TARİH a. (ar. tarif]).
1. Bir olayın meydana geldiği, bir mektubun yazıldığı bir anlaşmanın yapıldığı vb. gün, ay ve yılı kesin olarak belirten ve zaman içindeki yerine oturtulmasını sağlayan söz: 29 ekim 1923 Cumhuriyetin ilan edildiği tarihtir. Doğum ve ölüm tarihleri. Bir konferansın tarihini belirlemek. Hangi tarihte gelmeyi düşünüyorsunuz?
2. Tarihi belirten kalıp söz: Bir mektuba tarih atmak. Bu belgenin üstündeki tarih okunmuyor.
3. insanlığın ve toplumların geçmişi ile ilgili bilgiler, geçmişteki ve bunların gelişmelerini yeniden ele alıp inceleyen bilim dalı: Değişik tarih anlayışları. Tarihin kaynakları ve yöntemleri. Tarihin yararlandığı belgeler. Tarih öğrenimi görmek. Tarih öğretmeni. Tarih kitabı.
4. insanlığın geçmişi; bilindikleri, düzenlenebildikleri ölçüde, özellikle birbirleriyle olan ilişkileri, gelişmeleri, belirleyici birer eğilim, akım oluşturmaları açısından ele alınan ve bu geçmişi oluşturan olaylar dizisi: Tarihin akışı. Tarihteki önemli olaylar. Tarihi yapan kişiler.
5. Geçmişte ya da geçmişin bir döneminde insanlık ya da bir insan topluluğu, önemli bir kişi, bir yer, bir insan etkinliği vb. için belirleyici olmuş olayların ya da olguların anlatısı, yorumu, incelenmesi, yazılmış yapıt: Bir ulusun, bir ülkenin tarihi
ni yazmak. Yakınçağ tarihi. Cumhuriyet tarihi. Türk edebiyatı tarihi, iktisat tarihi.
6. Sonraki kuşakların.geçmişteki olayları ve kişileri anımsama, anma biçimleri ve bunları yorumlayarak, yargılayarak vardıkları kanı: Tarih bu olayı kınayacaktır.
7. Belli bir yazar tarafından yazılmış tarihle ilgili yapıt: Cevdet Paşa’nın OsmanlI tarihi.
8. Tarihöncesi'hın karşıtı olarak, özellikle yazılı belgeler aracılığıyla bilinen dönem: Tarih yazının bulunuşuyla başlar.
9. Bir şeyin geçmişini belirleyen olaylar, gerçek olgular, durumlar dizisi: Ben bu bölgenin doğal güzellikleriyle değil, tarihi ile ilgileniyorum.
10. Tarih dersi: Tarihten bütünlemeye kalmak.
11. Tarih atmak, tarih koymak, bir yazıya ya da belgeye, içinde bulunulan günün tarihini yazmak. || Tarihe geçmek, hiçbir zaman unutulmayacak kadar önem ve değer kazanmak. || Tarihe karışmak, tarih olmak, üzerinden çok uzun zaman geçmiş olmak, işlevini yitirmek. ||... tarihinde, gün, ay, yıl ya da yalnızca yılla kullanıldığında, o tarihte o yılda. || Belirli tarihlerde, belirli günlerde; düzenli bir biçimde. || O tarihte, o dönemde, o zamanda.
—Esk. Tarihi edebiyat, edebiyat tarihi. || Tarihi hususi, özel tarih. || Tarihi kadim, eskiçağ tarihi. || Tarihi nebean, suların çıkışı, kaynamazamam.il Tarihi tabii, bitkilerin, hayvanların ve yeryüzünün evrimini anlatan bilim. || Tarihi umumi, genel tarih.
—Ask. tar. Askeri tarih, askeri olaylar, kişiler ve teknikler konusunda uzmanlaşmış tarih. (Bk. ansikt. böl.) || Askeri tarih bölümü, amerikan ordusunun özel bir kuruluşu. (Bk. ansikl. böl.)
—Ed. ve Tar. Bir olayın meydana geldiği yılı ebcet hesabıyla belirten söz ya da şiir. || Tarih düşürme, ebcet hesabına dayanarak tarih düzenleme. (Bk. ansikl. böl.) || Tarih mısraı, içinde bir olayın tarihinin bildirildiği dize. || Tarihi düta, istenen sayının iki katını veren ve ikiye bölünmesi gereken tarih. (Tarihi dübâlâ ya da tarihi muzaf da denir.) || Tarihi lafzı, ebcet sistemi uygulanmadan sözle belirtilmiş tarih. || Tarihi mühmel, yalnız noktasız harflerin sayı değerinin hesaba katıldığı tarih. || Tarihi mücevher, yalnız noktalı harflerin sayı değerinin hesaba katıldığı tarih. || Tarihi tam, tarih dizesindeki bütün harflerin sayı değerinin hesaba katıldığı tarih. || Tamiyeh tarih, tarih dizesinde belirtilene sayı ekleyerek ya da sayı çıkararak bulunması gereken tarih. (tamiye.)
