiştir.

1924 yılında Paris'te "Kürt Enstitüsü" kurmuşlardır. Burasını, zamanla Avrupa'da Kürtçülük propagandası yapan bir merkez haline getirmişlerdir. Enstitüde, Suriye, İran, Irak ve Türkiye'den gelen öğrencilere eğitim verilmektedir. Kuruluşun, "Studia Kurdia" adıyla 6 ayda bir Arapça, Türkçe ve Kürtçe yayınlanan dergisi vardır. Ayrıca Türkçe, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca ve Kürtçe olarak "irtibat ve Haber Bülteni" isimli bir yayın organı da bulunmaktadır. "Hevi" isimli Kürtçe dergi de bu Enstitüce çıkarılmaktadır.

Kürt Enstitüsünden başka, 1948 yılında kurulan "Kürt Etütler Merkezi" ve ayrıca "Kürt Delegasyonu", "Kürt Talebe Cemiyeti Paris Şubesi" gibi kuruluşlar da Fransa'nın himayesinde ve desteğinde faaliyet gösteren Kürtçülük propagandası üsleridir. Talebe Cemiyeti'nin yayın organı olan "Kürdistan" bağımsız bir Kürt Devleti kurulması yönünde yayın yapmaktadır. Halen "Comite de Solidarite a la Revolution Kürd" (Devrimci Kürt Dayanışma Cemiyeti) adlı başka bir kuruluşu da barındıran Fransa, PKK denilen bölücü örgütün yayınlarının basılmasına da izin vermektedir.

Hatay'ın Anavatana katılmasını engellemek isteyen Fransa, bazı Ermeni çetelerini aleyhimize kullanmıştır. Aşiretleri de karıştırmaya yeltenmiştir.

Cumhuriyet Hükümeti, Dersim'de bir seri iyileştirici harekete girişmiştir. 1934'de çıkarılan iskan Kanunu; 25 Aralık 1935 tarihli "Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında kanun ve halkta bulunan silahların toplanması ile ilgili faaliyetlerle bölgede asayişin ve kalkınmanın sağlanması hedef alınırken, başta Seyyid Rıza olmak üzere bir kısım çıkarcı ağalar rahatsız olmuştur. Onların etkisiyle, iç bölgelerde yer yer hoşnutsuzluklar görülmüştür. Bu fırsatı değerlendiren Fransızlar, ajanları vasıtasıyla bölge halkını devlete karşı kışkırtıcı girişimlerde bulunmuşlardır. Bir yandan Dersim karıştırılırken Suriye hududu boyunca da Arap eşkiyalarıyla takviyeli Ermeni çetelerini bize karşı kullanmışlardır. 1936 yılı sonlarında başlatılan ve 1937 yılında iyice şiddetlenen bu sınır olaylarında Ağrı isyanı sonunda Suriye'ye sığınan "Hoybun Cemiyeti"ni kullanan Fransa, yine aynı örgütün Dersim'e kaçan militanları aracılığıyla irtibat kurduğu Seyyid Rıza'ya vaatlerde bulunmuş, yardım etmiş ve Dersim havalisini karıştırmıştır.

Hiçbir dönemde sömürgeciliği ve bölücülüğü elden bırakmayan Fransa, 200 yıl Korsika'yı işgal altında tutup kan döken; Cezayir ve Tunus'da halkı devlete karşı tahrik eden, çıkarı için binlerce Ermeni'yi harcayan; Kürtçülüğü koruyup destekleyen ve kan dökücü PKK terör örgütüne destek veren, Ermeni terör örgütlerine yataklık eden Fransa, insan hak ve özgürlüklerini sadece kendi çıkarı için bir maske olarak kullanmaktadır.
Almanya'nın Rolü

Almanlar kendilerini Batı Roma İmparatorluğunun varisi saymaktadır. "Avrupa Kıtası'nın En Büyük imparatorluğu" hayali, her Alman'ın kafasında yer etmiştir. Almanya'nın Avrupa'dan Asya ortalarına, Akdeniz ve Mezopotamya'ya uzanan siyasi kontrol arzusu, Fransa, İngiltere ve Rusya'nın rekabetiyle karşılaşmıştır.

Almanya'nın yayılma politikası, her dönemde Türk-İslam varlığını tehlikeye sokmuştur. Bu tehdidin, Haçlı Seferlerine kadar uzanan bir geçmişi vardır. Bu seferlerden dördünü Alman imparatorları düzenlemiş, ikisine bizzat komuta etmişlerdir.

Osmanlı Devletiyle de birçok defa savaşmış olan Almanya'nın en büyük emeli, Türklerin Avrupa'dan çıkarılması ve Osmanlı mirasının kendi ellerine geçmesidir.

Almanya, 1871'de federal bir devlet halinde yeniden kurulmuştur. "İkinci Reich" denilen yeni Almanya, kısa sürede her alanda Fransa'yı geçmiş ve İngiltere'den sonra Avrupa'nın en güçlü ülkesi olmuştur. Sanayide, denizcilikte, askeri alanda önemli hamleler başlatmıştır. Hammadde ve pazar arama, gıda ihtiyacını temin etme gibi meseleler arttıkça öteden beri yayılmak istediği Osmanlı toprağına süratle ulaşmanın yollarını aramıştır. Bu sebeple diğer büyük devletlerle olan rekabeti de artmıştır.

Batılı anlayışa göre, rekabetin esası yayılmacılığın hızlandırılmasıdır. Bu konuda kendilerinden başkasının hayat hakkı yoktur. Doğudaki zengin kaynaklara ulaşmak; sömürgeleri çoğaltmak için her yol meşrudur. Sömürülen kaynakların, çıkar bölgelerinin ve ulaşım yollarının korunması için himaye altında güdümlü idarelerin, nüfuz alanlarının kurulması gerekir.

Bütün bu menfaatler, Türkiye üzerinde kilitlenmiştir. Bu sebeple Osmanlı Devleti'nin yıkılması için her çareye başvurulmuş, gizli taksim projeleri yapılmıştır. Fakat, çıkarların çatışması sebebiyle tam bir sonuca ulaşılamamıştır.

