Allah Teâlâ Hazretleri mahlûkatın içinde insanı, kendi gücü ve kudretiyle1 değeri tartışılmayacak nitelikte ahsen-i takvim üzere yaratmıştır. Şan ve şeref ile üstün kılınan insan3, hem inşa olma, hem de ihya etme yeteneğine sahiptir. Halik’ın ruhundan üflenerek4yeryüzüne halife olarak görevlendirilen5, kendisinin sayamayacağı kadar nimetlerle6 donatılan ve Allah Teâlâ’nın şaheseri olan insan, başıboş olarak bırakılmayacaktır.
Kur’an-ı Kerim’de:
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” buyrulur.
Hayatın vazgeçilmez bir öznesi durumunda olan insanın varlığının bir anlam ve amacı vardır ki bu da yine Kur’an-ı Kerim’de:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalim, çok cahildir.” diye anlatılır.
İnsan, yaratılışı itibari ile sorumluluk bilincini yerine getirebilecek donanıma sahip olan akıllı tek varlıktır. Yukarıdaki ayet-i kerimede
“emanet” olarak zikredilen sorumluluk, yalnız kendi iç dünyasını inşa ve ihya hareketi ile sınırlı kalmayıp, kişiliğinin yanında dış dünyanın imarıyla da sorumluluğu ifade eder.
Öncelikle iç dünyasının inşasını gerçekleştirmelidir. Bu ihya hareketi iç âleminde inkılâplar meydana getirecektir. Rahman’ın gönderdiği vahiy kılavuzunu doğru kullandığı takdirde, Rabbinin dilediği ve razı olduğu, yeryüzündeki halifeliğini temsil eden akıllı bir kişilik ortaya çıkacaktır.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in:
“Kişinin dini aklıdır, aklı olmayanın dini de yoktur.” ifadesi, sorumlulukların temel şartının ''akıllı olmak'' olduğunu bildirmektedir. Nefsinin behimî arzularından korunan kişiye akıllı, bu işe yarayan melekeye de akıl denmektedir.
Akıl: Bağ kurma, temyiz ve tefrik kabiliyeti gibi anlamlar taşımaktadır. İlimle insanı koruyan, kale içine alan ve helak edici yollara gitmekten koruyan, kalbi/ruhi bir kuvvettir.
Kur’an-ı Kerim’de:
“Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin sinelerdeki kalpler kör olur.”buyrulmaktadır.
Aklın kaynağı, madeni kalpte olmakla birlikte ışıması zihindedir yani akıl bütünüyle kalp değil, belki kalbin fonksiyonlarının en önde gelenidir.
Kişiliğin ve toplumun inşa ve ihyasının özünde akıl vardır. Akıl, vahyin doğrudan muhatabıdır. Bu anlamda vahiy de insanın şahsiyetini ve hayatını aklını kullanarak ikame etme projesidir.
İnsanın söz konusu iç ve dış âlemini imar eylemin de birçok sorumlulukları ve görevleri vardır. Bunları şu üç maddede toplamak mümkündür:
1- Ahlakî sorumluluklar: Rabbimize, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ve nefsimize karşı sorumluluklarımız.
2- Ailevî sorumluluklar: Anne-babanın çocuklarına karşı, çocukların anne-babalarına karşı ve karı-kocanın birbirilerine karşı sorumlulukları.
3- İçtimaî (toplumsal) sorumluluklar: Yakınlarımıza, çevremize, insanlara ve tüm mahlûkata karşı sorumluluklarımız.
Sorumluluklar hayatın bütün sahalarında geçerli olan kapsamlı bir inşa ve ihya eylemidir. Ancak biz bu çerçevede yalnız nefsimize ve Rabbimize karşı sorumluluklarımız üzerinde duracağız.
Nefsimize Karşı Sorumluluklarımız
Yeryüzünün halifesi olarak özel yükümlülüğümüzü yerine getirme hususunda vahye boyun eğip teslim olmamız istenmektedir. Bizler bu imtihan dünyasında Rabbimize karşı verdiğimiz ahdimizi ne ölçüde yerine getirip getirmediğimizden hesaba çekilecek ve kıyamette onların en büyüğünden en küçüğüne kadar hepsiyle yüzleşeceğiz. Ayet-i kerimede:
“Herkesin iyilik ve kötülük olarak yaptığı her şeyi karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisine (karşı gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına oldukça şefkatlidir.”buyrulur.
Nefis, tek tek her varlığa değerinden ayrı nitelikte bir varlık kazandıran yön, ya da bu varlığın kendisidir. Yani gerek Allah Teâlâ’ya gerek O'nun mahlûkuna karşı her türlü vazifeyi yapacak olan insanın kendisidir. Bunun için insan her şeyden önce nefsine bakmalı, ona karşı vazifesi ne ise onları yapmalıdır. Bu sorumluluklarını yerine getirirken itidali elden bırakmamalı ifrat ve tefrite düşmemelidir.
Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Selman ile Ebu'd- Derda'yı kardeş yaptı. Bir gün Selman, Ebu'd-Derda'yı ziyarete gitti ve Ümmü'd- Derda'yı (yani Ebu'd- Derda'nın hanımını) perişan bir kıyafetle gördü. Bunun üzerine:
“Nedir bu hâlin ?” diye sordu. Ümmü'd- Derda dedi ki:
“Kardeşin Ebu'd-Derda'nın dünyaya (dünya kadınlarına başka bir rivayette ise ‘gündüzleri oruç tutmakla geceleri namaz kılmaktadır.’) ihtiyacı yoktur.”
Daha sonra Ebu'd- Derda geldi ve Selman için yemek hazırlayıp:
“Haydi, buyur, ben oruçluyum.” dedi. Selman ise:
“Sen yemedikçe ben de yemiyorum.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine o da yedi. Gece olunca Ebu'd-Derda ibadet etmeye başladı. Bunun üzerine Selman:
“Uyu!” dedi. O da uyudu. Daha sonra kalkmak istedi Selman yine:
“Uyu!” dedi. Gecenin sonuna doğru Selman:
“Şimdi kalk!” dedi. İkisi de kalkıp beraberce namazlarını kıldı. Daha sonra Selman dedi ki:
“Rabbinin sende hakkı vardır. Kendi nefsinin sende hakkı vardır ve ailenin sende hakkı vardır. Her hak sahibinin hakkını ver.”
Bunun üzerine Ebu'd-Derda Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e gelip durumu ona anlattı. Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de:
“Selman doğru söylemiş.”buyurdu.
Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler! Siz (yalnız) kendinizden sorumlusunuz. (Nefsinize dikkat edin). Siz doğru yolda olunca sapan kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'a olmalıdır. Artık O size yaptıklarınızı bildirecektir.” buyurarak durumumuza dikkat ettiğimiz takdirde hiçbir kimsenin bize zarar veremeyeceğini açıklamaktadır.
Nefsimizi arındırmak ve terbiye etmek için mücahedeye fasıla vermeden devam etmeliyiz. Nefsin ilk ve en alttaki basamağı sayılan emmare vasfı, Hz. Yusuf -aleyhisselam- tarafından dillendirilmiştir:
“Nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimizin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir. Zira Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”
Bu ayet-i kerimede nefs-i emmare Allah'ın emrine aykırı arzuların kaynağı olarak gösterilmiştir. Bu mantığa göre Yusuf -aleyhisselam-, hem de först leydinin isteğine olumsuz cevap verdiği halde, insan duygularının, yani nefsin kötülüğü şiddetle emrettiğini, günahlardan havanın zevk alacağını vurgular. Ayetin başında da nefsin tümüyle saflaştırılıp temize çıkartılmasının yanlış olduğunu vurgulama ihtiyacı duymuştur. Çünkü nefsin doğasında kötülüğü emretme vardır. Zira nefis, şerrin kaynağı her türlü kötülüğün neşvünema bulduğu bir merkezdir. Bu, tevhit şuuru ve Kur’an ahlâkıyla hayat boyu terbiye edilecek ama buna rağmen ölüme kadar insanda bulunan nefis, fırsat buldukça kötülüğü emretmeye çalışacaktır. Böylece Müslüman da son nefesini verinceye kadar olgunlaşmaya ve Allah katında derecelerini arttırmaya devam etmiş olacaktır.
İnsan, nefsinin kötülüklerine karşı uyanık olmalı, onu tezkiye ederken meşru çerçevede zevk ve lezzet ihtiyacını gidermelidir. İslam âlimleri, nefsin isteklerini haklar ve hazlar olarak iki bölümde ele almışlardır. Binitimiz olan vücudumuzun hakları korunurken, yaşamak için gerekli olmayan hazlarla da mücahede edilmelidir. Zaten nefisle mücahedenin amacı hazları yok ederken hakları bırakmaktır. Ayet-i kerimede:
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan etmiştir.” buyrulmuştur.
Nefis ile mücahedede en doğru yol Allah -celle celaluhu-'n emirlerini yerine getirirken yasaklarından da sakınmak suretiyle Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetini ikame etmektir.
“Rabbinin ismini zikret! Her şeyi (terk et) bırak, yalnız O'na yönel.”
Allah Teâlâ’yı çok zikretmek, ibadet etmek, Allah için hizmet etmek, salih, sadık, âlim kişilerle düşüp kalkmak ve onların meclislerine devam etmek nefis ile mücadelede etkin bir yoldur. Bir taraftan bunları yaparken diğer taraftan Rabbimize dua ederek yardım talebi ile mücahedeyi kolaylaştırmak gerekir.
Rabbimize Karşı Sorumluluklarımız
Şahıs olarak en önemli görevimiz, Allah’a karşı olan sorumluluklarımız, itaatlerimiz ve ibadetlerimiz olup bunlar tartışılamaz bir düzeyde önemlidir. Bu ibadetlerin içinde namaz, oruç, hac ve zekât gibi rutin olanlarının yanı sıra dayanışma, yardımlaşma, iyiliği neşretme kötülüğe fren olma, sosyal ve ekonomik görev ile sorumlulukların icabı ibadetler de vardır. Zira Müslüman’ın her bir davranışı ibadet olduğuna göre bu görev ve sorumlulukları yerine getirmek de ibadet ve itaattir.
İnsan olarak hepimizin öncelikle Rabbimize karşı görevlerimiz vardır. Bu görevler aynı zamanda kişiye özgü sorumluluklar da yüklerler. Rabbimize karşı sorumlulukların temelinde onun emir ve yasaklarına uyma ve ona ibadet etme yükümlülüğü vardır. İbadetlerimizi zamanında eksiksiz yapmak, haramlardan şiddetle kaçınarak helal ve temiz olanı tercih etmek Rabbimize karşı görevlerimizi ifa ederken, İslam’ı ilgilendiren her hususta ümmetin bütün sıkıntılarına hemdert olmak ve ümmetin bütün fertlerinin yardımına koşmak ve acılarını hissetmek gibi haklardır.
Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:
“Ey Muaz! Allah'ın kullar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”
“Hiçbir şeyi ortak koşmaksızın O'na kulluk etmeleridir.”
“Kulların Allah üzerinde hakkı nedir, bilir misin?”
“Allah ve Rasulü daha iyi bilir.”
“Onlara azap etmemesidir?”
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- iman ve yaratılış amacımızı ifadeden sonra Rabbimizi tanımak suretiyle O'na kullukta bulunmanın neticesinde azat olacağımızı müjdelemektedir. Bu hususta Rabbimiz:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyurdu. Bazı müfessirler de:
“Beni tanısınlar, sadece bana kulluk etsinler, bana ibadet etsinler diye yarattım.” diye beyan etmişlerdir.
İlk insan Hz. Âdem -aleyhisselam-'dan beri tüm peygamberlerin ortak çağrısı
: “Allah'a kulluk edin ve putlardan sakının.” diye (emretmek için) her millete bir peygamber gönderdik. Allah onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı için de sapıklığa düşmek hak oldu. Yeryüzünde gezin görün inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur.” ifadesidir.
İnsan kendi arzu ve görüşlerine göre kulluk görevinde bulunamaz. Yapılan işlerin ibadet olabilmesi için temelinde tevhit inancı ve vahiy öğretisi olması gerekir. Tevhidi kavrayan kişi evrenin Allah’a bağlı olduğunu, kendisinin bir hiç olduğunu, varlığını ancak O'nun dilemesiyle sürdürebileceğini anladığından bütün gücüyle kulluğa sarılır. Çünkü:
“Göklerde ve yerde olanlar O'na teslim olmuşlardır.”
Ya Rabbi! Her namaz sonrasında silkelenip kendimize gelmeyi ve kötülüklerden arınmayı, hayır ve hasenatımızla yolumuzdaki engelleri kaldırmayı, rehber olarak gönderdiğin Kur’an okumalarımızla dirilmeyi ve vahye şahit olmayı, derslerimiz, etkinliklerimiz ve beraberliklerimizle Sana karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeyi bizlere lütfeyle.