SOSYOLOJİK AÇIDAN ÇOCUK SUÇLULUĞUVE BİR HUKUK DEVLETİ OLAN TÜRKİYE’DEDEVLETİN CEZALANDIRMA YETKİSİNİ KULLANIŞ BİÇİMİ
I- Genel Olarak Konuyu ele alış biçimimizden de anlaşılacağı gibi üç ayrı boyutun ortaya konulması gerekiyor Birincisi sosyolojik açıdan çocuk suçluluğu kavramı ne anlama geliyor? Ortaya çıkışını etkileyen faktörler nelerdir? Neden yetişkin suçluluğundan farklı ele alınmalıdır? Belirli bir devlet tipinde “hukuk devleti” kabul gören genel hukuk prensipleri, somutlaştırılmış bir alanda yani çocuk suçluluğu alanında nasıl bir görünüm alıyor? Özellikle bu alanda “somut olay adaleti” nin gerçekleşmesi hukuk devleti ilkeleri açısından nasıl anlamlandırılabilir? Sosyolojik konumu saptanmış olan çocuk suçluluğu konusu nasıl ele alınmalıdır? Hukuk Devletinin genel ilkeleri ve yapısı bu tip somutlaştırılmış bir alanla nasıl bağdaştırılır? Üçüncü olarak Türkiyede bu konu ceza hukuku açısından nasıl ele alınmaktadır ? Burada ceza hukuku açısından çok önemli olan “kusur” kavramı ve suç ilişkisi ayrıca da “ hukuka aykırılık bilinci” kavramları karşımıza çıkmaktadır. Bu teknik konulara verilecek cevap çocuk suçluluğu kavramının teknik-hukuk açısından genel suç kavramından farklı oluşunu da açıklama olanağını tanıyacaktır. Bir başka sorunda pozitif hukuk uygulamaları hukuk devleti kavramı ile ilişkilendirildiğinde ortaya çıkan sorunlardır. Özelliklede verilen cezanın infazı ve infazın uygulanış biçimleride ayrı bir önem taşımaktadır. Bütün bu soruların cevaplandırılması “somut olay adaleti” açısından bir bütünsel değerlendirmeye de zorunlu kıldığı için adalet sorununun felsefi bir değerlendirmesi ile sonuç aramaya götürecektir. Suçlu cocuğun, suçlu yetişkinlerden ayrı olarak değerlendirilmesi ve onları yeniden eğiterek topluma kazandırma düşüncesi oldukça yenidir. İngilterede 19. yüzyılda yaş ve suç ayrımı gözetmeksizin suçlu çocuklar en ağır cezalara çarptırılıyordu. Çocuk suçluluğunun sosyal tehlike oluşturacak kadar artış göstermesi bu konuya eğilme gereksinimlerini doğurmuştur. Çocuk suçluluğu olgusunun ortaya çıkış biçimleri ve önleme yolları araştırılmış, diğer yandan çocuğun zeka ve kişiliğindeki özellik ve farklılıklarla onun topluma yeniden uyumunu sağlıyabilmek için uygulanması düşünülen önlemler incelenmiştir. Daha sonraki aşamalarda ise çocuk suçlarına ilişkin özel mahkemelerin kurulması zorunluluğu ortaya konulmuştur. Çocuklar tarafından işlenen suçlar gerek türleri gerekse nedenleri açısından yetişkinlerden farklıdır. Bu dönemdeki suçluluk kavramını, klasik ceza hukuku kitaplarındaki “kanunların gösterdiği suç, bu suçu işleyen kişi de suçludur” şeklindeki tanımlamalarla açıklamak oldukça güçtür. Zira çocuk suçluluğu derinlemesine incelendiğinde sorunun salt hukuksal bir problem olmadığı görülecektir. Hukuksal boyutun yanında psiko-pedogojik ve sosyal bir olgu olduğu açıkça görülür. Bu dönemde işlenen suçu, yetişkin dönemde işlenen suçtan ayıran en büyük özellik, kişiliğin oluşma aşamasını içeriyor olmasıdır Yeterince olgunlaşmamanın sonucu olarak çocuk belirgin bir dengesizlik içindedir. Çocuğun, gerek kendi kişisel durumundan gelen etkenler gerekse çevresel etkenler onun bu uyumsuz davranışı göstermesinde önemli vektörler olarak gözükmektedir. Bu noktada sosyo-psikolojik veriler olayı daha net bir biçimde anlamamıza yardımcı olacaktır; II-Sosyolojik Açıdan Çocuk Suçluluğu A- Çocuk Suçluluğu
Çocuk ne doğuştan kötü nede iyi olan bir varlıktır. O da her canlı varlık gibi değişen, çevresi ile etkileşen ve gelişen bir bireydir. Onun iyi ya da kötü olmasını belirleyen eğitim ve yaşantılarıdır. Bu da çocuk suçluluğunun kökeninin hukuksal olmaktan öte psikolojik ve sosyolojik olduğunu gösterir. Doktrinde çocuğun suçluluğa yönelmesinin nedenleri konusu genel olarak üç başlık altında ele alınmaktadır Çocuğun yapısı, özellikleri ve yeteneklerine ilişkin etmenler,
Çocuk üzerindeki çevresel etkenler, özellikle içinde yetişip büyüdüğü en yakın çevre olan aileden başlıyarak etkilenmesi,
Sosyal çevre ve yaşam koşulları.
