Arama

Britanya İmparatorluğu (British Empire)

Güncelleme: 24 Haziran 2013 Gösterim: 4.857 Cevap: 2
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
23 Haziran 2013       Mesaj #1
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Britanya İmparatorluğu - British Empire
MsXLabs.org
Sponsorlu Bağlantılar

Bayrak

abh

Britanya İmparatorluğu (İngilizce: British Empire), Birleşik Krallık tarafından yönetilen dominyonlar, sömürgeler, protektoralar ve mandalar ve diğer bağımlı bölgelerden oluşan imparatorluktu. 16. ve 17. yüzyıllarda Birleşik Krallık tarafından kurulan deniz aşırı sömürgeler ve ticaret merkezleri olarak başlamıştır. En güçlü döneminde dünya tarihinde en geniş topraklara sahip olmuş imparatorluktu, bir yüzyıl boyunca dünyanın en önde gelen küresel gücü idi. 1922'de 458 milyon kişi, yani dünya nüfusun dörtte biri, Britanya İmparatorluğu'nun egemenliği altında idi ve toprakları 13.000.000 milkare (33.000.000 km2) kapsadı. Sonuç itibarıyla siyasî, dilsel ve kültürel kalıtı yaygındır. Gücün doruklarındayken, sıkça "Britanya İmparatorluğu'nda güneşin batmadığı" söylendi, çünkü dünya genelindeki genişliği nedeniyle her zaman en az bir tane toprağında günışığı vardı.
15. ve 16. yüzyıllardaki coğrafi keşifler boyunca İspanya ve Portekiz Avrupa'nın dünyanın keşfetmesinin öncüleri idi ve süreçte büyük denizaşırı imparatorluklar kurdular. Bu imparatorluklarda bulunan büyük servetten kıskanan İngiltere, Fransa ve Hollanda, Amerika ve Asya'da kendi sömürgeleri ve ticaret ağlarını kurmaya başladılar. 17. ve 18. yüzyıllarda Hollanda ve Fransa ile sürdürdüğü birkaç tane savaşın sonucu itibarıyla İngiltere (İskoçya ile yapılan 1707 Birleşme Yasası'ndan sonra Britanya), Kuzey Amerika ve Hindistan'daki üstün gücü oldu. Mamâfih, 1783'te bir bağımsızlık savaşından sonra Kuzey Amerika'da On Üç Koloni'nin kaybedilmesi Britanya için büyük bir hasardı, ve en yoğun nüfuslu olan kolonisini kaybetti. Bu gerilemeye karşın Britanya'nın dikkatı sonradan Afrika, Asya ve Büyük Okyanus'a çekildi. 1815'te Napolyon Fransası'nın yenilmesinden sonra Britanya, bir yüzyıl boyunca dışardan herhangi bir direnişin yer alınmayan bir öncülüğü vardı, ve dünya genelinde topraklarını genişletmeye devam etti. Beyaz yerleşimci sömürgelere daha çok özerklik veriliyordu; bazı sömürgeler de dominyon olarak yeniden sınıflandırıldı.

En geniş haliyle Britanya İmparatorluğu toprakları

qnw

19. yüzyılın sonuna doğru Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nin gelişmesi Britanya'nın iktisadî öncülüğünü aşındırdı. Britanya ve Almanya arasındaki müteakip askerî ve ekonomik gerilimler, Birinci Dünya Savaşı'nın en büyük nedenlerindendi ve Britanya, imparatorluğuna çok yüksek bir seviyede bağımlı olarak bu savaşı geçti. Finansal bir bakımdan bu çatışma Britanya için çok gerilimli bir etkisi vardı, ve savaştan hemen sonra imparatorluk en büyük genişliğini kazanmasına karşın artık eşsiz bir sanayî ya da askerî bir güç değildi. İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkmasına karşın Britanya, savaş boyunca Güneydoğu Asya'daki toprakları Japonya tarafından işgâl edildi ve bu böylece Britanya'nın prestijine zarar verip imparatorluğunun dağılmasına hız verdi. Savaşın bitmesinden iki sene sonra Britanya, en yoğun nüfuslu ve en değerli sömürgesi olan Hindistan'a bağımsızlığını verdi.
20. yüzyılın geri kalanında Avrupa güçleri tarafından yapılan daha büyük bir küresel dekolonizasyon hareketi bağlamında imparatorluğun topraklarının çoğu bağımsızlığını kazandı; bu süreç 1997'de Hong Kong'un Çin'e geri verilmesiyle sona erdi. Bağımsızlıktan sonra birçok eski Britanya sömürgesi İngiliz Milletler Topluluğu üyesi oldu. Günümüzde ise 14 bölge hâlâ Britanya'nın egemenliği altındadır; bunlar Britanya denizaşırı topraklarıdır.

Britanya İmparatorluğu'nun temelleri henüz İngiltere ve İskoçya iki ayrı krallıkken atıldı. 1496 yılında denizaşırı keşiflerde İspanya ve Portekiz'in başarılarının ardından İngiltere kralı VII. Henry, Asya'ya Kuzey Atlas Okyanusu'ndan ulaşan bir rota bulması için John Cabot'u görevlendirdi. Cabot 1497 yılında, Amerika'nın keşfinden beş yıl sonra yola çıktı ve Newfoundland kıyısına başarılı bir şekilde ulaşsa da (bu sırada Kristof Kolomb gibi Asya'ya ulaştığını sanmaktaydı)[4] koloni kurmaya yönelik bir çalışma yapıldı. Cabot ertesi yıl Amerika'ya bir seyahat daha düzenledi; ama gemilerinden bir daha haber alınamadı.
Bunun ardından Amerika'da İngiliz kolonileri kurmaya yönelik herhangi bir deneme 16. yüzyılın sonlarında, I. Elizabeth dönemine kadar yapılmadı.[6] İngiltere'deki Protestan Reformu, ülkeyle Katolik İspanya'yı karşı karşıya getirmişti. 1562 yılında Atlantik ticaret sistemine girmek amacıyla John Hawkins ve Francis Drake'e Batı Afrika açıklarında köle taşıyan İspanyol ve Portekiz gemilerine saldırma yetkisi verdi. Bu çabalar sonuçsuz kaldı ve daha sonra, İngiliz-İspanyol Savaşı şiddetlenince Elizabeth Amerika'daki İspanyol limanlarına ve Yeni Dünya'nın hazineleriyle geri dönen gemilere saldırı izni verdi.[8] Bu sırada Richard Hakluyt ve "Britanya İmparatorluğu" ismini ilk kullanan yazar olan John Dee[9] gibi etkili yazarlar İngiltere'nin kendi imparatorluğunun kurulması iin baskı yapmaya başladı. Bu dönemde İspanya Amerika'ya yerleşmiş, Portekiz Afrika'dan Brezilya ve Çin kıyılarına ticaret merkezleri ve limanlar kurmuş ve Fransa daha sonra Yeni Fransa adını alacak olan Saint Lawrence Nehri bölgesine yerleşmeye başlamıştı.

İrlanda Plantasyonları


İspanya ve Portekiz'e oranla geç olsa da İngiltere 16. yüzyılda İrlanda'ya yerleşmeye başladı. İrlanda'ya önceki yerleşimler 1169 yılındaki Norman işgali kadar eskiye dayanmaktadır. "West Country men" adlı bir grup başta olmak üzere İrlanda Plantasyonları'nın kurulmasına yardım edenlerin çoğu Kuzey Amerika'nın sömürgeleştirilmesinde de rol aldı.

Birinci Britanya İmparatorluğu (1583-1783)


1578 yılında Kraliçe I. Elizabeth Humphrey Gilbert'e denizaşırı keşif için izin verdi.[14] Aynı yıl içerisinde, Humphrey Kuzey Amerika'da korsanlık yapmak ve koloni kurmak amacıyla Batı Hint Adaları'na gitmek üzere yola çıktı; ama keşif yolculuğu Atlas Okyanusu'nun geçişi tamamlanmadan yarıda kesildi. 1583 yılında bu kez Newfoundland adasına varmak için bir kez daha yola çıktı. Adanın limanında İngiltere için hak iddia etse de geride yerleşimci bırakmadı. Gilbert İngiltere'ye olan dönüş yolculuğunu sağ tamamlayamadı ve onu 1584'te kraliçeden izin alan üvey kardeşi Walter Raleigh takip etti. 1584 yılı içerisinde Raleigh günümüzde Kuzey Carolina topraklarında olan Roanoke kolonisini kurdu; ama ikmal eksikliği nedeniyle koloni uzun ömürlü olamadı.
1603 yılında İngiltere tahtına kral I. James geçti ve 1604 yılında İspanya ile devam eden savaşı bitiren Londra Antlaşması imzalandı. Artık en büyük düşmanıyla barışmış olan İngiltere, diğer ülkelerin koloni altyapılarına saldırmaktansa kendi denizaşırı kolonilerini kurmaya odaklandı. Britanya İmparatorluğu; 17. yüzyılın başlarında Kuzey Amerika ve Karayipler'deki bazı küçük adalara İngiliz yerleşimleri yapılması ve İngiliz Doğu Hindistan Şirketi başta olmak üzere kolonileri ve denizaşırı ticareti yönetmek amacıyla özel şirketler kurulmasıyla şekillenmeye başladı. 18. yüzyılın sonlarına doğru Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın sonucu olarak On Üç Koloni'nin kaybedilmesine kadar süren bu dönem, daha sonraki kaynaklarda "Birinci Britanya İmparatorluğu" olarak anılmaktadır.

Amerika, Afrika ve köle ticareti


İlk başlarda İngiltere'nin en önemli ve kazançlı kolonileri Karayipler'deydi; ama bu birkaç sömürgeleştirme denemesi başarısızlıkla sonuçlanmadan önce gerçekleşmedi. 1604 yılında Guyana'da bir koloni kurma denemesi yapılsa da koloni sadece iki yıl varlığını sürdürebildi ve asıl amacı olan altın yatakları bulma hedefine ulaşamadı. Saint Lucia (1605) ve Grenada'daki (1609) yerleşimler de kısa süre içerisinde terk edildi; ama Saint Kitts (1624), Barbados (1627) ve Nevis'te yerleşimler başarıyla kuruldu. Koloniler kısa süre içerisinde Portekizliler tarafından Brezilya'da başarıyla uygulanan ve kölelikle -ilk dönemlerde- köle satıp şeker alan Hollanda gemilerine dayanan şeker plantasyonları sistemini kullanmaya başladı. Bu gittikçe kârlılaşan ticaretin İngiliz denetiminde kalması için 1651 yılında Parlamento İngiliz kolonilerinde sadece İngiliz gemilerinin ticaret yapmaya devam edebileceğini ifade eden bir yasa çıkardı. Bu Birleşik Hollanda Vilayetleri'yle sonunda İngiltere'nin Amerika'daki konumunu sağlamlaştıracak bir savaşlar dizisine yol açtı. 1655 yılında İngiltere Jamaika adasını İspanya'dan devraldı ve 1666 yılında Bahamalar'ı sömürgeleştirmeyi başardı.

Kuzey Amerika'daki Britanya kolonilerinin haritası, c. 1763–1776

1j6z

İngiltere'nin Amerika'daki ilk kalıcı yerleşimi olan Jamestown, 1607 yılında kaptan John Smith önderliğinde, Virginia Şirketi'nin yönetiminde kuruldu.
Bermuda üzerinde 1609 yılında Virginia Şirketi'nin sancak gemisinin adalarda batması sonucu İngiltere tarafından yerleşim kuruldu ve hak iddia edildi. 1615 yılında yeni kurulmuş olan Somers Adaları Şirketi'ne devredildi. Virginia Şirketi'nin imtiyazları 1624 yılında iptal edildi ve Virginia'nın kontrolü doğrudan kraliyete geçti, böylece Virginia Kolonisi kurulmuş oldu. Aynı şekilde 1684 yılında Somers Adaları Şirketi'nin imtiyazları da iptal edilince Bermuda başarısızlığa uğramış tarımsal bir ekonomiden İngiliz Amerikası'nın gelişmesi için öneme sahip bir deniz bölgesine dönüştü. Newfoundland Şirketi 1610 yılında Newfoundland adasında koloni kurmak amacıyla kurulsa da büyük ölçüde başarısız oldu.[28] 1620 yılında Plymouth püriten dinî ayrılıkçılar için bir barınak olarak kuruldu.[29] Bunun ardından dini zulümden kaçmak, pek çok İngiliz sömürgecinin riskli trans-Atlantik seyahatini göze almasının sebebi oldu. Maryland 1634 yılında Katolikler için bir sığınak, Rhode Island 1636 yılında tüm dinlere hoşgörü gösteren bir koloni ve Connecticut 1639 yılında cemaatçilere bir barınak olarak kuruldu. Carolina Kolonisi 1663 yılında kuruldu. 1664 yılında Fort Amsterdam'ın teslim olmasıyla Britanya Hollanda'ya bağlı Yeni Hollanda kolonisini ele geçirmiş oldu ve New York olarak yeniden adlandırdı. Bu, İkinci Hollanda-İngiltere Savaşı sonrası müzakerelerde, Surinam'ın Hollandalılara teslimi karşılığında resmileştirildi.[30] 1681 yılında Pensilvanya Kolonisi William Penn tarafından kuruldu. Amerikan kolonileri Karayiplerdekilere kıyasla finansal olarak daha başarısızdı; ama büyük tarımsal arazilere sahipti ve ılıman iklimlerini tercih eden çok daha fazla sayıda İngiliz göçmen çekiyordu.

17. yüzyılda Virginia'da çalışan Afrikalı köleler (bilinmeyen bir sanatçının eseri, 1670)

y4dk

1670 yılında kral II. Charles Hudson Körfezi Şirketi'ne imtiyazlar verdi ve o dönem Rupert Toprakları olarak bilinen, daha sonra Kanada'nın bir parçası olacak büyük bir yüzölçümüne sahip topraklarda kürk ticaretinde tekel olmalarını sağladı. Şirket tarafından kurulan korunaklı yerleşimler ve ticaret merkezleri, sık sık bölgeye komşu olan Yeni Fransa'da kendi kürk ticareti kolonilerini kurmuş olan Fransızların saldırılarına uğramaktaydı.
Bundan iki yıl sonra, kral Charles tarafından Karayiplerdeki İngiliz kolonilerine yapılan köle ticareti alanında tekel verilen Kraliyet Afrika Şirketi kuruldu. Kölelik, kuruluşlarından beri Batı Hint Adaları'ndaki İngiliz kolonilerinin temeliydi. 1807 yılında köleliğin kaldırılışına kadar Britanya Afrika'dan Amerika'ya 3.5 milyon köle götürülmesinden sorumluydu. Amerika'daki kölelerin toplam nüfusunun üçte biri Atlas Okyanusu'nu geçti. Bu ticareti kolaylaştırmak için Batı Afrika kıyısında James Adası, Accra ve Bunce Adası gibi yerleşimler kuruldu. Britanya yönetimindeki Karayip topraklarında Afrika kökenlilerin toplam nüfusa oranı 1650'de %25'ten 1780'de yaklaşık %80'e, On Üç Koloni'deyse bu oran aynı dönemde %10'dan %40'a yükseldi (güney kolonilerde Afrika kökenliler çoğunluğu oluşturuyordu). Köle tacirleri için ticaret oldukça kârlıydı ve Afrika ile Amerika arasındaki üç köşeli ticaretin üçüncü köşesini oluşturan Bristol ve Liverpool gibi şehirlerde önemli bir geçim kaynağı hâline geldi. Taşınan köleler ise gemilerde sert ve hijyenik olmayan koşullarda tutulmakta ve yetersiz bir biçimde beslenmekteydi, bu nedenle Atlas Okyanusu'nun geçişindeki ölüm oranı yedide birdi.
1695 yılında İskoçya Parlamentosu İskoçya Şirketi'ne imtiyazlar sağladı, şirket 1698 yılında Panama Kıstağı'na bir kanal açmak amacıyla yerleşti. Ancak bu koloni, yakınlarda bulunan Yeni Granada'daki İspanyolların saldırıları ve sıtma salgını nedeniyle iki yıl sonra terk edildi. Darien planı İskoçya için mali bir felaketti, planın başarısızlığı sonucunda İskoç sermayesinin dörtte biri kaybedildi ve denizaşırı bir İskoç imparatorluğu kurma umutları suya düştü. Olayın aynı zamanda önemli siyasal etkileri de oldu, İngiliz ve İskoç hükümetleri bu sayede iki ülkenin sadece krallıklarını değil, ülkelerin kendilerini de birleştirmeye karar verdi. Bu, 1707 yılında Büyük Britanya Krallığı'nı kuran Birleşme Antlaşması'yla gerçekleşti.

Fort St. George 1639 yılında Madras'ta kuruldu.

lkku

Asya'da Hollanda'yla rekabet


16. yüzyılın sonlarında İngiltere ve Hollanda, Portekiz'in Asya'yla olan ticaret alanındaki tekelini seyahatlere finansal kaynak sağlamak amacıyla özel anonim şirketleri kurarak yok etmeye başladı. Bu şirketler 1600 yılında kurulan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ve 1602'de kurulan Hollanda Doğu Hindistan Şirketi'ydi. Bu şirketlerin asıl amaçları kârlı bir iş olan baharat ticaretine girmekti; bu bağlamda Doğu Hint Adaları ve ticaret ağında önemli bir merkez olan Hindistan olmak üzere iki bölgeye odaklandılar. Ticaret üzerinde egemenlik için hem Portekiz, hem de birbirleriyle yarışmaktaydılar.[39] Zaman içerisinde Britanya sömürgeci bir güç olarak Hollanda'yı geride bıraksa da kısa vadede Hollanda'nın daha gelişmiş olan mali sistemi ve 17. yüzyılda yaşanan üç Hollanda-İngiltere savaşı Hollanda'nın Asya'da daha güçlü bir konum edinmesiyle sonuçlandı. Çatışmalar 1688 yılında Şanlı Devrim sonucu Oranje prensi William'ın İngiliz tahtına geçmesi ve Hollanda'yla İngiltere arasına barış getirmesiyle sona erdi. İki devlet arasında yapılan bir anlaşma Doğu Hint Adaları'ndaki baharat ticaretini Hollandalılara, Hindistan'daki tekstil endüstrisini ise İngilizlere bıraktı; ama tekstil kısa sürede kârlılık bakımından baharatları geride bıraktı ve 1720 yılına kadar olan süreçte Britanya şirketleri satış alanında Hollanda şirketlerini geçti.

Fransa'yla küresel çekişme


1688 yılında İngiltere ile Hollanda arasında sağlanan barış, iki ülkenin Dokuz Yıl Savaşı'na müttefik olarak girmesiyle sonuçlandı; ama Avrupa ve denizaşırı bölgelerde Fransa ve İspanya ile Hollanda-İngiliz ittifaki arasında gerçekleşen savaş, Hollanda'nın askeri bütçesinin daha büyük bir bölümünü Avrupa'daki kara savaşına ayırmak zorunda kalmasıyla İngilizlerin daha önemli bir sömürgeci güç hâline gelmesiyle sonuçlandı. 18. yüzyılda İngiltere dünyanın en önemli sömürgeci gücü hâline gelecek, Fransa ise bu konudaki en büyük rakibi olacaktı.

1759 yılında, Quebec'te Fransız ateş gemilerinin yenilişi

olw8

1700 yılında İspanya kralı II. Carlos'un ölümü ve tahtı Fransız kralının torunu olan Anjou dükü Philippe'e bırakması Fransa, İspanya ve kolonilerinin birleşmesi olasılığını doğurdu, bu da İngiltere ve Avrupa'daki diğer güçler için kabul edilemez bir durum oluşturdu. 1701 yılında İngiltere, Portekiz, Hollanda ve Kutsal Roma İmparatorluğu; Fransa ve İspanya'ya karşı 1714 yılına kadar sürecek İspanya Veraset Savaşı'nı başlattı. Savaşı sonlandıran Utrecht Antlaşması'nda Felipe kendisinin ve soyunun Fransa ve Avrupa'daki diğer krallıklarda olan haklarından vazgeçti, bu da İspanya'nın imparatorluğunun Avrupa'daki bölümünün sonunu getirdi.[43] Britanya İmparatorluğu toprak açısından genişledi: Fransa'dan Newfoundland ve Acadia'yı, İspanya'dan ise Cebelitarık ve Minorka'yı aldı. Halen bir Britanya kolonisi olan Cebelitarık, Britanya'ya Akdeniz'e Atlas Okyanusu'ndan giriş ve çıkışı kontrol edebilme imkanı veren kritik öneme sahip bir deniz üssü haline geldi. Minorka iki kez el değiştirdikten sonra 1802 yılında Amiens Antlaşması'yla İspanya'ya geri verildi. İspanya bunların yanı sıra kârlı bir iş olan Amerika'daki İspanyol kolonilerine köle satmaya izin veren asiento hakkını Britanya'ya verdi.
1756 yılında başlayan Yedi Yıl Savaşı küresel bir ölçekte gerçekleşen ilk savaştı; Avrupa, Hindistan, Kuzey Amerika, Karayipler, Filipinler ve Afrika'nın kıyı bölgelerinde gerçekleşti. 1763 yılında Paris Antlaşması'nın imzalanmasının Britanya İmparatorluğu'nun geleceği üzerinde önemli bir etkisi oldu. Kuzey Amerika'da Fransa'nın sömürgeci güç olarak varlığı Rupert Toprakları üzerinde Britanya'nın iddia ettiği hakların kabul edilmesi, Yeni Fransa'nın Fransızca konuşan önemli miktardaki nüfusu bırakarak Britanya'ya ve Louisiana'nın İspanya'ya verilmesiyle fiilen sona erdi. İspanya ise Florida'yı Britanya'ya verdi. Hindistan'daysa Karnatik Savaşları sonucunda Fransa anklavları üzerindeki egemenliğini korudu; ama bu askeri sınırlamalar ve Britanya'ya bağımlı devletlere destek verme yönünde verilen bir sözle gerçekleşebildi, bu da Fransa'nın Hindistan'ı ele geçirme konusundaki umutlarını sona erdirdi. Böylece, Britanyalıların Yedi Yıl Savaşı'nda Fransa'yı yenmesi Britanya'yı denizcilik alanında dünyanın en büyük gücü konumuna getirdi.

Vikipedi, özgür ansiklopedi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
23 Haziran 2013       Mesaj #2
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
İkinci Britanya İmparatorluğu'nun yükselişi (1783-1815)

Sponsorlu Bağlantılar
Hindistan'da şirket yönetimi


Kuruluşunun ardından geçen ilk yüzyılda, Doğu Hindistan Şirketi kendisine 1617 yılında ticaret hakları veren Babür İmparatorluğu'yla mücadele edecek güce sahip olmadığından Hint altkıtası ile ticarete odaklandı. Bu 18. yüzyılda Babürlerin duraklamaya girmesiyle değişti ve 1740'larla 50'lerdeki Karnatik Savaşları sırasında şirket Fransız Doğu Hindistan Şirketi'yle mücadele etti. 1757 yılındaki Plassey Muharebesi'nde Robert Clive önderliğindeki Britanyalıların Bengal navabı ve Fransız müttefiklerini yenmesi şirketin Bengal'de kontrolü ele geçirmesini ve Hindistan'da önemli bir askeri ve siyasi güç haline gelmesini sağladı.[48] Bunu takip eden onyıllarda kontrolü altındaki bölgelerin yüzölçümü gittikçe arttı. Şirket kontrolü altındaki bölgeleri ya doğrudan ya da çoğunluğu sepoylardan oluşan İngiliz Hint Ordusu'yla tehdit ettikleri yerel yöneticiler aracılığıyla yönetmekteydi. Britanya Hindistanı zaman içerisinde imparatorluğun en önemli bölgesi haline geldi ve "Kraliyetin Mücevheri" takma adıyla bilinmeye başladı. Roma İmparatorluğu'ndan daha büyük bir alanı kapsayan koloni Britanya'nın dünyanın en büyük gücü olmasını sağlayan gücün en önemli kaynağıydı.

Robert Clive'ın Plassey Muharebesi'ndeki zaferi Şirket'in sadece ticari değil, askeri bir güç de olmasını sağladı.

2qhh

On Üç Amerika Kolonisi'nin kaybı


1760 ve 70'lerde On Üç Koloni ile Britanya arasındaki ilişkiler gittikçe gerginleşti. Bunun ana sebebi Amerika'daki kolonicilerin Britanya Parlamentosu'nun kendilerini izinleri olmadan yönetme ve vergilendirmeye yönelik denemelerine olan tepkisiydi, bu tepkiler o dönemde "No taxation without representation" ("Temsil olmadan vergilendirme yok") sloganıyla özetlendi. Amerika'daki kolonilerde yaşayanların İngilizlere sağlanan haklar konusundaki statüsünde yaşanan anlaşmazlıklar Amerikan Devrimi'ne ve 1775 yılında Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın çıkmasına yol açtı. Ertesi yıl, Amerika'daki kolonilerde yaşayanlar Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bağımsızlığını ilan etti. Fransa, İspanya ve Hollanda'nın yardımıyla ABD 1783 yılında savaşı kazandı.
Britanya'nın o dönemde en fazla nüfusa sahip olan kolonisi olma özelliğine sahip Britanya Amerikası'nın önemli bir bölümünün kaybı tarihçiler tarafından Britanya'nın Amerika'ya odaklandığı "birinci" imparatorluktan bunun yerine Asya, Pasifik ve daha sonra Afrika'ya odaklandığı "ikinci" imparatorluğa geçiş tarihi olarak kabul edilir. Adam Smith, 1776 yılında yayınlanan eseri Ulusların Zenginliği'nde kolonilerin gereksiz olduğunu, serbest ticaretin sömürgeci genişlemenin ilk döneminde izlenmiş ve İspanya'yla Portekiz'in korumacılığına dayanan merkantilizm politikasının yerini alması gerektiğini savunmuştır. 1783'ten sonra bağımsız ABD ile Britanya arasındaki ticaretin büyümesi görünürde politik kontrolün ekonomik başarı için şart olmadığını savunan Adams'ın görüşlerini doğruladı. İki ülke arasındaki gerginlik Napolyon Savaşları döneminde yükseldi. Bu dönemde Britanya ABD'nin Fransa'yla olan ticaretini kesmeye ve Britanyalı denizciler Amerikan gemilerine girip Britanya doğumlu kişileri zorla Kraliyet Donanması'na almaya çalıştı. 1812 yılında ABD savaş ilan etti ve taraflar birbirlerinin topraklarını işgal etti; ama 1815 yılında imzalanan Ghent Antlaşması savaş öncesindeki sınırlarına geri dönülmesini sağladı.
Amerika'daki olaylar, ABD'nin bağımsızlığını kazanmasının ardından ülkeden kaçan 40 bin ila 100 bin[56] Britanya'ya sadık insanın göç etmiş olduğu Kanada'ya yönelik Britanya'nın politikalarının değişmesine neden oldu. 14 bin göçmenin yerleştiği ve o dönem Yeni İskoçya'nın bir parçası olan Saint John ve Saint Croix nehir vadilerindeki halk Halifax'taki merkezi hükümetten uzak kaldığından şikayet edince 1784 yılında Yeni Brunswick ayrı bir koloni olarak kuruldu. 1791 Anayasa Yasası Fransız ve Britanyalı halk arasındaki gerginliği düşürmek için çoğunluğu Fransızca konuşan Aşağı Kanada ve çoğunluğu İngilizce konuşan Yukarı Kanada eyaletlerini oluşturdu ve Britanya'da kullanılanlara benzer idari sistemler kullanmaya başladı. Bu imparatorluğun otoritesini göstermek ve Amerikan Devrimi'nin liderliğini yapan halk yönetimine benzer bir yönetimin oluşumuna izin vermemek amacını taşımaktaydı.

Cornwallis'in Yorktown'da Teslim Oluşu. Amerikan kolonilerinin kaybı "birinci Britanya İmparatorluğu"nun sonu kabul edilir.

ip86

Pasifik Okyanusu'ndaki keşifler


1718'den beri Amerika'daki kolonilere sürgün Britanya'daki çeşitli suçlar için bir ceza olarak kullanılmaktaydı, yılda yaklaşık bin suçlu bu sebepten dolayı Amerika'ya gönderilmekteydi[60]. 1783 yılında On Üç Koloni'nin kaybından sonra Britanya hükümeti Amerika yerine bu iş için alternatif bir yer aramaya başladı ve yeni keşfedilen Avustralya'ya odaklandı.[61] Avustralya'nın batı kıyısı 1606 yılında Hollandalı kaşif Willem Janszoon tarafından keşfedilmiş ve Hollanda Doğu Hindistan Şirketi tarafından Yeni Hollanda olarak adlandırılmıştı; ama bölgeyi sömürgeleştirilmeye yönelik bir çaba sarf edilmemişti.[62] 1770 yılında Güney Pasifik Okyanusu'na doğru bilimsel bir seyahatte olan James Cook Avustralya'nın doğu kıyısını keşfetti, bölge üzerinde Britanya adına hak iddia etti ve Yeni Güney Galler olarak adlandırdı. 1778 yılında Cook'un seyahatindeki bir botanikçi olan Joseph Banks, hükümete Botany Körfezi'nin bir ceza kolonisi için uygun bir yer olduğunu belirten kanıtlar sundu. 1787 yılında körfeze gönderilen ilk mahkumlar yola çıktı, 1788 yılında karaya ayak bastılar.[64] Britanya 1840 yılına kadar Yeni Güney Galler'e suçlu göndermeye devam etti.[65] Avustralya kolonileri özellikle Victoria kolonisindeki altına hücum edilmesi sonucu[66] yün ve altın ihracatından büyük kâr elde etmeye başladı, bu sayede Victoria'nın başkenti Melbourne dünyanın en zengin şehri haline geldi[66] ve Londra'dan sonra Britanya İmparatorluğu'ndaki en büyük şehir oldu.

Seyahati sırasında Cook bunun yanında 1642 yılında Hollandalı kaşif Abel Tasman tarafından keşfedilen Yeni Zelanda'yı da ziyaret etti ve Kuzey ve Güney adaları üzerinde Britanya kraliyeti adına sırasıyla 1769 ve 1770 yıllarında hak iddia etti. İlk başlarda Avrupalılar ile yerel Maori halkı arasındaki ilişki ticaretten ibaretti. Avrupalıların yerleşimi 19. yüzyılın başlarında hızlandı, özellikle Kuzey Adası'nda çok sayıda ticaret istasyonu kuruldu. 1839 yılında Yeni Zelanda Şirketi büyük araziler alıp koloniler kurmaya ilişkin planlarını açıkladı. 6 Şubat 1840 tarihinde kaptan William Hobson ile yaklaşık kırk Maori şefi Waitangi Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşma çoğu araştırmacı tarafından Yeni Zelanda'nın kuruluş belgesi olarak kabul edilse de belgenin İngilizce ve Maorice versiyonlarına ilişkin yorumlarda var olan farklılıklar nedeniyle bu bir tartışma konusu olmayı sürdürmektedir.


