Arama

Dilin toplumların varlığını sürdürebilmesi açısından önemi nedir? - Sayfa 3

Güncelleme: 7 Ocak 2012 Gösterim: 22.872 Cevap: 22
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mart 2011       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DİL VE TARİH

Sponsorlu Bağlantılar
Dil, cansız kelimelerdenoluşan sadece zihni bir müessese olmayıp canlı, gelişen, bulunduğu medeniyet çevresiyle kelime alış-verişi yapan organizmadır.

Bir Türk atasözü "Dilini kaybeden biri, kendisini, özünü, milliyetini kaybeder" Dilin önemini bu sözlerle anlatır. Eğer kelimeler doğru söylenmezse ağızdan çıkan sözler anlatılmak istenen sözler değillerdir. Ağızdan çıkan sözler anlatılmak istenen sözler olmayınca yapılması gerekenler yapılmaz. Yapılması gerekenler yapılmayınca ahlak ve sanat soysuzlaşır. Ahlak ve sanat soysuzlaşınca adaletsizlik başlar ve halk ne yapacağını bilememenin çaresizliği içinde bocalar durur. Yüzlerce yıl önce Konfüçyus Çin de ögrencilerine dilin neden bu kadar önemli bir etken olduğunu anlatmıştır. Dil iletişim kaynağıdır. İletişim insanoğlunun varlığı iler başlar ve varolduğu sürece insanlar arasında bir bağ oluşturmak, birbirleriyle anlaşma,birbirlerini anlama ve tanıma bakımından en önemli etken olarak var olacaktır.

Dil kullanma ile eskimez yıpranmaz kullanışlığını yitirmez aksine dil kullanıldığı sürece kendini yeniler ve geliştirir. Osmanlı Devleti 600 yıl boyunca 72 millete hükmetmiş hükmettiği milletlerin dilinden ve kültüründen etkilenmiştir. Osmanlı Devleti Arapça ve Farsçanın etkisi altına girmiştir. Atatürk dilimizi Arapça ve Farsça nın hakimiyetinden kurtarmak için ilkin Arap harflerini bırakıp latin harflerine geçmenin Batı medeniyetine girebilmek için gerekliliğine,yeni harflerin Türk insanının önüne yepyeni ufuklar açacağına inanıyordu. Bizim güzel ahenktar zengin lisanımız yeni

Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir bir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılamayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak bunu anlamak mecburiyetindeyiz.Anladığınızın eserlerine yakın zamanda bütün kainat şahit olacaktır. Buna katiyetle eminim. Sözleri ile yeni Türk harflerinin Türk Milletine yapacağı etkilerin öneminden bahsetmiştir. 12 Temmuz 1932 de Türk Dil Kurumu kuruldu. 1934 yılında Tarama dergisi yayımlanmaya başlandı. Atatürk döneminde Türk Dili Atatürk ün dile verdiği önemden dolayı büyük gelişme kazandı. Atatürk ün vefatını müteakip Türk Dil Kurumu aralarında dilcilerin bulunmadığı kişilerin kabul edilmediği bir kurum haline geldi. Türk Dili#8217;nden istedikleri gibi tasarruf edebileceklerine inanıyorlardı. Atatürk ün vefatından sonra günümüze kadar birçok yabancı kelime dilimize girmiş ve dilimizi yabancı kelimeler arasında anlaşılmazlığa sürüklemektedir. Günümüzde her alanada yabancı kelimelerin dilimize yerleştiğini görebiliriz(gazete,TV, Radyo )

Dil kadar da tarihte bir millet için önem verilmesi gereken konulardandır. Osmanlı Devleti Türk Milletinin tarihi ile hiç ilgilenmemişti.Bu dönemde Osmanlı Devletini Türk Milletinin kurup ayakta tuttuğu , bu devletin bir Türk Devleti olduğu adeta unutulmuştu. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milleti uzun ve şerefli bir tarihe sahiptir. Bu köklü milletin tarihi aydınlığa çıkarılmalıydı,bu da ancak milli ve ilmi tarihçilik döneminin açılması ile mümkün olabilirdi. Atatürk ün tarih konusuna eğilmeye sevk eden birinci sebep bu idi. Atatürk Türk vatanı ile ilgili haksız iddia ve taleplerin çürütülmesi maksadı ile tarih çalışmalarına büyük önem veriyordu. Türk Milletine zorla kabul ettirilmek istenen ve Türk ün kahramanlığı ile yırtılıp atılan Sevr Anlaşmasının yanlış ve çarpıtılmış tarih bilgileri üzerine kurulu olduğunu biliyordu. Osmanlı Devleti#8217;nin haşmeti karşısında yüzyıllarca duydukları korkuların önyargıların düşmanlıkların ve koyu bir haçlı bağnazlıpğının etkisi altında Türk Milletini Orta Asya ya sürmekten bahseden gafiller türemiştir. Atatürk çarpıtılmış tarih bilgileri ile Türklüğe düşmanlık edenlerin temelsiz iddialarını yine tarih silahı ile çürütmenin yararlı olacağını görmüştür.1931 yılında Türk Tarih Kurumu kuruldu. Bu kuruluş birçok bilimsel çalışma ve yayınlar ile Türk Tarihçiliğine büyük hizmetler yaptı. Atatürk büyük devletler kuran atalarımız büyük ve geniş kapsamlı medeniyetlerede sahip olmustur. Bunu aramak incelemek

Türklüğe ve cihana bildirmek bizim için bir borçtur. Türk Çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kudret bulacaktır. Türk Tarihçiliğinin gelişmesini milli tarihimizle ilgili bilgilerimizin yeni boyutlara ulaşmasını büyük ölçüde Atatürk ün bilinçli çabalarına borçluyuz. Bir millet için tarihini bilmenin önemi günümüzde Türk Tarihine yapılan asılsız suçlamalarla karşı karşıya klmasıyla ortaya çıkıyırdu. Ermenilerin sözde soykırım iddiası hiçbir tarihi belgeye dayanmayan Türk Devletini suçlayan bir iddiadır.

Türk Milleti tarihi inceleyip bu iddiayı çürütmezse durumun nerelere varabileceğini düşünebilirsiniz. Her ne kadar Türk Milleti nin Ermeni iddialarının asılsız olduğunu kanıtlasa da Ermeniler iddialarını bir platformda tartışmaya dahi yanaşmaz iken hala iddialarında ısrar etmekteler ve diğer ülkeleri etkileme peşindeler, bu da gösteriyor ki tarihi gerçekleri sadece muhattabına değil tüm dünyanın önüne sermeli gerçekleri anlamamakta ısrar edip bir takım çıkarlar elde etmenin peşinde koşanların gözüne sokmalıyız. Kimsenin aksini iddia etmeye ne dili varabilmeli ne de yüzü olmalı.
kaynak
Paylaş
Bu mesajı paylaş Digg
Del.icio.us
Technorati
Twitter
Facebook
Reddit


--------------------------------------------------------------------------------


14-01-2009 #7 (mesaj-linki)
fadedliver


reflexive adlı kullanıcıdan alıntı
Halk şiirinin Halk Kültürü açısından önemi nedir?

Halk şiiri geleneği, Türk kültürünün tarihi içindeki görünümü, değişmesi ve gelişmesine paralel olarak bir değişim ve gelişim içinde olmuştur. Aynı uygarlığa bağlı kültürler aynı dünya görüşünde birleşirler. Bir uygarlığın dünya görüşü de o uygarlığa özgü bir edebiyat anlayışı sağlar. Her eser belirli bir kültür bağlamı içinde oluşur ve canlılığını sürdürür. Edebî eserler, yaşayan bir kültür topluluğunun kendilerine özgü ortak dünya görüşüne ve değerler sistemine göre şekillenir. Her kültürün kendi anlamlar, değerler ve kurallar bütünü vardır. Kültüre bağlı olarak şekillenen her türlü birikim doğal olarak o kültürün bir parçasıdır (Yılmaz, 1994:2-4).

Kültür kaynaklarının, Orta Asya'dan Anadolu'ya çağlar boyu süren bir zaman süreci içinde uzanan halk şiiri geleneği üzerindeki etkisini, şekillendirmesini incelemeden önce, kültür kavramını biraz açalım: Kültür günümüzde toplumun bütün ürünlerini kapsayacak bir genişlik kazanmıştır. Bu terim bilim dilinde de ulaşılmış bir tanımdan yoksundur (Turan, 1990:11). Türk Kültürünü tarih boyunca irdelemeye ve halk edebiyatını şekillendirmesini incelemeye çalıştığımızda kültüre tarihsel açıdan bakmalıyız. Bilindiği gibi kültür salt bir tarihsel miras olarak ele alınmaz. Kültürün Türk tarihinin akışı içerisinde oluşumunu gelişmesini ve değişmesini de incelemeliyiz. Ziya Gökalp (Gökalp, 1958:70), Mümtaz Turhan(Turhan, 1969:56) Hilmi Ziya Ülken (Turan, 1990: 15) gibi araştırmacılar kültürün çeşitli tanımlamalarını yapmışlardır. Buna göre kültürü şöyle tanımlamak mümkündür; "Kültür, yaşadığı toplumda geçerli olan ve gelenek halinde de devam eden her türlü dil, duygu, düşünce, inanç, sanat ve yaşayış ögelerinin tümüdür".

Sosyal yapı, ait olduğu toplumun kültür ögeleriyle şekillenir. Sosyal yapı bir değerler ve kurumlar bütününün meydana getirdiği değişme özelliği gösteren, kişileri ortak noktalarda birleştiren bir sosyal yasam biçimidir (Tural, 1992: 14). Kültür, insanoğlunun sosyal etkileşme yoluyla kazandığı maddî manevî birikimleri, değerleri, yönelimleri içeren karmaşık bir bütündür (İzbul, 1982:145-153). Toplumsal yapı, kişiler ve guruplar arasındaki kurumlaşmış ilişkiler bütünüdür. Kültür her toplumsal ögede yansımasını bulan bir dokudur (Turan, 1990: 13). Kültür geleneğin zaman boyutundaki gerçekliğine uygulanacak kavramdır. Kültür doğası gereği değişkendir. Gelenekler değişir. Zamanın bir kesitinden alınan bir örnek veya zincirin bir halkası geleneğin bütününü temsil edemez (İzbul, 1982: 145-153). Toplumlar gelenek diye adlandırılan kalıp davranış, ortak düşünce ve anlayış sistemleriyle oluşmuş, varlığını sürdürmüştür.

Kültürleşme adı verilen evrensel süreçte az veya çok daima karşılıklılık ilkesi vardır (Güvenç,1993:138). Kültür varlıkları, yeniyi alma, yaratma ile uyarlamada basan gösterebildiği ölçüde değişir, gelişir (Güvenç, 1993: 170). Kültür,yaşanan, yaşatan ve yaşayan varlık olarak geçmişten geleceğe sürekliliktir (Güvenç,1993:231). Her kültür olgusu kültürün bütünü gibi doğar, gelişir ve kaybolur veya yeni fonksiyonlarla genişler ve gençleşir (Yılmaz,1994:2-4). Toplumsal olgular bir kültür potasında eriyerek, içerik ve bütünlük kazanır. Değişme süresi içinde süreklilik gösteren oluşumlardır. Kültür toplumsaldır. Kişi, içinde yaşadığı toplumun kültüründen soyutlanamaz. Kültür tarihseldir uzun bir zaman dilimi içinde olgunlaşır ve yaygınlaşır. Kültür bir yaşam biçimi; bir toplumsal davranıştır. Bu olgu da bir tarih çanağı içinde oluşur. Tarih içinde (Turan, 1990: 20-25) yoğrulan ve gelişen kültür öğrenilir, yeni değerlendirme ve özümsemelerle gelecek kuşaklara aktarılır. Kültür aynı zamanda işlevseldir. Bir kültür dışa kapalı, kendine dönük olsa da durağan değildir. Kültürler arası etkileşim kaçınılmazdır. Türk kültürü belirli bir coğrafyayla sınırlandırılamayacağı için göçüp yerleştikleri; devlet kurup egemen oldukları ülkelerin tümünü kapsamaktadır. Türk kültüründe dört köken, dörtlü bir bileşke söz konusudur. Bunlar Orta Asya, İslam kültürü, Anadolu ve Batı kültürüdür.

Türklerin tarihleri kadar eski bir edebiyatları vardır. Yazının bilinmediği çağlarda edebiyat sözlüydü. Çok eski çağlara ait bilgi ve belgelerden yoksun olsak da, az da olsa ele geçen belgeler Türklerin çok eskilere uzanan bir geçmişleri olduğu kanaatini vermektedir. İslâmiyet öncesi edebiyat bir bütündü. Aydınlar ve halk için iki ayrı edebiyat yoktu (Dizdaroğlu, 1993:2). Yazı dili ve konuşma dili birdi. Kutadgu Bilig ile Divan-ı Lugati't Türk'teki manzum parçalar, Budizm ve Manihaizm çevresinde yazılan eserler, İslâmiyet öncesi Türk Edebiyatı hakkında bize bilgi vermektedir (Köprülü, 1918: 28). Ayrıca çeşitli kaynaklarda, birbirini tamamlayan bilgiler buluyoruz. (Caferoğlu, 1958: 179; Arat, 1965:XI; Gökalp, 1925: 303-331).
Türkler, İslâmiyet'ten önce bağlı bulundukları eski inanç sistemlerinin kültür ve geleneğine bağlı bir edebiyata sahiptiler. Din, kültürü etkiler, kültür de edebiyatı şekillendirir. Bütün ilkel toplulukların edebiyatları önce mitolojik kimlikle başlar, daha sonra dini şekle bürünür. En ilkel inanç sistemi olan totemizm, animizm (ruhçuluk), doğacılık (Şamanizm), Budizm, Manihaizm, Konfüçyüsçülük gibi semai olmayan dinlerin Türkler arasında kabul gördüğüne dair bir çok kayıtlara rastlamaktayız. (İnan, 1976:2-8; Turan,1969:547; Gökalp,1974:106). Bu dinlerin toplum ve kültür hayatındaki izleri yüzyıllarca sürmüştür. Bugünkü Türk yaşayışında bile bu eski inanış, görüş ve geleneklerin izlerini bulmak mümkündür. Türklerin doğa güçlerine egemen olmaya, etkilemeye çalışan Şaman inancından olduğu kabul edilir, Şamanizm inancında kişi kendini doğanın bir parçası sayar. Doğayla uzlaşmaya, onunla birleşip bütünleşmeye ve özdeşleşmeye çalışır (Turan,1990:101-103; Güvenç,1993:98). Türklerin tanıştıkları diğer bir kültür de Konfüçyüsçülüktür. Konfüçyüs tanrısı, peygamberi olmayan, semavi dinlerden farklı olarak insan-doğa, insan toplum; insan-insan ilişkisi üzerine düşünen ve toplumun kültürel birikimini ahlak kuralları biçiminde yorumlayan bir bilge kişidir. Konfüçyüsçülük; Budacılık; kutsal inançlarla çatışan ahlak sistemleri değildir. Çatışan iyiliklerle kötülüklerin dengelemesiyle mutluluğun yakalanacağına inanan inanç sistemleridir. (Güvenç,1993:98-101; Turan,1990:101-112).

Türklerin İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra eski edebî biçimler ve İslâmî kılığa bürünmüş konular varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yeni kültür gereği mitlerle örgülü destan şiirleri, dini şiirlere dönüşmüş; daha sonra da her konu şiirin alanına girmiştir (Dizdaroğlu,1993:3-4). Yüzyıllar boyu çeşitli inanç sistemlerinden etkilenen Türkler bunları yeni dinin kalıplarına uydurmuşlardır. Her inanç sistemi topluklara uygun bir yapı kazanır. İslâmîyet dervişlerle yayıldı. Bu dervişlerin çoğu kamların; ozanların ya da şamanların devamıydı. Bunlar eski inanç sistemleriyle İslâmiyet'i uzlaştırmışlardır. Anadolu'daki İslam tarikatlarının kurulup gelişmesinde Yesevi tarikatının önemi büyüktü. Kültür tarihi açısından temel süreç kültürleşmedir. Anadolu'da Türkler kültürel etkileşim için yeni bir kültürel kimlik kazanmışlardır (Güvenç,1993:101-123). Türklerin İslâmiyet'e geçişleriyle eski dinsel inançların değer ve uygulamaları birden bire sona ermemiştir. İslâmiyet'e geçiş sonrası yurt değiştirme, yani Anadolu'ya gelişleriyle günlük yaşam ve değer yargılarında değişikler başlamıştır. Anadolu'da yeni kültür; İslam kültürü; eski Anadolu uygarlıkları kültürleri ve eski inanç sistemleri arasında bir sentezde oluşmuştur. Türk kültürü tarihi açısından Anadolu'da dinsel inançlara değişik bakış açılan tarikatları doğurmuştur. Anadolu sufıliği İslâmiyet öncesi inanç sistemleri ve sosyal yaşantısının etkileriyle karışmış bir sentezi oluşturur (Ocak,1992:271-276).

Türklerin en eski inanç sistemleri olan doğa ve atalar kültür kalıntıları, İslâmî dönemde velî kültünde görülür. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felaketleri önleyen,hastalan iyileştiren velilerde, Türk Şamanları âdeta yeniden hayat bulmuş gibidir. Atalar kültü ecdadın takdisine dayanır. Ecdattan yardım amacıyla korku ve saygıyla kurban kesilir, eşyaları ve mezarı kutsal sayılır, önceleri tekke edebiyatına giren velî kültü sonraları bütün halk şiirinde önemli yer tutmuştur (Köprülü,1966:32-33).

Her edebî gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sisteminin, yaşam biçiminin sanatçılar tarafından özümsenip kendilerine özel bakış açılarıyla yorumlanmasıyla özgün anlatımlara kavuşur. Ozan- baksı edebiyat geleneğinin değişen zaman, zemin inanç sistemi dünya görüsü ve yaşama etkisiyle şekillenmesiyle Anadolu'da halk edebiyatı oluşmuştur (Günay,1988:101-104). Hicretin ilk yüzyılından itibaren bir zühd ve takva anlayışı içinde ortaya çıkmaya başlayan tasavvuf hareketi, miladi IX yy. dan sonra geniş ve renkli bir düşünce sistemi olmuştur XI. Yy.dan tarikatların kurulmasıyla tasavvuf bütün İslam alemine yayılmıştır (Ocak,1984:1).

Türklerin İslâmîyet'i kabul ettikleri IX. yy dan Tanzimata kadar süren edebiyatların da ortaya konulan eserlerin ortak niteliği, dini öz taşımalarıdır. İslâmiyet sonrası gelişen bütün edebiyatlarda İslâmî dünya görüşü hakimdir. Âşık tarzı edebiyatın klasik sekliyle örnekler verdiği 16. yüzyıl ve sonrasında dayandığı kültür birikimi nedeniyle eserler bütünüyle lâ-dini karakter taşımaz. Ortak coğrafyada yaşayan insanların duygu ve tasaları, değer yargıları bir birikim sonucu oluşur (Günay,1988:101-104).

Anadolu'da, yeni coğrafyada yeni bir kültür senteziyle oluşan Türk edebiyatı şu kaynaklara dayanıyordu: Kur'an ve hadisler, peygamber ve evliya hikayeleri, tasavvuf, Şehname, Arap, Fars ve Hint edebiyatlarından aktarılan çeşitli eserler ve bunlara ek olarak yerli ve millî malzeme, bu ortak malzemenin kazanılış, öğreniliş ve edebiyata yansıyış biçimi, Anadolu'da farklı Edebiyatların biçimlerinin doğmasına neden oldu. Bu nedenle aynı ortak kültür kaynağından beslenen Divan edebiyatı temsilcileri ile, halk edebiyatı temsilcilerinin dünya görüşleri, hayata bakış biçimi çok farklı olmamıştır.

Ozan-baksı geleneği diye adlandırabileceğimiz İslâmiyet öncesi Türk edebiyatı geleneği, Anadolu'da Osmanlı kültür ve üslubu içinde şekillenmiş yeni bir terkiptir. En belirgin ve etkili anlatım, İslâmiyet ve tasavvuftur. Tasavvuf, Anadolu'da diğer semavi dinlerin aksine bir doktrin olmakla kalmayıp bir yol, yaşam biçimi ve bütün edebiyatların etkileyici bir sanat haline gelmiştir (Günay,1988:101-104). Ozan-baksı geleneği İslâmiyet'ten sonra tasavvufi düşünce ve yeni yaşam, biçimiyle yerini yeni bir sanatçı tipine bırakmıştır (Günay,1993:20). İslâmiyet öncesi Türk edebiyat geleneğinin bir uzantısı olan Âşık edebiyatı, Bektaşî tarikatı mensupları arasında yayılıp gelişmiş ,yeni coğrafyada, yeni kültür ve dinin etkisi ile bir ölçüde değişerek yeniden şekillenerek gelişmiştir (Günay,1993:10). Farklı uygarlıklara ait kültürlerin oluşumu olan ozan-baksı geleneği her ne kadar âşık edebiyatını etkileyip beslese de millî öze bağlı ozan-baksı tipi, âşık tipinin prototipi değildir. Âşık tipi, Anadolu coğrafyasında, yeni bir kültürde İslâmî öze bağlı olarak oluşmuştur. Ozan -baksı geleneğinin özelliklerinden olan büyücülük, hekimlik ve din adamlığı gibi nitelikler, İslâmiyet'ten sonra terkedilmiştir. Âşık Edebiyatı klasik şekli ile 16. yüzyıldan itibaren yaygın bir şekilde yazalı kaynaklara aktarılmıştır. Bu edebiyatın ara örnekleri tespit edilememiştir. 15. yüzyılın ilk yansında Hurufîlik, Bektaşî tekkelerini oradan da Yeniçeri ocaklarına girince, zahirî bir tasavvuf rengi altında daha serbest bir görüşle din dışı ögeler şiire girdi. Bektaşî edebiyatından da âşık edebiyatının doğduğunu söyleyebiliriz. Âşık edebiyatında Bektaşî düşünce ve eğilimlerinin izleri gözlenir. Âşık Bektaşilik dışı tarikatlara mensup olsalar da Âşık tarzı edebiyatta Bektaşî edebiyatının ruh ve edası gözlenir (Günay,1993:10-18). Bektaşî edebiyatında İslâmiyet öncesi inanç sistemlerinin ve edebiyatının kuvvetli izleri görülür. Eski inanç sistemleri, kültürlerinin ayin ve törenlerine ait pratiklerin Anadolu'da yeni bir sentezle İslâmî şekil ve ruha dönüştüğünü görüyoruz. Bu sentez bir yaşam ve değerler bütününe dönüşmüş. Tekke ve âşık tarzı halk şiirini etkilemiştir. Divan şiirinde ise bir şiir imajı olarak etkisini göstermiştir.

On altıncı yüzyılda Alevî ve Bektaşî tarikatlarına yapılan baskı, dini pratiklerin gizli yapılmasına neden oldu. İslâmî kültür etkisiyle Türk kültürü yeni yurt edindiği Anadolu coğrafyasında yeni bir kültürel kimlik kazanınca millî öze bağlı, epik şiirler yazan ozanın yerini İslâmî öze bağlı lirik şiirler yazan âşık aldı. İslâmiyet öncesi kültüre ait bazı pratiklerin İslâmî renge bürünerek tarikatlara taşındığını görüyoruz. En kuvvetli etkiyi de Bektaşî edebiyatında hissediyoruz. Âşık tarzı Türk edebiyatı bir yönüyle İslâmiyet öncesi Türk şiirine diğer yönüyle Bektaşî şiirine dayanmaktadır. Anadolu'da oluşan yeni kültürel kimlik, halk şiirinde sanatçı tipini doğurmuştur. Epik şiir göçebe kültürünün Âşık şiiri de Anadolu yerleşik düzeninin ürünüdür. Epik şiir kaybolurken, lirik şiir ortaya çıkmıştır. Geleneğin süreklilik kazandığı yıllarda sanatçı adının âşık, hak âşığı, şair gibi adlarla ayrılması; Divan, tekke ve Âşık tarzı edebiyat sanatçılarının ortak kültür kaynağından beslenmelerine rağmen, farklı şiir çevrelerine mensup olmaları, farklı kitlelere seslenmeleri nedeniyle yollarının ayrıldığının önemli bir göstergesidir. Âşığın olağanüstü güçlerle donatılması, onu sanata hazırlayan dolu içme törenlerinin yapısı, bizi şaman kültürünün pratiklerine kadar götürür (Başgöz,1977:252-254).

Şehir kültürüne açık yerlerde klasik edebiyatın âşık edebiyatı üzerinde etkisi olmuştur. Bu hem dilde hem şiir imajlarında hem biçimde kendini gösterir. Âşık edebiyatı bir bileşim, bir sentezdir. Âşık mistik birlik arayan dervişle dans ve müzik eşliğinde şaman kültürünü sürdüren ozandan işlevsel olarak ayrılır. Onlar din dışı şiirler söyleyen eski ozan-baskı tipinin görevlerinden arınmışlardır. Bazen yalnızca halkı eğlendirme halkın sesini şiirlerinde duyurma işlevini üstlenirler (Başgöz,1977:254). Âşık soyut ve ulaşılmaz sevgili tipiyle mistiğe bağlanır. Klasik şiirin etkisiyle bazen güzelleri, klasik şiirin güzelini andırır. Âşık şiiri, Osmanlı toplumunun Anadolu'daki köklü kültür yapısı değişikliği nedeniyle eğitimli kitleyle halkın arasındaki kültür ve dolayısıyla farklı oluşan sanat çevresi ve beğeni farklılığından doğmuştur. Divan şiirinin, üst kültürün beslediği şiir olarak, kasabalarda üst kültürü yakalamış esnaf arasında bile yaygın olması, bizi halkla eğitimli kitle arasındaki çizgiyi belirlerken çok dikkatli olmaya itmektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mayıs 2011       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
bize millet özellikler nelerdir?
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Ocak 2012       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir millet için dil ve tarih neden önemlidir sorusunun kısa bi cevabı yok mu arkadaşlar :/

Benzer Konular

8 Aralık 2013 / misafir Soru-Cevap
7 Kasım 2013 / ödev başında Soru-Cevap
1 Ekim 2011 / zİYA Soru-Cevap