Arama

Endülüs Emevileri

Güncelleme: 6 Ocak 2017 Gösterim: 35.517 Cevap: 11
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
10 Ekim 2008       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Endülüs Emevileri

Ad:  Endülüs_Emevileri.JPG
Gösterim: 6771
Boyut:  58.0 KB

756-1031 arasında Endülüs’te egemen olan Arap hanedanı.
Sponsorlu Bağlantılar

Tarihi emirlik (756-929) ve halifelik (929- 1031) olmak üzere iki döneme ayrılır. Endülüs Emevi Devleti, Abbasi kıyımından kurtularak Kuzey Afrika’ya kaçabilen Emevi hanedanından I. Abdurrahman (hd 756-788) tarafından İşbiliye (Sevilla) ve Kurtuba’da (Cördoba) kuruldu. Güçlü ve kararlı bir hükümdar olan Abdurrahman, iktidarını Emevi aristokrasisine dayandırmaya çalıştı. Duero (Douro) Irmağının kuzeyindeki topraklan ele geçirmek isteyen Asturiaslı Hıristiyanları bastırmak için seferler düzenledi. Ebro Vadisini almak isteyen Charlemagne’ı 778’de Roncesvalles’de yenilgiye uğrattı. Bu yenilgiden sonra Franklar Pire neler’in yukarı vadilerinden ileri geçemediler. Müslümanlar Barselona’yı ve 801’de Eski Katalonya’yı da alınca Frank akınları durdu.

I. Abdurrahman’ın ardılları I. Hişam (hd 788-796) ve I. Hakem’in (hd 796-822) hükümdarlıkları sırasında Arap soylular arasındaki çatışmalar ön plana çıktı. 806’da Kurtuba ve 807’de Tuleytule (Toledo) ayaklanmalan kanlı bir biçimde bastırıldı. I. Hakem bu ayaklanmalar nedeniyle ordudaki Slav ve Berberi askerlerin sayısını artırdı ve harcamaları karşılayabilmek için yeni vergiler koydu.

II. Abdurrahman (hd 822-852), Endülüs’te yeni bir siyasal ve kültürel gelişme dönemi başlattı. İranlı müzikçi Ziryab’ın Endülüs’e gelişi, saray yaşamında Doğululaşmanın başlangıcı oldu. Abbas bin Firas neceftaşı işleme tekniğini, şair el-Gazali değişik bitki tohumlarını Endülüs’e getirdi. II. Abdurrahman bir yandan da Ebro Vadisinde ayaklanan Benu Kasi ailesinden Alvaro ve Eulogio adlı önderlerle uğraştı. Ayaklanmacıları uzlaşmacı yollarla geriletmeyi başaramayınca ölüm cezasına çarptırdı. Etkin bir dış politika izleyerek Bizans’a ve Frank kralı II. Karl’a (Dazlak Charles) elçiler gönderdi. Endülüs’e tahıl satan Cezayir’deki Rüs- temilerle iyi ilişkiler kurdu. Sürekli sıklaşan Viking akmlannı sonunda İşbiliye yakınlarında durdurdu. Ayrıca olası saldırılara karşı biri İşbiliye, öteki Almerfa’da iki deniz üssü kurdu.

II. Abdurrahman’ın ardılları I. Muhammed (hd 852-886), Munzir (hd 886-888) ve Abdullah (hd 888-912) Endülüs Emevilerini ve İslamlığı yıkmaya yönelik yeni bir sorunla karşılaştılar. Gittikçe güçlenen Müvelledler (Müslüman Endülüslüler), yarımadanın kuzeyinde Benu Kasi aşiretinin, güneyinde Ömer bin Hafsun’un önderliğinde ayaklandılar. Kurtuba yakınlarındaki Bü- beşter (Bobastro) Kalesi’nde korunan İbn Hafsun, Endülüs Emevilerini neredeyse ortadan kaldırmak üzereyken Poley Savaşı’nda (891) yenildi. Bu yenilgi savaşa son vermediyse de, Abdullah, ibn Hafsun’u
Doğu Endülüs’e sürdü ve ayaklanmaları birer birer bastırdı. Hıristiyanlığı benimseyen İbn Hafsun 917’de ölünce oğulları teslim olmak zorunda kaldı.

Endülüs Emevi tarihinde yeni bir dönem başlatan III. Abdurrahman’ın (hd 912-961) karşılaştığı siyasal sorunlardan biri, Abbasi halifeliği karşısındaki hukuksal durumuydu. Endülüs Emevileri, Abbasilerin dinsel önderliğini tanıyorlardı, ama 910’dan sonra Tunus’ta Fatımiler ayn bir halifelik kurunca, III. Abdurrahman da kendisini 929’da halife ilan etti. Ayaklanmacıların son direnmelerini de kırarak iç güvenliği sağladı. Ama Hıristiyanlara karşı pek başarılı olamadı ve 939’da Simancas’ta yenilgiye uğradı. Ardından Leon Krallığı’nm zayıflamasından yararlanarak politik yollarla yarımadaya egemen oldu. Kutsal Roma Germen imparatoru I. Otto’ya, yarımadadaki Hıristiyan krallara, papaya ve Bizans’a elçiler göndererek durumunu sağlamlaştırdı. Fransa’nın kuzeyinde üslenen Müslüman korsanlarla da ilişkiye girerek onları korudu. Öte yandan Fas topraklarında Fatımilere karşı savaşan III. Abdurrahman, bir ara ayaklanmacı Ebu Yezid’in desteğiyle Fatımi halifeliğini yıkacak güce erişti. Endülüs Emevileri ile Fatımiler arasındaki savaş, Fatımilerin Mısır’ı alıp (969) Fas’tan çekilmeleri ve Endülüs Emevilerinin burada da etkili olmalarıyla sona erdi.

Barışçı bir hükümdar olan II. Hakem’den (hd 961-976) sonra II. Hişam halife oldu. Hişam, Hâcib Mushefi’nin vesayeti altında büyümüştü. Amiri ailesinden Mansur 978’de Mushefi’yi öldürerek hâcibliği ele geçirdi ve halifenin otoritesini sembolik bir düzeye indirerek kendi egemenliğini kurdu. Mansur, Fas’ı denetim altına alarak Kurtuba’ya bağladı. Hıristiyan bölgesine sık sık seferler düzenledi; hemen hemen bütün kentleri yağmaladı ve Hıristiyan yayılmasını durdurdu. Afrika’dan yeni gelen ve kendisine bağlı olan Berberi askerlerden yeni bir ordu kurarak, çoğu Emevi yandaşı olan Arap aristokrasisine bağlılıktan kurtuldu. Mansur, soylu bir yönetici gibi davranarak şairleri ve bilginleri korudu. Aragon’a yaptığı başarılı bir seferden sonra öldüğünde (1002), oğlu Muzaffer’e güçlü ve iyi örgütlenmiş bir devlet bıraktı.

Muzaffer babasının izinden gitti. II. Hişam’ı hapsetti, Hıristiyanlara karşı savaştı, ama erken öldü (1008). Kardeşi Abdurrah man, babasının kurduğu sağlam yapıyı sürdürecek güçte değildi. Gizli bir yere kapattığı II. Hişam’ı başa geçirmeyi amaçlayan bir ayaklanma sonunda öldürüldü. Ayaklanma, Endülüs Emevilerinin sonunu başlattı. Arkası kesilmeyen iç çatışmalar sonunda Endülüs Emevi Devleti 1010’dan başlayarak parçalandı ve Tavaif-i Mülûk denen emirlikler ortaya çıktı.

Kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Baturalp; 5 Ocak 2017 22:47
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
SüPeRsiN - avatarı
SüPeRsiN
Ziyaretçi
1 Şubat 2010       Mesaj #2
SüPeRsiN - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Endülüs Emevileri1.JPG
Gösterim: 4640
Boyut:  36.3 KB

Endülüs Emevi Devleti

765-1031 yılları arasında Endüste kurulan hanedanlıktır. 3. Abdurrahman’a kadar bu devlet Kurtuba Emirliği olarak anılmıştır. Kendisinin ölümüyle de bu devlet 250 yıl daha bir fiil yaşamıştır. Suriyede'ki islam tarihi bakımından önemli olan Emevi devletinin yıkılmasıyla bazı müslümanlar ispanyaya geçecektir. Abdurrahman onlarla yazışacak yardım isteyecektir. Suriyede bu devletin yerine Abbasi devleti kurulmuştur. Abbasiler Emevilerin poltikasını ise benimsememiştir, ırkçılık yapmamışlardır. Gırnatanın yanında ufak liman olan el Münekkebeye ayak basmıştır. Endülüs valisi Fihri ile yapılan savaşı kazanmıştır. Kurtubaya giden Abdurrahman ise emirliğini ilan edecektir. Taraftarları onun devlet kurmasına yardımcı oldular. Tarım ve Sanayi bu dönemde gelişmiştir.

Sponsorlu Bağlantılar
Abdurrahman’dan sonra yerine oğlu Hişam geçmiştir. Hişam kardeşlerinin isyanını bastırdı, tarım ve ticaretin gelişmesini sağladı. Yerine Emir Hakem geçti. Hakem zamanında isyanlar baş göstermiştir. Dört padişah sonra Abdüllah'ı tahta görmekteyiz. 931 de Sebte’yi feth etmiş ayrıca isyanları bastırmıştır. Daha sonra II. Hakem başa geçmiş ve babasının politikasını izlemiştir. Bura'da ayrıca önemli olan şehri yeniden imar ettirmesidir. Alimleri korumuştur. Bundan sonraki dönemlerde devleti kurtubalılar rahat bırakmayacak isyanlar yeniden başgösterecektir.

Kasım Bin Hammud’dan sonra devlet iyice zayıflamıştır. Cevheriler bu devleti parçalayacaktır. Hristiyan devletler son olarak da Endülüs Emevi Devletiyle rekabet halinde bulunan Ben-i Ahmer Devletini yıkacaklardır. İspanyalılar ve Hristiyanlar bizzat Müslümanları tanımışlar bazen inkar etselerde çok şey öğrenmişlerdir.

Bu dönemde Müslümanlar her bakımdan Avrupalılardan üstünlerdir. Avrupa karanlık çağını yaşamaktaydı. Bu düzen 16. yüzyıldan sonra değişecek keşifler ve bilim tarihindeki gelişmeler sonucu Avrupalılar Müslümanların önüne geçecektir.
Son düzenleyen Baturalp; 6 Ocak 2017 14:55
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
23 Mart 2010       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Endülüs Emevileri1.JPG
Gösterim: 4614
Boyut:  36.2 KB
II. Bâyezid'in hükümdar olarak bulundugu dönemin önemli olaylarindan biri de süphesiz ki Islâm cografyasinin en bati ucunda, baska bir ifadeyle Endülüs'teki Müslümanlarin basina gelen felaket idi. Bu felaketin baslangici esnasinda Osmanli donanmasi, uzak denizlerde savasacak kadar güçlü degildi. Bölgenin Osmanlilara olan uzakligi ve o siralarda Cem Sultan'in, Avrupa'da siyasî bir alet olarak kullanilmasi bir anlamda Osmanlilarin elini ve kolunu bagliyordu. Bunlardan baska, Akdeniz'in öbür ucundaki bu bölgeye ulasmak için, Osmanli donanmasinin gerektiginde yardim alabilecegi bir liman veya sehir de mevcud degildi. Bütün bu olumsuz sartlar da nazari dikkate alindigi zaman Osmanlilarin bu konuda neden daha faal bir rol oynayamadiklari anlasilir.

Hicrî 92 (M. 7ll ) tarihinde Kuzey Afrika'yi bastan basa kat eden Müslüman mücahidler, Ispanya'ya girdikten sonra orayi terk edinceye kadar Iberik yarimadasini medenî eserlerle süslemis, çok sayida kültürel ve sosyal müesseseler meydana getirmislerdi.

Müsümanlar, Ispanya topraklarina ayak basar basmaz, irk, din, dil, mezheb ve soy farki gözetmediler. Got, Vandal, Romali, Hiristiyan ve Yahudi demeyip herkese Müslümanlar gibi haklar tanidilar. Endülüs ( III. Abdurrahman, II. Hakem gibi) büyük hükümdarlar gördü. Parlak devirler yasadi.Orada (Kurtuba Camii gibi) âbideler, (Medinetü'z-zehra gibi) saraylar yapildi. Doguda Bagdad, batida Kurtuba, dünya yüzünde Islâm medeniyetinin gözler kamastiran merkezleri haline geldi. Kurtuba'da kadinlardan alimler, sairler ve muallimler yetisti.

Yedi asri askin bir süre bütün Ispanya, Portekiz ve hatta Güney Fransa'da hükümranligini kabul ettirmis olan Islâm hakimiyeti, bütünüyle yok edilmek isteniyordu. Halbuki bu medeniyet, bütün medenî sahalarda Avrupa'nin üstadi, hocasi ve mürebbisi olmustu. Bu hâkimiyet öyle bir medeniyet vücuda getirdi ki, cihanin en yüksek medenî seviyesine ulasti. Bu medeniyet, Insanligin yüz aklarindan olan ilim, fen, edebiyat ve felsefe dahileri yetistirmisti. Medreselerinde okuyan Hiristiyan ögrenciler, sonradan Avrupa'da kral ve Papa olmuslardi. Endülüs Müslümanlari, Avrupa'daki Hiristiyanlara sadece maddî degil, manevî hasletlerde de öncülük yapmislardi. Insanlik, baskalarini da düsünme, müsamaha gibi konulari anlayip kavramada onlara hocalik yapmislardi.

Bilindigi gibi Endülüs (Vandelozya veya Andalousie), Ispanya'nin güney eyaletinin adi idi. Müslüman ordulari Iberik yarimadasini (günümüzde Ispanya ve Portekiz devetlerinin bulunduklari yarimada) feth etmeye basladiklari zaman bu topraklara "Endülüs" adini verdiler.
Ad:  Endülüs Emevileri6.JPG
Gösterim: 2862
Boyut:  49.2 KB
Istanbul'un l453 senesinde fethi, diger Islâm ülkelerinde oldugu gibi Beni Ahmer Devleti'nde de büyük bir sevinçle karsilanmisti. Zira, Istanbul'un fethi, Endülüs'teki bu son Islâm devleti açisindan, Hiristiyan dünyasinin tehdidlerine karsi yardim taleb edebilecekleri yeni ve büyük bir Müslüman gücünün dogusu anlamina gelmekteydi. Böylece Endülüs Müslümanlari ile Osmanlilar arasinda hissî bir alaka tesis edilmis oluyordu. Gerçi l477 senesinde Girnata halkinin, Hiristiyanlarin baskilari yüzünden içinde bulunduklari zor sartlardan haberdar etmek ve yardim istemek üzere, Fâtih Sultan Mehmed'e bir elçi gönderdikleri belirtilmektedir. Bununla beraber, Endülüslülerle Osmanllar arasindaki bilinen bu ilk dogrudan iliski ve haberlesme hakkinda daha fazla bir bilgiye sahip degiliz. Iç çekismelerden dolayi küçülüp Hiristiyanlara yem olmaktan kurtulamayan Endülüs'ün (Beni Ahmer Devleti), son sehri olan Girnata da Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin eline düsmek üzereyken Girnata'nin son hükümdari Ebû Abdullah es-Sagir, Afrika hükümdarlarindan oldugu gibi Istanbul'dan da yardim ister. Fakat beklenen yardim saglanamaz. Ebû Abdullah es-Sagir, 89l ( l486) yilinda Istanbul'a bir elçi göndererek Bâyezid'den yardim istiyordu. Elçinin elinde parlak bir de kaside vardi. Ebu'l-Beka Salih b. Serif er-Rundî'ye ait olan bu mersiye, Hiristiyanlar tarafindan Endülüs'teki Müslümanlara yapilan zulüm ve iskenceyi anlatiyor, onlarin çektikleri izdirabi dile getiriyordu. Manzum olarak Türkçe'ye de çevrilen bu mersiyenin bir kismi söyledir:

Hengam-i tamaminda gelir her seye noksan, Ömründeki hosluklara aldanmasin insan, Her sey mütehavvil, bu fena sence de meshûd, Bir lahza meserret göreni, kahreder ezman Siz, Endülüs'ün halini hiç duymadiniz mi? Her kafile etmisken onu âleme destan, Acizleri, sizden ne kadar istedi imdad, Hep öldü, esir oldu, kimildanmadi insan. Dün, her yere sultan iken onlar, bugün eyvah... Küfr ellerinin hükmüne kulluk ile nalân, Görseydin eger onlari bikes ve mütehayyir Eylerdi sana zilletin envaini ilanGörseydin o aglasmayi onlar satilirken, Saskin hale getirirdi seni ahval ile ahzân Ya Rabbi! Ayirdilar mâder u tifli (çocuk ile annesini) Eylerse teferruk nasil ervah ile ebdân (ruhla bedenin ayrilmasi gibi).

Yardimin istendigi sirada II. Bâyezid, bir taraftan Çukurova'da Memlûklular'la, diger taraftan kendisine karsi taht mücadelesi veren kardesi Cem Sultan olayi ile mesgul idi. Nitekim, Endülüs Tarihi adli eserde, bu konuya temasla, elçilerin gönderildigine dair eski tarih kitaplarindaki bilginin dogru olmadigi anlatilarak söyle denir: Hakan-i müsarunileyh (II. Bâyezid) reis-i mezheb-i ruhanî olan Papa'ya iki elçi göndermekle, sayet kral Girnata muhasarasinda israr ve Müslümanlari zarara sokarsa, ülkesindeki Hiristiyanlar hakkinda da ayni muamelenin yapilacagini bildirerek krala vasiyette bulunmasini istemisti.Cem Sultan meselesi gözönüne alindigi zaman bu rivayetin (yani elçi göndermenin ) dogru olmadigi anlasilir. Osmanlilar, bu dönemde, Memlûk gailesi ile mesgul olmalarina ragmen, Girnata heyetini ümitsiz ve üzüntülü bir sekilde göndermek istemiyorlardi. Bunun için bir donanma tertibi ile Akdenize açilmasini saglamis ve Cebel-i Tarik ile Sebte sahillerine taarruz etmek suretiyle Hiristiyanlarin, Müslümanlar üzerindeki agirligini hafifletmek istemislerdi. Bununla beraber o dönemde Portekiz deniz kuvvetlerinin diger devletlerle mukayese edilmeyecek kadar büyük olmasi ve o siralarda Osmanlilarin ne Misir, ne de Tunus gibi bir Kuzey Afrika devleti ile anlasmasinin bulunmamasi, donanmanin fazla bir sey yapamadan dönmesine sebep olmustur. Böylece bu müracaattan önemli bir sonuç alinamadi. Bununla beraber, Girnata'nin müracaatindan bir sene sonra Kemal Reis komutasinda, Ispanya sularina bir Türk donanmasi gönderildi. Ispanya kiyilarini vuran Kemal Reis, buralardaki bir kisim Müslüman ve Yahudiyi kurtararak Istanbul'a getirmisti.Hammer ise, Sultan Bâyezid'in Endülüs Müslümanlari ile ilgili faaliyetleri hakkinda su bilgiyi verir:

"Davud Pasa, Karaman asi asiretlerini itaat altina aldigi sirada Sultan II. Bâyezid, Istanbul'da elçileri kabul ediyordu. Bunlar içinde gerek itimatnâmesinin sekli, gerek maiyetindeki sahislar bakimindan en çok dikkat çekeni, Ispanya'nin son Islâm hükümdarinin elçisi idi. Beni Ahmer'den Girnata hükümdari olan bu zat, Aragon ve Kastil Krali Ferdinand tarafindan agir bir baski altinda bulunuyordu. Müslüman olmayanlarin istilalari karsisinda "Sultanu'l-Berreyn ve Hakanu'l-Bahreyn'den yardim dilemekte idi. Elçinin itimadnâmesi, Elhamra padisahlarinin romantik ve sövalye ruhuna uygun yazilmisti. Bu, Müslümanlarin ugradiklari izdirabi belirten ve Islâm'in Ispanya'da içinde çirpindigi düsüsü dile getiren ve nihayet 700 yildir bu kitada hüküm sürdükten sonra yakinda buradan çikarilacaklarini ifade eden Arapça bir kaside idi. En etkili ve dokunakli tarzda Islâm milletlerinin ve hükümdarlarinin yardim ve merhametlerini diliyordu. Bâyezid, dindar ve ayni zamanda sair oldugu için, Ispanya sahillerini tahrib etmek üzere bir donanma göndermekle buna cevap vermis oldu. Donanma komutanligini Kemal Reis adi ile Hiristiyan donanmalarina korku salan amirale tevdi etti."

Beni Ahmer Devleti, Osmanlilara bas vurdugu gibi Memlûk Devleti'ne de müracaat etmisti. Fakat kuvvetli donanmalarinin bulunmamasi yüzünden onlar da yardim edemediler. Bununla beraber Memlûk hükümdari, Endülüs Müslümanlarina yapilan mezâlimi önlemek için Papa'yi ve Ferdinand'i tehdid ederek, sayet Ispanyollar Girnata Müslümanlarindan el çekmezlerse bütün Filistin Hiristiyanlarini Kamame (Kimame) Kilisesi'nde kestirecegini ve Hiristiyanlara Suriye ile Kudüs kapilarini kapatacagini söylemek üzere bir heyet göndermisti. Fakat bunun da bir tesiri olmadi.

Bütün bu olaylardan sonra Beni Ahmer Devleti, Ocak l492 (29 Safer 897)'de 55 maddeden mütesekkil bir muahede ile teslim oldu. Böylece hakimiyetleri sona erdi. Akd edilen muahede ve teslim sartlarina göre Müslümanlara hangi sekilde olursa olsun kötü muamelede bulunulmayacagi gibi onlarin cemaat haklari da taninacakti. Fakat bu ahde ancak üç hafta riayet edildi. Bundan sonra gün geçtikçe dozu artirilmak suretiyle orada kalmis olan Müslümanlara yapilmadik eza ve iskence kalmadi. Bu arada kurtulmak için oradan çikmak isteyenlere de müsaade edilmiyordu. Çünkü Müslümanlar, san'atkâr ve is sahibi idiler. Fen, ilim, san'at ve ziraat erbabinin çogu Müslümanlardandi. Bunlarin gitmesi halinde memleket bu islerden mahrum kalacakti. Bununla beraber firsat bulanlar kafileler halinde Afrika sahillerine can atiyorlardi. Bunlardan bir kismi da korsanlik yapmak suretiyle Ispanyollari tehdid ediyorlardi.

Öyle anlasiliyor ki Osmanli Devleti, muhtelif sefer ve gaileler sebebiyle Endülüs Müslümanlarina istenildigi sekilde yardimda bulunamamisti. Ancak XVI. asrin ortalarindan itibaren bu isi Cezayir beylerine birakmisti. Bunun için, Kaptan-i Derya ve Cezayir Beylerbeyi olan Kiliç Ali Pasa'ya gönderilen Zilkade 977 (Nisan - Mayis l570) tarihli bir hükümle Ispanya'daki Müslümanlara yardim etmesi emredilmisti. Bunun sonucu olarak birçok Müslüman ve Yahudi Afrika sahillerine geçirilmisti. Bunlardan bir kismi da Adana, Uzeyr, Tarsus, Sis ve Trablussam sancaklarina yerlestirilmistir. Bu muhacirler, kendilerini toplayip üretici bir hale gelineye kadar bes sene müddetle bütün vergi ve resimlerden muaf sayilmislardir.

Müslümanlarin, Ispanya ve Portekiz'in bulundugu Iber yarimadasindaki hâkimiyetleri sekiz asra yakin sürmüstü. Bu hâkimiyet, 2 Ocak l492'de Girnata'nin Katolik hükümdarlara teslim olmasi ile son bulmustu. Böylece, tarihin bir devresi kapanmis oluyordu. Zira Ispanyollarin Girnata'yi isgalleri ve bu esnada isledikleri cinayetler, medeniyet tarihi bakimindan silinmez bir leke olarak kalacaktir. Onlar, yaptiklari ile tam bir barbarlik örnegi sergilemislerdir. Kendilerine medeniyet ögreten ve bu konuda üstadlari olan Müslümanlarin seviyesine ulasamadiklarini isbat etmislerdir. Katolik bir Kardinal'in emriyle Girnata sehrinin büyük meydaninda 500.000 küsur cild yazma kitap yakilmisti. Müslümanlar, bütün Avrupa kütüphanelerindeki kitaplarin yekûnundan fazla olan bu kitaplari, sekiz asirdan beri dünyanin her tarafindan toplamislardi. Insanlik âlemi, bu kitaplarin yakilmasindan dogan boslugu, bugüne kadar telafi edememistir. En degerli müelliflerin en degerli eserleri, atese atilmisti. Bu tarihlerde Avrupa'da l0.000 cild kitabi bir araya getiren hiç bir kütüphânenin bulunmadigini belirtmek gerekir.

Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin, Müslümanlara verdikleri sözlerini tutmadiklarini, medeniyet ve kültür ürünü kitaplarin nasil yakildigini, Müslümanlarin nasil iskencelere tabi tutuldugunu Hiristiyan bir arastirmaci su sözlerle ifade eder:

"Katolik majesteleri Ferdinand ve Isabella, Müslümanlarin tabi tutulduklari teslim sartlarina bagli kalmada basari gösteremediler. Kraliçenin özel günah çikarma papazi Kardinal Ximenes de Cisneros'un komutasi altinda tertiplenen ve geride kalan Müslümanlarin kiliç ve zor kullanilmak suretiyle irtidad (Islâm'dan dönme) ettirilip Hiristiyan dinine sokulmalari maksadina matuf bir askerî harekat l499 yilinda baslatildi. Bu kardinalin ilk isi, Islâmî konularda kaleme alinmis el yazmasi kitaplari toplatip yaktirmak suretiyle piyasadaki dolasimini durdurmak olmustur. Simdi artik Girnata sehri, Arapça yazilmis bu kitaplarin yiginlar halinde yakilmasindan olusan "senlik atesleri"ne sahne oluyordu. Engizisyon adi verilen iskence ve zulüm hareketleri, müessesevî bir hale getirilmis ve yogun bir biçimde devamli isler halde tutuluyordu."

Bu yazar, Müslümanlara karsi yapilan iskence ve yakilan binlerce cild kitabin maruz kaldigi insanlik disi davranisi ne kadar yumusatmaya çalissa da yine de dindaslarinin isledigi bu câniyane hareketten bahs etmeden geçemiyor.

Girnata, Araplarin her türlü dinî hürriyetlerine, can ve mallarina dokunulmamak sartiyla teslim olmustu. Fakat Katolikler'e göre " Kâfir Müslümanlar"a verilmis sözün hiç bir ehemmiyeti olamazdi. Böylece, Yeniçagin esiginde beser tarihinin en büyük yüzkaralarindan biri irtikâb edildi. Insanligin müsterek mali olmasi icab eden medeniyetin, o çag için en zarif olan dallarindan biri sistematik bir sekilde imhaya baslandi. Hele cihanin en büyük kütüphânesinin merasimle yakilmasi, yakin zamanlarda bütün Ispanyollar tarafindan bile lanetlenmis bir hadisedir.

MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen Baturalp; 5 Ocak 2017 22:58 Sebep: düzenlendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
16 Haziran 2010       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Endülüs Emevi Devleti


(756-1031):
  • Abbasilerden ayrılan bir grup İspanya'da merkezi Kurtuba olan yerde Endülüs Emevi Devleti'ni kurdu.
  • Kurucusu Abdurrahman'dır. Bu da kısa zamanda tutunama­yıp beyliklere ayrıldı.
  • Beni Abbad Beyliği,
  • Murabidler Beyliği,
  • Beni Ahmer Beyliği.
  • Bu devletin önemli mimari eseri, Gırnatada Elhamra Sarayı'dır.
Son düzenleyen Baturalp; 5 Ocak 2017 19:55
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ocak 2011       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Emeviler

Ad:  Emeviler.JPG
Gösterim: 2568
Boyut:  65.9 KB

Dört Halife Dönemi’nden (632-661) sonra Müslüman Arap İslam Devleti'ne egemen olan hanedan. Hz. Ali’nin 661’de öldürülmesinden sonra başa geçen Emeviler, 750’de Abbasiler tarafından yıkılıncaya değin hüküm sürdüler.

Muaviye, Mekkeli Kureyşin kabilesine bağlı Ümeyyen ailesinden. Emevi hanedanın kurucusu Mekke şehrinin hakimi ve İslamın en büyük düşmanlarından o dönemde oldukça zengin olan Ebu-Süfyand'ın oğludur.Ebu-Süfyan oldukça akıllı bir adamdı.İslamın hızlı ilerliyişi karşısında ve bir çok savaş sonrasında Mekkeyi Muhammed e ve İslam ordusuna teslim edip Müslüman olmakla beraber ailenin politik güçünü asla elinden bırakmamış 3 halife döneminde İslam ordularının Arabistanı ve iranı kontrol altına almalarını izlemiş ve önemli politik noktalara kendi ailesinden adamları yerleştirmiş ve iktidarın asla Haşimoğulları Hz Muhammedin ailesinin eline geçmemesine çalışmıştır. Ebu Süfyan (561 - 652) ölümünün ardından Muaviye, Beni Ümeyye (Emevi) ailesinin başına geçti.Muaviye, Ömer döneminde 641'de Şam valisi olmuş ve Suriye'yi denetimi altına almıştı.

Muaviye, 656’da başa geçen Ali'nin halifeliğini tanımadı ve onu üçüncü halife Osman'ın öldürülmesinden sorumlu tuttu. Ali, Şam valiliğine bir başkasını atayınca da çekişme savaşa dönüştü. Muaviye, Sıffin Savaşı'nda (657) yenilmek üzere olan askerlerinin mızraklarına Kuran yapraklarını taktırdı ve böylece Ali'nin ordusunu durdurdu. Hilafet sorununu savaşla değil hakeme başvurarak çözmeyi önerdi. Ne var ki Muaviye’nin hakemi Ali’nin hakemini ikna ederek Muaviye’yi halife ilan etti. Söylenen şudurki Ali'nin hakemi ile Muaviye'nin hakemi anlaşdıktan sonra Ali'nin hakemi orduların önünde yüzüğünü çıkartarak "Ali'yi halifelikten aldım" der.Aynı şeyi yapması beklenen Muaviye'nin hakemi masadan yüzüğü alır ve "Ben Muaviye'yi halife yaptım" der. Böyle ufak bir hile ile Ali halifelikten indirilmiş oldu. Ali bu sonucu kabul etmemekle birlikte denetimindeki toprakları yavaş yavaş yitirdi ve bir süre sonra da öldürüldü.

Muaviye ile Emeviler'in yönetimi başladı. Muaviye, halifeliğini tanımayanları sert bir biçimde bastırdı ve iç karışıklıklara son verdi. Ardından yeni fetihlere girişti. Emevi egemenliğini doğuda Hindistan sınırına, batıda Kuzey Afrika'ya, oradan da Güney İspanya'ya kadar yaydı. Yeni kurulan donanmayla 669-678 arasında Bizans’ın başkenti Konstantinopolis'i (İstanbul) ele geçirmek için seferler düzenlendi, ama başaramadı. Muaviye 680’de öldüğünde ardında güçlü bir devlet bıraktı. Halifeliği dinsel önderliğin yanı sıra tam bir siyasal önderliğe dönüştürdü. Halifelik merkezini de kutsal topraklardaki Medine’den Şam’a taşıdı. Ali ise daha önce hilafet merkezini Kufe'ye taşımıştı.

Artık halife bir kurul tarafından seçilmiyor, babadan oğula geçiyordu. Nitekim Muaviye’nin yerine oğlu I. Yezid halife oldu. I. Yezid tahta çıktığında yeni bir halifelik sorunuyla karşı karşıya kaldı. Ali'nin küçük oğlu Hüseyin, halifeliğin kendi hakkı olduğunu ileri sürdü ve Yezid'in halifeliğini tanımadı. Yezid sorunu askeri yöntemlerle çözmeye karar verdi ve Hüseyin ile yandaşlarını 680’de Kerbela'da kıyıma uğrattı. Bu olay, İslam tarihindeki Sünni ve Şii mezhep ayrılığını da kesinleştirdi. I. Yezid, yaklaşık üç yıl iktidarda kaldı, ama İslam tarihine en acımasız hükümdarlardan biri olarak geçti.

I. Yezid'in ölümünden sonra 683’te oğlu II. Muaviye halife oldu. II. Muaviye’nin iktidarı yalnızca bir yıl sürdü. II. Muaviye ve önceki iki hükümdar, Ebu Süfyan’ın soyundan geldikleri için Süfyaniler olarak anılır.

II. Muaviye’den sonra 684'te I. Mervan halife olarak Emevi Devleti’nde Mervaniler dönemini başlattı. Emeviler en parlak dönemini I. Mervan’ın oğlu Abdülmelik döneminde (685-705) yaşadı. Bu dönemde Irak ve İran'daki ayaklanmalar bastırıldı. Hindistan ve Orta Asya'da yeni fetihlerle devletin sınırları genişletildi. Süleyman’ın halifeliği sırasında Bizans İmparatoru III. Leo'un 717'de Emevi ordusunu ağır bir yenilgiye uğratması, Emevi Devleti’nin gerileme döneminin başlangıcı oldu.

Araplar arasında kabile çatışmaları yeniden başladı ve "Mevalin" denen, Arap olmayan Müslümanların merkezi yönetime karşı hoşnutsuzlukları arttı. 707-720 arasında halifelik eden Ömer bin Abdülaziz'in başlattığı yenileşme hareketleri de kalıcı bir sonuç getirmedi.

Hişam bin Abdülmelik döneminde (724-743), 732'de İspanya üzerinden Fransa'yı fethe girişen Emevi ordusu Poitiers'de (Puvatya) durduruldu. Emeviler Anadolu'da Bizans’a karşı üstünlüklerini de yitirdiler. Orta Asya'da Türkler, Kuzey Afrika'da Berberiler Emevi egemenliğine başkaldırdılar.

Halifelerden sonra emeviler arapları üstün tuttuğu iççin islam dinine girenlerin sayısı azalmıştır. Hişam bin Abdülmelik ölümünden sonra herbiri çok kisa dönem halifelik yapan üç halife sırayla başa geçti: Bunlar II. Velid bin Yezid (2 ay 21 gün), III. Yezid bin Velid (6 ay 2 gün) ve İbrahim bin Velid (2ay).

Son Emevi Halifesi II. Mervana döneminde (744-750) Abbasiler denetiminde gelişen muhalefet Emevi egemenliğini sarstı. Zab Muharebesi'nde mağlup olan II. Mervana devletinin yıkılışını önleyemedi. Emevi Devleti’nin yıkılışında Ebu Müslim Horasani önemli rol oynadı. Sonunda 750de Abbasilerin önderi Ebu'l-Abbas Seffah, Emevi egemenliğine son verdi ve Emevi hanedanının bütün üyelerini öldürttü. Bu kıyımdan canını kurtarabilen II. Abdürrahman, İspanya'ya giderek orada Endülüs Emevileri Devleti’ni kurdu.

Devlet yönetimi Emeviler dönemindeki devlet yönetimi sonraki İslam devletlerine örnek oluşturdu. Ömer döneminde (634-644) ortaya çıkan divane adlı kurumu Emeviler daha da geliştirdi. Halifeler devlet işlerini vezirler aracılığıyla yürütmeye başladılar. Emevi toprakları eyaletlere ayrılarak yönetildi, ama eyaletler Şam’daki merkezi devlete bağlıydı. Emevi Devleti, İslam devleti olmaktan çok bir Arap devletiydi. Emeviler, Müslüman Araplar ile Arap olmayan Müslümanları birbirinden ayırıyorlardı; Arap olmayan Müslümanlara Meval diyorlardı. Emevi Devleti’nin yıkılmasında en önemli etkenlerden biri bu ayrımcılık oldu. Araplaştırma siyasetinin bir sonucu olarak Arapça devletin tek resmi diliydi. Devlet gelirleri, dinsel gereklerden kaynaklanan vergiler ile fethedilen yerlerden ve savaşlardan elde edilen ganimetlerden oluşuyordu. İslam tarihinde ilk altın para da Abdülmelak döneminde alındı. Arap milletini tüm milletlerden üstün gördüler.Türklere İslamiyeti öğrettiler.
Son düzenleyen Baturalp; 6 Ocak 2017 23:43
By ShadoW - avatarı
By ShadoW
Ziyaretçi
22 Aralık 2011       Mesaj #6
By ShadoW - avatarı
Ziyaretçi

Endülüs Emevi Medeniyetinin Bilim Adamları



Abbas Kasım İbn Firnas

Ad:  Abbas Kasım İbn Firnas.JPG
Gösterim: 5334
Boyut:  13.9 KB

(810- 888),
Berberi gökbilimci ve şair, İslam bilgini.
Tarihî kaynaklar Endülüslü Firnas'ın da uzun çalışmalar sonunda yeni bir keşifte bulunup bir cihaz yaptığını, üzerine kumaş geçirip kanat yerine büyük kuş kanatları taktığını ve bu âleti çalıştırarak havalanıp uçtuğunu kaydeder. Üstelik havada uzun süre kuşlar gibi süzüldüğünü, daha sonra da yavaşça yere indiğini söyler.İbn-i Firnas'ın bu başarısı Batı'da uçak yapıp uçmayı başaran Wright Kardeşler'den 1023 yıl öncesine rastlamaktadır.

Diğer çalışmaları
İbn Firnas'da birçok alanda çalıştı, kimya, fizik, astronomi okudu. Astronomi tabloları hazırladı, şiir yazdı, el-Makata adlı saati tasarladı. Kumdan cam imalatını icad etti ve ayrıca kaya kristallerini kesme yöntemini geliştirdi. O zamana kadar sadece Mısırlılar kristal kesmeyi biliyordu. Bundan sonra, İspanya Mısır'dan kuartz ihracını bıraktı.

Güneş ve gezegenleri hareket halinde gösteren bir Plenatarium da yapmıştı. Bilgin bu cihazla yıldızlarla birlikte bulutu ve şimşekleri de inceliyordu. Ünlü bilgin ayrıca kendisine has metodlarla bir kısım taşlardan mükemmel cam imal etme usûlünü keşfetmiş, cam sanayiinin de öncüsü olmuştu. Ayrıca düzeltme kabiliyeti olan camı keşfederek gözlüğün mucidi olduğu kabul edilir. Bilgin İbn-i Firnas'ın aynı zamanda İslâm musıkîsinin İspanya'da topluma mal edilmesini sağlamıştır.

Libya'da onun onuruna posta pulu basıldı.Irak'ta Bağdat Uluslararası Havaalanı'nda onun anısına bir heykel dikildi.Bağdat'ın kuzeyinde İbn Firnas Havaalanı'na onun adı verildi.Ay üzerinde güneybatıda King ve Ostwald Kraterlerine yakın bir yerde 89 km çapındaki bir kraterin adı Abbas Ibn Firnas Krateri diye isimlendirildi.

Cabir Bin Eflah

Ad:  Cabir Bin Eflah.JPG
Gösterim: 5814
Boyut:  15.5 KB

Gerçek adı Ebu Muhammed Cabir bin Eflah el-İşbili'dir. Batı dünyasında Geber adıyla bilinen ünlü astronomdur. 1200 lü yıllarda doğduğu tahmin edilmektedir. Hayatı hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Cabir bin Eflah'ı üne kavuşturan eseri ise; Batlamyus'un eseri olan El-Mescit'teki yanlışları düzeltmesi üzerine yazdığı Kitabül-Hey'e fi ıstıhi'l Mecisti eseridir.

Batı'da Geber adıyla bilinen Endülüslü astronom
Ebu Muhammed Cabir b. Eflah el-İşbili (Xll yüzyıl).İşbiliye'de (Sevılla) doğdu. Hayatı hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. XII. yüzyılın ortalarında vefat etmiş olabileceği, Oğlunun İbn Meymünu (Ö. 1204) şahsen tanımış olmasından çıkarılmaktadır. Ortaçağ'da İslam dünyasından çok Batı'da Batlamyus'u eleştiren bir astronom olarak tanınmış, çok defa da kimyacı Cabir b. Hayyan, matematikçi -astronom Cafer b. Eflak ve ünlü astronom Muhammed b. Cabir el-Bettani ile karıştırılmıştır.

El-Kurtubi

Ad:  El-Kurtubi.JPG
Gösterim: 2463
Boyut:  12.4 KB

Muhammed bin Ahmed el-Kurtubi, (doğum tarihi VI. Yüzyılın sonları ve VII. Yüzyılın başları olarak tahmin edilmiştir. Endülüslü ve Arap, muhaddis, müfessir, fakih, dilci ve kıraat alimi. Ebû Abdullah Muhammed Ibn Ahmed Ibn Ebî Bekr Ibn Farh el-Kurtubî, Endülüs'ün yetiştirdigi büyük âlimlerdendir. Endülüs Emevileri’nin başşehri olan, dönemin ilim yuvası Kurtuba’da dünyaya geldi. Doğum tarihi VI. Yüzyılın sonları ve VII. Yüzyılın başları olarak tahmin edilmiştir. Kurtuba'da çiftçilikle ugrasan bir ailenin çocugu olarak dünyaya geldi. Babası Hıristiyan İspanyalıların 16 Temmuz 1230 tarihinde gerçekleştirdikleri bir saldırıda öldürüldü. Kurtubî gençlik yıllarında çömlek yapımında kullanılan toprak taşımacılığı ile uğraşarak ailesinin geçimine yardımcı olmuştur.

Eğitiminin ilk yıllarını Kurtuba’da geçirdi ve burada İbni Ebi Hucce diye tanınan Ebu Câfer Ahmed bin Muhammed el-Kaysî (ö. 1245), Rebî bin Abdurrahman bin Ahmed El-Eş’ari (ö.1235), Ebu’l-Hasan Ali bin Kutrâl el-Ensâri gibi âlimlerden sarf-nahiv (Arap grameri), belağat, Kur'ân ilimleri, Fıkıh dersleri aldı.

Hasday bin Şaprut,


(Tam adı: Abu Yusuf bin İshak bin Ezra, İbranice: חסדאי אבן שפרוט‎) (d. 915 Jaén - ö. 970 Córdoba) Endülüs Yahudisi, halife III. Abdurrahman'ın veziri ve özel hekimi. Chaim Potok'un kitabı "wanderings"te anlatıldığına göre Talmud'un erbabı değildi. Dini yazıtlar üzerinde çalışan, 4 dil bilen, Yahudi tarihini iyi bilen, rabbinik olmayan bir Yahudi sekreteri olan Hasday Yahudi olmayanlarca bile saygı duyulan bir kişiydi. Hasday bin Şaprut Karay bir İbrani olmasına rağmen rabbinikçiler, İbrani diline yaptığı katkılardan dolayı kendisine sahip çıkmaktadır.

Muhyiddin İbn Arabi

Ad:  Muhyiddin İbn Arabi.JPG
Gösterim: 2591
Boyut:  28.6 KB

Abū `Abd Allah Muhammad b. `Ali b. Muhammad b. al-`Arabi al-Hātimī al-Tā’ī (Arapça: أبو عبد الله محمد بن علي بن محمد بن العربي الحاتمي الطائي) Kısaca Muhyiddin ibn Arabi de denir (1165-1239). Ünlü mutasavvıf, İslam düşünürü ve şairidir.

Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun döneminde 27 Ramazan 560’da Mursiye (Murcia), İspanya’da doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8 yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye’ye (bugünkü Sevilla) geldi (muhtemelen babasının memuriyeti nedeniyle). Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfuz ve itibar sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor. Akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler vardı. Dayısı Ebû Müslim el-Havlânî de, kutubların büyüklerinden sayılır..

Musa ibn Meymun

Ad:  Musa ibn Meymun.JPG
Gösterim: 2374
Boyut:  17.3 KB

İbn Meymūn (d. Kurtuba, Endülüs 30 Mart 1135 – ö. Fustat, Mısır 13 Aralık 1204) (İbranice: משֶׁה בֶּן מַימוֹן, Mōšệ ben Mạymôn; Arapça: أَبُو عِمْرَانِ مُوسَى بْنُ عُبَيْدِ ﭐللهِ مَيْمُونُ ﭐلْقُرْطُبِيُّ ﭐلإسْرَائِيلِيّ,‎ Ebū ʿİmrān Mūsà ibn ʿUbeydullāh ibn Meymūn el-Ḳurṭubī el-İsrāʾīlī. Ayrıca Yunanca: Mωυσής Μαϊμονίδης, Mōusḗs Maimonídēs; bunun Latince çeviriyazısı Moses Maimonides ve Orta Çağ Latincesinde Rabbi Moyses Ægyptius) Musevî filozof, hahambaşı, yasa koyucu, Talmud bilgini ve vezaret tabibi. Musevî bilginler arasında İkinci Musa lakabı ya da rütbesiyle adının baş harflerinden oluşan RaMBaM (רמב"ם : Rạbbī Mōšệ ben Mạymôn) adıyla bilinir. Orta Çağ'ın tartışmasız en önemli Yahudi düşünürüdür.

En önemlileri 14 ciltlik bir Musevî Kanun'u külliyatı Mişna Tora ve önemli bir Orta Çağ felsefe metni olan Şaşkınlar Rehberi (Delāletü 'l-Ḥāʾirīn/Mōrè Nəḇūḵīm) olan muhtelif eserler vermiştir. Belki Raşi (Haham Trekaeli Šəlōmôh ben Yiṣḥāq) hariç hiçbir diğer Talmud sonrası hahamı, Museviliğin terakkisinde onun kadar belirleyici olmamıştır. Bu tesir, şu halk deyişinde hâlâ işitilebilir: "Musa'dan [peygamber] Musa'ya [ibn Meymun], başka Musa zuhur etmemiş" (bknz. Tesniye, XXXIV, 10). Felsefe tarihine etkisi de eş derecede önemlidir. Spinoza dahil halefi birçok Musevî düşünür ve Akinolu Thomas gibi Hıristiyan düşünürler felsefesinden yararlanmıştır.

Zerkali

Ad:  Zerkali.JPG
Gösterim: 2069
Boyut:  10.3 KB

Zerkali Endülüslü astronom (d. 1029 - ö. 1087), Toledo'da bir rasathane kurdurmuş ve 1061-1087 yılları arasında burada yaptığı çalışmaları bir kitapta toplamıştır. Bu kitap daha sonra Alfonso Tabloları adıyla anılan eserlerin yapılmasına öncülük edecekti.

Zerkali Endülüste yetişen Ünlü astronomi alimlerinden. İsmi, İbrahim bin Yahya et-Tecibi en-Nekkaş olup, künyesi Ebu İshaktır. Zerkali diye Ünlü oldu. 1029 senesinde Tuleytula şehrinde doğdu. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Kısa zamanda din ve fen ilimlerini öğrenen Zerkali, astronomi ilminde söz sahibi oldu. Astronomi çalışmalarını ve rasadlarının çoğunu Tuleytulada yaptı. Ömrünün sonuna doğru Kurtubaya yerleşti ve 1087 senesinde burada vefat etti.

İbn Rüşd

Ad:  İbn Rüşd.JPG
Gösterim: 1959
Boyut:  20.3 KB

İbn-i Rüşd ( Arapça: ابن رشد; Künyesi Ebū 'l-Velīd Muḥammed ibn Aḥmed ibn Muḥammed ibn Rüşd ابوالوليد محمد بن احمد بن محمد بن رشد; Latince: Averroes, d. 1126 - ö. 10 Aralık 1198), Endülüslü-Arap felsefeci, hekim, fıkıhcı, matematikçi ve tıpçı. Kurtuba'da doğdu ve Marakeş, Fas'ta öldü. İbn-i Rüşd'e göre biricik filozof Aristo'ydu İbn-i Rüşd en çok Aristo'nun eserlerinden yaptığı, bugün Batı'da pek çoğu unutulmuş, tercüme ve şerhleriyle ünlüdür. 1150'den önce Avrupa'da Aristo'nun eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı'da Aristo'nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn-i Rüşd'ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latince'ye tercümesiyle başlamıştır.

İbn-i Cübeyr


Gerçek adı; Ebul'l Hüseyn Muhammed İbni Ahmed İbni Cübeyr El-Kinani. Ortaçağ Endülüs asıllı şair ve yazar olarak ün yapmıştır, 539 yahut 540/1144 veya 1145 yılında İspanya'nın Valensiya veya Hatib şehrinde dünyaya geldi. Eldeki kaynaklara göre 740 yılında İspanya'ya gelen arap kabilelerinden birine mensuptu. Babasının kültürlü ve üst düzey bir devlet memuru olduğu, kendisinin de bir süre Muvahhidler'den bir emirin sekreterliği ile Granada valisinin nezninde kâtiplik yaptığı bilinmektedir.

1 Şubat 1183'de hacca gitmek üzere Granada'dan yola çıktı Ceuta ve İskenderiye üzerinden Kahire ve oradan yukarı Nil'deki Kus'a kadar dolaştı, yolculuğunu çöl üzerinden Ayzab, Kızıl Deniz, Cidde oradan Mekke'ye geçti. Mekke'de sekiz ay kaldı. Daha sonra Medine'ye geçti burda da bir süre kaldıktan sonra bir kervana katılarak çöl üzerinden Bağdat, Musul ve Kuzey Suriye'yi dolaşıp, Halep üzerinden Şam'a geçti. Orada iki ay kaldıktan sonra Kudüs Krallığı'na gitmek için yola çıktı, Sur (Tiros)dan Ceneviz gemisi ile Akka'ya gitti. 1184 yılında zor şartlarla Mesina'ya ulaştı. Hava şartlar yüzünden birsüre Mesina'da kaldı ve 25 Nisan 1185'de Granada'ya döndü. İbni Cübeyr'in yolculuğu sırasında ona arkadaşı doktor Ebü Cafer Ahmet el-Kuday eşlik etti.

İbn-i Tufeyl

Ad:  İbn-i Tüfeyl.JPG
Gösterim: 2081
Boyut:  13.6 KB

Endülüslü hekim, hukukçu ve filozof. Tam adı Ebu Bekir Muhammed bin Abdal Malik bin Muhammed bin Tufail el Kaisi el-Endülüsi. Latin dünyasında Abentofail olarak da bilinir. Tanınmış İslam filozoflarındandır. Granada yakınlarındaki Guadiks'de doğdu ve İbn-i Bacce tarafından eğitildi. Fas'da vefat etti.

İbn Tufeyl'in epistemolo­jisinde bilginin imkânı insan ve tabiat ilişkisinden hareketle temellendirilmiştir. Hay b. YoJtzân'dakİ Hay tipi, esasen fizikî varlığıyla tabiatın bir parçası olmak­la birlikte algılama ve bilme İmkânlarıyla tabiatı müşahede eden, tabii varlık ala­nındaki temel düzen ve işleyiş hakkında düşünen, akıllı bir canlı olarak yeryüzün­deki mevcudiyetini anlamlandıran, göz­lem alanı ötesindeki metafizik varlık fikrine varan ve nihayet manevî tecrübeler sayesinde birtakım metafizik bilgilere ulaşan ideal özneyi temsil eder. Tabii var­lık alanı ise kendisine şuurlu bir bilme et­kinliğiyle yönelebilen bu özneye, dayandı­ğı düzen ve sürdürdüğü işleyişin fizik ve metafizik yasaları hakkında bilgi sağlayan ontolojik imkândır. İnsanın bilgi imkânı ve yeteneklerine gelince ondaki idrakin ilke­si nefistir. İbn Tufeyl'in nefis ve onun bilgi yeteneklerine dair fikirleri İbn Sînâ'nın görüşleriyle büyük bir benzerlik taşımak­tadır. Filozofun eserindeki kahraman da­ima kendi varlığı ile tabii çevresi hakkın­da sorular soran, araştırmacı ruha sahip bir tiptir. Hay, tabiatla münasebetinden dolayı ortaya çıkan teorik ve pratik her problemi tamamen şuurlu bir etkinlikle çözmeye çalışırken gelişme psikolojisi çerçe vesinde açıklanabilecek aşamalar kay­deder. Duyular, gözlem ve deneyle akıl, Hayy'in teorik gelişiminde vazgeçilmez rolleri olan bilgi vasıtalarıdır. Duyularla al­gılanan varlık ve olguların süreklilik arzeden özellikleri gözlem ve deney yoluyla adım adım keşfedilir. Bu arada pratik aklın icapları olan teknik bilgiye ve hatta Hay'de utanma duygusunun gelişmesi olgusunda olduğu gibi ahlâkî bilince ula­şılır. Tabiatın bağrında hayatını devam ettirebilmek için çeşitli aletler yapma ça­basının yanında varlığı anlamlandırma gayreti içine giren Hay mantıkî çıkarım yoluyla tabiattaki işleyiş, bütünlük, dü­zen ve gayenin akledilir ve soyut gerçek­liğine, bütün bu kozmolojik delillerle de yaratıcı Tanrı fikrine ulaşacaktır.

İbni Meserre


İbni Meserre (asıl adı Muhammet Bin Abdullah el-Cebeli) (d. 883, Kurtuba - ö. 931, Marakeş), Endülüslü Arap filozofu. Babasıyla birlikte Mekke'ye giden İbni Meserre, babası ölünce İspanya'ya dönerek, müritleriyle bir zaviyeye çekilmiş, görüşleri tepki görünce Mısır ve Mekke'de yaşayıp ömrünün sonuna doğru Kurtuba'ya dönmüştür.

İbni Meserre'nin Mutezile mezhebine bağlanan görüşlerine göre, Tanrı her çeşit tanım ve niteliğin üstünde, yüce bir varlıktır. Tanrı, bütün bilgileri akıla vermiştir; akıl, bu bilgileri nefs-i küll'e aktarır. Doğa, nefs-i küll'den doğar. Nefs-i küll ile doğanın birleşmesiyse, cism-i küll'ü oluşturur. İnsan davranış ve eylemleri Tanrı'ya bağlanmaz; kendi isteğinin sonucudur. Her oluş belli bir zaman içindedir ve Tanrı isteğinden bağımsızdır. Ölümden sonra ödüllendirilme ya da cezalandırılma söz konusu değildir. Ölüm, ruhun kaynağına dönüşüdür.
Son düzenleyen Baturalp; 6 Ocak 2017 22:19
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ocak 2012       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

ENDÜLÜS'ÜN TARİHÎ TEMEL ÖZELLİKLERİ


Ad:  Endülüs Emevileri2.JPG
Gösterim: 3952
Boyut:  46.7 KB
  • Coğrafî ve kültürel konum itibarıyla Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ile doğrudan ilişkili.
  • İslâmiyet'in siyasi-askerî güç ve medeniyet bakımından Ortaçağ'da ulaştığı zirve ve Batı Aydınlanması'nın değer kaynağı ve aracısı.
  • Avrupalı İslam.
  • İslam Dünyasına karşı Avrupa'da Haçlı düşüncesinin doğuşu ve seferlerinin başlamasına sebep olmuş bir Müslüman devleti. Bu açıdan, Doğu-Batı veya İslam-Hıristiyanlık Mücadelesi Tarihinin Ortaçağ dilimindeki en önemli safhası.
  • Hıristiyanlık ve Kilise'nin gerçek yüzünü insanlığa gösteren tarihî vesika.
  • Müslümanların geleneksel, siyasi, dinî ve ekonomik zaaflarını ortaya koyan bir ibret sahnesi.
  • Coğrafya-iklimsel özellikleriyle bir tabiat harikası.
İçerisinde 7 civarında ırk ve 3 büyük semavi din mensuplarını barındıran multikültürel yapısıyla bir hoşgörü medeniyeti. Bu sebeple, 8 + 1 asırlık (711-1492+1609) Endülüs tarihinin mükemmel bir şekilde araştırılması ve anlaşılması için şunların iyi bilinmesi şarttır:
a. Ortaçağ-Yeniçağ Orta Doğu-Kuzey Afrika ve Avrupa Tarihi,
b. Arapça, Berberice, Latince, İspanyolca, Katalanca, Portekizce ve Fransızca gibi 7 lisan.

BUGÜN ENDÜLÜS İÇİN YAPILABİLECEKLER

  • Kültürel Dayanışma: İçlerinde İslam cevherine sahip binlerce İspanyol Endülüslü'ye İslam'ın yanlış anlatılmasına engel olmak, mümkünse doğrusunu anlatarak onları kazanmak.
  • İspanya devletinin Endülüslüler'e yapmış olduğu tarihî tehcîr ve soykırımı kabul edip özür dilemesini sağlamak.
  • İspanya ile Tarih-Turizm Alanlarında İşbirliği: Karşılıklı tarih-turizm kolaylıkları-işbirliğini geliştirmek & İspanyolların Türkiye ve Türkçe'yi tanıma-öğrenmeye özendirici faaliyetler gerçekleştirmek suretiyle İspanya'da ülkemize ilgiyi artırmak & İspanya'ya-Endülüs'e giden Türk turistler için destinasyon ve uğranılacak mekanları özelleştirmek.
  • Dini Alanda Dayanışma: Kurtuba Camii'nin Müslümanlara verilmesini ve ibadete açılmasını temin etmek.
  • Türkiye'de ve Dünyada: Endülüs kültürü-medeniyetinin anlaşılmasına, ihyasına ve tanıtımına gayret etmek.
  • Endülüs Ders ve Seminerleri Tertip Etmek: a) Endülüs Tarihi Seminerleri (genele hitap), b) Endülüs Kaynakları Dersleri (Arapça ve İspanyolca orijinal metinler, master-doktora seviyesi)
  • Bu amaçların gerçekleştirilmesini kolaylaştıracak müesseseleri kurmak: Endülüs'te Türk-Osmanlı Kültür Merkezi ve İstanbul'da da Endülüs Kültür Merkezi açmak..
Görüldüğü üzere bu maddeler, tamamen kültürel faaliyetleri önermektedir. Bununla anlatmak istediğimiz asıl mesaj ise şudur: Günümüz dünyasında artık eski tarihlerde olduğu gibi silahlı fetih ya da yayılma devri geçmiştir. Bugün Batılılar, milletlerarası rekabet ve mücadele alanında en geçerli ve en tesirli silah olan kültürel tesirden yararlanmaktadırlar. Bu sayede kendi küresel hegemonyalarını siyasi ve ekonomik alanda kurmaları da daha kolay olmaktadır. Yani, kültürler arası rekabet ya da mücadelenin özünde artık kültür savaşı söz konusudur. Dolayısıyla, belki Osmanlı zamanında İspanya’yı silahlı bir müdahale sonucu tekrar Endülüs’e dönüştürmek mümkün değildi ve olmadı ancak, bugünkü şartlarda İspanya veya İberya Yarımadası önümüzdedir ve eğer Müslümanlar isterlerse orası yeniden Endülüs olabilir. Nasıl mı?

Elbette silahlı mücadele ile değil. Sadece kültürel çalışmalar ile.. Sosyolojik bir gerçeklik olarak bilinmektedir ki, her büyük milletin kültürünün korunması, yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında din ana unsur konumundadır. Bugünkü İspanyolların ataları, bundan 6 asır öncesine kadar çoğunlukla Müslüman idiler. Eğer bugün etkili bir tebliğ çalışması yapılabilirse bu insanların genlerine işlemiş olan İslamîlik hislerinin yeniden canlanması mümkündür. Nitekim, son 10 yıldır görülen gelişmeler bunu doğrular niteliktedir.

ENDÜLÜS HAKKINDA YAPILAN GENEL DEĞERLENDİRMELER

  • O dönemin Müslüman İspanyolları, Avrupa'da hiçbir zaman görülmemiş
    en parlak medeniyetin mirasçıları olduklarının bilincindeydiler (Rodrigo de Zayas).
  • Endülüs Medeniyetinin temel dinamiklerini kavramak, insanılığın ebedî olarak muhtaç olduğu ortak değerlerin anlaşılması ve kazanılmasında önemli bir fonksiyon icra edecektir (Mehmet Özdemir).
  • Endülüs tefekkürü, çok yönlü ve derinliğine bir tefekkür olup, Batı'ya da tesirleri o derece derin olmuş ve âdeta Batı'nın kaynağını teşkil etmiştir (S. Hayri Bolay).
  • Kurtuba Camii Müslümanlara verilse de imar edilse ve şenlendirilse (Suat Yıldırım).
  • Bizler yeni Müslüman oluyor değiliz, aslımıza dönüyoruz (Endülüslü İspanyol Müslüman Abdurrahman Medina).
  • Batı, hikmeti kaybettiği için gayesini de kaybetmiştir. Dengeli ve ideal medeniyetin numunesi Endülüs Medeniyeti olmuştur (Roger Garaudy).
  • Elhamra, Müslüman cenneti (Washington Irwing).
  • Tarihte ilk defa olmak üzere dünya, çok kutuplu, çok medeniyetli bir yapıya bürünmektedir. İnsanlar, bana göre artan bir şekilde kendi medeniyetlerine ait kimlik bilincini geliştirmektedirler ve gelecek dönemde en büyük problem, çeşitli medeniyetlerin barış içinde bir arada yaşayabilmesini sağlayacak ve ekonomik kalkınmaya yardımcı olabilecek yeni düzenlemelerin müzakeresidir (Samuel P. Huntington).
  • Endülüs, fetihten itibaren İslam kültür ve medeniyetinin filizlenip boy saldığı ve geliştiği en başta gelen merkezlerden birisi olmuştur. Gerek Yahudi gerek Hıristiyan ve gerekse Avrupa'nın muhtelif bölgelerinden gelen kimseler için bir eğitim merkezi rolünü oynamıştır. Bu bölgede yaşayan Yahudiler ve Hıristiyanlar, kısa zamanda Arapça öğrenerek Müslümanlar gibi yaşamaya ve düşünmeye başlamışlardır. Bir süre sonra bunlar Araplaşmış anlamına Mozarap (Müsta'rip) adıyla anılacak büyük bir kitle haline gelmişlerdir (Bekir Karlığa).
  • Endülüs, İspanyolların yıkımına kadar Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi kültürlerin dinamik bir tarzda alış verişte bulundukları bir medeniyetler bileşkesini asırlar boyu sürdürmüştü (Ahmet Davudoğlu).
  • Endülüs, kendine has coğrafî, siyasî, sosyal ve kültürel özellikleriyle İslam ve Avrupa tarihi içerisinde apayrı bir yeri ve önemi olan bir konudur. Yeryüzündeki üç büyük semavî din mensubu toplulukların, aynı çatı altında bir arada yaşamalarından meydana gelen bir ortak hayat kültürüdür.
Ezelî Doğu-Batı mücâdelesinin Haçlı Seferlerine dönüşmesinin düşünce ve hareket kaynağı olmuş, Avrupa Hıristiyanlarının neredeyse topyekûn birleşerek gerçekleştirdikleri Haçlı saldırıları yani, Reconquista karşısında sekiz asır kadar ayakta kalmayı başarmış bir Müslüman devletidir.

Çağımız problemleri dikkate alınarak bakıldığında Endülüs, İslam tarihindeki Müslim-Gayri Müslim ilişkilerinin insan hakları, hoşgörü, din ve inanç özgürlüğü gibi evrensel değerler çerçevesinde yürütülmeye çalışıldığı güzel örneklerden birisidir. Endülüs'ü Doğu'dan ayıran kültür farkının kaynağı da, çok kültürlü ortamda yaşanan ortaklaşa hayat düzenidir.

Endülüs tarihi, insanlığa kendini tanıma, başkalarıyla barış, uzlaşma ve yardımlaşma içinde kardeşçe yaşama tarzını öneriyor. Kendine has coğrafi, siyasi, askeri, sosyal, kültürel ve medenî özellikleriyle bir hoşgörü, bilim ve kültür medeniyeti.. Bu nedenle o, İslam tarihi içinde bugün üzerinde çalışılacak en önemli konuların başında gelmektedir (Lütfi Şeyban).

İspanya'nın (İberya Yarımadası'nın), VIII.yüzyılın başlarından itibaren Endülüs Müslümanları ile Hıristiyanlar arasında yaklaşık 8 asır süren bir siyasi ve askeri mücadeleye sahne olduğu, ancak medeniyet ve kültür alışverişinde her iki kesimin tabii olarak birbirlerini etkilediği bilinen bir gerçektir. Bu etkileşimde cazibe merkezini hiç şüphesiz Endülüs oluşturmuştur. Diğer ifadeyle Endülüs veren dolayısıyla etkileyen, Hıristiyan İspanya ise alan, dolayısıyla etkilenen konumunda olmuştur.

Batı medeniyetinin kökleri, en az Yunan ve Roma medeniyetleri kadar İslam medeniyetine de bağlıydı. Üstelik, bu medeniyet Yunan ve Roma medeniyetleriyle olan bağlantısını ancak İslam medeniyeti sayesinde sağlayabilmişti.

Endülüs İslam medeniyetinin tarihî ve güncel önemi burada ortaya çıkmaktadır. Bir taraftan Batı medeniyetinin tarihî arka planını kavrama ve bunda Müslümanların inkar edilemez rollerini görme, diğer taraftan da bin yıllık medeniyetin yeniden inkişâfını gerçekleştirebilme meselesinde Endülüs örneğinin aktif ve etkileyici unsurlarını tespit edebilme. İşte, Endülüs İslam medeniyetini tanımanın önemi (Prof.Dr. Mehmet Özdemir).

Endülüs Medeniyeti, bir kitap medeniyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Endülüs tarihine dair kaynak eserlerde, bu ilkede yetişen Müslüman âlimlerin binlerce eser kaleme aldıkları belirtilmektedir. Bağnazların sebep olduğu tahripler veya başka nedenlerle maalesef bu kitapların büyük bir bölümü yok olmuş, kayıplara karışmış, dolayısıyla da günümüze ulaşamamıştır.

Kitap sevgisinin tabii neticesi olarak Endülüs'te çok sayıda kütüphane kurulmuştur. Endülüs'ün muhtelif şehirlerinde kitap çarşıları bulunuyordu. Endülüs kütüphanelerindeki kitapların bir kısmı, iç karışıklıklar esnasında yağmalanıp satılmış ve önemli bir bölümü de Kuzey Afrika'ya götürülmüştür. Arta kalanlar ise, Hıristiyan işgali esnasında ve sonrasında bazı papazların hışmına uğramıştır.

Bütün bunlara rağmen, Endülüs İslam medeniyetinin ilim, kültür ve sanat hayatı, Batı ve İslam dünyasında unutulmaz tesirler meydana getirmiştir. Endülüs Medeniyetinin ilim ve kültür hayatının temel dinamiklerini kavramak, insanlığın ebedî olarak muhtaç olduğu ortak değerlerin anlaşılmasında önemli bir fonksiyon icra edecektir (Prof.Dr. Mehmet Özdemir).

Endülüs İslam dünyası, İslam medeniyetinin yeni bir hamle, yeni bir dinamizm kazandığı yerdir. Sekizinci asırdan itibaren parlamaya başlayan İslam medeniyeti, hamleci gücünü Doğu'da kaybetmeye yüz tutunca Endülüs'te canlanma imkanına kavuştu. Tıpta, eczacılıkta, astronomide, fizik ve matematikte dünya çapında bilginler yetişti. Bu ilmî ortamda fikir hayatı da çok gelişti. Bunlar arasında büyük fikir adamları ve filozoflar yetişti.

İbn Tufeyl (Abentofol, 1106-1186), İbn Bâcce (Avenpace, Avempace, 1160?-1138) ve İbn Rüşd (Averroes, 1126-1198) bu mütefekkirlerin en büyükleri ve en meşhurlarındandır.

Endülüs tefekkürü, Doğu'daki Müslüman düşünürlerin bir taklidi ve tekrarı olmaktan kurtulmuş, özgünlüğü olan bir düşüncedir. Endülüslü Müslüman mütefekkirler özgünlükleri ile Endülüs'te İslam tefekkürüne ve medeniyetine hamle kazandırmışlardır (Prof.Dr. S. Hayri Bolay).

İspanya'da yenilenme, Barbar kavimler vasıtasıyla kuzeyden değil, Müslüman fâtihler vasıtasıyla güneyden geldi. Bu gelişme, bir fetih olmanın çok daha ötesinde bir medeniyet hamlesiydi.. Bu sayede İspanya'da VIII-XV. yüzyıllar arasında bütün Ortaçağ boyunca Avrupa'nın bilinen en zengin ve en parlak medeniyeti doğup gelişti. Bu dönemde kuzeudeki halklar din savaşları yüzünden parçalanmakta ve kana susamış vahşi (barbar) sürüler halinde hareket etmekte iken, Endülüs toplumu otuz milyonu aşmakta, o dönem için çok büyük olan bu nüfus yapısı içinde her ırk ve din grubu ahenk içinde hareket etmekte ve toplum çok canlı bir nabız atışı sergilemekteydi.

Bu verimli atmosfer içinde bütün fikirler, bütün gelenekler ve yeryüzünde o ana kadar ortaya konmuş olan bütün buluşlar, sanatlar, bilimler, endüstriler, yenilikler ve klasik dönemin disiplinleri bir arada bulunuyordu. Bu farklılıkların birbiriyle karşılaşmasından yeni buluşlar ve yaratıcı yeni enerjiler doğmaktaydı (Blasco Ibanez).

1492 Yılında Müslümanların Endülüs'e veda etmelerinden bu yana bu ülke için çok ağlandı, Ali el-Cârim'in deyişiyle "belki hiçbir ölünün kabri başında bu kadar gözyaşı dökülmedi". Fakat bu gözyaşları Endülüs'ü diriltmeye yetmedi.

Doğrusu, asıl önemli olan Endülüs'e ağlamak değil, onu anlamaktı. Bunun için de gerekli olan, gözyaşı değil göz nuru dökmekti. Batılı zihin, Endülüs'ü anlamak suretiyle ondan yeni bir medeniyete temel oluşturacak malzemeyi çıkarmasını bildi. Ya bizler..? Söyleyen ne güzel söylemiş: "Ol mâhîler ki, derya içredür deryayı bilmezler".

Müslümanlar, Suriye ve Mısır halkının siyasi hayatını ıslah ettikleri gibi, İspanya halkının idaresini de düzelttiler. Onların mallarını, kilise ve kanunlarımnı kendi insiyatiflerine bırakarak kendi kanunları uygulayacak hâkimleri aralarından seçme hakkını verdiler. Buna karşılık yıllık olarak eşraftan bir, kölelerden yarım dinarı bulan cizyeden başka bir yükümlülük yüklemediler. İspanyollar bundan son derece memnun oldular. Hiçbir mukavemet göstermeksizin müslümanlara itâat ettiler. Böylece müslümanlara büyük toprak sahibi aristokratlarla mücadele etmekten başka meşgale kalmamıştı.
Ad:  Endülüs Emevileri3.JPG
Gösterim: 2197
Boyut:  44.2 KB
Müslümanlar Endülüs'e büyük bir medeniyet mesajı ile girdiler. En az bir asır, ölü araziyi münbit hale getirmek, harabe haldeki şehirleri imar etmek, görkemli binalar yapmak ve ticareti geliştirmek için uğraşıp durdular. Bunu başardıkatan sonra da ilmî ve edebî çalışmalara, Yunanca ve Latince eserlerin tercümesine ve uzun zaman Avrupa'da kültürün kaynağı ve beşiği olacak olan üniversitelerin inşâsına yöneldiler.

Birkaç asır zarfında İspanya'yı ekonomik ve kültürel yönden geliştirmeyi başardılar. Onu bütün Avrupalı milletlerin çok ilerisinde bir medeniyet seviyesine ulaştırdılar. Müslümanların İspanya'da yapmış oldukları yenilikler sadece bu iki hususa münhasır kalmadı.

Onlar cemiyetin ahlâkî karakterleri üzerinde de son derece etkili oldular. Onlara insanlığın ve milletlerin görebileceği en kıymetli müsamaha anlayışı ile muamele ettiler. Bu yüce müsamahadan başka, onlar örnek bir davranışla zayıflara acıyor, mağluplara şefkatle muamele ediyor ve onların problemleriyle yakından ilgileniyorlardı (Gustav le Bon).

Endülüs, bir taraftan Avrupa kıtasında müslüman hâkimiyeti demekti, öte taraftan baştan beri hızla muhtelif coğrafyalara yayılan İslam'ın hıristiyanlardan kazandığı büyük bir ana kara idi. Müslüman fetihleri başlangıçtan itibaren genellikle putperest ülkelere doğru gelişti. Hıristiyanlardan geniş araziler fethedilmedi.Bunun iki önemli istisnası, Endülüs ve Anadolu'dur.

Anadolu'nun fethi, Endülüs'ten yaklaşık üçbuçuk asır (360 sene) sonradır. Anadolu'nun fethinden sonra Türkler haçlı (seferlerine maruz kaldılar ve Avrupalıları Anadolu'dan) püskürttüler ve daha batıya doğru akınlarını sürdürdüler, Avrupa'nın ortalarına (Viyana) kadar ilerlediler.

Endülüs'ün beş (küsur) asır önce Müslümanlardan temizlenmesi yanında, batı hıristiyan dünyasının hedeflerinden diğeri de Türkleri önce Avrupa'dan atmak, ardından da Hıristiyanlardan fethedilmiş olan Anadolu'daki varlıklarına son vermektir. Çünkü, Anadolu Hıristiyanlardan elde edilmiş bir arazidir, dolayısıyla (onlara göre) tekrar Hıristiyanlara dönmelidir.

Bu, hamhayal veya fanatik bir düşünce olarak görülebilir. Fakat büyük bir medeniyet ortaya koyan İspanya'nın (Endülüs) Müslümanlardan temizlenmesi de böyle bir düşünce (olarak görülüyor) idi. (Ne yazık ki) 8 asır sonra bu fanatik düşünce sonuca ulaştı (gerçek oldu). Türkiye için de bu fanatik sonuca, bir fırsat düştüğünde ulaşılmayacağını kim söyleyebilir? Birinci Dünya Savaşı sonunda yaşananları, daha savaş öncesinde tezgahlanan Sevr projesini unutabilir miyiz?

İspanya'nın Müslümanlardan temizlenmesi "garp meselesi" olmalı ki, Osmanlıların bulundukları topraklardan tasfiyesi "şark meselesi" olarak adlandırılmıştır.

Türkiye, 21. yüzyılın eşiğinde batıya yaranmada en ileri aşamadayken, Fransız Parlamentosu'nun sözde "Ermeni katliamı"nı tanıyan kararıyla karşılaştı. Bu kararın alındığı gün çok anlamlıydı: 29 Mayıs 1998. Yani İstanbul'un fethinin 545. yıldönümü. Bu bir tesadüf olabilir miydi? Bu soruya biz cevap vermekte güçlük çekmiyor ve tereddüt etmiyoruz. Elbette tesadüf değildir!

Türkiye için ikinci Endülüs süreci geçen yüzyılda başlamıştır. Bugün üzerinde bulunduğumuz topraklar, belki de Endülüs'teki son topraklar olan Gırnata'dır (781 yıllık bir siyasi ömre sahip olmuş Endülüs'ün 256 senelik son parçası; Akın-fetihleriyle Paris'e 234, hatta 30 km. mesafelere kadar genişleyerek İberya Yarımadası + Güney Fransa'ya hâkim olan Müslümanların, 7 asır içinde geri çekile çekile kısılıp kaldığı son kara dilimi, L.Ş.). Gırnata düşürüldüğü an Endülüs tarihi sona erer. Müslümanlar artık bu 8 asırlık diyarında müslüman kimlikleriyle var olamazlar. Dinlerini öğrenemez ve öğretemezler, inandıkları gibi yaşayamazlar, dinlerinin emirlerini yerine getiremezler.. İslamî görünürlük tamamen ortadan kaldırılır...

Kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfür ülkesinde uşak!
Ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka acıyan yok mu? (D. Mehmet Doğan).

Türkiye'nin bayındırlık eserleri, sanayi ürünleri, ticaret hacmi yönünden 1920'lere göre hayli ilerde olması elbette sevindiricidir. Ancak, geleceğimiz yönünden, bekâmız yönünden büyük bir önemi yoktur. Endülüs Emevi Devleti, dokuz yüzlü yıllarda Avrupa'nın en medenî ülkesi, kültür ve bayındırlık yönünden en önde gelen devleti iken, elli-atmış (yıkılış dönemi: 1008-1031=23, L.Ş.) yıl içinde tarihe karıştı. Dolayısıyla, Türkiye'nin geleceği yönünden sahip olmamız gereken tarih şuurunun mihenk taşlarının neler olacağını iyi tespit etmek gerekmektedir (Nuri Yücel Mutlu).

İspanya'daki islamî kalıntıların ihtişamı karşısında hayran kalanlar, İspanya Müslümanlarının Ortaçağ Avrupası üzerindeki büyük etkisi.. İslam tarihinde seçkin bir yeri olan bu etki..

Şüphe götürmez ve inkar edilemez bir gerçektir ki, IX. yüzyıl Avrupasında, medeniyetin ilerlemesi yolunda İspanya Müslümanları, büyük ve istikrarlı başarılara sahiptirler.

Şayet kültür tarihinin en sağlam kaynaklarından birinin kelime bilgisi (vocabulary) olduğu doğruysa, Avrupa dilleriyle Arapça malzemelerin bir mukayesesi, bu iddiamız için en güvenilir delil olacaktır. Bilimsel teknik terimlerden idari ve hatta ticari terminolojiye kadar, Asya ve büyük ölçüde Arapça menşeli birçok kelimenin Avrupa'nın kültürel ve sosyal hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Bu kelimelerin, Mağribîler'in (Müslümanların) İspanya'dan çıkarılmasından sonra Avrupa lugatında kuvvetli bir şekilde yerleşmiş olması, Müslümanların Latin halkları üzerindeki manevi egemenliğini ve bu halkların da tüm Avrupa kültürünün tekâmülü üzerindeki kuvvetli etkisini açıkça göstermektedir.

Batı İslamının (K.Afrika-Endülüs) mensupları, genelde kendilerini tüm Doğu İslamından ayırt edecek birçok özelliklere sahiptirler.. Dördüncü hicri asrın (10. miladî) meşhur Doğulu Müslüman seyyahı İbn Havkal bile, İspanya müslümanlarının karakterini sevmeyen biri olarak, ahlâkî konularda onlara Doğu müslümanlarından daha üstün bir mevki vermektedir: "Onların ülkelerinde gezen herhangi biri, Doğu'da olduğu kadar çok günahkârlığa, çirkin davranışlara ve dinsizliğe rastlayamaz" (Ignaz Goldziher).

Avrupa kıtasında İslam'ın varlığı (Endülüs), Avrupa'nın yok olmasına neden olmadığı gibi Müslüman, Hıristiyan ve Musevi halklar arasında ender rastlanan verimli bir birliktelik oluşturarak bilimde, felsefede, kültürde ve sanatta daha önce eşi görülmeyen bir kalkınma sağladı.. (Müslümanların fethi sayesinde) İspanya'da, tam 800 yıl yaşayacak parlak ve çok kültürlü bir toplumun temelleri atılmış oldu.. Hıristiyanlar Müslümanları taklit ettiler.. onların müzik ve edebiyatlarından büyük ölçüde etkilendiler.. Daha zarif bir yaşam tarzı için gösterilen bu çabaların izlerini bugün Avrupa dillerinde Arapça'dan alınan kelimelerde görmekteyiz.. Dinler arasında Kuran'ın "kutsal kitaptan" sayılan halklar için koyduğu kurallardan hareketle bir hoşgörü hâkimdi.. Günlük yaşamda beş dil kullanılmaktaydı (Endülüs Arapçası, Roma Lehçesi/İspanyolca, Klasik Arapça, İbranice ve Latince)..

Gırnata, dünyanın bu en güzel kenti.. Bu kent, "convivencia" adıyla Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların birlikte yaşayabileceğini gösteren bir sembol oldu. Uzun yıllar alan istila (Reconquista hareketi) döneminde Hıristiyan işgalciler üstün bir medeniyetle karşılaştılar. İslam daha fazla kentleşmiş, teknikte ileri, ruhsal olarak gelişmiş, dünyaya açık bir medeniyet idi.. Avrupa'da Arap (İslam) nüfuzunun birçok alana yayılması günümüzde olsaydı, kültür emperyalizmi şeklinde adlandırılabilirdi. Bunun ispatı, Arapçadan Avrupa dillerine geçen kelimelerdir.. Hıristiyanların, Müslümanlara amansızca (merhametsizce) muamele etmelerinin altında biraz da bu entelektüel aşağılık duygusu yatmaktaydı.

Kardinal Ximenes 1499'da Granada'da 80.000 Arapça kitabı meydanlarda yaktırmıştı.. Bu tarihten üç yıl sonra da Müslümanları, Hıristiyanlığı kabul etmek, iltica veya ölüm seçenekleriyle karşı karşıya bırakmıştı. Hıristiyan olmayı reddeden yarım milyon Musevi de sürgün edilmişti. Günümüzde Bosna'nın yakalandığı ırkçılık çılgınlığına, (Hıristiyan) İspanya o tarihlerde yakalanmıştı.. 1258'de Moğollar'ın Doğu'da ve Bağdat'ta yaptıkları tahribat ve ayrıca Hıristiyanların Müslümanları İspanya'dan sürgün etmeleri (yani Endülüs'ün kaybı), İslam dünyasının hala acısını çektiği ekonomik ve kültürel duraksamanın başlangıcıdır..

Modern Avrupa normal olarak hayal edemeyeceğimiz ölçüde İslam kültüründen etkilenmiştir. Avrupa Doğu-Batı kültürleri bileşimidir. İslam'ın yeşil rengi ve İslam öğesi olmayan bir Avrupa Birliği düşünmek artık mümkün değildir (Ingmar Karlsson).

Kültürel mirasa saygılı, dinî ve siyasi çoğulculuğa hoşgörülü, hem özel mülkiyetin hem de sınırlı-sorumlu yönetim biçiminin öneminin farkında olmayı içeren DİNÎ VE KÜLTÜREL MUHAFAZAKARLIK, Hıristiyanlar ile Müslümanların yeni bir yüzyıla birlikte yürümelerini ve kendilerini beraberce gerçekleştirmelerini mümkün kılabilir.

Türk-İspanyol münasebetleri çok eski bir tarihe maliktir. Türk ve İspanyol tarihleri arasında görülen o kadar bariz parallellizm sadece bir tesadüf değildir. Bu, müsbet tarihi bağlardan, mümasil şartlardan ve amillerden doğmaktadır. Akdeniz’in biri bir köşesinde öteki öbür köşesinde her iki millet, biri İslamiyet’in diğeri Hıritiyanlığın müdafii olarak ortaya çıkmışlar, 16. asırda her ikisi de cihanşümul birer imparatorluğun sahibi olmuşlar, Akdeniz’de genişleyerek birbiri karşısına çıkmışlar, bu denizin hakimiyeti için mücadele etmişler ve benzer şartlar altında iktisadi ve siyasi inhitata uğramışlardır (Prof.Dr. Halil İnalcık).
Son düzenleyen Baturalp; 6 Ocak 2017 23:08
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
13 Ocak 2012       Mesaj #8
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Endülüslü Müslüman Alimler

  • Abbas Kasım İbn Firnas
  • Muhyiddin İbn Arabi
  • Zerkali
  • İbn Rüşd
  • İbn-i Cübeyr
  • İbn-i Tufeyli
  • İbni Meserre

Abbas Kasım İbn Firnas


Berberi gökbilimci ve şair, İslam bilgini. Tarihî kaynaklar Endülüslü Firnas'ın da uzun çalışmalar sonunda yeni bir keşifte bulunup bir cihaz yaptığını, üzerine kumaş geçirip kanat yerine büyük kuş kanatları taktığını ve bu âleti çalıştırarak havalanıp uçtuğunu kaydeder. Üstelik havada uzun süre kuşlar gibi süzüldüğünü, daha sonra da yavaşça yere indiğini söyler.İbn-i Firnas'ın bu başarısı Batı'da uçak yapıp uçmayı başaran Wright Kardeşler'den 1023 yıl öncesine rastlamaktadır

Diğer çalışmaları
İbn Firnas'da birçok alanda çalıştı, kimya, fizik, astronomi okudu. Astronomi tabloları hazırladı, şiir yazdı, el-Makata adlı saati tasarladı. Kumdan cam imalatını icad etti ve ayrıca kaya kristallerini kesme yöntemini geliştirdi. O zamana kadar sadece Mısırlılar kristal kesmeyi biliyordu. Bundan sonra, İspanya Mısır'dan kuartz ihracını bıraktı. Güneş ve gezegenleri hareket halinde gösteren bir Plenatarium da yapmıştı. Bilgin bu cihazla yıldızlarla birlikte bulutu ve şimşekleri de inceliyordu.

Ünlü bilgin ayrıca kendisine has metodlarla bir kısım taşlardan mükemmel cam imal etme usûlünü keşfetmiş, cam sanayiinin de öncüsü olmuştu. Ayrıca düzeltme kabiliyeti olan camı keşfederek gözlüğün mucidi olduğu kabul edilir. Bilgin İbn-i Firnas'ın aynı zamanda İslâm musıkîsinin İspanya'da topluma mal edilmesini sağlamıştır. Libya'da onun onuruna posta pulu basıldı.Irak'ta Bağdat Uluslararası Havaalanı'nda onun anısına bir heykel dikildi.Bağdat'ın kuzeyinde İbn Firnas Havaalanı'na onun adı verildi.Ay üzerinde güneybatıda King ve Ostwald Kraterlerine yakın bir yerde 89 km çapındaki bir kraterin adı Abbas Ibn Firnas Krateri diye isimlendirildi.

Görüşler
Prof. Dr. Philip Hitti 'Arap Tarihi' adlı eserinde şöyle der: İbn Firnas insanlık tarihinde ilk defa bilimsel uçma girişiminde bulunan kişidir. Alman bilim tarihi araştırıcısı Sigrid Hunke, İbn- i Firnas'ın yaptığı bu uçakla İkaros'un rüyasını gerçekleştirdiğini dile getirmektedir. Prof. Dr. Osman Turan da İbn-i Firnas'ın İslâm medeniyetinde modern havacılığın öncüsü olduğunu dile getirdikten sonra şöyle bir tesbiti de ilâve etmektedir: Daha doğrusu şu dünya tarihinde ilk defa uçmayı gerçekleştiren, uçak yapan bir Müslümandır.

Zerkali


Zerkali. Endülüslü astronom (1029-1087). Toledo'da bir rasathane kurdurmuş ve 1061-1087 yılları arasında burada yaptığı çalışmaları bir kitapta toplamıştır. Bu kitap daha sonra Alfonso Tabloları adıyla anılan eserlerin yapılmasına öncülük edecekti.

Zerkali Endülüste yetişen Ünlü astronomi alimlerinden. İsmi, İbrahim bin Yahya et-Tecibi en-Nekkaş olup, künyesi Ebu İshaktır. Zerkali diye Ünlü oldu. 1029 senesinde Tuleytula şehrinde doğdu. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Kısa zamanda din ve fen ilimlerini öğrenen Zerkali, astronomi ilminde söz sahibi oldu. Astronomi çalışmalarını ve rasadlarının çoğunu Tuleytulada yaptı. Ömrünün sonuna doğru Kurtubaya yerleşti ve 1087 senesinde burada vefat etti.

Zerkali, ilk defa Batlamyus'un aksine dünyanın gerçek yörünge noktası hareketini ve güneşin ta'dil merkezinin asırlık değişikliğe bağlı olduğunu keşfederek kanuna bağladı. Halbuki, Batlamyus, güneş sisteminin yörünge noktasını sabit ve ta'dil merkezini de değişmez kabul etmişti. Güneşin yörünge noktasını 12 saniye kadar doğru bir yön, yani doğudan batıya doğru bir değişiklik vererek güneş için yeni bir teori ortaya atıp değişim merkezindeki düzensizliği de ortadan kaldırdı.

Batlamyus kuramında, Güneşin Yerden en uzak konumu olan günötenin durağan olduğu benimsenmiş ve gözlemlerin bildirdiği farklı veriler gözlem hatalarıyla açıklanmıştı. İslâm Dünyasında Sâbit ibn Kurrâ, bu görüşten kuşku duymuş ama bunun yerine daha doyurucu olan başka bir görüş koyamamıştı. Zerkâlî ise, günöte noktasının durağan olmadığını ve yılda 12 saniyelik bir açıyla Batıdan Doğuya doğru yer değiştirdiğini öne sürmüştür; ona göre, bu yer değişikliğini, Güneşin yörünge merkezinin bir çember üzerinde dolandığını varsayarak açıklamak mümkündür. Böylece Zerkâlî, Batlamyus kuramının doğruluğu konusundaki kuşkuların güçlenmesine neden olmuştur.

Zerkali, Tuleytula adıyla Ünlü olan ilk astronomi cetvellerini düzenledi. Güneş, gezegenler ve diğer yıldızların hareketlerini ilgilendiren bu cetveller, kısa zamanda Avrupanın her tarafında kullanılmaya başlandı. Sabır ve dikkatle incelemeler yapan Zerkali dünyanın güneşe olan uzaklığını hesapladı. Ayrıca bu mesafeyi güneş yörüngesine dayanan gün dönümleri ile gece ve gündüz eşitliğinin prestesyonuna intibak ettirebilmek için Tuleytulada 402den fazla gözlem yaptı vepresesyon vüsatini de aynı tarzda doğru olarak hesapladı.

Zerkalinin hazırladığı Ziyc, 1450 senesinde birçok eksikliklerle Latinceye tercüme edildi. Bu tercümenin bir nüshası Paris Kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu Ziyc, kendisinden sonra yapılan bütün ziyclere esas oldu. Tercümenin önsözünde trigonometri cetvellerinin nasıl çıkarıldığı konusunda bilgi verilmiş ve buna bir de sinüs cetveli ilave edilmiştir. Eserde ayrıca 35 sabit yıldızın kataloğu ile beraber meyil cetvellerine yer verilmiş ve Safiha Usturlabı hakkında açıklamalar yapılmıştır.

Zerkali çalışmalarında usturlab kullanmıştır. Batıda Zerkali Safihası adıyla Ünlü olan alet Afaki bir şekilde, her yerin ufkunu temsil edecek surette ufuk dairesi hareketli yapılmış, menazıri usul ile ayın tutuluş durumu resimlenmiş, dairevi ve safihadan ibarettir. Bu aletin özelliklerinden bahseden Zerkalinin risalesi, Kitab-ül Amel Bis-safiha ez-Ziciya, Latince, İbranice ve diğer dillere tercüme edilmiştir. Bir örneği Paris Kütüphanesinde mevcut olan alet hakkında Mirim Çelebi, Sultan İkinci Bayezid Hanın emriyle Farsça mükemmel bir eser yazmıştır.

İbn-i Rüşt


İbn Rüşd Endülüslü-Arap felsefeci ve hekim, bir felsefe, fıkıh, matematik ve tıp alimi. Kurtuba'da doğdu ve Marakeş, Fas'ta öldü.

Hayatı
İbn Rüşd, Maliki mezhebinden fakihler yetiştirmiş bir aileden gelir; dedesi Ebu El-Velid Muhammed (ö. 1126) Murabıtlar hanedanının Kurtuba'daki en yüksek dereceli hakimiydi. Babası Ebu El-Kasım Ahmed, aynı makamı Muvahhidler'in 1146'daki hakimiyetine kadar işgal etti. Yusuf el-Mansur'un veziri İbn Tufeyl (Batı'da bilinen adıyla Abubacer) tarafından sarayla ve büyük İslam hekimlerinden, sonradan arkadaşı olacak İbn Zuhr (Avenzoar) ile tanıştırıldı. 1160'ta Sevilla kadısı oldu ve hizmeti boyunca Sevilla, Kurtuba ve Fas'ta birçok davaya baktı. Aristo'nun eserlerine şerhler ve bir tıp ansiklopedisi yazdı . Eserlerini 1200lerde, Yakob Anatoli Arapça'dan İbranice'ye tercüme etti.

En önemli orijinal felsefî eseri Tehâfüt-ül Tehâfüt (Çelişkilerin Çelişkileri / İnsicamsızlığın İnsicamsızlığı) ismini taşır ve Gazali'nin Tehâfüt-ül Felâsife (Felsefelerin Çelişkileri / Felsefelerin İnsicamsızlığı) isimli kitabındaki kendiyle çelişme ve İslama mugayir olma iddialarına karşı Aristo felsefesini savunur. Faslu'l-makâl ve el-Keşf an minhâci'l-edille isimli iki risalesi de felsefe-din ilişkilerini konu alır.

Endülüs'ü 12. yüzyılın sonralarında yayilan fanatiklik dalgasıyla, sahip olduğu bağlantılar kendisini siyasî problemlerden uzak tutamamış ve Kurtuba yakınlarında bir yerde tecrit edilmiş ve ölümünden kısa süre önce Fas'a gidinceye dek gözetim altında tutulmuştur. Mantık ve Metafizik alanında verdiği eserlerin çoğu müteakip sansür döneminde kaybolmuştur.

İbn Rüşd Felsefesi
İbn Rüşd'e göre, felsefe öğrenmek dini bir zorunluluktur. Din, var olanlara akılla bakmayı ve değerlendirmeyi zorunlu tutumaktadır. Başka dinlerin ve ideolojilerin fikirlerini öğrenmek de aynı şekilde zorunludur. Gerçek her nerede ise alınır ve yararlanılır. Eskilerin kitaplarındaki bilgilerle, dinin bildirdikleri amaç bakımından benzemektedirler. İbn Rüşd, felsefe ile uğraşanların ve olaylara akılcı açıdan bakanların sapıttıklarını ileri sürenleri eleştirir. Ona göre, akıl ve felsefe, gerçeğe ulaştırıcı en önemli yaşamsal enstrümanlardır. Ona göre İslam'la felsefe arasında bir çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem din yoluyla doğruya ulaşabileceğini düşünmüştür. Kainatın ebediyetine ve formların ezeliyetine (pre-extant) inanırdı.

Felsefenin temel konusunun varlık olduğunu, felsefenin varolanı, genel bir bütünlük içinde insana verileni incelemeye, açıklamaya çalıştığını savunan İbn Rüşt, bütün varlık türlerinin en tepesinde bulunan yüce bir varlık olarak Allah'a yalnızca var olandan, beş duyu ile algılanıp akıl ilkeleri ile açıklanan varlıklardan yola çıkarak gidebileceğimizi belirtmiştir. Felsefenin, varlık kavramı altında toplanan bütün nesneleri konu edinen disiplin olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle düşünce sisteminde felsefe, teolojiden önce gelir. Bununlu birlikte, felsefe ve teolojiden her birinin kendisine özgü bir fonksiyonu olduğunu söylemiştir.

Önemi
İbn Rüşt en çok Aristo'nun eserlerinden yaptığı, bugün Batı'da pek çoğu unutulmuş, tercüme ve şerhleriyle ünlüdür. 1150'den önce Avrupa'da Aristo'nun eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı'da Aristo'nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn Rüşt'ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latince'ye tercümesiyle başlamıştır.

İbn Rüşt'ün Aristo üzerine çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem içinde, erişemediği "Politika" dışında bütün eserlerine şerhler yazmıştır. Eserlerinin İbranice tercümeleri de, İbrani Felsefesi üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. İbn Rüşt'ün düşünceleri, Hristiyan skolastik gelenekten, Aristo'nun mantık çalışmalarına değer veren [Brabant'lı Siger], Thomas Aquinas ve (bilhassa Paris Üniversitesi'ndeki) diğerleri tarafından özümsenmiştir. Thomas Aquinas gibi meşhur skolastik filozoflar, ona ismi yerine "Şârih" (Yorumcu) ve Aristo'ya da "Filozof" diyecek yüksek derecede önem veriyorlardı. İslam dünyasında bir okul bırakmamış ve ölümü Endülüs'teki serbest düşünce hayatının gurubunu işaret etmiştir.

Edebiyatta İbn Rüşt
Orta Çağ'ın Avrupalı skolastiklerinin kendisine gösterdikleri saygıdan ötürü, Dante İbn Rüşt'ü İlahi Komedya'da diğer büyük pagan filozoflarla beraber, "iltifatın üne borçlu olunduğu" Limbo'da tasvir etmiştir. İbn Rüşt, Jorge Luis Borges'in "İbn Rüşt'ün Arayışı" isimli hikâyesinde trajedi ve komedi kelimelerinin anlamlarını ararken resmedilir.

Bazı Eserleri
  • Felsefe üzerine iki eseri vardır bunlar; Tehafütü't Tehafüt ve Makela fı'l Mizac

İbn-i Cübeyr


Gerçek adı; Ebul'l Hüseyn Muhammed İbni Ahmed İbni Cübeyr El-Kinani. Ortaçağ Endülüs asıllı şair ve yazar olarak ün yapmıştır, 539 yahut 540/1144 veya 1145 yılında İspanya'nın Valensiya veya Hatib şehrinde dünyaya geldi. Eldeki kaynaklara göre 740 yılında İspanya'ya gelen arap kabilelerinden birine mensuptu. Babasının kültürlü ve üst düzey bir devlet memuru olduğu, kendisinin de bir süre Muvahhidler'den bir emirin sekreterliği ile Granada valisinin nezninde katiplik yaptığı bilinmektedir.

1 Şubat 1183'de hacca gitmek üzere Granada'dan yola çıktı Ceuta ve İskenderiye üzerinden Kahire ve oradan yukarı Nil'deki Kus'a kadar dolaştı, yolculuğunu çöl üzerinden Ayzab, Kızıl Deniz, Cidde oradan Mekke'ye geçti. Mekke'de sekiz ay kaldı. Daha sonra Medine'ye geçti burda da bir süre kaldıktan sonra bir kervana katılarak çöl üzerinden Bağdat, Musul ve Kuzey Suriye'yi dolaşıp, Halep üzerinden Şam'a geçti. Orada iki ay kaldıktan sonra Kudüs Krallığı'na gitmek için yola çıktı, Sur (Tiros)dan Ceneviz gemisi ile Akka'ya gitti. 1184 yılında zor şartlarla Mesina'ya ulaştı. Hava şartlar yüzünden birsüre Mesina'da kaldı ve 25 Nisan 1185'de Granada'ya döndü. İbni Cübeyr'in yolculuğu sırasında ona arkadaşı doktor Ebü Cafer Ahmet el-Kuday eşlik etti.

İbn-i Cübeyr daha sonra 1189-1191 yıllarında ikinci bir hac yolculuğuna çıktı. Bu seyahat ile ilgili detaylı bilgi yoktur. Arkasından 1217 yılında üçüncü bir hac yolculuğuna daha çıktı ve bu seyahatinde İskenderiye'den ilerisine gidemedi ve orada öldü.

Eserleri
  • Endülüs'ten Kutsal Topraklara (Seyahatname)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 7 Ocak 2017 00:16 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
theMira
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2013       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Endülüs Emevi Devleti

Ad:  Endülüs Emevileri2.JPG
Gösterim: 2412
Boyut:  39.7 KB

765-1031 yılları arasında Endülüs’te hakimiyet kuran Emevi Hanedanı.

Ed-Dahil (Muhacir) lakabıyla bilinen Abdurrahman’dan itibaren Üçüncü Hişam’la sona eren bu devlet, 275 sene yaşadı. Üçüncü Abdurrahman’a kadar “Kurtuba Emirliği”diye adlandırılan devlete bu hükümdar zamanında “Endülüs Emevi Hilafeti” namı verildi. Hükümdar, “Emir-ül Mü’minin” ünvanını aldı.

Endülüs Devletinin kuruluşu: Devletin kurucusu Abdurrahman bin Muaviye bin Hişam bin Abdülmelik bin Mervan bin el-Hakem, Ebü’l-Muttarif künyesiyle tanınmaktaydı. Mührüne “Abdurrahman Allah’a güvenir ve sığınır.” yazısınıyazdırmıştı. Sûriye Emevi Devletinin yıkılması üzerine Fırat Irmağını geçerek Filistin’e kaçtı. Azatlıkölesi Bedir, kız kardeşini ve servetini kaçırarak onun yanına geldi. Abdurrahman, Afrika valiliğininmerkezi olan Kayrevan’a gitti. Burada gereken iltifatı göremeyince, bir müddet de Zenateler yanında misafir kaldı.Abbasi Devletinin kurulmasıyla Şam’dan ayrılıp, Endülüs’e yerleşen Emevilerin varlığını haber alan Abdurrahman, onlara mektup yazarak, kendilerini karşılamalarını ve yardım etmelerini söyledi. Orada bulunan Yemenlilerle de işbirliği yaptı. Yanında bin kadar Berberi olduğu halde Eylül 755 tarihinde Gırnata’nın güneyinde ufak bir liman olan El-Münekkeb (Almunecar)e ayak bastı. Endülüs valisi olan Yûsuf el-Fihri ile olan savaşta galip geldi. Abdurrahman bundan sonra Kurtuba’ya giderek emirliğini ilan etti (756). Bu haberi duyan Emevi taraftarları akın akın bu ülkeye gelmeye ve onun devlet kurmasında yardımcı olmaya başladılar.

Abdurrahman’ın hükümdarlığı otuz üç yıldan fazla sürdü. Bu devrede Abdurrahman kurduğu yeni devleti sağlamlaştırmak için bölgesindeki Müslümanları etrafında topladı. Kuvvetli bir ordu kurdu. Tarım ve sanayi gelişti. Büyük bir ticaret filosu kurularak İstanbul’a kadar ticari münasebetler tesis edildi. Bu arada camiler, yollar, şehir etrafındaki surlar yaptırıldı.

Abdurrahman’ın 787 senesinde vefatından sonra, yerine oğlu Hişam geçti. Hişam önce iki kardeşi Abdullah ve Süleyman’ın ortaya çıkardığı karışıklığı bastırdı. İç asayişi sağladıktan sonra, orduları ile Narbone ve Celikiye üzerlerine seferler yaptı. Ayrıca tarım ve ticaretin gelişmesi için köklü tedbirlere başvurdu. Fakat 39 yaşında öldü. Yerine oğlu Hakem geçti. Hakem zamanında iç karışıklıklar baş gösterdi. Hakem bu karışıklıkları bastırmak için çaba gösterdi. Yerine geçen İkinci Abdurrahman devri de çeşitli iç karışıklıklarla geçti. Bunun zamanında devlet zayıfladı. 852 senesinde vefat edince yerine oğlu Muhammed geçti. Babasından daha sert tedbirlere başvuran Muhammed, kara ve denizden olmak üzere Celikiye üzerine geniş bir sefer hazırladı. Oğlu Münzir kumandasındaki kara birlikleri Batalyos’u aldılar.

886 senesinde ölünce yerini oğlu Münzir aldı. İlme meraklı ve alimleri koruyan bu hükümdarın saltanatı kısa sürdü. Onun adil idaresi sayesinde halk oldukça sakin bir devir geçirdi. Ölünce yerine kardeşi Abdullah melik oldu. Abdullah zamanında iç karışıklıklar yeniden baş gösterdi. Neticede Abdullah bütün hasımlarını boyun eğmek zorunda bıraktı. Yarı bağımsız hale gelen Saragosa, Uclès, Huesca, Oscanoba, Ecija, Elvira ve Jaen (Ciyan) eyaletlerini, tekrar Kurtuba emirliğine bağladı.

Abdullah 912’de öldüğü zaman, babasının vasiyeti üzerine yerine torunu Üçüncü Abdurrahman bin Muhammed’i yirmi üç yaşında iken emir yaptılar. Üçüncü Abdurrahman ve bundan sonraki devrelerde, tarihinde bir daha erişemeyeceği siyasi, iktisadi ve fikri üstünlüğün doruğuna ulaşan Endülüs, siyasi güç ve medeniyet bakımından parlak devrini yaşadı. Üçüncü Abdurrahman elli yıl süren saltanatının ilk seneleri iç huzuru sağlamakla geçti. 917’de İşbiyeli ve Camona Abdurahman’ı tanımak zorunda kaldı. 920 senesinde Asturia Kralı Ordonoa ve Hıristiyan ordusunu Semure denilen yerde hezimete uğrattı. Bundan sonra Muez, Osma, Sam Esteban, Clunie ve Calahorro’yu ele geçirerek Pirenelere dayandı. 951’de Leon kralının ölümü üzerine çıkan taht kavgası da Abdurrahman’ın bu ülkeler üzerinde otorite kurmasına yardım etti. Saneho ve Navarra Kraliçesi Totey, yardım talebinde bulunmak üzere Kurtuba’ya kadar geldi. Bu siyasi temas Endülüs tarihinde ilk defa vukû bulan bir hareket olup, büyük bir başarıydı. Leon kralı on kadar kaleyi Abdurrahman’a bırakıyor, karşılığında ise, onun askeri ve siyasi desteğini sağlıyordu.

Abdurrahman donanmasını kuvvetlendirdi. 931 senesinde Sebte’yi fethederek, Mağrib’e el attı. Fas’a yayılmış olan Şii çetelerini bu ülkeden çıkartarak Nakur ve Mağraveler’i kendine bağladı.

Abdurrahman 73 yaşında ölünce, yerine 961 senesinde oğlu İkinci Hakem geçti. Bu hükümdar babasının kurduğu düzeni titizlikle sürdürdü. Fıkıh ve tarih konularında bilginler arasında yer alan İkinci Hakem, ülkenin imar edilmesi, ilim ve fikir hayatının gelişmesi için büyük çaba sarf etmiş, sanat ve mimari eserlerin yaptırılmasında büyük gayretler göstermişti. Kurtuba Camii ve Kurtuba şehrinden beş kilometre uzaklıkta yaptırılan yazlık şehrin güzelliği, bahçeleri dillere destan olmuştur. Bu şehre “Çiçek Şehri” manasına “Medinetüz-Zehra” ismi verildi.

Onun ölümünden sonra tahta vasiyeti üzerine on iki yaşındaki oğlu İkinci Hişam çıktı. Hişam yaşı küçük olduğundan idareyi Mansur bin Ebi Âmir adlı naibi üzerine aldı. Mansur ve ondan sonra oğlu Abdülmelik ve Abdurrahman devlet üzerinde tam bir diktatörlük kurdular. Abdurrahman’ın Galicia’da seferde olmasından faydalanan muhalifler, İkinci Hişam’ı tahttan indirerek, Muhammed bin Hişam bin Üçüncü Abdurrahman el-Mehdi’yi sultan ilan ettiler.

Bunun üzerine Kurtuba’ya dönen Abdurrahman’ı yakalayarak idam ettiler. Bu olaylarla barış devri kapanarak, memleket anarşiye sürüklendi. Neticede Kurtubalılar Mehdi’yi yakalayıp öldürerek 1010’da İkinci Hişam’ı yeniden sultan ilan ettiler. Hişam isyan eden Berberilerle iyi geçinmek için gayret gösterdiyse de müsbet bir netice alınamadı ve 1013’de tekrar tahttan indirildi. Süleyman bin Hakem tahta geçirildi. Bu da sükûneti sağlayamayınca, Sebte valisi Ali bin Hammûd’u çağırdılar. 1017’de tahta çıkan Ali bin Hammûd çok geçmeden öldürüldü. Bunun üzerine yeniden kargaşalık baş gösterdi. 1018’de Kasım bin Hammûd tahta çıktı. Merkezdeki bu kargaşalık üzerine valiler kendi bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bunun üzerine Endülüs İslam tarihinde “Tavaif-i mülûk” (Beylikler devri) ortaya çıktı ve iç çekişmeler devleti yıprattı. Endülüs Emevilerini bir bayrak altında toplamak için son gayreti gösteren Beşinci Abdurrahman’ın oğlu Ümeyye 1031’de tekrar Kurtuba’ya girerken yakalandı ve öldürüldü. Parçalanan bu devlet az sonra Cevheriler tarafından tabi beylik haline getirildi. Hıristiyan devletler bu beylikleri kısa zamanda yıkmakta güçlük çekmediler. Bunlardan yalnız “Beni Ahmer” devleti 1492 yılına kadar yaşayabildi.

Emeviler, İslam dinini, İspanya’dan Avrupa’ya soktu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilim ve fen ışıkları saldı. Hıristiyanlık alemini uyandırıp bugünkü müsbet ilerlemenin temelinin atılmasına sebeb oldu. Dünya üzerindeki ilk üniverside Fas’ın Fez şehrinde bulunan Kayrevan Üniversitesi idi. Bu üniversite 859 (H.244) yılında kurulmuştu. İlme ve alimlere çok değer verilirdi. Bunun için Endülüs’te ilim ve fen çok ilerledi. Saraylar ve devlet daireleri birer ilim kaynağı oldu. Her memleketten ilim öğrenmek için Kurtuba’ya akın akın toplandılar. Kurtuba’da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kuruldu. Avrupa’da ilk defa yapılan Tıp Fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedavi için Kurtuba’ya gelir, gördükleri medeniyete, güzel ahlaka, misafirperverliğe hayran kalırlardı. Kurtuba’da altı yüz bin kitap bulunan bir kütüphane yapıldı. Ayrıca emsali pek az bulunan ince sanatlı saraylar, camiler, bahçeler meydana getirildi.

Birçok ilimlerin bilhassa tıp ve astronominin temelleri atıldı. Endülüs emevileri devrinde yetişen alimlerden bazıları şunlardır:Muhyiddin-i ibni Arabi, Kadı Ebû Bekr ibni Arabi, Nûreddin Batrûci (Bkz. Batrûci), meşhur müfessir Ebi Abdullah bin Muhammed Kurtûbi. Son zamanlarda İslam ahlakını, İslamiyetin emirlerini bıraktıklarından, hatta Ehl-i sünnet itikadından ayrıldıkları için, Pirene Dağlarını aşamadılar. Parçalandılar ve yıkıldılar. Endülüs Devleti yıkılmasaydı, felsefeci İbnür Rüşd’ün ve İbn-i Hazm’ın İslamiyete uymayan fikirleri din ve iman halini alıp, dünyaya yayılacaktı. Böylece İslamiyete pek büyük zarar verilecekti.

ENDÜLÜS EMEVÎ SULTANLARI


Sıra No - İsim - Doğum Tarihi - Tahta Çıkışı - Vefatı
  • Abdurrahman bin Muaviye bin Hişam bin Abdülmelik 728 (H.110) 756 (H. 138)(H.170) 787
  • Hişam bin Abdurrahman 759 (H.142) 787 (H. 170)(H.180) 796
  • Hakem bin Hişam 771 (H.154) 796 (H. 180)(H.239) 852
  • Abdurrahman bin Hakem 792 (H.176) 821 (H. 206)(H.239) 852
  • Muhammed bin Abdurrahman 823 (H.208) 852 (H. 239)(H.273) 886
  • Münzir bin Muhammed(?) 886 (H. 273)(H.295) 908
  • Abdullah bin Muhammed 872 (H.258)908 (H. 295)(H.300) 912
  • Abdurrahman Nasır bin Muhammed bin Abdullah 890 (H.277)912 (H. 300)(H.350) 961
  • Hakem bin Abdurrahman (?) 961 (H. 350)(H.366) 977
  • Hişam bin Hakem 962 (H.351) 977 (H. 366)(H.403) 1013
  • Muhammed Mehdi bin Hişam bin Abdül Cebbar bin Abdurrahman Nasr (?) 1009 (H. 399) (?)
  • Hişam bin Hakem (ikinci defa tahta çıkışı) (?) 1009 (H. 399)(H.403) 1013
  • Süleyman bin Hakim bin Süleyman bin Abdurrahman Nasır (?) 1013 (H. 403)(H.407) 1017
  • Ali bin Hamûd bin İmamı Hasan (?) 1017 (H. 407)(H.408) 1018
  • Kasım bin Hamûd (?) 1018 (H. 408)(H.412) 1021
  • Yahya bin Ali (?) 1021 (H. 412)(H.413) 1022
  • Abdurrahman bin Hişam bin Abdülcebbar (?) 1022 (H. 413)(H.413) 1022
  • Muhammed bin Abdurrahman Abdullah bin Abdurrahman Nasır (?) 1022 (H. 413)(H.414) 1022
  • Hişam bin Abdülmelik bin Abdurrahman Nasır (?) 1027 (H. 418)(H.422) 1031
Son düzenleyen Baturalp; 6 Ocak 2017 15:04
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
5 Ocak 2017       Mesaj #10
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi

Endülüs Emevi Devleti

Ad:  Endülüs Emevileri1.JPG
Gösterim: 2654
Boyut:  67.0 KB

Endülüs Emevileri (756-1031), İslam egemenliğini İspanya'ya yayan Arap haneda­nıdır. Eski Yunan kültürünün Avrupa'ya ak­tarılmasında önemli rol oynamışlardır.

İspanya daha Emeviler döneminde Arap ordularının istilasına uğramıştı. Emeviler'in Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr'ın ko­mutanlarından Tarık bin Ziyad 711'de bugün onun adıyla Cebelitarık (Tarık'ın dağı) olarak anılan yerde İspanya'ya ayak basmış, Arap orduları yedi yıl içinde Pirene Dağları' na kadar ilerlemişti. Ardından Fransa'ya gi­ren Araplar'ı Franklar'ın komutanı Charles Martel ancak 732'de Poitiers'de (Puvatya) durdurabilmişti. Bundan sonra Arap egemen­liği İspanya'yla sınırlı kaldı; Arap komutanlar yerel Hıristiyan güçlerle sürekli çarpışarak varlıklarını korumaya çalıştılar.

Çatışmaların sürüp gittiği bir sırada, Emevi­ler'in egemenliğine 750'de son veren Abbasiler'in Şam'da giriştikleri kıyımdan kurtulabilen 10. Emevi Halifesi Hişam'ın torunu Abdurrahman 755'te İspanya'ya ayak bastı. Kısa sürede İspanya'daki Araplar'ı kendisine bağ­layan Abdurrahman 756'da Kurtuba'ya (bu­gün Cordoba) girdi ve hükümdarlığını ilan et­ti. I. Abdurrahman, 788'de ölümüyle sona eren hükümdarlığı döneminde içte ayaklanmaları bastırmakla, dıştan gelen saldırıları ön­lemekle ve yönetimini pekiştirmekle uğraştı. Öldüğünde arkasında güçlü bir devlet bırak­mıştı. Ondan sonra gelen hükümdarlar da yerel emirler ve nüfusun önemli bir bölümü­nü oluşturan Hıristiyanların sık sık ortaya çıkan ayaklanmalarıyla uğraştılar. Arap emirle­rin ayaklanmaları en çok kuzeydoğudaki Ebro vadisi ile doğuda Batliyos (bugün Badajoz) ve güneyde Gırnata'da (bugün Granada) or­taya çıkıyordu. Hıristiyanlar ise özellikle Vizigotlar'ın eski başkenti ve önemli bir dinsel merkez olan Tuleytule'de (bugün Toledo) ayak­lanıyorlardı. Bütün bunlara karşın Endülüs Emevileri hemen hemen İspanya'nın tümünü egemenlikleri altına almayı, burada canlı bir ekonomik ve kültürel yaşam yaratmayı başardı­lar.

Başkent Kurtuba önemli bir ticaret merkezi olmanın yanı sıra Bağdat ve Kahire' den sonra İslam dünyasının üçüncü bilim merkezi olma özelliğini de kazandı. İşbiliye (bugün Sevilla), Gırnata, Tuleytule de önemli merkezler oldular. Endülüs Emevileri en güç­lü dönemlerini III. Abdurrahman zamanında (912-961) yaşadılar. III. Abdurrahman aynı zamanda halife sanı alan ilk Endülüs Emevi hükümdarıdır. O güne kadar İslam dünyasın­da yalnız Abbasi halifeleri varken Fatımiler'in Mısır'da ayrı bir halife ortaya çıkarmaları üze­rine III. Abdurrahman da İspanya'da halifeli­ğini ilan etti.

III. Abdurrahman'dan sonra gelen hüküm­darlar döneminde devlet ardı arkası kesilme­yen ayaklanmaların yarattığı ortamda zayıfla­ma sürecine girdi ve Endülüs Emevi hanedanı 1031'de son buldu. Bundan sonra İspanya'da İslam egemen­liği sayıları 15'e varan yerel beylikler tara­fından sürdürüldü. 1090'da Kuzey Afrika' dan gelen Murabıtlar'ın ve 1145'te gene Ku­zey Afrika'dan gelen Muvahhidler'in ege­menlikleri de kısa ömürlü oldu.

Müslümanlar, toprak alarak gittikçe ilerleyen Hıristiyanlar karşısında güneye çekilmek zorunda kaldılar. Gırnata'da tutunan Nasriler birçok güçlüğe karşın 1230'dan 1492'ye kadar İspanya'da İs­lam'ın varlığını sürdürdüler; Gırnata'yı önem­li bir bilim ve kültür merkezi yapmayı başardılar. Bugün de ayakta olan Gırnata'daki Elhamra Sarayı Nasriler'in bıraktığı en önemli mimarlık yapıtıdır.

Endülüs Emevileri ve Nasriler döneminde İspanya Hıristiyan Avrupa'nın da ilgisini çeken bir bilim ve kültür merkezi oldu. Endülüs Emevileri döneminde özellikle tıp, matema­tik, doğa bilimleri ve astroloji alanında önem­li çalışmalar yapıldı. Doğu İslam dünyasında 8. yüzyılda başlayan Eski Yunan kültürünü tanıma ve bu kültürün ürünlerini Arapça'ya çevirme çalışmaları İspanya'ya aktarıldı. II. Hakem'in (961-976) Kurtuba'da kurduğu kü­tüphanede 40 bin cilt kitap vardı ve bunların çoğu Eski Yunan kültürünün ürünü olan bi­lim yapıtlarıydı. Nasriler döneminde bunlara felsefe yapıtları da eklendi. İbn Cebirol, İbn Bâcce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd gibi büyük düşü­nürler bu dönemde yetiştiler.

Endülüs Emevi Sanatı


Endülüs Emevi sanatında Arap sanatının özellikleri yanında Roma ve Vizigot sanatının etkisi görülür. Mozaik sanatında da Bizans sa­natının izleri belirgindir. Mimarlık alanında Endülüs Emevi sanatının en önemli yapıtı Kurtuba Camisi ile gene Kurtuba'da III. Abdurrahman'ın yaptırdığı Medinetü'z-Zehra Sarayı'dır. Yapımına 784'te I. Abdurrahman tarafından başlanılan Kurtuba Camisi 200 yıl boyunca yeni eklemelerle büyümüş, 987'de Hacib Mansur'un eklemeleriyle son biçimini almıştır. 178 metre x 125 metre boyutundaki dikdörtgen planıyla İslam dünyasındaki en büyük camilerden biri olan Kurtuba Camisi sonraları katedrale çevrilmiştir. Surlarla çev­rili Medinetü'z-Zehra kentinin tepe kesimin­de yer alan Medinetü'z-Zehra Sarayı'nın ka­lıntıları yıllarca süren kazılar sonunda ortaya çıkarılmıştır. Askeri mimarlık alanında Tari­fe, Gormaz, Vacar kaleleri gibi görkemli ya­pılar ortaya koyan Endülüs Emevi sanatının dikkati çeken yönlerinden biri de iç ve dış süslemelerdeki zenginliktir.

ENDÜLÜS EMEVİ HÜKÜMDARLARI
  • I. Abdurrahman (756-788)
  • I. Hişam (788-796)
  • I. Hakem (796-822)
  • II. Abdurrahman (822-852)
  • I. Muhammed (852-886)
  • el-Munzir (886-888)
  • Abdullah (888-912)
  • III. Abdurrahman (912-961)
  • II. Hakem (961-976)
  • II. Hişam (976-1009)
  • I. Kez II. Muhammed (1009)
  • I. Kez Süleyman (1009-1010)
  • I. Kez II. Muhammed (1010)
  • II. Kez II. Hişam (1010-1013)
  • II. Kez Süleyman (1013-1016)
  • II. Kez Ali en-Nasır (Hammudi) (1016-1018)
  • IV. Abdurrahman (1018)
  • el-Kasım (Hammudi) (1018-1021)
  • I. Kez Yahya (Hammudi) (1021-1022)
  • I. Kez el-Kasım (Hammudi) (1022-1023)
  • II. Kez V. Abdurrahman (1023-1024)
  • III. Muhammed (1024-1025)
  • Yahya (Hammudi) (1025-1027)
  • II. Kez III. Hişam (1027-1031)
Msxlabs & Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 6 Ocak 2017 14:35

Benzer Konular

6 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış
6 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış
10 Haziran 2007 / P.u.S.u Taslak Konular
6 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış