Arama

Kur'an-ı Kerim insan ve Allah ilişkisini hangi temele dayandırır? - Sayfa 2

En İyi Cevap Var Güncelleme: 11 Nisan 2013 Gösterim: 18.365 Cevap: 19
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
19 Şubat 2013       Mesaj #11
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
KUR'ÂN-I KERİM'DEKİ ALLAH İLE İNSAN ARASINDAKİ İLİŞKİLER

Sponsorlu Bağlantılar
Allah'ın dîni ve şeriat, dünya kurulduğundan bu yana hiç değişmemiştir. Allah'ın şeriati hep aynıdır. Temel faktörlerin hiçbirinde değişiklik yoktur. Aslî dîn unsurları, yeşeren yeni bir meyve gibi her nebînin bulunduğu devrede aynı özellikte yaşanmıştır. Zaman içerisinde iblis insanlara adım adım tesir etmek suretiyle onların bu istikametteki dizaynını bozmuştur. Yine zaman içerisinde yeni bir peygamberle başlangıçtaki aynı şeriat yeniden hayata geçirilmiştir. Aradan yüzlerce, bazen binlerce yıl geçmiş, şeriat gene değişmiş; sonra başka bir peygamber geldiği zaman Allahû Tealâ ona da aynı şeriati yaşatmıştır. Sonra aradan geçen yüzyıllar gene şartları değiştirmiş ve arada büyük farklılıklar oluşmuştur. Buradan çıkarılması lâzım gelen çok ciddî bir sonuç vardır. Aslında Allahû Tealâ'nın ortaya koyduğu gerçekler, Allah'ın insanlara olan vasiyeti hiç değişmemiştir. Bu sebeple Allahû Tealâ: "Biz insanları hanif fıtratıyla yaratırız ve sadece hanif dîni diye bir tek dîn vücuda getirdik." buyuruyor.
Allah'ın bütün insanlara vasiyeti aynıdır. Nedir Allah'ın vasiyeti? Ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi ve irademizi sahibimiz olan Allah'a teslim etmemiz. Allah'a teslim olmak insanlara ne sağlar? Cennet saadetinin en üstününü, dünya saadetinin bütününü sağlar; Allah'ın emrettiği dînin yaşanmasını sağlar.
Dîn, bir mutluluk vasıtasıdır. Kim mutsuzsa bilsin ki; dînin gereklerini yaşayamadığı için mutsuzdur. Huzursuz olmanın arkasında sadece bir tek bu sebep yatar.
Allahû Tealâ hepimizi hanif fıtratıyla yarattı.
Biz bütün insanlar hanif fıtratıyla yaratılmışız.

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

Allah'ın bir tek dîni var: Hanif Dîni. Allah'ın vasiyetini yerine getirebileceğimiz, 4. teslimi yapabileceğimiz, kâinatın tek dîni. Dîn olarak sadece hanif dînini yaratmış ve insanı da sadece o dîni yaşayabilecek olan özellikle yaratmıştır.
Allahû Tealâ'nın ne istediğine dikkatle bakın. Çok şey istemiyor; O ibadetlerinizi istemiyor; sadece sizin mutlu olmanızı istiyor.
Allah'ı tanımayan, mutluluğun ne olduğunu bilmeyen insanlar, kendilerini Allah'ın yarattığını ve bu fıtratla yarattığını bilmeyenlerdir.
Allah insanı sadece bir tek sebeple, bir tek hedefe dayalı olarak yaratıyor. İnsanın hem bu dünyada mutlu olmasını istiyor, hem de kıyâmetten sonra cehennem hayatı değil, cennet hayatı yaşamasını istiyor. Bu mutlulukların arkasında da sadece sizden bir tek dilek sahibi olmanızı istiyor: ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK. Hepsi bu kadar. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişinin gireceği yer mutlaka Allah'ın cennetidir. Yetmez, onun ruhunu Allah'a ulaştırmasına kadar geçecek zaman parçasında o kişinin bu hedefe varmasını Allah garanti ediyor, kişiye bir görev düşmüyor. Onun bu konudaki gerekli herşeyi yapabilmesini Allah o kişinin kalbine verdiği dizaynla gerçekleştiriyor, o kişiyi buna arzulu ve ehil kılıyor. İbadetlerin istenmesi gerekmiyor, kendiliğinden gerçekleşiyor.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın: "Allah sizin için güçlük dilemez, Allah sizin için kolaylık diler." sözünden neyi kastettiğini anlayabiliyor musunuz?
Allah, sizin zora koşulmanızı istemiyor. İstemediğiniz şeyleri yapmanızı istemiyor. Sadece diyor ki:
Bana ulaşmayı dileyin!
Allah'ın sizden bir tek talebi var: Allah'a ulaşmayı dilemek. Geri kalan O'nun işi. O herşeyi üzerine alıyor. Size namazı O sevdirecek, namazı siz sevmiyorsunuz. Size orucu O sevdirecek, orucu siz sevmiyorsunuz. Size Allahû Tealâ bu ikisinden daha önemli olan başka bir şeyi sevdirecek, Allah'ı zikretmeyi sevdirecek.
Sadece Allah'ı tanımadığınız için mutluluğun o kadar uzağındasınız ki. O'nun sizi ne kadar çok sevdiğini bir bilseniz. O'nun sizin mutluluğunuzu ne kadar çok istediğini bir bilseniz. O'nun bu arzusunu siz elinizin tersiyle iterek istemiyorsunuz. Kendi mutluluğunuzu istemiyorsunuz.
İnsan olarak yaratılan mahlûk, Allah'ın katında k?inatta yarattığı bütün canlı ve cansızları uğruna yaratacak kadar büyük değer taşıyor. Ne yazık ki; insanların çoğu, yaratılışlarının arkasında var olan hakikatlerin hiçbirini bilmeden bu dünyada yaşarlar sonra bir gün ölüp giderler.
Allahû Tealâ, bütün insanların hepsini mutluluğa davet ediyor. Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet davetiyesidir. Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet reçetesidir. Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet garantisidir.
Kur'?n-ı Kerim'de bildirildiğine göre insanlar 28 basamaklık bir dizayn içerisinde yaşarlar. 28 basamak, 4 tane 7 basamaktan oluşur.
Başlangıçta herşey, Allahû Tealâ tarafından kişinin bir dileğine bağlı kılınmış. Eğer başkalarının Allah'ın yoluna girmesini engellemiyorsanız ve onların kötülüğünü istemek gibi bir genel huyunuz yoksa, siz ehilsiniz. Allah sizi mutlaka Kendisine seçer. Ama seçtiklerinin sadece bir kısmı Allah'a ulaşmayı dilerler. Kurtuluşa ulaşabilenler, mutluluğu yaşayabilenler de onlardır.
Şu zavallı dünyada özellikle kendilerini akıllı sanan birçok insan, kendilerine göre bir dünya çizmişlerdir. Kendilerini yaratan Allah'ı hiçe sayarak mutluluktan uzak bir zavallılığın merkezinde yaşamaktadırlar.
Şeytan, "Allah'a ulaşmayı" dilemenizi istemez. Allah'ın bizden istediği bu çok basit dileği yerine getirmemekle elinizin tersiyle mutluluğu itiyorsunuz. O, böyle bir dilekte bulunmamanız için hayatının bütün hilekârlıklarını kullanır.
Eğer siz Allah'a ulaşmayı dilerseniz hiçbirşey, şeytan da dahil olmak üzere hiçbir varlık Allah'ın cennetine girmenize engel olamaz!
Zamanımızın âlimleri bu konu hakkında gerçekleri anlatmıyorlar çünkü bilmiyorlar. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Allah kullarını yaratır ve seçer. Kimleri seçer? Başkalarına karşı kötü şeyler düşünmüyorsanız, onlar size bir şey yapmadıkça siz onlara kötülük yapmayı düşünmüyorsanız sizin kalbinizde hayır vardır. Bu kadarı yeterlidir. Allah sadece kalbinde hayır bildiklerini seçer.
Allah'ın seçtiği kimseler Allah'a ulaşmayı ya dileyecekler ya da dilemeyecekler.
Dilemediğiniz taktirde bakınız Allahû Tealâ ne buyuruyor:

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimeleri bir tek sebebe dayanmış: Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.
Peki dilerse ne olur? Dilerse, Kur'ân-ı Kerim'de bu kişi, "âmenû olandır." O kişi âmenû olmuştur. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes âmenû olmuştur. Allahû Tealâ, Vel'Asr Suresinde şöyle buyuruyor:

Asra yemin olsun.
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.


Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar) hariç ve amilussalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar) hariç ve (Allah'a ruhen ulaşıp) Hakkı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) hariç ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Ama âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hüsranda değillerdir.
Kimdir hüsranda olanlar? Mu'minun Suresinin 103. âyet-i kerimesi hüsranda olanları vasıflandırıyor:

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

Sevgili okuyucular, bir dileği dilemek veya dilememek insan hayatının en önemli dönüm noktasıdır. Cehenneme gidenlerin bu durumda Allah'ı suçlamaya hakları var mı? Allah'ı cezalandırıcı bir Tanrı olarak tanımaları, mutsuzluklarının sebebini Allah'a dayamaları, başka insanlara dayamaları haklı bir müdafaa mı?
Sizinle başka insanlar arasında bir "birleşik kaplar kanunu" geçerlidir. Topluma ne verirseniz onu geri alırsınız.
Öyleyse: "Ben falanca kişiyle geçinemiyorum, o yüzden mutsuzum." dediğiniz zaman, arkasında yatan sebebe dikkatle bakın. Siz o kişinin size kötü davranması için acaba ne yaptınız? Hiç düşündünüz mü? Çok kolay bir şey kendinizi müdafaa etmeniz: "O bana kötü davranıyor ben, o yüzden mutsuzum."
Öğretmeninin kendisine kötü davrandığını düşünenler, amirinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, eşinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, annesinin veya evlâdının kendisine kötü davrandığını düşünenler, mutsuzluklarını buna bağlayanlar, o mutsuzluğu kazanmak için ne yaptıklarını unutanlardır.
Kendinize dikkatle bakın. Bir birleşik kapların sonunda yaşıyorsunuz, onun sonucu: NE VERİRSENİZ, ONU GERİYE ALIRSINIZ.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın Kur'ân'ı, Kanunu, kâinatın yegâne dîni hanif dîni, Hz. Musa zamanında yaşanan dîn, Hz. İsa zamanında yaşanan dîn, Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanan dîn, ve bunların hepsinin esasını teşkil eden Hz. İbrâhîm zamanında yaşanan hanif dîni, sadece bir tek dileğe dayalıdır: Allah'a ulaşmayı dilemek.
Dilerseniz, Allah garanti ediyor:
"Kim Bana ulaşmayı dilerse, o Benim cennetime girer."
Öyleyse şimdi Allah'ı suçlayabilir misiniz? Eğer o Allah size bir tek dilekle (Allah'a ulaşmayı dilemekle) Allah'ın cennetine gireceğinizi garanti ediyorsa, O'nu cezalandırıcı bir Tanrı olarak düşünebilir misiniz?
Düşünüyordunuz ve mutsuzdunuz, hâlâ mutsuzsunuz. Arkasında başka insanlar yok, arkasında Allah yok, arkasında sadece sizin nefsinizin afetleri ve o afetlere tesir etmek imkânının sahibi olan şeytan var (ona bu imkânı verdiğiniz sürece).
Öyleyse başka bir sual. Cennete girmeyi istiyor musunuz? Hepiniz "evet" diyorsunuz. Öyleyse cennete girmeyi isteyen sizler, Allah'a ulaşmayı isteyin, cennet sizin.
Allah'a ulaşmak size adım adım büyüyen bir huzur verecektir.
İşte 28 basamaktan oluşan Allah'ın yolunda geçirdiğiniz merhaleler:
Birinci basamak, bütün insanlar olayların içinde yaşarlar. Bu herkese açık bir durumdur.
İkinci basamak, bu olayları muhakeme ve mukayese ederler ve bir hükme varırlar.
Bu basamakta seçilirsiniz. Eğer hedefiniz, size hiçbir şey yapmadıkları halde başka insanlara düşmanlık etmek ise seçilmezsiniz. Ama böyle bir yapının sahibi değilseniz, o zaman mutlaka seçileceksiniz. Allahû Tealâ'nın sizden istediği şey, bu seçilmenin arkasından sizi imtihan ettiğinde, Allah'a ulaşmayı öne almanız; hedef edinmeniz.
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 156. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ'nın dizaynına dikkatle bakın. O, her zaman sizden yanadır; her zaman sizin mutluluğunuz için herşeyi yapmaya hazırdır. Siz, O'nun için bir şey yapmadığınız sürece karşılığını alamazsınız. Ne verirseniz, onun karşılığını alacaksınız.
10 İHSAN
1- Öyleyse, Allah'a ulaşmayı dilerseniz, o zaman mutlaka Allahû Tealâ, Rahîm esmasıyla (ismiyle) sizin üzerinizde tecelli eder.
2-Bu tecelli evvela gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alır.
3-Sonra kulaklarınızdaki vakrayı alır.
4- Sonra kalbinizdeki ekinneti alır.
5- Yerine Allahû Tealâ ihbat koyar.
Allah'ın sizin için hedef gösterdiği şeyleri anlamanıza mani olan vakra, kulaklarınızın içindeki manevî bir etkendir. Kulaklarınız sözleri duyar ama siz irşada müteallik hususlarda o kulağınıza ulaşan sözlerin manasına varamazsınız. Kulaklarınız duyar ama zihniniz işitmez.
Yetmez, irşad makamına sadece bakarsınız, onu göremezsiniz. Başka insanlardan onu ayıran mürşidlik kavramının muhtevası hakkında bir fikrin sahibi olmadığınız için, ona bakarsınız, onu alelâde bir insan zannedersiniz. çünkü müktesebatınız o kadardır.
Bunlara ilâveten nefsinizin kalbinde ekinnet var. İrşada müteallik şeyleri idrak etmenize mani olur.
Bu engellerle donatılarak yaratıldınız. Allahû Tealâ sizi, mutluluğunuzda sizin payınız olsun diye böyle yarattı.
Kararı veremezseniz, Allah'a ulaşmayı dileyemezseniz Allahû Tealâ ne gözlerinizdeki hicab-ı mestûreyi, ne kulaklarınızdaki vakrayı, ne de kalbinizdeki ekinneti alır. Tabiatıyla ekinneti almadığı için de onun yerine ihbat koymaz. Ama eğer Allah'a ulaşmayı dilerseniz Allah mutlaka "Er Rahîm" esmasıyla (ismiyle) üzerinizde tecelliye başlar. Bu tecelli, yukarıda anlatılan sonuçlara yol açar.
Allahû Tealâ, gözünüzdeki o görünmez gözlükleri alır. İrşad makamına bu idrake vardıktan sonra bakarsanız onun söylediklerini işitmeye başlayacaksınız. O zaman onun herhangibir kişi olmadığını, onun irşad makamının sahibi olduğunu öğreneceksiniz. İç dünyanız bu tanımlamayı yapabilecek. İrşad makamının söylediklerinin sadece manasına varmayacaksınız, onu kalbinize indireceksiniz. ve idrak edeceksiniz; kendinize mal edeceksiniz. Öyle ki; başka birisi onun dışında bir şeylerle size ulaştığı zaman, o bilgilerinize olan, Allah'ın öğretisine olan güveninizle ona karşı çıkmayı başaracaksınız,. Bir tane Kur'ân-ı Kerim var, her tarafta aynı Kur'ân-ı Kerim, aynı âyetler. Hangi âyetten bahsediyorsanız hiç kimse o âyetin yokluğunu iddia edemez. Öyleyse kuvvetli olan sizsiniz.
7. basamaktasınız. Allahû Tealâ ise size olan yardımını bırakmaz. Kanun nasıl? Siz Allah'a bir adım atacaksınız, Allah size 10 adım atacak. Henüz 5 adım attı. Siz bir adım attınız; Allahû Tealâ'nın sizi seçmesinden sonra Allah'a ulaşmayı dilediniz. Bu dileğiniz üzerine Allahû Tealâ size 5 tane ihsanda bulundu:
1- Rahîm esmasıyla tecelliye başladı.
2- Gözlerinizdeki o gizli perdeyi aldı.
3- Kulaklarınızdaki işitme engelini aldı.
4- Kalbinizdeki idrak etme engelini aldı.
5- Oraya idrak etmeyi mümkün kılan ilâhi bir kompüter koydu.
6- Sonra nefsinizin kalbine ulaşır. Kalbinizin (nefsinizin kalbinin) şeytanın karanlıklarına dönük olan kapısını, Allah'tan gelecek olan nurlara doğru döndürür.
7-Allahû Tealâ, göğsünüzden nefsinizin kalbine bir manevi yol açar. Zikir yaptığınız zaman Allah'ın katından gelen nurların, nefsinizin kalbine ulaşıp da orada yerleşmelerini temin etmek için.
İnsan olarak sadece fizik vücudunuzun var olduğunu zannediyordunuz. Oysa ki; fizik vücudunuzun içinde, bir nefsiniz, bir de ruhunuz var. Unutmayın, nefsinizin kalbi afetlerle dolu. Bu afetler sebebiyle bütün kötülükler nefsinizin kalbindedir. Bütün insanların kalbi irşad makamına ulaşmadan evvel mutlaka kapkaranlıktır; %100 afetlerle doludur. Öfke, kin, kıskançlık, haset, iptilalar, isyan, müraailik, zan, vefasızlık, küfür, hırs, şehvet, cimrilik, zulüm, yalan, dedikodu, adaletsizlik, nankörlük, gurur-kibir, cehalet, sabırsızlık, fitne, fesat. Bütün bunlar nefsinizin afetleridir.
Bütün insanların nefsi %100 afetlerle dolu olarak, ruhu da %100 güzelliklerle, hasletlerle dolu olarak yaratılır.
Nefsinizde isyan mı var, ruhunuzda itaat var.
Nefsinizde nefret mi var, ruhunuzda sevgi var.
Nefsinizdeki bütün afetlerin zıddı olan bütün pozitif faktörler, ruhunuzda hasletler olarak mevcuttur.
8- Göğsünüzden kalbinize bu nur yolu açıldıktan sonra yapmanız lâzım gelen şey ara sıra, Allah, Allah, Allah, Allah... diye Allah'ın ismini zikretmek. Bunu yaptığınız zaman nefsinizin kalbine Allahû Tealâ rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât adında iki grup nur gönderir. Rahmetler kargo uçakları gibidir. Fazılları ve salâvâtı beraberinde taşırlar. Göğsünüze kadar gelen bu nurlar mutlaka Allah'ın açtığı o yolu takip ederek nefsinizin kalbine ulaşır.
Nefsinizin kalbine giren rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar daha ileride kalbinizde yerleşeceklerdir ama bu aşamada yani daha mürşidinize ulaşmadan evvel (nefsinizin kalbi mühürlü durumdayken) fazl ve salâvât kalbin içine giremez. Sadece rahmet kalbinizin içine sızabilir.
İnsanın ne kadar çok negatif faktörle yüklü olduğunu görüyor musunuz? Bütün nefsiniz afetlerle dolu. Gözlerinizde hicab-ı mesture, kulaklarınızda vakra, kalbinizde ekinnet var. Allah'ın emirlerini yapmamanız için neredeyse herşeyle donatılmışsınız. Ama bütün bunlardan sizi kurtaracak olan şey, sadece bir tek dilek: Allah'a ulaşmayı dilemek. Sonra herşeyi Allah gerçekleştiriyor.
9- Rahmet nurları kalbe sızabilir, nefsinizin kalbinde bir küçücük birikim yapar bunlar, %1 derken, %2. Bu rakam %3'e hiç ulaşmaz. Çünkü nefsinizin kalbinde onları tutabilecek olan bir kuvvet yok. Tam aksine onları oradan kapı dışarı edecek olan başka bir faktör var. Bütün insanların nefsinin kalbinde "küfür"yazar. Bu "küfür" kelimesi rahmete karşı da, fazla karşı da çekiş değil, itici bir kuvvetin sahibidir. Bu sebepten, bir insanın kalbinde %2'den fazla nur birikimi oluşmaz. %2'yi tamamladığınız ve Allahû Tealâ'nın tarifine göre huşû sahibi olduğunuz zaman Allahû Tealâ sizin yeni bir hüviyete girmenizi sağlar. Artık siz mürşide ulaşmak isteyen bir insan olursunuz. Kalbinizdeki ekinnet, kulaklarınızdaki vakra alınınca, onun söylediklerini anlamaya başlarsınız. Anlarsınız ki Allahû Tealâ sizden sizin mutluluğunuzdan başka hiçbir şey istemiyor.
10- İbadetlerinizin Allah'a hiçbir faydası yoktur. Allah sizi O'na ibadet edesiniz diye yaratmadı ama ibadet ederseniz bundan derecat kazanacaksınız. Sizin için faydalı olan budur. Eğer zikir yaparsanız nefsinizin kalbindeki nurlar giderek artacak, dünya hayatında da mutluluğu yaşayacaksınız. Bu kişiye mürşidini gösteren ve o kişinin kalbindeki ekinneti alıp ihbat koyan Allahû Tealâ, irşad makamına karşı bir sevgi aşılar. Artık o kişi, mürşidine ulaşmayı mutlak olarak dileyen birisidir. Ve o kişi hacet namazını kıldığında, Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. Bazen hacet namazı kılmadan da gösterir ve kişi gönlünden gelerek, isteyerek mürşidine ulaşır.
Kişi bu adımı atarsa, Allah'ın bu 10. ihsanından sonra kendisine düşen ikinci adımı atmış olur. Birinci adımda ne yaptı kişi? Allah'a ulaşmayı diledi. Kendisinden bekleneni yaptı, karşılığında 10 tane ihsan aldı.
İkinci adımı attı, Allah'ın gösterdiği mürşide ulaştı. Dikkat edin, onun için vazgeçilmez bir şeydir bu. O artık yaşamasının mutlaka irşad makamının irşadıyla mümkün olduğunu idrak etmiş bir insandır. Mutluluğun arkasında onun olduğunu görür ve ona ulaşıp tövbe eder; mürşidini sever. Tâbî olduğu anda ikinci adımı atmıştır. Buna karşılık Allahû Tealâ'dan 10 tane mükâfat alacaktır. Bu mükâfatın herbirinin adı ni'mettir.

10 Nİ'MET
Şimdi bu 10 tane ni'meti inceleyelim.
1- Devrin İmamı'nın Ruhu başınızın üzerine gelir, yatay vaziyette yaklaşık 1 metre yukarınıza yerleşir. Allah'ın birinci ni'meti. Bu noktadan itibaren, bu ni'met başınızın üzerinde olduğu için, bundan sonra Allah'ın size vereceği bütün ihsanlar artık "ihsan" adıyla anılmayacaktır, ni'met hüviyetindedir.
Görüyor musunuz engelleri? Allahû Tealâ, irşad makamını görüp ondan haberdar olmayasınız diye gözlerinize hicab-ı mesture koymuş.
İrşada müteallik olan şeyleri anlamayasınız diye kulaklarınıza vakra koymuş.
İdrak edemeyesiniz diye, anlamanın daha derinine giremeyesiniz diye kalbinize ekinnet koymuş,.
Kalbinizin iki tane kapısı var. Allah'ın kapısı mühürlü; içeriye hiçbir şey giremez. Şeytanın kapısı açık; karanlıklar mütemadiyen nefsinizin kalbini dolduruyor.
Bütün bu sıkıntılardan sizi kurtaracak olan şey ise bir tek şey: Allah'a ulaşmayı dilemek. Dilediğiniz zaman bunların hepsi sizden alınıyor. Allah'ın ne kadar kolay bir şeyle, ne kadar çok lütûfta bulunduğunu anlıyor musunuz? Bir tek dileğiniz üzerine Allah'ın bütün engelleri önünüzden kaldırdığını görüyorsunuz. Allahû Tealâ engellerin hepsini kaldırıyor ve siz Allah'ın yolunda ilerleyebilecek olan bir hüviyete getiriliyorsunuz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah'ın birinci kanunu 1'e 10'dur. Bir adım attınız, Allah'a ulaşmayı dilediniz, derhal işitti, bildi ve gördü. Onun üzerine size 10 tane ihsanda bulundu. Bu 10 tane ihsanla Allah'ın gösterdiği mürşide ulaştınız, mutlaka gösterir. Önünde diz çöküp tövbe ettiniz.
Birinci ni'met derhal başınızın üzerine gelip yerleşir. Bu sizi bütün zülmanî ilimlerden korur. Cinler sizin vücudunuza giremez ve size büyü yapılamaz; büyü yapıldığı zaman, onu yapan kişinin kendisine döner. Bu, Allahû Tealâ'nın ilk ni'metidir.
2- İkinci ni'met olarak Allah nefsinizin kalbinin mührünü açtı. Bütün kalpler başlangıçta mühürlüdür, içinde de küfür yazar.
2/BAKARA-6: "İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn(yu'minûne)."
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de, etmesen de (onlar için) eşittir (birdir). Îmân etmezler (mü'min olmazlar).
2/BAKARA-7: "Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ semıhim ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun)."
Allah onların kalpleri üzerine (kalplerindeki rahmet kapısının üzerine) ve (kalplerindeki) işitme (sem'i) hassasının üzerine mühür vurdu (mühürledi). (Ve kalplerindeki) görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (adlı) bir perde (çekti). Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
3- Allahû Tealâ kalbin mührünü açarsa ne olur? Açarsa küfre ulaşır. Küfrü nefsinizin kalbinden alır, atar. Bu, üçüncü ni'mettir.
4- Sonra da kalbinizin içine "îmân" kelimesini yazar. Bu noktadan itibaren mü'minsiniz. Herkes zanneder ki; Allah'a inanan mü'mindir, inanmayan kâfirdir. Allahû Tealâ tarif veriyor: Kalbinde küfür yazan kâfirdir. "Kâfir" kelimesi, küfrün sahibi anlamına gelir. Kalbinde "îmân" yazan mü'mindir. "Mü'min" kelimesi, îmânın sahibi anlamına gelir.
Herkesin doğuştan itibaren kalbinde yalnız küfür yazar. Herkes Kur'ân-ı Kerim'e göre kâfir hükmünde doğar; doğuştan dalâlettedir.
İşte dalâletten kurtulduğunuz nokta, mürşidinize ulaştığınız noktadır. Çünkü, o gün hidayete adım atacaksınız.
Allah kalbinizin mührünü açtı.
Kalbinizin içindeki küfür kelimesini aldı.
Kalbinizin içine îmânı yazdı.
Bütün bunların oluşması için gerekli olan şeyi gerçekleştirdi; Devrin İmamı'nın Ruhunu başınız üzerine getirip yerleştirdi. 4 tane ni'met.
5- Beşincisi, Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre, sizin o güne kadar işlediğiniz bütün günahları sevaba çevirdi. Kim olursanız olun, ne kadar büyük günahlar işlemiş olursanız olun, Allah'a göre farketmez. Hepsini mutlaka sevaba çevirir.

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
"Kim bu istikamette Bize âmenû olur da, Bize ulaşmayı diler de mürşidine ulaşırsa, onun bütün günahlarını sevaba çeviririz." diye buyuruyor Allahû Tealâ.
Şimdi burada Mevlâna'yı hatırlayalım. Ne diyordu Mevlâna Celâleddîn Rumi Hazretleri?
Putperest olsan da gel,
Mecusi olsan da gel,
Ateşe tapsan da gel,
Şeytana tapsan da gene gel.
Bu dergâh, ümitsizler dergâhı değildir.
Neden böyle diyor acaba? Çünkü kişinin günahları ne kadar büyük olursa olsun, eğer o, ilmi aldıysa, Allah'a ulaşmayı dilediği andan sonra Allah'ın gösterdiği mürşide ulaşırsa bütün günahlarının sadece affedilmeyeceğini, üstelik sevaba çevrileceğini; Allah'ın kendisine mağfiret edeceğini öğrenmiştir.
İşte o güne kadar işlediği bütün günahlarını Allah sevaba çevirir. Allah'ın 5. ni'meti.
Bu noktadan itibaren hidayetler başlıyor.
Böyle olduğu anda, o kişinin 10 tane ihsanla mürşidine ulaştığı ve mürşidine tâbî olduğu hem devrin imamı tarafından, hem de arşı tutan melekler tarafından görülür. Hepsi her tövbe merasiminde, bu tarzdaki bir tövbe merasiminde hazır bulunur. Kişi ihsanla gelse de, gelmese de hazır bulunur. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemiyorsa tövbesi ona hiçbir şey sağlamaz; sadece tövbe etmiş olur ama bir tek günahı bile o tövbe sebebiyle affedilmez.
Burada olay açık şekilde görülüyor. Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi, kendisi bir şey yapmadığı halde, sırf ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı, hidayete ermeyi dilediği için, Allah onun için herşeyi yapar.
İşte 6, 7, ve 8. ni'metler; ruh, nefs ve fizik vücud açısından gerçekleşiyor.
6- 6. ni'met; o kişinin ruhu, (10 tane ihsanla mürşidine ulaşmışsa) tövbe ettiği anda derhal vücudunu terkeder. Kişi hangi irşad makamının elini öpmüşse, tâbî olmuşsa, ruh onun dergâhına ulaşır. Bu birinci hidayet; ruhun Allah'a doğru "seyr-i sülûk" isimli yolculuğuna başlamasıdır.
7- 7. ni'met, o kişinin nefsi tezkiye olmaya başlamasıdır. Burada kişi zikir yapar: "Allah, Allah, Allah, Allah..." Allah'ın ismi tekrar edilir. Bu zikri yaptığı zaman Allah'ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nur, o kişinin göğsüne gelir ve göğsünden Allah'ın açmış olduğu yolu takip ederek kişinin kalbine ulaşır. Bu noktada kalbe ulaşan rahmetle fazl, rahmetle salâvât bakar ki kalp mühürlü değil, mühür açılmış. Kalbin üzerindeki o mühre ulaşan rahmetle fazl ve rahmetle salâvât, (4 grup enerji) mührü kalbin alt boyutuna doğru iter ve kalbin en altında bulunan zülmanikapıyı mühürler.
O ana kadar o kişinin nefsinin kalbine devamlı karanlıklarını buradan sokan iblis, artık durmak mecburiyetindedir. Çünkü kapı kilitlenmiştir, mühürlenmiştir. Zikir boyunca nefsinizin kalbine şeytanın karanlıklarının girmesi mümkün değildir.
Peki ne oldu? Rabbani kapıda yukarıda bir engel olan mühür, oradan ayrıldı, şeytana engel oldu. Artık karanlıklar nefsinizin kalbine giremiyor. Bunun manası, yukarıdan aşağı gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât partikülleri, nefsinizin kalbine mutlak olarak ulaşacaklardır ve nefsinizin kalbini karanlıklardan %100 temizleyeceklerdir. Daha işin başındasınız; daha yeni zikre başladınız, daha o gün nefsinizin kalbinde hiçbir karanlık kalmaz. Birkaç dakika içinde nefsinizin kalbi tamamen Allah'ın nurlarıyla, rahmetiyle, fazlıyla ve salâvâtıyla işgal edilir. Tertemiz, pırıl pırıl bir kalbin sahibi oldunuz. Bu, zikir yaptığınız sürece devam eder; ötesine taşmaz.
Görülüyor ki; 7. ni'met, nefsin kalbinin zikir sebebiyle aydınlanmaya başlamasıdır. Nefsin hidayete adım atmasıdır.
8- 8. ni'met, fizik vücudun artık Allah'a kul olmaya başlaması, Allah'ın emir ve nehiylerine riayet etmeye başlamasıdır. Fizik vücut da hidayete adım atmıştır.
9- 9. ni'met; kişi o güne kadar sevaplarına karşılık bire 10 alırken, artık bire 100'den 700' e kadar almaya başlar.
10- 10. ni'met ise; o kişinin kalbine salâvât nuru da gelir.
Kişi artık hidayete adım atmıştır. Hidayet basamaklarında ilerlemek, amilüssalihata bağlı olarak gelişir.
Zikir yaptığınız sürece nefsinizin kalbine Allah'ın niçin "îmân" kelimesini yazdığının manasını anlarsınız. Nefsinizin kalbine yazılan "îmân" kelimesi, bir çekim gücünün sahibidir. Yalnız fazılları kendisine çeker. Fazıllar, ruhunuzun hasletleriyle paralel hüviyet taşır. Ve nefsinizin kalbine ulaşan rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar, "îmân" kelimesinin çekim gücüne kapılarak gelip "îmân" kelimesinin etrafında toparlanmaya başlarlar. Bir defa yerleştiler mi hiçbir kuvvet onları oradan ayıramaz. Ne şeytan, ne de kalpteki karanlıklar! Karanlıklar işgal edilen yerleri terketmeye mecburdurlar. Allah'ın Kanunu böyledir.
İlk %7 nur birikimini sağladınız. 1, 2... derken %7 oldu. Nefs-i Emmare'desiniz.
Nefs-i Emmarede'yseniz, nefsinizin kalbinde %7 nur birikti demektir. Sonuç; fizik vücudunuzun içinde bir rehine olarak bulunan nefsiniz, 1. gök katının kapısını remote kontrol (uzaktan kumanda) yoluyla kontrol edebilecek olan anahtarı ele geçirdi. Bu ele geçirme standartları içinde bir sonuçla karşı karşıyasınız. Artık 1. gök katının kapısı sizin ruhunuza açıktır. A'raf Suresi 40. âyet-i kerimede Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.

"Kibirlilere ve Allah'ın âyetleriyle ve resûlleriyle alay edenlere gök kapılarını açmayız." şeklinde buyuruyor Allahû Tealâ.
Ama burada 1. gök katının kapısı sizin için açılıyor.
%7 nur birikimi, Nefs-i Emmare'desiniz. Nefsinizin kalbindeki yalnız %7, artık Allah'ın emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemeyi hiç istemeyen bir hüviyet kazanıyor.
Ruhunuz ise 1. gök katının kapısı açıldığı için ana dergâhın altın kapısından yukarıya doğru diğer ruhlarla beraber saf halinde yükseliyor ama o 1. katta kalıyor, ötekiler daha üst katlara çıkıyorlar.
Ruhun Allah'a doğru yolculuğunun adı seyr-i sülûktur. Allah'tan gelen bir emanet olan ruhunuz, gök katlarını birer birer aşarak Allah'a geri dönüyor,
Kişi zikrine devam ediyor. İkinci bir %7 nur birikimi gerçekleştiği zaman Nefs-i Levvame'de bulunuyor. Kişi hataları hâlâ yapmaya devam ediyor ama biliyor ki onlar nefsinin afetlerinden kaynaklanıyor. Nefsini kınıyor: "Ben bunları işlemek istemiyorum ama bu alçak nefs işliyor."
Sonra bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mulhime; ruhun 3. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmainne; ruhun 4. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye; ruhun 5. gök katı.
Nihayet 6. katta nurlanma hücresinde, yüzü oradan gelen beyaz çok açık yeşil bir nurdan, elleri ve yüzünün derileri çatlayan o ruh, başkalarıyla beraber her seferinde tedavi edilerek 6. kattan aşağı gönderilir. Nefsi ise Mardiyye kademesindedir.
Ama bir gün derileri çatlamaz. Çatlamadığı gün fetih için hazırdır; elbiseleri değiştirilir; eline fetih kılıcı teslim edilir; kubbeden yukarı yükselir ve 7. katın altın kapısına ulaşır. 7 beyaz mermerden, 7 basamaklı bir sahanlık, arkasında zemin kattaki altın kapının aynısı bulunur. Önünde 7 halkadan oluşan bir zincir trabzanlara asılıdır. Ruh, elindeki kılıçla bir defa vurur, zincir mutlaka ikiye ayrılır. Masal gibi değil mi? Ama bunların hepsi hakikat. Bir gün eğer dilerseniz göreceksiniz.
Sevgili okuyucular, düşünce standartlarınızda iblis sizin mutluluğa ulaşmamanız için her türlü vesveseyi mutlaka verir. Bu duyduğunuz, işittiğiniz, gördüğünüz şeyleri size yalanlar olarak kabul ettirmeye çalışır. Ama kalp gözünüz açıldığı zaman bunların hepsinin birer hakikat olduğunu yaşayacaksınız. O zaman: "Allah'ın evliyaları gerçekten varmış." diyeceksiniz.
Bir tarafınızda mutluluk sizi bekliyor, öbür tarafınızda o mutluluğa ulaşmamanız için iblis herşeyi yapıyor.
7. kata ulaştığınız zaman, o altın zincire "Besmele"yle kılıcınızı vurduğunuz zaman altın zincir ikiye ayrılır. A rkadaki altın kapı açılır, oradan uçarak içeriye girersiniz. Bu 7. katın fethidir. O kapının adı FETİH KAPISI'dır.
Orada 7 tane âlemden adım adım geçeceksiniz. Evvela kader hücreleri, sonra ümmülkitap, sonra kudret denizi, sonra makam-ı mahmud, sonra divan-ı salihîn, sonra zikir hücreleri ve nihayet Sidret-ül Münteha.
Bunları geçerken görmeyeceksiniz ama ileride salâh makamına ulaşacaksınız ve Allahû Tealâ size bütün bu anlatılanları mutlaka gösterecek. O zaman Allah'a çok şükredeceksiniz, çok hamdedeceksiniz ki insan olarak yaratılmışsınız.
İnsan, kâinatın uğruna yaratıldığı yegâne varlıktır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
"Bütün göklerde ve bütün arzlarda neyi yarattıysam, canlı ve cansız neyi yarattıysam hepsini sizin için yarattım ey insanlar!"
İnsan, Allah'ın Allah'a en yakın mahlûkudur. Melekler, cinler, hayvanlar, insanlar, her türlü canlılar ve cansızlar; bu kadar mahlûkun içinde Allah'a ait bir varlığı bünyesinde taşıyan sadece insandır. Ruhunuz size Allah'tan gelmiştir; siz bir emanet taşıyorsunuz. Bu emaneti o emanetin sahibine ölmeden evvel ulaştırmak gibi sizi mutlu kılacak bir göreviniz var.
Öyleyse böyle bir göreve dikkatle bakın! Mutluluk başka birisi için değil, sizin için. Allahû Tealâ tarafından herkes mutluluğa açık olarak yaratılmıştır. Dikkat edin ki, bu kâinattaki bütün o mahlûkatın içinde (meleklerin, cinlerin vb.) sadece siz, Allah'a ait bir varlığı emanet olarak taşıyorsunuz: Ruhunuz. Bir gün onu göreceksiniz. Başka ruhlarla beraber nasıl gök katlarını aştığını göreceksiniz. Hangi katta, hangi ameliyelerden geçtiğini göreceksiniz ve o zaman Allahû Tealâ'ya çok şükredeceksiniz, alelâde bir insan olmadığınız için, Allah'ın seçtiklerinden olduğunuz için, mutluluğa lâyık görüldüğünüz için, O'nun tarafından sevildiğiniz için.
VE MUTLU OLACAKSINIZ.
Sevgili okuyucular, masala benzese de bir masal değil. Bunları, teker teker yaşamış olan birisi yazıyor. Bugün yüzlerce kardeşimiz bu güzellikleri yaşıyor.
Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın. Mutlu olmak için Allahû Tealâ size herşeyi vermeye hazır; siz O'ndan istemiyorsunuz.
Öyleyse şu yaşadığınız hayatınıza dikkatle bakın. Kendi kendinize sorun: "Mutlu muyum?" diye.
"Mutsuzum" cevabını aldığınız zaman bu sözleri hatırlayın: O, sizi mutlu kılacak olan bütün özelliklerinizle birlikte yarattı. Siz o özelliklerinizi kullanmayan birisi olduğunuz için mutsuzsunuz.
Unutmayın! Kuvvetli olmak istiyorsanız, insanların arasında kuvvetli birisi olmak istiyorsanız, o zaman Allah'ın ilmini öğrenin.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
"Eğer Bana inanıyorsanız, Bana güvenin, tevekkül edin, Beni vekil tayin edin. Eğer Bana tevekkül ederseniz bilin ki; en kuvvetli sizsiniz."
Bunun iki açıklaması var:
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
"Eğer Ben, sizinle berabersem bütün dünya düşmanınız olsa Ben, onları yenerim. Eğer Ben, sizin düşmanlarınızla berabersem, sizin bir düşmanınızla berabersem bütün dünya sizinle beraber olsa gene Ben yenerim; sizi de, sizinle beraber olanları da."
Öyleyse seçiminizi neden Allah'ın karşısında bir pozisyonda yer alarak resimliyorsunuz? Kendinize yazık etmiyor musunuz? Bu tasavvufun içindeki insanlar neden mutlular da siz mutsuzsunuz diye hiç düşünmüyor musunuz? Onların yaptıklarını yapmayarak onların birtakım zavallılar olduğunu, sizin de akıllılar safında olduğunu düşünüyorsunuz, öyle değil mi?
Sevgili okuyucular, kendinize ne kadar yazık ettiğinizi bugün anlayamayacaksınız ama bir gün öleceksiniz. O zaman acı acı bütün sizin gibi olanların:
"Yarabbi, şimdi hakikati anladım, beni tekrar geriye gönderir misin? Şu dünyada yaşayayım da Sana ne kadar lâyık bir kul olduğumu Sana ispat edeyim."
Allahû Tealâ firavunun bu talebi üzerine şöyle buyuruyor:
"Ey firavun! Böyle bir talepte bulunanları hiçbir zaman geri göndermeyiz ama seni başka bir şekilde geri göndereceğiz. Senden sonra gelecek olan binlerce yıl boyunca insanlara senin gibi asi olanların hangi duruma geldiğini ispat etmek için senin vücudunu çürütmeyeceğim, seni burada, şu anda Bana secde ederken olduğun vaziyette binlerce yıl vücudunu muhafaza edeceğim.
Sevgili okuyucular, firavunun bu secde hüviyetindeki cesedi bugün British Museum'da ve insanlar ibretle bakıyorlar. "Ben Allah'ım!" diyen o firavunun Allah'ın karşısında nasıl secdeye geldiğini bütün insanlara ispat ediyor ceset. En az 3000 yıldan beri bu cesette en ufak bir çürüme olmamış. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de verdiği sözü yerine getiriyor. Bir örnek kılmış onu gelecek olan nesillere.
İşte Allah'ın taraftarı olmak veya farkına bile varmadan şeytanın taraftarı olarak kalmak. O sizlerin elinde. Gönlünüz nasıl isterse öyle yaşayacaksınız. Unutmayın, üstelik buna yetkilisiniz.
O Allah'ın evliyasının neden o kadar mutlu olduğunu hiç düşündünüz mü? Kalpleri Allah ile birlikte olduğu için. Yunus diyor ki:
"Ben O'nu kendime dost kıldım. Artık O'ndan neden korkayım!"
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
"O Allah'ın evliyası var ya, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar."
Neden korku yok? Allah ile dost olmuşlar. Onlar Allah'ı sevmiş, Allah da onları sevmiş.
Sevgili okuyucular, bu söylediğimiz noktadan itibaren neler oluyor beraberce bakalım.
Her %7 nur birikimiyle, kişi 7 tane gök katını aştı. %51 nur birikimi oluştu, baştan %2 huşûda almıştı rahmet. Kişi, 7 defa 7 (%49) fazl birikimini gerçekleştirdi; kalbi %51 nura kavuştu.
O kişi nefsini tezkiye etti ve dünya mutluluğunun % 51'ine ulaştı. Hiç kimse başkasının mutluluğundan ve mutsuzluğundan mesul değildir. Kim mutsuzsa, o sadece kendisi kendi mutsuzluğundan mesuldür ve atacağı bütün adımlar yanlıştır. Şeytan devamlı ona tesir etmek suretiyle onun mutluluğa ulaşacak olan güzel adımlar atmasına hep mani olur. Kişi de en akıllı standartlarda en doğruyu yaptığını zanneder ve hayatını mutsuzlukla tüketir. Bu sebeple Fatır Suresi 18. ?âyet-i kerimeye bakalım:

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

Sonuç; ruhunu Allah'a ulaştıran kişi Allah'ın evliyası olur.
Ruhunuz 7 tane gök katını aştığı zaman 7 âlem geçer ve ondan sonra yaptığı bir dikey yolculukla Allah'ın Zat'ına ulaşır. Evet, Allah'ın Zat'ı var. Ruhunuz Allah'ın Zat'ında kaybolur. O zaman fenâfillah makamındasınız. Fenâ, "fani olmak, yok olmak" demek. Fî, "içinde" demek. Allah da "ALLAH" demek. Fenâfillah, "Allah'ın içinde yok olmak, fani olmak" demek.
Ne zaman ruhunuz Allah'ın Zat'ına ulaşır da, Allah'ın Zat'ında yok olursa, emri yerine getirmiştir. Ruhunuzun Allah'a siz hayattayken geri dönmesi konusunda tam 12 tane farz var. Unutmayın! Hiç kimse mecbur değildir. Siz dilerseniz emri yerine getireceksiniz ve mutlu olacaksınız. Dilemezseniz yerine getirmeyeceksiniz. Mecbur değilsiniz ama yerine getirmez iseniz cehenneme gitmek zorundasınız.
Cennet saadetlerinin birincisi, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz an gerçekleşir. Birinci kat cennetin sahibi olursunuz.
Allahû Tealâ'dan aldığınız 10 tane ihsanla mürşidinize ulaştığınız zaman, tâbî olduğunuz gün ikinci kat cennetin sahibi olursunuz.
Ruhunuzu Allah'a ulaştırdığınız zaman üçüncü kat cennetin sahibi olursunuz.
Ne birinci kat cennette, ne ikinci kat cennette dünya saadeti sizin için değildir. Çünkü nefsinizde hiçbir değişiklik olmamıştır.
Sevgili okuyucular, hiç düşündünüz mü mutluluk nedir diye, dünya saadeti nedir diye?
Var mı kafanızda bir mutluluk formülü? Neyle nitelendiriyorsunuz mutlu olmayı? İsterseniz Biz bir tarif yapalım, siz de kendinizden ekleyin veya çıkartın.
Madde-1: Allahû Tealâ, mutluluğun devamlı bir saadet hali olduğunu ifade ediyor. Kesintisiz bir saadet hali, mutluluk hali.
Madde-2: Bu mutluluk hem iç dünyanızda oluşacak, hem dış dünyanızda başka insanlarla ilişkilerinizde oluşacak, hem de Allah ile olan ilişkilerinizde oluşacak.
Madde-3: Bu mutluluk mutlaka bir sulh ve sükûn haline dayalı olacak; yoksa mutluluk oluşmaz.
Öyleyse ne demek istiyoruz? Neden mutsuzsunuz hiç düşündünüz mü? İç âleminizde neden mutsuzsunuz? Çünkü, nefsiniz afetlerle dolu, ruhunuzsa hasletlerle.
Nefsiniz, Allah'ın yoluna girmediğiniz sürece, %100 afetlerle doludur ve o afetlere tesir etmeniz Allah'ın formülünü kullanmadıkça hiçbir şekilde mümkün değildir.
Allah emirler vermiş; nefsinizin afetleri o emirleri kesin şekilde gerçekleştirmez. Çünkü yapıları ona göre dizayn edilmiştir.
Allah yasaklar koymuş; nefsinizin afetleri o yasaklara hiç mi hiç aldırmaz, bütün yasakları yapmak ister. Allah neyi yasak etmişse onu işlemek ister.
Ama siz yalnız nefsinizden oluşmadınız. Ruhunuz da buna mukabil %100 hasletlerle dolu. Onlar ise Allahû Tealâ ne emretmişse mutlaka onları yerine getirmek ister. Onlar, Allahû Tealâ neyi yasaklamışsa asla onu işlemezler.
Öyleyse iç dünyanızda devamlı kavga var. Nefsiniz Allah'ın emrettiği hiçbir şeyi yapmak istemeyecek; vücudunuzun kumandanı olan akla, devamlı bu konuda telkinlerde bulunacak. Ruhunuz da Allah neyi emretmişse mutlaka yapmak isteyecek; onun da talebi bu emrin yapılması istikametinde olacak. Karar mercii, aklınız. Eğer Allah'ın emirlerinin uygulanmadığı bir ortamda şuur kazanmışsa hep Allah'ın emirlerinin yapılmasına kırmızı ışık, yapılmamasına yeşil ışık yakacaktır. Böylece Allah'ın yasak ettiği fiilleri, emrettiği fiilleri gerçekleştirmeyeceksiniz.
Nefsinizle ruhunuz arasında kavga olduğu için mutsuzsunuz. Neden kavga var? Çünkü nefsiniz, Allah'ın emirlerini yerine getirmemek ister, ruhunuz da getirmek ister. İkisi de mutlaka kendi talebinin yapılmasını istediği için emirler cephesinde aralarında devamlı çekişme vardır.
Allah'ın yasakları istikametinde de kavga var; dialektik bir kavga iç dünyanızda devamlı huzursuzluğa sebep oluyor. Dikkat edin, nerede kavga varsa, kaos varsa, savaş varsa, orada mutsuzluk vardır; orada mutluluğu yakalayamazsınız. İç dünyanızda savaş var. Bu kavga sebebiyle mutsuzsunuz.
İç dünyanızdaki mutsuzluğunuzun bir başka sebebi de, her işlediğiniz yanlışlıktan sonra Allahû Tealâ size mutlaka bir azap verecektir. Bu azabı hissettiğiniz her olayda mutsuzsunuz. Yetmez, Allah neyi yasak etmişse onu işlediğiniz zaman gene Allahû Tealâ size azap verecektir, yeniden mutsuz olacaksınız.
Öyleyse hem iç dünyanızdaki kavga sebebiyle, hem de işlediğiniz Allah'ın emirlerine ve yasaklarına muhalif bütün davranışlarınızda arkadan azapla azaplandırıldığınız için mutsuzsunuz.
Böyle bir durumda iç dünyanızda mutluluk oluşabilir mi? Şimdi bir kalem öteye geçelim. Daimî zikre ulaştınız. Nefsinizin kalbindeki bütün afetler yok oldu, yerlerini fazıllara terketti. Fazıllar ise ruhun hasletleriyle eşdeğer. Onlar da Allah ne emretmişse mutlaka yapmak istiyorlar, neyi yasak etmişse mutlaka yapmak istemiyorlar. Yukarıda bahsedilen aşamalardan geçerek zikirle o noktaya geldiniz. O noktada, iç dünyanızda sizin için bir mutluluk söz konusu. Neden? Allah neyi emretmişse nefsiniz de, ruhunuz da onu işlemek istiyor. Kavga bitti, iç dünyanızda emirler cephesinde.
Allah neyi yasak etmişse nefsiniz de, ruhunuz da istemiyor. Nehiyler (yasaklar) cephesinde de kavga bitti. İç dünyanızda bir sulh ve sükûn ortamı kuruldu ve mutlusunuz. Hiçbir zülmanî sistem içerisinde bu mutluluğu yakalayamazsınız. Aklı, sadece dünya işleri için kullanmak, sizi mutlu kılmaz. Hiçbir zaman mutlu olamazsınız iç dünyanızda. Sadece bir tek yolu var: Sulh ve sükûnu davranış biçimlerinizle kazanmanız, zikrinizi en üst boyuta çıkarmanız.
Olaya bir diğer cepheden bakalım.
Dış dünyanızda başka insanlar var. Eğer nefsinizde afetler varsa, onlar size mutlaka kötülük edecekleri için mutlaka siz de onlara kötülük edeceksiniz; mutlaka karşılık vereceksiniz çünkü nefsinizin afetleri sizi buna zorlayacak. Yaptığınız zaman huzursuz olacaksınız. Başka birine zarar verdiğiniz zaman, huzursuzluk verdiğiniz zaman, onları sıkıntıya soktuğunuz zaman, onlara bir kötülük ettiğiniz zaman onlar size daha evvel zarar verse de, vermese de, mutlaka huzursuz olacaksınız. Bu iç dünyanızdan gelen bir şeydir. Yetmez, arkasından Allahû Tealâ, yaptığınız hata sebebiyle size azap verecek. Arkanızdan ruhunuz da nefsinize azap verecek. Gene yetmez, çünkü başkalarına yaptığınız bu haksız davranışların karşılığında onlar sizden intikam almaya çalışacaklar. İntikamlarını aldıkları gün yeniden huzursuz olacaksınız; sanki siz onlara hiçbir şey yapmamışsınız da ona rağmen size bu kötülüğü yapmışlar gibi huzursuzluk duyacaksınız. Ve bu huzursuzluk ikinci defa huzursuzluğu duymanızdır. Yetmez nefsinizdeki intikam afeti sizi zorlayacak. Onların aldığı intikama karşılık siz de onlardan intikam almaya çalışacaksınız. Alabilirseniz yeni bir günah işlediğiniz için bir defa daha huzursuz olacaksınız. İntikamınızı alamazsanız şuuraltı birikimi oluşacak, stress sebebiyle huzursuz olacaksınız. İntikamınızı alsanız da, almasanız da huzursuzsunuz. Öyleyse, hem başkalarına olan davranışınız sebebiyle, hem de onların sizden intikam almaları sebebiyle, dış dünyanızda da devamlı mutsuz bir insansınız.
Ama bir gün daimî zikre ulaşırsanız, nefsinizdeki afetleri yok edebilirseniz o zaman dış dünyanızda siz mutlu bir insan olacaksınız çünkü başkalarına onları üzecek davranışlarda bulunmayacaksınız. Ruhunuz ve nefsiniz Allah'ın bütün emirlerini yapmanızı mutlaka sağlayacakları için yasak ettiği hiçbir fiili işlemenize ikisi de müsaade etmeyecekleri için başkalarını üzecek davranışlarda bulunamazsınız. Bulunamazsanız ne Allah size azap eder, ne de ruhunuz nefsinize azap eder. Bu azaba muhatap olmadığınız sürece mutsuz olmazsınız, sevgili okuyucular.
Sonra siz onlara negatif bir faktör uygulamadığınız için onlar, hiçbir zaman sizden intikam almak gibi bir dizaynın içine girmeyeceklerdir. Hiçbir zaman sizden intikam almayacaklardır. Kendilerinden intikam alınan kişilerin yaşadığı huzursuzluğu hiç yaşamayacaksınız. Yetmez, onlar sizden intikam almadıkları için siz de onlardan yeniden intikam almak gibi bir şeyi hiçbir zaman düşünmeyeceksiniz. Yani gene huzur içindesiniz.
Sevgili okuyucular, Allah'ın kanunlarını biraz öğrenseniz mutsuzluğunuzun bir sabun köpüğü gibi yok olduğunu göreceksiniz. Allahû Tealâ, mukaddes kitapları niçin yazdı diyorsunuz? Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u, Kur'ân-ı Kerim'i, bütün peygamberlere indirdiği o mutluluk kitaplarını Allahû Tealâ niçin yazdı? Çünkü sizi çok seviyor. Hangi şartların içinde olursanız olun mutlaka mutlu olmanızı istiyor. Şeytanın, sizin şu kâinattaki en büyük düşmanınızın, sizi tuzağına düşürmesini istemiyor. Halbuki siz Allah'ın yolunda olmadığınız sürece hep o tuzağın içindesiniz. Farkında bile değilsiniz ki şeytan sizin düşüncenizi taklit ederek size hep yanlış şeyler yaptırıyor.
Eğer biz Allah ile berabersek iç dünyamızda mutlu olabiliyoruz. Başka insanlarla ilişkilerimizde de mutlu olabiliyoruz.
Allah ile ilişkilere gelelim. İblis bize Allah'ın emrettiği hiçbir şeyi yaptırmamak için her gayreti gösterir; büyük ölçüde de bunda başarılıdır. Ve iç dünyamızda hem nefsimizle ruhumuz arasındaki çarpışma ve devamlı kavga sebebiyle, hem de her Allah'ın emrini yerine getirmediğimiz zaman, bize Allah'ın ve ruhumuzun nefsimize azabı sebebiyle huzursuz olduğumuz bir ortamı yaşamamız söz konusu emirler cephesinden.
Öyleyse her yasağı işlediğimizde gene aynı sıkıntıyı, gene aynı huzursuzluğu yaşayacağız.
Hal böyleyse, emirler cephesinden de nehiyler cephesinden de mutsuzsak, başka insanlarla ilişkilerimizde mutsuzsak, iç dünyamızda mutsuzsak ve bu daimî zikrin sahipleri bu üç cephede de kesintisiz bir mutluluğu yaşıyorlarsa, o zaman bir yanlışınız yok mu sevgili okuyucular? Başkaları için düşünmeyeceksiniz, kendiniz için düşüneceksiniz. Mutsuz olan sizsiniz. Hesabın sahibi de sizsiniz. Böyle yaşayarak, ömrünüz boyunca sadece kendinize işkence edersiniz.
Şimdi bir kendinizi düşünün bakalım. Siz bir mahlûksunuz; O ise Hâlik, sizi yaratan. Katrilyonlarca hücreden yaratmış sizi. Herbirinde sizi bütününüzle yeniden inşa edebilecek olan bütün özellikler bulunan katrilyonlarca siz, kendi iç dünyanızda varsınız.
Biliyor musunuz, sevgili okuyucular biz şu anda bir üçgenin içinde yaşıyoruz. Bir kenarını Allah'ın teşkil ettiği, bir kenarını ruhumuzun hasletlerinin teşkil ettiği, üçüncü kenarını da bu sebeple kazandığımız derecelerin, hayırların teşkil ettiği bir üçgen, Allah'ın üçgeni. Apsis ve ordinat eksenlerinin kesiştiği noktanın üst tarafındayız; pozitif âlemdeyiz; Allah'ın ülkesindeyiz. O'nun güzelliklerini yaşıyoruz.
Eğer biz şu anda hepimiz ayrı ayrı birilerine bir kötülük etmeyi, onların canlarına okumayı, onları üzmeyi, intikam almayı, onlara kötü davranmayı plânlamış olsaydık, şu anda hepimiz şeytanın ülkesinde yaşıyor olacaktık. Ne zaman başkalarına haddini bildirmeye kalkarsanız, ne zaman hedefiniz başkalarını sadece üzmekse, o zaman Allah'ın ülkesinde yaşayamazsınız, o zaman şeytanın ülkesindesiniz. Hem siz huzursuz olursunuz, hem de huzursuz etmek istediğiniz insanları huzursuz kılarsınız ve şeytanın ekmeğine yağ sürersiniz çünkü o sizden sadece bunu ister. Hep bütün insanların başkalarına kötü davranmaları ve bunun neticesinde de bütün insanların birbirine düşman olmaları, birbirine fenalık için yaşamaları, kötülük etmek için yaşamaları ve bir kötülükler spiralinin giderek yükselmesi, yükselmesi, yükselmesi ve insanların her gün biraz daha mutsuz oluşu. İşte şeytanın istediği şey bu.
Allah neyi istiyor? Dostluğu istiyor, sevgiyi istiyor, huzuru istiyor. Biz sizlere bütün kitaplarımızda yıllardır bu güzelliği, dostluğu, sevgiyi anlatıyoruz.
Sevmek, Allah'ın bizlere ihsan ettiği en güzel duygu.
Öyleyse sevgili kardeşlerim demek ki bir mutsuzluk müessesesi, bir de mutluluk müessesesi var. Mutluluk neymiş? Kesintisiz bir saadet hali. İç dünyamızda da, dış dünyamızda da yani başka insanlarla ilişkilerimizde de, Allah ile olan ilişkilerimizde de mutlaka yaşamak mecburiyetinde olduğumuz bir sulh ve sükûn hali. 3 âlemde de kavganın bitmesi hali.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın sizlerden ne istediğini artık yerli yerine oturtmaya başlıyorsunuz. O sadece mutlu olmanızı ister.
İblis de bir şey ister sizden, hepinizin mutsuz olmasını.
Sevgili okuyucular, can dostlarım, gönül dostlarım, işte ruhunuzu Allah'a ulaştırdınız, Allah'ın evliyası oldunuz.
Dikkatle bakın sevgili okuyucular, o şeref ömür boyunca sizin için yeterlidir. Allah'ın evliyası, Allah'ın dostu demektir. Onlar başkalarının zararına değil, sadece faydasına, mutluluğuna çalışırlar. Hayatlarını buna adarlar. Böyle birisi olmak istemez misiniz? Hayatınızı başka insanların mutluluğuna adayarak mutlu olmak. Unutmayın, etrafınızdaki bütün insanlar sizin için bir mutluluk kapısıdır; kime hangi güzelliği yaşatırsanız onun aynını Allah size yaşatır, ruhunuz da nefsinize yaşatır; 2 katını yaşarsınız. Bir gün sabahtan akşama kadar 10 kişiye bir nebzecik mutluluk verdiğinizi düşünün, herbirinin yaşadığı mutluluğun 20 katını akşama kadar siz yaşayabilirsiniz.
Anlıyor musunuz şimdi Hz. Ömer'in her gece Allahû Tealâ'ya neden: "Yarabbi, ben bugün Senin için ne yaptım?" diye sorduğunu, kendisini neden hesaba çektiğini. Çünkü her seferinde: "Acaba ben bugün kime hangi iyiliği yaptım?" diye incelemede bulunuyor Hz. Ömer. Her başkasına yaptığı bir güzel davranış, onu mutlaka o gün mutlu etmiş. Her yardım, her başka bir insana gösterdiğimiz bir güzel davranış, o insanları mutlu eden bir olaydır. Hakedenleri mutlaka mutlu etmek mecburiyetindesiniz. Unutmayın; saadet, sizin saadetiniz başkalarına verdiğiniz saadetle bağımlıdır, bununla oranlıdır.
Öyleyse mutlu olmak istiyorsanız yapmanız lâzım gelen şey, başkalarını mutlu etmektir.
Velâyetin birinci mertebesinde, Allah'ın Zat'ında ruhunuzun yok olması söz konusudur. Fenâ (ifna olmak, fani olmak, yok olmak), fî (içinde), Allah (Allah'ın içinde yok olmak).
Allah'tan gelen ruhunuzu, onun gerçek sahibi olan Allah'a iade ettiniz, emaneti sahibine iade ettiniz, teslim ettiniz. Allahû Tealâ Nisa Suresi 58. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

İnsanda 4 emanet vardır: Ruhunuz, vechiniz, nefsiniz ve iradeniz. O'na teslim ettikçe mutluluğun daha üst, daha üst, daha üst boyutlarına çıkacaksınız. Ve göreceksiniz ki, neticede yalnız ALLAH kalacak.
Önce siz varsınız, başka insanlar var ve Allah var. Sonra, başka insanlar devreden çıkacak Allah'la siz kalacaksınız. Sonra siz de devreden çıkacaksınız, sadece O kalacak. Ne zaman Allah'a iradenizi de teslim ederseniz artık siz de yok olursunuz çünkü siz artık bir iradenin sahibi olamazsınız, iradenizi Allah'ın iradesine bağlamış olursunuz. O noktadan itibaren sadece Allah kalır. Hiç o mutluluğu düşünebiliyor musunuz, sevgili okuyucular? Allah'ın bütün üst seviye evliyaları o şerefe ermişlerdir.
Yok olmak, kendiniz için hiçbir şeyi düşünemediğiniz, hayatınızın her dakikasında başkaları için yaşadığınız ve vaktin yetmediğini farkettiğiniz bir dünyada yaşarsınız. Vakit yetmez, hep herkese onların sordukları bütün suallerin cevabını vermek istersiniz, bunun için çırpınırsınız ama vakit yetmez. 24 saat sizin için yeterli olmaz. O şartlar altında da mutlusunuz. çünkü size ait olan bir şey yok, hayatınızın her dakikasını başkalarına hasrediyorsunuz. Nerede olursanız olun mutlaka birileri size ulaşıyor, mutlaka problemler var, mutlaka sizin onları Allahû Tealâ'ya sormanız, cevabını o kardeşlerinize iletmeniz lâzım. Kendinizi yok hüviyetine soktuğunuz andan itibaren dünyadaki en mutlu insan siz olursunuz çünkü siz yoksunuz. Ne zaman başkaları içinseniz, adım adım yok olmaya başladınız demektir.
İşte sevgili okuyucular, şimdi böyle bir dizaynın 22. basamağındasınız; fenâ makamındasınız, konunun başındasınız, velâyetin başlangıç noktasındasınız.
Nefsinizin kalbindeki nurlar %61'e ulaşmış. Allahû Tealâ, İndi İlâhi'de, huzurunda size bir taht ihsan edecektir. O tahtın sahibi olduğunuz zaman bekabillah olacaksınız. Beka, "baki olan, kalan" demek; bî "ile" demek; Allah da "Allah" demek. Allah ile birlikte baki olan, Allah'ın indinde baki olmak demek. Şimdi huzur namazını hatırlayalım. En başta imam var, arkasında 2 kişi, onun arkasında 1 kişi, sonra 2 kişi, sonra 7 kişi, bir daha 7 kişi. Ondan sonra 10'arlık sıralar...
Arkadan bakıyorsunuz huzur namazına, sol tarafınızda tahtlar göreceksiniz. Yerden 4 metre yükseklikte başlayan, yaklaşık hiçbir yere dokunmadan boşlukta duran tahtlar. O tahtlardan birisi size de verilecek. Bunun ne kadar muhteşem bir şey olduğunu düşünebiliyor musunuz? Orada Allahû Tealâ'nın indinde, O'nun huzurundaki o tahtlardan bir tanesi size ait olacak. Allahû Tealâ Yunus'a bu tahtlardan birini verdiği zaman Yunus diyor ki: "Lâ mekâna kavm oldum." ,"Mekânsızlığın ahalisinden oldum." diyor. Orası mekânın bittiği yer; İndi İlâhi; Yunus orada bir tahtın sahibi. Bu that, Allah'ın bütün evliyalarına mutlaka verilir.
Sonra bir gün bir de bakacaksınız ki zikriniz günün yarısını aşmış. Zühd makamındasınız. Her gün 12 saatten daha fazla zikir yapabilecek olan bir hüviyete geldiniz; zikirsizliğe karşı zahid oldunuz. İşte burasını aşabildiğiniz zaman fizik vücudunuzu mutlaka Allah'a teslim edersiniz. Fizik vücudunuzun Allah'a teslim olduğunu nereden anlarsınız? Fizik vücudunuz, nefsinizde hâlâ afetler mevcut olmasına rağmen Allah'ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği fiilleri hiç işlemeyen bir özelliğe kavuştuğu zaman Allah'a teslim olmuştur. Allahû Tealâ Nisa Suresinin 125. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.

Artık fizik vücudunuz Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin sahibidir. İç dünyanızda kavga daha bitmemiş, çevresinde %10 kavga var. Bu kavga, ruhunuzla nefsiniz arasında ama fizik vücudunuz bu kavgaya iştirak etmiyor, onları kaale almıyor, Allah'ın bütün emirlerini yerine getiriyor, yasak ettiği fiilleri işlemiyor, kendi bünyesinde kavgayı bitirmiş. İşte fizik vücudunuz Allah'a teslim oldu. Bu ikinci tesliminiz. Muhsinler makamındasınız.
Sonra daimî zikre ulaşırsınız, hikmet sahibi olursunuz. Kim daimî zikre ulaşmışsa onun 4 tane temel vasfı vardır:
1- O kişi daimî zikrin sahibidir.
2- Bu sebeple nefsindeki bütün afetler yok olmuştur, yerini faziletler almıştır.
3- Daimî zikre ulaştığı için kalp gözü mutlak olarak açılmıştır. Allah'ın gösterdiği herşeyi görür.
4- Daimî zikre ulaştığı için kalp kulağı da mutlaka açılmıştır; Allah'ın söylediği herşeyi işitir.
Bu 4 temel şart, hikmetin temel şartlarıdır. Kalbinizdeki kulaklarla (başınızdaki kulaklarla değil) Allah'ın her söylediğini kelime kelime işitirsiniz. Kalp gözünüzle (baş gözünüzle değil) Allah'ın her gösterdiğini mutlaka görürsünüz. Bu sizi nereye götürür? Daimî zikrin sahibi olduğunuz zaman hayır sahibi olursunuz. Hayır, daima derecat kazanma halidir. Neden hayrın sahibi olursunuz? Çünkü nefsinizde artık afetler yoktur. Nefsiniz de, ruhunuz da Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek ister ve getirirsiniz. Her işleminizden sonra derecat kazanırsınız. Nefsiniz de, ruhunuz da Allah'ın yasak ettiği hiçbir fiili işlemek istemez. Böylece orada da devamlı bir mutluluğun içinde yaşarsınız. Böylece hem emirler cephesinde, hem nehiyler cephesinde mutlak bir saadeti yaşayacaksınız.
İşte sevgili okuyucular, iç dünyanızda, dış dünyanızda ve Allah ile olan ilişkilerde bu standartlarda mutlak bir saadet hali yaşarsınız.
Dikkat edin, siz o noktada tezekkür sahibi olursunuz. Allah ile her konuyu rahat konuşabilen bir ortama ulaşırsınız. Allah sizin en yakın dostunuz olacak, her türlü derdinizi O'na açacaksınız, problemin çözümü mutlak olarak vardır. Öyleyse ehl-i tezekkür demek, Allah ile müzakere edebilen kişi demektir. Allah ile her an konuşabilen bir özelliğin sahibi olacaksınız.
Hayrın sahibi olduğunuz her an ister emirler cephesinde olsun, ister nehiyler cephesinde mutlaka Allah ile berabersiniz. Allah'ın emirlerini, mutlaka yerine getiriyorsunuz. Hem nefsiniz, hem ruhunuz mutlaka yerine getirilmesini istiyor. Allah'ın yasaklarını ise asla işlemiyorsunuz, hem nefsiniz hem de ruhunuz işlememenizi sağlıyor. Böylece emirler cephesinde de, nehiyler cephesinde de mutlu bir hüviyete ulaşıyorsunuz. Bu noktaya dikkatle bakın. Burada hayır sahibisiniz. Bir şeyin daha sahibi oluyorsunuz, hüküm. Kur'ân-ı Kerim'deki hangi âyete baksanız, belki bazen bir evvelki, bir sonraki âyetine de bakmak suretiyle, o âyetin 28 basamaktan hangisine ait olduğunu, o âyetin başka hangi âyetlerle illiyet rabıtası içinde olduğunu hemen çıkartıyorsunuz. İşte bu sizi hüküm sahibi yapar. Öyleyse kim hayrın, tezekkürün ve hükmün sahibiyse, o kişi HİKMET sahibidir. Daimî zikrin sahibi olduğunuz anda artık hikmet sahibisiniz.

Eğer Allah'ın gözlükleriyle olaylara bakabilirseniz, o zaman siz de bizim söylediğimizi söyleyeceksiniz.
Herşey çok mu güzel, yoksa bana mı öyle geliyor?
İkisi de doğru. Allah'ın gözlüklerini takmayanlar için herşey çok güzel değil tabii. Ama takarsanız, o zaman herşeyin çok ama çok güzel olduğunu göreceksiniz. Sonsuz bir mutluluğu yaşayacaksınız ve ondan evvelki devrelerde kendinize ne kadar yazık ettiğinizi farkedeceksiniz.

Electrify - avatarı
Electrify
Ziyaretçi
19 Şubat 2013       Mesaj #12
Electrify - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
“İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi!”4
Müşriklerin en çok sevdikleri varlıklar onların taptıkları tanrılarıdır. Ancak Müslümanların Allah’a olan sevgisi bu sevgiden daha üstündür; çünkü o hem gerçek sevgidir, hem daha kuvvetlidir ve hem de ebedidir. Buna karşılık, müşriklerin sahte ilahlarına olan sevgileri de yalan, zayıf ve bu dünya hayatı ile sınırlıdır.
Sponsorlu Bağlantılar
Allah’ın kulu sevmesi ona nimet vermesi anlamına geldiği gibi, kulun Allah’ı sevmesi ona yakınlaşmayı istemesi anlamına gelir. Allah sevdiği kullara daha fazla nimet verir ve onları doğru yol üzre sabit ve daim kılar5. Eğer bir ümmet Allah’ı sevmeyi terkederse, Allah Teala O’nu seven ve kendisinin sevdiği yeni bir grup ortaya çıkarır:
Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise “güçlü ve onurlu”, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) sonsuz olandır, her şeyi bilendir.6
Ayet-i kerimede Allah’ı seven ve Allah tarafından sevilen insanların aynı zamanda diğer mü’minleri de sevdiklerinin altının çizilmesi dikkat çekicidir. Mü’minleri sevmek Allah sevgisinin ve Allah tarafından sevilmenin bir sonucu ve alameti olarak görülebilir. Buna göre eğer bir insan başka müminleri sevgiyle kucaklamıyorsa, onun Allah’a karşı olan sevgisi ve Allah tarafından sevilen bir kul olması şüphelidir. Aynı şekilde Allah Teala günahkar kafirleri (keffar esîm) ve böbürlenip kibirlenenleri (muhtâl fahûr) asla sevmez. Bu kişiler Allah’ı seven insanlar tarafından da sevilmez. Buna göre bir insanın günahkarları ve kibirli insanları sevmemesi Allah’ı sevdiğinin ve O’nun tarafından sevildiğinin bir işareti olarak görülebilir.

sma_nrr - avatarı
sma_nrr
Ziyaretçi
26 Şubat 2013       Mesaj #13
sma_nrr - avatarı
Ziyaretçi
İnsanı yaratan ve ona yüksek bir değer veren Yüce Allah, onu başıboş bırakmamış, dünya yaşamında ona çeşitli görevler vermiştir. Bu görevlerden birisi de insanın kendisini yaratan Yüce Allah’a karşı ibadet ve şükür duygusu içinde bulunmasıdır. Yüce Yaratıcının insanın yapacağı ibadetlere ihtiyacı yoktur. Emirlerini yerine getirmediğimiz, yasaklarından kaçınmadığımız zaman O herhangi bir zarar ve ziyana uğramaz. Yapacağımız ibadetler Allah’a olan şükür borcumuzu yerine getirmekten ibarettir. İbadetler, insanın ruhunu yükselten, insana insani özelliklerini kavratıp yaşatan davranışlardır. İbadetler, insanın Allah’ı arayışı ve onunla ilişki kurma ihtiyacının bir göstergesidir.
Allah’ın bize sayısız iyilikleri ve nimetleri vardır. İnsanı hiç yoktan yaratıp, görecek göz, işitecek kulak, tutacak el, yürüyecek ayak, düşünecek akıl veren Allah’a şükretmesi, emrettiği ve hoşlandığı işleri yapması, yasaklarından kaçınması insan üzerine bir görevdir. Bizi yoktan yaratıp, bize yaşam veren, bütün evreni hizmetimize sunan, bizi üstün bir varlık yapan Yüce Allah’tır. Bize verilen küçük bir hediye ve yapılan iyilik karşısında teşekkür etmeyi ihmal etmeyiz. O halde bizi yaratan, çevremizi güzelliklerle süsleyen, sayısız nimetler ve güzel duygular veren Allah’a olan şükür borcumuzu yerine getirmeliyiz.
İnancımıza göre ibadet, inandığımız ilkelerin günlük yaşamda yerine getirilmesidir. Bu yolla kişi Yüce Allah’a başlılığını her an canlı tutma olanağı bulur. Böylece insan yücelir. Yüce Allah;
“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” ( Zariyat 56) buyurmaktadır. İbadet, inanan insanı Allah’a yaklaştıran en güzel araç, sıkıntılardan koruyan bir sığınaktır. Hayatta bunalıma düşen, ümitsizliğe kapılan insanlar ibadet ederek Allah’ın rahmetine ve huzura kavuşurlar. İnsan ibadet sayesinde, dünyanın maddi bağlarından kurtularak ruhen yükselir.
İnsanın Allah ile ilişki kurma biçimlerinden biri de duadır. Dua hem iman hem ibadet hem de ahlak kuralıdır. Mü’min, günlük ibadetlerin her safhasında Allah’a dua ediyor olmaktadır. Müslümanın düşünce, hareket ve davranışlarında hep bir edep içinde bulunması duaya dahildir. Kur’an’da Allah
“Dua ediniz, kabul edeyim” (Mü’min 60) buyurulmaktadır.

Kaynak: Kur'an-ı Kerim de Allah ve insan ilişkisi nasıldır? Kur'an-ı Kerim de Allah ve insan ilişkisi nasıldır?
whkaynak
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Mart 2013       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Allah'ın dîni ve şeriat, dünya kurulduğundan bu yana hiç değişmemiştir. Allah'ın şeriati hep aynıdır. Temel faktörlerin hiçbirinde değişiklik yoktur. Aslî dîn unsurları, yeşeren yeni bir meyve gibi her nebînin bulunduğu devrede aynı özellikte yaşanmıştır. Zaman içerisinde iblis insanlara adım adım tesir etmek suretiyle onların bu istikametteki dizaynını bozmuştur. Yine zaman içerisinde yeni bir peygamberle başlangıçtaki aynı şeriat yeniden hayata geçirilmiştir. Aradan yüzlerce, bazen binlerce yıl geçmiş, şeriat gene değişmiş; sonra başka bir peygamber geldiği zaman Allahû Tealâ ona da aynı şeriati yaşatmıştır. Sonra aradan geçen yüzyıllar gene şartları değiştirmiş ve arada büyük farklılıklar oluşmuştur. Buradan çıkarılması lâzım gelen çok ciddî bir sonuç vardır. Aslında Allahû Tealâ'nın ortaya koyduğu gerçekler, Allah'ın insanlara olan vasiyeti hiç değişmemiştir. Bu sebeple Allahû Tealâ: "Biz insanları hanif fıtratıyla yaratırız ve sadece hanif dîni diye bir tek dîn vücuda getirdik." buyuruyor.
Allah'ın bütün insanlara vasiyeti aynıdır. Nedir Allah'ın vasiyeti? Ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi ve irademizi sahibimiz olan Allah'a teslim etmemiz. Allah'a teslim olmak insanlara ne sağlar? Cennet saadetinin en üstününü, dünya saadetinin bütününü sağlar; Allah'ın emrettiği dînin yaşanmasını sağlar.
Dîn, bir mutluluk vasıtasıdır. Kim mutsuzsa bilsin ki; dînin gereklerini yaşayamadığı için mutsuzdur. Huzursuz olmanın arkasında sadece bir tek bu sebep yatar.
Allahû Tealâ hepimizi hanif fıtratıyla yarattı.
Biz bütün insanlar hanif fıtratıyla yaratılmışız.

Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

Allah'ın bir tek dîni var: Hanif Dîni. Allah'ın vasiyetini yerine getirebileceğimiz, 4. teslimi yapabileceğimiz, kâinatın tek dîni. Dîn olarak sadece hanif dînini yaratmış ve insanı da sadece o dîni yaşayabilecek olan özellikle yaratmıştır.
Allahû Tealâ'nın ne istediğine dikkatle bakın. Çok şey istemiyor; O ibadetlerinizi istemiyor; sadece sizin mutlu olmanızı istiyor.
Allah'ı tanımayan, mutluluğun ne olduğunu bilmeyen insanlar, kendilerini Allah'ın yarattığını ve bu fıtratla yarattığını bilmeyenlerdir.
Allah insanı sadece bir tek sebeple, bir tek hedefe dayalı olarak yaratıyor. İnsanın hem bu dünyada mutlu olmasını istiyor, hem de kıyâmetten sonra cehennem hayatı değil, cennet hayatı yaşamasını istiyor. Bu mutlulukların arkasında da sadece sizden bir tek dilek sahibi olmanızı istiyor: ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEK. Hepsi bu kadar. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse o kişinin gireceği yer mutlaka Allah'ın cennetidir. Yetmez, onun ruhunu Allah'a ulaştırmasına kadar geçecek zaman parçasında o kişinin bu hedefe varmasını Allah garanti ediyor, kişiye bir görev düşmüyor. Onun bu konudaki gerekli herşeyi yapabilmesini Allah o kişinin kalbine verdiği dizaynla gerçekleştiriyor, o kişiyi buna arzulu ve ehil kılıyor. İbadetlerin istenmesi gerekmiyor, kendiliğinden gerçekleşiyor.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın: "Allah sizin için güçlük dilemez, Allah sizin için kolaylık diler." sözünden neyi kastettiğini anlayabiliyor musunuz?
Allah, sizin zora koşulmanızı istemiyor. İstemediğiniz şeyleri yapmanızı istemiyor. Sadece diyor ki:
Bana ulaşmayı dileyin!
Allah'ın sizden bir tek talebi var: Allah'a ulaşmayı dilemek. Geri kalan O'nun işi. O herşeyi üzerine alıyor. Size namazı O sevdirecek, namazı siz sevmiyorsunuz. Size orucu O sevdirecek, orucu siz sevmiyorsunuz. Size Allahû Tealâ bu ikisinden daha önemli olan başka bir şeyi sevdirecek, Allah'ı zikretmeyi sevdirecek.
Sadece Allah'ı tanımadığınız için mutluluğun o kadar uzağındasınız ki. O'nun sizi ne kadar çok sevdiğini bir bilseniz. O'nun sizin mutluluğunuzu ne kadar çok istediğini bir bilseniz. O'nun bu arzusunu siz elinizin tersiyle iterek istemiyorsunuz. Kendi mutluluğunuzu istemiyorsunuz.
İnsan olarak yaratılan mahlûk, Allah'ın katında k?inatta yarattığı bütün canlı ve cansızları uğruna yaratacak kadar büyük değer taşıyor. Ne yazık ki; insanların çoğu, yaratılışlarının arkasında var olan hakikatlerin hiçbirini bilmeden bu dünyada yaşarlar sonra bir gün ölüp giderler.
Allahû Tealâ, bütün insanların hepsini mutluluğa davet ediyor. Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet davetiyesidir. Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet reçetesidir. Kur'ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet garantisidir.
Kur'?n-ı Kerim'de bildirildiğine göre insanlar 28 basamaklık bir dizayn içerisinde yaşarlar. 28 basamak, 4 tane 7 basamaktan oluşur.
Başlangıçta herşey, Allahû Tealâ tarafından kişinin bir dileğine bağlı kılınmış. Eğer başkalarının Allah'ın yoluna girmesini engellemiyorsanız ve onların kötülüğünü istemek gibi bir genel huyunuz yoksa, siz ehilsiniz. Allah sizi mutlaka Kendisine seçer. Ama seçtiklerinin sadece bir kısmı Allah'a ulaşmayı dilerler. Kurtuluşa ulaşabilenler, mutluluğu yaşayabilenler de onlardır.
Şu zavallı dünyada özellikle kendilerini akıllı sanan birçok insan, kendilerine göre bir dünya çizmişlerdir. Kendilerini yaratan Allah'ı hiçe sayarak mutluluktan uzak bir zavallılığın merkezinde yaşamaktadırlar.
Şeytan, "Allah'a ulaşmayı" dilemenizi istemez. Allah'ın bizden istediği bu çok basit dileği yerine getirmemekle elinizin tersiyle mutluluğu itiyorsunuz. O, böyle bir dilekte bulunmamanız için hayatının bütün hilekârlıklarını kullanır.
Eğer siz Allah'a ulaşmayı dilerseniz hiçbirşey, şeytan da dahil olmak üzere hiçbir varlık Allah'ın cennetine girmenize engel olamaz!
Zamanımızın âlimleri bu konu hakkında gerçekleri anlatmıyorlar çünkü bilmiyorlar. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


Allah kullarını yaratır ve seçer. Kimleri seçer? Başkalarına karşı kötü şeyler düşünmüyorsanız, onlar size bir şey yapmadıkça siz onlara kötülük yapmayı düşünmüyorsanız sizin kalbinizde hayır vardır. Bu kadarı yeterlidir. Allah sadece kalbinde hayır bildiklerini seçer.
Allah'ın seçtiği kimseler Allah'a ulaşmayı ya dileyecekler ya da dilemeyecekler.
Dilemediğiniz taktirde bakınız Allahû Tealâ ne buyuruyor:

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimeleri bir tek sebebe dayanmış: Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.
Peki dilerse ne olur? Dilerse, Kur'ân-ı Kerim'de bu kişi, "âmenû olandır." O kişi âmenû olmuştur. Allah'a ulaşmayı dileyen herkes âmenû olmuştur. Allahû Tealâ, Vel'Asr Suresinde şöyle buyuruyor:

Asra yemin olsun.
Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.


Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar) hariç ve amilussalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar) hariç ve (Allah'a ruhen ulaşıp) Hakkı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) hariç ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Ama âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hüsranda değillerdir.
Kimdir hüsranda olanlar? Mu'minun Suresinin 103. âyet-i kerimesi hüsranda olanları vasıflandırıyor:

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

Sevgili okuyucular, bir dileği dilemek veya dilememek insan hayatının en önemli dönüm noktasıdır. Cehenneme gidenlerin bu durumda Allah'ı suçlamaya hakları var mı? Allah'ı cezalandırıcı bir Tanrı olarak tanımaları, mutsuzluklarının sebebini Allah'a dayamaları, başka insanlara dayamaları haklı bir müdafaa mı?
Sizinle başka insanlar arasında bir "birleşik kaplar kanunu" geçerlidir. Topluma ne verirseniz onu geri alırsınız.
Öyleyse: "Ben falanca kişiyle geçinemiyorum, o yüzden mutsuzum." dediğiniz zaman, arkasında yatan sebebe dikkatle bakın. Siz o kişinin size kötü davranması için acaba ne yaptınız? Hiç düşündünüz mü? Çok kolay bir şey kendinizi müdafaa etmeniz: "O bana kötü davranıyor ben, o yüzden mutsuzum."
Öğretmeninin kendisine kötü davrandığını düşünenler, amirinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, eşinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, annesinin veya evlâdının kendisine kötü davrandığını düşünenler, mutsuzluklarını buna bağlayanlar, o mutsuzluğu kazanmak için ne yaptıklarını unutanlardır.
Kendinize dikkatle bakın. Bir birleşik kapların sonunda yaşıyorsunuz, onun sonucu: NE VERİRSENİZ, ONU GERİYE ALIRSINIZ.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın Kur'ân'ı, Kanunu, kâinatın yegâne dîni hanif dîni, Hz. Musa zamanında yaşanan dîn, Hz. İsa zamanında yaşanan dîn, Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanan dîn, ve bunların hepsinin esasını teşkil eden Hz. İbrâhîm zamanında yaşanan hanif dîni, sadece bir tek dileğe dayalıdır: Allah'a ulaşmayı dilemek.
Dilerseniz, Allah garanti ediyor:
"Kim Bana ulaşmayı dilerse, o Benim cennetime girer."
Öyleyse şimdi Allah'ı suçlayabilir misiniz? Eğer o Allah size bir tek dilekle (Allah'a ulaşmayı dilemekle) Allah'ın cennetine gireceğinizi garanti ediyorsa, O'nu cezalandırıcı bir Tanrı olarak düşünebilir misiniz?
Düşünüyordunuz ve mutsuzdunuz, hâlâ mutsuzsunuz. Arkasında başka insanlar yok, arkasında Allah yok, arkasında sadece sizin nefsinizin afetleri ve o afetlere tesir etmek imkânının sahibi olan şeytan var (ona bu imkânı verdiğiniz sürece).
Öyleyse başka bir sual. Cennete girmeyi istiyor musunuz? Hepiniz "evet" diyorsunuz. Öyleyse cennete girmeyi isteyen sizler, Allah'a ulaşmayı isteyin, cennet sizin.
Allah'a ulaşmak size adım adım büyüyen bir huzur verecektir.
İşte 28 basamaktan oluşan Allah'ın yolunda geçirdiğiniz merhaleler:
Birinci basamak, bütün insanlar olayların içinde yaşarlar. Bu herkese açık bir durumdur.
İkinci basamak, bu olayları muhakeme ve mukayese ederler ve bir hükme varırlar.
Bu basamakta seçilirsiniz. Eğer hedefiniz, size hiçbir şey yapmadıkları halde başka insanlara düşmanlık etmek ise seçilmezsiniz. Ama böyle bir yapının sahibi değilseniz, o zaman mutlaka seçileceksiniz. Allahû Tealâ'nın sizden istediği şey, bu seçilmenin arkasından sizi imtihan ettiğinde, Allah'a ulaşmayı öne almanız; hedef edinmeniz.
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 156. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.

Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ'nın dizaynına dikkatle bakın. O, her zaman sizden yanadır; her zaman sizin mutluluğunuz için herşeyi yapmaya hazırdır. Siz, O'nun için bir şey yapmadığınız sürece karşılığını alamazsınız. Ne verirseniz, onun karşılığını alacaksınız.
10 İHSAN
1- Öyleyse, Allah'a ulaşmayı dilerseniz, o zaman mutlaka Allahû Tealâ, Rahîm esmasıyla (ismiyle) sizin üzerinizde tecelli eder.
2-Bu tecelli evvela gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alır.
3-Sonra kulaklarınızdaki vakrayı alır.
4- Sonra kalbinizdeki ekinneti alır.
5- Yerine Allahû Tealâ ihbat koyar.
Allah'ın sizin için hedef gösterdiği şeyleri anlamanıza mani olan vakra, kulaklarınızın içindeki manevî bir etkendir. Kulaklarınız sözleri duyar ama siz irşada müteallik hususlarda o kulağınıza ulaşan sözlerin manasına varamazsınız. Kulaklarınız duyar ama zihniniz işitmez.
Yetmez, irşad makamına sadece bakarsınız, onu göremezsiniz. Başka insanlardan onu ayıran mürşidlik kavramının muhtevası hakkında bir fikrin sahibi olmadığınız için, ona bakarsınız, onu alelâde bir insan zannedersiniz. çünkü müktesebatınız o kadardır.
Bunlara ilâveten nefsinizin kalbinde ekinnet var. İrşada müteallik şeyleri idrak etmenize mani olur.
Bu engellerle donatılarak yaratıldınız. Allahû Tealâ sizi, mutluluğunuzda sizin payınız olsun diye böyle yarattı.
Kararı veremezseniz, Allah'a ulaşmayı dileyemezseniz Allahû Tealâ ne gözlerinizdeki hicab-ı mestûreyi, ne kulaklarınızdaki vakrayı, ne de kalbinizdeki ekinneti alır. Tabiatıyla ekinneti almadığı için de onun yerine ihbat koymaz. Ama eğer Allah'a ulaşmayı dilerseniz Allah mutlaka "Er Rahîm" esmasıyla (ismiyle) üzerinizde tecelliye başlar. Bu tecelli, yukarıda anlatılan sonuçlara yol açar.
Allahû Tealâ, gözünüzdeki o görünmez gözlükleri alır. İrşad makamına bu idrake vardıktan sonra bakarsanız onun söylediklerini işitmeye başlayacaksınız. O zaman onun herhangibir kişi olmadığını, onun irşad makamının sahibi olduğunu öğreneceksiniz. İç dünyanız bu tanımlamayı yapabilecek. İrşad makamının söylediklerinin sadece manasına varmayacaksınız, onu kalbinize indireceksiniz. ve idrak edeceksiniz; kendinize mal edeceksiniz. Öyle ki; başka birisi onun dışında bir şeylerle size ulaştığı zaman, o bilgilerinize olan, Allah'ın öğretisine olan güveninizle ona karşı çıkmayı başaracaksınız,. Bir tane Kur'ân-ı Kerim var, her tarafta aynı Kur'ân-ı Kerim, aynı âyetler. Hangi âyetten bahsediyorsanız hiç kimse o âyetin yokluğunu iddia edemez. Öyleyse kuvvetli olan sizsiniz.
7. basamaktasınız. Allahû Tealâ ise size olan yardımını bırakmaz. Kanun nasıl? Siz Allah'a bir adım atacaksınız, Allah size 10 adım atacak. Henüz 5 adım attı. Siz bir adım attınız; Allahû Tealâ'nın sizi seçmesinden sonra Allah'a ulaşmayı dilediniz. Bu dileğiniz üzerine Allahû Tealâ size 5 tane ihsanda bulundu:
1- Rahîm esmasıyla tecelliye başladı.
2- Gözlerinizdeki o gizli perdeyi aldı.
3- Kulaklarınızdaki işitme engelini aldı.
4- Kalbinizdeki idrak etme engelini aldı.
5- Oraya idrak etmeyi mümkün kılan ilâhi bir kompüter koydu.
6- Sonra nefsinizin kalbine ulaşır. Kalbinizin (nefsinizin kalbinin) şeytanın karanlıklarına dönük olan kapısını, Allah'tan gelecek olan nurlara doğru döndürür.
7-Allahû Tealâ, göğsünüzden nefsinizin kalbine bir manevi yol açar. Zikir yaptığınız zaman Allah'ın katından gelen nurların, nefsinizin kalbine ulaşıp da orada yerleşmelerini temin etmek için.
İnsan olarak sadece fizik vücudunuzun var olduğunu zannediyordunuz. Oysa ki; fizik vücudunuzun içinde, bir nefsiniz, bir de ruhunuz var. Unutmayın, nefsinizin kalbi afetlerle dolu. Bu afetler sebebiyle bütün kötülükler nefsinizin kalbindedir. Bütün insanların kalbi irşad makamına ulaşmadan evvel mutlaka kapkaranlıktır; %100 afetlerle doludur. Öfke, kin, kıskançlık, haset, iptilalar, isyan, müraailik, zan, vefasızlık, küfür, hırs, şehvet, cimrilik, zulüm, yalan, dedikodu, adaletsizlik, nankörlük, gurur-kibir, cehalet, sabırsızlık, fitne, fesat. Bütün bunlar nefsinizin afetleridir.
Bütün insanların nefsi %100 afetlerle dolu olarak, ruhu da %100 güzelliklerle, hasletlerle dolu olarak yaratılır.
Nefsinizde isyan mı var, ruhunuzda itaat var.
Nefsinizde nefret mi var, ruhunuzda sevgi var.
Nefsinizdeki bütün afetlerin zıddı olan bütün pozitif faktörler, ruhunuzda hasletler olarak mevcuttur.
8- Göğsünüzden kalbinize bu nur yolu açıldıktan sonra yapmanız lâzım gelen şey ara sıra, Allah, Allah, Allah, Allah... diye Allah'ın ismini zikretmek. Bunu yaptığınız zaman nefsinizin kalbine Allahû Tealâ rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât adında iki grup nur gönderir. Rahmetler kargo uçakları gibidir. Fazılları ve salâvâtı beraberinde taşırlar. Göğsünüze kadar gelen bu nurlar mutlaka Allah'ın açtığı o yolu takip ederek nefsinizin kalbine ulaşır.
Nefsinizin kalbine giren rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar daha ileride kalbinizde yerleşeceklerdir ama bu aşamada yani daha mürşidinize ulaşmadan evvel (nefsinizin kalbi mühürlü durumdayken) fazl ve salâvât kalbin içine giremez. Sadece rahmet kalbinizin içine sızabilir.
İnsanın ne kadar çok negatif faktörle yüklü olduğunu görüyor musunuz? Bütün nefsiniz afetlerle dolu. Gözlerinizde hicab-ı mesture, kulaklarınızda vakra, kalbinizde ekinnet var. Allah'ın emirlerini yapmamanız için neredeyse herşeyle donatılmışsınız. Ama bütün bunlardan sizi kurtaracak olan şey, sadece bir tek dilek: Allah'a ulaşmayı dilemek. Sonra herşeyi Allah gerçekleştiriyor.
9- Rahmet nurları kalbe sızabilir, nefsinizin kalbinde bir küçücük birikim yapar bunlar, %1 derken, %2. Bu rakam %3'e hiç ulaşmaz. Çünkü nefsinizin kalbinde onları tutabilecek olan bir kuvvet yok. Tam aksine onları oradan kapı dışarı edecek olan başka bir faktör var. Bütün insanların nefsinin kalbinde "küfür"yazar. Bu "küfür" kelimesi rahmete karşı da, fazla karşı da çekiş değil, itici bir kuvvetin sahibidir. Bu sebepten, bir insanın kalbinde %2'den fazla nur birikimi oluşmaz. %2'yi tamamladığınız ve Allahû Tealâ'nın tarifine göre huşû sahibi olduğunuz zaman Allahû Tealâ sizin yeni bir hüviyete girmenizi sağlar. Artık siz mürşide ulaşmak isteyen bir insan olursunuz. Kalbinizdeki ekinnet, kulaklarınızdaki vakra alınınca, onun söylediklerini anlamaya başlarsınız. Anlarsınız ki Allahû Tealâ sizden sizin mutluluğunuzdan başka hiçbir şey istemiyor.
10- İbadetlerinizin Allah'a hiçbir faydası yoktur. Allah sizi O'na ibadet edesiniz diye yaratmadı ama ibadet ederseniz bundan derecat kazanacaksınız. Sizin için faydalı olan budur. Eğer zikir yaparsanız nefsinizin kalbindeki nurlar giderek artacak, dünya hayatında da mutluluğu yaşayacaksınız. Bu kişiye mürşidini gösteren ve o kişinin kalbindeki ekinneti alıp ihbat koyan Allahû Tealâ, irşad makamına karşı bir sevgi aşılar. Artık o kişi, mürşidine ulaşmayı mutlak olarak dileyen birisidir. Ve o kişi hacet namazını kıldığında, Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. Bazen hacet namazı kılmadan da gösterir ve kişi gönlünden gelerek, isteyerek mürşidine ulaşır.
Kişi bu adımı atarsa, Allah'ın bu 10. ihsanından sonra kendisine düşen ikinci adımı atmış olur. Birinci adımda ne yaptı kişi? Allah'a ulaşmayı diledi. Kendisinden bekleneni yaptı, karşılığında 10 tane ihsan aldı.
İkinci adımı attı, Allah'ın gösterdiği mürşide ulaştı. Dikkat edin, onun için vazgeçilmez bir şeydir bu. O artık yaşamasının mutlaka irşad makamının irşadıyla mümkün olduğunu idrak etmiş bir insandır. Mutluluğun arkasında onun olduğunu görür ve ona ulaşıp tövbe eder; mürşidini sever. Tâbî olduğu anda ikinci adımı atmıştır. Buna karşılık Allahû Tealâ'dan 10 tane mükâfat alacaktır. Bu mükâfatın herbirinin adı ni'mettir.
10 Nİ'MET
Şimdi bu 10 tane ni'meti inceleyelim.
1- Devrin İmamı'nın Ruhu başınızın üzerine gelir, yatay vaziyette yaklaşık 1 metre yukarınıza yerleşir. Allah'ın birinci ni'meti. Bu noktadan itibaren, bu ni'met başınızın üzerinde olduğu için, bundan sonra Allah'ın size vereceği bütün ihsanlar artık "ihsan" adıyla anılmayacaktır, ni'met hüviyetindedir.
Görüyor musunuz engelleri? Allahû Tealâ, irşad makamını görüp ondan haberdar olmayasınız diye gözlerinize hicab-ı mesture koymuş.
İrşada müteallik olan şeyleri anlamayasınız diye kulaklarınıza vakra koymuş.
İdrak edemeyesiniz diye, anlamanın daha derinine giremeyesiniz diye kalbinize ekinnet koymuş,.
Kalbinizin iki tane kapısı var. Allah'ın kapısı mühürlü; içeriye hiçbir şey giremez. Şeytanın kapısı açık; karanlıklar mütemadiyen nefsinizin kalbini dolduruyor.
Bütün bu sıkıntılardan sizi kurtaracak olan şey ise bir tek şey: Allah'a ulaşmayı dilemek. Dilediğiniz zaman bunların hepsi sizden alınıyor. Allah'ın ne kadar kolay bir şeyle, ne kadar çok lütûfta bulunduğunu anlıyor musunuz? Bir tek dileğiniz üzerine Allah'ın bütün engelleri önünüzden kaldırdığını görüyorsunuz. Allahû Tealâ engellerin hepsini kaldırıyor ve siz Allah'ın yolunda ilerleyebilecek olan bir hüviyete getiriliyorsunuz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah'ın birinci kanunu 1'e 10'dur. Bir adım attınız, Allah'a ulaşmayı dilediniz, derhal işitti, bildi ve gördü. Onun üzerine size 10 tane ihsanda bulundu. Bu 10 tane ihsanla Allah'ın gösterdiği mürşide ulaştınız, mutlaka gösterir. Önünde diz çöküp tövbe ettiniz.
Birinci ni'met derhal başınızın üzerine gelip yerleşir. Bu sizi bütün zülmanî ilimlerden korur. Cinler sizin vücudunuza giremez ve size büyü yapılamaz; büyü yapıldığı zaman, onu yapan kişinin kendisine döner. Bu, Allahû Tealâ'nın ilk ni'metidir.
2- İkinci ni'met olarak Allah nefsinizin kalbinin mührünü açtı. Bütün kalpler başlangıçta mühürlüdür, içinde de küfür yazar.
2/BAKARA-6: "İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn(yu'minûne)."
Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de, etmesen de (onlar için) eşittir (birdir). Îmân etmezler (mü'min olmazlar).
2/BAKARA-7: "Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ semıhim ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun)."
Allah onların kalpleri üzerine (kalplerindeki rahmet kapısının üzerine) ve (kalplerindeki) işitme (sem'i) hassasının üzerine mühür vurdu (mühürledi). (Ve kalplerindeki) görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (adlı) bir perde (çekti). Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).
3- Allahû Tealâ kalbin mührünü açarsa ne olur? Açarsa küfre ulaşır. Küfrü nefsinizin kalbinden alır, atar. Bu, üçüncü ni'mettir.
4- Sonra da kalbinizin içine "îmân" kelimesini yazar. Bu noktadan itibaren mü'minsiniz. Herkes zanneder ki; Allah'a inanan mü'mindir, inanmayan kâfirdir. Allahû Tealâ tarif veriyor: Kalbinde küfür yazan kâfirdir. "Kâfir" kelimesi, küfrün sahibi anlamına gelir. Kalbinde "îmân" yazan mü'mindir. "Mü'min" kelimesi, îmânın sahibi anlamına gelir.
Herkesin doğuştan itibaren kalbinde yalnız küfür yazar. Herkes Kur'ân-ı Kerim'e göre kâfir hükmünde doğar; doğuştan dalâlettedir.
İşte dalâletten kurtulduğunuz nokta, mürşidinize ulaştığınız noktadır. Çünkü, o gün hidayete adım atacaksınız.
Allah kalbinizin mührünü açtı.
Kalbinizin içindeki küfür kelimesini aldı.
Kalbinizin içine îmânı yazdı.
Bütün bunların oluşması için gerekli olan şeyi gerçekleştirdi; Devrin İmamı'nın Ruhunu başınız üzerine getirip yerleştirdi. 4 tane ni'met.
5- Beşincisi, Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre, sizin o güne kadar işlediğiniz bütün günahları sevaba çevirdi. Kim olursanız olun, ne kadar büyük günahlar işlemiş olursanız olun, Allah'a göre farketmez. Hepsini mutlaka sevaba çevirir.

Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
"Kim bu istikamette Bize âmenû olur da, Bize ulaşmayı diler de mürşidine ulaşırsa, onun bütün günahlarını sevaba çeviririz." diye buyuruyor Allahû Tealâ.
Şimdi burada Mevlâna'yı hatırlayalım. Ne diyordu Mevlâna Celâleddîn Rumi Hazretleri?
Putperest olsan da gel,
Mecusi olsan da gel,
Ateşe tapsan da gel,
Şeytana tapsan da gene gel.
Bu dergâh, ümitsizler dergâhı değildir.
Neden böyle diyor acaba? Çünkü kişinin günahları ne kadar büyük olursa olsun, eğer o, ilmi aldıysa, Allah'a ulaşmayı dilediği andan sonra Allah'ın gösterdiği mürşide ulaşırsa bütün günahlarının sadece affedilmeyeceğini, üstelik sevaba çevrileceğini; Allah'ın kendisine mağfiret edeceğini öğrenmiştir.
İşte o güne kadar işlediği bütün günahlarını Allah sevaba çevirir. Allah'ın 5. ni'meti.
Bu noktadan itibaren hidayetler başlıyor.
Böyle olduğu anda, o kişinin 10 tane ihsanla mürşidine ulaştığı ve mürşidine tâbî olduğu hem devrin imamı tarafından, hem de arşı tutan melekler tarafından görülür. Hepsi her tövbe merasiminde, bu tarzdaki bir tövbe merasiminde hazır bulunur. Kişi ihsanla gelse de, gelmese de hazır bulunur. Kişi Allah'a ulaşmayı dilemiyorsa tövbesi ona hiçbir şey sağlamaz; sadece tövbe etmiş olur ama bir tek günahı bile o tövbe sebebiyle affedilmez.
Burada olay açık şekilde görülüyor. Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi, kendisi bir şey yapmadığı halde, sırf ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı, hidayete ermeyi dilediği için, Allah onun için herşeyi yapar.
İşte 6, 7, ve 8. ni'metler; ruh, nefs ve fizik vücud açısından gerçekleşiyor.
6- 6. ni'met; o kişinin ruhu, (10 tane ihsanla mürşidine ulaşmışsa) tövbe ettiği anda derhal vücudunu terkeder. Kişi hangi irşad makamının elini öpmüşse, tâbî olmuşsa, ruh onun dergâhına ulaşır. Bu birinci hidayet; ruhun Allah'a doğru "seyr-i sülûk" isimli yolculuğuna başlamasıdır.
7- 7. ni'met, o kişinin nefsi tezkiye olmaya başlamasıdır. Burada kişi zikir yapar: "Allah, Allah, Allah, Allah..." Allah'ın ismi tekrar edilir. Bu zikri yaptığı zaman Allah'ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nur, o kişinin göğsüne gelir ve göğsünden Allah'ın açmış olduğu yolu takip ederek kişinin kalbine ulaşır. Bu noktada kalbe ulaşan rahmetle fazl, rahmetle salâvât bakar ki kalp mühürlü değil, mühür açılmış. Kalbin üzerindeki o mühre ulaşan rahmetle fazl ve rahmetle salâvât, (4 grup enerji) mührü kalbin alt boyutuna doğru iter ve kalbin en altında bulunan zülmanikapıyı mühürler.
O ana kadar o kişinin nefsinin kalbine devamlı karanlıklarını buradan sokan iblis, artık durmak mecburiyetindedir. Çünkü kapı kilitlenmiştir, mühürlenmiştir. Zikir boyunca nefsinizin kalbine şeytanın karanlıklarının girmesi mümkün değildir.
Peki ne oldu? Rabbani kapıda yukarıda bir engel olan mühür, oradan ayrıldı, şeytana engel oldu. Artık karanlıklar nefsinizin kalbine giremiyor. Bunun manası, yukarıdan aşağı gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât partikülleri, nefsinizin kalbine mutlak olarak ulaşacaklardır ve nefsinizin kalbini karanlıklardan %100 temizleyeceklerdir. Daha işin başındasınız; daha yeni zikre başladınız, daha o gün nefsinizin kalbinde hiçbir karanlık kalmaz. Birkaç dakika içinde nefsinizin kalbi tamamen Allah'ın nurlarıyla, rahmetiyle, fazlıyla ve salâvâtıyla işgal edilir. Tertemiz, pırıl pırıl bir kalbin sahibi oldunuz. Bu, zikir yaptığınız sürece devam eder; ötesine taşmaz.
Görülüyor ki; 7. ni'met, nefsin kalbinin zikir sebebiyle aydınlanmaya başlamasıdır. Nefsin hidayete adım atmasıdır.
8- 8. ni'met, fizik vücudun artık Allah'a kul olmaya başlaması, Allah'ın emir ve nehiylerine riayet etmeye başlamasıdır. Fizik vücut da hidayete adım atmıştır.
9- 9. ni'met; kişi o güne kadar sevaplarına karşılık bire 10 alırken, artık bire 100'den 700' e kadar almaya başlar.
10- 10. ni'met ise; o kişinin kalbine salâvât nuru da gelir.
Kişi artık hidayete adım atmıştır. Hidayet basamaklarında ilerlemek, amilüssalihata bağlı olarak gelişir.
Zikir yaptığınız sürece nefsinizin kalbine Allah'ın niçin "îmân" kelimesini yazdığının manasını anlarsınız. Nefsinizin kalbine yazılan "îmân" kelimesi, bir çekim gücünün sahibidir. Yalnız fazılları kendisine çeker. Fazıllar, ruhunuzun hasletleriyle paralel hüviyet taşır. Ve nefsinizin kalbine ulaşan rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar, "îmân" kelimesinin çekim gücüne kapılarak gelip "îmân" kelimesinin etrafında toparlanmaya başlarlar. Bir defa yerleştiler mi hiçbir kuvvet onları oradan ayıramaz. Ne şeytan, ne de kalpteki karanlıklar! Karanlıklar işgal edilen yerleri terketmeye mecburdurlar. Allah'ın Kanunu böyledir.
İlk %7 nur birikimini sağladınız. 1, 2... derken %7 oldu. Nefs-i Emmare'desiniz.
Nefs-i Emmarede'yseniz, nefsinizin kalbinde %7 nur birikti demektir. Sonuç; fizik vücudunuzun içinde bir rehine olarak bulunan nefsiniz, 1. gök katının kapısını remote kontrol (uzaktan kumanda) yoluyla kontrol edebilecek olan anahtarı ele geçirdi. Bu ele geçirme standartları içinde bir sonuçla karşı karşıyasınız. Artık 1. gök katının kapısı sizin ruhunuza açıktır. A'raf Suresi 40. âyet-i kerimede Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

Muhakkak ki âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştıramazlar). Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.

"Kibirlilere ve Allah'ın âyetleriyle ve resûlleriyle alay edenlere gök kapılarını açmayız." şeklinde buyuruyor Allahû Tealâ.
Ama burada 1. gök katının kapısı sizin için açılıyor.
%7 nur birikimi, Nefs-i Emmare'desiniz. Nefsinizin kalbindeki yalnız %7, artık Allah'ın emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemeyi hiç istemeyen bir hüviyet kazanıyor.
Ruhunuz ise 1. gök katının kapısı açıldığı için ana dergâhın altın kapısından yukarıya doğru diğer ruhlarla beraber saf halinde yükseliyor ama o 1. katta kalıyor, ötekiler daha üst katlara çıkıyorlar.
Ruhun Allah'a doğru yolculuğunun adı seyr-i sülûktur. Allah'tan gelen bir emanet olan ruhunuz, gök katlarını birer birer aşarak Allah'a geri dönüyor,
Kişi zikrine devam ediyor. İkinci bir %7 nur birikimi gerçekleştiği zaman Nefs-i Levvame'de bulunuyor. Kişi hataları hâlâ yapmaya devam ediyor ama biliyor ki onlar nefsinin afetlerinden kaynaklanıyor. Nefsini kınıyor: "Ben bunları işlemek istemiyorum ama bu alçak nefs işliyor."
Sonra bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mulhime; ruhun 3. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmainne; ruhun 4. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye; ruhun 5. gök katı.
Nihayet 6. katta nurlanma hücresinde, yüzü oradan gelen beyaz çok açık yeşil bir nurdan, elleri ve yüzünün derileri çatlayan o ruh, başkalarıyla beraber her seferinde tedavi edilerek 6. kattan aşağı gönderilir. Nefsi ise Mardiyye kademesindedir.
Ama bir gün derileri çatlamaz. Çatlamadığı gün fetih için hazırdır; elbiseleri değiştirilir; eline fetih kılıcı teslim edilir; kubbeden yukarı yükselir ve 7. katın altın kapısına ulaşır. 7 beyaz mermerden, 7 basamaklı bir sahanlık, arkasında zemin kattaki altın kapının aynısı bulunur. Önünde 7 halkadan oluşan bir zincir trabzanlara asılıdır. Ruh, elindeki kılıçla bir defa vurur, zincir mutlaka ikiye ayrılır. Masal gibi değil mi? Ama bunların hepsi hakikat. Bir gün eğer dilerseniz göreceksiniz.
Sevgili okuyucular, düşünce standartlarınızda iblis sizin mutluluğa ulaşmamanız için her türlü vesveseyi mutlaka verir. Bu duyduğunuz, işittiğiniz, gördüğünüz şeyleri size yalanlar olarak kabul ettirmeye çalışır. Ama kalp gözünüz açıldığı zaman bunların hepsinin birer hakikat olduğunu yaşayacaksınız. O zaman: "Allah'ın evliyaları gerçekten varmış." diyeceksiniz.
Bir tarafınızda mutluluk sizi bekliyor, öbür tarafınızda o mutluluğa ulaşmamanız için iblis herşeyi yapıyor.
7. kata ulaştığınız zaman, o altın zincire "Besmele"yle kılıcınızı vurduğunuz zaman altın zincir ikiye ayrılır. A rkadaki altın kapı açılır, oradan uçarak içeriye girersiniz. Bu 7. katın fethidir. O kapının adı FETİH KAPISI'dır.
Orada 7 tane âlemden adım adım geçeceksiniz. Evvela kader hücreleri, sonra ümmülkitap, sonra kudret denizi, sonra makam-ı mahmud, sonra divan-ı salihîn, sonra zikir hücreleri ve nihayet Sidret-ül Münteha.
Bunları geçerken görmeyeceksiniz ama ileride salâh makamına ulaşacaksınız ve Allahû Tealâ size bütün bu anlatılanları mutlaka gösterecek. O zaman Allah'a çok şükredeceksiniz, çok hamdedeceksiniz ki insan olarak yaratılmışsınız.
İnsan, kâinatın uğruna yaratıldığı yegâne varlıktır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
"Bütün göklerde ve bütün arzlarda neyi yarattıysam, canlı ve cansız neyi yarattıysam hepsini sizin için yarattım ey insanlar!"
İnsan, Allah'ın Allah'a en yakın mahlûkudur. Melekler, cinler, hayvanlar, insanlar, her türlü canlılar ve cansızlar; bu kadar mahlûkun içinde Allah'a ait bir varlığı bünyesinde taşıyan sadece insandır. Ruhunuz size Allah'tan gelmiştir; siz bir emanet taşıyorsunuz. Bu emaneti o emanetin sahibine ölmeden evvel ulaştırmak gibi sizi mutlu kılacak bir göreviniz var.
Öyleyse böyle bir göreve dikkatle bakın! Mutluluk başka birisi için değil, sizin için. Allahû Tealâ tarafından herkes mutluluğa açık olarak yaratılmıştır. Dikkat edin ki, bu kâinattaki bütün o mahlûkatın içinde (meleklerin, cinlerin vb.) sadece siz, Allah'a ait bir varlığı emanet olarak taşıyorsunuz: Ruhunuz. Bir gün onu göreceksiniz. Başka ruhlarla beraber nasıl gök katlarını aştığını göreceksiniz. Hangi katta, hangi ameliyelerden geçtiğini göreceksiniz ve o zaman Allahû Tealâ'ya çok şükredeceksiniz, alelâde bir insan olmadığınız için, Allah'ın seçtiklerinden olduğunuz için, mutluluğa lâyık görüldüğünüz için, O'nun tarafından sevildiğiniz için.
VE MUTLU OLACAKSINIZ.
Sevgili okuyucular, masala benzese de bir masal değil. Bunları, teker teker yaşamış olan birisi yazıyor. Bugün yüzlerce kardeşimiz bu güzellikleri yaşıyor.
Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın. Mutlu olmak için Allahû Tealâ size herşeyi vermeye hazır; siz O'ndan istemiyorsunuz.
Öyleyse şu yaşadığınız hayatınıza dikkatle bakın. Kendi kendinize sorun: "Mutlu muyum?" diye.
"Mutsuzum" cevabını aldığınız zaman bu sözleri hatırlayın: O, sizi mutlu kılacak olan bütün özelliklerinizle birlikte yarattı. Siz o özelliklerinizi kullanmayan birisi olduğunuz için mutsuzsunuz.
Unutmayın! Kuvvetli olmak istiyorsanız, insanların arasında kuvvetli birisi olmak istiyorsanız, o zaman Allah'ın ilmini öğrenin.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
"Eğer Bana inanıyorsanız, Bana güvenin, tevekkül edin, Beni vekil tayin edin. Eğer Bana tevekkül ederseniz bilin ki; en kuvvetli sizsiniz."
Bunun iki açıklaması var:
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
"Eğer Ben, sizinle berabersem bütün dünya düşmanınız olsa Ben, onları yenerim. Eğer Ben, sizin düşmanlarınızla berabersem, sizin bir düşmanınızla berabersem bütün dünya sizinle beraber olsa gene Ben yenerim; sizi de, sizinle beraber olanları da."
Öyleyse seçiminizi neden Allah'ın karşısında bir pozisyonda yer alarak resimliyorsunuz? Kendinize yazık etmiyor musunuz? Bu tasavvufun içindeki insanlar neden mutlular da siz mutsuzsunuz diye hiç düşünmüyor musunuz? Onların yaptıklarını yapmayarak onların birtakım zavallılar olduğunu, sizin de akıllılar safında olduğunu düşünüyorsunuz, öyle değil mi?
Sevgili okuyucular, kendinize ne kadar yazık ettiğinizi bugün anlayamayacaksınız ama bir gün öleceksiniz. O zaman acı acı bütün sizin gibi olanların:
"Yarabbi, şimdi hakikati anladım, beni tekrar geriye gönderir misin? Şu dünyada yaşayayım da Sana ne kadar lâyık bir kul olduğumu Sana ispat edeyim."
Allahû Tealâ firavunun bu talebi üzerine şöyle buyuruyor:
"Ey firavun! Böyle bir talepte bulunanları hiçbir zaman geri göndermeyiz ama seni başka bir şekilde geri göndereceğiz. Senden sonra gelecek olan binlerce yıl boyunca insanlara senin gibi asi olanların hangi duruma geldiğini ispat etmek için senin vücudunu çürütmeyeceğim, seni burada, şu anda Bana secde ederken olduğun vaziyette binlerce yıl vücudunu muhafaza edeceğim.
Sevgili okuyucular, firavunun bu secde hüviyetindeki cesedi bugün British Museum'da ve insanlar ibretle bakıyorlar. "Ben Allah'ım!" diyen o firavunun Allah'ın karşısında nasıl secdeye geldiğini bütün insanlara ispat ediyor ceset. En az 3000 yıldan beri bu cesette en ufak bir çürüme olmamış. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de verdiği sözü yerine getiriyor. Bir örnek kılmış onu gelecek olan nesillere.
İşte Allah'ın taraftarı olmak veya farkına bile varmadan şeytanın taraftarı olarak kalmak. O sizlerin elinde. Gönlünüz nasıl isterse öyle yaşayacaksınız. Unutmayın, üstelik buna yetkilisiniz.
O Allah'ın evliyasının neden o kadar mutlu olduğunu hiç düşündünüz mü? Kalpleri Allah ile birlikte olduğu için. Yunus diyor ki:
"Ben O'nu kendime dost kıldım. Artık O'ndan neden korkayım!"
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
"O Allah'ın evliyası var ya, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar."
Neden korku yok? Allah ile dost olmuşlar. Onlar Allah'ı sevmiş, Allah da onları sevmiş.
Sevgili okuyucular, bu söylediğimiz noktadan itibaren neler oluyor beraberce bakalım.
Her %7 nur birikimiyle, kişi 7 tane gök katını aştı. %51 nur birikimi oluştu, baştan %2 huşûda almıştı rahmet. Kişi, 7 defa 7 (%49) fazl birikimini gerçekleştirdi; kalbi %51 nura kavuştu.
O kişi nefsini tezkiye etti ve dünya mutluluğunun % 51'ine ulaştı. Hiç kimse başkasının mutluluğundan ve mutsuzluğundan mesul değildir. Kim mutsuzsa, o sadece kendisi kendi mutsuzluğundan mesuldür ve atacağı bütün adımlar yanlıştır. Şeytan devamlı ona tesir etmek suretiyle onun mutluluğa ulaşacak olan güzel adımlar atmasına hep mani olur. Kişi de en akıllı standartlarda en doğruyu yaptığını zanneder ve hayatını mutsuzlukla tüketir. Bu sebeple Fatır Suresi 18. ?âyet-i kerimeye bakalım:

Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

Sonuç; ruhunu Allah'a ulaştıran kişi Allah'ın evliyası olur.
Ruhunuz 7 tane gök katını aştığı zaman 7 âlem geçer ve ondan sonra yaptığı bir dikey yolculukla Allah'ın Zat'ına ulaşır. Evet, Allah'ın Zat'ı var. Ruhunuz Allah'ın Zat'ında kaybolur. O zaman fenâfillah makamındasınız. Fenâ, "fani olmak, yok olmak" demek. Fî, "içinde" demek. Allah da "ALLAH" demek. Fenâfillah, "Allah'ın içinde yok olmak, fani olmak" demek.
Ne zaman ruhunuz Allah'ın Zat'ına ulaşır da, Allah'ın Zat'ında yok olursa, emri yerine getirmiştir. Ruhunuzun Allah'a siz hayattayken geri dönmesi konusunda tam 12 tane farz var. Unutmayın! Hiç kimse mecbur değildir. Siz dilerseniz emri yerine getireceksiniz ve mutlu olacaksınız. Dilemezseniz yerine getirmeyeceksiniz. Mecbur değilsiniz ama yerine getirmez iseniz cehenneme gitmek zorundasınız.
Cennet saadetlerinin birincisi, Allah'a ulaşmayı dilediğiniz an gerçekleşir. Birinci kat cennetin sahibi olursunuz.
Allahû Tealâ'dan aldığınız 10 tane ihsanla mürşidinize ulaştığınız zaman, tâbî olduğunuz gün ikinci kat cennetin sahibi olursunuz.
Ruhunuzu Allah'a ulaştırdığınız zaman üçüncü kat cennetin sahibi olursunuz.
Ne birinci kat cennette, ne ikinci kat cennette dünya saadeti sizin için değildir. Çünkü nefsinizde hiçbir değişiklik olmamıştır.
Sevgili okuyucular, hiç düşündünüz mü mutluluk nedir diye, dünya saadeti nedir diye?
Var mı kafanızda bir mutluluk formülü? Neyle nitelendiriyorsunuz mutlu olmayı? İsterseniz Biz bir tarif yapalım, siz de kendinizden ekleyin veya çıkartın.
Madde-1: Allahû Tealâ, mutluluğun devamlı bir saadet hali olduğunu ifade ediyor. Kesintisiz bir saadet hali, mutluluk hali.
Madde-2: Bu mutluluk hem iç dünyanızda oluşacak, hem dış dünyanızda başka insanlarla ilişkilerinizde oluşacak, hem de Allah ile olan ilişkilerinizde oluşacak.
Madde-3: Bu mutluluk mutlaka bir sulh ve sükûn haline dayalı olacak; yoksa mutluluk oluşmaz.
Öyleyse ne demek istiyoruz? Neden mutsuzsunuz hiç düşündünüz mü? İç âleminizde neden mutsuzsunuz? Çünkü, nefsiniz afetlerle dolu, ruhunuzsa hasletlerle.
Nefsiniz, Allah'ın yoluna girmediğiniz sürece, %100 afetlerle doludur ve o afetlere tesir etmeniz Allah'ın formülünü kullanmadıkça hiçbir şekilde mümkün değildir.
Allah emirler vermiş; nefsinizin afetleri o emirleri kesin şekilde gerçekleştirmez. Çünkü yapıları ona göre dizayn edilmiştir.
Allah yasaklar koymuş; nefsinizin afetleri o yasaklara hiç mi hiç aldırmaz, bütün yasakları yapmak ister. Allah neyi yasak etmişse onu işlemek ister.
Ama siz yalnız nefsinizden oluşmadınız. Ruhunuz da buna mukabil %100 hasletlerle dolu. Onlar ise Allahû Tealâ ne emretmişse mutlaka onları yerine getirmek ister. Onlar, Allahû Tealâ neyi yasaklamışsa asla onu işlemezler.
Öyleyse iç dünyanızda devamlı kavga var. Nefsiniz Allah'ın emrettiği hiçbir şeyi yapmak istemeyecek; vücudunuzun kumandanı olan akla, devamlı bu konuda telkinlerde bulunacak. Ruhunuz da Allah neyi emretmişse mutlaka yapmak isteyecek; onun da talebi bu emrin yapılması istikametinde olacak. Karar mercii, aklınız. Eğer Allah'ın emirlerinin uygulanmadığı bir ortamda şuur kazanmışsa hep Allah'ın emirlerinin yapılmasına kırmızı ışık, yapılmamasına yeşil ışık yakacaktır. Böylece Allah'ın yasak ettiği fiilleri, emrettiği fiilleri gerçekleştirmeyeceksiniz.
Nefsinizle ruhunuz arasında kavga olduğu için mutsuzsunuz. Neden kavga var? Çünkü nefsiniz, Allah'ın emirlerini yerine getirmemek ister, ruhunuz da getirmek ister. İkisi de mutlaka kendi talebinin yapılmasını istediği için emirler cephesinde aralarında devamlı çekişme vardır.
Allah'ın yasakları istikametinde de kavga var; dialektik bir kavga iç dünyanızda devamlı huzursuzluğa sebep oluyor. Dikkat edin, nerede kavga varsa, kaos varsa, savaş varsa, orada mutsuzluk vardır; orada mutluluğu yakalayamazsınız. İç dünyanızda savaş var. Bu kavga sebebiyle mutsuzsunuz.
İç dünyanızdaki mutsuzluğunuzun bir başka sebebi de, her işlediğiniz yanlışlıktan sonra Allahû Tealâ size mutlaka bir azap verecektir. Bu azabı hissettiğiniz her olayda mutsuzsunuz. Yetmez, Allah neyi yasak etmişse onu işlediğiniz zaman gene Allahû Tealâ size azap verecektir, yeniden mutsuz olacaksınız.
Öyleyse hem iç dünyanızdaki kavga sebebiyle, hem de işlediğiniz Allah'ın emirlerine ve yasaklarına muhalif bütün davranışlarınızda arkadan azapla azaplandırıldığınız için mutsuzsunuz.
Böyle bir durumda iç dünyanızda mutluluk oluşabilir mi? Şimdi bir kalem öteye geçelim. Daimî zikre ulaştınız. Nefsinizin kalbindeki bütün afetler yok oldu, yerlerini fazıllara terketti. Fazıllar ise ruhun hasletleriyle eşdeğer. Onlar da Allah ne emretmişse mutlaka yapmak istiyorlar, neyi yasak etmişse mutlaka yapmak istemiyorlar. Yukarıda bahsedilen aşamalardan geçerek zikirle o noktaya geldiniz. O noktada, iç dünyanızda sizin için bir mutluluk söz konusu. Neden? Allah neyi emretmişse nefsiniz de, ruhunuz da onu işlemek istiyor. Kavga bitti, iç dünyanızda emirler cephesinde.
Allah neyi yasak etmişse nefsiniz de, ruhunuz da istemiyor. Nehiyler (yasaklar) cephesinde de kavga bitti. İç dünyanızda bir sulh ve sükûn ortamı kuruldu ve mutlusunuz. Hiçbir zülmanî sistem içerisinde bu mutluluğu yakalayamazsınız. Aklı, sadece dünya işleri için kullanmak, sizi mutlu kılmaz. Hiçbir zaman mutlu olamazsınız iç dünyanızda. Sadece bir tek yolu var: Sulh ve sükûnu davranış biçimlerinizle kazanmanız, zikrinizi en üst boyuta çıkarmanız.
Olaya bir diğer cepheden bakalım.
Dış dünyanızda başka insanlar var. Eğer nefsinizde afetler varsa, onlar size mutlaka kötülük edecekleri için mutlaka siz de onlara kötülük edeceksiniz; mutlaka karşılık vereceksiniz çünkü nefsinizin afetleri sizi buna zorlayacak. Yaptığınız zaman huzursuz olacaksınız. Başka birine zarar verdiğiniz zaman, huzursuzluk verdiğiniz zaman, onları sıkıntıya soktuğunuz zaman, onlara bir kötülük ettiğiniz zaman onlar size daha evvel zarar verse de, vermese de, mutlaka huzursuz olacaksınız. Bu iç dünyanızdan gelen bir şeydir. Yetmez, arkasından Allahû Tealâ, yaptığınız hata sebebiyle size azap verecek. Arkanızdan ruhunuz da nefsinize azap verecek. Gene yetmez, çünkü başkalarına yaptığınız bu haksız davranışların karşılığında onlar sizden intikam almaya çalışacaklar. İntikamlarını aldıkları gün yeniden huzursuz olacaksınız; sanki siz onlara hiçbir şey yapmamışsınız da ona rağmen size bu kötülüğü yapmışlar gibi huzursuzluk duyacaksınız. Ve bu huzursuzluk ikinci defa huzursuzluğu duymanızdır. Yetmez nefsinizdeki intikam afeti sizi zorlayacak. Onların aldığı intikama karşılık siz de onlardan intikam almaya çalışacaksınız. Alabilirseniz yeni bir günah işlediğiniz için bir defa daha huzursuz olacaksınız. İntikamınızı alamazsanız şuuraltı birikimi oluşacak, stress sebebiyle huzursuz olacaksınız. İntikamınızı alsanız da, almasanız da huzursuzsunuz. Öyleyse, hem başkalarına olan davranışınız sebebiyle, hem de onların sizden intikam almaları sebebiyle, dış dünyanızda da devamlı mutsuz bir insansınız.
Ama bir gün daimî zikre ulaşırsanız, nefsinizdeki afetleri yok edebilirseniz o zaman dış dünyanızda siz mutlu bir insan olacaksınız çünkü başkalarına onları üzecek davranışlarda bulunmayacaksınız. Ruhunuz ve nefsiniz Allah'ın bütün emirlerini yapmanızı mutlaka sağlayacakları için yasak ettiği hiçbir fiili işlemenize ikisi de müsaade etmeyecekleri için başkalarını üzecek davranışlarda bulunamazsınız. Bulunamazsanız ne Allah size azap eder, ne de ruhunuz nefsinize azap eder. Bu azaba muhatap olmadığınız sürece mutsuz olmazsınız, sevgili okuyucular.
Sonra siz onlara negatif bir faktör uygulamadığınız için onlar, hiçbir zaman sizden intikam almak gibi bir dizaynın içine girmeyeceklerdir. Hiçbir zaman sizden intikam almayacaklardır. Kendilerinden intikam alınan kişilerin yaşadığı huzursuzluğu hiç yaşamayacaksınız. Yetmez, onlar sizden intikam almadıkları için siz de onlardan yeniden intikam almak gibi bir şeyi hiçbir zaman düşünmeyeceksiniz. Yani gene huzur içindesiniz.
Sevgili okuyucular, Allah'ın kanunlarını biraz öğrenseniz mutsuzluğunuzun bir sabun köpüğü gibi yok olduğunu göreceksiniz. Allahû Tealâ, mukaddes kitapları niçin yazdı diyorsunuz? Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u, Kur'ân-ı Kerim'i, bütün peygamberlere indirdiği o mutluluk kitaplarını Allahû Tealâ niçin yazdı? Çünkü sizi çok seviyor. Hangi şartların içinde olursanız olun mutlaka mutlu olmanızı istiyor. Şeytanın, sizin şu kâinattaki en büyük düşmanınızın, sizi tuzağına düşürmesini istemiyor. Halbuki siz Allah'ın yolunda olmadığınız sürece hep o tuzağın içindesiniz. Farkında bile değilsiniz ki şeytan sizin düşüncenizi taklit ederek size hep yanlış şeyler yaptırıyor.
Eğer biz Allah ile berabersek iç dünyamızda mutlu olabiliyoruz. Başka insanlarla ilişkilerimizde de mutlu olabiliyoruz.
Allah ile ilişkilere gelelim. İblis bize Allah'ın emrettiği hiçbir şeyi yaptırmamak için her gayreti gösterir; büyük ölçüde de bunda başarılıdır. Ve iç dünyamızda hem nefsimizle ruhumuz arasındaki çarpışma ve devamlı kavga sebebiyle, hem de her Allah'ın emrini yerine getirmediğimiz zaman, bize Allah'ın ve ruhumuzun nefsimize azabı sebebiyle huzursuz olduğumuz bir ortamı yaşamamız söz konusu emirler cephesinden.
Öyleyse her yasağı işlediğimizde gene aynı sıkıntıyı, gene aynı huzursuzluğu yaşayacağız.
Hal böyleyse, emirler cephesinden de nehiyler cephesinden de mutsuzsak, başka insanlarla ilişkilerimizde mutsuzsak, iç dünyamızda mutsuzsak ve bu daimî zikrin sahipleri bu üç cephede de kesintisiz bir mutluluğu yaşıyorlarsa, o zaman bir yanlışınız yok mu sevgili okuyucular? Başkaları için düşünmeyeceksiniz, kendiniz için düşüneceksiniz. Mutsuz olan sizsiniz. Hesabın sahibi de sizsiniz. Böyle yaşayarak, ömrünüz boyunca sadece kendinize işkence edersiniz.
Şimdi bir kendinizi düşünün bakalım. Siz bir mahlûksunuz; O ise Hâlik, sizi yaratan. Katrilyonlarca hücreden yaratmış sizi. Herbirinde sizi bütününüzle yeniden inşa edebilecek olan bütün özellikler bulunan katrilyonlarca siz, kendi iç dünyanızda varsınız.
Biliyor musunuz, sevgili okuyucular biz şu anda bir üçgenin içinde yaşıyoruz. Bir kenarını Allah'ın teşkil ettiği, bir kenarını ruhumuzun hasletlerinin teşkil ettiği, üçüncü kenarını da bu sebeple kazandığımız derecelerin, hayırların teşkil ettiği bir üçgen, Allah'ın üçgeni. Apsis ve ordinat eksenlerinin kesiştiği noktanın üst tarafındayız; pozitif âlemdeyiz; Allah'ın ülkesindeyiz. O'nun güzelliklerini yaşıyoruz.
Eğer biz şu anda hepimiz ayrı ayrı birilerine bir kötülük etmeyi, onların canlarına okumayı, onları üzmeyi, intikam almayı, onlara kötü davranmayı plânlamış olsaydık, şu anda hepimiz şeytanın ülkesinde yaşıyor olacaktık. Ne zaman başkalarına haddini bildirmeye kalkarsanız, ne zaman hedefiniz başkalarını sadece üzmekse, o zaman Allah'ın ülkesinde yaşayamazsınız, o zaman şeytanın ülkesindesiniz. Hem siz huzursuz olursunuz, hem de huzursuz etmek istediğiniz insanları huzursuz kılarsınız ve şeytanın ekmeğine yağ sürersiniz çünkü o sizden sadece bunu ister. Hep bütün insanların başkalarına kötü davranmaları ve bunun neticesinde de bütün insanların birbirine düşman olmaları, birbirine fenalık için yaşamaları, kötülük etmek için yaşamaları ve bir kötülükler spiralinin giderek yükselmesi, yükselmesi, yükselmesi ve insanların her gün biraz daha mutsuz oluşu. İşte şeytanın istediği şey bu.
Allah neyi istiyor? Dostluğu istiyor, sevgiyi istiyor, huzuru istiyor. Biz sizlere bütün kitaplarımızda yıllardır bu güzelliği, dostluğu, sevgiyi anlatıyoruz.
Sevmek, Allah'ın bizlere ihsan ettiği en güzel duygu.
Öyleyse sevgili kardeşlerim demek ki bir mutsuzluk müessesesi, bir de mutluluk müessesesi var. Mutluluk neymiş? Kesintisiz bir saadet hali. İç dünyamızda da, dış dünyamızda da yani başka insanlarla ilişkilerimizde de, Allah ile olan ilişkilerimizde de mutlaka yaşamak mecburiyetinde olduğumuz bir sulh ve sükûn hali. 3 âlemde de kavganın bitmesi hali.
Öyleyse Allahû Tealâ'nın sizlerden ne istediğini artık yerli yerine oturtmaya başlıyorsunuz. O sadece mutlu olmanızı ister.
İblis de bir şey ister sizden, hepinizin mutsuz olmasını.
Sevgili okuyucular, can dostlarım, gönül dostlarım, işte ruhunuzu Allah'a ulaştırdınız, Allah'ın evliyası oldunuz.
Dikkatle bakın sevgili okuyucular, o şeref ömür boyunca sizin için yeterlidir. Allah'ın evliyası, Allah'ın dostu demektir. Onlar başkalarının zararına değil, sadece faydasına, mutluluğuna çalışırlar. Hayatlarını buna adarlar. Böyle birisi olmak istemez misiniz? Hayatınızı başka insanların mutluluğuna adayarak mutlu olmak. Unutmayın, etrafınızdaki bütün insanlar sizin için bir mutluluk kapısıdır; kime hangi güzelliği yaşatırsanız onun aynını Allah size yaşatır, ruhunuz da nefsinize yaşatır; 2 katını yaşarsınız. Bir gün sabahtan akşama kadar 10 kişiye bir nebzecik mutluluk verdiğinizi düşünün, herbirinin yaşadığı mutluluğun 20 katını akşama kadar siz yaşayabilirsiniz.
Anlıyor musunuz şimdi Hz. Ömer'in her gece Allahû Tealâ'ya neden: "Yarabbi, ben bugün Senin için ne yaptım?" diye sorduğunu, kendisini neden hesaba çektiğini. Çünkü her seferinde: "Acaba ben bugün kime hangi iyiliği yaptım?" diye incelemede bulunuyor Hz. Ömer. Her başkasına yaptığı bir güzel davranış, onu mutlaka o gün mutlu etmiş. Her yardım, her başka bir insana gösterdiğimiz bir güzel davranış, o insanları mutlu eden bir olaydır. Hakedenleri mutlaka mutlu etmek mecburiyetindesiniz. Unutmayın; saadet, sizin saadetiniz başkalarına verdiğiniz saadetle bağımlıdır, bununla oranlıdır.
Öyleyse mutlu olmak istiyorsanız yapmanız lâzım gelen şey, başkalarını mutlu etmektir.
Velâyetin birinci mertebesinde, Allah'ın Zat'ında ruhunuzun yok olması söz konusudur. Fenâ (ifna olmak, fani olmak, yok olmak), fî (içinde), Allah (Allah'ın içinde yok olmak).
Allah'tan gelen ruhunuzu, onun gerçek sahibi olan Allah'a iade ettiniz, emaneti sahibine iade ettiniz, teslim ettiniz. Allahû Tealâ Nisa Suresi 58. âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:

Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

İnsanda 4 emanet vardır: Ruhunuz, vechiniz, nefsiniz ve iradeniz. O'na teslim ettikçe mutluluğun daha üst, daha üst, daha üst boyutlarına çıkacaksınız. Ve göreceksiniz ki, neticede yalnız ALLAH kalacak.
Önce siz varsınız, başka insanlar var ve Allah var. Sonra, başka insanlar devreden çıkacak Allah'la siz kalacaksınız. Sonra siz de devreden çıkacaksınız, sadece O kalacak. Ne zaman Allah'a iradenizi de teslim ederseniz artık siz de yok olursunuz çünkü siz artık bir iradenin sahibi olamazsınız, iradenizi Allah'ın iradesine bağlamış olursunuz. O noktadan itibaren sadece Allah kalır. Hiç o mutluluğu düşünebiliyor musunuz, sevgili okuyucular? Allah'ın bütün üst seviye evliyaları o şerefe ermişlerdir.
Yok olmak, kendiniz için hiçbir şeyi düşünemediğiniz, hayatınızın her dakikasında başkaları için yaşadığınız ve vaktin yetmediğini farkettiğiniz bir dünyada yaşarsınız. Vakit yetmez, hep herkese onların sordukları bütün suallerin cevabını vermek istersiniz, bunun için çırpınırsınız ama vakit yetmez. 24 saat sizin için yeterli olmaz. O şartlar altında da mutlusunuz. çünkü size ait olan bir şey yok, hayatınızın her dakikasını başkalarına hasrediyorsunuz. Nerede olursanız olun mutlaka birileri size ulaşıyor, mutlaka problemler var, mutlaka sizin onları Allahû Tealâ'ya sormanız, cevabını o kardeşlerinize iletmeniz lâzım. Kendinizi yok hüviyetine soktuğunuz andan itibaren dünyadaki en mutlu insan siz olursunuz çünkü siz yoksunuz. Ne zaman başkaları içinseniz, adım adım yok olmaya başladınız demektir.
İşte sevgili okuyucular, şimdi böyle bir dizaynın 22. basamağındasınız; fenâ makamındasınız, konunun başındasınız, velâyetin başlangıç noktasındasınız.
Nefsinizin kalbindeki nurlar %61'e ulaşmış. Allahû Tealâ, İndi İlâhi'de, huzurunda size bir taht ihsan edecektir. O tahtın sahibi olduğunuz zaman bekabillah olacaksınız. Beka, "baki olan, kalan" demek; bî "ile" demek; Allah da "Allah" demek. Allah ile birlikte baki olan, Allah'ın indinde baki olmak demek. Şimdi huzur namazını hatırlayalım. En başta imam var, arkasında 2 kişi, onun arkasında 1 kişi, sonra 2 kişi, sonra 7 kişi, bir daha 7 kişi. Ondan sonra 10'arlık sıralar...
Arkadan bakıyorsunuz huzur namazına, sol tarafınızda tahtlar göreceksiniz. Yerden 4 metre yükseklikte başlayan, yaklaşık hiçbir yere dokunmadan boşlukta duran tahtlar. O tahtlardan birisi size de verilecek. Bunun ne kadar muhteşem bir şey olduğunu düşünebiliyor musunuz? Orada Allahû Tealâ'nın indinde, O'nun huzurundaki o tahtlardan bir tanesi size ait olacak. Allahû Tealâ Yunus'a bu tahtlardan birini verdiği zaman Yunus diyor ki: "Lâ mekâna kavm oldum." ,"Mekânsızlığın ahalisinden oldum." diyor. Orası mekânın bittiği yer; İndi İlâhi; Yunus orada bir tahtın sahibi. Bu that, Allah'ın bütün evliyalarına mutlaka verilir.
Sonra bir gün bir de bakacaksınız ki zikriniz günün yarısını aşmış. Zühd makamındasınız. Her gün 12 saatten daha fazla zikir yapabilecek olan bir hüviyete geldiniz; zikirsizliğe karşı zahid oldunuz. İşte burasını aşabildiğiniz zaman fizik vücudunuzu mutlaka Allah'a teslim edersiniz. Fizik vücudunuzun Allah'a teslim olduğunu nereden anlarsınız? Fizik vücudunuz, nefsinizde hâlâ afetler mevcut olmasına rağmen Allah'ın bütün emirlerini mutlaka yerine getiren, yasak ettiği fiilleri hiç işlemeyen bir özelliğe kavuştuğu zaman Allah'a teslim olmuştur. Allahû Tealâ Nisa Suresinin 125. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost edindi.

Artık fizik vücudunuz Allah'ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özelliğin sahibidir. İç dünyanızda kavga daha bitmemiş, çevresinde %10 kavga var. Bu kavga, ruhunuzla nefsiniz arasında ama fizik vücudunuz bu kavgaya iştirak etmiyor, onları kaale almıyor, Allah'ın bütün emirlerini yerine getiriyor, yasak ettiği fiilleri işlemiyor, kendi bünyesinde kavgayı bitirmiş. İşte fizik vücudunuz Allah'a teslim oldu. Bu ikinci tesliminiz. Muhsinler makamındasınız.
Sonra daimî zikre ulaşırsınız, hikmet sahibi olursunuz. Kim daimî zikre ulaşmışsa onun 4 tane temel vasfı vardır:
1- O kişi daimî zikrin sahibidir.
2- Bu sebeple nefsindeki bütün afetler yok olmuştur, yerini faziletler almıştır.
3- Daimî zikre ulaştığı için kalp gözü mutlak olarak açılmıştır. Allah'ın gösterdiği herşeyi görür.
4- Daimî zikre ulaştığı için kalp kulağı da mutlaka açılmıştır; Allah'ın söylediği herşeyi işitir.
Bu 4 temel şart, hikmetin temel şartlarıdır. Kalbinizdeki kulaklarla (başınızdaki kulaklarla değil) Allah'ın her söylediğini kelime kelime işitirsiniz. Kalp gözünüzle (baş gözünüzle değil) Allah'ın her gösterdiğini mutlaka görürsünüz. Bu sizi nereye götürür? Daimî zikrin sahibi olduğunuz zaman hayır sahibi olursunuz. Hayır, daima derecat kazanma halidir. Neden hayrın sahibi olursunuz? Çünkü nefsinizde artık afetler yoktur. Nefsiniz de, ruhunuz da Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmek ister ve getirirsiniz. Her işleminizden sonra derecat kazanırsınız. Nefsiniz de, ruhunuz da Allah'ın yasak ettiği hiçbir fiili işlemek istemez. Böylece orada da devamlı bir mutluluğun içinde yaşarsınız. Böylece hem emirler cephesinde, hem nehiyler cephesinde mutlak bir saadeti yaşayacaksınız.
İşte sevgili okuyucular, iç dünyanızda, dış dünyanızda ve Allah ile olan ilişkilerde bu standartlarda mutlak bir saadet hali yaşarsınız.
Dikkat edin, siz o noktada tezekkür sahibi olursunuz. Allah ile her konuyu rahat konuşabilen bir ortama ulaşırsınız. Allah sizin en yakın dostunuz olacak, her türlü derdinizi O'na açacaksınız, problemin çözümü mutlak olarak vardır. Öyleyse ehl-i tezekkür demek, Allah ile müzakere edebilen kişi demektir. Allah ile her an konuşabilen bir özelliğin sahibi olacaksınız.
Hayrın sahibi olduğunuz her an ister emirler cephesinde olsun, ister nehiyler cephesinde mutlaka Allah ile berabersiniz. Allah'ın emirlerini, mutlaka yerine getiriyorsunuz. Hem nefsiniz, hem ruhunuz mutlaka yerine getirilmesini istiyor. Allah'ın yasaklarını ise asla işlemiyorsunuz, hem nefsiniz hem de ruhunuz işlememenizi sağlıyor. Böylece emirler cephesinde de, nehiyler cephesinde de mutlu bir hüviyete ulaşıyorsunuz. Bu noktaya dikkatle bakın. Burada hayır sahibisiniz. Bir şeyin daha sahibi oluyorsunuz, hüküm. Kur'ân-ı Kerim'deki hangi âyete baksanız, belki bazen bir evvelki, bir sonraki âyetine de bakmak suretiyle, o âyetin 28 basamaktan hangisine ait olduğunu, o âyetin başka hangi âyetlerle illiyet rabıtası içinde olduğunu hemen çıkartıyorsunuz. İşte bu sizi hüküm sahibi yapar. Öyleyse kim hayrın, tezekkürün ve hükmün sahibiyse, o kişi HİKMET sahibidir. Daimî zikrin sahibi olduğunuz anda artık hikmet sahibisiniz.

Eğer Allah'ın gözlükleriyle olaylara bakabilirseniz, o zaman siz de bizim söylediğimizi söyleyeceksiniz.
Herşey çok mu güzel, yoksa bana mı öyle geliyor?
İkisi de doğru. Allah'ın gözlüklerini takmayanlar için herşey çok güzel değil tabii. Ama takarsanız, o zaman herşeyin çok ama çok güzel olduğunu göreceksiniz. Sonsuz bir mutluluğu yaşayacaksınız ve ondan evvelki devrelerde kendinize ne kadar yazık ettiğinizi farkedeceksiniz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Mart 2013       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
lütfen çabuk cevap verin ne olur ödev bu!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mart 2013       Mesaj #16
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sevgiye dayalı Allah-insan ilişkisi

İslam’a göre sevgi Allah-insan ilişkisinin esasını teşkil eder.3 Allah insanı sevdiği için yaratmıştır. Allah’ın insanla ilişkisi sonsuz sevgi ilişkisidir. Bu durum, kulun Allah’la olan ilişkisinin de sonsuz sevgi (mutlak muhabbet) üzerine kurulmasını gerektirir. Eğer Allah bizi sonsuz bir sevgiyle severek onurlandırmışsa bizim de O’nu sonsuz bir sevgiyle severek mukabele etmemiz gerekir.
İslam akaidine göre, muhabbet olmadan iman olmaz. Daha açık bir ifade ile Allah’ı her şeyden daha fazla sevmeyen kişi O’na hakkıyla inanmış kabul edilmez. Bütün insanlar üzerine ilk farz olan şey, Allah’ı tanımaktır (marifetullah). Allah’ı tanıyan insan, O’na iman eder, O’nu herşeyden daha fazla severek rıza ve tazimle itaat eder. Eğer Allah’a itaat kerhen ise veya gönül hoşluğu ile değilse imanda ciddi bir problem var demektir. Allah’ın emir ve nehiylerine tazim göstermemek veya onları hafife alıp alay konusu yapmak insanı İslam dairesinin dışına çıkartır.
Allah bütün insanları sever; ancak Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın özellikle sevdiği insanlar bahsedilmiştir: sabredenler, tevbe edenler, temizlenenler, muhsinler....

a. Onlar Allah’ı Severler

İman edenler Allah’ı herşeyden daha fazla severler. Onların Allah’a olan sevgisi müşriklerin sahte tanrılara ve putlara olan sevgisiyle mukayese bile edilemez. Müşriklerin bu dünyada sahte ilahlara olan sevgisi ne kadar fazla olursa olsun, ahirette hesap günü hakikatin perdeleri aralanınca hüsrana ve nefrete dönüşecektir. Aşağıdaki ayeti kerime bunu ortaya koymaktadır:
“İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi!”4
Müşriklerin en çok sevdikleri varlıklar onların taptıkları tanrılarıdır. Ancak Müslümanların Allah’a olan sevgisi bu sevgiden daha üstündür; çünkü o hem gerçek sevgidir, hem daha kuvvetlidir ve hem de ebedidir. Buna karşılık, müşriklerin sahte ilahlarına olan sevgileri de yalan, zayıf ve bu dünya hayatı ile sınırlıdır.
Allah’ın kulu sevmesi ona nimet vermesi anlamına geldiği gibi, kulun Allah’ı sevmesi ona yakınlaşmayı istemesi anlamına gelir. Allah sevdiği kullara daha fazla nimet verir ve onları doğru yol üzre sabit ve daim kılar5. Eğer bir ümmet Allah’ı sevmeyi terkederse, Allah Teala O’nu seven ve kendisinin sevdiği yeni bir grup ortaya çıkarır:
Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise “güçlü ve onurlu”, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) sonsuz olandır, her şeyi bilendir.6
Ayet-i kerimede Allah’ı seven ve Allah tarafından sevilen insanların aynı zamanda diğer mü’minleri de sevdiklerinin altının çizilmesi dikkat çekicidir. Mü’minleri sevmek Allah sevgisinin ve Allah tarafından sevilmenin bir sonucu ve alameti olarak görülebilir. Buna göre eğer bir insan başka müminleri sevgiyle kucaklamıyorsa, onun Allah’a karşı olan sevgisi ve Allah tarafından sevilen bir kul olması şüphelidir. Aynı şekilde Allah Teala günahkar kafirleri (keffar esîm) ve böbürlenip kibirlenenleri (muhtâl fahûr) asla sevmez. Bu kişiler Allah’ı seven insanlar tarafından da sevilmez. Buna göre bir insanın günahkarları ve kibirli insanları sevmemesi Allah’ı sevdiğinin ve O’nun tarafından sevildiğinin bir işareti olarak görülebilir. Ancak dikkat edilirse burada sevilmeyen şey o kişinin kendisinden ziyade onun kötü vasfıdır. Nitekim o kötü vasıf iyi bir vasıfla değişirse Allah Teala o kişiyi sever.

b. Allah Onları Sever

Mü’minler Allah’ı sevdikleri gibi Allah da onları sever. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde Allah’ın sevgisini anlatmak için “hubb,” “rahmet,” “lutuf” ve “re’fet” köklerinden gelen fiil ve sıfatlar kullanılmıştır.7
Aslında Allah’ın kullarına olan sevgisi, kullarının Allah’a olan sevgisinden zaman açısından öncesidir. Allah kullarına olan sevgisinin bir neticesi olarak onları yaratmış, bu dünyaya göndermiş ve onları eşrefi mahlukat kılmıştır. Diğer varlıklardan insanı üstün kılmak için Allahu Teala ona üç şey vermiştir: (1) ilahi sıfatlar (sıfât-ı subûtiyye)8, (2) emanet veya teklif9, (3) hilafet. Ayrıca, Hz. Peygamber (s.a.v) Allah’ın insanı kendi sûretinde yarattığını10 belitmiştir ki burada suretten maksat sıfatlardır; çünkü maneviyat aleminde suret sıfatlardan oluşur.
Aslında bütün cemal ve celal sıfatları Allah’ın insana olan sevgisinin göstergeleridir. Cemal sıfatlarının O’nun sevgisini yansıttığını insanlar kolayca anlayabilirler; ama celal sıfatlarının O’nun sevgisinin sonucu olduğunu anlamak bazen zor olabilir.
Yaratılmak Allah’ın bize karşı olan sevgisinin bir göstergesi olduğu gibi, güzel ahlaka sahip olmak da Allah’ın bir kişiyi sevdiğinin işaretidir. Bunların başında adaletli olmak gelir. Aşağıdaki ayet-i kerime Allah’ın adil insanları sevdiğini ifade etmektedir:
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.11
İhsan makamı adalet makamından daha üstündür. İhsan, iyilik etmek, karşılıksız vermek ve bir işi ya da ibadeti en mükemmel şekilde yapmak anlamına gelir. Hz. Peygamber (s.a.v) ihsanı “Allah’ı görüyormuşcasına ona ibadet etmek” olarak tanımlamıştır. Adalet kısas ilkesi üzerine kurulmuştur ve şeriat makamında veya hukuk düzleminde ortaya çıkar. Ancak ihsan makamında kısas ilkesi yerine affetmek ve hatta kötülük yapana iyilik yapmak gelir. Bu yüzden Allah muhsinleri yani ihsan makamında olanları sever:
Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Süphesiz Allah, iyilik edenleri (muhsinleri) sever.12
İnsan her ne kadar adalet ve ihsan ideallerine erişmek için gayret gösterse bile bazen hata eder veya günah işler. Bu durumda onun kalbi manen kirlenir. Hata eden veya günah işleyen kişinin önünde iki yol vardır: (1) Şeytan gibi böbürlenip hatasını kabullenmemek ve meşrulaştırmaya çalışmak, (2) Adem (a.s.) gibi hatasını kabul edip tevbe etmek. Hatasını ve günahını kabul edip tevbe etmek, insanı günahın manevi kirinden temizleyen büyük bir fazilettir. Onun için Allah-ü Teala tevbe edenleri ve manevi kirlerden temizlenenleri sever: “Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.”13
Görüldüğü gibi Allah’ın sevdiği kullar beşeri ilişkilerinde diğer insanlara karşı iyi davrananlardır; çünkü güzel ahlak dinin özünü teşkil eder. Ahde vefa göstermek, verilen sözleri tutmak ve beşeri ilişkilerde doğru mu yanlış mı olduğu belirsiz durumlarda ihtiyatlı davranarak kesin doğruyu tercih etmek gibi özelliklere sahip olan kulları sevdiğini Allah Teala şu ayetinde beyan etmiştir:
Hiç şüphesiz, kim ahdine vefa eder ve sakınırsa süphesiz Allah da sakınanları (muttakileri) sever.14
Allah’ın sevdiği muhsinlerin diğer bazı özellikleri şu ayeti kerimede sıralanmıştır:
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever15.
Allah’ın sevdiği kullar arasında sabredenler de vardır; çünkü sabır mü’minin zorluklara ve ibtilalara karşı en önemli silahıdır.
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever16.
Allah’ın sevdiği kullar bu dünyada O’nun lütuflarına mazhar oldukları gibi ahirette de sonsuz lütuflara mazhar olurlar:
Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları (muhsinleri) sever.17
Muhsinlerin kalpleri yumuşaktır, kendilerine yapılan hatırlatmaları ciddiye alıp dinlerler, verdikleri sözden dönmezler ve emanete ihanet etmezler. Buna karşılık kafir ve münafıklar sözleşmelerini bozdukları için Allah’ın lanetine uğrarlar; onlar kendilerine hataları söylendiğinde kulak asmazlar ve ihanet ederler. Ancak, ihsan makamında olan insanlar onların bu davranışlarını bile affederler. Böylece Allah’ın sevgisini kazanırlar:
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları (muhsinleri) sever.18
Kafir ve münafıklar bununla da kalmayıp haram yerler ve yalana kulak verirler.
Fakat ihsan makamındaki insanlara, bunlara karşı gene de adaletli davranırlar. Onlar arasında hüküm verirken adaletten şaşmazlar. Allah bu tür suçlu ve yanlış yolda olan insanlara karşı bile adaletli davrananları sever:
Onlar, yalana kulak verenlerdir, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.19
Allah muhsinlerin geçmiş günahlarını affederek onlara olan sonsuz sevgisini bir kere daha gösterir:
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup-sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup-sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup-sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.20
Allah Teala müşriklerle bile yapılan antlaşmalara uyulmasını emreder. Bu tür antlaşmalara uymak takvanın gereğidir. Aşağıdaki ayet-i kerime müşriklerle bile olsa yaptıkları antlaşmalara uyanları Allah Teala’nın sevdiğini açıklamaktadır:
Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.21
Müşriklerin Allah’a karşı günahkar olmaları ve onların Allah katında hiçbir değerlerinin olmaması, onlarla yapılan antlaşmalara uyulmaması sonucunu doğurmaz. Müşrikler antlaşmalara uymaya devam ettiği müddetçe Müslümanlar da uymak zorundadırlar. Takva göstererek böyle davranan Müslümanları sevdiğini Allah Teala bize şu ayeti kerimede bildirmektedir:
Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (antlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanlari sever22.
Zahiren kendilerini Müslümanlara benzeterek dünyevi bazı maksatlara ulaşmaya çalışan münafıklar vardır. Bunlar görünüşte takva sahibi Müslümanlar gibi hareket ederler; hatta mescit bile inşa ederler. Fakat niyetleri bozuk ve kalpleri kirli olduğu için Allah onları sevmez. Nitekim bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.)in “mescid-i dırar”da ibadet etmesine bu yüzden müsaade etmemiştir. Aşağıdaki ayet-i kerime, Allah’ın iyi niyetle hareket eden, zahiren ve batınen temiz olan kullarını sevdiğini beyan etmektedir:
Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanlari sever.23
Allah Teala yeryüzünde bozgunculuk çıkaranları sevmez. Buna karşılık insanlar arasında sulh ve barış için çalışanları sever:
Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine saldırıda bulunacak olursa, artık saldırıda bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.24
Bu ayet-i kerimeler göstermektedir ki esas mesele, insanın Allah’ı sevmesi değil, Allah’ın insanı sevmesidir. Allah-u Teala bunun yolunu da Kur’an-ı Kerim’de göstermiştir: “De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.25 "Buradaki sevgiden maksat genel olarak bütün insanlar için geçerli olan ilahi sevgiden ziyade, özel bir sevgidir.
Yukardaki ayetler Allah ve kul arasındaki sevginin iki taraflı olduğunu ortaya koymaktadır: Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Bu nedenle İslam’da iman sadece akli ve mantıki bir çıkarsama olmayıp, muhabbet ve itaatle tamamlanan kalbi bir fiildir.
İnsanı en çok seven varlık Allah’tır, bu yüzden insanın en çok sevdiği varlık da Allah olmalıdır. Şair bunu ne güzel ifade etmiştir:
Bir anne doğurduğu yavruyu delice sever,
Ya Allah yarattığı kulu nice sever?
Allah güzeldir, güzeli sever, buyurmuştur Hz. Peygamber (s.a.v.). İnsan yaratıkların en güzeli ise, o zaman Allah’ın en sevgili mahlukudur.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mart 2013       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

kuran ı kerim insan allah ilişkisini hangi temele dayanır?belirimiz

bizi yaratan kişidir biz topraktan yaratıldık
Lerry - avatarı
Lerry
Ziyaretçi
16 Mart 2013       Mesaj #18
Lerry - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

lütfen çabuk cevap verin ne olur ödev bu!

