Arama

Mehmet Fırıncı

Güncelleme: 29 Ocak 2008 Gösterim: 15.138 Cevap: 0
KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
16 Şubat 2007       Mesaj #1
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
[Mehmet Fırıncı] Politikaya bulaştık; ama menfaat için değil
Mehmet Fırıncı'yı bu gazetenin okurları benden daha fazla tanır. Benim için Nur camiasının tarihî isimlerinden biriydi, hiç karşılaşıp konuşmamıştım. firinci
Sponsorlu Bağlantılar
Eşi Şükran Hanım'la konuşmaya evine gidince kendisine de birkaç "muzır" soru yönelteyim dedim. Ama bir yandan da terslenirim diye korkuyordum. Onu beklediğimden çok farklı buldum; neşeli, her türlü soruya tahammüllü ve açıktı. Şükran Hanım'ın ketumiyetinin ardından ilaç gibi geldi. Nurcuların geçmişte Süleyman Demirel'le ilişkileri üzerine yaptığı itiraflar nefes kesiciydi...

Bu "abilik" olgusundan başlamak istiyorum. "Üstadı gören abiler", 2006 Türkiye'sinde Nurcular için hâlâ sözü dinlenilen, verdikleri işaretlere dikkat edilen kanaat önderleri mi, yoksa nostalji figürlerine mi dönüştüler?
Aslında o ikinci söylediğiniz doğru olmaya başladı. Yeni gelişen düşünceler muvacehesinde biz abiler olarak kendimizi yenileyemiyoruz. Bunlar içinde en fazla yenileyebilen benim. İstanbul'da hayatın içinde biraz fazla kaldım. Dünyayı geziyorum. Senede beş altı defa Avrupa'ya giderim.
Yani kanaat önderi "abi" olarak tek siz mi kaldınız?
Estağfurullah, öyle demek yanlış olur. Mesela (Mustafa) Sungur abi var, Abdullah (Yeğin) abi var. Birinci abi (Mehmet Emin) var.
Hepiniz ayrı gruplar içerisindesiniz.
Aşağı yukarı öyle. Ama Sungur abi ile biz beraber sayılırız. Abdullah abi de, "Ben hiçbir gruptan değilim, bütün gruplar benim grubumdur" demeye başladı. Nedenini anlayamadım. Baktılar ki biz Nesil Grubu olarak Said Nursi'yi dünyaya tanıtmada hepsinden önde gidiyoruz...
Bir de Yeni Asya grubu var.
Evet. Mehmet Kutlular, Üstad'ı görmemiştir; ama o da kanaat önderlerinden biridir. Mehmet Kurdoğlu ve Hüsnü Bayramoğlu'nu da unutmayalım. Zübeyir ve Ceylan abiler vefat ettiler malum. Bir de Sıddık Dursun, İzzettin Yıldırım vardı, Türkiye Hizbullah'ı öldürdü ya.
Zehra grubuydu galiba.
Evet Zehra grubu. Onlar da iki kanat. Sıddık Dursun ve İzzettin Yıldırım. Hizbullah, Doğu Anadolu'da bunların müessir olduğunu kabul ettiklerinden, onların altyapılarını kendilerine alet etmek istediler, fakat onlar reddetti. Ondan sonra onları öldürdüler.
Bu grupların aralarındaki ilişkiler her zaman pozitif olmadı. Rekabet oldu, ithamlar oldu. Said Nursi bugün yaşasaydı ne derdi sizlere, parmağını sallar mıydı yüzünüze?
(Tebessüm ediyor) Türkiye'deki siyasi anafor yol açtı buna. Abdullah abilerle kopmamızda bizim CHP karşısında Adalet Partisi'ni böldürmeme düşüncesiyle hareket etmemiz etkili oldu. Önce Demokrat Parti, sonra Adalet Partisi'ni fazla iltizam ettik. Erbakan kendi siyasi çizgisiyle ortaya çıkınca, biz bunun yanlışlığını ifade ettik, yani 'bölmeyin' dedik. Bölününce Halk Partisi iktidara gelecek düşüncesiyle biraz da ifrat ettik yani.