Çocuk suçluluğunda bu etmenler bir biriyle çok yakın ilişki içinde olup, suç bu etmenlerin olumsuz etkisinin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar, çocuğun yetiştiği aile yapısının tipi, oluşturulan kontrol mekanizmaları, çocuğun sosyal çevresi, içinde bulunduğu grubun normları,değer yargıları suça ortam hazırlayan faktörlerdir. Şimdi bu faktörlerin etkisini daha detaylı olarak inceleyelim; 1-Çocuk Suçluluğunun Nedenleri a) Kişiye ve Kişiliğe Bağlı Nedenler Çocuğun fizik özelliklerinin ya da psikolojik durumunun suçla olan ilişkisi bir çok araştırmaya konu olmakla beraber her iki etkende tek başına suçlulukla ilişkilendirmek için yeterli görülmemektedir. Fizik ya da psikolojik rahatsızlıklar kalıtımsal olarak ortaya çıkabileceği gibi sonradan da ortaya çıkabilir. Türkiye’de kalıtım ile suçluluk arasındaki ilişkiyi saptamak için yapılmış araştırma yoktur. Sadece bazı araştırmalarda suçluların ailelerinde görülen ruhsal ve bedensel aksamalara ait sayılar bulunmaktadır. İzmir çocuk Islah evinde yapılan çalışmalarda psişik duruma ilişkin eğilimler % 12 çocuğun normal, %73’ ünün hafif nevrotik olduğu şeklindedir. Çocukların % 52’sinde uyum ve endişe problemleri, %70’inde ise depresyon, %40‘da ise nevrozite ve anksiyete, %54’ünde korku reaksiyonları görülmüştür. Bu etkenlerin içinde suçla doğrudan bağlantısı en çok olan psikopatik belirtiler ise %45 oranındadır.
Çocuk suçluluğunun kalıtımsal olmayan kişisel sebepleri arasında, annenin hamilelik sırasında yeterince beslenmemesi, ilaç alkol ve uyuşturucu madde kullanması, psikolojik ve fizik şoklara maruz kalması, radyoaktif maddeye maruz kalması, ağır doğum koşulları ve doğum sonrası uygun olmayan bakım altında kalması gibi nedenler vardır İstanbul Kriminoloji Enstitüsün de yapılan ankette çocukların %13 gibi önemli bir bölümünün ağır beden ve ruh hastalıkları geçirdikleri saptanmıştır. Bu göstergeler kişisel sebeplerin çocuk ve çocuk suçluluğu ilişkisinde dikkate değer bir ölçü olduğunu belirtmektedir. b)Zeka seviyesi ve suç ilişkisi Suçlu çocuk araştırmalarının akıl hastalığı, uyuşturucu madde ve alkol kullanımı ile suç ilişkisinin yanı sıra, üzerinde durulan diğer önemli bir alanda zeka seviyesi ile suç ilişkisidir. İÇCI de yapılan bu testte “Culture free” testi olan Cattel zeka testi uygulanmış olup toplam 100 çocuktan 10 ‘u normal, 8’i normal altı 19’u sınır, 39’u debil, 19’u moron, 5’i ise embesildir. Testin uygulanmasında güvenilirliğin sağlanması için çocukların genel olarak kültür düzeylerinin düşük oluşuda gözönüne alınarak soru tekrarı ve standart süreden fazla süre tanıma yollarına gidilmiştir. Bu araştırmanın değeri, aynı yaş guruplarındaki suç işlememiş çocuklara ilişkin zeka testleri ile karşılaştırma ile ortaya çıkacakır. Zeka azlığının suç işlemede bazı potansiyel özelliklerde yatkınlık gösterdiği bilinmektedir. Zeka azlığının etki altında kalmayı kolaylaştırması, uyum problemleri yaratması, suçlarını ve suça ilişkin delilleri karartmadaki başarısızlıkları da suç açısından oran arttırmaktadır. Buna rağmen sözgeçen araştırmada %63’e varan zeka geriliği anlamlı bir korelasyon olarak görülmektedir. 