Arama

İslamiyetten önce kadının durumu nasıldı?

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 4 Haziran 2014 Gösterim: 8.041 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ekim 2011       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya bn islamiyet öncesi kadıının durumu nasıl diyorum lüffen çabk cwp yazııın
Sponsorlu Bağlantılar
zeynelyel - avatarı
zeynelyel
Kayıtlı Üye
10 Ekim 2011       Mesaj #2
zeynelyel - avatarı
Kayıtlı Üye
İSLAMİYET ÖNCESİ ARAP KADINI

Sponsorlu Bağlantılar

İslam öncesi dönemi 'cahiliyye' olarak tanımlayanlar, bu dönemde Arap kadınının köle durumunda tutulduğunu, mal gibi alınıp satıldığını, oysa ki bu durumun Muhammed ile düzeltildiğini ve fakat daha sonra, yani İslami esasların ihmali (ve özellikle Türk işgalleri sonucu) nedeniyle kadın haklarının yok kılındığını iddia ederler. Bu iddianın tarihi gerçeklere oturmadığını kısaca belirtmekte yarar vardır.

CAHİLİYYE'DE ARAP KADINININ ÖZGÜRLÜĞÜ:

Tarihi gerçek o'dur ki İslam öncesi dönemde Arap kadını, toplumun şerefle sayar olduğu, siyasal ve sosyal haklarla donattığı bir varlıktı; mal değil aksine hak süjesi durumundaydı. Erkeğini kendi seçer ve dilediği takdirde boş edebilirdi. Giyim ve kuşamında olduğu gibi dilediği işleri görmede (örneğin ticaret) serbestti. Bunun böyle olduğunu Arap kaynaklardan öğrenmek mümkündür. Sebe melikesi özelliği, 'cahilliyye' olarak küçümsenmek istenilen dönemlerde kadının devlet başkanlığına gelebildiğinin kanıtı olmak üzere ortadadır.*
*İzzettin, age, (1953) 29.
Kur'an'da Sebe Melikesi diye adı geçen Belkıs, ilk Arap kadın hükümdarı sayılır. Güya şeytana kanmış ve Allah'ı bırakmıştır. Hüdhüd kuşu bunu Süleyman peygambere bildirmiş ve o da Sebe melikesine mektup yazarak muhteşem köşküne davet etmiş ve bunun üzerine Sebe Melikesi: 'Rabbim, şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum' (Neml 20-45) diyerek inananlardan olmuştur.

'Kitab al-Muhabbar' yazarı Muhammed İbn Habib (el-Bağdadi) , İslam'dan önce Arap kadınının sosyal ve ekonomik haklara sahip olduğunu, evleneceği erkeği seçmekte ya da dilediği işleri görmekte özgür bulunduğunu kanıtlayan nice örnekler verir. (Eyyumu'l-Arab'da bu hususlar açıklanmıştır.) Bunlara eklenebilecek en ilginç örnek, hiç kuşkusuz, Muhammed'in ilk karısı Hatice'dir.

Bazı yazarlar, Cahilliyye'de Arap kadınının şahsiyet sahibi olmadığını, mal-mülk edinemediğini kanıtlamak gayretkeşliğiyle Hatice'nin işlerinin babası tarafından yürütüldüğünü ve fakat babasının bir savaş esnasında ölümü üzerine güç durumda kalıp ne yapacağını bilmediğini ve sırf işlerini yürütebilmek maksadıyla Muhammed'i işe aldığını ve Muhammed sayesinde kurtulduğunu iddia ederler.

Oysa ki gerçek bu değildir; zira Hatice, babasının ölümü üzerine ticarete başlamamıştır; çok daha önceden beri ticaretle meşgul olmuştur. İbn İshak ve İbn Hişam ya da Taberi gibi en sağlam kaynakların bildirdiğine göre Hatice Kureyş kadınları arasında neseb bakımından üstün, şeref ve servet bakımından yüksek, akıl ve idrakle iş gören, zeki bir kadındı. Ticaretle uğraşırdı; başkalarına mal ve para vererek ticaret eder, onlara kardan belli bir pay ayırarak karları paylaşırdı. Kureyş kavminden her erkeğin onda gözü vardı. Dul kaldığı andan itibaren her erkek onunla evlenmek için can atar, maksadına erişmek için paralar harcardı. Fakat o gönlüne yakın birini bulamadığı için hiç kimseye kulak asmazdı.

Fakat Muhammed'in 'güvenilir' bir kimse olduğunu işitince ona adamlarını göndererek Şam'a gidip alış verişte bulunmak üzere para ve mal vereceğini ve kölesi Meysere'yi de kendisine yardımcı katacağını bildirdi. Muhammed onun bu teklifini kabul etti. Hatice'den mal alarak ve yanında Meysere de olduğu halde Şam'a gitti. Malları satıp, paraları topladıktan sonra Mekke'ye döndü. Getirdiği malları Hatice'ye teslim etti. Hatice bu malları bir kat fazla fiyata sattı ve karı paylaştı. Hatice Meysere'den bilgi istediğinde Meysere kendisine, Şam'da bir Rahib'in Muhammed hakkında 'Bu zat bir peygamberdir' dediğini ve yolda gelirken iki meleğin Muhammed'i gölgelediğini söyledi. Bunun üzerine Hatice, adam göndererek kendisiyle evlenmek istediğini Muhammed'e bildirdi. Muhammed bunu amcalarına açıkladı. Ve amcası Hamza bin Abdülmüttalib, Hatice'nin babasının katına giderek ondan Muhammed için Hatice'ye talib oldu. Böylece Muhammed Hatice ile evlendi. (Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi (Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1966; 2.cild; 68-71)

Vakidi'nin anlatışına göre Hatice'nin Muhammed'le evlenmesi şöyle olmuştur. Hatice Muhammed'e aracı göndererek ona evlenme teklifinde bulunur. Bu arada kendi babasına bolca şarap içirterek onu sarhoş kılar ve sonra Muhammed'e, amcasıyla birlikte gelmesini ister. İstediği gibi olur; Muhammed amcasıyla birlikte Hatice'nin babası Huvayilid'ten, kızına talib olduğunu ve onu Muhammed'le evlendirmesini söyler. O da denileni yapar ve kızını Muhammed'e verir.
(İbid. 70)

İslam öncesi dönemde Arap kadınının kendi başına ticaretle uğraşabilecek, ya da erkeğe evlenme teklif edebilecek kadar açık fikirli olduğunu kanıtlayan bu örneğe benzer daha nicelerini burada sıralamak mümkündür. Kitabu'l-Agani'de adı geçen Selma bint Amr, ki sadece şiirleriyle değil fakat güzelliğiyle de ün salmış bir kadındı, pek çok talipleri bulunmasına rağmen kendi kafasına ve gönlüne uygun birini bulana kadarevlenmeme kararında olduğundan sayısız taliplerini reddetmekle tanınmıştı. Evlenirken de, evlilik boyunca özgürlüğüne sahip kalacağına ve dilediği an kocasını boşayacağına dair şart koşmuştu.(
Agani, XIII ve XVI. 124. İbn Hişam, age, 83)

Yine aynı şekilde, kadın şairlerden Bint Amru'l-Harise bin el-Şarid, ki üç kocaya varmış ve kocalarının hepsini de kendi seçmiş ve boşama şartı ile evlenmişti, zikredilebilecek bir başka örnektir.

İslamiyette kadının kocasını boşama hakkını nikah esnasında alabileceğine dair İlmihallerde yazılanlar aslında İslam'la değil, Cahiliyye dönemiyle alakalı Arap Örfleridir. Kur'an'ın kadına bir tek yerde boşanabilme hakkı verdiğini görüyoruz. O da eşine tazminat ödemesi şartıyla. Evlilik birliğinin sona ermesinde eşin kusurlu davranışları, şiddet uygulaması Kur'an için mühim görülmemiş, böyle eşlerden kadınların boşanabilmesi ancak o fena eşlere mehir olarak aldığını bırakmak, yani tazminat ödemek şartına bağlanmıştır. Oysa ki erkeklerin kadınları ne denli kolay boşayabildikleri Kur'an'daki düzinelerce ayette zikredilmiştir.

Muhammed'in dayısı Abdül-Muttalib b. Haşim'in annesi Selma binti Amr, bu konuda verilecek nice örneklerden bir diğeridir ki, Cahilliyye döneminde Arap kadının özgürlüğünü temsil eder. En sağlam Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Selma, öylesine şahsiyetine ve özgürlüğüne sahip bir kadındı ki, evleneceği zaman kendi işlerinin kontrolünü kendi elinde tutacağına ve dilediği zaman kocasını boşayacağına dair şartı, evlilik akdinin şartı kılardı.
(Sahih-i... I. sh. 49; VIII, sh. 410; İbn-i İshak, age, sh.59)

Hemen hatırlatalım ki İslamdan sonra Arap kadını, kocasını seçme hakkını yitirmiştir. Aynı şekilde Cahiliyye'de kocasını boşama hakkına sahip iken, İslamdan sonra bu hakkından da yoksun kalmıştır. Zira Muhammed, muhtemelen kendi başına gelenlerden ders almış olarak, boşanma hakkını sadece kocanın hakkı olarak yerleştirmiştir. Örneğin Hazrec'in kızı Leyla 'aramızdaki akdi boz' diyerek onunla ilişkisini bozanlardan biridir.

