
Ziyaretçi
cevap
2. mahmud
---------- Mesaj tarihi 20:42 ---------- Önceki mesaj tarihi 20:37 ----------
2. mahmud

---------- Mesaj tarihi 20:42 ---------- Önceki mesaj tarihi 20:37 ----------
2. mahmud
Osmanlı Devleti'nde ilk genel nüfus sayımı 1246 (1831) tarihinde II. Mahmud zamanında yapılmıştır. Osmanlı Devleti bu sayımla; müslim ve gayri müslim nüfusu ortaya çıkartmayı, böylece II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılıp (15-16 Haziran 1826) yerine yeni bir ordunun kurulması için ülke dahilindeki aktif gücün, yani askere alabileceği müslüman erkek nüfusun, diğer taraftan da ülke sınırları genişlediği için cizye alabileceği gayri müslim nüfusun tespitinin yapılması gayesini gütmüştür.
II. Mahmud döneminde (1808-1839) Osmanlı Devleti iç isyanlar, savaşlar ve devlet kademelerindeki çeşitli bozukluklar nedeniyle gerek ordu sisteminde, gerekse bürokratik ve malî açıdan çeşitli yenilikler ve düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Ülkenin güvenliğini sağlamakta olan Yeniçeri Ordusu'nun giderek bozularak yönetime başkaldıracak seviyeye gelmesi, eğitimden uzaklaşması ve gitgide devleti çeşitli sahalarda çökertmeye başlaması üzerine ülke dahilinde köklü düzenlemeler yapılması, bunun için de öncelikle ülke güvenliğinin sağlanması gerekiyordu. Bu da ancak ordunun bir düzene sokulması, teknolojik yeniliklerle donatılması ve yenilenmesi ile mümkündü. Çünkü düzensiz ve başıbozuk bir ordu ile köklü yeniliklere gitmek, zaten bozulmaya başlayan bir sistem için zor gözükmekteydi.
Bu nedenle, bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin en güçlü kurumu iken sonraları bozulan ve devlete zarar vermeye başlayan Yeniçeri Ocağı 15-16 Haziran 1826'da lağvedildi. Bu olay Osmanlı tarihine "Vak‘a-i Hayriyye" olarak geçti. Yeniçeri Ocağı'nın yerine "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye" adıyla yeni bir ordu kuruldu. Bu ordunun sağlam temellere oturtulması, sürekli geliştirilmesi ve hem maddî hem de insan gücü yönünden yeni kaynaklara sahip olması gerekiyordu. Yani ülke dahilinde askerlik yapabilecek halkın sayısı ile vergi mükellefi olanların sayılarının bilinmesi, yeni ordunun aktif gücünün tespit edilmesi ve son zamanlarda birçok aksaklıkları uğrayan vergi sisteminin yeniden düzene sokularak devletin gelir kaynaklarının tespit edilip düzenli şekilde vergi toplanması gerekiyordu. Bunları gerçekleştirebilmek için devlet kademelerinde yeni arayışlar başladı.
Tanzimat'la birlikte Osmanlı Devleti'nin çeşitli kademelerinde başlayan yenileşme hareketleri ve merkezî idarenin taşralarda daha fazla söz sahibi olması yani idarede merkeziyetçilik fikri, bürokratik yapıda da çeşitli yeniliklerin yapılması zorunluluğunu getirdi. Mahallî idarelerde birtakım değişiklikler yapılarak en küçük idarî birim olan muhtarlıklardan başlanıp, kazâ, sancak ve eyâletlerin idarî yapılarında da bir takım değişikliklere gidildi. Mahallelerde doğanların, ölenlerin, gelip gidenlerin ve güvenliklerinin takibi görevi müslüman mahallelerde imamlardan alınarak muhtarlara, gayri müslim mahallelerde ise papazlardan alınarak kocabaşılara verildi.
Nüfus işlerini takip için 1839'dan itibaren eyâletlerde nüfus nâzırı, sancak ve kazâlarda da nüfus memuru ve mukayyid adıyla memurlar görevlendirilmişlerdir. Bu memurların görevleri, bölgelerinde veya sorumluluk alanlarındaki doğum ve ölüm olaylarını takip ederek aylık cetveller halinde merkeze, yani İstanbul'da bu cetvelleri toplayacak ve takip edecek olan Cerîde-i Nüfus İdaresi'ne bildirmekti.
Cerîde Nâzırı Mehmed Said Paşa tarafından hazırlanan ve padişaha takdim olunan takrirde, vilâyetlerde ve kazâlarda yapılan sayımlarla ilgili tutulan defterlerin İstanbul'a gönderilmesi teklif edilmiştir.
