Arama

Geleneksel bir çalgının hikayesini bulabilir misiniz? - Sayfa 3

En İyi Cevap Var Güncelleme: 25 Mart 2013 Gösterim: 41.650 Cevap: 50
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mart 2011       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikayeyi bilen yokmu
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mart 2011       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
arakadaşlar bnde 7. sınfım ve çalışma kitabımızda şöyle diyor geleneksel bir çalgı belirleyerek hikayesini yazınız lütfen yardım edin ..... CAN I HELP YOU?
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ocak 2012       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bağlama

Bağlama ailesi, Türk halk müziğinin mızraplı çalgılarından oluşur. Bağlama, cura, divan sazı, bozuk, çöğür, bulgari, iki telli, tanbura ve meydan sazı, bağlama ailesini başlıca çalgılarıdır.
Bağlamanın atası, Orta Asya kökenli bir çalgı olan kopuzdur. Kopuz zamanla biçim değiştirmiş, bağlama dediğimiz çalgı ortaya çıkmıştır. Anadolu'da daha da geliştirilen bağlama tekne ve sap olarak adlandırılan iki ana parçadan oluşur. Tekne, yarım armut biçiminde yapılır ve üstüne çok ince bir tahtadan göğüs geçirilir. Teknenin gittikçe incelen uç bölümü de sapa bağlanır. Tekne ile göğsün birleştiği alt bölüme, küçük bir yükselti eklenir. Alt eşik adı verilen bu yükseltiye bağlanan teller göğüs üzerinde, orta eşik adı verilen ve istendiği zaman yerinden oynatılabilen bir yükseltinin üzerinden geçer. Perdelerin bağlandığı sapın ucundaki burguluk üzerine açılan deliklere takılan burgulara da tellerin öteki ucu bağlanır. Burgularla teller gerilerek ya da gevşetilerek çalgı akort edilir. Sapın burgulukla birleştiği yerde bulunan sabit üst eşik, tellerin burgulara düzenli bir biçimde dağılmasını sağlar, bulunur. Bağlamalarda genellikle üç çift tel bulunur. Üçer üçer kümelenmiş dokuz telden oluşan bağlamalar da vardır. Bağlama kiraz ağacı kabuğundan ya da plastikten yapılan küçük bir mızrapla (ya da tezene) çalınır. Bağlama ailesinde bağlamaya çok benzeyen iki çalgı daha vardır. Bunlardan divan sazı bağlamadan büyük, cura ise küçüktür.

Bağlama ailesinden meydan sazı, divan sazından daha büyüktür. Tellerinin çokluğu yüzünden "on iki telli" olarak da bilinir. Çöğür, tarihsel olarak kopuzla bağlama arasında bir geçiş sazıdır. Günümüzde kullanılmayan bir çalgıdır. Eski bir çalgı olan iki telli, bağlamadan biraz küçüktür ve Anadolu ile Balkanlar'da da kullanılmıştır. İki teli olduğu için bu adla anılmıştır. Tanbura ise bağlamadan biraz küçük altı telli bir çalgıdır. Bozuk da bu ailenin üyelerindendir. Boy, tel sayısı ve perde düzeni bakımından bağlamaya çok benzer. Yunanistan'da buzuki adıyla tanınmış ve benimsenmiştir. Daha çok Toros Yörüklerinin kullandığı bulgari de cura büyüklüğünde bir çalgıdır. Bulgari dört tellidir, ama iki telli olanları da vardır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2012       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
geleneksel çalgılarımızın hikayeleri
woltka1001 - avatarı
woltka1001
Ziyaretçi
6 Şubat 2012       Mesaj #25
woltka1001 - avatarı
Ziyaretçi
KEMENÇE

“Rize’de yasayan iki aileden birisinin oglu öbürünün kizina sevdalidir. Iki sevdali kavusacaklari günü düsünüp, düsler kurarken ailelerin arasi açilir.

Gençler bir türlü ailelerine söz geçiremezler. Sonunda kavusma umudunu yitirmekte oldugunu görüp ormana kaçarlar. Aileleri ardlarini birakmaz. Bir korulugun kiyisinda gençleri kistirirlar. Kurtulamayacaklarini anlayan gençler, kucaklasir, birlikte yakarirlar.

'' Bizi bunlarin elinden kurtar Allah' im.Dal olup bölüselim, saz olup söyleselim ''

Az sonra köklenmeye, dallanip budaklanmaya basladiklarini duyumsarlar. Yüzlerinde mutlu bir gülücükle son kez kucaklasirlar. Kiz limon, delikanli servi agaci olmustur.

Bir süre sonra limon agacindan kemençe, Servi agacindan da yay yapilir. Bir araya gelince saz olup söylesir, söz olup sevdalarini dile getirirler. Böylelikle sonsuza dek kavusmus olurlar.
2h5x2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2012       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kesinlikle bn de hiç bi yerde bulamadım bu hikayeyi Msn Sad(
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Şubat 2012       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
offfffffffffffffff hikaye istiyorum nolurrr t.ç.k sf 121 7.etkinlikk
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Şubat 2012       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaaa biri baana da yardımcı olaabilir mi geleenekseel çalgı hikayeesi arıyorum amaa tarihçeesi çıkıyooor Msn Sad(
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Şubat 2012       Mesaj #29
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ney

İslam geleneğinde neyin doğuşu ile ilgili bir çok rivayet vardır. Bunların en meşhuru şöyledir: “Peygamberimiz ilahi aşk sırrını Hz.Ali”ye söylemiş. Bu sırrın yükü altında ezilen Hz.Ali gidip Medine dışında kör bir kuyuya bu sırrı anlatmış. Kör kuyu bu sır ile coşup köpürmüş ve taşmış. Su her yeri kaplayınca kenarlarında kamışlar yetişmiş. Oralardaki bir çoban bu kamışlardan birini kesip muhtelif yerlerinden delmiş ve üflemeye başlamış. Çıkan ses kalplere coşku ve heyecan verip ilahi sırrı anlatır olmuş. Peygamberimiz tesadüfen bu çobanın ney sesini işitince bu durumu anlamış. O günden sonra ney,bir ilham kaynağı olmuştur.”

Bugünkü manada neye ruhunu veren Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleridir. “Türk olsun ,Acem olsun; musiki aşıkların ortak gıdasıdır.” Görüşündeki Mevlana,mesnevisinin ilk on sekiz beyitini de bu cazibeli çalgıya ayırmıştır.

Kaynak: Geleneksel bir çalgının hikayesini bulabilir misiniz?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Şubat 2012       Mesaj #30
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir zamanlar Kaf Dağı’nın eteklerinde Güneş saçlı, deniz gözlü bir kız yaşarmış. Kız öyle güzelmiş ki bakan dönüp bir daha bakarmış. Ailenin tek çocuğu olduğu için annesinin, babasının en değerli varlığıymış. El üstünde tutulur, yediği önünde yemediği arkasında olurmuş. Gelin görün ki hiç mutlu değilmiş.

Sonbahara doğru babası hastalanmış güzel kızın. Sürüyü otlatma işi düşmüş başa. Koyulmuş koyunlarıyla yola. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş varmış bir meraya... Oturmuş bir ağaç gölgesine başlamış kaval çalmaya... Öyle güzel çalarmış ki köyün erkekleri duyduğunda büyülenirmiş bu ses karşısında. Sırf erkekler mi? Genci, yaşlısı, kadını, adamı... Hepsi de sus pus olur acı nağmelere kulak kabartırmış.

Gel zaman git zaman hiç konuşmamaya başlamış güzel kız. Ne annesiyle, ne babasıyla... Kavalı ortakmış bütün dertlerine. En hüzünlü türküleri çalar, en acıklı melodilerle ağlatırmış dağı taşı... Annesi de babası da ne yapacağını şaşırmışlar bir zaman sonra. Gitmedikleri doktor, kapısını çalmadıkları hoca kalmamış... En sonunda çareyi ünü yedi düvele yayılmış Hacı Mehmet’e gitmekte bulmuşlar. Duymuşlar ki Hacı Mehmet en olmadık yarayı iyileştirir, en ölümcül hastayı iyi edermiş...

Geceler Güneş’i kovalamış günlerce, yıldızlar bulutlarla dans etmiş gecelerce... Akrep Yelkovan kovalamaca oynarken varmışlar Hacı Mehmet’in kapısına... Öyle kolay değilmiş bu kapıdan geçmek... Bir bilmece varmış bilmeleri gereken... Tabii sadece tek cevap hakkı... “Hem elle tutulan, hem gözle görülen; hem tutulmayan hem görülmeyen şey nedir?” diye sormuş bir ses... Adam düşünmüş taşınmış... Son umuduymuş Hacı Mehmet... “Su” demiş... Kapı açılmış içeri buyur edilmişler.

Kocaman bir odada envai çeşit bitki, birbirine karışmış mistik kokular ve sadece mumların aydınlattığı tavandan yansıyan ışık varmış. Kimsecikler yokmuş görünürde... Derken dağ gibi Hacı Mehmet görünmüş karşılarında. Diz çöküp öpmüşler ellerini. “Derdimize çare sensin Hacı Mehmet. Etsen etsen sen iyi edersin gözümün nuru yavrumu. Aylar var ki ağzından tek kelime çıkmadı. Elini eteğini öpeyim Hoca, iyi et yavrumu, çözülsün dili dimağı...”

Dönmüş dolanmış Hacı Mehmet kızın çevresinde... Ellemiş yüzünü, bakmış gözlerine... “Aşk...” demiş. “Kızın âşık olmuş senin. Varsın sevdiği delikanlıya, açılsın dili, şakısın en güzel melodileri...”

Şaşırmış babası kızın. Gözünün bebeğinden sakındığı yavrusu aşk ateşine düşmüş, yanmış güzel yüreği... Varmış hemen köyle, duyurmuş davullarla zurnalarla “Duyduk duymadık demeyin... Gözümün nuru aşk kuyusuna düşmüş de çıkaracak yürek yok... Anca sevdalısı açar dilini yavrumun. Onu konuşturabilene vereceğim kızımı... Duyduk duymadık demeyin...”

Günler geçmiş aradan, ne ses çıkmış kızdan ne seda... Kesmiş ümidi babası kızından. Ne gelen çare olmuş, ne giden. Son umudu köyün çobanı kalmış. Varmış yanına, kapanmış ayaklarına... “Bir de sen dene..” demiş, başlamış ağlamaya... Çoban da kıramamış, varmış kızın yanına.

“Halil...” demiş kız. “Buradayım...” demiş Halil... “Beni bırakmayacaksın değil mi?” demiş kız... “Bırakmam...” demiş Halil...

Güneş saçlı, deniz gözlü kızın babası inanamamış olanlara. Çözülmüş yavrusunun dili.

Yedi düvele karşı yedi gün yedi gece düğün yapmışlar. Bundan böyle kızın kavalından hep aşk ve mutluluk ezgileri dökülmüş... Denizler, ovalar, dağlar, taşlar gülüşmüş...

Gökten yedi elma düşmüş; biri mutsuzların başına, biri aşıkların başına, biri evde kalmışların başına, biri de benim başıma; geri kalan da fakir fukaranın

Benzer Konular

3 Aralık 2011 / Misafir Cevaplanmış
24 Kasım 2012 / teknoman19 Cevaplanmış
10 Nisan 2013 / Misafir Soru-Cevap
26 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap