Aşağıdaki araştırma, Kanada'nın Ontario Eyaleti'nde bulunan Kitchener-Waterloo Türk Kültür Derneği tarafından, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunuın 700 üncü yılı münasebeti ile hazırlanmıştır.
Cemiyet 1970 yılından beri faaliyettedir
HACI İLBEYİ AHMED MURAD BEY Mesud-i Ahmed Murad Selçuki
1297 – 1364
Ahmed Murad Bey, Anadolu Selçuklu Devleti’nin, son hükümdarı, İkinci Mesut’un (Giyasettin Mesut) oğlu olup, 1297 senesinde, hanedanlığın merkezi olan, Konya’da dünyaya gelmiştir.
Altı yaşında iken (1303), Selçuklu ananelerine uyularak, hanedanlığın başına yetiştirilmek gayesi ile; O günün, en başarılı uç beylerinden olan, Osmanlı Beyliği kurucusu, Osman Bey’in yanına gönderilmiştir.
Diğer bir sebep ise; İlhanlılar’ın, Selçuklular’a, devamlı saldırıları ve Selçuklu saltanatın, devamının, sağlanması gayesi iledir.
Ahmed Murad Bey, Osman Bey’in yanında, oğlu Orhan ile beraber, iyi bir kumandan olarak yetiştirilir.
Ahmed Murad Bey, Edirne, Bursa, Bilecik, İznik, Balıkesir, Gelibolu, Çanakkale gibi, bir çok yerin fethine öncülük edip, Anadolu ve Rumeli’de, kumandan olarak, büyük yararlıklar göstermiştir.
Ahmed Murad Bey, Üç hükümdara (Osman, Orhan, Murat) ve bir şehzadeye (Süleyman) hizmet etmiştir.
Şehzade Süleyman’ın beraberinde, Rumeli’ye, ilk geçenler arasındadır.
Osman Bey’in kızı, (Fatma) Gülnaz Hatun (**) ile evlenen Ahmed Murad Bey’in; Ahmed, Osman, Mesut, Alp-Er isimli oğulları ile, Gülzar adlı, bir de kızı olmuştur.
Edirne’nin fethine, oğulları, Ahmed, Mesut ve Alp-Er ile katılan, Ahmed Murad Bey, 16 yaşındaki, en küçük oğlu Alp-Er’i, fetih sırasında şehit verirken, emrindeki askerlerin, durakladığını görünce:
“Ne durursunuz, önümüzde,fethi yapılacak, şehir vardır!” diye kükrer.
Diğer oğlu, Ahmed de, bu savaş sırasında, almış olduğu yaralar neticesinde; Ağullarına döndükten, bir müddet sonra, Hakk’ın rahmetine kavuşur.
Ahmed’in oğlu Alaaddin, babasının şahadetinden, bir müddet sonra, annesi ile birlikte, Konya’ya döner ve sonraları, Mevlevi Dergahı’na katılır.
Tarikat ehli olan oğlu Osman’ın; Ali, Ömer, Hasan, Hüseyin isimli oğulları ile, Fatma isimli, bir de kızı olmuştur.
Diğer oğlu Mesut’un ise, Kılıçaslan isimli bir oğlu vardır.
Kızı Gülzar Hatun, Osman Bey’in vasiyetine uyularak, (ki vasiyet şöyledir: “Köse Mihal’in evlatları ve torunları da, tam manası ile İslamiyet’i yaşarlarsa; Torunlarımdan birisi, Köse Mihal’in torunlarından birisi ile evlendirilsin”), Köse Mihal’in torunlarından, birisi ile evlendirilir.
Mihaloğlu ailesi, Osmanlı tarihine bir çok kumandan, uçbeyi, fatihler verecektir.
Daha önce de olduğu gibi, Ahmed Murad Bey, Orhan Bey’in hayatını, Bursa’nın fethi sırasında kurtardığından, Orhan Bey, doğacak ikinci oğluna, çok sevdiği silah arkadaşı, Ahmet Murad Bey’in, adını verecektir.
Ahmed Murad Bey’e, Bursa’nın fethinden sonra, bugünkü Bursa İli’nin, Gemlik-İznik yolu kesiminden, İznik-Yenişehir yolu kesimine kadar olan, İznik Gölü güney yakası, tepeler dahil, verilir.