Öte yandan 'Müt'a evlilik' sistemi, İslam'dan önce Arap kadınının özgürlüğünün bir başka örneğidir. Arap lügat'lerine göre 'Zevk evlenmesi' anlamına gelen bir tür evliliktir, ki, belli bir süre boyunca birlikte yaşamak isteyen kadın ve erkek, hiç bir özel merasime gerek görmeden, aralarında yapılacak bir anlaşma ile evlenebilirlerdi. Evlilik akdi sırasında ne kadının babası ya da velisi ve ne de başkaca bir tanık hazır bulunurdu. Böylece iki tarafın serbest iradesiyle geçici bir evlilik kurulmuş olurdu. Her ne kadar bu evliliğin, kadına verilen bir ücret karşılığında yapıldığı ve belli bir süre (örneğin üç gün) için geçerli olmak üzere akdolunduğu belirtilirse de, gerek akdin serbest iradeye dayalı bulunması ve gerek sürenin taraflarca istendiği gibi uzatılabilmesi nedeniyle ortada kadın bakımından kısıtlayıcı bir durum söz konusu değildi.

Kadınların müt'a suretiyle nikah edilmesi usulüne Muhammed yıllar boyu ses çıkarmamıştır; aksine izin verdiğini bazı hadis'leriyle açıklamıştır. (Ali İbn-i Ebu Talib'den Buhari'nin rivayeti için bkz. Sahih-i... X, 272, hadis no 1613) Hatta söylendiğine göre kendisi bile bundan yararlanmıştır. Ancak ne var ki usulün devamına izin vermesinin nedeni, yine İslam kaynaklarının bildirmesine göre; Kadın ihtiyacının şiddeti ve onların azlığı ve harb ve gaza gibi müstesna zamanlara ait bulunmasıdır, yoksa kıdının özgürlüğüne önem vermesinden değil. Bazı kaynaklar, Hayber günü bu usulü yasakladığını, ve Mekke'nin fethi seferinde yeniden serbest bıraktığını fakat Veda Haccı'nda kesin olarak ortadan kaldırdığını bildirirler. Bununla beraber müt'a uygulamasını yasaklamadığını kabul edenler, ve hatta Kur'an'a koyduğu bir ayet ile 'ücret karşılığı kadın alma' olasılığını sağladığını söyleyenler de vardır. Nisa Suresinin 24. ayetinde: (Evli kadınlardan ve cariyeler'den) başkasını... mallarınızla istemeniz size helal kılındı ' diye yazılıdır. Bundan dolayıdır ki şii'ler arasında hala müt'a ile nikah usulü geçerlidir. O kadar ki Hürriyet Gazetesinin 3 Aralık 1990 günkü baskısından İran Devletinin bu usulü destekler nitelikte kararnameler yayımladığını öğreniyoruz. Sunni'lerin dahi, müt'a ile nikah usulünü red etmiş olmakla beraber, bu aynı usulü başka bir şekil altında sürdürdükleri söylenir.

Şunu da eklemek gerekir ki cahilliye döneminde Arap kadını, sözünü geçiren ve erkeğini etkileyebilen, haysiyetine düşkün bir varlıktı. Kocasını saydığı kadar kocası da karısını sayardı; çocuklar baba otoritesine olduğu kadar ana otoritesine de bağlıydı.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
en güzel imzamı nikah defterine atacam.
zeynelyel - avatarı
zeynelyel
Kayıtlı Üye
10 Ekim 2011       Mesaj #3
zeynelyel - avatarı
Kayıtlı Üye
14/12/2006 · Kategori: İslamiyet Öncesi Kadın
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK KADINI


Yabancı ve Arap kaynakların ortaya vurduğu bir tarihi gerçek şudur ki İslamiyeti kabul edene kadar Türk’lerde KADIN eşit hak ve özgürlüklere sahip bir değerdi. Ve şu mahakkak ki biz Türkler, Şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirmişizdir ki bunlardan biri ‘akılcılık’ ve diğeri de ‘kadına saygıdır’

1) 7-8. Yüzyıllarda Orta Asya Türk Ülkelerinin Çoğu Kadın Hükümdarlarla Yönetilmekte:


Eski Türklerde, özellikle Şamani döneminde, kadınlı erkekli dini toplantılar tertip edildiği, aynı yerde hep birlikte ayinler düzenlendiği, toplantıya katılanların bir daire halinde yere oturdukları, kadın ve erkeklerin mevki ve yaşlarına göre sıralandıkları anlaşılmaktadır. Yakut’larda ‘Isıah’ denilen ayinlerin yapıldığı ve bu ayinlerde kadınların ve erkeklerin el ele tutuşarak meydana getirdikleri dairede ‘hü hü’ diyerek raks ettikleri, hep birlikte kımız içtikleri ve dini merasimi yürüttükleri tarihi kaynakların ortaya vurduğu gerçeklerdir. (Ahmed Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi Motifler, 125.s.) Kadınlı erkekli bu tür toplantılar, her ne kadar Müslümanlığın kabulünden sonra da bir süre devam etmiş ise de, giderek yok olmuştur.

