Ziyaretçi
Roma Uygarlığı
Odağını Roma kentinin oluşturduğu antik devletin damgasını taşıyan ve İÖ 8. yüzyıl ile İS 5. yüzyıllar arasındaki uzun bir zaman dilimine yayılan uygarlık.
Sponsorlu Bağlantılar
En geniş sınırlarına ulaştığı dönemde bütün Akdeniz havzasını, Avrupa’ nın büyük bölümünü, Kuzey Afrika’nın geniş bir kesimini ve Fırat Irmağının batısındaki Ortadoğu topraklarını içine alan Roma dünyası, tarihsel bakımdan Erken Roma, Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu biçiminde üç evreye ayrılır. İmparatorluğun Batı Roma ve Doğu Roma olarak ikiye bölünmesini (395) izleyen farklılaşma sürecinde gerilemeye yüz tutan Batı Roma’nın yıkılışı (476) târihçilerce Roma uygarlığının sonu kabul edilir. Roma’nın uzantısı olmakla birlikte Helenistik uygarlığın mirasçısı bir konum kazanan Doğu Roma’nın gelişim çizgisi için bak. Bizans İmparatorluğu.
Başlangıçta İtalya’nın Latium bölgesinde Tiber Irmağına bakan birkaç tepeyi yurt edinmiş küçük bir halk olan Romalıların yarımadayı egemenlik altına aldıktan sonra geniş bir alana yayılarak büyük bir uygarlık kurması, Roma dünyasını biçimlendiren iki ayırt edici özellikle açıklanabilir. Bu özelliklerden birincisi pragmatik ve gerçekçi bir dünya anlayışıyla biçimlenmiş Roma toplumunun askerliğe ve yöneticiliğe olan yatkınlığıydı. İkinci özellik ise Yunan uygarlığının korunmasıyla devralınan yüksek sanatsal yaratıcılık, bilimsel araştırma ve felsefi düşünce düzeyiydi. İki toplumun güçlü ve zayıf yanlarını birbirini tamamlayacak biçimde kaynaştıran bu özellikler Yunan pow’lerini örnek alan bir kent uygarlığını yaratırken, birçok değişik halkı aynı sistemde birleştiren bir imparatorluğa da olanak verdi. Yüksek bir maddi refah ve kültür düzeyine ulaşan Roma’yı ayakta tutan temel etkenler ise savaşlarla sağlanan askeri üstünlük, köle emeği ve bağımlı halklar üzerindeki ağır sömürüydü. Roma’ nın çöküşünü köleci üretimin krizi ve imparatorluğu çevreleyen barbar halklar (özellikle de Germenler) ile dengenin bunlar lehine bozulmasının yanı sıra, askeri bürokratik yapının hantallığı ve maddi üretimin temellerini sarsan aşırı vergiler getirdi. Bununla birlikte Roma uygarlığından geriye kalan kurum ve yapılar varlığını sürdürerek birçok alanda Batı dünyasına yön verdi.
ERKEN ROMA.
Roma’nın ilk dönemlerine ilişkin bilgiler sınırlı arkeolojik bulgulara, efsanelere ve Livius gibi daha sonraki Romalı tarihçilerin yapıtlarına dayanır. İtalya’nın Yunan dünyasıyla bağlantısını temsil eden Aineias adlı mitolojik kahraman üzerine geliştirilen öyküler bir bakıma Yunan kolonilerinin Latium bölgesinde bıraktığı izleri yansıtır. Roma kentinin kuruluşunu Romus ve Romulus kardeşlere bağlayan efsane de belirli bir gerçeklik payı taşır. Bu efsaneyi temel alan Livius’a göre Latin kökenli bir askeri şef olan Romulus’un Palatium’daki ilk yerleşmeden komşu Şahinlere karşı giriştiği savaş iki halkın kaynaşmasıyla sonuçlandı. Böylece ilk kralı Romulus olan ye adını ondan alan bir devlet ortaya çıktı (İÖ y. 754). Romulus'tan sonra başa geçen Numa Pompilius döneminde (İÖ 715-673) Roma dini ilk biçimini aldı. Onun ardılı olan savaşçılığıyla ünlü Tullus Hostilius (hd İÖ 673-642) askeri yapıyı düzenledi. Ancus Marcius (hd İÖ 642-617) hâlâ bir köyler federasyonu görünümünde olan Roma’nın gelişmesini ve büyümesini sağladı. Ama Roma'nın gerçek bir kent niteliğini kazanması Etrüsklerin bölgeyi ele geçirmesiyle başladı.