Osmanlı Devleti, başta yeni fethedilen yerler olmak üzere ülke toprakları üzerinde yaşayan halkın sayım ve yazımını yaptırmıştır. Çünkü reayânın iyi bir şekilde idaresi Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve gelişme dönemlerinde devlet için esas sayılmıştır. Bu esasa göre de devlet için bilinmesi gereken en önemli şey reayânın elinde bulundurduğu toprak ve bu toprak ile reayâ arasında var olan ilişkidir. Reayâ ile toprak arasındaki bu ilişkiyi tanıyıp iyi bilmek için de öncelikle toprak ve nüfus sayımının yapılması gerekmektedir. Vergi ve askerlik işleri bu sayım ve yazım esasına dayandığından, devletin toprak düzeni ve yönetim sistemi bu sayım ve yazımı zorunlu kılıyordu.
Osmanlı Devleti'nde nüfus sayımı asırlarca toprak yazımı ve dolayısıyla askerlik yapacak potansiyeli tespit için yapılmıştır. Toprak yazımının sonunda düzenlenen Tapu-Tahrir Defterleri'nde yazımla ilgili bilgiler toplanmıştır. XVI. yy.'da yaygın bir şekilde yapılan toprak yazımı daha sonraki senelerde çeşitli sebeplerden dolayı aksamalara uğramıştır.
Askerî ve malî konuları esas alarak yapılmış olan toprak yazımlarını nüfus sayımları gibi kabul etmek doğru değildir. Fakat toprak yazımı için tutulan kayıtlardan yola çıkılarak o dönemde yazımı yapılan yerlerin nüfusu hakkında kesin olmasa da yaklaşık olarak bir bilgi sahibi olmak mümkündür.
Toprak yazımı esnasında tutulan kayıtlarda yani Tapu-Tahrir Defterleri'nde belli bir yaşa gelmiş, eli silah tutan ve vergi mükellefi olan şahıslar esas alınmakta, ayrıca evlenmemiş vergi mükellefi olanlar da kayıtlarda belirtilmektedir. Bazı yerli ve yabancı araştırmacıların, tahrir defterlerinden o dönemde yazımı yapılan yerlerin genel nüfusu ile ilgili çalışmalarda kullanılabilecek standart bir sayı ortaya koyma yönünde yaptıkları çalışmalarda tahrir defterlerindeki hâne reislerinin, yerine göre 3-5 rakamlarıyla çarpılması sonucunda yazımı yapılan yerin ortalama nüfusunun bulunabileceğini belirtmelerine ve yaptıkları araştırmalarda bu yönde tahminlerde bulunmalarına rağmen bu tahminler objektif olamamaktadır. Çünkü hâne halkının sayısı coğrafî bölge, iklim, sosyal durum, göçler, savaşlar vs. gibi sebeplerden dolayı değişebilmektedir. Ayrıca vergiden muaf tutulanlar ile devlet görevlilerinin emrinde bulunan "maiyyet halkı" ve şehirlerde oturan yabancı tüccarlar ile aileleri tahrir defterlerinde belirtilmediğinden, bunların da dikkate alınması gerekmektedir. Ancak bu şekilde bölgenin tahmini nüfusu hakkında bir fikir yürütülebilir.
Sponsorlu Baglantilar
Bu nedenle, bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin en güçlü kurumu iken sonraları bozulan ve devlete zarar vermeye başlayan Yeniçeri Ocağı 15-16 Haziran 1826'da lağvedildi. Bu olay Osmanlı tarihine "Vak‘a-i Hayriyye" olarak geçti. Yeniçeri Ocağı'nın yerine "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye" adıyla yeni bir ordu kuruldu. Bu ordunun sağlam temellere oturtulması, sürekli geliştirilmesi ve hem maddî hem de insan gücü yönünden yeni kaynaklara sahip olması gerekiyordu. Yani ülke dahilinde askerlik yapabilecek halkın sayısı ile vergi mükellefi olanların sayılarının bilinmesi, yeni ordunun aktif gücünün tespit edilmesi ve son zamanlarda birçok aksaklıkları uğrayan vergi sisteminin yeniden düzene sokularak devletin gelir kaynaklarının tespit edilip düzenli şekilde vergi toplanması gerekiyordu. Bunları gerçekleştirebilmek için devlet kademelerinde yeni arayışlar başladı.
Tanzimat'la birlikte Osmanlı Devleti'nin çeşitli kademelerinde başlayan yenileşme hareketleri ve merkezî idarenin taşralarda daha fazla söz sahibi olması yani idarede merkeziyetçilik fikri, bürokratik yapıda da çeşitli yeniliklerin yapılması zorunluluğunu getirdi. Mahallî idarelerde birtakım değişiklikler yapılarak en küçük idarî birim olan muhtarlıklardan başlanıp, kazâ, sancak ve eyâletlerin idarî yapılarında da bir takım değişikliklere gidildi. Mahallelerde doğanların, ölenlerin, gelip gidenlerin ve güvenliklerinin takibi görevi müslüman mahallelerde imamlardan alınarak muhtarlara, gayri müslim mahallelerde ise papazlardan alınarak kocabaşılara verildi.
Nüfus işlerini takip için 1839'dan itibaren eyâletlerde nüfus nâzırı, sancak ve kazâlarda da nüfus memuru ve mukayyid adıyla memurlar görevlendirilmişlerdir. Bu memurların görevleri, bölgelerinde veya sorumluluk alanlarındaki doğum ve ölüm olaylarını takip ederek aylık cetveller halinde merkeze, yani İstanbul'da bu cetvelleri toplayacak ve takip edecek olan Cerîde-i Nüfus İdaresi'ne bildirmekti.
Cerîde Nâzırı Mehmed Said Paşa tarafından hazırlanan ve padişaha takdim olunan takrirde, vilâyetlerde ve kazâlarda yapılan sayımlarla ilgili tutulan defterlerin İstanbul'a gönderilmesi teklif edilmiştir.
Osmanlı Devleti, başta yeni fethedilen yerler olmak üzere ülke toprakları üzerinde yaşayan halkın sayım ve yazımını yaptırmıştır. Çünkü reayânın iyi bir şekilde idaresi Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve gelişme dönemlerinde devlet için esas sayılmıştır. Bu esasa göre de devlet için bilinmesi gereken en önemli şey reayânın elinde bulundurduğu toprak ve bu toprak ile reayâ arasında var olan ilişkidir. Reayâ ile toprak arasındaki bu ilişkiyi tanıyıp iyi bilmek için de öncelikle toprak ve nüfus sayımının yapılması gerekmektedir. Vergi ve askerlik işleri bu sayım ve yazım esasına dayandığından, devletin toprak düzeni ve yönetim sistemi bu sayım ve yazımı zorunlu kılıyordu.
Osmanlı Devleti'nde nüfus sayımı asırlarca toprak yazımı ve dolayısıyla askerlik yapacak potansiyeli tespit için yapılmıştır. Toprak yazımının sonunda düzenlenen Tapu-Tahrir Defterleri'nde yazımla ilgili bilgiler toplanmıştır. XVI. yy.'da yaygın bir şekilde yapılan toprak yazımı daha sonraki senelerde çeşitli sebeplerden dolayı aksamalara uğramıştır.
Askerî ve malî konuları esas alarak yapılmış olan toprak yazımlarını nüfus sayımları gibi kabul etmek doğru değildir. Fakat toprak yazımı için tutulan kayıtlardan yola çıkılarak o dönemde yazımı yapılan yerlerin nüfusu hakkında kesin olmasa da yaklaşık olarak bir bilgi sahibi olmak mümkündür.
Toprak yazımı esnasında tutulan kayıtlarda yani Tapu-Tahrir Defterleri'nde belli bir yaşa gelmiş, eli silah tutan ve vergi mükellefi olan şahıslar esas alınmakta, ayrıca evlenmemiş vergi mükellefi olanlar da kayıtlarda belirtilmektedir. Bazı yerli ve yabancı araştırmacıların, tahrir defterlerinden o dönemde yazımı yapılan yerlerin genel nüfusu ile ilgili çalışmalarda kullanılabilecek standart bir sayı ortaya koyma yönünde yaptıkları çalışmalarda tahrir defterlerindeki hâne reislerinin, yerine göre 3-5 rakamlarıyla çarpılması sonucunda yazımı yapılan yerin ortalama nüfusunun bulunabileceğini belirtmelerine ve yaptıkları araştırmalarda bu yönde tahminlerde bulunmalarına rağmen bu tahminler objektif olamamaktadır. Çünkü hâne halkının sayısı coğrafî bölge, iklim, sosyal durum, göçler, savaşlar vs. gibi sebeplerden dolayı değişebilmektedir. Ayrıca vergiden muaf tutulanlar ile devlet görevlilerinin emrinde bulunan "maiyyet halkı" ve şehirlerde oturan yabancı tüccarlar ile aileleri tahrir defterlerinde belirtilmediğinden, bunların da dikkate alınması gerekmektedir. Ancak bu şekilde bölgenin tahmini nüfusu hakkında bir fikir yürütülebilir.