Allah’ın dîni ve şeriat, dünya kurulduğundan bu yana hiç değişmemiştir. Allah’ın şeriati hep aynıdır. Temel faktörlerin hiçbirinde değişiklik yoktur. Aslî dîn unsurları, yeşeren yeni bir meyve gibi her nebînin bulunduğu devrede aynı özellikte yaşanmıştır. Zaman içerisinde iblis insanlara adım adım tesir etmek suretiyle onların bu istikametteki dizaynını bozmuştur. Yine zaman içerisinde yeni bir peygamberle başlangıçtaki aynı şeriat yeniden hayata geçirilmiştir. Aradan yüzlerce, bazen binlerce yıl geçmiş, şeriat gene değişmiş; sonra başka bir peygamber geldiği zaman Allahû Tealâ ona da aynı şeriati yaşatmıştır. Sonra aradan geçen yüzyıllar gene şartları değiştirmiş ve arada büyük farklılıklar oluşmuştur. Buradan çıkarılması lâzım gelen çok ciddî bir sonuç vardır. Aslında Allahû Tealâ’nın ortaya koyduğu gerçekler, Allah’ın insanlara olan vasiyeti hiç değişmemiştir. Bu sebeple Allahû Tealâ: “Biz insanları hanif fıtratıyla yaratırız ve sadece hanif dîni diye bir tek dîn vücuda getirdik.” buyuruyor.
Allah’ın bütün insanlara vasiyeti aynıdır. Nedir Allah’ın vasiyeti? Ruhumuzu, fizik vücudumuzu, nefsimizi ve irademizi sahibimiz olan Allah’a teslim etmemiz. Allah’a teslim olmak insanlara ne sağlar? Cennet saadetinin en üstününü, dünya saadetinin bütününü sağlar; Allah’ın emrettiği dînin yaşanmasını sağlar.
Dîn, bir mutluluk vasıtasıdır. Kim mutsuzsa bilsin ki; dînin gereklerini yaşayamadığı için mutsuzdur. Huzursuz olmanın arkasında sadece bir tek bu sebep yatar.
Allahû Tealâ hepimizi hanif fıtratıyla yarattı.
Biz bütün insanlar hanif fıtratıyla yaratılmışız.

30/RUM-30: “Fe ekım vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtretallâhilletî fetaren nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyim(kayyimu), ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).”

Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.

Allah’ın bir tek dîni var: Hanif Dîni. Allah’ın vasiyetini yerine getirebileceğimiz, 4 teslimi yapabileceğimiz, kâinatın tek dîni. Dîn olarak sadece hanif dînini yaratmış ve insanı da sadece o dîni yaşayabilecek olan özellikle yaratmıştır.
Allahû Tealâ’nın ne istediğine dikkatle bakın. Çok şey istemiyor; O ibadetlerinizi istemiyor; sadece sizin mutlu olmanızı istiyor.
Allah’ı tanımayan, mutluluğun ne olduğunu bilmeyen insanlar, kendilerini Allah’ın yarattığını ve bu fıtratla yarattığını bilmeyenlerdir.
Allah insanı sadece bir tek sebeple, bir tek hedefe dayalı olarak yaratıyor. İnsanın hem bu dünyada mutlu olmasını istiyor, hem de kıyâmetten sonra cehennem hayatı değil, cennet hayatı yaşamasını istiyor. Bu mutlulukların arkasında da sadece sizden bir tek dilek sahibi olmanızı istiyor: ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEK. Hepsi bu kadar. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişinin gireceği yer mutlaka Allah’ın cennetidir. Yetmez, onun ruhunu Allah’a ulaştırmasına kadar geçecek zaman parçasında o kişinin bu hedefe varmasını Allah garanti ediyor, kişiye bir görev düşmüyor. Onun bu konudaki gerekli herşeyi yapabilmesini Allah o kişinin kalbine verdiği dizaynla gerçekleştiriyor, o kişiyi buna arzulu ve ehil kılıyor. İbadetlerin istenmesi gerekmiyor, kendiliğinden gerçekleşiyor.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın: “Allah sizin için güçlük dilemez, Allah sizin için kolaylık diler.” sözünden neyi kastettiğini anlayabiliyor musunuz?
Allah, sizin zora koşulmanızı istemiyor. İstemediğiniz şeyleri yapmanızı istemiyor. Sadece diyor ki:
Bana ulaşmayı dileyin!
Allah’ın sizden bir tek talebi var: Allah’a ulaşmayı dilemek. Geri kalan O’nun işi. O herşeyi üzerine alıyor. Size namazı O sevdirecek, namazı siz sevmiyorsunuz. Size orucu O sevdirecek, orucu siz sevmiyorsunuz. Size Allahû Tealâ bu ikisinden daha önemli olan başka bir şeyi sevdirecek, Allah’ı zikretmeyi sevdirecek.
Sadece Allah’ı tanımadığınız için mutluluğun o kadar uzağındasınız ki. O’nun sizi ne kadar çok sevdiğini bir bilseniz. O’nun sizin mutluluğunuzu ne kadar çok istediğini bir bilseniz. O’nun bu arzusunu siz elinizin tersiyle iterek istemiyorsunuz. Kendi mutluluğunuzu istemiyorsunuz.
İnsan olarak yaratılan mahlûk, Allah’ın katında kainatta yarattığı bütün canlı ve cansızları uğruna yaratacak kadar büyük değer taşıyor. Ne yazık ki; insanların çoğu, yaratılışlarının arkasında var olan hakikatlerin hiçbirini bilmeden bu dünyada yaşarlar sonra bir gün ölüp giderler.
Allahû Tealâ, bütün insanların hepsini mutluluğa davet ediyor. Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet davetiyesidir. Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet reçetesidir. Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlar için bir saadet garantisidir.
Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre insanlar 28 basamaklık bir dizayn içerisinde yaşarlar. 28 basamak, 4 tane 7 basamaktan oluşur.
Başlangıçta herşey, Allahû Tealâ tarafından kişinin bir dileğine bağlı kılınmış. Eğer başkalarının Allah’ın yoluna girmesini engellemiyorsanız ve onların kötülüğünü istemek gibi bir genel huyunuz yoksa, siz ehilsiniz. Allah sizi mutlaka Kendisine seçer. Ama seçtiklerinin sadece bir kısmı Allah’a ulaşmayı dilerler. Kurtuluşa ulaşabilenler, mutluluğu yaşayabilenler de onlardır.
Şu zavallı dünyada özellikle kendilerini akıllı sanan birçok insan, kendilerine göre bir dünya çizmişlerdir. Kendilerini yaratan Allah’ı hiçe sayarak mutluluktan uzak bir zavallılığın merkezinde yaşamaktadırlar.
Şeytan, “Allah’a ulaşmayı” dilemenizi istemez. Allah’ın bizden istediği bu çok basit dileği yerine getirmemekle elinizin tersiyle mutluluğu itiyorsunuz. O, böyle bir dilekte bulunmamanız için hayatının bütün hilekârlıklarını kullanır.
Eğer siz Allah’a ulaşmayı dilerseniz hiçbirşey, şeytan da dahil olmak üzere hiçbir varlık Allah’ın cennetine girmenize engel olamaz!
Zamanımızın âlimleri bu konu hakkında gerçekleri anlatmıyorlar çünkü bilmiyorlar. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

42/ŞURA-13: "Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmud dîne ve lâ teteferrekû fîh(i), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(i), allahu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(u)."

"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh’a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah’a davet) ağır geldi. Allah kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni O’na (Kendisine) ulaştırır.

Allah kullarını yaratır ve seçer. Kimleri seçer? Başkalarına karşı kötü şeyler düşünmüyorsanız, onlar size bir şey yapmadıkça siz onlara kötülük yapmayı düşünmüyorsanız sizin kalbinizde hayır vardır. Bu kadarı yeterlidir. Allah sadece kalbinde hayır bildiklerini seçer.
Allah’ın seçtiği kimseler Allah’a ulaşmayı ya dileyecekler ya da dilemeyecekler.
Dilemediğiniz taktirde bakınız Allahû Tealâ ne buyuruyor:

10/YUNUS-7: “İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).”

Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YUNUS-8: “Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).’’

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
Yunus Suresinin 7 ve 8. âyet-i kerimeleri bir tek sebebe dayanmış: Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.
Peki dilerse ne olur? Dilerse, Kur’ân-ı Kerim’de bu kişi, “âmenû olandır.” O kişi âmenû olmuştur. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes âmenû olmuştur. Allahû Tealâ, Vel’Asr Suresinde şöyle buyuruyor:

103/VEL ASR -1: “Vel asr(i).”

Asra (zamana) yemin ederim.

103/VEL ASR-2: “İnnel insâne le fî husr(in).”

Muhakkak ki insanlar hüsrandadırlar.

103/VEL ASR-3: “İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(i).”

Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar) hariç ve amilussalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar) hariç ve (Allah’a ruhen ulaşıp) Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) hariç ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.

Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar) hariç ve amilussalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar) hariç ve (Allah’a ruhen ulaşıp) Hakkı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) hariç ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.
Ama âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hüsranda değillerdir.
Kimdir hüsranda olanlar? Mu'minun Suresinin 103. âyet-i kerimesi hüsranda olanları vasıflandırıyor:

23/MU’MİNUN-103: “Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(e).”

Kimin mizanı (sevap tartıları) (kıyâmet gününde) hafif gelirse onlar nefsleri hüsranda olanlardır, onlar cehennemde ebediyyen kalacaklardır.

Kur’ân-ı Kerim, âmenû olanların hüsranda olmadığını söylüyor. Allah’a ulaşmayı dileyen hiç kimse hüsranda olamaz. Olamazsa açık hüküm koyuyor Allahû Tealâ; “Onların gidecekleri yer Allah’ın cennetidir.”

Sevgili okuyucular, bir dileği dilemek veya dilememek insan hayatının en önemli dönüm noktasıdır. Cehenneme gidenlerin bu durumda Allah’ı suçlamaya hakları var mı? Allah’ı cezalandırıcı bir Tanrı olarak tanımaları, mutsuzluklarının sebebini Allah’a dayamaları, başka insanlara dayamaları haklı bir müdafaa mı?
Sizinle başka insanlar arasında bir “birleşik kaplar kanunu” geçerlidir. Topluma ne verirseniz onu geri alırsınız.
Öyleyse: “Ben falanca kişiyle geçinemiyorum, o yüzden mutsuzum.” dediğiniz zaman, arkasında yatan sebebe dikkatle bakın. Siz o kişinin size kötü davranması için acaba ne yaptınız? Hiç düşündünüz mü? Çok kolay bir şey kendinizi müdafaa etmeniz: “O bana kötü davranıyor ben, o yüzden mutsuzum.”
Öğretmeninin kendisine kötü davrandığını düşünenler, amirinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, eşinin kendisine kötü davrandığını düşünenler, annesinin veya evlâdının kendisine kötü davrandığını düşünenler, mutsuzluklarını buna bağlayanlar, o mutsuzluğu kazanmak için ne yaptıklarını unutanlardır.
Kendinize dikkatle bakın. Bir birleşik kapların sonunda yaşıyorsunuz, onun sonucu: NE VERİRSENİZ, ONU GERİYE ALIRSINIZ.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın Kur’ân’ı, Kanunu, kâinatın yegâne dîni hanif dîni, Hz. Musa zamanında yaşanan dîn, Hz. İsa zamanında yaşanan dîn, Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında yaşanan dîn, ve bunların hepsinin esasını teşkil eden Hz. İbrâhîm zamanında yaşanan hanif dîni, sadece bir tek dileğe dayalıdır: Allah’a ulaşmayı dilemek.
Dilerseniz, Allah garanti ediyor:
“Kim Bana ulaşmayı dilerse, o Benim cennetime girer.”
Öyleyse şimdi Allah’ı suçlayabilir misiniz? Eğer o Allah size bir tek dilekle (Allah’a ulaşmayı dilemekle) Allah’ın cennetine gireceğinizi garanti ediyorsa, O’nu cezalandırıcı bir Tanrı olarak düşünebilir misiniz?
Düşünüyordunuz ve mutsuzdunuz, hâlâ mutsuzsunuz. Arkasında başka insanlar yok, arkasında Allah yok, arkasında sadece sizin nefsinizin afetleri ve o afetlere tesir etmek imkânının sahibi olan şeytan var (ona bu imkânı verdiğiniz sürece).
Öyleyse başka bir sual. Cennete girmeyi istiyor musunuz? Hepiniz “evet” diyorsunuz. Öyleyse cennete girmeyi isteyen sizler, Allah’a ulaşmayı isteyin, cennet sizin.
Allah’a ulaşmak size adım adım büyüyen bir huzur verecektir.
İşte 28 basamaktan oluşan Allah’ın yolunda geçirdiğiniz merhaleler:
Birinci basamak, bütün insanlar olayların içinde yaşarlar. Bu herkese açık bir durumdur.
İkinci basamak, bu olayları muhakeme ve mukayese ederler ve bir hükme varırlar.
Bu basamakta seçilirsiniz. Eğer hedefiniz, size hiçbir şey yapmadıkları halde başka insanlara düşmanlık etmek ise seçilmezsiniz. Ama böyle bir yapının sahibi değilseniz, o zaman mutlaka seçileceksiniz. Allahû Tealâ’nın sizden istediği şey, bu seçilmenin arkasından sizi imtihan ettiğinde, Allah’a ulaşmayı öne almanız; hedef edinmeniz.
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 156. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-156: “Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(e).”

Onlar ki; kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’nun için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.

Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ’nın dizaynına dikkatle bakın. O, her zaman sizden yanadır; her zaman sizin mutluluğunuz için herşeyi yapmaya hazırdır. Siz, O’nun için bir şey yapmadığınız sürece karşılığını alamazsınız. Ne verirseniz, onun karşılığını alacaksınız.

10 İHSAN

1- Öyleyse, Allah’a ulaşmayı dilerseniz, o zaman mutlaka Allahû Tealâ, Rahîm esmasıyla (ismiyle) sizin üzerinizde tecelli eder.
2-Bu tecelli evvela gözlerinizdeki hicab-ı mestureyi alır.
3-Sonra kulaklarınızdaki vakrayı alır.
4- Sonra kalbinizdeki ekinneti alır.
5- Yerine Allahû Tealâ ihbat koyar.

Allah’ın sizin için hedef gösterdiği şeyleri anlamanıza mani olan vakra, kulaklarınızın içindeki manevî bir etkendir. Kulaklarınız sözleri duyar ama siz irşada müteallik hususlarda o kulağınıza ulaşan sözlerin manasına varamazsınız. Kulaklarınız duyar ama zihniniz işitmez.
Yetmez, irşad makamına sadece bakarsınız, onu göremezsiniz. Başka insanlardan onu ayıran mürşidlik kavramının muhtevası hakkında bir fikrin sahibi olmadığınız için, ona bakarsınız, onu alelâde bir insan zannedersiniz. çünkü müktesebatınız o kadardır.
Bunlara ilâveten nefsinizin kalbinde ekinnet var. İrşada müteallik şeyleri idrak etmenize mani olur.
Bu engellerle donatılarak yaratıldınız. Allahû Tealâ sizi, mutluluğunuzda sizin payınız olsun diye böyle yarattı.
Kararı veremezseniz, Allah’a ulaşmayı dileyemezseniz Allahû Tealâ ne gözlerinizdeki hicab-ı mestûreyi, ne kulaklarınızdaki vakrayı, ne de kalbinizdeki ekinneti alır. Tabiatıyla ekinneti almadığı için de onun yerine ihbat koymaz. Ama eğer Allah’a ulaşmayı dilerseniz Allah mutlaka “Er Rahîm” esmasıyla (ismiyle) üzerinizde tecelliye başlar. Bu tecelli, yukarıda anlatılan sonuçlara yol açar.
Allahû Tealâ, gözünüzdeki o görünmez gözlükleri alır. İrşad makamına bu idrake vardıktan sonra bakarsanız onun söylediklerini işitmeye başlayacaksınız. O zaman onun herhangibir kişi olmadığını, onun irşad makamının sahibi olduğunu öğreneceksiniz. İç dünyanız bu tanımlamayı yapabilecek. İrşad makamının söylediklerinin sadece manasına varmayacaksınız, onu kalbinize indireceksiniz. ve idrak edeceksiniz; kendinize mal edeceksiniz. Öyle ki; başka birisi onun dışında bir şeylerle size ulaştığı zaman, o bilgilerinize olan, Allah’ın öğretisine olan güveninizle ona karşı çıkmayı başaracaksınız,. Bir tane Kur’ân-ı Kerim var, her tarafta aynı Kur’ân-ı Kerim, aynı âyetler. Hangi âyetten bahsediyorsanız hiç kimse o âyetin yokluğunu iddia edemez. Öyleyse kuvvetli olan sizsiniz.
7. basamaktasınız. Allahû Tealâ ise size olan yardımını bırakmaz. Kanun nasıl? Siz Allah’a bir adım atacaksınız, Allah size 10 adım atacak. Henüz 5 adım attı. Siz bir adım attınız; Allahû Tealâ’nın sizi seçmesinden sonra Allah’a ulaşmayı dilediniz. Bu dileğiniz üzerine Allahû Tealâ size 5 tane ihsanda bulundu:

1- Rahîm esmasıyla tecelliye başladı.
2- Gözlerinizdeki o gizli perdeyi aldı.
3- Kulaklarınızdaki işitme engelini aldı.
4- Kalbinizdeki idrak etme engelini aldı.
5- Oraya idrak etmeyi mümkün kılan ilâhi bir kompüter koydu.
6- Sonra nefsinizin kalbine ulaşır. Kalbinizin (nefsinizin kalbinin) şeytanın karanlıklarına dönük olan kapısını, Allah’tan gelecek olan nurlara doğru döndürür.
7-Allahû Tealâ, göğsünüzden nefsinizin kalbine bir manevi yol açar. Zikir yaptığınız zaman Allah’ın katından gelen nurların, nefsinizin kalbine ulaşıp da orada yerleşmelerini temin etmek için.
İnsan olarak sadece fizik vücudunuzun var olduğunu zannediyordunuz. Oysa ki; fizik vücudunuzun içinde, bir nefsiniz, bir de ruhunuz var. Unutmayın, nefsinizin kalbi afetlerle dolu. Bu afetler sebebiyle bütün kötülükler nefsinizin kalbindedir. Bütün insanların kalbi irşad makamına ulaşmadan evvel mutlaka kapkaranlıktır; %100 afetlerle doludur. Öfke, kin, kıskançlık, haset, iptilalar, isyan, müraailik, zan, vefasızlık, küfür, hırs, şehvet, cimrilik, zulüm, yalan, dedikodu, adaletsizlik, nankörlük, gurur-kibir, cehalet, sabırsızlık, fitne, fesat. Bütün bunlar nefsinizin afetleridir.
Bütün insanların nefsi %100 afetlerle dolu olarak, ruhu da %100 güzelliklerle, hasletlerle dolu olarak yaratılır.
Nefsinizde isyan mı var, ruhunuzda itaat var.
Nefsinizde nefret mi var, ruhunuzda sevgi var.
Nefsinizdeki bütün afetlerin zıddı olan bütün pozitif faktörler, ruhunuzda hasletler olarak mevcuttur.
8- Göğsünüzden kalbinize bu nur yolu açıldıktan sonra yapmanız lâzım gelen şey ara sıra, Allah, Allah, Allah, Allah... diye Allah’ın ismini zikretmek. Bunu yaptığınız zaman nefsinizin kalbine Allahû Tealâ rahmet ile fazl ve rahmet ile salâvât adında iki grup nur gönderir. Rahmetler kargo uçakları gibidir. Fazılları ve salâvâtı beraberinde taşırlar. Göğsünüze kadar gelen bu nurlar mutlaka Allah’ın açtığı o yolu takip ederek nefsinizin kalbine ulaşır.
Nefsinizin kalbine giren rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar daha ileride kalbinizde yerleşeceklerdir ama bu aşamada yani daha mürşidinize ulaşmadan evvel (nefsinizin kalbi mühürlü durumdayken) fazl ve salâvât kalbin içine giremez. Sadece rahmet kalbinizin içine sızabilir.
İnsanın ne kadar çok negatif faktörle yüklü olduğunu görüyor musunuz? Bütün nefsiniz afetlerle dolu. Gözlerinizde hicab-ı mesture, kulaklarınızda vakra, kalbinizde ekinnet var. Allah’ın emirlerini yapmamanız için neredeyse herşeyle donatılmışsınız. Ama bütün bunlardan sizi kurtaracak olan şey, sadece bir tek dilek: Allah’a ulaşmayı dilemek. Sonra herşeyi Allah gerçekleştiriyor.
9- Rahmet nurları kalbe sızabilir, nefsinizin kalbinde bir küçücük birikim yapar bunlar, %1 derken, %2. Bu rakam %3’e hiç ulaşmaz. Çünkü nefsinizin kalbinde onları tutabilecek olan bir kuvvet yok. Tam aksine onları oradan kapı dışarı edecek olan başka bir faktör var. Bütün insanların nefsinin kalbinde "küfür"yazar. Bu “küfür” kelimesi rahmete karşı da, fazla karşı da çekiş değil, itici bir kuvvetin sahibidir. Bu sebepten, bir insanın kalbinde %2’den fazla nur birikimi oluşmaz. %2’yi tamamladığınız ve Allahû Tealâ’nın tarifine göre huşû sahibi olduğunuz zaman Allahû Tealâ sizin yeni bir hüviyete girmenizi sağlar. Artık siz mürşide ulaşmak isteyen bir insan olursunuz. Kalbinizdeki ekinnet, kulaklarınızdaki vakra alınınca, onun söylediklerini anlamaya başlarsınız. Anlarsınız ki Allahû Tealâ sizden sizin mutluluğunuzdan başka hiçbir şey istemiyor.
10- İbadetlerinizin Allah’a hiçbir faydası yoktur. Allah sizi O’na ibadet edesiniz diye yaratmadı ama ibadet ederseniz bundan derecat kazanacaksınız. Sizin için faydalı olan budur. Eğer zikir yaparsanız nefsinizin kalbindeki nurlar giderek artacak, dünya hayatında da mutluluğu yaşayacaksınız. Bu kişiye mürşidini gösteren ve o kişinin kalbindeki ekinneti alıp ihbat koyan Allahû Tealâ, irşad makamına karşı bir sevgi aşılar. Artık o kişi, mürşidine ulaşmayı mutlak olarak dileyen birisidir. Ve o kişi hacet namazını kıldığında, Allah ona mutlaka mürşidini gösterir. Bazen hacet namazı kılmadan da gösterir ve kişi gönlünden gelerek, isteyerek mürşidine ulaşır.
Kişi bu adımı atarsa, Allah’ın bu 10. ihsanından sonra kendisine düşen ikinci adımı atmış olur. Birinci adımda ne yaptı kişi? Allah’a ulaşmayı diledi. Kendisinden bekleneni yaptı, karşılığında 10 tane ihsan aldı.
İkinci adımı attı, Allah’ın gösterdiği mürşide ulaştı. Dikkat edin, onun için vazgeçilmez bir şeydir bu. O artık yaşamasının mutlaka irşad makamının irşadıyla mümkün olduğunu idrak etmiş bir insandır. Mutluluğun arkasında onun olduğunu görür ve ona ulaşıp tövbe eder; mürşidini sever. Tâbî olduğu anda ikinci adımı atmıştır. Buna karşılık Allahû Tealâ’dan 10 tane mükâfat alacaktır. Bu mükâfatın herbirinin adı ni’mettir.

10 Nİ’MET

Şimdi bu 10 tane ni’meti inceleyelim.

1- Devrin İmamı’nın Ruhu başınızın üzerine gelir, yatay vaziyette yaklaşık 1 metre yukarınıza yerleşir. Allah’ın birinci ni’meti. Bu noktadan itibaren, bu ni’met başınızın üzerinde olduğu için, bundan sonra Allah’ın size vereceği bütün ihsanlar artık “ihsan” adıyla anılmayacaktır, ni’met hüviyetindedir.
Görüyor musunuz engelleri? Allahû Tealâ, irşad makamını görüp ondan haberdar olmayasınız diye gözlerinize hicab-ı mesture koymuş.
İrşada müteallik olan şeyleri anlamayasınız diye kulaklarınıza vakra koymuş.
İdrak edemeyesiniz diye, anlamanın daha derinine giremeyesiniz diye kalbinize ekinnet koymuş,.
Kalbinizin iki tane kapısı var. Allah’ın kapısı mühürlü; içeriye hiçbir şey giremez. Şeytanın kapısı açık; karanlıklar mütemadiyen nefsinizin kalbini dolduruyor.
Bütün bu sıkıntılardan sizi kurtaracak olan şey ise bir tek şey: Allah’a ulaşmayı dilemek. Dilediğiniz zaman bunların hepsi sizden alınıyor. Allah’ın ne kadar kolay bir şeyle, ne kadar çok lütûfta bulunduğunu anlıyor musunuz? Bir tek dileğiniz üzerine Allah’ın bütün engelleri önünüzden kaldırdığını görüyorsunuz. Allahû Tealâ engellerin hepsini kaldırıyor ve siz Allah’ın yolunda ilerleyebilecek olan bir hüviyete getiriliyorsunuz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah’ın birinci kanunu 1’e 10’dur. Bir adım attınız, Allah’a ulaşmayı dilediniz, derhal işitti, bildi ve gördü. Onun üzerine size 10 tane ihsanda bulundu. Bu 10 tane ihsanla Allah’ın gösterdiği mürşide ulaştınız, mutlaka gösterir. Önünde diz çöküp tövbe ettiniz.
Birinci ni’met derhal başınızın üzerine gelip yerleşir. Bu sizi bütün zülmanî ilimlerden korur. Cinler sizin vücudunuza giremez ve size büyü yapılamaz; büyü yapıldığı zaman, onu yapan kişinin kendisine döner. Bu, Allahû Tealâ’nın ilk ni’metidir.
2- İkinci ni’met olarak Allah nefsinizin kalbinin mührünü açtı. Bütün kalpler başlangıçta mühürlüdür, içinde de küfür yazar.
2/BAKARA-6: “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).”

Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de, etmesen de (onlar için) eşittir (birdir). Îmân etmezler (mü’min olmazlar).

2/BAKARA-7: “Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ semıhim ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).”

Allah onların kalpleri üzerine (kalplerindeki rahmet kapısının üzerine) ve (kalplerindeki) işitme (sem’i) hassasının üzerine mühür vurdu (mühürledi). (Ve kalplerindeki) görme (basar) hassasının üzerine GIŞAVET (adlı) bir perde (çekti). Onlar için azîm (büyük) bir azap (var).

3- Allahû Tealâ kalbin mührünü açarsa ne olur? Açarsa küfre ulaşır. Küfrü nefsinizin kalbinden alır, atar. Bu, üçüncü ni’mettir.
4- Sonra da kalbinizin içine “îmân” kelimesini yazar. Bu noktadan itibaren mü’minsiniz. Herkes zanneder ki; Allah’a inanan mü’mindir, inanmayan kâfirdir. Allahû Tealâ tarif veriyor: Kalbinde küfür yazan kâfirdir. “Kâfir” kelimesi, küfrün sahibi anlamına gelir. Kalbinde “îmân” yazan mü’mindir. “Mü’min” kelimesi, îmânın sahibi anlamına gelir.
Herkesin doğuştan itibaren kalbinde yalnız küfür yazar. Herkes Kur’ân-ı Kerim’e göre kâfir hükmünde doğar; doğuştan dalâlettedir.
İşte dalâletten kurtulduğunuz nokta, mürşidinize ulaştığınız noktadır. Çünkü, o gün hidayete adım atacaksınız.
Allah kalbinizin mührünü açtı.
Kalbinizin içindeki küfür kelimesini aldı.
Kalbinizin içine îmânı yazdı.
Bütün bunların oluşması için gerekli olan şeyi gerçekleştirdi; Devrin İmamı’nın Ruhunu başınız üzerine getirip yerleştirdi. 4 tane ni’met.
5- Beşincisi, Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesine göre, sizin o güne kadar işlediğiniz bütün günahları sevaba çevirdi. Kim olursanız olun, ne kadar büyük günahlar işlemiş olursanız olun, Allah’a göre farketmez. Hepsini mutlaka sevaba çevirir.

25/FURKAN-70: “İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(in), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).”

Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine îmân yazıldığı için) mü’min olan ve (aynı sebeple) nefsi ıslâh edici ameller işleyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir. Ve Allah günahları sevaba çeviren ve rahmet gönderendir.

“Kim bu istikamette Bize âmenû olur da, Bize ulaşmayı diler de mürşidine ulaşırsa, onun bütün günahlarını sevaba çeviririz.” diye buyuruyor Allahû Tealâ.
Şimdi burada Mevlâna’yı hatırlayalım. Ne diyordu Mevlâna Celâleddîn Rumi Hazretleri?
Putperest olsan da gel,
Mecusi olsan da gel,
Ateşe tapsan da gel,
Şeytana tapsan da gene gel.
Bu dergâh, ümitsizler dergâhı değildir.Neden böyle diyor acaba? Çünkü kişinin günahları ne kadar büyük olursa olsun, eğer o, ilmi aldıysa, Allah’a ulaşmayı dilediği andan sonra Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşırsa bütün günahlarının sadece affedilmeyeceğini, üstelik sevaba çevrileceğini; Allah’ın kendisine mağfiret edeceğini öğrenmiştir.
İşte o güne kadar işlediği bütün günahlarını Allah sevaba çevirir. Allah’ın 5. ni’meti.
Bu noktadan itibaren hidayetler başlıyor.
Böyle olduğu anda, o kişinin 10 tane ihsanla mürşidine ulaştığı ve mürşidine tâbî olduğu hem devrin imamı tarafından, hem de arşı tutan melekler tarafından görülür. Hepsi her tövbe merasiminde, bu tarzdaki bir tövbe merasiminde hazır bulunur. Kişi ihsanla gelse de, gelmese de hazır bulunur. Kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa tövbesi ona hiçbir şey sağlamaz; sadece tövbe etmiş olur ama bir tek günahı bile o tövbe sebebiyle affedilmez.
Burada olay açık şekilde görülüyor. Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi, kendisi bir şey yapmadığı halde, sırf ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı, hidayete ermeyi dilediği için, Allah onun için herşeyi yapar.
İşte 6, 7, ve 8. ni’metler; ruh, nefs ve fizik vücud açısından gerçekleşiyor.
6- 6. ni’met; o kişinin ruhu, (10 tane ihsanla mürşidine ulaşmışsa) tövbe ettiği anda derhal vücudunu terkeder. Kişi hangi irşad makamının elini öpmüşse, tâbî olmuşsa, ruh onun dergâhına ulaşır. Bu birinci hidayet; ruhun Allah’a doğru “seyr-i sülûk” isimli yolculuğuna başlamasıdır.
7- 7. ni’met, o kişinin nefsi tezkiye olmaya başlamasıdır. Burada kişi zikir yapar: “Allah, Allah, Allah, Allah...” Allah’ın ismi tekrar edilir. Bu zikri yaptığı zaman Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât isimli iki grup nur, o kişinin göğsüne gelir ve göğsünden Allah’ın açmış olduğu yolu takip ederek kişinin kalbine ulaşır. Bu noktada kalbe ulaşan rahmetle fazl, rahmetle salâvât bakar ki kalp mühürlü değil, mühür açılmış. Kalbin üzerindeki o mühre ulaşan rahmetle fazl ve rahmetle salâvât, (4 grup enerji) mührü kalbin alt boyutuna doğru iter ve kalbin en altında bulunan zülmanikapıyı mühürler.
O ana kadar o kişinin nefsinin kalbine devamlı karanlıklarını buradan sokan iblis, artık durmak mecburiyetindedir. Çünkü kapı kilitlenmiştir, mühürlenmiştir. Zikir boyunca nefsinizin kalbine şeytanın karanlıklarının girmesi mümkün değildir.
Peki ne oldu? Rabbani kapıda yukarıda bir engel olan mühür, oradan ayrıldı, şeytana engel oldu. Artık karanlıklar nefsinizin kalbine giremiyor. Bunun manası, yukarıdan aşağı gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât partikülleri, nefsinizin kalbine mutlak olarak ulaşacaklardır ve nefsinizin kalbini karanlıklardan %100 temizleyeceklerdir. Daha işin başındasınız; daha yeni zikre başladınız, daha o gün nefsinizin kalbinde hiçbir karanlık kalmaz. Birkaç dakika içinde nefsinizin kalbi tamamen Allah’ın nurlarıyla, rahmetiyle, fazlıyla ve salâvâtıyla işgal edilir. Tertemiz, pırıl pırıl bir kalbin sahibi oldunuz. Bu, zikir yaptığınız sürece devam eder; ötesine taşmaz.
Görülüyor ki; 7. ni’met, nefsin kalbinin zikir sebebiyle aydınlanmaya başlamasıdır. Nefsin hidayete adım atmasıdır.
8- 8. ni’met, fizik vücudun artık Allah’a kul olmaya başlaması, Allah’ın emir ve nehiylerine riayet etmeye başlamasıdır. Fizik vücut da hidayete adım atmıştır.
9- 9. ni’met; kişi o güne kadar sevaplarına karşılık bire 10 alırken, artık bire 100’den 700’ e kadar almaya başlar.
10- 10. ni’met ise; o kişinin kalbine salâvât nuru da gelir.
Kişi artık hidayete adım atmıştır. Hidayet basamaklarında ilerlemek, amilüssalihata bağlı olarak gelişir.

Zikir yaptığınız sürece nefsinizin kalbine Allah’ın niçin “îmân” kelimesini yazdığının manasını anlarsınız. Nefsinizin kalbine yazılan “îmân” kelimesi, bir çekim gücünün sahibidir. Yalnız fazılları kendisine çeker. Fazıllar, ruhunuzun hasletleriyle paralel hüviyet taşır. Ve nefsinizin kalbine ulaşan rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar, “îmân” kelimesinin çekim gücüne kapılarak gelip “îmân” kelimesinin etrafında toparlanmaya başlarlar. Bir defa yerleştiler mi hiçbir kuvvet onları oradan ayıramaz. Ne şeytan, ne de kalpteki karanlıklar! Karanlıklar işgal edilen yerleri terketmeye mecburdurlar. Allah’ın Kanunu böyledir.
İlk %7 nur birikimini sağladınız. 1, 2... derken %7 oldu. Nefs-i Emmare’desiniz.
Nefs-i Emmarede’yseniz, nefsinizin kalbinde %7 nur birikti demektir. Sonuç; fizik vücudunuzun içinde bir rehine olarak bulunan nefsiniz, 1. gök katının kapısını remote kontrol (uzaktan kumanda) yoluyla kontrol edebilecek olan anahtarı ele geçirdi. Bu ele geçirme standartları içinde bir sonuçla karşı karşıyasınız. Artık 1. gök katının kapısı sizin ruhunuza açıktır. A'raf Suresi 40. âyet-i kerimede Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
7/ A’RAF-40: “İnnellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ lâ tufettehu lehum ebvâbus semâi ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti), ve kezâlike neczîl mucrimîn(mucrimîn.)”

Muhakkak ki; âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz. Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri (suçluları) işte böyle cezalandırırız.

“Kibirlilere ve Allah’ın âyetleriyle ve resûlleriyle alay edenlere gök kapılarını açmayız.” şeklinde buyuruyor Allahû Tealâ.
Ama burada 1. gök katının kapısı sizin için açılıyor.
%7 nur birikimi, Nefs-i Emmare’desiniz. Nefsinizin kalbindeki yalnız %7, artık Allah’ın emirlerini mutlaka yerine getirmek isteyen, yasak ettiği fiilleri işlemeyi hiç istemeyen bir hüviyet kazanıyor.
Ruhunuz ise 1. gök katının kapısı açıldığı için ana dergâhın altın kapısından yukarıya doğru diğer ruhlarla beraber saf halinde yükseliyor ama o 1. katta kalıyor, ötekiler daha üst katlara çıkıyorlar.
Ruhun Allah’a doğru yolculuğunun adı seyr-i sülûktur. Allah’tan gelen bir emanet olan ruhunuz, gök katlarını birer birer aşarak Allah’a geri dönüyor,
Kişi zikrine devam ediyor. İkinci bir %7 nur birikimi gerçekleştiği zaman Nefs-i Levvame’de bulunuyor. Kişi hataları hâlâ yapmaya devam ediyor ama biliyor ki onlar nefsinin afetlerinden kaynaklanıyor. Nefsini kınıyor: “Ben bunları işlemek istemiyorum ama bu alçak nefs işliyor.”
Sonra bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mulhime; ruhun 3. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Mutmainne; ruhun 4. gök katı.
Bir daha %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye; ruhun 5. gök katı.
Nihayet 6. katta nurlanma hücresinde, yüzü oradan gelen beyaz çok açık yeşil bir nurdan, elleri ve yüzünün derileri çatlayan o ruh, başkalarıyla beraber her seferinde tedavi edilerek 6. kattan aşağı gönderilir. Nefsi ise Mardiyye kademesindedir.
Ama bir gün derileri çatlamaz. Çatlamadığı gün fetih için hazırdır; elbiseleri değiştirilir; eline fetih kılıcı teslim edilir; kubbeden yukarı yükselir ve 7. katın altın kapısına ulaşır. 7 beyaz mermerden, 7 basamaklı bir sahanlık, arkasında zemin kattaki altın kapının aynısı bulunur. Önünde 7 halkadan oluşan bir zincir trabzanlara asılıdır. Ruh, elindeki kılıçla bir defa vurur, zincir mutlaka ikiye ayrılır. Masal gibi değil mi? Ama bunların hepsi hakikat. Bir gün eğer dilerseniz göreceksiniz.
Sevgili okuyucular, düşünce standartlarınızda iblis sizin mutluluğa ulaşmamanız için her türlü vesveseyi mutlaka verir. Bu duyduğunuz, işittiğiniz, gördüğünüz şeyleri size yalanlar olarak kabul ettirmeye çalışır. Ama kalp gözünüz açıldığı zaman bunların hepsinin birer hakikat olduğunu yaşayacaksınız. O zaman: “Allah’ın evliyaları gerçekten varmış.” diyeceksiniz.
Bir tarafınızda mutluluk sizi bekliyor, öbür tarafınızda o mutluluğa ulaşmamanız için iblis herşeyi yapıyor.
7. kata ulaştığınız zaman, o altın zincire "Besmele"yle kılıcınızı vurduğunuz zaman altın zincir ikiye ayrılır. A rkadaki altın kapı açılır, oradan uçarak içeriye girersiniz. Bu 7. katın fethidir. O kapının adı FETİH KAPISI’dır.
Orada 7 tane âlemden adım adım geçeceksiniz. Evvela kader hücreleri, sonra ümmülkitap, sonra kudret denizi, sonra makam-ı mahmud, sonra divan-ı salihîn, sonra zikir hücreleri ve nihayet Sidret-ül Münteha.
Bunları geçerken görmeyeceksiniz ama ileride salâh makamına ulaşacaksınız ve Allahû Tealâ size bütün bu anlatılanları mutlaka gösterecek. O zaman Allah’a çok şükredeceksiniz, çok hamdedeceksiniz ki insan olarak yaratılmışsınız.
İnsan, kâinatın uğruna yaratıldığı yegâne varlıktır.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
“Bütün göklerde ve bütün arzlarda neyi yarattıysam, canlı ve cansız neyi yarattıysam hepsini sizin için yarattım ey insanlar!”
İnsan, Allah’ın Allah’a en yakın mahlûkudur. Melekler, cinler, hayvanlar, insanlar, her türlü canlılar ve cansızlar; bu kadar mahlûkun içinde Allah’a ait bir varlığı bünyesinde taşıyan sadece insandır. Ruhunuz size Allah’tan gelmiştir; siz bir emanet taşıyorsunuz. Bu emaneti o emanetin sahibine ölmeden evvel ulaştırmak gibi sizi mutlu kılacak bir göreviniz var.
Öyleyse böyle bir göreve dikkatle bakın! Mutluluk başka birisi için değil, sizin için. Allahû Tealâ tarafından herkes mutluluğa açık olarak yaratılmıştır. Dikkat edin ki, bu kâinattaki bütün o mahlûkatın içinde (meleklerin, cinlerin vb.) sadece siz, Allah’a ait bir varlığı emanet olarak taşıyorsunuz: Ruhunuz. Bir gün onu göreceksiniz. Başka ruhlarla beraber nasıl gök katlarını aştığını göreceksiniz. Hangi katta, hangi ameliyelerden geçtiğini göreceksiniz ve o zaman Allahû Tealâ’ya çok şükredeceksiniz, alelâde bir insan olmadığınız için, Allah’ın seçtiklerinden olduğunuz için, mutluluğa lâyık görüldüğünüz için, O’nun tarafından sevildiğiniz için.
VE MUTLU OLACAKSINIZ.
Sevgili okuyucular, masala benzese de bir masal değil. Bunları, teker teker yaşamış olan birisi yazıyor. Bugün yüzlerce kardeşimiz bu güzellikleri yaşıyor.
Öyleyse muhtevaya dikkatle bakın. Mutlu olmak için Allahû Tealâ size herşeyi vermeye hazır; siz O’ndan istemiyorsunuz.
Öyleyse şu yaşadığınız hayatınıza dikkatle bakın. Kendi kendinize sorun: “Mutlu muyum?” diye.
“Mutsuzum” cevabını aldığınız zaman bu sözleri hatırlayın: O, sizi mutlu kılacak olan bütün özelliklerinizle birlikte yarattı. Siz o özelliklerinizi kullanmayan birisi olduğunuz için mutsuzsunuz.
Unutmayın! Kuvvetli olmak istiyorsanız, insanların arasında kuvvetli birisi olmak istiyorsanız, o zaman Allah’ın ilmini öğrenin.
Allahû Tealâ buyuruyor ki:
“Eğer Bana inanıyorsanız, Bana güvenin, tevekkül edin, Beni vekil tayin edin. Eğer Bana tevekkül ederseniz bilin ki; en kuvvetli sizsiniz.”
Bunun iki açıklaması var:
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
“Eğer Ben, sizinle berabersem bütün dünya düşmanınız olsa Ben, onları yenerim. Eğer Ben, sizin düşmanlarınızla berabersem, sizin bir düşmanınızla berabersem bütün dünya sizinle beraber olsa gene Ben yenerim; sizi de, sizinle beraber olanları da.”
Öyleyse seçiminizi neden Allah’ın karşısında bir pozisyonda yer alarak resimliyorsunuz? Kendinize yazık etmiyor musunuz? Bu tasavvufun içindeki insanlar neden mutlular da siz mutsuzsunuz diye hiç düşünmüyor musunuz? Onların yaptıklarını yapmayarak onların birtakım zavallılar olduğunu, sizin de akıllılar safında olduğunu düşünüyorsunuz, öyle değil mi?
Sevgili okuyucular, kendinize ne kadar yazık ettiğinizi bugün anlayamayacaksınız ama bir gün öleceksiniz. O zaman acı acı bütün sizin gibi olanların:
“Yarabbi, şimdi hakikati anladım, beni tekrar geriye gönderir misin? Şu dünyada yaşayayım da Sana ne kadar lâyık bir kul olduğumu Sana ispat edeyim.”
Allahû Tealâ firavunun bu talebi üzerine şöyle buyuruyor:
“Ey firavun! Böyle bir talepte bulunanları hiçbir zaman geri göndermeyiz ama seni başka bir şekilde geri göndereceğiz. Senden sonra gelecek olan binlerce yıl boyunca insanlara senin gibi asi olanların hangi duruma geldiğini ispat etmek için senin vücudunu çürütmeyeceğim, seni burada, şu anda Bana secde ederken olduğun vaziyette binlerce yıl vücudunu muhafaza edeceğim.
Sevgili okuyucular, firavunun bu secde hüviyetindeki cesedi bugün British Museum’da ve insanlar ibretle bakıyorlar. “Ben Allah’ım!” diyen o firavunun Allah’ın karşısında nasıl secdeye geldiğini bütün insanlara ispat ediyor ceset. En az 3000 yıldan beri bu cesette en ufak bir çürüme olmamış. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de verdiği sözü yerine getiriyor. Bir örnek kılmış onu gelecek olan nesillere.
İşte Allah’ın taraftarı olmak veya farkına bile varmadan şeytanın taraftarı olarak kalmak. O sizlerin elinde. Gönlünüz nasıl isterse öyle yaşayacaksınız. Unutmayın, üstelik buna yetkilisiniz.
O Allah’ın evliyasının neden o kadar mutlu olduğunu hiç düşündünüz mü? Kalpleri Allah ile birlikte olduğu için. Yunus diyor ki:
“Ben O’nu kendime dost kıldım. Artık O’ndan neden korkayım!”
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
“O Allah’ın evliyası var ya, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.”
Neden korku yok? Allah ile dost olmuşlar. Onlar Allah’ı sevmiş, Allah da onları sevmiş.
Sevgili okuyucular, bu söylediğimiz noktadan itibaren neler oluyor beraberce bakalım.
Her %7 nur birikimiyle, kişi 7 tane gök katını aştı. %51 nur birikimi oluştu, baştan %2 huşûda almıştı rahmet. Kişi, 7 defa 7 (%49) fazl birikimini gerçekleştirdi; kalbi %51 nura kavuştu.
O kişi nefsini tezkiye etti ve dünya mutluluğunun % 51’ine ulaştı. Hiç kimse başkasının mutluluğundan ve mutsuzluğundan mesul değildir. Kim mutsuzsa, o sadece kendisi kendi mutsuzluğundan mesuldür ve atacağı bütün adımlar yanlıştır. Şeytan devamlı ona tesir etmek suretiyle onun mutluluğa ulaşacak olan güzel adımlar atmasına hep mani olur. Kişi de en akıllı standartlarda en doğruyu yaptığını zanneder ve hayatını mutsuzlukla tüketir. Bu sebeple Fatır Suresi 18. âyet-i kerimeye bakalım:

35/FATIR-18: “Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in tet’u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey’un velev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salât, ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(i), ve ilallâhil masîr(u).”

Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. Eğer (başkasını) çağırırsa yüklensinler diye, hiçbiri yüklenilmez. Akrabası olsa bile. Muhakkak ki; sen ancak Rab’lerine gaybta huşû duyanlar ve namaz kılanları uyarırsın. Kim nefsini tezkiye ederse, bunu kendi nefsi için yapmış olur ve (ruhu) Allah’a doğru yola çıkar (Allah’a ulaşır).

Sonuç; ruhunu Allah’a ulaştıran kişi Allah’ın evliyası olur.
Ruhunuz 7 tane gök katını aştığı zaman 7 âlem geçer ve ondan sonra yaptığı bir dikey yolculukla Allah’ın Zat’ına ulaşır. Evet, Allah’ın Zat’ı var. Ruhunuz Allah’ın Zat’ında kaybolur. O zaman fenâfillah makamındasınız. Fenâ, “fani olmak, yok olmak” demek. Fî, “içinde” demek. Allah da “ALLAH” demek. Fenâfillah, “Allah’ın içinde yok olmak, fani olmak” demek.
Ne zaman ruhunuz Allah’ın Zat’ına ulaşır da, Allah’ın Zat’ında yok olursa, emri yerine getirmiştir. Ruhunuzun Allah’a siz hayattayken geri dönmesi konusunda tam 12 tane farz var. Unutmayın! Hiç kimse mecbur değildir. Siz dilerseniz emri yerine getireceksiniz ve mutlu olacaksınız. Dilemezseniz yerine getirmeyeceksiniz. Mecbur değilsiniz ama yerine getirmez iseniz cehenneme gitmek zorundasınız.
Cennet saadetlerinin birincisi, Allah’a ulaşmayı dilediğiniz an gerç
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Mart 2013       Mesaj #19
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya ama gerçekten din ödevi deftere yazıcaz bu kadar uzun olmasın yaa Msn Confused yinede elinize sağlık
yardımcı - avatarı
yardımcı
Ziyaretçi
11 Nisan 2013       Mesaj #20
yardımcı - avatarı
Ziyaretçi
arkadaşlar şimdi soruya gelelim .ben kısa ama öz cevap vericem insan sadece Allah'a inanırsa Allah'ta onlara yardımcı olur.kısacası bu temel inanmak olur.

Benzer Konular

6 Nisan 2013 / aybuş Soru-Cevap
29 Mayıs 2014 / Misafir Cevaplanmış
25 Şubat 2013 / Misafir Soru-Cevap
10 Nisan 2014 / misafir Cevaplanmış
16 Ocak 2014 / Misafir Cevaplanmış