Ahmed Murad Bey, ağulunu, eski adı Müşküle, bu günkü adı, Müşküre olan yerde kurar.
Halk önceleri, buraya, Murad’ın yeri anlamına gelen, Muradiye adını verir. Sonraları, torunlarından biri, Osmanlı sarayından gelin alır. Yolunun, çok dik olmasından şikayet eden yeni gelin, daima; “Müşkül’e” dediğinden, zamanla, Muradiye, Müşküle’ye, sonra da, Müşküre’ye döner. Sabah namazını takiben, düşmana saldırıya geçmek; Ahmed Murad Bey’e mahsus, bir savaş taktiğidir.
Askerleri, birbirleriyle haberleşmelerini, baykuş sesini taklit ederek yaparlardı. Bugün halâ, Bursa civarlarında, baykuş; “Hacı Murad Kuşu” olarak bilinir. Ahmed Murad Bey, oğlu Mesut’u, kendisi gibi yetiştirmeye çalıştığından; Şehadetine kadar, oğlu Mesut, daima, babasının yanında olup, her sefere beraber çıkmışlardır.
Ahmed Murad Bey; Son derece mütevazı, alçak gönüllü, akıllı, adil, disiplinli ve dinine, derinden bağlı birisi olarak bilinir.
Eşine ve çocuklarına düşkünlüğü, büyük takdir toplamıştır. Kılıç kullanma mahareti, çok büyüktür, kesin ve seri karar verir, hızlı koşardı;
Bir nefeste, Muradiye’ye çıktığı söylenirdi. Mevkiden, şatafattan, riyâdan, yalan yere edinilen maldan, haksızlıktan hiç hoşlanmazdı.
Sade bir evi ve yaşantısı vardı, savaş ganimetlerini, kendisine, hiç bir şey kalmayacak şekilde, askerleri arasında pay ederdi.
Askerleriyle olduğu kadar, onların, aileleri ile de, çok yakından ilgilenir, pejmürdelikten nefret ederdi.
Her an, emrinde, onbin asker bulunurdu.
Askerlerini daima, bakımlı, sıhhatli ve dindar kimseler arasından seçerdi. “Askerin, ayağının, tozu eksilmez” demesine rağmen, üstü başı, o günün şartlarına göre, tertemiz gezerdi.
Oturduğu evi, askerlerininki gibi, tek katlı idi.
Gülnaz Hatun ile evlendiğinde, Osmanlı adetlerinin tam aksine; Karısından, tek bir koyun dahi, çeyiz istememiştir.
Hiç bir zaman, Sultan İkinci Mesut’un oğlu, Osman Bey’in damadı olduğunu, ileri sürmemiş, hatta söyleyenleri, şiddetle kınamıştır.
“Tarihe adı geçecek kimsenin, soya, sopa sırtını dayayacağı yerde, bilek kuvvetiyle, kendi mahareti ile, bu seviyeye ulaşabileceğine” inanır ve savunurdu.
Her sefere çıkmadan evvel, karısından helâllik ister, her muharebeden sonra, secdeye kapanır; “Allah’ım (cc), Senin adını anmadan, bir kimsenin canına kıydıysam, beni bağışla” der,
tövbe, istiğfar ederdi.
Ahmed Murad Bey, hiç bir zaman, saray ve köşklerde yaşamamış ve yaşamayı da, düşünmemiştir.
“Türk’ün eline, kılıç; Diline, acı söz değil, tatlılık; Gönlüne; fesatlık değil, Din-i İslam yakışır.”, “Kumandan, vereceği her kararda, yalnız kendisinin değil, askerinin ve onun ailesinin de, mukadderatını göz önünde tutmalıdır.” derdi.
Ahmed Murad Bey; Bursa’nın fethinden sonra, hacca gider ve hac dönüşü; “Hacı Murat Bey” olarak bilinir.
Orhan Bey, ikinci oğluna, kendi adını verdikten sonra, geleceğin sultanına, hürmetsizlik olmaması ve Orhan Bey’in, kendisinden, Karasi Beyliği’ni, göz altında tutmasını istemesinden sonra; Ahmed Murad Bey, bundan böyle,tarihe; “Hacı İlbeyi” olarak geçecektir.
