
Ziyaretçi
Osmanlı Devleti teokratik midir değil midir?evetse neden?hayırsa neden?AÇIKLAYINIZ!
Osmanlı İmparatorluğu "teokratik" bir devlet değildi. bir "Şeriat Devleti" idi. "Şeriat" yani "dini hukuk" ise bütün dinlerde az veya çok, dar veya geniş vardır. "İslam şeriatı" olduğu gibi, İsa'nın, Musa'nın da "şeriatları" vardır.
Sponsorlu Baglantilar
Teokrasi, bir siyasi toplumda "hüküm sahibi" olan zatın, haiz bulunduğu "emretme" salahiyetini, bir "zati hak ve yetki" (droit propre) olarak ve "doğrudan doğruya ilahi kaynaktan" yani "Tanrı'dan" alması (bunun böyle görülmesi ve kabul edilmesi) halidir. İktidar bu toplumlarda, tabiatiyle ümmetten veya milletten gelmez. Milli irade diye bir kavram da yoktur. Feodal (yahut onun uzantı ve kalıntıları üzerine kurulmuş) sosyopolitik düzenlerde olduğu gibi, iktidarın kaynağı ve iintikali bir "mülkiyet" meselesi de değildir. Teokraside, iktidar, hükümdar (=hükümran) olan kişiye, "aracısız olarak Tanrı tarafından" tevdi edilmiş, yani diğer bir ifadeyle hükümdarı Tanrı tayin etmiş ve yetkilendirmiştir. Eski toplumların bazılarında böyle bir izaha ve inanca ihtiyaç görülmüştü. Bunun kökü totemlere kadar dayanır. Hükümdarın kurtun, aslanın ve hatta eski Japon imparatorları gibi "güneşin oğlu" olarak kabulü gibi... Aynı zamanda hükümdar da olan peygamberler, teokrasinin en açık örneğini verirler, İslam'da halife ise, Cenâb-ı Hakk'ın değil, fakat Hz. Peygamber'in vekilidir. İktidarı, hâşâ doğrudan doğruya Cenâb-Hakk'tan almamıştır. Hatta Hz. Peygamber'den de almamıştır. Nisa Suresi'nin 59. ayet-i kerimesi'nde "-Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resule itaat edin. İçinizden buyrultu sahibi olanlara da..." buyurulmuştur. İslam'da "monarşi" de yoktu. Halife seçimle gelir. Halifeyi "ehl-ülhâl ve'l-akd" olan kimseler "ümmetin en yüksek meclisi" sıfatıyla seçerler. Seçilmenin şartları vardır ama, yukarıda zikredilen âyet-i kerime'de olduğu gibi, halife "ümmetin içinden biri'dir. Ve seçilen zata "biat" (bey'a) edilir, yahut edilmez de... Hilafetin "irsen intikali" bahsini ve "biat edilmemiş bazı halifeler" konusunu bu yazıya sığdıramayız.
Halife, Kur'an, Sünnet ve diğer kaynakların gereklerine göre hükmedecektir. Yani şeriate (dini hukuka göre hükmedecektir. Uygulayacağı hukukun ilahi kaynaklı olması, halifeye "uluhiyet" veya "uluhiyetin intikalinden önce, Osmanlı Devleti, nasıl bir "teokrasi" değil, fakat gene de dini hukuk uygulayan bir "şeriat devleti" idiyse, hilafetten sonra da öyle olmuştur. Hilâfetin Osmanoğullan'na ne getirdiği ise, ayrı bir meseledir.
Laikliğe gelince: bunu öz ve sade olarak, kısaca Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması" diye ifade etmek kolaydır ve adet olmuştur. Ancak ilmi bir tartışmada, laiklik böyle ifadeye devam edilirse, bundan bir anlam ve sonuç çıkmaz. Din işi, dünya işi ne demektir? Kısaca " iş' ne demektir! Şeriatte mevcut mesela "muamelat" ve "ukubat" hükümleri "Din işi" midir, yoksa "Dünya işi" mi? Bu, açıklanmadan, "ilmi tartışma" olmaz.
Kısaca söyleyelim: Laik devlet, kendi hukuk düzenindeki herhangi bir kuralı "sırf din gereği" olarak bu düzene dahil etmeyen ve "müeyyidelendirmeyen" devlet demektir. Laiklik bir "hukuk problemi"dir. "Hukuk kaynağı" ve "hukuk tekniği" meselesi olarak tartışılmalıdır. Gerçi en modern hukuk düzenlerinde de, dinlerle müşterek olan kurallar vardır hele suçlar bahsinde... Fakat bu kurallar, o düzenlere "sırf, sadece, münhasıran birer din emri" olarak değil, din emir ve gereklerinden "tecrit edilmiş-soyutlanmış" ve sadece birer "sosyal zaruret" olarak girmişlerse, o devlet bir "Laik Devlet" ve onun hukuk düzeni de "laik"tir.
"Din işi, dünya işi" işte bu "iş 'tir efendim. Havanda su döğmek için değildir.
kaynak