Bu yazınında sizin için faydalı olacağını düşünüyorum.Rica ediyorum dikkatlice okuyunuz:
Kaderi ikiye ayırabiliriz: Izdırari kader, ihtiyari kader.
Izdırari kaderde bizim hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmıştır. Dünyaya geleceğimiz yer, öleceğimiz yer-zaman , annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin konusu. Bunlara kendimiz karar veremeyiz. Ve bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yoktur.
İkinci kısım kader ise, irademize bağlı olan icraatımızı belirlemiş olan kaderdir. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, Allah ezeli ilmiyle onu bilmiş ve öyle takdir etmiştir. Örneğin evlenmek için, siz içinizde bir aday tipi belirliyorsunuz ve onu arıyorsunuz. Allah da sizin istediğiniz vasıflara sahip birkaç kişiyi önünüze çıkarıyor. Siz de bunlardan birini iradenizle beğenip kabul ediyorsunuz. Allah’ın alacağınız eşin kim olduğunu ezelde bilmesi kader, fakat sizin iradenizle yaptığınız seçim, cüz’i irade dediğimiz insanın mesuliyet sınırları içindedir.
Kalbimiz çarpıyor, kanımız temizleniyor, hücrelerimiz büyüyor, çoğalıyor, ölüyor. Vücudumuzda, bizim bilmediğimiz birçok işler yapılıyor. Bunların hiçbirini yapan biz değiliz. Uyuduğumuz zaman bile bu tür faaliyetler devam ediyor.
Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki, kendi isteğimizle yaptığımız işler de var. Yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi fiillerde karar veren biziz. Zayıf da olsa bir irademiz, az da olsa bir ilmimiz, cılız da olsa bir gücümüz var.
Yol kavşağında hangi yoldan gideceğimize kendimiz karar veriyoruz. Hayat ise, yol kavşaklarıyla dolu.
Şu halde, bilerek tercih ettiğimiz, hiçbir zorlamaya maruz kalmaksızın karar verip işlediğimiz bir suçu kendimizden başka kime yükleyebiliriz?
Dikkat edilirse, kaderi bahane ederek “benim ne suçum var” diyen kişinin iradeyi yok saydığı görülür.
Eğer insan, “rüzgarın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, seçme kabiliyeti yoksa, yaptığından mesul değilse, o zaman suçun ne manası kalır? Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat etmiyor mu?
Halbuki, kendi anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi: “bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mazurdur. Kaderinde bu fiilleri işlemek varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”
Hakkı-hukuku çiğnenenler gerçekten böyle mi düşünüyorlar?
İnsan yaptığından sorumlu olmasaydı, “iyi” ve “kötü” kelimeleri manasız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü, her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurlardı. Halbuki hiç kimse böyle iddialarda bulunmaz. Vicdanen her insan, yaptıklarından sorumlu olduğunu ve rüzgarın önünde bir yaprak gibi olmadığını kabul eder.