Buhara’nın Arap orduları tarafından işgalini nakleden Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Orta Asya’daki bir çok Türk Devletlerinde kadın, devlet başkanlığı sorumluluğu ile görevlendirilmiştir. Nitekim Buhara o tarihlerde, yani 8. yüzyılda, Toksan adındaki bir Hatun Sultan tarafından yönetilmekteydi.

Öte yandan M.S.720 yılında Gültekin (Kül-Tekin) için dikilen Tonyukuk ve 734 yılında Bilge Han adına dikilen Orhun Kitabelerinden anlaşılmaktadır ki, eski Türklerde kadın, siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda özgürlüğe sahi bir varlıktır. Hatırlatalım ki Bilge Hatun, ki Gültekin’in annesiydi, devlet yönetiminde pek başarılı işler görmüştür. Gültekin Han iktidarı, eşi Kutlulu Sultan ile birlikte kullanmıştır. (Günseli Özkaya Tutsaklıktan Özgürlüğe, Kadınların Savaşı 157,158.s.)

Belazuri’nin Fütüh Ül-Buldan’ında, Arap ordularının Buhara’ya yaptığı saldırılara karşı Buhara Melikesi Hınık Hatun’un nasıl karşı koyduğu anlatılırken onun, son derece dirayetli ve idareci bir kişiliğe sahip olduğu belirtilir. (Dr. Zekeriya Kitapçı, Müslüman Arap Ordularında Çarışan ilk Türkler” Diyanet Dergisi cild XII, sayı 4, s.239-244)

2) X. Yüzyıl: El-Belhi’nin Yapıtlarında Türk Kadını’nın Özgürlüğü Anlatılır:

Onuncu Yüzyılın ünlü çoğrafyacısı el-Belhi, Kitabü’l-Bad ve Ve’t Tarih adlı yapıtının bir bölümünde, o dönem itibariyle Türk ülkelerindeki kadının özgürlüğüne ilişkin olayları hikaye ederken, ve özellikle Muaviye’nin oğlu Yezid zamanında Buhara’da hüküm süren Hatun Sultan’dan söz ederken Türk kadını’nın uygarlığı konusundaki hayranlığını gizleyemez.

Anımsamakta yarar vardır ki Yezid’in Horasan’a vali olarak gönderdiği Zeyyad bin Ebihi’nin oğlu, Orta Asya’da Arap fütuhatını genişletmek için saldırılar düzenlerken, Buhara’da devlet yöneten Hatun Sultan, bu saldırılara karşı korunmak amacıyla, başka bir Türk ülkesinin hükümdarı Terkan’dan yardım istemiş ve bu vesile ile evlenme teklif etmiştir.

(Bu yüzyılda yerleşik hayata geçildiği sonucunu çıkarıyorum ben.)

3) XI. Yüzyıl: Selçuk Sultanı Tuğrul’un Kadına Saygısı:

Selçuk Sultanı Tuğrul, 11. Yızyılda Bağdad’ı işgal ettikten sonra eski halifelerin sarayında Halife El Kasım Biemrillah’ın kızı ile evlenir; evlendiği kadını büyük bir saygı ile tahta oturtur. Arap tarihçisi İbni Halikan şöyle anlatır: “…Sefer ayının 15.inci günü prenses, sarayda kendisini bekleyen kocasına mülaki oldu ve altın kumaşlarla süslü tahta çıktı ve kocasını bekledi. Tuğrul Bey eşinin karşısına diz çökerek geldi… Ona emsalsiz hediyeler vererek (tekrar) yeri öptü ve büyük bir saygı gösterisiyle ve mutluluk duyarak odasına çekildi.” (İbn Hallikan, Vefayatu’l- A’yan ve Enbau Ebna El’zaman. Cild V, 102,105.s.)