Osmanlılar’ın, kuvvetlenip, Avrupa topraklarında genişlemesini gören Avrupa ülkeleri, başta, Papa V. Urbanus olmak üzere, büyük bir paniğe kapılır.
Ne yapıp, ne edip, Osmanlılar’ı durdurmak, Avrupa’dan atmak lazımdır. Macarların öncülüğünde; Sırp, Bosna, Romanya ve diğer Avrupa ülkelerinden toplanan, yüzbin kişilik, bir Hıristiyan ordusu, başlarında Macar Kralı Layos liderliğinde, Papa V. Urbanus’un takdisi ile, yola çıkarlar.
Osmanlı topraklarına giren, Hıristiyan orduları, Edirne yakınlarına kadar ilerlerler. Sadrazam Lâla Şahin Paşa, gelen bu yüzbin kişilik düşmana karşı, yeterli olamayacağını, gayet iyi bilmektedir.
Daima kendisine, rakip olarak gördüğü, Hacı İlbeyi’ne, bu görevi verirse; Bir taşla, iki kuş vurmuş olacaktı.
Kendisinin yenemeyeceği düşmanı, nasıl olsa, Hacı İlbeyi’de yenemeyecek, böylece, padişahın gözünden düşecekti.
Atmışyedi yaşındaki Hacı İlbeyi; Beraberindeki, onbin kişilik askeri ile, düşman ordusuna, Sırp Sındığı (Sırp Sığınağı), denen yerde yetişir.
Askerinin başında, sabah namazından sonra, davul seslerinin ardından; “Allah, Allah” nidâları ile, düşman üzerine, üç yandan, bir fırtına gibi saldıran, Hacı İlbeyi, sanki, bu seferin, son seferi olduğunu hissetmişçesine, coştukça, askerleri, daha da coşuyordu.
Kılıçtan geçirilirken, şaşkına dönen, bir kısım düşman askeri, başlarında Macar Kralı V. Layos’ta dahil, canlarını kurtarmak için, kendilerini, Meriç Nehri’ne zor atıyorlardı.
Sabahın, ilk ışıklarının etrafa yayılması ile, savaş meydanında, yüzbin kişilik Haçlı Ordusu’ndan, bir hayat eseri kalmadığı görülüyordu.
Bu savaşın zaferini, kendisine yediremeyen Lâla Şahin Paşa; Zafer haberinin, saraya ulaştırılmasından evvel, Hacı İlbeyi ve askerine verdiği ziyafette, Hacı İlbeyi’ni zehirletecektir.
Hacı İlbeyi, oğlu Mesut’un kolları arasında, Hakk’ın rahmetine kavuşur.
Hacı İlbeyi’nin bu zaferi, Osmanlı Devleti’nin, mukadderatını değiştiriyordu.
Osmanlı’yı, Avrupa’dan atıp, yok edeceğine inanan Hıristiyan Avrupa; Topraklarını, Viyana kapılarına kadar, teslim edecektir.
Allah (cc) Rahmet Eyleye,
Mekânı Cennet ola.
Amin
Oğlu Osman’dan gelen torunlarından, Şeyh-ül İslâm Mesut Efendi, doksan küsür yaşındaki, Boynu Eğri Mehmet Paşa’nın, Sadrazamlığa atanmasını; Yaşının, çok ileri olduğunu, ileri sürerek, millete ve sultana, yeteri kadar hizmet veremeyeceğini buyurmasından sonra, bundan hoşlanmayan, Boynu Eğri Mehmet Paşa ve etrafındakiler, Valide Sultan’ı; “Şeyh-ül İslâm Mesut Efendi’nin, padişahı tahttan indirmeye hazırlandığı” fitnesine inandırırlar.
Valide Sultan’a inanan padişahın emriyle, Şeyh-ül İslâm Mesut Efendi,Bursa’da boğdurulur.
Şeyh-ül İslâm Mesut Efendi, Osmanlı İmparatorluğu’nda, öldürtülen, ikinci Şeyh-ül İslam’dır.
Allah (cc) Rahmet Eyleye,
Mekânı Cennet ola.
Amin
Hacı İlbey’in oğlu, Mesut’tan gelen torunlarından; Kaptan-ı Deryâ İkinci Murad Reis, 1627 İzlanda seferi ile, ünlüdür.
Önce, Danimarka kıyılarını vurmuş, sonra İzlanda’ya çıkarak, 20 Haziran’dan, 16 Temmuz’a kadar, 26 gün adada kalmış, 400 seçkin esir ile, 12 Ağustos’ta Cezayir’e dönmüştür.
1609 da, İspanya kralı III. Felipe’nin yeğeni olan, prensi esir edip, Cezayir’e getirmiştir.
Bu olay, şair Geda Muslu tarafından, bir koşma halinde, Türk şiirine geçmiştir. 1625’te, Britanya kıyısından 40 km. uzaklıkta bulunan, Bristol Kanalı’ndaki, Lundy Adası’nı alıp, yıllarca, deniz üssü olarak elinde tutmuş, 1631 de, İrlanda’nın, üçüncü büyük şehri olan Corck’u almış, 1642 de, İzlanda’ ya çıkıp, 800 esiri, Cezayir’e getirmiştir.
Yine aynı yıllarda, Azor ve Madeira Adaları’na, Hollanda, Danimarka, Norveç, İsveç, İspanya ile Portekiz’in, Atlantik sahillerine sefer yapan, Türk donanmalarına, komuta etmiştir.
Kaptanı Derya İkinci Murad Reis, 1660 yılında, Kanada’nın, New Founland Adası’na, beş kalyonu ile gelip, orayı takiben, Karayip Denizi’nde bulunan, bugünkü adları, Turks ve Caicos olan adalara inmiştir.
Burada, iki kalyonunu, leventleri ile, geride bırakarak , üç kalyonu ile, Cezayir’e döner; İki kalyon ile geride kalan, leventlerin bir kısmı, daha sonraları, Cezayir’e dönmek isterler.
Yaptıkları anlaşmaya göre, bir nakliye gemisi, onları, Karayip adalarından alıp, Cezayir’e götürecektir.
Fakat, geminin sahibi, bir başkası ile yaptığı anlaşmada, daha fazla para teklifi aldığı için; Onları; Bugün, Georgia, Virginia ve Carolina olarak bilinen, Amerika’nın, Atlantik kıyılarında, bir yere indirip, terk edecektir.
İleride, “Melül Türkler-Melül Canlar” olarak bilinecek (dışta kalmış, bırakılmış), bu leventlerin torunları, Batı Virginia ve civarında yerleşerek, bugün hala, yaşantılarını, o zamanlardan kalan adetlerine uygun olarak, devam ettirmektedirler. Kaptan-ı Deryâ İkinci Murad Reis’in, Cezayir’den, Kanada kıyılarına gelişinin, tam onbir ay sürdüğü, kara yüzü görülmeden, denizde dolaşıldığı, Cezayir Donanması’na bağlı, bir Türk levendinin, yazdığı şiirden anlaşılmaktadır.
Bu şiirde, şöyle denilmektedir:
“Onbir ay oturdum, bir han içinde,
Yedi derya geçtim, bir gün içinde. Rabb’im ,bize, kısmet eyle karayı,
Evvel karayı da, sonra sılayı.
Akdeniz üstünde, sümbüllü dağlar, Murad Reis oturmuş, dümende ağlar, Kral kızı, karşısında, başını bağlar,
On bir ay dedik te, göründü dağlar.” (***)
Murad Reis, son seferinde, Messina Boğazı’ndan geçerken, kalyonunun alabora olması neticesinde, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Allah-ü Te âla, kendilerinden hoşnut olup,
Mekânlarını Cennet eyleye.
Amin
Ahmed Murad Bey; Kadiri Tarikatı’nın, Muradiye Kolu’nun (kurucusu), PİRİ’dir.
(**) Orhan Gazi; Ahmet Murad Bey’e, önce, karısının, kız kardeşi ile evlenmesini teklif eder, fakat, Ahmed Murad Bey, Orhan Gazi’nin, kendi kız kardeşiyle evlenmek istediğini söyler.
(***) Şiirden, donanmanın, Atlas Okyanusu’nda olduğu anlaşılıyor; Çünkü, Akdeniz’in dağları, hasretle anılmaktadır.
Akdeniz’de, 11 ay, kara görmemenin, imkanı yoktur.
Yine bu şiirden, Murad Reis’ in, ”Kral kızını” esir ettiği de, anlaşılmaktadır
Koray