—Fels. Tarih felsefesi, genelleştirilmiş ve karşılaştırmalı tarih olaylarını yöneten yasaları ortaya koymaya çalışan görüş. (Bk. ansikl. böl.)
—Güz. sant. Tarih resmi, konusunu dinden, Antikçağ'dan, efsanelerden ya da tarihten (eski ya da çağdaş) alan resim. (Batıdaki güzel sanatlar akademilerindeki hiyerarşide eskiden bu tür ilk sırayı işgal ederdi.)
—Huk. Bir hukuksal işlemin yapıldığı ya da sonuç doğurduğu zaman. (Bk. ansikl. böl.)
—ANSİKL.
tarihin malzemesi
Uzun süreden beri yazılı uygarlıklar kapsamında yer alan toplumları da incelemekten geri kalmayan arkeolojinin gün yüzüne çıkardığı maddi kalıntılara tarih malzemesi arasında önemli bir yer vermek gerekir. Yüzeysel bitki örtüsü altında kaybolmuş görünen köy ya da kent şiflerini ve tarımsal yapıları ortaya çıkaran hava fotoğrafçılığına giderek daha çok başvuran, coğrafya (varv), biyocoğrafva (dendrokronoioji, paiinoioji, fenoloji) ve fiziksel-kimyasal (ısılkalıcılık, ısıl ışıldama, radyoaktiflik) olayların incelenmesi sayesinde tarihleri kesin olarak saptayabilen tarihçiler, artık ortaçağ toplumları hakkında- ki bilgilerimizi de açılan birçok kazı alanındaki araştırmalar sayesinde berraklaştırmak, derinleştirmek ve hatta yenilemek olanağına kavuşmuşlardır.
Fakat, arkeolojik malzeme ne kadar önemli olursa olsun, yazılı belgeler yine de tarihsel araştırmanın temel kaynakları olmaya devam etmektedir. Bu belgelerin okunması ve yorumlanması, yazıtbilim, paleografi, mühürbilim ve dilbilim'e başvurulmasını zorunlu kılar. Fakat, ayrıca, hologram ve laserle dakik tayf analizi gibi daha modern bazı tekniklere de başvurmak gerekir. Bu modern teknikler sayesinde harflerin şekli, üzerine yazıldıkları nesnenin ve kullanılan mürekkebin niteliği ve dolayısıyla ne zaman ve nerede yazıldıkları kesin olarak bilinebilir. Bu belgelerin en eski olanları temelde anlatı niteliğindedir ve çoğunlukla salt kronolojik bir sıra içinde sunulmuştur. Olayları yıl yıl tarihlendiren yıllıkların çoraklığı, bir ailenin tarihini anlatmayı amaçlayan soykütüklerinin kuruluğu ve uzun kahramanlık şiirlerinin abartılı yaşamöyküleri, bu tür belgelerin öz niteliğini oluşturur. Bunların üstünde kronikler ve tarihler yer alır. Bunlar kuramsal olarak evrensel nitelikte olmakla birlikte, esas katkıları genellikle yazarın doğrudan doğruya yaşamış olduğu olayların anlatılmasından ibarettir.
Olayların açıklayıcı ilke ya da ilkelerini ortaya çıkarmak amacıyla, onları tematik bir biçimde sunan yazarların yapıtları daha derinlemesine işlenmiştir. Bu bakımdan Yunanlılar belirleyici bir rol oynadılar. Herodotes coğrafi çerçeveyle, olayların "girdisi ve çıktısTyla ilgilenmekten geri kalmadı. Herodotes’in bu yöntemini Thukydides eşi görülmedik bir mükemmelliğe ulaştırdı ve Peloponisos savaşı adlı kitabıyla türü için örnek oluşturan bir tutarlılık ve mantıksallık başyapıtı ortaya koydu.
tarih ve tarihçiler
Tarihçi, XIX. yy. alman tarih okulu gibi salt “bilim için bilim" yaptığını iddia ettiği zaman bile, ele aldığı belgeler karşısında daima, bir ölçüde, içinde yaşadığı zamana ve ortama göre hareket eder. Nitekim, birçok yunanlı yazar, tarihin yalnızca kendileri için bir deney ya da bir belge değeri taşıyan faydacı yanını göz önünde bulundurdular. Ortaçağ tarihçilerinin yapıtlarını da didaktik kaygılar yönlendirdi. Bunların birçoğuna göre, (hajiyografi yazarları ya da Joinville gibi), tarih, aslında, seçme bir kahramanın kişiliğinde ahlaki ve dini dersler vermek için bir bahaneden; başka bazılarına göreyse, yazarın kendi benimsediği (Villehardouin) ya da hizmetinde bulunduğu hükümdarların izledikleri (Froissart) siyaseti haklı gösterme aracından başka bir şey değildir. Bu durumda, Guy Palmade’ın belirttiği gibi, “XV. yy.’ın sonunda tam anlamıyla tarih, henüz doğmuş değildi”; gerçi Philippe de Commynes’in başkalarına ve kendine gösterdiği güvensizlik onun doğmasına bir ölçüde katkıda bulundu, ama tarihe asıl can veren, Machiavelli’nin gerçekçiliğinin temelinde yatan şüphecilik ve Gu- icciardini’nin, olgunun asıl kendisini araştırma yöntemi oldu. Nitekim, bu iki düşünür de tarihi, yeniden doğmakta olan hümanizmin çocuğu olan yöntemli geniş bilgiye dayandırdılar ve bu bilgi, XVI. yy. sonunda uyanan eleştiri düşüncesinin etkisiyle giderek daha aydın bir hale geldi. Ne var ki, daha sağlam bir bilimsellik yönündeki bu evrim, bazı yazarların edebi ve faydacı önyargılarının tehdidi altına girdi: bunlar, XVII. ve XVIII. yy.’larda tarihi, din savunucusu (Bossuet), partizan (Saint -Simon) ya da felsefi (Montesqueiu, Voltaire) emellerinin hizmetine koşmak istediler. Buna rağmen Karşı Reform’u çürü- tülemez kanıtlarla desteklemeye çalışan bazı bilginlerin ve özellikle din adamlarının gayretleriyle tarih, kendi yolunda ilerlemeyi sürdürdü.
İsa Birliği (bollandcılar) ve Saint-Maur Benedikten kongregasyonu üyelerinin inançlarını doğrulamayı amaçlayan bilgince ve kolektif bir çabayla önemli birtakım metinler yayımlamaya başladılar. Fransa' da Yazıtlar ve edebiyat akademisi'nin (1663) kurulmasıyla, sistemli bir biçimde eleştirel baskılar yayımlama politikası kurumsallaştı. Akademi, bilgini haklı olarak, metnin otoritesi altına soktu; öte yandan, yine bu sıralarda Asya kıtasının tümüyle insanlık tarihi alanına girmesi tarihçiyi, fazlasıyla avrupamerkezçi olan anlayışını ve kullandığı kronolojinin salt Kutsal Kitap'a dayanan yapısını yeniden gözden geçirmek zorunda bıraktı.
Tarih, dünyada pek çok ve çeşitli uygarlıklar bulunduğunun bilincine vardı; öyle ki, bu uygarlıklardan her biri "tüm” hakikati değil, ancak “kendi" hakikatini temsil etmekte ve dolayısıyla da mutlak değil, ancak göreli bir değer taşımaktaydı. Böylece tarih, artık geçmişi yöntemli bir şüphecilik anlayışıyla incelemeyi kendine görev bildi.
Önce betimleyici, sonra eleştirici olan tarih, sonunda şimdi’yi ve geçmiş'i açıklamaya ve bu işi, şimdi’yi geçmiş'e oranla ele alarak yapmaya başladı. Bu konuda "1789”, kendi yapıcılarına hem eşsiz bir deney alanı olmakta olan olguyla ilgili deney hem de daha önce olanların gerçek önemini daha iyi takdir etmeyi sağlayacak araçlar sundu (krallık, senyör- lük ve kilise arşivleri, bilginlerin emrine verildi). Arşivlerin milleştirilmesi, sözgelimi Fransa’da Archives nationales’in kurulmasına (7 eylül 1790 tarihli kararname) olanak sağladı. Napolöon I, bunu, daha önce Paris'te toplanmış bulunan Avrupa arşivlerinin çekirdeği, yapmayı düşündü; Restauration ise, Ecole nationale des chartes’ı kurarak (1821) arşivlerin kullanımını kolaylaştırmaya çalıştı.
1789, 1793 ve 1804 insanlarının, ondan yararlanarak Ancien Rögime’in kafaları karanlıkta bırakma çabalarını mahkûm etmeye çalıştıkları bir sırada elbette savunmacı ve partizan kaygılardan sıyrılamayan tarih, bu yeni yönelişte, paradoksal sayılabilecek bir biçimde, bazı yeni kavramları inceleyerek etkinlik alanını genişletecek malzeme bulmaktan geri kalmadı. Bu kavramlardan birincisi gerek devrim dramının aktörleri, gerekse romantikler tarafından baş tacı edilen ve Michelet’nin dediği gibi her halkın farklı temel dehasını yansıttığına inanılan ulus; İkincisi, bağımsızlığın güvencesi ve dolayısıyla, Augustin Thierry’ye göre Hisloire vĞritable de Jacçues Bonhomme'un (Jacques Bonhomme'un [eskiden Fransa'da köylülere verilen teklifsiz ad] gerçek tarihi) [yayımlanışı, mayıs 1820] dayandığı ilke olan özgürlük; üçüncüsü de, Alexis de Tocqueville’in düşüncelerine konu olan amerikan deneyinin, Devrim’le siyasi bakımdan baştan aşağı değişen Avrupa’ya yeni tip bir kurumsal modelini sunduğu demokrasi idi.
Antikçağ’a bir tür onursal öncelik tanıyan, ayrıca Ortaçağ’ı bir gotik barbarlık dönemi gibi değil de, bütün avrupa ülkelerinde ulus olayının ortaya çıkmasıyla sonuçlanan zahmetli bir gebelik dönemi olarak görüp, ona itibarını iade eden tarih, son olarak, modern zamanların incelenmesine klasik filoloji alanında kotarılmış yöntemleri uyguladı. Leopold von Ranke, bilgince ve eleştirel tarihin babası sayılabilir. Bundan sonra tarih, Renan ve özellikle Fustel de Coulanges gibi bilginler sayesinde daha disiplinli ve daha sağlam bir bilgi dalı haline geldi. Bu bilginler, belki de Auguste Comte’un etkisiyle, tarihin nesnel hakikatini keşfe çalıştılar; her ikisi de, bu bilgi dalını, insanlığın toplumsal gelişimini yöneten yasaları araştıran bir bilim düzeyine çıkarmayı düşünüyordu.
Buna rağmen tarih, 1870-71 Fransız-AIman savaşı'ndan sonra Fustel de Coulanges'ın Theodor Mommsen'e karşı açtığı tartışma gibi bazı polemik kapışmaların tuzağına düşmemezlik edemedi. Aynı savaş, Taine’i Paris komünü'nün düşmanı yaptı ve Ernest Lavisse’i ulusal zaferleri ve dolayısıyla da Intikam’ı göklere çıkarmaya şevketti. Bu yüzden tarih, ancak XIX. yy.'ın son yıllarında, yöntemlerini kesin bir biçimde belirlemesini mümkün kılan bir profesyonelleşme süreci sayesinde, bilimsel nesnelliğe ulaşabildi.
tarih okulları
•
Olgucu ya da deneyci okul. 1819'dan başlayarak Monumenta Germaniae histo- rica ve 1844'ten başlayarak Patrologie la- line ve Patrologie grecque (rahip Migne’ in yapıtı) gibi bazı önemli koleksiyonları yayımlayan ve arşiv belgelerinden kolayca yararlanılabilmesi için bp belgelerin özenle envanterini çıkaran Ecole nationale de chartes mensupları, profesyonel tarihçilere kaynaklarını kanıtlamak olanağı sağladılar. Tarihçiler artık başvurdukları kaynakları "dış" ve "iç" eleştirilerin süzgecinden geçirebiliyor; ve bu işi, ancak doğruluğunu çürütülemez bir şekilde tespit edebildikleri olayları doğru olarak kabul etmelerini gerektiren bir yöntemsel şüphe anlayışı içinde yapıyorlardı.
Bu yöntemleri Charles Victor Langlois ve Charles Seignobos, 1897’de yayımla- dıklan introduction aux Ğtudes historiques (Tarihsel incelemelere giriş) adlı yapıtlarında formülleştirip sistemleştirdiler. Sorbonne profesörlerince ders olarak okutulan bu yöntemler, büyük bir titizlikle uygulandı ve bunlardan en ufak bir sapma gösteren araştırmacılar, Revue critique' in ya da Gabriel Monod tarafından kurulan (1876) Revue historique'\n denetmen- lerince kıyasıya eleştirileli. Böylece, tarihi çalışmaların kuralları tespit edildi. Bu kurallar, yeni bir tarih anlayışının hizmetinde kullanılsalar bile geçerliklerini, XX. yy.'ın ikinci yarısında da hâlâ esas bakımından korumaktadır. Olgucu okul tarihçilerinin başlıca kusuru, bir ihtiyat tedbiri olarak inceleme alanlarını, doğruluğunu kesin olarak belirleyebilecekleri olaylarla sınırlı tutarak, bu deneysel tarihi, bir “siyasi tarih” olarak olayların kronolojik akışları içinde anlatılması ya da kurumsal yapıların analizi biçiminde- anlamalarıdır. Olayları askeri, diplomatik, parlamenter kurumsal gibi ayrı ayrı şekiller altında ele alan bu "tarihleştirici tarih” ya da "olgucu tarih”, kendi içine kapalı bir dünya oluşturuyor, coğrafya, iktisat, toplumbilim... gibi öteki insan bilimleriyle her türlü teması reddediyordu.
•
Bütünsel tarihe doğru. Tarihin ancak diğer insan bilimleriyle sıkı bir beraberlik ve karşılıklı alışveriş içinde amacına (insanın geçmişteki çeşitli etkinlikleri içinde bilinmesi) ulaşabileceğine inanan Henri Berr, birbirine komşu bilim dalları uzmanları arasında temasları teşvik etmek ve kolaylaştırmak amacıyla Revue de synthĞse historique dergisini kurdu (1900) ve söz konusu uzmanları beraberce BibliothĞque de synthĞse historique’ (Tarihsel sentez kütüphanesi) kurmaya çağırdı, insanlığın evrimini inçelemek görevini üstlenen bu kuruluş, l’Evolution de l'humanite genel başlığı altında bir dizi yapıt yayımladı. Bu dizi, Lucien Febvre’in 1942’de yayımladığı ve nefis bir kolektif psikoloji incelemesi olan le ProbIĞme de l'incroyance au XVI. s. (XVI. yy.'da dinsizlik sorunu) adlı yapıtla doruğuna ulaştı.
Revue de synthese historique’den ayrılan bu yazar, 1929’da Maro Bloch’la birlikte Annales histoire Ğconomique et socialei kurdu. Olgucu tarih anlayışını, tarih araştırmalarını ve öğretimini felce uğratmakla suçlayarak bir yana atan derginin kurucuları, tarihçinin mutlak bir şekilde metne bağlı kalması ilkesini reddederek, ona varsayım kurmak, yani mesleğin kurallarına sıkıca uymak şartıyla özgürce davranmak hakkını yeniden tanıdılar; böylece, artık “olay"ı değil, fakat insanı, insanları konu alan bir tarih anlayışının temellerini atmış oldular.
Bir tarlanın resmi, bir aletin şekli, bir çeliğin kalitesinin en az bir yazılı metin kadar belge değeri taşıdığına ve bir halkın yaşam tarzı, bireylerinin kültür derecesi hakkında tarihçiyi hiç olmazsa onun kadar ve belki de ondan daha iyi aydınlatabileceğine inanan Annales okulunun öncüleri (Febvre, Bloch, Braudel), tarihin kaynaklarında bir çeşitlendirmeye gidilmesini ve tarihle öteki insan bilimlerini birleştiren bağların pekiştirilmesini istediler.
Bu şekilde anlaşılan tarih, her şeyden önce, dikkati “tarihin kısa süreleri, yaşam öyküleri ve olgular” üzerinde kutuplaştırmayı reddederek, toplumların ve uygarlıkların evrimine yol açan derin nedenleri iktisadi ve toplumsal olayların “uzun sü- releri"nde arayan bir iktisadi ve toplumsal tarihti. Bu yapısal tarih anlayışı, insan topluluklarının iktisadi evrimini şartlandıran "A” (genişleme) ve “B” (daralma) evrelerinin dönüşümlü olarak birbirini izlemesini uzun süreler içinde belirleyebilmek için, toplumbilimci iktisat uzmanı François Simiand’ın ön ayak olmasıyla, istatistiğe başvurmaya başladı.
iktisadi tarihin daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla böyle matematiksel formüllere başvurma, aynı zamanda, kon- jonktürel bir tarih biliminin oluşmasına yol açtı. Bu tür tarihi niceliksel olarak tanımlayan Jean Marczevvski; bu bilimi bir "geriye bakışlı ekonometri” (Pierre Vilar) haline getirmek istedi. 1780 öncesi dönemler sözkonusu olduğunda tarihçinin mutlak niceliklere erişebilmek bakımından hemen her zaman imkânsızlığa düşmesi, Pierre Chaunu'yü dizisel tarih adını verdiği bir tarih anlayışı ortaya koymaya götürdü. Bu, "bireysel olaylardan çok [...] homojen bir dizi halinde bütünleştirilebilen ve sonra klasik matematiksel dizi analizi yöntemleriyle işlenebilen ve özellikle de öteki insan bilimlerinde her zaman kullanılan dizilerle arasında bağlantı kurulabilen unsurlar üzerinde duran [...]” bir tarihti.
Bundan böyle tarih durmadan başlangıçtaki alanının dışına taştı; coğrafyadan yararlandı, doğayı kapsamına aldı, demografiyi kendine bağlayarak yörüngesi üzerinde yeni yeni bilgi dalları oluşturdu. Doğal ortamın, yani toprak, iklim ve bitki örtüsünün insanlara sunduğu etkinlik imkânlarını göz önüne alan Marc Bloch, Ca- ractĞres originaux de l’histoire rurale française (Fransa kırsal tarihinin kendine özgü nitelikleri) [1931] adlı yapıtıyla kırsal tarihin temellerini attı. Kara-deniz diyalektiğini ustaca kullanan Fernand Braudel, tarihe aynı zamanda hem mekânı, hem de uzun süreli zamanı katan la MĞditerranĞe et le monde mediterranğen gpoque de Philippe II (Philippe II zamanında Akdeniz ve Akdeniz dünyası) başlıklı tezini yayımlayarak (1949) "yerbilimsel tarih”e hak ettiği yeri verdi. Nihayet, 1967’de, Emmanuel Le Roy Ladurie, iklimin dizisel incelenmesini yaparak tarihe doğayı kattı. E.. Le Roy Ladurie, bu girişiminde dendroknolojinin ABD'de kaydettiği gelişmelerden ve salt meteorolojik olaylarda onar yıllık, hatta yüzer yıllık dönemler içinde meydana gelen ve insanın toplumsal davranışlarını etkileyebilen değişiklikleri inceleyen fenolojinin kaydettiği ilerlemelerden yararlandı.
Nihayet, Jacques Le Goff'un "yeni tarih" adını verdiği tarih anlayışı her şeyi kapsamına aldı ve çok çeşitli ve sağlam dalların ortaya çıkmasına yol açtı: nüfusbilim tarihi (özellikle kilise kayıtlarının incelenmesi sayesinde gelişti ve toplumların davranışlarını daha iyi anlamaya olanak sağladı); zihniyetler tarihi (Robert Mandrou ve George Duby’nin öncülüğünde gelişen bu dal, toplumbilim, etnoloji ve kolektif ruhbilimin katkılarıyla beslendi ve bunların yardımıyla kitlelerin kültür edinişlerini ve dinsel davranışlarını en küçük belirtilerine kadar incelemeye çalıştı); gerçekdışı varlıklar tarihi vb.
—Ask. tar.
•
Askeri tarih. Uzun süre yalnızca muharebelerin cereyan tarzını anlatmakla sınırlı kalan askeri tarih, günümüzde savaşları, askeri toplulukları ve silahları ilgilendiren her şeyi kapsamına almaktadır. Bu nedenle, özellikle strateji, taktik, toplum bilim, hukuk ve teknik, onun temas ettiği konulardır. 1960'tan sonra gerek Fransa’da, gerekse başka ülkelerde yeniden revaç bulmasında Pierre Reno- uvin, Henri Michel ve Andre Corvisier gibi yazarların rolü oldu.
•
Askeri tarih bölümü. Amerikan ordusunun bu kuruluşu, harekât halindeki büyük birliklere bağlı ve harekâtların cereyan tarzını, hemen olduktan sonra çarbucak ve tamamen nesnel bir biçimde yazmakla görevli tarih uzmanlarını (subay ya da üniversiteli) içerir. Askeri tarih bölümü görevlileri, harekâtta rol alanları ve tanıkları sorguya çekebilirler ve arşivleri inceleyebilerler.
—Ed. ve Tar. Tarih düşürme'öe bütün harflerin ya da yalnız noktalı harflerin yahut yalnız noktasız harflerin hesaba katılması gibi farklı yollar izlenmiştir. Örneğin Netinin ölüm yılını belirten şu tarih dizesinde bütün harflerin sayısal değeri toplanmaktadır: "Ah kim kıldı felek Nef’i gibi üstada". Bu dize arap harfleriyle şu yolda yazılır: “elif-he kef-ye-mim kaf-ye-dal-ye fe -lam-kef nun-fe-ayın-ye kef-be-ye elif-sin-te -elif-dal-he”. Buradaki harflerin ebcet hesabına göre (EBCET) sayısal değerleri şunlardır: 1+5 20+10+40 100+10+4+10 80+30+20 50+80+70+10 20+2+10 1+60+400+1+4+5); toplam hicri 1044 (=1635) tarihini verir. "Bağdat alındı bin kırk sekizde" dizesinden ise aynı yöntemle hicri 1048 (1671) tarihi bulunmakta, bu tarih ayrıca sözle de belirtilmiş olmakta dır (lafzi tarih). Tarih düşürme divan şairlerinin yakın ilgi gösterdiği bir uygulamaydı. Padişahın, devlet büyüklerinin vb. yaşamıyla ilgili olaylar (bazen ata binme, ok atma gibi sıradan işler), fetihler, bilginlerin, şairlerin ölümleri, cami, çeşme gibi yapılar vb. için tarih düşürülürdü. Bu yoldaki şiirler divanlarda yer alır, binaların yazıtları, mezar taşları üzerinde ve bulunurdu. Her türlü olayla (bir kedinin ölmesi) ilgili olarak en çok tarih düşürmüş divan şairi Sururi'dir.