2- Çevresel sebepler a) Ailenin çocuğun suça yönelmesindeki etkileri Kişiye ve kişiliğe bağlı nedenlerden daha yoğun olarak çevrenin, özellikle de en belirleyici olarak ailenin suça yönelmede önemli bir etken olduğu bir çok çalışmada saptanmıştır. Aileyi “bireyin en yakın olduğu ve toplumsallaşma süreci içinde birey üzerinde en etkili olan toplumsal gurup” olarak tanımlayabiliriz. Çocuk, ilk ve en yakın çevresi olan aileden oldukça yoğun bir biçimde etkilenir. Fiziksel psikolojik gereksinimlerin yanında, aile ortamı çocuk için vazgeçilmez olan güvenlik ve sevgi gereksinimleri karşılar. Bu da çocuğun suça yönelmesini engeller. Bunun yanında aile ortamını oluşturan diğer bireylerin özellikle de anne ve babanın hem evliliğin getireceği sorumlulukları karşılayabilecek kadar olgun hem de çocuklar için birer model olabilecek yetkinlikte olması gerekir. Evlilik içi doğan çocukların yanında, nesebi gayrisahih olan çocukların suç işleyen çocuklar içindeki rolü önemsenecek oranlardadır. Evilik dışı doğan çocuklar özellikle geleneksel toplumlarda çok kolay kabul edilmezler. Onların toplum dışına itilmesine ve topluma karşı kin ve nefret dolmasına sebeb olmaktadır. Böyle bir ilişkiden doğan çocuklar aynı zamanda bir günah ürünü sayıldıklarından anneleri tarafından da horlanmaktadırlar. Bu da çocuğun kişilik yapısını temelden sarsan bir olay olarak görülmektedir. Ülkemiz açısından konu incelendiğinde gayrisahih nesepli olma ile suç arasındaki ilişki net değildir. Eldeki suçlu çocuk anketlerinde bu konuda anlamlı bir korelasyonu sağlıyacak oranlara erişilmemiştir. Ancak, bunun yanında konu ülkemiz açısından bir başka noktayı daha ortaya çıkarmaktadır. Hukuki anlamda kabul görmemekle birlikte sosyolojik olarak normal evlilik olarak kabul edilmekte olan imam nikahlı evliliklerden doğan çocuklara ilişkin rakamlar bu noktayı etkileyecek yoğunluktadır. Bu çocuklar gayrisahih nesebli çocukların psikolojik etkileri altında kalmamaktadırlar, çocuklar toplum dışına itilmemekte ve aileleri tarafından terk edilmemektedir. Bunun yanında aile yapısına ilişkin olarak ortaya çıkan bir önemli konuda ailedeki birey sayısı ile suçluluk arasındaki ilişkilerdir. Geniş aile, çekirdek aile farklılaşması kadar aile içindeki çocuk sayısı ve gene bununla paralel giden gelir seviyesi düşüklükleri de önemli nedenler olarak görülmektedir. Geniş ailenin en temel sakıncalarından birisini, aile içinde anne babadan başka yetişkinlerin de bulunmasının çocuğun değer kavramlarını, suç ve suç olmayan konusundaki düşüncelerini netleştirememesine ve pedagojik problemlerle karşılaşmasına neden olmaktadır. 1970 yılında yapılan bir sayımda tüm aileler içinde 7 ve daha fazla çocuk sahibi olan aileler %33.6 civarındadır. Bu sayının değişme oranına ilişkin yeni çalışmalara ulaşamamış olmakla birlikte çok çocuk eğiliminin devam ettiği gözlemlenebilmektedir. Çocuğun aile içindeki yeri ile çocuk suçluluğunun ilişkisi hakkında kesin veriler bulunmamaktadır. Bir çok anket ülkemizde tek çocuklu ailelerin çocuklarının suçlulukla bağlantılı korelasyonlarda sıfıra yaklaştığını görmekteyiz. Ancak, bu tek çocuğun aile tarafından fazlası ile kuşatılmasının yanında tek çocuklu aile sayısının ülkemizde çok az olmasınında payı bulunmaktadır. Birden fazla sayıda çocuklu ailelerde suç işleme oranının en büyük çocuklarda daha fazla görülmesi ise daha çok, büyük çocuğun daha fazla ihmal edilmesi, aşırı yüklenme ile karşı karşıya kalması ailenin yükünü daha erken yaşlarda taşıması gibi faktörlere bağlanmaktadır.
Ailenin dağılmasının yani boşanma ve ayrılık yada ebeveynden birisinin ölmüş olması durumlarının suç ile ilişkisi ele alındığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Tablonunda ortaya koyduğu gibi suçlu çocukların büyük bir kısmı ölüm ya da boşanma sonucu dağılmış ailelerden gelmektedir.
Çocuğun fizik ve psikolojik gelişimini etkileyen onu anti sosyal davranışlara iten en temel sebeplerden biriside ailenin ekonomik durumudur. Suçlu çocukların büyük bir kısmı fakir ailelerden gelmektedir. Ancak, bunun yanında normal ya da normal üstü gelir sahibi alilelerden aile içinde daha önce suç işlemiş olanların bulunduğu ailelerde bu oranın artması gelir durumundaki düşüklüğün tek başına suça yöneltici bir faktör olmadığını göstermektedir.
Tablo III de gösterilen babanın meslek gurubu ve çocuk suçluluğu arasında ilişkisinde doğrudan bir ilişki kurma olanağı bulunmamakla birlikte kırsal kökenli ailelerde çocuk suçluluğunun daha yoğun olduğu görülmektedir. Ancak, gelir seviyesi ve çocuk suçluluğu arasındaki ilişki daha açıktır. Ekonomik zorunluluklar nedeniyle ailelerin bölünmesi ve suçluluk arasındaki ilişki ülkemiz açısından iki önemli göstergeye bağlanabilir. Birincisi, başta Almanya olmak üzere yurt dışına çalışmak için giden ailelerin çocukları diğeride büyük şehirlere ya da mevsimlik işçi olarak farklı bölgelere giden ailelerin çocukları. Tarımda verimliliğin azlığı, toprağın dengesiz dağılımı, iklim koşulları, ulaşımın gelişmesi, büyük şehirlerde daha kolay iş bulunacağı umutları göçü teşvik etmektedir. Ailede gerçekleşen toplumsallaşma temel olup, bireyin daha sonra diğer guruplar içinde öğrendikleri, bu temele göre biçimlenir. Ailenin her hangi bir nedenle bütünlüğünün bozulması, ya da aile içi etkileşimin yeterli olmaması, toplumsallaşma sürecini önemli ölçüde engellenerek, çocuğun hatalı ya da yetersiz toplumsallaşmasına ve uyumunun bozulmasına yol açar.
a)Aile Dışı Çevre aa) Okul Çocuk büyüdükçe toplumsallaşma sürecine aile dışında kalan faktörlerin etkisi artmaktadır. Çocuğun aile içinde kazandığı tutumlar, onun diğer guruplara katılma biçimini de etkilemektedir. Aile içinde edinilen tutum ve alışkanlıklar, oterite figürlerine düşmanlık ya da uyma, liderlik yada edilgen tutum alış biçiminde kendini gösterecektir. Okul aynı zamanda çocuk için, toplum tarafından oluşturulan ilk kendini deneme yeridir. Toplumun örgütlü bir kurumu olarak okulda roller, sorumluluklar ve uyulması gereken yazılı kurallar vardır. Okul, toplumun ve yetişkinlerin çocuk üzerinde doğrudan doğruya etkisinin görüldüğü bir ortam oluşturur. Böylece toplumsal değerlerin ve normların biçimlenmesinde katkıda bulunur. Okulun çocuğun toplumsallaşmasında ikinci önemli katkısı, akran gurupları ile etkileşim olanağıdır. Okulun, çocuğun toplumsallaşmasında ve uyumlu bir birey olarak var olan değerlerin kabulünü sağlamada gösterdiği olumlu etki, okul başarısızlığı ile tamamen ters orantıldır. Yapılan pek çok araştırma ile okul başarısızlığı ile suç arasındaki ilişkiyi açık olarak ortaya koymaktadır. Okul ve suç arasındaki ilişkinin en önemli göstergelerinden biri de okuldan kaçma eylemi ile ortaya çıkan durumdur. Okuldan kaçma ve suç işleme arasında çok anlamlı korelasyonlar bulunmuştur. Bizim ülkemizde bu konuda kapsamlı araştırmalar olmamakla birlikte özellikle İngiltere ve Amerikada bu korelasyonların %94,8’lere ulaştığı saptanmıştır.
a)Aile Dışı Çevre aa) Okul Çocuk büyüdükçe toplumsallaşma sürecine aile dışında kalan faktörlerin etkisi artmaktadır. Çocuğun aile içinde kazandığı tutumlar, onun diğer guruplara katılma biçimini de etkilemektedir. Aile içinde edinilen tutum ve alışkanlıklar, oterite figürlerine düşmanlık ya da uyma, liderlik yada edilgen tutum alış biçiminde kendini gösterecektir. Okul aynı zamanda çocuk için, toplum tarafından oluşturulan ilk kendini deneme yeridir. Toplumun örgütlü bir kurumu olarak okulda roller, sorumluluklar ve uyulması gereken yazılı kurallar vardır. Okul, toplumun ve yetişkinlerin çocuk üzerinde doğrudan doğruya etkisinin görüldüğü bir ortam oluşturur. Böylece toplumsal değerlerin ve normların biçimlenmesinde katkıda bulunur. Okulun çocuğun toplumsallaşmasında ikinci önemli katkısı, akran gurupları ile etkileşim olanağıdır. Okulun, çocuğun toplumsallaşmasında ve uyumlu bir birey olarak var olan değerlerin kabulünü sağlamada gösterdiği olumlu etki, okul başarısızlığı ile tamamen ters orantıldır. Yapılan pek çok araştırma ile okul başarısızlığı ile suç arasındaki ilişkiyi açık olarak ortaya koymaktadır. Okul ve suç arasındaki ilişkinin en önemli göstergelerinden biri de okuldan kaçma eylemi ile ortaya çıkan durumdur. Okuldan kaçma ve suç işleme arasında çok anlamlı korelasyonlar bulunmuştur. Bizim ülkemizde bu konuda kapsamlı araştırmalar olmamakla birlikte özellikle İngiltere ve Amerikada bu korelasyonların %94,8’lere ulaştığı saptanmıştır. bb) Akran Gurubu ve Suçluluk Aileye göre çocuğun kendisini daha yansız tanıyabileceği, kişiler arası ilişkiler açısından gerçeklerle yüzyüze gelebileceği bir ortam ancak akranları ile birlikte iken çocuk için sözkonusudur. Akran guruplarının etkisi özellikle ergenlik çağında en üst noktasına ulaşır. Çünkü, ergen için gurup yaşamı, başarmak zorunda olduğu bireysel bağımsızlığını kazanması için bir olanak sağlar. Aile ilişkisi yetersiz olan suç işleme eyilimindeki çocuklar için akran gurubunun olumsuz etkileri daha baskındır. Özellikle çete görünümündeki akran guruplarının suçluluğa etkileri bir çok araştırma ile kanıtlanmıştır.
cc) İş Yaşamı ve Suçluluk İş yaşamının çocuğun belirli bir sanatı kazanması ve sorumluluk duygusunun gelişmesi açısından olumlu etkisi olabilir. Ancak, iş ortamı çocuğun yeni model arayışlarına ve yaşamında büyük yer tutan oyuna olan gereksinimlerine ket vurulması ile olumsuz sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, iş yaşamının getireceği sınırlıda olsa ekonomik özgürlük, çevrenin olumsuz etkisine denetimsiz olarak kendisini bırakmasına da neden olabilir. Bunun yanında çocuklar tarafından yapılan çoğu işin yetişkin koruması ve denetimi nisbeten daha az olduğu için çocuklar denetim dışı kalabilmektedir.
B- Çocuk Suçluluğu Açısından Sosyolojik Verilerin Bütünsel Değerlendirilmesi;
Konunun çok fazla derinine gitmeksizin ailenin genişlik ve çekirdek oluşunun yarattığı farklılıkların yanında bir başka farklılaşma alanınında aile yapısının “kalıplayan” ve “ geliştiren” aile olması açısından yapılan ayrımdır. Gerçi geleneksel aile yapısının “kalıplayan” aile tipi ile çoğu kez çakıştığını görmekteyiz. Aile, çevre ve diğer toplumsal faktörlerin çocuğun yetişmesinde karşıladığı gereksinimleri şöyle sıralıyabiliriz; Temel birey gereksinimlerinin ilkidir ve çocuğun tutum alışlarını doğrudan etkiler. kalıplayan aile yapısında “sen olduğun gibi değerli değilsin; ancak benim sana gösterdiğim kalıplar içerisinde ve o yönde kendini değiştirirsen değer kazanırsın” Bu sözlü bir mesaj olmasa bile tutum ve tavırlarla daima çocuğa hisettirilir. Değerli olma duygusu karşılanmamış çocuk kendine güven duymaz, çekingen ve pısırık olur. Başkalarını taklit etme eğilimi onda yanlış modellerin seçimi ile suç işleme eğilimi olarak ortaya çıkar.- Kişilerin birbirlerine güven duyması,
“Kalıplayan” aile çocukta koşullu bir güven duygusuna yol açar. Kişi ancak belirli kalıplara uyduğu zaman değer kazanacağını,kalıpların dışına çıktığı zaman kendine hiç değer verilmeyeceğini bildiği için karşısındakine güven duyup kendisini olduğu gibi göstermez. Bu tür kalıplayıcı aile içindeki çocuk, kendi doğasının kabul edilmeyeceğini, cezalandırılacağını bildiği için yalan söylemek zorunda kalır. Zamanla kendi özünden gittikçe uzaklaşarak,başkası bilmediği sürece, yalan söylemekten ve suç işlemekten çekinmez.- Yakınlık ve dayanışma duygusu,
“Kalıplayan” aile tipinde baskı esas olduğu için yakınlık ve dayanışma duygusu da yoktur. Bu samimiyetsizlik çocuğu arkadaş guruplarına ve dış model arayışlarıa yöneltecektir. ”Kalıplayan” aileler çocuğun kendi duygu,düşünce ve davranışlarından sorumluluk duymasına olanak vermediklerinden, bu tür aileden çıkan çocuklarda sorumuluk duygusu gelişmez. Kendi kusurundan doğan olayları kabullenmeyerek başkasının üstüne atarlar.- Mücadele etmesini ve zorlukların üstesinden gelmeyi öğrenme duygusu,
Bu gereksinimde “kalıplayan” aile yapısı içinde karşılanmadığı için, sapmalar görülür.- Mutluluk ve kendini gerçekleştirme duygusu,
“Kalıplayan” aile ortamı içinde kuşku ve kaygı olduğu için mutluluk yoktur. “Kalıplayan” aile, çocuğa nasıl körü körüne kalıplara uyulacağını öğretirken, ”geliştiren” aile, çocuk duygu, düşünce ve davranışlarıyla kendini yansıtmasını ve kişisel bütünlüğünü öğretir.- Sağlıklı manevi yaşamın temellerini oluşturma duygusu,
Her bir insan kendi yeteneklerini, düşüncelerini, duygularını keşfedip kendini bulmak ister. Gelişmekte olan çocuk “kalıplayıcı” aile yapısı içinde önem verdiği tek konu, kurallara körükörüne uymaktır. “Kalıplayıcı” aile kurallara körü körüne uymayı bekler. Kişinin vicdani gelişimine, akla, gözlemlemeye ve sosyal yaşama önem vermezler. Bu temel gereksinimlerin karşılanmaması, toplumun geleceğini oluşturan çocukların uygar yetişkinler haline gelmelerine olanak vermeyecektir. Ailenin bu derece etkin olması çocuk suçluluğuna gelmeden önce aile yapısının demokratikleşmesi ve eğitim olgularına gereken önemin verilmesi gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Ailenin çocuk yaşamı üzerindeki bu derin etkisini gözden kaçırmamakla birlikte bireyin kendine özgü oluşu ve bütün şartlara rağmen, bütün olumsuzluklara rağmen kendisini ortaya koyuş olanaklarının bulunduğunu da unutmamak gerekir. Bu yargı, kişiliğin tanınmasının yanı sıra hukukun gerçek hareket noktası olan “irade özgürlüğü” kavramının önemine de işaret etmektedir. Çevrenin ilk basamağını oluşturan ailenin yanında okul, iş ve akranlar arası ilişkilerin çocuk üzerindeki yoğun etkisi, çocuk suçluluğunun yetişkin suçluluğundan ayrılmasının ne kadar zorunlu olduğunu da ortaya koymaktadır.