Her ne kadar gerci çevreler bu evliliği hoş görmemiş iseler de Tuğrul Bey gibi ünlü bir fatihin karısına karşı takındığı bu saygılı tutumunu hayranlıkla karşılamaktan kendilerini alamamışlardır. (G. Le Starange Baghdad During the Abbasid Caliphate, Oxford 1900)

Yine 11. Yüzyılın diğer tanınmış bir yazarı olan İbn Butlan Türk kadınının zerafetini, inceliğini, canlılığını, temizliğini, cesaretini ve karakter üstünlüğünü gözler önene sererken tarihi bir gerçeği dile getirir. (Takvim u’y Sıhha adlı kitabında: “Türk kadınının cildi fevkalade beyaz ve zerafeti takdire şayandır. Gözler küçük fakat çok çekicidir. Genellikle kısa boyludurlar… Çocuk doğurmada bereketli sayılırlar, fakat doğurdukları çocuklar pek nadiren çirkin olur. Ata binmede ustadırlar. Son derece cömert, temiz ve iyi ahçıdırlar.”)


4) XII. Yüzyıl: İbn Cübeyr, Türk Ülkelerinde Kadına Gösterilen Saygıyı Başka Hiçbir Yerde Görmediğini Söyler:

12. Yüzyılın tanınmış tarihçilerinden İbn Cübeyr, 1183-1184 yılları arasında gırnata’dan Mısır, Irak, Suriye ve Yakın Doğu ülkelerine yaptığı gezilerini anlatırken Türk kadınının toplum yaşamlarındaki önemli yerini ve değerini açıklar. Horasan Valisi Tukuş Şah ile birlikte Kabe’yi ziyarete giden Ebu’l Mukrim Teştiki’nin yanındaki Türk prenseslerinden söz ederken, tüm Arap ülkelerini dolaştığını, Irak’taki Abbasi halifelerini ziyaret ettiğini, Selahattin İmparatorluğunu gezdiğinini ve fakat hiçbir yerde Türk ülkelerinde olduğu gibi kadına değer verildiğine tanık olmadığını söyler. (İbn Cübeyr Seyahatname adlı kitabın yazarıdır. Kitabın İngilizce çevirisi bk. İbn Jubayr, The Travels of İbn Jubayr.)

5) XIII Yüzyıl: Marco Polo, Türk Kadınının Özgürlüğüne Tanık Olur:

13. yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo, Amu Derya nehrinin yukarılarında Kuzey Doğu’ya yayılan ve ‘Büyük Türkiye’ diye tanımlar olduğu yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından söz eder ve şöyle der: ‘Prenses öylesine gülü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim çıkarsa hepsini altetmektedir. Babası kendisini evlendirmek istediği halde o buna razı olmamakta ve (kendi beğendiği birini bulana kadar) hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak, bilediği erkekle evlenebileceğine dair söz vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır. (The Adventures Of Marco Polo, New York, 1948, 179, 181. s.)

Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricoldo di Morte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde hakim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık, özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir. (
Pre-Ottoman Turkey, 1076-1330, 153.s.)

Kısaca belirtelim ki, Türklerde kadının bu üstün kartede tutulduğu dönemlerde Batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi, kadını ikinci plana atmıştı. Çoğu yerde koca, sofrada yemek yerken, kadın ayakta bekler, ona hizmet eder, her vesile ile kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı muamelelere uğramaktan kurtulamazdı. Bu durumların özellikle Kolon’ya ve Normandi gibi yerlerde pek yaygın olduğu ve alınan tedbirlere rağmen yüzyıllar boyunca sürüp gittiği anlaşılmaktadır.



6) Cüveyni'nin Kaleminden Türkan Hatun ve Raziye Sultan Örnekleri:

13. Y.Yılın ünlü yazarlarından Ata Malik Cüveyni, "Tarih Cihan" adlı yapıtında Cengiz Han ailesinden söz ederken Türk kadınının yeteneklerini över. Özellikle Türkan Hatun'un devlet işlerindeki becerikliliğini, haysiyet duygusuna verdiği yeri (ve örneğin kocası Sultan Osman'ı saygılı davranmıyor diye Sultan Mehmed'e şikayet etmesini) nakleder ki çok ilginçtir.

Yine Cüveyni'den öğrenmekteyiz ki İlhanlıların 13. yüzyılda İslam'ı kabul etmelerinden sonra, eski Türk geleneklerinde ve özellikle kadına saygı değerlerinde gerileme başlamıştır. Raziye Sultan örneği bunu kanıtlamaya yeterlidir. Gerçekten de Raziye, 1236 ila 1240 yılları arasında Delhi tahtını işgal etmiştir. Babası İl-Tutmuş, tüm danışmanlarının itirazlarına rağmen onu veliahdlığa getirmiştir. İl-Tutmuş'un ölümünden sonra saray erkanı, devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve tahta İl-Tutmuş'un oğullarından birini, Ruknuddin Firuz'u getirmiştir. Fakat bu hükümdarın kötü yönetimi yüzünden ihtilal patlak vermiş ve halk, ordu ile birlik olup Raziye'yi tahta çıkarmıştır.