Bu itirafı duymak ne hoş!.. Bana göre de en büyük suçunuz, siyasi partilerle fazla haşır neşir olmanız. İman meseleleri neyinize yetmiyordu?
(Tebessüm ediyor) Çok doğru. O esnada Ecevit umuttu. Bediüüzzaman'ın "Komünist kuvveti o partinin altında bu vatana hakim olur. Buna karşı Demokrat Parti'yi böldürmemek lazım." diye mektupları var. 1977 seçimlerinde öyle bir rüzgarla geldi ki Karaoğlan. Ve hakikaten bütün sosyalist ve komünist gruplar Halk Partisi içinde çöreklendi.
Ve siz dinî bir grup olarak politikaya bulaştınız!
Politikaya bulaştık; ama oradan bir menfaat elde etmek için değil.
Yapmayın. Hiç mi menfaat elde edilmedi sizin grupta?
Hiçbir surette. Yalnız şöyle. Arkadaşlar umumiyetle öğretmendi. Milli Eğitim bakanlarından, öğretmenliğe tayin hususunda istifade ettik.
Erbakan'ı destekleseydik İran ve Kaddafi damgası yerdik
Demirel, sizin kendisi için yaptıklarınızı sadece tayinlerle mi ödedi ?
Zaten arkadaşlar "Hem Demirel'e gidip köle oluyorsunuz, hem de ondan hiçbir şey istifade etmiyorsunuz" diye bize kızıyorlar. Bizim amacımız Demirel değil, Halk Partisi'nin iktidara gelmemesiydi. Çünkü o gelince her şey hakikaten allak bullak oluyor. Nitekim 77'de Milliyetçi Cephe bozuldu. Ecevit 11 milletvekilinin desteğini alıp kabineyi kurdu. 18 ayda memleket yangın yerine döndü. Biz bunu engellemek istemiştik.
Siyasete elini veren kolunu kaptırır. Yani bir kirlilik akmadı mı politikadan size?
Zarar vermedi değil. Ama mesela şu anda imam hatipleri kapatmak için her türlü tedbiri alıyorlar. Biz milli eğitim bakanlarından hep müspet insanları tayin ettirme hususunda istifade ettik. İmam hatiplerin artmasını temin etmek sadedinde Demirel'in dindarlar tarafında söz söylemesini temin ettik. En küçük bir yanlış konuşma olunca, Demirel'i ikaz ediyorduk.
Şu anda Nur Talebelerinin Demirel ile ilişkileri nasıl?
Hemen hemen hiç kimsenin yok. Sadece Mehmet Kutlular müdafaa ediyordu. Demirel, 'Kızlarını Suudi Arabistan'a göndersinler.' deyince o da çekildi. Adeta bir devir kapanmış oldu.
Demirel'i değil de Erbakan'ı destekleseydiniz ne olurdu?
Erbakan'ın tarafına geçseydik biz de onun anlayışında olmuş olacaktık. Halbuki biz sosyal İslam'ız. Erbakan ile beraber olsaydık, İran veya Kaddafi damgasını yerdik. Erbakan'ın gölgesi altında kalırdık. Biz Erbakan'ın şemsiyesi altına girmek istemedik. Çünkü siyasal İslam'ı Bediüzzaman kabul etmiyor.
Demirel'in tarafında yer alınca sosyal, Erbakan'ın tarafında olunca siyasi İslam oluyor öyle mi?
(Gülmeler) Ama biz Adalet Partisi'nde aktif siyaset yapmadık. Sadece bir baskı grubu olarak destek verdik. Erbakan o günlerde bizim bilfiil politikaya girmemizi istiyordu. 'Mademki Müslüman'sınız, partiye üye olacaksınız' diyordu, dışarıdan desteği yeterli bulmuyordu.
Said Nursi yaşasaydı bu konuda sigaya çeker miydi sizi?