Efsanevi kaynaklarda Roma'nın ilk Etrüsk kralı Tarquinius Priscus'un (hd İÖ 616-578) büyük çaplı bayındırlık işleri gerçekleştirdiği belirtilir. Birçok tarihçi tarafından, Etrüsklerin etkisini bulanıklaştırmak amacıyla sonradan araya sokulduğu öne sürülen ve kökeni bilinmeyen Servius Tullius adlı kralın kenti sağlam surlarla çevrelediği, halkı dört tribus'a ayırdığı ve askeri amaçlarla 100 kişilik topluluklardan oluşan centuria ları örgütlediği söylenir. Efsanede zalim bir yönetici olarak betimlenen bir başka Etrüsk kralı Tarquinius Superbus döneminde komşu halklara karşı başarılı savaşlar yürütüldüğü anlatılır. Gene efsaneye göre baskılara karşı ayaklanan Roma halkının İÖ 509'da Etrüsk kralını kovarak cumhuriyet yönetimini kurmasıyla krallık dönemi sona erer.
Efsanede aktarıldığı gibi 7. yüzyılda üstünlük sağlamakla birlikte kentin doğrudan yönetimini İÖ 550 dolaylarında üstlenen Etrüsklerin Roma’nın gelişmesine katkısı gerçekte çok daha büyük oldu. Etrüsk yönetiminde hızla gelişen Roma, Latium bölgesinin en güçlü kenti durumuna geldi. Etrüskler Yunan dünyasından almış oldukları alfabeyi, çeşitli paraları, ölçü birimlerini ve güzel sanatları Romalılara da benimsettiler. Tanrıları doğrudan Yunan örneklerine denk düşen Roma devlet dini kurumsal bir yapı kazandı. Buna karşılık Latinceyi özgün dilleri olarak koruyan Romalılar toplumsal ve siyasal alanda da Etrüsklerden bağımsız bir gelişme göstererek farklı kurumlar yarattılar.
Roma toplumunun temel dayanağı olan gensler ortak bir ataya bağlı toplulukları kapsıyordu. Her gens kendi içinde familia denen ait birimlere ayrılıyordu. Zamanla yönetici genslerin üyeleri patrici olarak bilinen ayrıcalıklı bir sınıf oluşturdu. Gens örgütlenmesinin dışında kalan geniş bir kesim ise pleb adıyla ayrıcalıklardan yoksun ikinci bir sınıf durumuna geldi.
Gensleri temsil eden siyasal birimler olarak ortaya çıkan curia ların oluşturduğu comiîia kralı seçen ve yasaları koyan bir halk meclisi niteliğini taşıyordu. En nüfuzlu familia reislerinin oluşturduğu Senato’nun da kralın seçimini onaylayan bir organ olarak önemli bir ağırlığı vardı. Kralın gücünün kaynağı imperium denen yürütme yetkisiydi.
CUMHURİYETİN BİÇİMLENMESİ.
Roma kaynaklarında krallığın yıkılış tarihinin İÖ 509 olarak belirlenmesine karşın, tarihsel veriler Etrüsklerin Roma’dan ve Latium bölgesinden İÖ 470 dolaylarında ayrıldıklarını göstermektedir. Bu tarihi daha geriye götürmenin asıl nedeni sonradan Roma’nın simgesi durumuna gelen Capitolium’daki (Capitoliııo) tapınağın Roma tanrıları Jüpiter, Iuno ve Minerva’ya İÖ 509’da adanması ve bu olayı Romalılara mal etme kaygısıdır.
Kurumlan süreç içinde oluşan cumhuriyetçi devlet yapısı iktidarın Senato, Comitia Curiata (Halklar Meclisi), Comitia Centuriata (Yüzler Meclisi), Comitia Tributa (Kabileler Meclisi) ve çeşitli işleri görmek üzere seçimle işbaşına getirilen magistra'lar (üst yöneticiler) arasında paylaşıldığı oligarşik bir sisteme dayanıyordu. Cumhuriyetle birlikte kralın yerini imperium süresi bir yıl olan iki konsül aldı. İÖ 367’den sonra pleblerin de seçilebildiği bu makam pratikte daima varlıklı ve soylu ailelerin tekelindeydi. Bunalım ve savaş dönemlerinde devlet yönetimini Senato’nun önerisi üzerinde bir konsülün atadığı ve Comitia Curiata’’nın onayladığı bir aictator üstleniyordu. Öteki önemli magistralar arasında praetor, cerısor, quaestor ve aedilis gibi görevliler yer alıyordu. Cumhuriyet döneminde asıl güç kazanan organ ise üyeleri patrici genslerinin başkanları ile eski magistra'lardan oluşan ve ömür boyu görev yapılan Senato’ydu. Zamanla geniş yetkiler kazanan ve üyelik sistemi censor'lann denetimine bırakılan Senato’ nun yasama işleri, atamalar, dış ilişkiler ve mali konularda büyük bir ağırlığı vardı. Cumhuriyet döneminin başlannda dinsel nitelikli örf ve âdet kurallarını yazılı hale getiren Oniki Levha Yasası ya da Lex XII Tabularum, sonraki yasalar için temel bir hukuk kaynağı niteliği kazandı.
Cumhuriyet döneminin ilk iki yüzyılı patriciler ve plebler arasında yoğun bir mücadeleye sahne oldu. Patricilerin ayrıcalıklarına son vererek siyasal haklar elde etmeye çalışan plebler, aynı zamanda kamu arazilerinden (ager publicus) yararlanmayı da istiyorlardı. Uzun çatışma sürecinde tribunus plebis ve Concilium Plebis (Halk Meclisi) gibi kurumların ortaya çıkması, pleblerin devlet içinde ayrı bir devlet olarak örgütlenmesini sağladı. Pleb haklarını savunmakla görevli olan tribunus'lann konsüller, Senato ve comitia'lar tarafından verilen kararları veto etme yetkisi vardı. Patriciler ve plebler arasındaki ayrım İÖ 4. yüzyıl ortalarında silinmeye yüz tuttu. Bu gelişme cumhuriyetin temellerini sağlamlaştırmanın yanı sıra pleblerin askeri gücünü harekete geçirerek Roma’ya yeni bir dinamizm kazandırdı.
YARIMADAYA YAYILMA.
Etrüsklerin ayrılmasından sonra önemli ölçüde zayıflayan Roma, İÖ 5. yüzyıl boyunca egemenliğini tanımak zorunda kaldığı Latin Birliği içinde yer aldı. Bununla birlikte belirli ittifaklardan yararlanarak topraklarını genişletme olanağını buldu ve Kelt kökenli Gal kabilelerinin saldırılarına kendi başına karşı koydu. Daha sonra İÖ 4. yüzyılda iç çatışmalarla güçsüzleşen Latium kentleri üzerinde üstünlük kurmayı başardı ve İÖ 358'de eşitliğe dayalı bir ittifakla Latin Birliği’ni yeniden düzenledi. Ardından öteki kabilelerle savaş sırasında çıkan çatışmalar üzerine İÖ 338’de birliğe son vererek Latium kentlerini çeşitli statülerle kendine bağladı.
Bu arada etkisini Yunan kolonilerinin bulunduğu Campania’ya da yaymaya başlayan Roma, bu bölgeyi tehdit eden batıdaki savaşçı Samnitlere bir dizi savaş (İÖ 343- 290) sonunda boyun eğdirdi. Bu savaşların son yıllarında Etruria’da girişilen fetihler ise İÖ 265’te tamamlandı. Aynı dönemde Campania üzerinden güneye doğru sürdürülen yayılma Lucania ve Puglia (Apulia) halklarının da egemenlik altına alınmasını sağladı. Romalılar yenilgiye uğrattıkları bütün bu halkları foedus denen antlaşmalar aracılığıyla müttefik statüsüne sokarken, municipium ve kolonilerden oluşan bir ağla yarımadayı Romalılaştırma yoluna gittiler. Böylece İtalya’da sağlam bir birliğin kurulması, Roma’yı bir Akdeniz devleti durumuna getirdi.
AKDENİZDE ÜSTÜNLÜK MÜCADELESİ.
Batı Akdeniz’deki egemenliğini pekiştirmek isteyen Kartaca’nın Sicilya'yı ele geçirmesini önlemeye yönelik Roma girişimleri, çok geçmeden iki devleti karşı karşıya getirerek Pön Savaşları olarak bilinen uzun süreli bir çatışmaya yol açtı. Sicilya' daki çekişmeyi izleyen I. Pön Savaşı’nın (İÖ 264 - 241) başlarında güçlü bir donanma kuran Roma, denizde üstün konuma geçtikten sonra İÖ 254'te Sicilya'da giriştiği kara harekâtından kesin bir sonuç alamadı. Bunun üzerine İÖ 242'den başlayarak yeniden deniz çarpışmalarına ağırlık verdi. Bu yoldan sağlanan zafer Kartaca'yı barış yapmaya ve Sicilya'dan vazgeçmeye zorladı. İzleyen barış döneminde Sardinya ve Korsika'yı alan Roma'nın saldırgan politikaları, Kartaca'yı Roma'ya karşı yeni bir harekât alanı olarak İspanya'da güç toplamaya yöneltti. Kartaca'nın bu ilerleyişini durdurma çabalarıyla patlak veren II. Pön Savaşı'nda (İÖ 218-201) Roma denizdeki üstünlüğüne dayanarak İspanya, Sicilya ve Afrika’ya çıkarma yapma yolunu seçti. Ama bu hazırlıklar sürerken Kartaca komutanı Hannibal’ın doğrudan İtalya'ya yönelmesi, savaşın seyrini değiştirdi. Galya ve Alpler'i aşarak İtalya'ya giren Hannibal orduları başlangıçta Roma'ya ağır darbeler indirdi. Ama Senato'nun öncülüğünde bütün kaynaklarını harekete geçiren Romalılar, başarılı savaş taktikleriyle Kartaca kuvvetlerini yıpratarak adım adım etkisizleştirmeyi başardılar. Ordusunu geniş bir alana yaymak zorunda kalan Hannibal, ele geçirdiği toprak lardan çekilerek savunma konumuna girdi ve sonunda İÖ 203'te İtalya'yı terk etti.
İtalya'daki savaş sürerken Roma başka cephelerde de çarpışmalar yürüttü. Roma' nın etkisini Illyria'ya doğru yaymasından kaygılanarak Kartaca'yla ittifaka giren Makedonya kralı V. Philippos'un açtığı I. Makedonya Savaşı (İÖ 214-205) Roma'nın kaynaklarını önemli ölçüde zorladı. Ama alınan yenilgiye karşın. Makedonya ve Kartaca'nın etkili bir işbirliği sağlaması önlendi. Aynı dönemde Kartaca kuvvetlerinin Sicilya'daki harekâtı bir dizi çarpışmayla İÖ 210'da etkisiz haie getirildi. İspanya'ya gönderilen Roma birlikleri İÖ 206'da Kartaca kuvvetlerini bu ülkeden çıkardı. Ardından Afrika'ya geçen Publius Cornelius Scipio komutasındaki bir Roma ordusu. Kartaca'yı ağır bir yenilgiye uğrattı. İtalya' dan dönen Hannibal'ın örgütlediği direnişin de kırılmasıyla savaş Roma'nın zaferiyle noktalandı. İspanya'yı ve Akdeniz'deki adaları Roma'ya bırakan Kartaca. rakip bir güç olmaktan çıktı.
HELENİSTİK DÜNYANIN ROMA HEGEMONYASINA GİRMESİ.
Yunanistan'ın bazı kilit noktalarında bir süreden beri birlikler bulunduran Roma.
Pön Savaşları' nın hemen ardından başlayan 11. Makedonya Sava şı'nda (İÖ 200-1%) Aitolia Birliği'yle de ittifak kurarak zafere ulaştı. Bu sırada Anadolu üzerinden Trakya'ya geçen Selevkos kralı III. Antiokhos'la ilişkiler gerginleşirken, Yunanistan'daki Roma nüfuzundan rahatsızlık duymaya başlayan Aitolia Birliği de düşmanca bir tutum takındı. Buna karşılık Makedonya, Akhaia Birliği, Pergamon ve Rodos, işbirliği önerilerini geri çevirerek Roma'nın yanında yer aldı. Savaş' ta yenilgiye uğrayan Antiokhos. Toroslar'ın doğusuna çekilmeyi kabul etmek zorunda kaldı. Tek başına kalan Aitolia Birliği de İÖ 189'da Romalıların ağır koşullarına boyun eğerek bağımlı bir duruma düştü.
Yunanistan'da belirleyici bir rol kazanarak bir tür himaye kuran Roma, Makedonya' nın gücünü sınırlamaya yöneldi. Bu çatılmanın yol açtığı III. Makedonya Savaşı (İÖ 171-168) gene Roma'nın üstünlüğüyle sonuçlandı. Roma'ya bağlanan Makedonya özerk dört cumhuriyete ayrıldı. Savaş sırasında Roma karşıtı bir tutuma giren Akhaia Birliği, Pergamon ve Rodos da "sonraki yıllarda Roma'ya bağımlı bir konumu kabul etmek zorunda kaldı.