James Cook'un görevi güneyde var olduğu iddia edilen Terra Australis kıtasını bulmaktı.

2nez

Napolyon Fransası ile savaş


Britanya, Napolyon yönetimi altındaki Fransa'yla yeniden mücadele etmek zorunda kaldı, bu kez savaşta iki taraf arasında ideoloji çatışmaları da mevcuttu. Tehdit altında olan sadece Britanya'nın dünya çapındaki konumu değildi, Napolyon yönetimindeki Fransa diğer kıta Avrupası ülkeleri gibi Britanya'yı işgal etme konusunda tehdit oluşturmaktaydı.Bu nedenle Britanya Napolyon Savaşları'nı kazanmak için büyük miktarda para ve kaynak harcadı. Fransız limanları 1805 yılında Trafalgar'da Fransız ve İspanyol donanmalarına karşı kesin bir zafer kazanan Kraliyet Donanması tarafından abluka altına alındı. Britanya 1810 yılında Napolyon Fransası tarafından ilhak edilen Hollanda'nınkiler da dahil olmak üzere denizaşırı kolonilere saldırdı ve ele geçirdi. Fransa 1815 yılında bir takım Avrupa ülkelerinin kurduğu bir ittifakla mağlup edildi. Britanya barış antlaşmalarından yine kârlı çıktı: Fransa 1797 yılında işgal ettiği İyonya Adaları'nı, 1798 yılında işgal ettiği Malta'yı, bunların yanı sıra Mauritius, St. Lucia ve Tobago'yu; İspanya Trinidad'ı; Hollanda ise Guyana ve Cape Kolonisi'ni Britanya'ya verdi. Britanya ise Guadeloupe, Martinique, Fransız Guyanası ve Réunion'u Fransa'ya, Cava ve Surinam'ı ise Hollanda'ya geri verdi; ama Seylan'ın kontrolünü kazandı (1795-1815).

Waterloo Muharebesi Napolyon'un yeniliş sürecini sona erdirdi.


f23s

Köleliğin kaldırılması


Britanya'daki kölelik karşıtı hareketten gelen artan baskılar sonucu Britanya yönetimi 1807 yılında imparatorlukta köle ticaretini yasaklayan 1807 Köle Ticareti Yasası'nı çıkardı. 1808 yılında Sierra Leone azat edilen köleler için resmi Britanya kolonisi olarak belirlendi. 1833 yılında kabul edilen Köleliği Kaldırma Yasası ile 1 Ağustos 1834 tarihinde Britanya İmparatorluğu'nda kölelik kaldırıldı (ilk başlarda St. Helena, Seylan ve Doğu Hindistan Şirketi tarafından yönetilen bölgeler yasanın kapsamı dışında bırakılsa da sonradan bu bölgeler de yasanın kapsamı içerisine alındı). Yasaya göre kölelere 4 ila 6 yıllık bir "çıraklık" döneminin ardından özgürlükleri verildi.

Britanya Hindistanı, 1909

z84x

Britanya'nın imparatorluk yüzyılı (1815-1914)

Bazı tarihçiler olarak Britanya'nın "imparatorluk yüzyılı" olarak anılan 1815 ile 1914 yılları arasındaki dönemde yaklaşık 26,000,000 kilometrekarelik toprak ve yaklaşık 400 milyonluk nüfus imparatorluğun bir parçası haline geldi.[80] Napolyon'a karşı elde edilen zafer Britanya'yı Orta Asya'daki Rusya dışında herhangi bir uluslararası rakibi olmayan bir güç konumunda bıraktı. Denizlerde herhangi bir rakibi olmayan İngiltere, daha sonra Pax Britannica olarak bilinecek olan küresel bir polislik politikasını yürürlüğe koydu, dış politikadaysa "muhteşem yalnızlık" olarak bilinen bir politika uyguladı. Kolonilerinde sahip olduğu resmi kontrolün yanı sıra Britanya'nın küresel ticaretteki egemenliği Çin, Arjantin ve Siyam gibi pek çok ülkenin ekonomilerini kontrol edebilmesini sağladı, bu da bazı tarihçiler tarafından "Gayriresmi İmparatorluk" olarak adlandırılmaktadır.
Britanya'nın bir imparatorluk olarak gücünün kaynağı olan faktörlerden biri de 19. yüzyılda icat edilen ve Britanya'ya imparatorluğu kontrol etme ve savunma olanağı sağlayan buharlı gemiler ve telgraftı. 1902 yılı itibarı ile Britanya İmparatorluğu "All Red Line" adı verilen bir telgraf ağıyla bağlanmıştı.


Britanya İmparatorluğu'nun 1886 tarihli bir haritası. İmparatorluk Britanya kolonileri için geleneksel renk olan pembe renkle gösterilmiştir.

3g8q

Asya'da Doğu Hindistan Şirketi

Doğu Hindistan Şirketi Britanya İmparatorluğu'nun Asya'daki genişlemesini yürüttü. Şirketin ordusu Kraliyet Donanması ile güçlerini ilk olarak Yedi Yıl Savaşı sırasında birleştimişti, daha sonra iki silahlı güç Napolyon'un Mısır'dan çıkarılması (1799), Cava'nın Hollanda'dan alınması (1811), Singapur (1819) ve Malakka'nın (1824) ele geçirilmesi ve Burma'nın mağlup edilmesi (1826) sırasında iş birliği yaptılar.
Şirket, Hindistan'daki üssünden ayrıca Çin'e 1730'lardan beridir afyon ihracatı yapmaktaydı. Qing Hanedanı'nın 1729 yılında koyduğu yasaktan dolayı yasadışı olan bu ticaret, Britanya'dan Çin'e büyük miktarda gümüş akmasını sağlayan çay ithalatını dengelemekteydi. 1839 yılında Çinli yetkililerin Kanton'da 20 bin sandık afyona el koyması, Britanya'nın Çin'e saldırarak Birinci Afyon Savaşı'nı başlatmasına neden oldu, savaş sonucunda Britanya o dönemde küçük bir yerleşim olan Hong Kong Adası'nı ele geçirdi.
1857 yılında Britanyalı subayların emri altında bulunan Hint askerler olan sepoyların ayaklanması geniş çaplı bir çatışmaya dönüştü ve şirketin feshedilip yerine Hindistan'daki kontrolün doğrudan Britanya kraliyetine bağlanmasına yol açtı.[89] Hint Ayaklanması'nın bastırılması altı ay sürdü ve her iki tarafta da büyük miktarda can kaybına sebep oldu. Bunun ardından Britanya hükümeti Hindistan üzerindeki kontrolü eline aldı, hükümet tarafından atanan bir genel vali Hindistan'ı yönetmeye başladı ve Kraliçe Victoria Hindistan İmparatoriçesi olarak taç giydi. Doğu Hindistan Şirketi ertesi yıl feshedildi.
19. yüzyılın sonunda Hindistan'da bir dizi ürün bereketsizliği yaşandı, bu da tahmini olarak 15 milyon kişinin hayatını kaybettiği geniş çaplı kıtlıklara neden oldu. Hindistan'ı yönettiği dönemde Doğu Hindistan Şirketi kıtlıklarla başa çıkmak için herhangi bir politika uygulayamadı. Bu kraliyetin kontrolü ele almasından sonra değişti, her kıtlığın ardından sebeplerini araştırmak ve yeni politikalar yürürlüğe koymak amacıyla bir komisyon kuruldu, bunun ise etkili olması 1900'lü yılların başlarını buldu.

Benjamin Disraeli'yi Kraliçe Victoria'yı Hindistan İmparatoriçesi yaparken gösteren 1876 tarihli bir siyasi karikatür. Altyazı "Eski kraliyetler için yenileri!" şekilndeydi.

izwd
Rusya'yla Rekabet

19. yüzyılda Britanya ve Rusya, gerileyen Osmanlı, Fars ve Çin imparatorluklarından doğan güç boşluğunu doldurmak için birbirleriyle mücadele etmeye başladılar. Avrasya'daki bu rekabet "Büyük Oyun" olarak bilinmektedir.[92] Britanya'nın bakış açısında göre Rusya'nın Farslar ve Osmanlılara karşı elde ettikleri zaferler Rusya'nın emperyal hedeflerini ve kapasitesini göstermekteydi, bu nedenle Britanya'da Rusya'nın karadan Hindistan'ı işgal edeceğine dair bir endişe baş gösterdi.[93] Britanya Afganistan'ı işgal ederek bunu önceden önlemek istedi; ama Birinci Afgan-İngiliz Savaşı Britanya için felaketle sonuçlandı.[75] Rusya 1853 yılında Türklere ait olan Balkanlar'ı işgal edince Britanya Akdeniz ve Orta Doğu üzerinde Rusların egemen olmasından korktu, bunun üzerine Britanya ve Fransa Rusların deniz gücünü etkisiz hale getirmek için Kırım Yarımadası'nı işgal etti. Sonuç olarak ortaya çıkan Kırım Savaşı'nda yeni modern savaş teknikleri kullanıldı. Savaş Pax Britannica sırasında Britanya ile bir diğer emperyal güç arasında yapılan tek savaştı ve Rusların yenilmesiyle sonuçlandı. Orta Asya'da durum yirmi yıl kadar daha çözümsüz kaldı, bu süre içerisinde Britanya 1876 yılında Belucistan'ı, Rusya ise Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan'ı topraklarına kattı. Bir süreliğine bir diğer savaşın kaçınılmaz olduğu düşünülse de 1878 yılında iki ülke etki alanları üzerinde bir anlaşmaya vardı ve 1907 yılında imzalanan Britanya-Rusya Antantı ile diğer öne çıkan sorunlar da çözüme kavuşturuldu.[95] 1904-1905 yıllarındaki Rus-Japon Savaşı sırasında Port Artur Baskını'nda Rus donanmasının yok olması da Britanya'ya bu yönden oluşturduğu tehdidi sınırladı.

Rhodes Heykeli (Özgün adı: The Rhodes Colossus. "Rhodes" sözcüğü İngilizcede Rodos anlamına gelmektedir, bu karikatürde de Cecil Rhodes Rodos Heykeli'ne benzer biçimde resmedilmiştir.) - Cecil Rhodes "Cape'ten Kahire'ye" uzanırken.

tph

Cape'ten Kahire'ye

Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, Cape Kolonisi'ni 1652 yılında Doğu Hint Adaları'na gidip gelen gemileri için bir durak olarak kurmuştu. Britanya, Hollanda'nın Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine koloninin Fransızların eline geçmesini önlemek için 1795 yılında koloniyi işgal etti ve 1806 yılında Afrikaner (veya Boer) yerleşimcileriyle birlikte resmen topraklarına kattı. 1820 yılından sonra artmaya başlayan Britanya'dan göç, Britanya hakimiyetinden memnun olmayan çok sayıda Afrikaneri 1830'lu yıllarda ve 1840'lı yılların başlarındaki süreçte kuzeye göç edip çoğunlukla kısa süre yaşayabilen kendi cumhuriyetlerini kurmaya itti. Bu süreçte göçmenlerle Güney Afrika ve Sotholarla Zuluların genişlemeye ilişkin kendi planları olan Britanyalılar arasında sıkça çatışmalar yaşandı. Sonuç olarak Boerler daha uzun ömürlü iki cumhuriyet kurdu: Güney Afrika Cumhuriyeti veya diğer adıyla Transvaal Cumhuriyeti (1852-77; 1881-1902) ve Oranj Bağımsız Devleti (1854-1902). 1902 yılında Britanya 1899-1902 yıllarındaki II. Boer Savaşı'nın sonucu olarak iki devleti de işgal etti.
1869 yılında Akdeniz ile Hint Okyanusu'nu birbirine bağlayan Süveyş Kanalı, Fransa imparatoru III. Napolyon'un yönetimi altında açıldı. Britanya kanala ilk başlarda karşı çıktı;[101] ama açıldıktan sonra stratejik değerinin kısa sürede farkına vardı. 1875 yılında Muhafazakar Benjamin Disraeli başbakanlığındaki Britanya hükümeti borç içerisindeki Mısır hıdivi İsmail Paşa'nın kanaldaki %44'lük payını 4 milyon sterline (2012'de 280 milyon sterlin) satın aldı. Bu stratejik suyolunun doğrudan kontrolünü sağlamasa da Britanya'ya bir baskı gücü verdi. Mısır üzerindeki İngiliz-Fransız ortak denetimi 1882 yılındaki Britanya işgaliyle sona erdi. Fransızlar halen kanalın büyük hissedarlarıydı ve Britanya'nın denetimini zayıflatmaya çalıştılar; ama 1888 yılındaki İstanbul Anlaşması ile anlaşma sağlandı ve kanal tarafsız bir bölge yapıldı.
Aşağı Kongo Nehri'nde Fransa, Belçika ve Portekiz'in faaliyetlerinin tropikal Afrika'ya Britanya'nın sistemli bir şekilde nüfuz etmesini tehlikeye atmasından dolayı 1884-85 yıllarındaki Berlin Konferansı Avrupa'daki güçler arasında "Afrika Yarışı" olarak adlandırılan rekabeti düzenlemek amacıyla topraklar üzerindeki iddiaların uluslararası olarak tanınması için "fiili işgal"i kriter olarak belirledi. Yarış 1890'larda da devam etti ve Britanya'nın 1885 yılında aldığı Sudan'dan geri çekilme kararını gözden geçirmesine neden oldu. Britanyalı ve Mısırlı birliklerden oluşan bir askeri güç, 1896 yılında Mahdist Savaşı'nda Mahdist birlikleri yendi ve 1898 yılında Faşoda'daki bir Fransız işgal denemesini püskürttü. Sudan kağıt üzerinde bir Britanya-Mısır kondominiyumu yapıldı; ama gerçekte bir Britanya sömürgesi haline geldi.
Güney ve doğu Afrika'da Britanya'nın kazandığı topraklar, Britanya'nın Afrika'daki genişlemesinin öncülerinden olan Cecil Rhodes'un "Cape'ten Kahire'ye", stratejik öneme sahip Süveyş Kanalı'yla maden açısından zengin olan Güney Afrika'yı birbirine bağlayan bir demiryolu yapılması için baskı yapmasına yol açtı. Rhodes, 1888 yılında sahibi olduğu Britanya Güney Afrika Şirketi ile günümüzde Zambiya ve Zimbabve'yi oluşturan, o dönem kendi adından yola çıkılarak "Rodezya" olarak adlandırılan bölgeyi işgal ve ilhak etti.

Kanada'nın istihdam ve ürün değeri açısından en önemli endüstrisi kereste ticaretiydi. Ontario, 1900 civarı.

c91j

Beyaz kolonilerinin değişen statüleri


18. yüzyıldan itibaren Britanya İmparatorluğu'nun beyazların yaşadığı kolonilerle beyaz olmayan yaşadığı kolonilerdeki tavırları arasında belirgin bir fark bulunmaktaydı. Beyaz olmayanların yaşadığı kolonilerde otokratik ("aydınlanmış mutlakiyet") bir yönetim şekli kullanan imparatorluk, beyazların yaşadığı kolonilerde özgür düşünce ve kendi kendini yönetmenin destekleyicisi haline geldi.
Britanya İmparatorluğu'ndaki beyaz kolonilerinin bağımsızlığını kazanmasıyla sonuçlanan süreç 1839 yılında Kanada'daki siyasi huzursuzluğu sona erdirmek için Yukarı ve Aşağı Kanada'nın birleşmesi ve kendi kendini yönetmesini öneren Durham Raporu'yla başladı. Bu önerinin gerçekleşmesi Kanada Eyaleti'ni oluşturan 1840 Birleşme Yasası'yla başladı. Sorumlu hükümet yetkisi ilk olarak 1848 yılında Nova Scotia'ya sağlandı, daha sonra bu yetki Britanya'nın diğer Kuzey Amerika kolonilerine de verildi. 1867 Britanya Kuzey Amerikası Yasası'nın Britanya Parlamentosu tarafından kabul edilmesiyle Yukarı ve Aşağı Kanada, New Brunswich ve Nova Scotia uluslararası ilişkiler hariç her alanda kendi kendini yöneten bir konfederasyon olan Kanada Dominyonu çatısı altında birleştirildi. Avustralya ve Yeni Zelanda'ysa 1900'den sonra aynı şekilde kendi kendini yönetme hakkını kazandı, Avustralya kolonileri 1901 yılında tek bir federasyon çatısı altında birleştirildi. "Dominyon statüsü" terimi 1907 Sömürgecilik Konferansı'nda resmi olarak kullanılmaya başlandı.
19. yüzyılın son yıllarında İrlanda'nın idari bağımsızlığı için siyasi kampanyalar yapıldı. İrlanda, Büyük Britanya Birleşik Krallığı'yla 1798 İrlanda Ayaklanması'ndan sonra 1800 Birleşme Yasaları ile birleştirilmiş ve 1845 ile 1852 yılları arasında büyük bir kıtlık yaşamıştı. Britanya başbakanı William Gladstone, İrlanda'nın Kanada gibi imparatorluk içerisinde bir dominyon statüsü alacağını ummakta ve İrlanda'nın idari bağımsızlığına destek vermekteydi; ama 1886 yılında parlamentoya sunduğu idari bağımsızlığı öngören yasa tasarısı reddedildi. Yasa tasarısı İrlanda'ya Birleşik Krallık içerisinde Kanada'daki eyaletlerin kendi federasyonları içerisinde sahip olduklarından daha az özerklik sağlamayı öngörmüş olmasına rağmen çok sayıda parlamenter kısmen bağımsız olan bir İrlanda'nın Büyük Britanya'ya bir güvenlik tehdidi oluşturmasından veya imparatorluğun parçalanma sürecini başlatmasından korkmaktaydı. İkinci bir idari bağımsızlık yasa tasarısı da benzer sebeplerden dolayı reddedildi. Üçüncü bir yasa tasarısı parlamento tarafından 1914 yılında kabul edildi; ama İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ve bunun ardından 1916 yılında Paskalya Ayaklanması'nın çıkması nedeniyle uygulamaya konulmadı.

Vikipedi, özgür ansiklopedi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
24 Haziran 2013       Mesaj #3
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Dünya savaşları (1914-1945)

20. yüzyıla girilmesiyle Britanya'da "muhteşem yalnızlık" politikasını sürdürerek imparatorluğun tamamının korunamayacağına dair korkular büyümeye başladı. Almanya askeri ve endüstriyel bir güç olarak giderek yükselmekte ve muhtemel bir savaşta Britanya'nın en olası düşmanı olarak görülmekteydi. Pasifik'te uzanan topraklara sahip olunmasını[118] ve Britanya adalarının Alman Donanması'nın tehdidi altında bulunmasını göz önünde bulunduran Britanya, 1902 yılında Japonya ile bir ittifak kurdu. Bunu eski düşmanları Fransa (1904) ve Rusya (1907) takip etti.

Fromelles Muharebesi sırasında saldırı emrini bekleyen Avustralya 5. Tümen askerleri (19 Temmuz 1916).

69v3

Birinci Dünya Savaşı

Britanya'nın Almanya'yla bir savaşa ilişkin korkuları 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla gerçeğe dönüştü. Britanya'nın Almanya ve müttefiklerine karşı savaş ilan etmesi, ölçülemeyecek değerde askeri, mali ve malzeme alanında destek sağlayan koloni ve dominyonları da kapsamaktaydı. Dominyonların ordularında bulunan 2.5 milyon askerin savaşa katılmasının yanı sıra kraliyet kolonilerinden de binlerce gönüllü savaşta yer aldı. Almanya'nın Afrika'daki denizaşırı kolonilerinin çoğu kısa süre içinde işgal edildi, Pasifik'teyse Avustralya ve Yeni Zelanda Alman Yeni Ginesi ve Samoa'yı işgal etti. Osmanlı İmparatorluğu'na karşı 1915 yılında Çanakkale Savaşı'nda Avustralya, Newfoundland ve Yeni Zelanda'dan gelen birliklerin katkıları bu bölgelerdeki ulusal bilinç üzerinde önemli bir etki yarattı ve Avustralya'yla Yeni Zelanda'nın kolonilikten bağımsızlığa geçiş süreçlerinde önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Bu iki ülkede bu olay halen Anzac Günü adı verilen özel bir günde anılmaktadır. Kanadalılar ise Vimy Ridge Muharebesi'ne benzer bir bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar. Dominyonların savaşa olan önemli katkısı 1917 yılında Britanya başbakanı David Lloyd George'un dominyon başbakanlarını 1917 yılında emperyal politikaları düzenlemek için toplanan Emperyal Savaş Kabinesi'ne çağırmasıyla hükümet tarafından da onaylanmış oldu.
1919 yılında imzalanan Versailles Antlaşması'yla imparatorluk eklenen 4,700,000 kilometrekarelik toprak ve 13 milyonluk nüfus ile en geniş sınırlarına ulaşmış oldu.[123] Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kolonileri İtilaf Devletleri arasında Milletler Cemiyeti mandaları olarak paylaştırıldı. Britanya Filistin, Ürdün, Irak, Kamerun'un bazı bölgeleri, Togo ve Tanganyika'yı aldı. Dominyonlara da kendi mandaları verildi: Güney Afrika Birliği Güney Batı Afrika'yı (günümüzde Namibya), Avustralya Alman Yeni Ginesi'ni ve Yeni Zelanda Batı Samoa'yı aldı. Nauru ise Britanya ve Pasifik'teki iki dominyonun ortak mandası yapıldı.

Kral V. George, Britanya ve dominyon başbakanlarıyla birlikte 1926 Emperyal Konferansı'nda

4rav

Savaşlar arasındaki dönem ve İrlanda Bağımsızlık Savaşı


Savaşın getirdiği değişen dünya düzeni, özellikle ABD ve Japonya'nın denizde güçlenmesi ve Hindistan ile İrlanda'da bağımsızlık hareketlerinin yükselmesi Britanya'nın emperyal politikalarında önemli değişikliklere yol açtı. ABD ile Japonya arasında seçim yapmak zorunda olan Britanya, Japonya ile olan ittifakını yenilememeyi tercih etti ve Britanya'nın ABD ile denizcilik alanında eşit olmayı kabul ettiği Washington Denizcilik Antlaşması'nı imzaladı. Bu karar, Japonya ve Almanya'da Büyük Buhran'ın da etkisiyle militarist hükümetlerin iktidarı ele geçirmesi ve imparatorluğun bu iki ülkeden gelecek saldırıları dayanamayacağı yönündeki korkular nedeniyle 1930'larda Britanya'da büyük tartışmaların konusu oldu. Britanya'da imparatorluğun güvenliği önemli bir endişe konusu olsa da imparatorluk bunun yanı sıra Britanya'nın ekonomisi için varlığı zorunlu olan bir konumdaydı.
1919 yılında İrlanda'nın idari bağımsızlığını kazanması sürecinin yürümemesinden kaynaklanan hayal kırıklığı sonucunda 1918 yılındaki genel seçimlerde parlamentoda İrlanda'ya ayrılan koltukların çoğunu kazanmış olan ayrılıkçı Sinn Féin partisinin üyeleri, Dublin'de İrlanda'nın bağımsızlığının ilan edildiği bir İrlanda Meclisi kurdu. Bununla eşzamanlı olarak İrlanda Cumhuriyet Ordusu Britanya yönetimine karşı bir gerilla savaşı başlattı. İngiliz-İrlanda Savaşı 1921 yılında savaşın her iki taraf için de çıkmaza girmesiyle sona erdi ve İngiliz-İrlanda Antlaşması'nın imzalanmasıyla fiili olarak içte bağımsız; ama anayasal olarak Britanya Kraliyeti'yle bağlantılı olan, Britanya İmparatorluğu içerisinde bir dominyon statüsünde olan Serbest İrlanda Devleti kuruldu. İrlanda'nın 32 kontluğunun altısından oluşan ve 1920 İrlanda Hükümeti Yasası'yla ayrı bir bölge olarak kurulan Kuzey İrlanda ise, antlaşmadan hemen sonra Birleşik Krallık içerisindeki mevcut konumunu korumayı seçti.
Benzer bir mücadele 1919 Hindistan Hükümeti Yasası bağımsızlık isteklerini tatmin etmeyince Hindistan'da da başladı. Ghadar Komplosu'nun ardından ortaya çıkan komünist ve dış güçlerin planlarına ilişkin endişeler savaş sırasındaki sınırlamaların süresini süresiz bir şekilde uzatan Rowlatt Yasası'nın geçmesiyle sonuçlandı. Bunun üzerine Pencap başta olmak üzere bölgede gerginlik baş gösterdi, Pencap'ta alınan baskıcı önlemler Amritsar Katliamı'na yol açtı. Britanya'da halkın olayın etiği üzerindeki görüşü olayın Hindistan'ı anarşiden koruduğunu düşünenlerle olaya sert tepki gösterenler arasında bölündü. Bunun ardından yapılan bir iş birliği durdurma hareketi Chauri Chaura olayı nedeniyle Mart 1922'de iptal edildi; ama huzursuzluk bunu takip eden 25 yıl boyunca devam etti.[135] Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında Britanya protektorası ilan edilmiş olan Mısır'a 1922 yılında resmi olarak bağımsızlık verilse de 1954 yılına kadar Britanya'ya siyasi olarak bağımlı bir devlet olmaya devam etti. Britanya birlikleri 1936 yılında birliklerin ülkeden Süveyş Kanalı bölgesi dışında çekilmesini sağlayan 1926 Britanya-Mısır Antlaşması'na kadar ülkede kaldı. Bunun karşılığında Mısır'a Milletler Cemiyeti'ne girmesi için yardım edildi. 1920 yılından itibaren Britanya mandası olan Irak da 1932 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra Milletler Cemiyeti'ne girdi.
Dominyonların kendi dış politikalarını uygulama hakları 1923 Emperyal Konferansı'nda kabul edildi.[139] Bir önceki yıl yaşanan Çanakkale Krizi'nde Britanya'nın askeri yardım talebi Kanada ve Güney Afrika tarafından reddedilmiş, Kanada 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması'na tabi olmayı kabul etmemişti. İrlanda ve Güney Afrika'nın baskıları üzerine 1926 Emperyal Konferansı dominyonları "Britanya Millletler Topluluğu" içerisinde, "Britanya İmparatorluğu sınırları dahilinde bulunan, birbirleriyle eşit statüye sahip, hiçbirinin diğerinden daha üstün olmadığı özerk topluluklar" olarak tanımlayan Balfour Bildirisi'ni yayınladı. Bu bildirinin yasal temelleri 1931 yılında kabul edilen Westminster Yasası'yla sağlandı. Böylece Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika Birliği, Serbest İrlanda Devleti ve Newfoundland parlamentoları Britanya'nın yasal denetiminden çıkmış, Britanya'nın yasalarını geçersiz kılma hakkı kazanmış oldu; bu nedenle Britanya bu kuruluşlardan izin almadan bu bölgeleri kapsayacak yasalar geçirememeye başladı. Büyük Buhran sırasında ekonomik sıkıntılar yaşayan Newfoundland 1922 yılında koloni statüsüne geri döndü. İrlanda ise 1937 yılında yeni bir anayasanın kabul edilmesiyle Britanya denetiminden daha da uzaklaştırdı, yeni anayasayla İrlanda "cumhuriyet" olarak adlandırılmasa da bir cumhuriyet olmuş oldu.

Sekizinci Ordu imparatorluğun çeşitli bölgelerinden toplanan birliklerden oluşmaktaydı ve Doğu Çölü ile İtalya'da mücadele etti.

ofij

İkinci Dünya Savaşı

Britanya'nın 1939 yılının eylül ayında Nazi Almanyası'na savaş ilan etmesi kraliyet kolonileri ve Hindistan'ı kapsasa da dominyonları otomatikman savaşa sokmadı. Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika kısa süre içerisinde savaş ilan etti; ama Serbest İrlanda Devleti savaş boyunca tarafsız kalmayı tercih etti.[146] 1940 yılında Almanya'nın Fransa'yı işgal etmesinin ardından 1941 yılında Sovyetler Birliği savaşa girene dek Birleşik Krallık Nazi Almanyası'na karşı tek başına kaldı. Winston Churchill ABD'nin askeri yardımı için ABD başkanı Franklin D. Roosevelt'i ikna etmek üzere başarılı lobicilik çalışmaları yürüttü; ama Roosevelt henüz Kongre'den ülkenin savaşa sokulmasını istemeye hazır değildi. Ağustos 1941'de Roosevelt ve Churchill tüm halkların kendi yönetim biçimlerini seçmeye hakları olduğunu belirten Atlantik Bildirisi'ni imzaladı. Bu ifade Almanya tarafından işgal edilmiş olan Avrupa ülkelerini mi, yoksa Avrupa ülkeleri tarafından sömürgeleştirilen bölgeleri mi kast ettiği net olmadığından daha sonraları Britanya, ABD ve milliyetçi hareketler tarafından farklı biçimlerde yorumlandı.
Aralık 1941'de Japonya Britanya'ya bağlı Malaya'ya, Pearl Harbor'daki Amerikan deniz üssüne ve Hong Kong'a birbirinin hemen ardından gerçekleşen saldırılarda bulundu. Bunun sonucu olarak ABD'nin savaşa girmesini Churchill Britanya'nın zaferinin artık kaçınılmaz olduğu ve imparatorluğun geleceğinin güvence altına alındığı şeklinde yorumladı; ama Britanya'nın Japonya'ya karşı muharebelerde kısa sürede teslim olması emperyal bir güç olarak itibarını geri döndürülemez biçimde zedeledi. Bunlardan en zarar verici olanı geçmişte ele geçirilemez bir kale ve doğunun Cebelitarık'ı olarak nitelenmiş olan Singapur'un düşmesiydi. Britanya'nın tüm imparatorluğu koruyamayacağının fark edilmesi, Japon tehdidi altında olan Avustralya ve Yeni Zelanda'yı ABD'yle yakınlaştırmaya zorladı; bu yakınlaşma savaştan sonra, 1951'de imzalanan ANZUS Paktı'yla sonuçlandı.

Dekolonizasyon ve gerileme (1945-1997)


Britanya ve imparatorluk İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıksa da savaşın verdiği zararlar hem Britanya'da, hem de imparatorluğa bağlı diğer bölgelerde büyüktü. Yüzyıllarca dünya üzerinde hakimiyet süren Avrupa'nın önemli bölümü harabeye dönmüştü ve küresel gücün kaymış olduğu ABD ve Sovyetler Birliği'nin ordularına ev sahipliği yapmaktaydı. Britanya iflastan 1946 yılında ABD'den aldığı 3.5 milyar dolarlık borç ile kurtuldu. Bu borcun geri ödenmesi 2006 yılında tamamlandı.
Aynı dönemde Avrupa ülkelerinin kolonilerinde sömürgecilik karşıtlığı yükselişe geçti. Durum Soğuk Savaş sırasında ABD ile Sovyetler Birliği'nin gittikçe artan rekabeti ile daha da zorlaştı. Prensipte her iki ülke de Avrupa ülkelerinin sömürgeciliğine karşı olsa da pratikte ABD'nin anti-komünizmi anti-emperyalizmine baskın çıktı ve böylece komünistlerin genişlemesini kontrol altında tuttuğu bölgelerde imparatorluğun devamlılığını desteklemeye başladı.
"Değişim rüzgarı" Britanya İmparatorluğu'nun günlerinin sayılı olduğu anlamına geliyordu. Britanya komünist olmayan, istikrarlı hükümetler oluşturulduğu sürece kolonilerinden barışçıl biçimde geri çekilmeye yönelik bir politika uygulamaya başladı. Bu, imparatorluklarını korumak için maliyetli, ama başarısız savaşlara giren Fransa ve Portekiz gibi diğer Avrupa ülkelerinin politikalarının tersiydi. 1945 ile 1965 yılları arasında Birleşik Krallık dışında Britanya yönetimi altında bulunan nüfus 700 milyondan beş milyona düştü, bu nüfusun üç milyonu da Hong Kong'da bulunmaktaydı.

1947 yılında Britanya Hindistanı'nın bölünmesi sonucu en az 250 bin kişi öldü, 14.5 milyon kişi evlerini kaybetti.

zwwu

İlk geri çekilme süreci

1945 Birleşik Krallık genel seçimlerinden Clement Attlee başkanlığındaki dekolonizasyon yanlısı İşçi Partisi galip çıktı ve imparatorluğun en önemli sorunu olan Hindistan'ın bağımsızlığı sorununu halletmek üzere işe koyuldu. Hindistan'daki iki bağımsızlık hareketi olan Hindistan Ulusal Kongresi ve Müslüman Birliği onyıllardır bağımsızlık için kampanya yürütse de bağımsızlığın nasıl uygulanması gerektiği konusunda fikir ayrılıkları vardı. Kongre birleşik ve seküler bir Hindistan devletini savunurken Hindu çoğunluğun egemenliğinden korkan Müslüman Birliği Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler için ayrı bir İslam devleti talep etmekteydi. Halkta gittikçe artan huzursuzluk ile 1946 yılındaki Hindistan Kraliyet Donanması isyanı Attlee'nin 1948 yılından önce bağımsızlık sözü vermesine yol açtı. İç savaş olasılığıyla birlikte durumun aciliyeti ortaya çıkınca yeni atanan (ve son) genel vali Lord Mountbatten tarihi 15 Ağustos 1947'ye çekti. Hindistan'ın Hindu ve Müslüman bölgelerine bölünmesi için Britanya tarafından çizilen sınırlar milyonlarca kişilik azınlıkları yeni oluşturulan Hindistan ve Pakistan devletleri sınırları içerisinde bıraktı.[162] Bunu müteakiben milyonlarca Müslüman Hindistan'dan Pakistan'a, Hindularsa Pakistan'dan Hindistan'a geçti; iki toplum arasındaki çatışmalar binlerce kişinin ölümüne neden oldu. Seylan ve Britanya Hindistanı'nın bir parçası olarak yönetilen Burma 1948'de bağımsızlıklarını kazandı. Hindistan, Pakistan ve Seylan İngiliz Milletler Topluluğu'nun üyeleri oldu; ama Burma katılmamayı tercih etti.
Arap bir çoğunlukla Yahudi bir azınlığın bulunduğu Britanya Filistin Mandası da Hindistan'la benzer bir sorun oluşturuyordu. Holokost sonrasında Filistin'e yerleşmek isteyen çok sayıdaki Yahudi göçmenin varlığı durumu daha da zorlaştırıyordu. Sorunun çözülmezliğinden, Yahudi milislerin saldırılarından ve askeri gücünü barındırmanın gittikçe artan maliyetinden bıkan Britanya, 1947 yılında ertesi yıl çekileceğini ve sorunu çözmesi üzere Birleşmiş Milletler'e bırakacağını açıkladı. Genel Kurul Filistin'de bir Yahudi ve bir Arap devleti kurulmasını öneren bir paylaşım planını oylayarak kabul etti.
İkinci Dünya Savaşı'nda Japonya'nın mağlup edilmesinin ardından Malaya'daki Japonlara karşı kurulmuş olan direniş hareketleri mücadelelerini koloniyi önemli bir kauçuk ve kalay kaynağı olarak gören ve hemen geri almak isteyen Britanya'ya kaydırdı. Gerillaların büyük bölümünün Çinli-Malayalı komünistler olması ve isyanın bastırılmasıyla birlikte bağımsızlığın verileceğinin anlaşılmasıyla birlikte Müslüman çoğunluk isyanın bastırılmasını desteklemeye başladı. Malaya Krizi 1948 yılından 1960 yılına kadar sürdü; ama 1957'de Britanya Malaya Federasyonu'na İngiliz Milletler Topluluğu dahilinde bağımsızlık verilmesine hazır olunduğuna karar verdi. 1963 yılında federasyonun on bir eyaleti ile Singapur, Saravak ve Kuzey Borneo Malezya'yı oluşturmak üzere birleşti; ama 1965 yılında Çinli ve Malay topluluklar arasındaki gerginlikler sonucunda Çinlilerin ağırlıkta olduğu Singapur birlikten atıldı. 1888 yılından beridir Britanya'nın bir protektorası olan Brunei birliğe girmeyi kabul etmedi ve 1984 yılındaki bağımsızlığına kadar statüsünü korudu.

Britanya başbakanı Anthony Eden'ın Süveyş Krizi sırasında Mısır'ı işgal etme yönünde aldığı karar siyasi kariyerini bitirdi ve Britanya'nın emperyal bir güç olarak zayıflığını ortaya koydu.

q18c

Süveyş Krizi ve sonrası


1951 yılında Muhafazakar Parti Winston Churchill liderliğinde Britanya'da iktidara geri döndü. Churchill ve Muhafazakarlar Britanya'nın küresel bir güç oluşunun imparatorluğun devamına bağlı olduğunu düşünüyordu, Süveyş Kanalı'ysa Hindistan'ın kaybına karşın Britanya'nın Orta Doğu'daki rakipsiz pozisyonunu korumasını sağlayan bir üs olarak görülüyordu. Buna rağmen Churchill Mısır'ın Cemal Abdülnasır önderliğindeki 1952 yılında iktidara gelen devrimci hükümetini yok sayamazdı, bunun sonucu olarak ertesi yıl Britanya'nın birliklerinin Süveyş Kanalı'ndan çekilmesi ve Sudan'a 1955 yılında self determinasyon hakkının verilmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. Sudan'a 1 Ocak 1956 tarihinde bağımsızlığı verildi.
1956 yılının temmuz ayında Nasır tek taraflı olarak Süveyş Kanalı'nı millileştirdi. Churchill'den sonra başbakanlık koltuğuna oturan Anthony Eden'ın buna tepkisi Fransa ile gizlice iş birliği yapıp İsrail'in Mısır'a saldırmasını sağlamak, böylece kanalın kontrolünü yeniden ele geçirmek için bir askeri müdahaleye bahane yaratmak oldu. Eden'ın bu kararı alırken ABD'ye danışmaması Amerikan başkanı Dwight Eisenhower'ı öfkelendirdi ve ABD işgale destek vermeyi kabul etmedi. Eisenhower'ın endişe ettiği bir diğer konuysa Mısır'ın yanında yer alarak askeri müdahaleyle tehdit eden Sovyetler Birliği'yle daha büyük bir savaşa yol açması tehlikesiydi. Eisenhower ABD'nin İngiliz sterlini rezervlerini satarak Britanya'nın para biriminin çöküşünü başlatmayla tehdit ederek ekonomik baskı uyguladı. Operasyon askeri açıdan hedefine ulaşsa da BM müdahalesi ve ABD'nin baskısı Britanya'nın güçlerini utandırıcı olarak görülen bir şekilde geri çekmesine yol açtı, Eden istifa etti.
Süveyş Krizi Britanya'nın tabi olduğu sınırlamaları tüm dünyaya açık bir şekilde gösterdi ve ABD'nin tam desteği olmasa bile kabulü olmadan hareket edemeyeceğini göstererek Britanya'nın dünya çapındaki gücünün gerilediğini kanıtladı. Süveyş'te yaşanan olaylar Britanyalıların ulusal gururunu zedeledi; bir parlamenter olayı "Britanya'nın Waterloo'su" olarak nitelerken bir diğeriyse ülkenin "Amerika'nın bir uydusu" haline geldiğini öne sürdü. Margaret Thatcher, daha sonra Britanya'nın siyasi düzenine zarar verdiğine ve 1982 yılında Falkland Adaları'nın Arjantin'den başarılı biçimde geri alınmasına kadar etkisinin geçmediğine inandığı zihniyeti "Süveyş sendromu" olarak tanımladı.
Süveyş Krizi Britanya'nın Orta Doğu'daki gücünü zayıflatsa da tamamen yok etmedi.[181] Britanya Umman (1957), Ürdün (1958) ve Kuveyt'e (1961) müdahale ederek güçlerini bölgeye konuşlandırdı; ama bu kez müdahaleler yeni başbakan Harold Macmillan'ın ABD'ye dış politikada bağlı kalınması politikası doğrultusunda[178] ABD'den izin alınarak gerçekleşebildi. Aden'den 1967'de, Bahreyn'den 1971'de çekilen Britanya, böylece bölgedeki askeri varlığını on yıl daha korumuş oldu.

Afrika'da Britanya'nın dekolonizasyonu. 1960'ların sonlarına kadar Rodezya (günümüzdeki Zimbabve) ve Güney Afrika mandası olan Güney Batı Afrika (günümüzdeki Namibya) dışındaki tüm koloniler bağımsızlıklarını kazanmıştı.

ypl

Değişim rüzgarı


Macmillan 1960 yılının şubat ayında Güney Afrika'da bulunan Cape Town'da kıtada değişim rüzgarı estiğini belirten bir konuşma yaptı. Macmillan Fransa'nın Cezayir'de yaptığının aksine savaşa girmekten kaçınmak gerektiğini düşünüyordu, bu doğrultuda başbakanlığı döneminde dekolonizasyon süreci hızlandı. 1950'lerde üç koloniye bağımsızlık verilirken (Sudan, Altın Kıyısı ve Malaya) bu sayı 1960'larda neredeyse on katına çıktı.
Güney Rodezya dışında Britanya'nın Afrika'daki kalan tüm kolonilerine 1968 yılına kadar bağımsızlık verildi. Britanya'nın kıtanın güney ve doğu bölgelerinden çekilmesi barışçıl bir süreç içerisinde gerçekleşmedi. Kenya'nın bağımsızlığı sekiz yıllık Mau Mau İsyanı'nın ardından gerçekleşti. Rodezya'da beyaz Avrupalı yerleşimciler ile yerliler arasında yaşanan gerginlikler başbakan Ian Smith'in 1965 yılında tek taraflı olarak Rodezya'nın Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını ilan etmesine yol açtı. Ülkedeki siyahlarla beyazlar 1979'daki Lancaster House Anlaşması'na kadar iç savaş halinde kaldı. Bu anlaşma kapsamında Britanya'nın denetimi altında seçimler gerçekleştirilene kadar koloni yönetimi geri getirildi. Seçimler ertesi yıl yapıldı ve bağımsızlığını kazanan Zimbabve devletinin başbakanlığına Robert Mugabe seçildi.
Akdeniz'de, Kıbrıslı Rum EOKA örgütü tarafından yürütülen bir gerilla savaşı 1960 yılında Kıbrıs'ın bağımsızlığıyla sonuçlandı, Birleşik Krallık adadaki Ağrotur ve Dikelya askeri üslerinde egemenliğini sürdürdü. Malta ve Gozo adaları için 1955 yılında Britanya'yla entegrasyon önerisi yapılmış olsa da 1964 yılında barışçıl yollarla bağımsızlıkları verildi.
Britanya'nın Batı Hint Adaları'ndaki topraklarının çoğu; 1958 yılında bölgedeki Britanya kolonilerini tek bir yönetim altında toplamak için kurulmuş olan Batı Hint Adaları Federasyonu'nun, en büyük üyeleri olan Jamaika ve Trinidad'ın 1961 ve 1962 yıllarında federasyondan ayrılması sonucu çökmesi üzerine bağımsızlığını kazandı. Barbados 1966 yılında bağımsız oldu ve onu 1970 ve 80'lerde doğu Karayip adalarının geri kalanı takip etti;[190] ama Anguilla ile Turks ve Caicos Adaları Britanya yönetimine geri dönmeyi tercih etti. Britanya Virgin Adaları, Cayman Adaları ve Montserrat da Britanya ile olan bağlarını korumayı seçti. Guyana bağımsızlığını 1966 yılında kazandı. Britanya'nın Amerika anakarasında kalan son kolonisi olan Britanya Hondurası 1964 yılında kendi kendini yönetme hakkını elde etti, 1973'te Belize olarak yeniden adlandırıldı ve 1981'de tam bağımsızlığını kazandı. Guatemala'nın Belize üzerinde hak iddia etmesinden kaynaklanan sorun ise çözümsüz bırakıldı.
Britanya'nın Pasifik'teki topraklarıysa bağımsızlıklarını 1970 (Fiji) ile 1980 (Vanuatu) yılları arasında elde etti. Fransa'yla bir kondominiyum olarak ortak yönetilen Vanuatu'nun bağımsızlığı İngilizce ve Fransızca konuşan topluluklar arasındaki siyasi çatışma yüzünden gecikmeli olarak gerçekleşti. Fiji, Tuvalu, Solomon Adaları ve Papua Yeni Gine "Commonwealth realm" olmayı tercih etti.

İmparatorluğun sonu


Rodezya (Zimbabwe) ve Yeni Hebridler'in (Vanuatu) 1980, Belize'nin 1981 yılında bağımsızlığını kazanması, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlamış olan dekolonizasyon sürecinin bir takım adalar (1955'te insan yaşamı barındırmayan bir kayalık olan Rockall'un ilhakı dahil) ve üsler dışında büyük oranda tamamlanmış olduğu anlamına geliyordu. 1982 yılında Britanya'nın kalan denizaşırı topraklarını savunma kabiliyeti Arjantin'in İspanyol İmparatorluğu döneminden beridir üzerinde hak iddia ettiği Falkland Adaları'nı işgal etmesiyle sınandı. Britanya'nın Falkland Savaşı sırasında adaları geri alma konusundaki başarısı çok sayıda araştırmacı tarafından Birleşik Krallık'ın bir dünya gücü olarak düşen itibarının tersine çevrilmesine katkıda bulunan bir faktör olarak görülmektedir. Aynı yıl içerisinde Kanada hükümeti Britanya'yla olan son yasal bağını anayasasını Birleşik Krallık'tan bağımsız hale getirerek kopardı. Birleşik Krallık parlamentosu tarafından kabul edilen 1982 Kanada Yasası Kanada anayasasında yapılan değişiklikler için Britanya'nın onayının alınması zorunluluğunu kaldırdı. Benzer yasalar 1986 yılında Avustralya ve Yeni Zelanda için de kabul edildi.
Eylül 1982'de başbakan Margaret Thatcher Çin yönetimiyle Britanya'nın kalan en önemli ve en kalabalık denizaşırı bölgesi olan Hong Kong'un geleceğini tartışmak için Pekin'e gitti. 1842 Nanking Antlaşması gereğince Hong Kong Adası "ebediyen" Britanya'ya verilmişti; ama koloninin büyük çoğunluğunu 1898 yılında 99 yıllığına (1997'ye kadar) kiralanan Yeni Bölgeler'den oluşmaktaydı. Falkland Adaları'yla benzerlikler gören Thatcher ilk başlarda Hong Kong'u elde tutmak istedi ve Çin egemenliği altında Britanya yönetiminin devam etmesini önerdi; ama bu öneri Çin tarafından reddedildi. 1984 yılında anlaşma sağlandı, Çin-Britanya Ortak Bildirisi gereğince Hong Kong en az elli yıl boyunca Çin Halk Cumhuriyeti'nin bir özel idari bölgesi olacaktı. 1997 yılındaki devir teslim töreni Galler Prensi Charles da dahil olmak üzere büyük bir kesim tarafından imparatorluğun sonu kabul edildi.

On dört bölgeden oluşan Britanya Denizaşırı Toprakları

ywg

Mirası


Birleşik Krallık Britanya Adaları dışında 2002 yılında Britanya denizaşırı toprakları olarak yeniden adlandırılan toplam on dört bölgede egemenliğini korumaktadır. Bir kısmı geçici askeri veya bilimsel personel dışında insan barındırmamakta, bir kısmıysa belirli ölçüde kendi kendini yönetip savunma ve dış ilişkiler alanında Britanya'ya bağlı kalmaktadır. Britanya hükümeti bağımsızlığın bir seçenek olduğu durumlarda bağımsızlık isteyen tüm denizaşırı topraklara bu süreçte yardım etme yönündeki isteğini ifade etmiştir. Denizaşırı toprakların bazıları üzerindeki Britanya egemenliği bölgelere komşu olan ülkeler tarafından tartışma konusu yapılmıştır: İspanya Cebelitarık, Arjantin Falkland Adaları'yla Güney Georgia ve Güney Sandwich Adaları, Mauritius ve Seyşeller ise Britanya Hint Okyanusu Toprakları üzerinde hak iddia etmektedir. Britanya Antarktika Toprakları Arjantin ve Şili'nin üzerinde hak iddia ettiği bölgelerle çakışsa da çoğu ülke bu iddiaların hiçbirini tanımamaktadır.
Çoğu eski Britanya kolonisi eşit üyelerden oluşan, politik olmayan ve katılımı gönüllülüğe bağlı İngiliz Milletler Topluluğu'nun üyesidir. Bu ülkelerden "Commonwealth realms" (İngilizce: İngiliz Milletler Topluluğu alanları) olarak adlandırılan on beşi Birleşik Krallık ile aynı devlet başkanına sahiptir.
Onyıllar, bazı bölgelerde yüzyıllar süren Britanyalıların yönetimi ve göçü Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını kazanan ülkeler üzerinde iz bırakmıştır. İmparatorluk dünyanın çeşitli bölgelerinde İngilizcenin yaygınlaşmasını sağladı. Günümüzde İngilizce 400 milyona yakın insanın ana dilidir ve toplamda bir buçuk milyar kişi tarafından ana veya yabancı dil olarak konuşulmaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısından beridir İngilizcenin yaygınlaşmasına kendisi de Britanya İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını kazanan ABD'nin kültürel etkisi de katkıda bulunmuştur. İngiliz parlamenter sistemi ve İngiliz hukuku pek çok eski koloni için bir esas oluşturmuştur. Danışma Konseyi Adliye Komitesi halen Karayipler ve Pasifik'teki bazı eski kolonilerin en yüksek temyiz mahkemesidir. Askerler ve sivil yetkililerden önce giden ve dünya çapında faaliyet gösteren Protestan misyonerler Anglikanizmi tüm kıtalara yaymıştırlar. Kilislerde, demiryolu istasyonlarında ve hükümet binalarında görülebilen Britanya koloni mimarisi Britanya İmparatorluğu'nun parçası olmuş pek çok şehirde varlığını korumaktadır. Britanya'da ortaya çıkan ve gerek bireysel, gerekse takım halinde oynanan sporlar (özellikle futbol, kriket, tenis ve golf) dünyaya yayıldı. Britanya'nın ölçü sistemi olan imparatorluk birimleri çeşitli biçimlerde bazı ülkelerde kullanılmaya devam etmektedir. Trafiğin soldan akmasına ilişkin gelenek imparatorluğun eski topraklarının çoğunda korunmuştur.
Britanya tarafından çizilen siyasi sınırlar daima homojen etnik veya dini yapılar sağlamadıklarından eski kolonilerde çatışmalara yol açtılar. Britanya İmparatorluğu büyük miktarda insan göçünden sorumludur. Milyonlarca kişi Britanya Adaları'nı bırakrarak ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda topraklarına yerleşti. Bu ülkelerde beyaz yerleşimci çoğunluk ile yerli azınlık arasında, Güney Afrika ve Zimbabve'deyse yerli çoğunlukla beyaz yerleşimci azınlık arasında gerginlikler yaşanmaktadır. İrlanda'ya Büyük Britanya'dan gelen yerleşimciler Kuzey İrlanda'daki milliyetçi topluluklarla Birleşik Krallık'la birleşmeyi savunan topluluklar arasındaki bölünmeyle izlerini bırakmışlardır. Britanya kolonileri büyük miktarda göç aldı ve verdi, çok sayıda Hintli Malezya ve Fiji gibi imparatorluğun diğer bölgelerine göç etti. Güney Çin'den gerçekleşen Çinli göçü Singapur'da Çinli bir çoğunluğun ve Karayiplerde Çinli azınlıkların oluşmasına yol açtı. Britanya'nın kendi demografisi de İkinci Dünya Savaşı'nın ardından kolonilerden gerçeklen göç ile değişti.

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Benzer Konular

29 Aralık 2016 / Misafir Tarih