Toplumsal cinsiyet:
Döllenme anından doğuma kadar geçen süre canlının biyolojik cinsiyetinin oluşmasını ve gelişmesini içerir. Oysa bir de canlının cinsel tepkilerinin biçimlendiği doğum sonrası cinsiyetinin gelişmesi söz konusudur. Bu nedenle toplumbilimi uzmanları biyolojik cinsiyetin dışında bir toplumsal cinsiyet tanımı yaparlar.
Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin toplumdaki yerini ve topumun onlardan beklediği davranışları tanımlar. Günümüzde toplumdan topluma değişiklik gösteren bu değerlendirmeler, toplumsal yapılanmaya bağlı olarak oluşan değer yargılarını da tarihsel süreç içinde biçimlendirmiştir. Anaerkil (ananın egemenliğine dayanan) ve ataerkil (babanın egemenliğine dayanan) toplumlar değişik dönemlerde kadına ve erkeğe öncelik tanıyan, taban tabana karşıt iki anlayışın en belirgin örnekleridir.
Toplumdaki üretici güçlerin çeşitliliğinin artması kimi güç isteyen işlerin, fiziksel açıdan daha yeterli olan erkekler tarafından yapılması tarihsel süreçte erkeğin üretim içindeki yerini belirlemiştir. Kadınlar, özellikle hamilelik doğum ve doğum sonrasında bebeğin bakımı gibi geçirmek zorunda oldukları özel konumları nedeniyle güç gerektiren işlerden uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Üretimde çeşitlenmeler gereksinimlerin de artmasına yol açmıştır. Böylece kadın, üretimin sürdürülmesine yardımcı olan yemek hazırlamak, temizlik, giysilerin onarılması gibi, ikinci hizmetleri üstlenmiştir. Böyle bir toplumsal ilişkiler bütünü yeni bir toplumsal anlayışın gelişmesineyol açmıştır: "Kadın yalnızca erkeğe hizmet etmek için vardır" Eski bir deyişle görevi hamur yoğurmak ve çocuk doğurmaktır.
Bu bakış açısı kadının cinsel açıdan hiç bir duyarlılığı olmadığının savunulmasına ve yaygınlaşıp yerleşmesine kadar vardırılmıştır. Oysa bütün yüksek organizmalı canlılarda olduğu gibi, kadın da kendi türü içinde ayrı bir cinsiyeti belirtir ve bu cinsiyetin gerektirdiği cinsel tepkileri gösterir. Ne var ki bu gerçeğin kanıtlanması için 1940-1950 yıllarına dek uzun bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Bu yıllarda Alfred Kinsey ve arkadaşlarının yaptıkları bilimsel araştırma ve çalışmalar kadında ve erkekte cinsel dürtü açısından hiçbir farkın bulunmadığını ortaya koymuştur.
Bütün bu gerçekliklere karşın, gerek bireysel, gerek toplumsal anlayışın değişme hızı oldukça yavaştır. Dünyanın en uygar ülkelerinden biri sayılan isviçre’de bile, erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu onaylayan eski yasalar ancak 1981 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.Kadın haklarının yasalarca da tanınması önemli bir adım olmakla birlikte sorunun çözümü için yeterli değildir.
Döllenme anından doğuma kadar geçen süre canlının biyolojik cinsiyetinin oluşmasını ve gelişmesini içerir. Oysa bir de canlının cinsel tepkilerinin biçimlendiği doğum sonrası cinsiyetinin gelişmesi söz konusudur. Bu nedenle toplumbilimi uzmanları biyolojik cinsiyetin dışında bir toplumsal cinsiyet tanımı yaparlar.
Sponsorlu Bağlantılar
Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeğin toplumdaki yerini ve topumun onlardan beklediği davranışları tanımlar. Günümüzde toplumdan topluma değişiklik gösteren bu değerlendirmeler, toplumsal yapılanmaya bağlı olarak oluşan değer yargılarını da tarihsel süreç içinde biçimlendirmiştir. Anaerkil (ananın egemenliğine dayanan) ve ataerkil (babanın egemenliğine dayanan) toplumlar değişik dönemlerde kadına ve erkeğe öncelik tanıyan, taban tabana karşıt iki anlayışın en belirgin örnekleridir.
Toplumdaki üretici güçlerin çeşitliliğinin artması kimi güç isteyen işlerin, fiziksel açıdan daha yeterli olan erkekler tarafından yapılması tarihsel süreçte erkeğin üretim içindeki yerini belirlemiştir. Kadınlar, özellikle hamilelik doğum ve doğum sonrasında bebeğin bakımı gibi geçirmek zorunda oldukları özel konumları nedeniyle güç gerektiren işlerden uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Üretimde çeşitlenmeler gereksinimlerin de artmasına yol açmıştır. Böylece kadın, üretimin sürdürülmesine yardımcı olan yemek hazırlamak, temizlik, giysilerin onarılması gibi, ikinci hizmetleri üstlenmiştir. Böyle bir toplumsal ilişkiler bütünü yeni bir toplumsal anlayışın gelişmesineyol açmıştır: "Kadın yalnızca erkeğe hizmet etmek için vardır" Eski bir deyişle görevi hamur yoğurmak ve çocuk doğurmaktır.
Bu bakış açısı kadının cinsel açıdan hiç bir duyarlılığı olmadığının savunulmasına ve yaygınlaşıp yerleşmesine kadar vardırılmıştır. Oysa bütün yüksek organizmalı canlılarda olduğu gibi, kadın da kendi türü içinde ayrı bir cinsiyeti belirtir ve bu cinsiyetin gerektirdiği cinsel tepkileri gösterir. Ne var ki bu gerçeğin kanıtlanması için 1940-1950 yıllarına dek uzun bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Bu yıllarda Alfred Kinsey ve arkadaşlarının yaptıkları bilimsel araştırma ve çalışmalar kadında ve erkekte cinsel dürtü açısından hiçbir farkın bulunmadığını ortaya koymuştur.
Bütün bu gerçekliklere karşın, gerek bireysel, gerek toplumsal anlayışın değişme hızı oldukça yavaştır. Dünyanın en uygar ülkelerinden biri sayılan isviçre’de bile, erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu onaylayan eski yasalar ancak 1981 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.Kadın haklarının yasalarca da tanınması önemli bir adım olmakla birlikte sorunun çözümü için yeterli değildir.
..