Roma'nın Helenistik dünyadaki yayılması, daha önce Sicilya (İÖ 241), Sardinya ve Korsika (İÖ 238) ile İspanya'da (İÖ 197) kurulan provincia (eyalet) sisteminin Afrika ve Doğu'da da uygulanması sonucunu getirdi. Kartaca’nın yeniden güçlenmesi üzerine girişilen III. Pön Savaşı (IÖ 149- 146) sonunda Kartaca toprakları Afrika adıyla bir Roma eyaletine dönüştürüldü. Aynı sıralarda yerel bir ayaklanmanın bastırılmasından sonra Makedonya toprakları Illyria, Epeiros (Epir) ve Akhaia'yı da içine almak üzere bir eyalet olarak düzenlendi. Roma'ya bağımlı olmakla birlikte varlığını koruyan Pergamon Krallığı ise İÖ 133’te Asya adıyla bir eyalet oldu.
SAVAŞLARIN GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER.
Roma, Doğu’da yürütülen büyük çaplı askeri harekâtlar sırasında İspanya’da da uzun ve yıpratıcı savaşlara girdi. Öte yandan İtalya'nın kuzeyine yönelik seferler, yeni topraklardaki ayaklanmaların bastırılması, geniş çaplı yol yapımları ve ileri karakol niteliğinde koloniler kurma girişimleri Roma'ya yeni bir yük getirdi. Askeri yayılma süreci ancak İÖ I33’te yavaşlamaya başladı. Bu süreçte Senato'nun devlet yönetimindeki ağırlığı daha da artarken, comitia lar varlıklı kesimlerin egemenliğine girdi. Daha demokratik bir yapısı olan tribunus' ların yönetimindeki Concilium Plebis'in etkili olma yolları da önemli ölçüde tıkandı. Çeşitli magisîralıklara seçilme koşulları da soylu ailelerin lehine olan sıkı kurallara bağlandı. Siyasal iktidar mücadelesi, güçlü aileler arasında sürekli değişen gruplaşmalar ortaya çıkardı. Bu arada Roma’nın önemli bir parçası durumuna gelen eyaletlerin yönetimi lex provincia denen özgün yasalarla düzenlendi. Her eyalete birer praetorve quaestor atanmaya başladı. Savaşın yarattığı güç koşullar hem merkezde, hem de eyaletlerde magisîraların görev sürelerinin uzatılmasına yol açtı. Eyaletlerde ortaya çıkan sorunlar ve yolsuzluklar belirli denetim mekanizmalarının oluşturulmasını zorunlu kıldı.
Savaşlardan sağlanan ganimet ve tazminatlarla eyaletlerdeki geniş tahıl ve maden kaynakları Roma'nın zenginliğini büyük ölçüde artırdı. Buna karşılık dışarıdan gelen büyük miktarda tahıl, İtalya’daki tarımın gerilemesine yol açtı. Böylece kırsal kesimden kentlere yönelik yoğun bir göç dalgası başladı. Uzun süreli askerlik hizmetinin de etkisiyle küçük çiftlikler ortadan kalkarken, otlak olarak kullanılan geniş arazilere ve köle emeğine dayalı latifundium lar doğdu. Öte yandan eques sınıfına giren kişiler kamu arazilerini, maden ve taş- ocaklarını işletme, orduya erzak sağlama, bayındırlık işlerini üstlenme ve vergi toplama yoluyla önemli ölçüde zenginleştiler. Hızla gelişen mal ve köle ithalatı çok sayıda Romalı ve İtalyalı işadamını eyaletlere yerleşmeye yöneltti. Özellikle batı eyaletlerinde askerlerin oluşturduğu Roma kolonileri yaygınlaştı. Başta Roma olmak üzere İtalya kentleri hızla büyüdü.
Roma’nın Helenistik dünyayla ilişkiye girmesi kültürel alanda önemli yenilikler yarattı. Yunan edebiyatı, sanatı ve mimarlığı Roma dünyasına zengin öğeler kattı. Yunan etkisiyle tarih yazımı önem kazandı. Yunan kültleri Roma dünyasına çok yabancı olmakla birlikte^, bazı yönleriyle dinsel uygulamalarda yansımasını buldu. Yunan mantığı ve eşitlikçi düşünceleri Roma’nın geleneksel yaşam biçiminde büyük değişikliklere yol açtı. Özellikle varlıklı çevrelerde Yunan aydınlanmasına dayalı bir eğitim sistemi gelişti. Yunan etkisi yalnızca hukuk alanında çok sınırlı bir düzeyde kaldı.
