Osman Bey’in, Kulacahisar’daki halka yaptığı konuşma, “ Osmanlı Cihan Devleti”nin altı yüz küsur yıl, pek çok dine mensup, birçok milletten insanı hangi bakış açısıyla, barış içinde ve birarada, tuttuğunun göstergesi gibidir:
“- Gönlünüzü hoş tutun. Korkmayın. Canınıza, malınıza, ırzınıza zerre ziyan gelmeyecektir. Bunu ben. Kayı beği Osman size söyledim. İmdi, pazara gidecekler yola koyulsun. Onları benim yiğitlerim koruyacaktır. Dönüşünüzde de böyle olacaktır. Bundan böyle hep böyle olacaktır. Kulacahisar’ı hep yiğitlerim koruyacaktır. Size ziyan verecekleri yiğitlerim karşılayacaktır.Geceniz gündüzünüzden emin olacaktır. Bunu size ben, Kayı beği Osman, ben derim.” (s. 176)
Osman Bey’in annesi Cankız’ın ölümüyle yapılan defin merasimi, Kayı B0yu’nun “ ölüm hadisesi”ne ne şekilde baktıklarını gösterir.
“ Cankız’ın mezarı hazırlanıyor, Dursun Fakı ile Kumral Abdal Kur’an okuyordu.
Ertuğrul beğ gazi, bir adım gerisinde, Osman, solunda da Osman’la aynı hizada olmak üzere, Gündüz ve Savcı, doksan yaşına rağmen oğulları gibi dimdik duruyordu. Ellerini gökyüzüne açmışlardı. Onlara bakanlar, ölümden ve hayattan çok, çok daha önemli bir şeyin idraki ile, ölümün ve hayatın ötesinde bir şeyin görevlileri sanırdı.” ( s. 179)
Osman Bey’in, Malhun Hatun’a “niçin Zümrüdü Ankam deiği şöyle anlatılır:
“ O zaman, Osman beğ ona döner, gülümserdi. Malhun Hatun anlardı ki, kocası için artık yoktur; ama, bu daha güzeldir, çok daha tatlıdır; çünkü artık kocasındadır; Osman beğ Malhun Hatun’u özümsemiştir. Malhun Hatun ile bir olmuştur.; Malhun Hatun ondadır, onun dışında değildir.. onun dışında olmayacaktır.Malhun Hatun bu aşkla gururludur ve mutludur.
Ve, Malhun Hatun, kocasının, Osmancığın ve Osman beğin kendisine niçin, Zümrüdü Ankam benim dediğini çok iyi biliyordu. Bu bilgi de Malhun Hatun’un mutluluğunu, gururunu, övüncünü ve aşkını güzelleştiriyordu.” ( s. 193- 194)
Osmanlı ve Kayı töresinde;
“ Uruz da onları atlarına ters bağlattırarak salıverdi.” (s. 198) satırlarında anlatıldığı gibi, “ ata ters bağlamak” bir aşağılama ifadesidir.
“ Emine’nin babası, onun gözlerine bakıyordu.
‘- Umarım. Beklerim, ki ere kız vermenin sevincini, Savcı beğin oğlu, beğimiz Osman beğin yeğeni Bay Koca gibi bir oğul edinmenin övüncünü duyalım.” (s. 205) satırları, Kayı Boyu için, “ Peygamber sünneti” gereği, evlendirmede, evlatlar arasında kız erkek farkı gözetilmediği belirtilir.
Osman Bey’in şu sözlerindeki inancın,ü tavırlarına yansıdığı çok bellidir:
“ Kısa bir ara verdi. Sonra ayağa kalktı. Eli gene kılıcının kabzasını kavramıştı. Sesi daha da basıklaştı:
‘- Ne ki, karar vermişimdir, o edilecektir. Yolumuzu kısaltan Allah’a şükürler olsun.” ( s. 210)
Bir “cihan devleti”ne sadece savaşçı ve “kılıç eri”nin değil, öbür sahalarda ustalaşmış kişilerin de gerektiğini, Osman Bey’in sözlerinde buluruz.
“- Seni ve ******* üzgün görürüm, Sungur Kardaşım. Sakın ola, üzülmeyesin. Osman kılıç çalamayacak deye, ılgar edemeyecek deye. Kayı’ya kılıç döğenler gerek, Kayı’ya at donatanlar gerek. Kayı’ya köprü atanlar gerek. Kayı’ya bilgin gerek. Sana mesel deye derim: Bir Ede Balı beş Osman’dan yeğdir. Beş Osman’dan biri, ya Ede Balı, ya Bican Derviş, ya Hasan Yapıcı olmak gerek.” (s. 202)
Kader inancının Osmanlı devleti kurucularına tam olarak hakim olduğu şu satırlarda ifadesini bulur:
“ Değil Sungur, Osman beği bile.. Osmancık bile, Osman beğ gazi bile; önüne çıkanı deviren o bile alınyazısından hızlı olamazdı; Bay Koca gitmişti.” (s. 214)
“-.............. Batıl bir oldu, hak da bir olmak gerektir.” ( s. 219) sözü de, Osman Bey’in birliğe verdiği vazgeçilemez önemi gösterir.
Bir devletin kendi imali olan ve stratejik ehemmiyeti bulunan ürünleri, kontrol altında tutmasının zarureti şöyle anlatılır:
‘ – Biniti bidevî idi, Koca Kumlaş kardaş. Sanırım Bayat’tan almadır.” dedi; “ Kalanoz’unki de öyle idi. Ben derim ki, kardaşlarım, Rum’a her şey satalım; pazara halımızı, kilimimizi, yağımızı, balımızı, velhasıl, ektiğimizi, biçtiğimizi, yaptığımızı, ürettiğimizi götürelim; amma Rum’a aygır satmayalım, koç satmayalım, tezgâh satmayalım. Yün satalım, boyalı iplik satalım, boya satmayalım, tohum satmayalım.’
Sonra, anayurttan getirdikleri atların, koyunların ve üretim araçlarının üstünlüklerini, buna karşılık Bizanslılardaki yozlaşmışlıklarını, verimsizliklerini anlattı. Beğlerin aklı yattı. Osman beğ bunu görünce;
‘ – Yayın bunları derim; herkese söyleyin; pazarcılarınıza buyurun’ dedi; “ Benim atım, benim kılıcım bana karşı gelmesin.” (s. 220- 221)
“Osmanlı Cihan Devleti”ni kuran şuurun nasıl bir inanca sahip olduğu şu satırlardan açıkça anlaşılmaktadır:
“ Osman beğ, kürekle son toprağı da koyduktan sonra meydana bakıyor; nice badem ağacı görüyor.. nice müjdeci görüyor. Ölümlerinin kendilerine Cennet kapısını açacağına iman edenlerdir bunlar.
Ve, Osman beğ, ağabeyi için.. ve asıl, Bay Koca için yanışına utanıryor; onları meydanda yatanlardan ayırt etmiş sayıyor kendini ve onlara haksızlık ettiğine.. ağabeyi ile Bay Koca’ya haksızlık ettiğine inanır gibi oluyor; ellerini açıp Fâtiha tazeliyor.” ( s.226)
Osmanlı’da “ölüm gerçeği” o kadar benimsenmiştir ki, toprağa verilen şehitler yalnız kalmasın diye, iskan yeri bile değiştirilir:
“- Köyleri burada olsun dedik, beğ. Mezarlarımıza sahip çıkalım, mezarlığımızın yanında köy yaşatalım dedik, beğ. Şehitlerimizi yalnız bırakmayalım dedik, beğ. Vakti erenleri onlara yoldaş kılıp mutlandıralım dedik, beğ.” (s. 231)
Zaman- insan birlikteliği de şu satırlarda ifadesini bulur:
“Çoktan çözmüştür büyüyü o. Şu koskoca yuvarlağın, dünyanın kime, ne için büyük olduğunu ve nasıl küçüleceğini çoktan anlamıştır. Zaman, çoktandır, Sivrikaya ile birliktedir; zaman ancak ve sadece Sivrikaya içindir, S,vrikaya’ya, Sivrikaya’da tohumu atılan ve gittikçe kesinleşip aydınlanan idrak içindir; ona çalışmaktadır; Osman beğ zamanını ta kendisidir; zaman, çünkü, benimsenen ve gittikçe yaygınlaşan amaçtır.” (s. 267)
