T.C.çağdaşlaşmayı amaç edinmişti. Atatürk, Türk Toplumu’nu çağdaş bir düzeye ulaşması için toplumsal hayatın yeniden düzenlenmesini zorunlu görüyordu. Bu nedenle, toplumsal yaşayışı yeniden düzenleyen inkılaplar yaratmıştır.
1.DİN KURUMLARININ DÜZENLENMESİ
Halifeliğin kaldırılmasından sonra din kurumlarının yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Bunlardan en önemlisi tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasıdır. Osmanlı Devleti zamanında birçok tarikat vardı. Tarikat mensupları tekke ve zaviye adı verilen yerlerde toplanırlar ancak Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında bazı tarikat amaçları dışına çıktılar.Halkın dini duygularını istismar ederek yenilik hareketlerini engellemeye çalıştılar.Bu durum, laik anlayışı ile bağdaşlaşmıyordu.Mustafa Kemal Kastamonu’ya yaptığı bir gezide bu konuyu şöyle dile getirmiştir:>
30 kasım 1925’te çıkarılan bir kanunla tekke , zaviye ve türbeler kapatıldı. Halkın inançlarının kötüye kullanılmasının önüne geçilmiş olundu. Bu kanunda ayrıca şeylik, dervişlik, müritlik gibi tarikat unvanları ile bunlarım özel kıyafetlerinin giyilmesi de yasaklandı. Bu uygulama laiklik ilkesine geçiş aşamalarından sadece biridir.
TARİKAT:Allah’a ulaşmak arzusuyla tutulan yol.
2.KIYAFETTE DEĞİŞİKLİK
Osmanlı ülkesinde yaşayan insanların kıyafetlerinde bir birlik yoktu. Bunun üzerine 25 Kasım 1925’te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun kabul edildi. Kıyafette değişiklik şapka konusunda yapıldı.
25 Kasım 1934’te çıkarılan bir kanunla da din adamlarının, ibadet yerleri dışında dini kıyafetleriyle gezmeleri yasaklandı. Yalnızca Diyanet İşleri Başkanı ve diğer dinlerin en yetkili kişileri, özel kıyafetleriyle dolaşabileceklerdi.
Atatürk, Türk kadınının giydiği çarşafa ve yüzüne örttüğü peçeye toplumdan tepki geleceğini düşünerek karışmamıştır. Türk kadını bilinçlendikçe kendiliğinden modern kıyafetlerini benimseyeceklerini düşünmüş, zamana bırakmıştır.
Önemi:
a)Başa giyilen fes, kavuk , serpuş gibi giysilerin dinle ilgisi olmadığı anlatılmış, geri kalmışlığın bir unsuru ortadan kaldırılmıştır.
b)Günlük hayatta laikliğe aykırı görüntüler silinmiştir.
c)Giyim kuşamdaki karmaşaya son verilerek , birlik ve beraberlik güçlendirilmiştir.
3.TAKVİM , SAAT VE ÖLÇÜLERDE DEĞİŞİKLİK
*Türkiye Cumhuriyeti, batılı devletlerle takvim , saat ve ölçülerdeki farklılığı önlemek için değiştirme kararı aldı.
*Bu farklılık, olayların tarihlerinin karşılaştırılmasını, ticaret işlerinin sağlıklı yürütülmesini ve resmi ilişkileri zorlaştırıyordu.
*O zamana kadar kullanılan Hicri ve Rumi takvimler yerine 26 aralık 1925’te çıkarılan bir kanunla Miladi takvim kabul edildi. 1 ocak 1926’da yürürlüğe girdi.
*Alaturka saat yerine uluslar arası saat sistemi kabul edildi.Ülke içinde saat birliği sağlandı.
*Hafta sonu tatili düzenlendi.Cumartesi öğleden sonra ve Pazar tatil oldu.
*1 nisan 1931’de kabul edilen bir kanunla yeteri kadar belirli olmayan, bölgelere göre değişen eski ölçü birimleri değiştirildi.Okka yerine kilo, arşın, endaze, kulaç yerine metre kabul edildi. Yurdun her yerinde aynı ölçü düzeni kuruldu. Uluslararası ticari
4.SOYADI KANUNU (21 HAZİRAN 1934)
Osmanlı Devleti zamanında kişilerin soyadları yoktu. Kişinin adının yanına baba adı, doğum yeri veya bağlı bulunduğu boy yazılırdı. Bu durum çeşitli karışıklıklara neden oluyordu. Askere alma, okul, tapu ve miras işlerinde büyük zorluklar çıkıyordu. Kişilerin kimliği tam olarak belirlenemediğinden birtakım haksızlıklar olabiliyordu. Bu yüzden;
*21 Haziran 1934’te resmi ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi, kişilerin kimliklerinin doğru olarak saptanabilmesi için Soyadı Kanunu kabul edildi. Bu kanuna göre herkes, gülünç, ahlaka aykırı olmamak ve Türkçe olmak şartıyla istediği soyadını alabilecekti.