—Fels. Tarih kavramı üzerinde düşünme, Hegel'le birlikte büyük bir önem kazandı. Almancada tarih anlamına gelen iki sözcük vardır: Geschichte ve Historie. He- gel'e göre Historie, geçmiş olguların anlatısını, Geschichte ise olan şeyin olumsallığı içinde şimdi olmakta olan tarihi adlandırır. Birinci görünümüyle tarih, sebepsizlik alanına giren bir btlim koludur ve ele aldığı "gerçek'ler zorunlu olmayan belirlenimlerle ilgilidir” (Tinin görûngübilimi [Phânomenologie des Geistes], “Önsöz”. Buna karşılık ikinci sözcük, "kendi kendini dolayımlılaştıran [...] Tin’in oluş yönü”y- le ilgilidir (ay. ypt., "Mutlak bilgi”). Bu işe iki görünüm katkıda bulunur: özgürce içselleştirilmiş olumsal olayların hesaba katılmaları (gerçek anlamıyla tarih) ve bunların “kavramsal düzenleniş’ (“görüngü- sel bilgi bilimi”). Bu özgürlük karşılaşmasında olumsallık ve kavram, bütünsel gerçeği, “kavranmış tarih oluştururlar”
•
Marxçılığa göre tarih, yaşayanın ve sınıflar savaşımının alanıdır. Marx ve Engels şöyle der: "Tüm insan tarihinin ilk koşulu, elbette yaşayan insanların varlığıdır” (Alman ideolojisi [Die Deutsche ideologie], 1) “Tarih yapmak” için insanların yaşayacak durumda olmaları gerekir. "Yaşamak için de her şeyden önce su içmek, yemek yemek, barınmak, giyinmek ve daha birkaç şey gerekir. Buna göre ilk tarihsel olgu, bu gereksinimlerin karşılanmasını sağlayan araçların üretimi, maddi yaşamın kendisinin üretimidir..." (ay. ypt.). “Tarih, çeşitli kuşakların art arda gelmesinden başka bir şey değildir. Bu kuşakların her biri, daha önceki tüm kuşakların kendisine aktardıkları gereçleri, sermayeleri ve üretici güçleri kullanır. Bundan dolayı, her etkinlik biçimi ona aktarılmakla birlikte, kökten dönüşmüş koşullar içinde aktarılmıştır ve öte yandan her kuşak, kökten farklı bir etkinliğe girişerek eski koşulları değiştirir” (ay. ypt.)
•
Heidegger’in uğraştığı tarih sorunu, insanın neden ve niçin tarihsel bir varlık olduğunu bilmek sorunudur. Ona göre insanın “tarihsellik' (yani insanın bir tarih nesnesi olması), zamanlılığının sonucudur ve bu zamanlılık da insanın, varlıkla kendine özgü ilişkisini oluşturur. “Bütünüyle varolanın başlangıçtaki gelişmesi, varolanın ne olduğu sorusu ve batı tarihinin başlaması bir tek ve aynı şeydir; bunların hepsi aynı zamanda gerçekleşir, ancak kendisi ölçülebilir olmayan bu “zaman”, her türlü ölçü olanağının başında yer alır (1/om Wesen der Wahrheit) [Gerçeğin özü üzerine], Tarih ancak varlığın insan tarafından geliştirilmesiyle başlar. Sartre ise, et le Nöant'dan (Varlık ve hiçlik) Critique de la raison dialectique'e (Diyalektik aklın eleştirisi) geçerken, marxçı bir bakış açısından, tarihin temel rolünün farkına varır ve onu felsefesiyle bütünleştirmeye girişir. insanın hem tarih yaptığını, hem de tarih tarafından yapıldığını ileri süren Engelsin düşüncesini, kesin olarak ortaya koymaya çalışır. Şöyle der: “Eğer tarih benim istediğim gibi olmuyorsa bunun nedeni, onu benim yapmadığım değildir, başkasının da tarih yapmasıdır [...]. Bizim tarihsel görevimiz [...] tarihi ortaklaşa yapacak somut insanlar içinde [...] tarihin ancak bir tek anlamı olacağı zamanı yaklaştırmaktır” (Yöntem sorunları) [öuestion de mâthode].
•
Michel Foucault, insanların yaşadıkları ve tasarladıkları tarih arasındaki ayrımın kazandığı önemi ortaya koyarak tarih kavramını kökünden değiştirdi. Ona göre tarih, insanların bilincini her zaman aynı biçimde “sulamadı”. Yunanlılardan önce bu tarihin başlıca özelliği [...] dünyanın oluşunu insanların zamanına uydurarak [...] ya da tersine bir insan yönelim ve hareketini, biraz da hıristiyan inayeti biçiminde, doğanın en küçük parçalarına kadar yayarak, her yerinde tekdüze, bütün insanları ve onlarla birlikte nesneleri, hayvanları, hareketli ya da hareketsiz her varlığı [...] aynı bir sapma içine sürükleyen büyük ve düz bir tarihin tasarlanmasıydı” (Sözcükler ve nesneler [les Mots et les Choses], 10). XIX. yy.’la birlikte, insanların tarihle olan ilişkileri değişti. Tarih karşısında insanlar, tarihsel ilişkilerin dışında yer aldılar. Tarihsellik doğdu. "Doğaya özgü bir tarihsellik keşfedildi. Hatta her büyük canlı tipi için, sonradan kendi evrim profilini belirleme olanağı verecek çevreye ayarlama biçimleri saptandı. Ayrıca, emek ve dil kadar insana özgü etkinliklerin bile, nesnelere ve insanlara özgü büyük hikâye içinde yerini bulamayacak bir tarihselliğe sahip oldukları da ortaya konabildi. Buna göre üretimin gelişme biçimleri, sermayenin birikim biçimleri, fiyatların da, ne sonunda doğal yasalarla yetinebilecek, ne de insanlığın genel gidişine indirgenebilecek değişme yasaları vardır” (ay. ypt.).
—Huk. Hukuksal işlemlerde tarihin önemli bir yeri vardır. Bir hak ya da yükümlülük zaman içerisinde niteliğini değiştirebilir. Zamanaşımı, vade vb. önemli hukuksal sonuçları olan kavramlardır. Resmi belgeler üzerindeki tarih kesin kanıt niteliğindedir. Bir hukuksal işleme tarih konmamış olması işlemin niteliğini değiştirebilir. Örneğin, kambiyo senetlerinde (bono, çek, poliçe) düzenleme tarihi önemli bir şekil unsurudur. Tanzim tarihi olmayan bir bono, çek ya da poliçe kambiyo senedi olma niteliğini kaybeder. Bir borcun yerine getirilme zamanı, kural olarak belirli tarihe göre saptanır. Bu durumda borç sözkonusu tarihte muaccel hale gelmiş olur. (VADE.)
—Ikonogr. Antikçağ sanatçıları Tarihi, dokuz musadan biri olan Kleio*'nun görünümünde canlandırdılar. Bu gelenek klasik dönemde, özellikle Le Brun (Versailles' da, Aynalar galerisi'nin tavanı) ve Boucher (B. N., Paris) tarafından sürdürüldü. Tarih kimi zaman da bir cinle kişileştirildi (François Un kalbi anıtı, Saint-Denis). XIX. yy.'da, resmi süsleme heykelciliğinde Tarih figürü sıkça kullanıldı (Pantfıöon'un alınlık tablası [David d’Angers], Etoile zafer takı alçakkabartmaları [Cortot]).
Tarih kurumu (Türk) (TTK), türk kamu kuruluşu. Atatürk’ün yönlendirmesi ve buyruğuyla Ankara’da Türk ocakları merkez heyeti’ne bağlı olarak kuruldu (nisan 1930). Türk ocakları kapanınca tüzel kişiliğe sahip bir dernek durumuna getirildi (15 nisan 1931). Tüzüğünde amacı, türk tarihi ile Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları incelemek ve elde edilen sonuçları her türü yolla yaymak biçiminde belirlendi. 16 üye ile kurulan kurumda üye sayısı daha sonra 41’e çıkarıldı ve bu sayı ile sınırlandı. Her yıl seçilen yönetim kurulu yedi kişiden oluşur. 1983’e kadar özerk bir kurum iken, bu tarihte Atatürk* kültür, dil ve tarih yüksek kurumu’na bağlandı. Kurum, seminer ve toplantılar dışında beş yılda bir uluslararası nitelikte Türk tarih kongresi düzenler. Başlıca çalışma alanları ve konuları kurumun tüzüğünde şu biçimde belirlenmiştir: Türkiye’nin çeşitli yerlerinde arkeolojik kazılar yapmak, bu kazılardaki buluntuları dünya bilimine tanıtmak; türk tarihinin ana kaynaklarından henüz yayımlanmamış olanları yayımlamak, başka dillerde yazılmış kaynakları türkçeye çevirmek ve gerekenleri yayımlamak; arşivlerdeki belgeleri inceleyerek türk tarihini aydınlatacak monografiler oluşturmak; türk ulusunun dünya uygarlığına yaptığı katkıları ortaya çıkartıp bilim dünyasına tanıtmak; türk tarihini bilimin en çağdaş verileri ve yöntemlerine göre yeniden yazmak. Kurumun merkez binası yanında bir basımevi ve bir kütüphanesi vardır. Kurum, üç ayda bir Belleten adlı bir dergi yayımlamaktadır.
Tarih musahabeleri, son osmanlı vakanüvisi Abdurrahman Şeref Efendi’nin (1853-1925) toplu makalelerinden oluşan yapıtı (1923). Tarihi osmani encümeni başkanı olduğu sırada (1917) çıkardığı dergide ve Sabah gazetesinde birçok makalesi yayımlanan Abdurrahman Şeref Efendi, daha sonra bunların arasında son dönem osmanlı tarihini ilgilendirenlerini ve ünlü Osmanlılar'ın yaşamöykülerine ilişkin 20 kadarını Tarih musahabeleri adı altında toplayarak kitaplaştırdı. Kitabının giriş yazısında yazar, Sicilli osmani'den büyük ölçüde yararlandığını ve yaşamöykülerinin bazısına kendisinin tanık olduğu otantik fıkralar eklediğini belirtir. Tarih söyleşileri (1970), Tarih konuşmaları (1978) adlarıyla iki kez yayımlandı.
Kaynak: Büyük Larousse