Orhan Bey’in sualine verilen cevap da, kız kaçırma hadisesine karşı konulmuş bir gelenektir:
“ Tekfür kızı kaçırmak, Ertuğrul beğ gazi töresine aykırıdır.” ( s. 281)
Yazarın , Osmancık’taki olumlu değişmeyi yorumlarken kullandığı ifadeler, bir kişinin mizacının tamamiyle değişemeyeceğini, bunun - aslında- mümkün de olmadığını, ancak bir kısım huylarının iyi davranışlarda kullanılabileceğini anlatır:
“ Gökçe bacı dileğine aykırı değildir bu; Osman beğin Osmancık öfkesinden kopuşu değildir; Osmancık yürekliliğine sırt çeviriş değildir.. Osman beğ, elbette, Osmancığın ardından , kuluçkasından çıkan ördek yavrularının Harlak ırmağına dalıverişini gören gurklu tavuk gibi telaşlanmayacak, çırpınmayacaktır. Osmancığın suya dalacağını ve dalması gerektiğini daima bilecek, ama suyu Osman beğ seçecek, suya Osman beğ götürecektir.” ( s.284)
Osman Bey, amcası Dündar Bey’in boyu birbirine düşürücü söz ve fiillerinden sonra takındığı tavır, şahsi yakınlıkların, bütün bir milleti zarara uğratıcı davranışlara anlayış ve hoşgörü ile bakılamayacağını şöyle belirtir:
“ Ama, Osman beğin sesini değiştiremiyor. Aksine, ses daha da basıklaşmıştır. Osman beğ:
‘- Benim büyüğümdür!’ diyor ve derin bir nefes aldıktan sonra, aynı sesle, gözleri çakmak çakmak ekliyor: ‘ Benim büyüğümdür; Kayı’nın değil... Oğuz’un heç değil... Ümmet-i Muhammed’in heç değil.” ( s.285)
“ Ve, Osman beğe öyle gelmektedir ki, ‘Allah’ın orduları’ sonu gelmeyecek zamanın içinde yalnız hisarlar düşürmekle, köyler, kentler, yaylaklar, kışlaklar, ırmaklar, topraklar almakla kalmayacak; Bay Koca’ları, Savcı’ları ve nice İkizce şehitleri ile, nice gazaların nice şehitlerini geri getirecek, yenşleştirecektir; Abdullah’ları çoğaltacaktır.” ( s. 289) satırları, Osman Bey’in fetihler hakkındaki yorumundan ibarettir.
Osman Bey’e, Selçuk Sultanı tarafından “hânlık” beratı yollandığında, gönderilen hediyeler Cuma namazından önce açılır. ( s.310) Dursun Fakı’nın verdiği hutbe, bütün çağlardaki devlet başkanlarına verilmiş bir derse benzer:
“ Adalete uymayan, zulm eden hânı dine afet olarak gösteriyor; onun mal hırsına düşmesini felaket sayıyor; ehil olmayan ve sorumluluklarını kavrayamayan bir başkanın Kıyamet belirtisi olduğunu söylüyor;
‘- Peygamberimiz buyurmuştur ki, Allah’ın kullarına zulüm ve cevr ile musallat olan hân, Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacaktır.’ diyor.
Ve, Dursun Fakı, gene hadis’lere dayanarak, emÎr’in adalet’ten koptuğu zaman Şeytan’ın emrine girmiş sayılacağını bildiriyor.
Ve, Osman gazi han, Dursun Fakı’yı saygıyla dinliyor, can kulağı ile dinliyor.” (s. 311)
Osmanlı gibi asırlarca dünyada hüküm süren bir kuran bir devletin kurucusu ve idarecilerinde makam mevki hırsı bulunmamalı, gerektiğinde bunu daha ehil birine devredebilmelidir:
“ Osman gazi han, yalnız kalınca, ilk defa hüzünle gülümsüyor; önüne geçilemez, değiştirilemez ve boyun bükülerek, ama en değerli mertlikle, en üstün yiğitlikle kabul edilmesi gereken gerçeği düşünüyor.
Nöbet.. sancak devredilmelidir: Vakti gelmektedir. “ ( s. 335)