*T.B.M.M. Türk ulusunun bir şükran ifadesi olarak Mustafa Kemal’e “ATATÜRK” soyadını verdi.
*Aynı yıl kabul edilen bir kanunla, toplumsal ayrıcalık ifade eden eski unvanların kullanılması yasaklandı. Böylece, kanun önünde eşitlik ilkesinin gerçekleşmesinde önemli bir adım atıldı.
5.TÜRK KADININ TOPLUMDAKİ YERİ
Eski Türk toplumlarında kadın ve erkek arasında fark gözetilmezdi. Kadın ve erkek, tüm toplumsal işlerde bir aradaydı. Kadın; siyasi toplantılarda,avda daima eşiyle birlikte olurdu. Kız çocuk sahibi olmak istenir, kadın örtünmez ve erkekten kaçmazdı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda devletin din kurallarıyla yönetilmesi nedeniyle kadının toplum yerindeki yeri değişti. Kadın toplum hayatında ve aile içinde bağımsızlığı söz konusu olamadı.Gerçi kadın, aile içinde belli bir saygı gördü ama bu ancak erkek çocuk sahibi olduktan sonra gerçekleşebiliyordu. Kadın, Eşinin de bulunduğu erkekli toplantılara katılamazdı. Erkek işlerine karışamazdı. Mirastan erkekle eşit olarak pay alamazdı. Eşinin izni olmadan hiç bir şey yapamazdı.
Bu durum Kurtuluş savaşına kadar devam etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda cephede savaşan Türk kadını, Cumhuriyet Dönemi ’nde bütün hakları elde etmiştir.
**KADININ SOSYAL VE SİYASİ HAKLARINI KAZANMASI**
SOSYAL HAKLARI:
1.Kadının erkekle birlikte öğrenim yapması,
2.Sosyal, kültürel ve ekonomik hayatta erkeklerle birlikte görev alması,
3.Türk kadını aile kurma, eğitim yapma ve istediği mesleği seçme hak ve özgürlüğü olması,
4.Kadın ve erkek eşit haklara sahip olması,
5.Mülkiyet hakkına sahip olması.
SİYASİ HAKLARI:
1.Seçme ve seçilme faaliyetlerinde bulunma hakkı,
*İlk olarak 1930 yılında Türk kadınına, belediye seçimlerine girilme hakkı verildi.
*1933’te muhtarlık seçimlerine katılma hakkı verildi.
*1934’te anayasada yapılan bir değişiklikle, milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuştu.
*1935’te seçimleriyle meclise girdi.
2.Dilekçe hakkı,
3.Kamu hizmetlerine girme hakkı.
KADIN HAKLARIYLA İLGİLİ İLK ÖNEMLİ YASA, 1924YILINDA KABUL EDİLEN TEVHİD – TEDRİSAT (ÖĞRETİM BİRLİĞİ ) KANUNUYDU.
İKİNCİ YASA, TÜRK MEDENİ KANUNUNDUR. 1926’DA KABUL EDİLEN MEDENİ KANUN HER KONUDA KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ GETİRMİŞTİR.
6.SAĞLIK HİZMETLERİ
Ülkenin sağlık şartlarını düzeltmek, milletin sağlığına zarar veren bütün olumsuzlukları ortadan kaldırmak, gelecek kuşakları sağlıklı bir şekilde yetiştirmek devletin bir görevidir.
Osmanlı Devleti ’nin son zamanlarında sağlık alanında bazı ıslahatlar yapılmış ise de yeterli değildi. Ayrıca devlet bu işi çok ciddi olarak da ele almamıştı. Sağlık hizmetleri, İçişleri bakanlığına bağlı bir genel müdür tarafından yürütülüyordu.
23 Nisan 1920’de yeni Türk Devleti ’ nin kuruluşundan itibaren sağlık hizmetleri büyük bir önemle ele alındı. İlk T.B.M.M. Hükümeti içinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu.Cumhuriyetin ilanından sonra bu bakanlık bir program hazırlayarak sağlık sorunlarına eğildi. Bu programda sağlık teşkilatını genişlettirmek, sağlık elemanları yetiştirmek, yeni hastaneler açmak, bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek gibi konular ele alındı.
Bulaşıcı hastalıklar ciddi tedbirlerle kontrol altına alındı.Doktor, sağlık memuru ve ebe sayısı artırılarak sağlık hizmetleri yurdun her tarafına yaygınlaştırıldı. Memleketteki hastalıkları ve bunlarla mücadelede izlenecek yolları ve yönetimleri belirlemek, aşılar ve serumlar hazırlamak üzere Ankara’da “Hıfzıssıhha Enstitüsü”hizmete açıldı.
Memleketin ihtiyacı olan sağlık memuru, hemşire ebe gibi sağlık personeli yetiştirmek amacıyla çeşitli illerde okullar açıldı. 1923 yılında 86 hastane ve 554 doktor varken, bu rakamlar 1940 yılında, 198 hastane ve 2387 doktora ulaşmıştır.
Atatürk her yıl Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmalarında sağlık konusuna eğilerek, hükümete yol gösterici direktifler verirdi.