Çekerdi. Bazı şeylerde kızdı mıydı hiddet ederdi yani. Fakat biz dünya siyasal İslam cenahına katiyen bulaşmadık. Bunu hakikaten arkadaşlar mükemmelen yaptılar. Onun için de biz ilmi olarak Mısır üniversitelerinde ve diğer İslam dünyası üniversitelerinde müessir olduk. Yani aşağı yukarı bin tane adam bize hep tebliğler hazırlıyor bu sempozyumlara, ben İstanbul İlim Kültür Vakfı'nın da başkanıyım maalesef.
Niye maalesef?
Daha akıllı birisi olabilirdi yani. (Tebessüm ediyor) Belki de daha akıllısına siz bırakmamışsınızdır. Yok, cidden söylüyorum. Arkadaşlar nostaljik olarak beni istediler. Onlar yürütüyorlar işi. Yoksa biz ihtiyarladık.
Risaleler basılıyor ve birileri para kazanıyor. Yasal mirasçısı kimdir bu kitapların?
Sözler Yayınevi olarak bendeniz ve Mehmet Emin Birinci, Mustafa Sungur, Mehmet Kutlular'la hep beraberiz. Bediüzzaman Hazretleri de 'Risale-i Nur'un parası ne benimdir, ne başkasınındır.' dedi. Nesil Grubu olarak yayınevini vakıf haline getirdik ki bizim uhdemizde olmasın diye. Şimdi Sözler Yayınevi de vakıf haline geliyor.
Peki ama risalelerin gelirini niye siz topluyorsunuz? Sonuç olarak siz bu parayı yemiyor musunuz?
Yok, bakın sadece Bediüzzaman Hazretleri'nin tayinat olarak verdiği bir miktar vardı. Günde o zaman otuz kuruştu. Şimdi bir ekmek parası olarak senede yüz milyon. Böyle hayatını hizmete vakfedenlere verilen bir tayinat var. Ondan başka bir para alıyorsam, Allah beni cennete koymasın.
Kazanılan o paralar nasıl harcandı?
Mısır'da yayınevi kurduk. Değil para almak, 300 bin dolar oraya para yatırdık. Almanya'da imkanlarımız vardı. Orada kitap neşrettik. Yayınevinin parası zaten yapılan bu hizmetlere gidiyor. Bir sempozyum yapıyoruz, yüz bin dolar para gidiyor. Yayınevinin parası filan buna kâfi gelir mi?
Neden belirli yayınevleri basabiliyor risaleleri?
İstanbul'da muhtelif kısımlar olarak on dört tane yayınevi basıyor. Esas tamamını beş veya altı yayınevi basıyor.
Bizimkisi bir 'hizmet evliliği'
Siz uzun süre müzmin bir bekar olarak tanınıyordunuz. Nasıl oldu da evlendiniz?
Şükran Hanım İngiliz asilzadelerindendir. İngiltere'de Müslüman olmuş. Durham Üniversitesi'nde doktora yapacağı sırada, Ayetül Kübra ve Tabiat Risalesi'ni İngilizce okumuş. Ali Mermer, Diyanet müfettişiydi o zaman, bir ara oradan telefon etti ki, 'Burada Müslüman olan bir kızcağız oraya gelmek istiyor. Sualleri var. Ona cevap verin.' dedi. Şükran Hanım geldi. Suallerine cevap verdik. Sonra İngiltere'ye döndü. Bir müddet sonra bizim risaleleri İngilizceye tercüme edecek eleman ihtiyacımız oldu. Bu vesileyle Şükran Hanım yeniden geldi. Altı sene tercümelere devam etti. Bu biyografinin ilk çalışmalarını hazırladı. Arkadaşlar bir gün beni çağırdılar. Dediler ki bana: 'Sen yaşlandın. Kendine bakamıyorsun. Şükran Hanım'la evlen. Hem sana bakar, hem de hizmetlere vesile olur.' Hiç düşünmüyordum öyle bir şeyi.
Neden düşünmüyordunuz?
O gün İslam dünyasından gelen hocalar sordular. 'Niye evlenmedi Bediüzzaman?' diye. Ben dedim, vakit bulamadı. Ben de öyleydim. Gece gündüz öyle çalışıyorduk ki. Şimdi bile öyleyiz. Şükran Hanım bıkıyor. Ben her gece birde, ikide geliyorum eve. Kovacak beni neredeyse, böyle evlilik mi olur diye. Sonra onların teklifi bende demek tesirini gösterdi. Hacca gittim geldim. Hizmetler rahatladı. Allah razı olsun arkadaşların parasıyla bir ev alındı Şükran Hanım'a. Ben de evsiz barksız bir adamım. Hiçbir şeyim yok dünyada. Bari iç güveysi gireyim dedim bu eve. (Gülüyor)
Aranızda 20 yaş var. O beni kabul eder mi, etmez mi diye bir şüpheniz yok. Nasıl olsa evet der diye mi düşünüyorsunuz?
Evlenme düşüncemi dile getirdim; ama bunu çok tartıştım kendi âlemimde. Biraz da uyum sağlanır mı, bu ecnebi birisi. Ben yaşlandım. Kızarım, kovarım. Bütün bunları düşündükten sonra hizmet için her şeye katlanmak lazım düşüncesi oldu kafamda. Eğer kabul ederse inşallah o da anlayışlı davranır. Biz de sebat ederiz. Tabii yaş farkı da beni düşündürüyordu. Entelektüel bir insan olduğu için, anlaşma o bakımdan kolay oluyor. Benim bir entelektüel tarafım yok. Sadece Risale-i Nur tahsilim var. Ben köyde ilkokulu zorla bitirerek geldim buraya. Tabii çok entelektüel insanlarla beraber yaşadığımız için bir formasyon kazandık.
Hiç mi romantik yanı yok bu hikayenin? Bu kadar mı proje olarak baktınız yani?
Kusura bakmayın. Hiçbir romantik yanı yok.
Hiç mi güzel bir laf söylemediniz?
Şükran Hanım: Gerek yoktu.
O esnada da bizim Medrese-i Nuriye'de üst üste yemekler dokundu. Zehirlendim. Devamlı serumlar, bilmem neler. Midem fazla hassas. Arkadaşlar onu bilemiyorlar. O bakımdan da ihtiyaç hissettim.
Şükran Hanım: Aşçı arıyordun.
Siz bir eş değil evinize aşçı, tercüman, hizmet ehli biri aramışsınız gerçekten.
Tamam, böyle bir şey hakikaten.
Peki ya sevgi sözcükleri?
Sevgi kısmı olmasaydı olmazdı. O zaman altmış küsur yaşında bir kimseyim. O nevi bir genç gibi öyle ifadelerle... Risale-i Nur'dan aldığımız ciddi terbiye ile o gibi şeyleri söyleyecek hatta düşünecek vaziyette de değildim.
Nasıl hitap ediyorsunuz kendisine?
Şükran Hanım diyorum. Hiç Şükran demem. O da biraz böyle katıdır. Tabii biz uzun zaman bekardık. Kendimi idare etmeyi öğrendiğim için mutfağa girip bir şeyler hazırlayayım diyorum. Çünkü o devamlı makinenin başında yazı çizi ile uğraşıyor. Ben onu oradan kaldırmamak için kendim usulca yapmak istiyorum. Hemen fırlıyor geliyor. Kendisine saygısızlık ettiğimi düşünerek, sen ne karışıyorsun gibi. Allah razı olsun böyle hizmeti var. Ben hakikaten hakkını yemek istemem.
Hiç değilse 'I love you' demeyi biliyor musunuz?
Biliyorum, ama bunları röportajda söylemem. Bunlar aile içi şeyler. Aslında hizmet evliliği gibi bir şey bu. Cidden böyle.
Son düzenleyen KisukE UraharA; 29 Ocak 2008 16:38
Biyografi Konusu: Mehmet Fırıncı nereli hayatı kimdir.
Gerçekçi ol imkansızı iste...

Benzer Konular

17 Ekim 2008 / Pollyanna Meslekler
25 Ağustos 2013 / Jumong Basın/Magazin tr
11 Ekim 2008 / Kral_Aslan Siyaset tr
11 Aralık 2013 / _Yağmur_ Asker tr