Raziye döneminde Delhi fevkalade iyi bir yönetime kavuşmuştur. Son derece akıllı ve geniş görüşlü olan Raziye, kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce peçe ve çarşafı kaldırmış ve kendisi de buna örnek olmuştur. Çarşaf giymek şöyle dursun, fakat saltanatının en parlak döneminde kadın elbisesiyle değil, çoğu kez erkek kıyafetine girerek dolaşmayı tercih etmiştir. Böylece gerici çevrelere, insan varlığının geleneklere köle olmaması gerektiği dersini vermiştir.

Her ne kadar bu cesur ve özgür davranışı, ona pahalıya patlamış ve tahtından olmasına yol açmış ise de, yüzyıllar içerisinde yararlı ve etkili bir örneğe zemin teşkil etmek bakımından zikredilmeye değer niteliğini yitirmemiştir.*


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
en güzel imzamı nikah defterine atacam.
zeynelyel - avatarı
zeynelyel
Kayıtlı Üye
10 Ekim 2011       Mesaj #4
zeynelyel - avatarı
Kayıtlı Üye
yazdıklarımın yayınlanacağını düşünerekten şunu da eklemek istiyorum. şu anki durumu aşağı yukarı biliyorsundur arap ülkelerinde kadınlara nasıl davranılıyor bizim ülkemizde nasıl davranılıyor birde bizim gözümüzde cavur olan avrupada nasıl davranılıyor. İslamiyetten önce ve sonra gözünde canlanır hemen. saygılar
en güzel imzamı nikah defterine atacam.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Haziran 2014       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
zeynelyel adlı kullanıcıdan alıntı

14/12/2006 · Kategori: İslamiyet Öncesi Kadın
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK KADINI


Yabancı ve Arap kaynakların ortaya vurduğu bir tarihi gerçek şudur ki İslamiyeti kabul edene kadar Türk’lerde KADIN eşit hak ve özgürlüklere sahip bir değerdi. Ve şu mahakkak ki biz Türkler, Şeriat bataklığına saplandıktan bu yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirmişizdir ki bunlardan biri ‘akılcılık’ ve diğeri de ‘kadına saygıdır’

1) 7-8. Yüzyıllarda Orta Asya Türk Ülkelerinin Çoğu Kadın Hükümdarlarla Yönetilmekte:


Eski Türklerde, özellikle Şamani döneminde, kadınlı erkekli dini toplantılar tertip edildiği, aynı yerde hep birlikte ayinler düzenlendiği, toplantıya katılanların bir daire halinde yere oturdukları, kadın ve erkeklerin mevki ve yaşlarına göre sıralandıkları anlaşılmaktadır. Yakut’larda ‘Isıah’ denilen ayinlerin yapıldığı ve bu ayinlerde kadınların ve erkeklerin el ele tutuşarak meydana getirdikleri dairede ‘hü hü’ diyerek raks ettikleri, hep birlikte kımız içtikleri ve dini merasimi yürüttükleri tarihi kaynakların ortaya vurduğu gerçeklerdir. (Ahmed Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi Motifler, 125.s.) Kadınlı erkekli bu tür toplantılar, her ne kadar Müslümanlığın kabulünden sonra da bir süre devam etmiş ise de, giderek yok olmuştur.

Buhara’nın Arap orduları tarafından işgalini nakleden Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Orta Asya’daki bir çok Türk Devletlerinde kadın, devlet başkanlığı sorumluluğu ile görevlendirilmiştir. Nitekim Buhara o tarihlerde, yani 8. yüzyılda, Toksan adındaki bir Hatun Sultan tarafından yönetilmekteydi.

Öte yandan M.S.720 yılında Gültekin (Kül-Tekin) için dikilen Tonyukuk ve 734 yılında Bilge Han adına dikilen Orhun Kitabelerinden anlaşılmaktadır ki, eski Türklerde kadın, siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda özgürlüğe sahi bir varlıktır. Hatırlatalım ki Bilge Hatun, ki Gültekin’in annesiydi, devlet yönetiminde pek başarılı işler görmüştür. Gültekin Han iktidarı, eşi Kutlulu Sultan ile birlikte kullanmıştır. (Günseli Özkaya Tutsaklıktan Özgürlüğe, Kadınların Savaşı 157,158.s.)

Belazuri’nin Fütüh Ül-Buldan’ında, Arap ordularının Buhara’ya yaptığı saldırılara karşı Buhara Melikesi Hınık Hatun’un nasıl karşı koyduğu anlatılırken onun, son derece dirayetli ve idareci bir kişiliğe sahip olduğu belirtilir. (Dr. Zekeriya Kitapçı, Müslüman Arap Ordularında Çarışan ilk Türkler” Diyanet Dergisi cild XII, sayı 4, s.239-244)

2) X. Yüzyıl: El-Belhi’nin Yapıtlarında Türk Kadını’nın Özgürlüğü Anlatılır:

Onuncu Yüzyılın ünlü çoğrafyacısı el-Belhi, Kitabü’l-Bad ve Ve’t Tarih adlı yapıtının bir bölümünde, o dönem itibariyle Türk ülkelerindeki kadının özgürlüğüne ilişkin olayları hikaye ederken, ve özellikle Muaviye’nin oğlu Yezid zamanında Buhara’da hüküm süren Hatun Sultan’dan söz ederken Türk kadını’nın uygarlığı konusundaki hayranlığını gizleyemez.

Anımsamakta yarar vardır ki Yezid’in Horasan’a vali olarak gönderdiği Zeyyad bin Ebihi’nin oğlu, Orta Asya’da Arap fütuhatını genişletmek için saldırılar düzenlerken, Buhara’da devlet yöneten Hatun Sultan, bu saldırılara karşı korunmak amacıyla, başka bir Türk ülkesinin hükümdarı Terkan’dan yardım istemiş ve bu vesile ile evlenme teklif etmiştir.

(Bu yüzyılda yerleşik hayata geçildiği sonucunu çıkarıyorum ben.)

3) XI. Yüzyıl: Selçuk Sultanı Tuğrul’un Kadına Saygısı:

Selçuk Sultanı Tuğrul, 11. Yızyılda Bağdad’ı işgal ettikten sonra eski halifelerin sarayında Halife El Kasım Biemrillah’ın kızı ile evlenir; evlendiği kadını büyük bir saygı ile tahta oturtur. Arap tarihçisi İbni Halikan şöyle anlatır: “…Sefer ayının 15.inci günü prenses, sarayda kendisini bekleyen kocasına mülaki oldu ve altın kumaşlarla süslü tahta çıktı ve kocasını bekledi. Tuğrul Bey eşinin karşısına diz çökerek geldi… Ona emsalsiz hediyeler vererek (tekrar) yeri öptü ve büyük bir saygı gösterisiyle ve mutluluk duyarak odasına çekildi.” (İbn Hallikan, Vefayatu’l- A’yan ve Enbau Ebna El’zaman. Cild V, 102,105.s.)

Her ne kadar gerci çevreler bu evliliği hoş görmemiş iseler de Tuğrul Bey gibi ünlü bir fatihin karısına karşı takındığı bu saygılı tutumunu hayranlıkla karşılamaktan kendilerini alamamışlardır. (G. Le Starange Baghdad During the Abbasid Caliphate, Oxford 1900)

Yine 11. Yüzyılın diğer tanınmış bir yazarı olan İbn Butlan Türk kadınının zerafetini, inceliğini, canlılığını, temizliğini, cesaretini ve karakter üstünlüğünü gözler önene sererken tarihi bir gerçeği dile getirir. (Takvim u’y Sıhha adlı kitabında: “Türk kadınının cildi fevkalade beyaz ve zerafeti takdire şayandır. Gözler küçük fakat çok çekicidir. Genellikle kısa boyludurlar… Çocuk doğurmada bereketli sayılırlar, fakat doğurdukları çocuklar pek nadiren çirkin olur. Ata binmede ustadırlar. Son derece cömert, temiz ve iyi ahçıdırlar.”)


4) XII. Yüzyıl: İbn Cübeyr, Türk Ülkelerinde Kadına Gösterilen Saygıyı Başka Hiçbir Yerde Görmediğini Söyler:

12. Yüzyılın tanınmış tarihçilerinden İbn Cübeyr, 1183-1184 yılları arasında gırnata’dan Mısır, Irak, Suriye ve Yakın Doğu ülkelerine yaptığı gezilerini anlatırken Türk kadınının toplum yaşamlarındaki önemli yerini ve değerini açıklar. Horasan Valisi Tukuş Şah ile birlikte Kabe’yi ziyarete giden Ebu’l Mukrim Teştiki’nin yanındaki Türk prenseslerinden söz ederken, tüm Arap ülkelerini dolaştığını, Irak’taki Abbasi halifelerini ziyaret ettiğini, Selahattin İmparatorluğunu gezdiğinini ve fakat hiçbir yerde Türk ülkelerinde olduğu gibi kadına değer verildiğine tanık olmadığını söyler. (İbn Cübeyr Seyahatname adlı kitabın yazarıdır. Kitabın İngilizce çevirisi bk. İbn Jubayr, The Travels of İbn Jubayr.)

5) XIII Yüzyıl: Marco Polo, Türk Kadınının Özgürlüğüne Tanık Olur:

13. yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo, Amu Derya nehrinin yukarılarında Kuzey Doğu’ya yayılan ve ‘Büyük Türkiye’ diye tanımlar olduğu yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından söz eder ve şöyle der: ‘Prenses öylesine gülü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim çıkarsa hepsini altetmektedir. Babası kendisini evlendirmek istediği halde o buna razı olmamakta ve (kendi beğendiği birini bulana kadar) hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak, bilediği erkekle evlenebileceğine dair söz vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır. (The Adventures Of Marco Polo, New York, 1948, 179, 181. s.)

Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricoldo di Morte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde hakim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık, özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir. (
Pre-Ottoman Turkey, 1076-1330, 153.s.)

Kısaca belirtelim ki, Türklerde kadının bu üstün kartede tutulduğu dönemlerde Batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi, kadını ikinci plana atmıştı. Çoğu yerde koca, sofrada yemek yerken, kadın ayakta bekler, ona hizmet eder, her vesile ile kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı muamelelere uğramaktan kurtulamazdı. Bu durumların özellikle Kolon’ya ve Normandi gibi yerlerde pek yaygın olduğu ve alınan tedbirlere rağmen yüzyıllar boyunca sürüp gittiği anlaşılmaktadır.



6) Cüveyni'nin Kaleminden Türkan Hatun ve Raziye Sultan Örnekleri:

13. Y.Yılın ünlü yazarlarından Ata Malik Cüveyni, "Tarih Cihan" adlı yapıtında Cengiz Han ailesinden söz ederken Türk kadınının yeteneklerini över. Özellikle Türkan Hatun'un devlet işlerindeki becerikliliğini, haysiyet duygusuna verdiği yeri (ve örneğin kocası Sultan Osman'ı saygılı davranmıyor diye Sultan Mehmed'e şikayet etmesini) nakleder ki çok ilginçtir.

Yine Cüveyni'den öğrenmekteyiz ki İlhanlıların 13. yüzyılda İslam'ı kabul etmelerinden sonra, eski Türk geleneklerinde ve özellikle kadına saygı değerlerinde gerileme başlamıştır. Raziye Sultan örneği bunu kanıtlamaya yeterlidir. Gerçekten de Raziye, 1236 ila 1240 yılları arasında Delhi tahtını işgal etmiştir. Babası İl-Tutmuş, tüm danışmanlarının itirazlarına rağmen onu veliahdlığa getirmiştir. İl-Tutmuş'un ölümünden sonra saray erkanı, devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve tahta İl-Tutmuş'un oğullarından birini, Ruknuddin Firuz'u getirmiştir. Fakat bu hükümdarın kötü yönetimi yüzünden ihtilal patlak vermiş ve halk, ordu ile birlik olup Raziye'yi tahta çıkarmıştır.

Raziye döneminde Delhi fevkalade iyi bir yönetime kavuşmuştur. Son derece akıllı ve geniş görüşlü olan Raziye, kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce peçe ve çarşafı kaldırmış ve kendisi de buna örnek olmuştur. Çarşaf giymek şöyle dursun, fakat saltanatının en parlak döneminde kadın elbisesiyle değil, çoğu kez erkek kıyafetine girerek dolaşmayı tercih etmiştir. Böylece gerici çevrelere, insan varlığının geleneklere köle olmaması gerektiği dersini vermiştir.

Her ne kadar bu cesur ve özgür davranışı, ona pahalıya patlamış ve tahtından olmasına yol açmış ise de, yüzyıllar içerisinde yararlı ve etkili bir örneğe zemin teşkil etmek bakımından zikredilmeye değer niteliğini yitirmemiştir.*

Türk kadınına verilen değeri anlatmak için yazdığın örnekler 10. 11. 12. ve 13. yüzyıla ait örnekler ve bilmediğin şeyse Türkler İslamiyeti 10. yüzyılda kabul etmişler..Dolayısıyla İslamiyetin ışığında ve kanatları altında iken kadınlar saygı görmüşler ..Yani sen İslamiyeti kötülemeye çalışırken aslındaöyle olmadığını kendi yazınla ispatlamışsın Msn Happy ve bunun farkında bile değilsin..Durumun özeti ise Türk kadını İslamiyetten sonra değer kaybetmemiş aksine İslamiyetle saygı görmüş her alanda kendini ispatlama fırsatını bulmuş olamasıdır..

Benzer Konular

4 Ocak 2012 / Misafir Türk ve İslam Dünyası
14 Ekim 2009 / Spyman Soru-Cevap
28 Eylül 2009 / Misafir Soru-Cevap
29 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap