
Ziyaretçi
M. Kemal Atatürk’ün Şapka Zulmü ve Istiklal Mahkemesi’nde asılan alimler, hocalar
M. Kemal Atatürk’ün Şapka Zulmü ve Istiklal Mahkemesi’nde asılan alimler, hocalar
Şapka Zulmü – 1
Bu yazı dizimizde “Şapka” meselesini ele alacağız inşaallah.
Bilindiği gibi, M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş, Kastamonu’lulara hitaben yaptığı şu konuşma ile şapka konusu Türkiye’nin gündemine oturmuştu:
“Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”[1]
M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad’da tuttuğu anı defterinden:
“…Yemekten sonra oturduğumuz salon, dans salonunun ittisalinde idi. Gayet zarif, latif birkaç genç kadın simokinli erkeklerle dans ediyorlardı. İki salon arasındaki büyük camlı kapı köşede işgal ettiğimiz fotöylerden bu tekerrür ve temadi eden Vonstep’leri seyre pek müsaitti.
– Ne güzel dedim. Dansı çok sevdiğimden ve ataşemiliterlik zamanımda birinci valsörlerden addedildiğimden bahsettim. Hanımefendi de kızlık hayatında çok dans ettiğinden ve dansı sevdiğinden bahsetti ve sonra ilave etti…
– Bu hayatın bizde (Türkiye’de) teessüsü (tesisi) ne kadar müşkül…
(M. Kemal) : Dedim ki, ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük selahiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı ictimaiyemizde (sosyal hayatımızda) arzu edilen inkılabı bir anda bir “JOP” ile tatbik edeceğimi zannederim.”[2]
Kuvay-ı Milliye’nin kadın kahramanlarından olduğu bilinen ve özellikle M. Kemal ve Ismet Inönü’ye yakınlığıyla tanınan Halide Edib (Adıvar) da, şapka uygulamalarını eleştirenler arasındaydı. O, fakir halka karşı girişilen baskı ve halkın şapkaya olan başkaldırısı üzerine o yıllarda şöyle diyordu;
”Şapka kanunu bu dönemde girişilen devrimlerin ilki ve en gözalıcısı olmakla beraber, aynı zamanda en beyhude, en anlamsız ve en sathisi (yüzeyseli) idi.”[3]
Halide Edib Adıvar’a göre, devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan şapka kanununa, sokaktaki adamın karşı koyması, kanunu yapanlardan gerçekte çok daha batılıydı.(…)[4]
**********
KAYNAKLAR:
[1] K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, İstanbul 1981, X, 67.
[2] Prof. Dr. A. Afetinan; M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Ankara 1983, sayfa 26, 27.
Ayrıca bakınız: Der. Behçet Kemal Çağlar, Atatürk Devriminden Damlalar, Istanbul 1967, sayfa 52.
[3] Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 100-103.
[4] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 2
Halide Edip Adıvar’ın beyhude ve anlamsız addettiği şapka kanunu ve uygulamaları ile ilgili olarak, daha çok hiç bir hukuki temele dayanmadan yürütülen baskılarla ilgili olarak Mete Tuncay’ın yaklaşımı da bir hayli ilginç ve düşündürücü niteliktedir. Mete Tuncay ”Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı eserinde:
”Şapkaya karşı doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine, gerçekten pahalı olduğu halde, hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmamıştır. Çünkü görülmüştür ki,artık sorun ”fes” ya da ”şapka”yı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!” diyerek Eylül-Ekim 1925 tarihlerinde, artık Türkiye’de gelinen noktanın şapkayı veya fesi değil, onu giyecek kafanın yerinde kalması probleminin olduğunu, yani ölmek veya ölememek sorununun yaşandığını dile getirir.
”Sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!”[1] sözünün en açık anlamı ”şapka için ölmek veya ölmemek”tir.
Işte böyle bir vahşet. Cağdaşlık adına cağdışılık, barbarlık.
**********
KAYNAK:
[1] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 3
Tarih 25 Kasım’a gelindiğinde, meclis şapkayla ilgili 2 Eylül Kararnamesinin yerine ”Şapka Kanunu” çıkması ve uygulamaların kanun ışığında daha zecri (zorlayıcı) tedbirlerle yürütülmesi için bir kanun teklifi vermişti.
Kanun teklifinin gerekçesinde:
“Aslında hiç bir öneme sahip olmayan ve fizik olarak hiç bir kıymet ifade etmeyen başlık konusu, muasır medeniyet ailesi içerisine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahiptir. Şimdiye kadar Türkler ile diğer çağdaş, medeni milletler arasında bir simge/sembol niteliğinde sayılan şimdilik başlığın, fesin değiştirilmesi ve yerine çağdaş medeni milletlerin tümünün ortak başlığı olan ve medeniyetin de bir simgesi olan şapkanın giyilmesi gereği belirmiştir. Türk milleti de çağdaş medeni milletler arasına girmeye karar verdiğinden, behemahal (mutlaka) şapkayla ilgili kanunun kabulünü teklif ederiz!!”[1] denilerek şapkanın medeni/uygar olmakla eş anlamlı olduğu belirtiliyor.
Oysa bir simgeyi zorla benimsetmekle çağdaş, medeni milletler arasına girilmez… “Özünü” benimsemek ile girilir. Halka “zorla” birşeyi yaptırmak bile başlı başına Medeni milletlerin kabul ettiği ilkelere “aykırıdır.”
Kemalist rejime göre günümüzde muasır medeniyetin önünde bir engel daha var; “bayanlarımızın başındaki örtü.”
Bunu da kamusal alandan uzaklaştırmaya muvaffak olmakla beraber, son dönemde ağır bir mağlubiyet almışlardır.
Halbuki yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi çağdaş medeni milletlerin arasına “şapka”yı zorla giydirmekle girilmez. Bu çağdaşlık değil, aksine barbarlıktır.
Nitekim Fransız “La Presse” gazetesi de bu hususa değinmiş ve yayınladığı bir başmakalede şu sözlere yer vermiştir:
“Bir memlekette ki, başına hükümetin istediğini giymeyeni asarlar, orada Cumhuriyet olur mu? Sizde (Türkiye’de) Millet Meclisi mi var?”
Öte yandan aynı makalede M. Kemal de çok ağır ifadelerle eleştirilmiştir:
“Şark’ta (Doğu’da) onun gibi (M. Kemal) merhametsiz bir Firavun nâdir hüküm sürmüştür”[2] diyerek durumu açıkça ortaya koymuştur.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, sayfa 150.
[2] La Presse gazetesi, 9 Eylül 1928 nüshası
M. Kemal Atatürk’ün Şapka Zulmü ve Istiklal Mahkemesi’nde asılan alimler, hocalar
Sponsorlu Bağlantılar
Şapka Zulmü – 1
Bu yazı dizimizde “Şapka” meselesini ele alacağız inşaallah.
Bilindiği gibi, M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş, Kastamonu’lulara hitaben yaptığı şu konuşma ile şapka konusu Türkiye’nin gündemine oturmuştu:
“Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”[1]
M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad’da tuttuğu anı defterinden:
“…Yemekten sonra oturduğumuz salon, dans salonunun ittisalinde idi. Gayet zarif, latif birkaç genç kadın simokinli erkeklerle dans ediyorlardı. İki salon arasındaki büyük camlı kapı köşede işgal ettiğimiz fotöylerden bu tekerrür ve temadi eden Vonstep’leri seyre pek müsaitti.
– Ne güzel dedim. Dansı çok sevdiğimden ve ataşemiliterlik zamanımda birinci valsörlerden addedildiğimden bahsettim. Hanımefendi de kızlık hayatında çok dans ettiğinden ve dansı sevdiğinden bahsetti ve sonra ilave etti…
– Bu hayatın bizde (Türkiye’de) teessüsü (tesisi) ne kadar müşkül…
(M. Kemal) : Dedim ki, ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük selahiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı ictimaiyemizde (sosyal hayatımızda) arzu edilen inkılabı bir anda bir “JOP” ile tatbik edeceğimi zannederim.”[2]
Kuvay-ı Milliye’nin kadın kahramanlarından olduğu bilinen ve özellikle M. Kemal ve Ismet Inönü’ye yakınlığıyla tanınan Halide Edib (Adıvar) da, şapka uygulamalarını eleştirenler arasındaydı. O, fakir halka karşı girişilen baskı ve halkın şapkaya olan başkaldırısı üzerine o yıllarda şöyle diyordu;
”Şapka kanunu bu dönemde girişilen devrimlerin ilki ve en gözalıcısı olmakla beraber, aynı zamanda en beyhude, en anlamsız ve en sathisi (yüzeyseli) idi.”[3]
Halide Edib Adıvar’a göre, devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan şapka kanununa, sokaktaki adamın karşı koyması, kanunu yapanlardan gerçekte çok daha batılıydı.(…)[4]
**********
KAYNAKLAR:
[1] K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, İstanbul 1981, X, 67.
[2] Prof. Dr. A. Afetinan; M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Ankara 1983, sayfa 26, 27.
Ayrıca bakınız: Der. Behçet Kemal Çağlar, Atatürk Devriminden Damlalar, Istanbul 1967, sayfa 52.
[3] Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 100-103.
[4] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 2
Halide Edip Adıvar’ın beyhude ve anlamsız addettiği şapka kanunu ve uygulamaları ile ilgili olarak, daha çok hiç bir hukuki temele dayanmadan yürütülen baskılarla ilgili olarak Mete Tuncay’ın yaklaşımı da bir hayli ilginç ve düşündürücü niteliktedir. Mete Tuncay ”Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı eserinde:
”Şapkaya karşı doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine, gerçekten pahalı olduğu halde, hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmamıştır. Çünkü görülmüştür ki,artık sorun ”fes” ya da ”şapka”yı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!” diyerek Eylül-Ekim 1925 tarihlerinde, artık Türkiye’de gelinen noktanın şapkayı veya fesi değil, onu giyecek kafanın yerinde kalması probleminin olduğunu, yani ölmek veya ölememek sorununun yaşandığını dile getirir.
”Sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!”[1] sözünün en açık anlamı ”şapka için ölmek veya ölmemek”tir.
Işte böyle bir vahşet. Cağdaşlık adına cağdışılık, barbarlık.
**********
KAYNAK:
[1] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.
********************
********************
********************
Şapka Zulmü – 3
Tarih 25 Kasım’a gelindiğinde, meclis şapkayla ilgili 2 Eylül Kararnamesinin yerine ”Şapka Kanunu” çıkması ve uygulamaların kanun ışığında daha zecri (zorlayıcı) tedbirlerle yürütülmesi için bir kanun teklifi vermişti.
Kanun teklifinin gerekçesinde:
“Aslında hiç bir öneme sahip olmayan ve fizik olarak hiç bir kıymet ifade etmeyen başlık konusu, muasır medeniyet ailesi içerisine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahiptir. Şimdiye kadar Türkler ile diğer çağdaş, medeni milletler arasında bir simge/sembol niteliğinde sayılan şimdilik başlığın, fesin değiştirilmesi ve yerine çağdaş medeni milletlerin tümünün ortak başlığı olan ve medeniyetin de bir simgesi olan şapkanın giyilmesi gereği belirmiştir. Türk milleti de çağdaş medeni milletler arasına girmeye karar verdiğinden, behemahal (mutlaka) şapkayla ilgili kanunun kabulünü teklif ederiz!!”[1] denilerek şapkanın medeni/uygar olmakla eş anlamlı olduğu belirtiliyor.
Oysa bir simgeyi zorla benimsetmekle çağdaş, medeni milletler arasına girilmez… “Özünü” benimsemek ile girilir. Halka “zorla” birşeyi yaptırmak bile başlı başına Medeni milletlerin kabul ettiği ilkelere “aykırıdır.”
Kemalist rejime göre günümüzde muasır medeniyetin önünde bir engel daha var; “bayanlarımızın başındaki örtü.”
Bunu da kamusal alandan uzaklaştırmaya muvaffak olmakla beraber, son dönemde ağır bir mağlubiyet almışlardır.
Halbuki yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi çağdaş medeni milletlerin arasına “şapka”yı zorla giydirmekle girilmez. Bu çağdaşlık değil, aksine barbarlıktır.
Nitekim Fransız “La Presse” gazetesi de bu hususa değinmiş ve yayınladığı bir başmakalede şu sözlere yer vermiştir:
“Bir memlekette ki, başına hükümetin istediğini giymeyeni asarlar, orada Cumhuriyet olur mu? Sizde (Türkiye’de) Millet Meclisi mi var?”
Öte yandan aynı makalede M. Kemal de çok ağır ifadelerle eleştirilmiştir:
“Şark’ta (Doğu’da) onun gibi (M. Kemal) merhametsiz bir Firavun nâdir hüküm sürmüştür”[2] diyerek durumu açıkça ortaya koymuştur.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, sayfa 150.
[2] La Presse gazetesi, 9 Eylül 1928 nüshası