Bu meselede Almanya'nın tutumu farklıdır. Osmanlı devletine barışçı yollarla sızmayı tercih etmiştir. Ekonomik bakımdan, Alman desteğine ihtiyaç duyarak ayakta kalabilecek ve Almanya'nın rakiplerine karşı askeri açıdan yeterli olabilecek bir Türkiye arzu etmektedir. Alman emellerinin geleceği açısından Pazar ve hammadde, tarım ürünlerinin temini ve diğer kaynaklara olan ihtiyaç bakımından da Osmanlı dostluğu devam etmelidir.

Bölgedeki gelişmeler, Almanya'yı telaşlandırmıştır. Rusya, Balkanları karıştırıp Ermenileri kışkırtırken, bir yandan da aşiretlere el atmaktadır. Fransa, Tunus ve Lübnan üzerinden Suriye'ye yayılmış, Ortadoğu'da etkili olmaya başlamıştır. Rakip tanımayan İngiltere ise Mısır ve Süveyş üzerinde askeri hakimiyet sağlamıştır. Mezopotamya'yı imparatorluğuna katma peşindedir. Yayılmasını sürdürmek için Arapları tahrik etmekte, aşiretlerle ilgilenmektedir. Bütün bu siyasi ve askeri gelişmeler yanında, kültürel ve dini etkiler de sürdürülmektedir. Ortadoğu ve Anadolu çeşitli ülkelerin misyonerinin faaliyet alanı haline gelmiştir. İslam ahali ve Müslüman sömürgeler, Türklük aleyhine kışkırtılmaktadır. O tarihlerde Fransa'nın Müslüman sömürge nüfusu 15, İngiltere'nin 85 milyondur. Çarlık idaresinde de milyonlarca Müslüman vardır. Almanya'nın ise hiç yoktur.

Yeteri kadar askeri deniz gücüne sahip olamayan Almanya, rakiplerine karadan vurup, yayılma yollarını kesmeyi hesaplamaktadır. Balkanlar ve Anadolu üzerinden Mısır, Suriye ve Bağdat kontrol edilebilirse ileride Mezopotamya ve Anadolu'ya sahip olabilirlerdi. Ne var ki bölgedeki ulaşım imkanı yeterli değildir. Uygun bir demiryolu hattı inşa edildiği taktirde Almanya'nın bölgeye askeri müdahalesi kolaylaşacak, Osmanlı Devleti'yle ticari ve siyasi bağ güçlenecektir.

İstanbul-Bağdat demiryolu projesi üzerinde büyük devletlerin amansız çekişmelerinin sebebi budur. Bu hattın yapılma hakkı Almanya'ya verilmiştir. XIX. yy.'ın sonlarına doğru 1000 km.'ye ulaşan bu demiryolunun yapılmasına paralel olarak Alman prestiji de süratle artmaktadır.

l. Dünya Savaşı başındaki ilk başarılar Alman nüfuzunu arttırmıştır. Balkan ülkelerinin çoğu Alman asıllı prenslerin idaresine girmiştir. Sırbistan Alman kontrolündedir. Bulgaristan da idaresini Almanlara teslim etmiştir.

Günümüzde Orta Avrupa'da, Balkanlar'ın kuzey kapısı sayılan bölgelerde, Sırbistan ve Bosna Hersek'te olup bitenlere bakılırsa, Almanların kafasında şekillenmiş bulunan "Pax Germenia" Alman zihniyetinin değişmemiş olduğu anlaşılır. Türkiye aleyhine faaliyet gösteren yıkıcı ve bölücülere Almanya'dan gösterilen kolaylık televizyon ve basında Kürtçü örgütlere verilen destek, PKK'ya verilen taviz, Almanların Türkiye'ye karşı besledikleri niyetin göstergesidir.

Rusya'nın Rolü


Rus yayılmasının ana hedefi, Akdeniz ve Ortadoğu'ya ulaşmaktır. I. Petro'dan, 11. Nikola'ya kadar, 200 yıl içinde Rus tahtına oturan 12 çar veya imparatoriçe, bu siyasetin takipçisi olmuşlardır. Birinin bıraktığı yerden diğeri devam etmiştir.

Amaca ulaşmak için vazgeçilmez iki ara hedef ise, doğuda Kafkasya, batıda Balkanlardır. Bu iki yarımada elde bulundurulmakla Osmanlı devleti iki yönden tehdit edilecek, Karadeniz ve Boğazlara hakimiyet sağlanacak, daha sonra da Doğu Anadolu üzerinden güneye inilecektir.

Rusya bu uğurda Şark Meselesi'nin takipçisi olan devletlerden birini veya birkaçını daima yanına alarak Türkiye'ye ardı ardına saldırılar düzenlemiştir. Ülkeyi içeriden karıştırmak, bölücü faaliyetlerde bulunmak için de elinden geleni yapmıştır. Kırım'dan Kafkasya'ya kadar bütün Türk ve Müslüman topluluklarını nifak yoluyla bölüp parçalayan Rus siyaseti, Balkanları da aleyhimize kışkırtmıştır. Osmanlı imparatorluğunun toprakları üzerinde Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan gibi ufak devletlerin kurulmasında baş faktör, Rus yayılmacılığıdır.

Çarlığa, Balkanlar ve Kafkasya yollarını açan önemli olay, 21 Temmuz 1774'te imzalanan Kaynarca anlaşmasıdır. İstanbul'da Ortodoks Kilisesi kurma, Osmanlı imparatorluğu dahilinde istediği yerde konsolos bulundurma hakkı ile fesat yuvalarının temeli atılmıştır.

Ruslar, Balkan ülkelerini, başlangıçta Ortodoks Mezhebi'ne dayalı dini koruyuculuk görünümü altında kışkırtmışlardır. 19. yy. başlarından itibaren bu gayretler, etnik ayırıcılıkla takviye edilmiştir. Asrın ilk çeyreğinden sonra gittikçe netleşip Pan-İslavist çizgide bütünleşen bağımsızlık tahrikleri, Berlin anlaşması ile arzu edilen siyasi sonuca ulaştırılmıştır.

Balkanlardaki ilk karıştırıcılık, Eflak ve Boğdan'da görülmüştür. 2. adım "Büyük Helen Devleti" hayaliyle Rumların isyana teşviki olmuştur. 1804'te başlatılan Sırp ayaklanması sürerken 1821'de Rum isyanları yeniden alevlendirilmiştir. Tanzimat'ın ilanıyla gayrimüslim tebaa üzerinde tahrikler yoğunlaştırılmıştır. Kırım Savaşı sırasında en koyu döneme giren Pan-İslavizm, Çarlıktan sonra da Sovyetler Birliği'nin yıkılışına kadar, Türk düşmanı bir siyasi hareket olarak devam etmiştir. Pan-İslavizmin Balkanlar'a yayılmasında Rusların Bab-ı Ali nezdindeki elçisi İGNATİYEV'in rolü büyüktür. Elçilik, Balkanlar ve Boğazlar ile ilgili bir merkez haline getirilmiştir. İstanbul Ortodoks Kilisesi de bölgede İslavist bir ittifakın kurulmasına ve Türkiye'ye karşı Balkan birliği oluşturulmasına öncülük etmiştir. 1870'te Bulgaristan'da açılmış olan kilise dini bir hüviyetten çıkıp Rus aristokrasisinin Balkanlardaki temsilcisi olan siyasi bir kuruluşa dönüştürülmüştür. İlk aşamada Balkanlar'ın muhtelif yerlerinde isyanlar çıkarılacak, sonra da Türkiye'ye yönelinecektir.

Devrin bazı ünlü Rus yazarları da Balkan Birliği lehinde propaganda yapmışlarıdır. Bunlardan biri olan DANİLEVSKİ, daha da ileri giderek İstanbul'un Balkan Birliği'nin başkenti olmasını istemiştir. Tabii burada esas olan, Boğazların Rus idaresine sokulmasıdır.

Türklerin Balkanlar'dan atılması ve Anadolu'da boğulması, diğer Batılı devletlerden, özellikle Fransa ve İngiltere'nin de arzusudur. Rusların Balkan siyasetini desteklemişlerdir. Böylece, Bulgaristan'da karışıklıklar sürerken 1875'te Hersek isyanı başlamıştır. 1876'da Sırplar ve Karadağlılar Osmanlı Devleti'ne savaş açmışlardır. Bu sırada Rusya'da kurulmuş olan "Islavlara Yardım Cemiyeti" para, silah ve gönüllü yardımıyla bütün Balkan Yarımadasında Türk katliamı başlatmıştır. Batıda Balkan Hıristiyanları doğuda Ermeniler kışkırtılırken 1877-1878 Türk Rus Savaşı başlamıştır.

Bulgaristan'a vaat edilen Makedonya'nın, Berlin anlaşması ile bizde kalması sadece Rus idealine değil, diğer emperyalistlere de ters gelmiştir. Makedonya tamamen elden çıkmadıkça Balkan Türklüğü çökertilemeyecektir. 1902'de bu bölge yeniden karıştırılırken 5 Ekim 1908'de Bulgar Krallığı ilan edilmiştir.

1909'da çıkan 31 Mart Olayı, 1911 Yemen ve Arnavutluk ayaklanmaları,İtalyanların Trablusgarb'a asker çıkarmaları, Türkiye'yi meşgul ederken, çeşitli vaatler alan Yunanistan, Islav devletleri safına geçip Bulgaristan'la anlaşmıştır (29 Mayıs 1912). Aynı yılda Bulgar-Karadağ Anlaşması yapılmıştır. Anlaşmaların öncüsü Bulgaristan, onu yöneten ise Çarlık'tır. Artık bu tarihten itibaren, Rus ideali için doğuda Ermeniler ne idiyse, batıda da Bulgarlar aynıdır.

Balkan felaketi, Türkiye için önemli bir darbe olmuştur. Bu savaşlar sırasında doğudan getirtilen bir çok Ermeni çetesi, ordumuzu arkadan vurmuştur. Siyasi alanda da Kürtçü-Ermeni yakınlaşması için gayret gösterilmiştir. Ruslar, Balkan kargaşası içinde Doğu Anadolu'yu istila etmenin yollarını aramıştır. Doğuda bulunan konsolosluklar, Kafkas Genel Valiliği, Rus Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa'daki Rus diplomatları, bu işgali çabuklaştırmak için girişimlerde bulunurken, aşiretler ile Ermeniler arasında çatışma çıkarma gayretleri de gittikçe arttırmışlardır. Bütün mesele, Rus müdahalesine zemin hazırlamaktır. Bu teşebbüs, Fransa ve İngiltere'nin çıkarlarına ters düştüğü için engellenmiştir.

21. asra girildiğinde Balkanların yeniden karıştırılması, bölgedeki Türk ve Müslüman varlığının yok edilmeye çalışılması, Ermenilerin Azerbaycan'a saldırmaları, içeride bölücü terör diye tanımlanan müşterek yıkıcılığın kan dökmesi ve Batı dünyasının tutumu, geçen bunca yıl sonunda hiçbir şeyin değişmediğini göstermektedir.

Rusların aşiretlerimizle ilgilenmeye başlamaları, Güney Kafkasya'nın işgaliyle birlikte sürdürülmüştür.

Tiflis'te üslenen Rus ordusu doğu sınırımızı ilk defa 1806 yılında geçmiştir. Özel olarak yetiştirilmiş ajanlar da Türkiye'ye sızdırılarak aşiretler üzerinde Rus yanlısı propaganda başlatılmıştır.

Azerbaycan'ın işgali tamamlanıp Aras güneyi İran'a verildikten sonra General Paskeviç komutasında çok güçlü bir Rus ordusu, Ahıska ve Ahılkelek'i yerle bir etmiştir. Kars-Erzurum platosu istikametine yönelmiştir. Bu harekatın bir amacı da Çarlığın gücünü gösterip bölge halkının moralini bozmak ve aşiret büyüklerini kendi yanlarına çekmektir. Doğuda acımasızca kan döken PASKEVİÇ, bir yandan da aşiret reisleriyle temaslarını sürdürmüştür.

Kafkas Genel Valiliği, Rusların Doğu Anadolu politikasının siyasi ve askeri bir merkezi haline getirilmiştir. Propaganda, haber alma, casusluk faaliyetleri, Ermeni tahrikleri, aşiretlerle münasebetler ve askeri harekatın koordinesi hep bu merkezce yürütülmüştür. Rus ajanları Doğu Anadolu'daki konsolosluklar aracılığı ile bütün doğuyu sarmıştır. Bozgunculuk uğruna ilmi çalışmalar da yapılmıştır.

1856 Paris Anlaşmasından sonra Kürtçü gayretler artırılırken Doğu Anadolu'ya da "Armenya" denilmeye başlanmıştır.

Bütün bu savaşlarda Aşiretleri devlet aleyhine kışkırtmaya yönelik faaliyetler bütün hızı ile devam etmiştir. Ancak Bedirhaniler'den Osman ve Kenan Paşa adlarındaki iki kardeş ile Hakkari'de Ubeydullah adındaki maceraperestin hareketinden başka Rusların propaganda ve teşviklerinden etkilenen aşiret olmamış hepsi devleti ile birlikte Ruslara karşı mücadele vermiştir.

I. Dünya Savaşı'nda yine Ermenilerle birlikte saldıran Ruslar, aşiretler üzerinde son oyunlarım gösterirken Çarlık idaresi devrilmiştir. 1917 ihtilali ile Ruslar Doğu Anadolu’daki faaliyetlerine bir süre ara vermişlerdir.

Daha sonra ideolojik bir çizgiye oturtulan Rus yayılmacılığı, eskisini aratmamıştır. Komünizm, bu emperyalizmin silahı olmuştur.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra bölücülük hareketi artmıştır. 1960'lı yıllardan itibaren Sovyet destekli Marksist-Leninist kuruluşlar, gençlik kesiminde etkili olmaya başlarken Kürtçü cemiyetler kurulmaya başlanmıştır.

Bu yeni yıkıcılık ve bölücülükte Sovyetlerin Türkiye'deki öncülüğünü TKP "Türkiye Komünist Partisi" yapmıştır. Bir çok defalar kapatılmış olan bu illegal örgüt, faaliyetlerini zamanla aydın kesim üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kurulan bir çok yan örgüt, Marksist-Leninist metotlarla; öğrenci-gençlik eylemleriyle ülke çapında karışıklıklar çıkarmışlardır. Yurt içinde ve dışında planlı ve sistemli Kürt ayrılıkçılığı çalışmaları da bu kargaşada tırmandırılmıştır. Bir çok parti ve dernek kurulmuştur. Devleti yıkmak ve milleti bölmek için atılan tohumlar, zamanımızdaki bölücü örgütleri doğurmuştur.

Yetmiş yıllık Sovyetler imparatorluğu da çöküp dağılmıştır. Müstakil devletler kurulmuştur. Fakat, İslav zihniyeti değişmemiştir.

Öte yandan İslav milliyetçiliği yeniden canlandırılmakta İslav asıllı üç cumhuriyet olan Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya, aralarında yeni bir ekonomik ve siyasal birlik oluşturmaktadırlar. Hedefleri, Türk Cumhuriyetleri üzerinde baskı yaratmak, Türkiye ile ilişkilerini kesmektir.

"Böl ve Parçala" siyasetinin "Milli Devlet" oluşumuna tahammülü yoktur. Azerbaycan'da çıkarılan iç karışıklığın sebebi budur.

Amerika Birleşik Devletlerinin Rolü


ABD'nin siyasi Kürtçülükle ilgili tutumu da 1810 yılına kadar uzanır. Daha ziyade misyonerlik tarzında yürütülen bu Kürtçü politika, İngiliz ve Rus eylemleri için destek unsuru teşkil etmiştir. Nitekim, 1880 yılında çıkan Şeyh Ubeydullah olayında Ruslara, 1887'de ise İngiliz Lash'ın Musul yöresindeki faaliyetlerine katkıda bulunmuşlardır. Uzmanlara göre, ABD'nin Ortadoğu'daki etkinliği daha çok ikinci Dünya Savaşı'ndan sonradır. Özellikle, İran faktörü ABD'nin Ortadoğu politikasında önemli bir unsur olmuştur.

Ortadoğu'daki Kürtçülük meselesinin alevlenmesinde Pehlevi hanedanının Amerikan yanlısı tutumu önemli rol oynamıştır. Asıl adı Savad Küh olan Rıza Şah, İngilizlerin desteğini sağlayarak son Türk hanedanı Kaçar sülalesinin yönetimine (1909-1925) son vermiş ve İran tahtına geçmiştir. Rıza Şah, İngiltere'yi desteklemeye ve Türkiye ile ülkesi arasında bir Kürt devletinin kurulmasına çaba göstermiştir. Neticede, Şah, "İran Nijad Kavimleri Mektebi"nı himayesine alarak Ari ırk politikasını takip etmeye ve Kürtlerin de aynı ırktan oldukları propagandasını yürütmeye başlamıştır. Bununla da yetinmeyerek, İran Şahı, 1925 Raman ve Recko, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı, 1926-30 Ağrı, 1928 Sason, 1930 Zeylan Deresi ve Şemdinli olaylarında Rusya ve İngiltere'nin yanında bölgede Türkiye aleyhtarı bir politika takip etmiştir." Bilhassa, Ağrı olaylarından sonra Türk kuvvetlerinin önünden kaçan isyan ele başlarına sığınma hakkı tanımaktan da çekinmemiştir.

İkinci Dünya Savaşı, ABD ile Rusya'yı bölgede İngiliz yayılma politikasına karşı bir araya getirmiştir. Moskova yanlısı İran Tudeh Partisi, Kürt Kawa örgütü ve ABD desteğindeki Komala Kürt Teşkilatı, Irak ve İran'daki İngiliz Petrol Şirketi ShelI'e karşı ortak bir mücadele yürütmüşlerdir. Irak'ın Erbil'e yakın Barzan kentinde doğan Molla Mustafa Barzani'nin, 1924 yılında gerçekleştirdiği İsyan, Irak ve İngiltere ortak faaliyeti sonucu bastırılmıştır ve Barzani Iran'a sığınma durumunda kalmıştır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Cafer Bakırofun "Komel" örgütü yerine "Kürdistan Demokrat Partisi" adıyla yeni bir siyasi teşkilat kurulması yolundaki tavsiyesi ki Mahabat'ta gündeme gelmiştir neticede Barzani'yi genel sekreterliğe kadar getirmiştir. Böylece Azeri, Türkmen ve Kürt işbirliği doğmuştur (1946). Ancak, Şah, Mahabat ve Rızaiye üzerine sevk ettiği kuvvetlerle bu kentleri ele geçirmiş, Molla Mustafa Barzani ve Peşmergeleri Rusya'ya sığınmak zorunda bırakmışlardır. Ancak, 1958 Irak umumi affını müteakip, Barzani 12 yıllık sürgünden sonra, Irak'a dönebilmiştir.

Rusya'dan dilediği yardımı alamayan Barzani, bu defa ABD politikasına yönelmiştir. Ancak, parti içinde güçlenen Talabani Moskova yanlısı bir eğilimi tercih etmiş, 1964 yılında Barzani Talabani ayrılığı İran istihbaratı Savak'ın girişimleriyle sonuçlanmıştır. Talabani bu defa İran'a sığınmış, 1970-1974 yılları boyunca taraflar arasındaki çatışmalar Irak hükümetinin bağımsızlık önerisiyle son bulmuş, Talabani Suriye'ye sığınmak durumunda kalmıştır. Ancak, ABD'nin aracılığı ile Irak ve İran, Cezayir'de sulh masasına oturmuşlar, görüşmüşler ve 11 Mart 1975'te anlaşmışlardır. Irak, Barzani'ye yaptığı vaatleri bir yana bırakmış, zor durumda bulunan Barzani, ABD'nin aracılığı ile İran'a sığınma durumunda kalmıştır.

Ülkelerin PKK Terör Örgütü ile ilgili Yaklaşımları ve Desteği


Günümüzde PKK’nın, faaliyetlerini ülkemiz sınırları dışına taşırdığı ve bu çabaları sonucunda çeşitli ülkelerde örgüt amaçları doğrultusunda imkanlar elde edebildiği bilinmektedir. Bu çerçevede ülkeler tasnife tabi tutulduğunda şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır.

PKK’yı destekleyen ülkeler arasında İran, Irak, Suriye, GKRY’DE ve Yunanistan, öncelikli konum arz etmektedir. Anılan ülkeler örgüte; barınma, eğitim imkanları, serbest dolaşım hakkı, para ve silah sağlama, illegal geçişlerde yardım, devlet imkanlarından kısmen yararlandırma gibi hususlarda destek sunmaktadır.

İran toprakları, bu ülkenin sağladığı destekler ve kolaylıklar çerçevesinde, PKK’nın ülkemize yönelik faaliyetleri açısından önemini korumaktadır. İran, PKKlı unsurlara, Devrim Muhafızları ve istihbarat kuruluşları vasıtasıyla destek sağlamaktadır.

Uyguladığı inkar politikasına rağmen PKK terör örgütüne verdiği desteği sürdüren İran, Suriye'nin Ekim 1998 öncesinde oynadığı rolü devralmış gözükmektedir. Bu bağlamda İran’ın, örgütü Türkiye’ye karşı koz olarak kullanma gayreti içinde olduğu gözlenmektedir.

Suriye'nin yaklaşımının ise tatmin edici olmaktan uzak olduğu, A. ÖCALAN'ın Suriye'den ayrılmasından sonra 20 Ekim 1998 tarihinde imzalanan "Adana Mutabakatı" sonrasında mutabakatın uygulanması hususunda yeterli ve samimi işbirliğinde bulunmadığı ve Türkiye’nin taleplerini geçiştirir bir tavır sergileyerek PKK'ya olan desteğini gizliliğe azami ölçüde riayet ederek sürdürdüğü görülmektedir.

Rusya Federasyonu (RF) ve Ermenistan’ın, örgütsel faaliyetler ile Yezidi Kürtlerden kadro yaratma çalışmalarına müsamaha ettikleri görülmektedir. RF'deki çalışmaların, geçmişte, Moskova'da, açılan ERNK Bağımsız Devletler Topluluğu Temsilciliği ile daha da hareketlendiği, çeşitli konferans ve toplantıların Duma Binası’nda yapılabildiği, 1999 yılında fesh edilmiş olan sözde "Sürgünde Kürt Parlamentosu (SKP)" nun III ncü toplantısının Moskova'da gerçekleştirildiği bilinen hususlardandır.

Sovyetlerdeki değişim ardından, silah, uyuşturucu, insan kaçakçılığı ve mafya faaliyetlerinin etkin bir şekilde sergilendiği Bulgaristan, Romanya gibi ülkeler, PKK’nın söz konusu organizasyonlar içerisindeki rolünü bilmekle birlikte, iç sorunları ve yönetim zafiyetleri neticesinde örgütün ülkelerindeki faaliyetlerine gerekli müdahalelerde bulunmamaktadırlar.

Avrupa ülkelerinin tamamı, görünüşte PKK’yı "terörist örgüt" olarak nitelendirmekte ise de örgüt sadece Almanya ve Fransa'da yasaklanmıştır. Ayrıca Avrupa ülkeleri, örgütün yan kuruluşları marifetiyle yürüttüğü faaliyetleri kültürel ve sosyal çalışmalar meyanında ele almakta, "İnsan Hakları" temelindeki bakış açıları ile her türlü etkinliğe izin vermekte, PKK yönetimi ile doğrudan veya dolaylı temasta bulunmaktadırlar. Bu ülkeler arasında Almanya'nın yanı sıra, Avusturya, İngiltere, İtalya, Fransa ve Yunanistan’ı saymak mümkündür.

Örgüt tarafından yurtdışında işlenen "siyasal çözüm", yurtiçinde dile getirilen ise "Demokratik Cumhuriyet" temaları yurtdışında yaygın bir şekilde kabul görmekte, bu türlü yaklaşımlar da PKKlı militanlar ile yan kuruluşlarının Avrupa'da daha rahat çalışmalarına yol açmaktadır.

Bu bağlamda, stratejisinin gereği olarak "Uluslararası Alanda Taraf Statüsü" elde edebilmek konusunu hedeflerinden birisi haline getiren örgüt, bu hedefine ulaşmak maksadıyla yürüteceği siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetleri için; siyasi gelişim sürecini sekteye uğratabilecek riskleri bertaraf etmek üzere "İnsan hakları", "Demokrasi" gibi uluslararası platformda kabul görmüş normların arkasına gizlenme olanağı bulabileceği, değişik ülkelerde bulunan Kürt asıllı şahısların da desteğini alabileceği Avrupa alanını seçmiştir.

Bu arada, PKK terör örgütünün siyasal istekleri ile AB'ne giriş süreci içerisinde bulunan Türkiye’ye dikte ettirilmeye çalışılan Kopenhag Kriterleri normlarının çakıştığı bilinmektedir. Örgüt yönetimi tarafından, "İnsan hakları ile azınlıkların korunması ve hakları teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulması" maddesini de içeren Kopenhag Kriterlerinin Türkiye tarafından kabulü halinde;
  • Değişik kültürlerin ülke içinde kendini ifade etmesine imkan tanımak zorunda kalınacağı, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün gelişeceği, kendilerine tanınacak olan özgürlüklerle Kürt halkının güç haline gelebileceği, bu durumda şiddete başvurulmaya gerek kalmayacağı ifade edilmektedir.
  • Bu nedenle örgüt üst yönetimi, Türkiye’nin AB'ne girişini desteklemekte ve sözde Kürt sorununun AB'nin sorunu haline getirilmesi halinde Türkiye’nin; idamın kaldırılması, toplumsal barışın sağlanması için genel af ilan edilmesi ve Kürt kimliğinin tanınması yönünde AB'nin baskısına maruz kalacağı değerlendirmesi yapmaktadır.

Diğer taraftan, Avrupa ülkelerinin ise;


"Kürt sorununun demokratik çözümü" çerçevesine oturtulmuş olan örgütteki değişimi, şiddetten uzak kendi normlarına uygun mücadele şekline dönüştürerek örgütün muhatap olarak kabul edilebileceği şartları yaratma gayreti içerisine girmiştir.

Kamuoyunun da desteğini alan Kürtçülük konusunu her dönemde yeni taleplerle gündeme getirerek, Türkiye’ye kendi menfaatleri doğrultusunda baskı aracı olarak kullanmaya devam ettikleri görülmektedir.

Buna paralel olarak, AB, Avrupa Parlamentosu, AGİT ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar, Türkiye’ye karşı uygulamalarında; sözde Kürt sorununu ve Kürtlerin kültürel haklarının tanınmasını dile getirmekte, Kopenhag Kriterleri, Helsinki Sonuç Belgesi ve AB'nin KOB kurallarının uygulanması yönünde baskı yaparak PKK terör örgütüne destek sağlamaktadırlar.

Öte yandan, ABD'nin de, resmi politikasında Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasından yana görünmesi ve PKK'ya uzak ve mesafeli davranmasına rağmen, K.Irak’ta, Washington Mutabakatı kapsamında bir federasyon kurulması yönündeki gayretlerinin yanısıra, Türkiye’nin doğusunda da HADEP’i muhatap alan faaliyetlerde bulunarak gelecekteki politikalar doğrultusunda bölgesel kimliği öne çıkarma gayreti içerisinde olduğu gözlenmektedir.

Yurtiçinde faaliyet gösteren yabancı misyon mensupları ile temasları
Yabancı misyon mensuplarının yerel seçimlerin akabinde 1999 yılının ikinci yarısından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaptıkları ziyaretlerde artış olduğu gözlenmiştir.

Yabancı misyon mensuplarının, Güneydoğu Anadolu bölgesine yaptığı geziler kapsamında özellikle ABD Adana Konsolosu bayan Grena Holtz'un bölgeye yaptığı ziyaretleri dikkat çekici seviyede seyretmiştir.

Son bir yıllık dönemde yabancı misyon mensuplarının, başta iç ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olacak şekilde Türkiye’yi ziyaretleri kapsamında,Ocak 1999 ayından Şubat 2001 tarihine kadar 500 kadar yabancı heyetin ülkemizi ziyaret ederek çeşitli temaslarda bulundukları belirlenmiştir.Bu ziyaretlerde yabancı misyon temsilcilerinin, HADEP'li belediye başkanları ile yaptıkları görüşmelerde genel olarak;

Kürtçe radyo, televizyon ve gazetelerinin olup olmadığı, HADEP'li olmalarından dolayı valilerle olan ilişkilerinin ne düzeyde olduğu seklinde sorular sordukları, ayrıca insan hakları, idam cezaları gibi konuları görüşmüşlerdir.

Bölgenin başkenti konumunda bulunan Diyarbakır’a büyük bir değer verdiklerini, ilde ekonomik ve sosyal yönden çok büyük gelişmelerin yaşandığını gördüklerini belirtmeleri dikkat çekmiştir. Bununla birlikte;
  • ABD'li heyetlerin, mülki makamlar ve diğer kuruluşları ziyaret etmelerinin yanısıra HADEP'li belediyelerle de temas kurmuşlardır.
  • Alman heyetlerinin, HADEP'li belediyelere ait projelere finans sağlamaya çalışmalarının yanısıra "Köye dönüş projesi" ile ilgili olarak Şırnak ve Hakkari'de faaliyetlerde bulunmuşlardır.
AB heyetlerinin, AB'ne uyum kapsamında Türkiye’deki gelişmeleri incelemek maskesi altında genelde Doğu ve Güneydoğu illerine ziyaretlerde bulunmuş, bu kapsamda; Hükümet tarafından HADEP'li belediyelere sağlanan desteğin durumu, OHAL'in kaldırılması, İnsan Hakları ve işkence uygulamaları gibi konular üzerinde durduğu görülmüştür.

Görüldüğü üzere, HADEP'li Belediyelerin kardeş belediye uygulamaları kapsamında yabancı kurum ve kuruluşlarla temasları ile yabancı misyon mensuplarının ziyaretleri dikkate alındığında;
  • Sözde Kürt sorununun, Uluslararası platform gündeminde tutulmaya azami gayret gösterilerek Türkiye’ye baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılmakta,
  • Sözde Kürt sorununun siyasal ortam içerisinde çözüme kavuşturulmasını sağlayacak zeminin oluşturulmasına gayret edilmekte,
  • PKK terör örgütü tarafından sözde Kürdistan olarak tanımlanan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine cografi anlamda olmasa da bölgesel bir kimlik, örgüt güdümündeki HADEP'e de bir misyon kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Örgüt Yanlısı Yerel Yönetimlere Destek Sağlaması Yönündeki Faaliyetleri
(1) HADEP'li Belediyelerin kardeş belediye uygulamaları kapsamında yabancı kurum ve kuruluşlarla temasları :

Seçimler akabinde, HADEP'li Belediye başkanlarının göreve başlamalarından itibaren ağırlıklı olarak kendilerine yakın şahısları göreve getirme uygulamalarının yanısıra, HADEP Genel Merkezinin de, Belediyeleri kontrol altına alabilecek, koordineli çalışmalarını sağlayarak HADEP'li belediyeleri başarılı kılabilecek bir merkezi yapı oluşturma çabası içinde olduğu gözlenmiştir.

Nitekim, 08 Mayıs 1999 tarihinde HADEP Genel Merkezinde Belediye başkanlarının da katılımıyla yapılan bir toplantıda;
Ortak tavır geliştirilerek GAP Belediyeler Birliği yönetiminin ele geçirilmesi, HADEP'li belediyeleri başarılı kılmak suretiyle taban genişletilmesine yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi, bağlı bulunulan yerlerdeki gerek siyasi, gerekse sivil toplum örgütleri ile ilişkilerin iyi tutulması planlamaları yapılmıştır.

Söz konusu planlamalar doğrultusunda ilk olarak, GAP Belediyeler Birliği’nin 12 Temmuz 1999 tarihinde Diyarbakır’da yapılan meclis toplantısında birlik başkanlığına tek aday olan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Feridun ÇELİK seçilmiştir.

GAP Belediyeler Birliği’nin merkezi yapısı altında faaliyetlerini yoğunlaştıran HADEP'li belediye başkanları, Dünya Belediyeler Birliğine üye olmak, çeşitli ülkelerde bulunan belediyelerle birbirlerini kardeş belediye ilan etmek, yardım kampanyaları düzenlemek gibi faaliyetlerle, mali ve teknik yardım sağlamaya çalışmışlardır.

HADEP'li belediyelerin, "Güneydoğu Projesi" olarak ifade edilebilecek ve bölge halkına hizmeti esas alan bir projenin ortaya konması kapsamındaki çalışmalarına destek olunması maksadıyla, Avrupa alanındaki örgüt sorumlular tarafından da belediye faaliyetleri ile ilgili bazı projeler üretilmeye çalışıldığı ve bunlara yönelik yurtdışı irtibat büroları oluşturulduğu, Avrupa'daki finans kuruluşları, yerel yönetimler ve NGO'larIa ilişki kurmakla görevli bir çalışma grubu oluşturulduğu öğrenilmiştir.

Ayrıca, HADEP'li belediyelerin yabancı ülkelerdeki temasları ve söz konusu ülkelerden gelen heyetlerle yaptıkları görüşmelerdeki artış ile söz konusu görüşmelerde sözde Kürt sorunu ve devletin belediyelere yaklaşımının gündeme gelmesi dikkat çekmiştir. Bu çerçevede;
  • İtalya-Perugia şehrinin Diyarbakır Büyükşehir belediyesini kardeş belediye ilan ettiği,
  • İtalya/Quartu Sant'Elena belediyesinin Ağrı belediyesi ile kardeş belediye olmak istediği, ayrıca Ş.Urfa/Suruç belediyesi ile bu konuda karşılıklı bir anlaşma imzaladığı,
  • İsviçre belediye mensuplarından oluşan bir heyetin 26-28 Nisan 2000 tarihleri arasında Batman ve Van illerini kapsayan bir gezi düzenledikleri ve heyet mensuplarının Van belediyesini kardeş belediye ilan ettiklerini, hazırlanacak projelere finansman desteği sağlayacaklarını, önümüzdeki dönemlerde tekrar geleceklerini ifade ettikleri,
  • HADEP Genel Merkezi tarafından, HADEP'li Belediyelerin durumu ile ilgili olarak dosyaların hazırlandığı ve bu dosyaların, Almanya, Fransa ve Hollanda'ya gönderildiği, teknik malzeme yardımı alabilmek için görüşmeler yapıldığı,
  • Brüksel Kürt Enstitüsü'nün organizesi ile Örgüt yanlısı bazı oluşumların 28 Nisan 2000 tarihinde Brüksel’de "Kürt Halkı ve Dayanışma ve şehirleri ile İşbirliği" adı altında düzenlenen ve Belçika'dan Flaman belediye başkanlarının ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarından yetkililerinin de davet edildiği toplantıya, HADEP'li Mardin/Derik ve Kızıltepe belediye başkanlarının katıldığı,
  • Merkezi Fransa'da bulunan Dünya Birleşik Belediyeler Federasyonu'nca Fransız ve İtalyan belediye başkanlarının katılımıyla olusturulan bir heyetin, 1-5 Mart 2000 tarihleri arasında Türkiye’ye gelerek HADEP'li belediye başkanları ile görüşmelerde bulunduğu, söz konusu heyetin Van gölü ve çevresi ile ilgili bir proje kapsamında 30 milyon ABD Dolarlık kredi talebine olumlu yaklaştıkları,
  • İtalya Kalkınma için İşbirliği Enstitüsü tarafından oluşturulan bir heyetin, Dünya Birleşik Belediyeler Federasyonu'nun girişimleri çerçevesinde, 22 Mart 2000 tarihinde Van ilinde belediye yetkilileri ile görüşmelerde bulunduğu,
  • İsviçre’nin Zürich kentinde faaliyet gösteren "Belediyelerle Dostluk Grubu" adlı oluşum temsilcilerinin, HADEP İstanbul il Başkanı ile HADEP'li belediyelere yardım konusunda bir görüşme yaptığı, söz konusu kuruluş tarafından HADEP'li belediyelere; resmi, gayri resmi ve hükümet dışı kuruluşlardan gerekli yardımın sağlanabilmesi amacıyla anket formları gönderilmiş,
  • Avrupa Parlamentosundan İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan milletvekillerinde oluşan bir heyetin, 29 Mayıs-02 Haziran 2000 tarihleri arasında İstanbul, Van, Hakkari, Batman ve Diyarbakır illerini kapsayan bir gezi düzenlenmiş,
  • Almanya'da bulunan "Rosa Luxenburg Vakfı" tarafından planlanan belediye sorunlar ve çözümleri konulu bir toplantıya HADEP'li Ağrı/Doğubeyazıt, Mardin/Nusaybin ve Diyarbakır/Suriçi belediye başkanları davet edilmiş,
  • Diyarbakır belediyesi alt yapı projesi yapımı ile ilgili olarak, Alman Kalkınma Kredileri Bankası yetkilileri ile Büyükşehir belediye başkanı arasında 06 Temmuz 2000 tarihinde 35 milyon DM.lık kredi için bir ön protokol imzalanmış,
  • İtalya-Quartu belediyesi meclis üyelerinden oluşan 4 kişilik bir heyetin 05-11 Temmuz 2000 tarihlerinde Ş.Urfa, Diyarbakır ve Batman illerinde bir gezi düzenledikleri, heyet mensuplarının gezi kapsamında HADEP, iHD ve bazı sendika temsilcileri ile görüşmelerde bulundukları, görüşmelerde Quartu'nun İtalya’da yari otonom şekilde yönetildiği ve Santo dilini kullandığı. Suruç halkının da Kürtçe konuşmasının kardeş belediye olmak için yakınlık doğurduğunu ifade etmiş,
  • Dünya Belediyeler Birliği Federasyonu tarafından, üyelik için başvuran Akdeniz Belediyeler Birliği ile Marmara Belediyeler Birliği’ne cevap bile verilmezken Güneydoğu Anadolu Belediyeleri ile 2000 Ekim ayı içerisinde Diyarbakır ilinde bir toplantı yapılmasının planlandığı, toplantıya yönelik olarak HADEP'li belediyelerin bazı projeler hazırlayacakları ve özellikle de göç konusunu gündeme getirmeyi planladıkları, ancak söz konusu toplantının Türkiye’de tepki oluşturması üzerine 2001 yılına ertelenmiş,
  • Avrupa Parlamentosu parlamenteri ve Alman Kalkınma Enstitüsü başkanının 3-12 Ağustos 2000 tarihleri arasında Van, Hakkari, Bitlis, Muş, Ağrı ve Iğdır illerini kapsayan bir gezi yapmışlar,
  • Avrupa alanında faaliyet gösteren PKK terör örgütü mensuplarının girişimleri sonucu Ağrı/Doğubeyazıt belediyesinin davetlisi olarak İtalya/Ankona belediyesi mensubu bir heyetin 17-21 Eylül 2000 tarihleri arasında Doğubeyazıt’a bir ziyaret gerçekleştirmişler, heyet mensuplarının aşevi, toplu konut ve "Kadın Sağlık ve Sığınma Evi" projeleri hakkında bilgi alışverişinde bulunmuşlar,
  • Ayrıca, PKK terör örgütü güdümünde faaliyet gösteren Kürt Kızılayı tarafından Diyarbakır Büyükşehir belediyesine ilaç ve finans yardımı yapılmış, muhtelif sağlık malzemelerinin de gönderilmesine çalışıldığı öğrenilmiştir.
Söz konusu temasların, ağırlıklı olarak HADEP'li belediyelere finans ve araç-gereç temini amacı taşıdığı gözlenmekle birlikte, Belediye Başkanlarının yurtiçi ve yurtdışında katıldıkları toplantılarda, belediye sorunları yanında insan hakları bağlamında sözde Kürt sorunu üzerinde de durdukları gözlenmiştir.

Ancak, son dönemde, HADEP'li belediye başkanlarının bölgede merkezi otoriteyi hiçe sayan söz konusu faaliyetlerinin yanısıra bazı belediyelerde görülen hukuk dışı faaliyetlerinden dolayı haklarında soruşturma açılması ve yargılanmaları neticesinde yurtdışı seyahatlerinde ve yabancı misyon mensupları ile temaslarında geçmişe nazaran azalma olduğu tespit edilmiştir.
Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 01:14
runeşya - avatarı
runeşya
Ziyaretçi
17 Temmuz 2015       Mesaj #10
runeşya - avatarı
Ziyaretçi
1974 yılında Abdullah Öcalan tarafından kurulan PKK'nın ideolojisi, Marksizm-Leninizm üzerine kuruludur. PKK'nın başlangıçtaki amacı; Kürdistan diye tanımlanan, Kürtlerin de yaşadığı, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısındaki bölgede, bağımsız sosyalist bir Kürt devleti kurmaktı.

Bazı politikacı ve yazarlara göre, PKK, terör eylemleri için bazı Marksist-Leninist örgütler ile işbirliği yapmıştır. Bununla birlikte PKK'nın bazı ülkelerden maddi, manevi ve politik destek gördüğü öne sürülmektedir. Eylemlerinin finansmanının büyük bir kısmı yurt dışından sağlanmaktadır.

PKK; Avrupa Birliği, ABD, Birleşmiş Milletler ve NATO ve bölgedeki Türkiye, Suriye, Irak, İran gibi birçok ülke ve uluslararası kuruluş tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Ayrıca; ABD'nin uyuşturucu kaçakçıları listesinde[32][33] yer almaktadır. T.C. Emniyet Genel Müdürlüğünün yayınladığı "Türkiye'de hâlen faaliyetlerine devam eden başlıca terör örgütleri" listesinde "PKK/KONGRA-GEL (Kürdistan Halk Kongresi-KHK)" adıyla yer almıştır.
Son düzenleyen Safi; 25 Kasım 2016 01:10

Benzer Konular

8 Temmuz 2012 / Misafir Taslak Konular
13 Temmuz 2009 / cartedor Cevaplanmış
5 Kasım 2012 / nötrino Felsefe
22 Aralık 2007 / KENCISii Astroloji/Fallar
29 Eylül 2016 / Filozof Felsefe