CUMHURİYETİN SON YILLARI.
Gracchus kardeşlerin reformları.
Savaşların sona ermesi Roma’nın iç sorunlarını öne çıkarırken, yaygın yoksulluk ve asker sıkıntısı belirgin bir nitelik kazandı. Bu olumsuz gelişmeleri topraktan kopma sürecine bağlayan Tiberius Gracchus, tribunus'luğa seçildiği İÖ 133’te, soyluların cl koyduğu kamu arazilerinin bir bölümünü topraksız yurttaşlara dağıtmayı öngören bir reform tasarısı hazırladı. Senato’nun muhalefetiyle karşılaşan tasarısını Concilium Plebis'ten geçirme girişimi, bir tribunus'un vetosu yüzünden sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine geleneklere uymayan bir yöntemle Concilium Plebis'in bu tribunus'u görevden almasını sağladı ve böylece reform tasarısını kabul ettirdi. Ama desteği zayıfladığı gibi Senato’ dan gerekli mali kaynakları da alamadı. Pergamon’dan Roma’ya kalan mülklere halk adına el koyma yoluna gitmesi şiddetli bir tepki doğurdu. İkinci kez tribunus'luğa adaylığını koymasıyla baş gösteren karışıklıkta öldürüldü.
Tiberius’tan sonra da çalışmalarını sürdüren toprak komisyonu engellemeler nedeniyle beklenen çözümü sağlayamadı. Bu ortamda tribunus olan Tiberius’un kardeşi Gaius Gracchus, başta eques'ler olmak üzere Senato dışındaki varlıklı kesimlerin ve Concilium Plebis'in desteğine dayanarak köklü reformlara girişti. Öncelikle Senato’ nun yetkilerini kötüye kullanmasını önleyici düzenlemeler getirdi vt eques'lerle köylülerin konumunu güçlendirme yoluna gitti. Ama ikinci kez tribunus'luğa seçildikten sonra Latin halklarına yurttaşlık hakkı, öteki İtalyan halklarına da Latin hakları (ius Latii) tanımaya niyetlenmesi desteğini zayıflattı. Konsüllere karşı giriştiği güç gösterisinden sonuç alamayınca intihar etti.
İktidar çekişmeleri.
Gracchus bunalımından sonra soylulara karşı gelişen tepkiye karşın, Roma’nın siyasal yaşamına komutan ve magistra'ların desteklediği soylu aileler yön vermeye devam etti. Bu süreçte Metel- lus ailesinin elde ettiği güçlü konum, Afrika’da Numidya kralı Iugurtha’ya karşı savaşta uğranan başarısızlıkla sarsıldı. Bu durumdan yararlanarak İÖ 107’de kendini konsül seçtiren eques kökenli Gaius Marius, quaestor u olan Lucius Süha’nın yardımıyla bu savaşı kazandıktan sonra kuzeyde ciddi bir tehdit oluşturan Germen halklarını yenerek akınları durdurdu. Yedi kez konsüllük yapan Marius’un döneminde Roma yurttaşları dışında asker toplama ve terhis olduktan sonra eyaletlerdeki kolonilere yerleştirilen bu askerlere yurttaşlık statüsü tanıma uygulaması başladı. Bu girişimler için Senato’daki soylulara karşı muhalefete dayanan Marius, daha sonra tutum değiştirerek bu muhalefetin sindirilmesini sağladı. Ama soylularca saf dışı edilmekten kurtulamadı.
Bu sırada Roma’nın en önemli gelir kaynağı olan Asya Eyaleti’nde Pontus kralı VI. Mithradates bir tehlike oluşturmaya başladı. Bu tehlikenin Anadolu’ya gönderilen kuvvetlerle atlatılmasından sonra, eyaletteki tüccar ve vergi toplayıcılarının aşırı sömürüsünün yarattığı hoşnutsuzluğu gidermek üzere bazı düzenlemelere girişildi. Ama Roma’daki eques'lere bağlı güç odaklarını kullanan bu çevrelerin baskısıyla, bu girişimi yürüten vali yargılanarak mahkûm edildi. Bu durum Senato’nun gücüne ağır bir darbe indirdi.
Aynı dönemde İtalya halkları arasında gelişen hoşnutsuzluklar Roma’yı yeni bir sorunla karşı karşıya getirdi. İÖ 91’de tribunus olan Marcus Livius Drusus bu sorunu çözmek için İtalya halklarına yurttaşlık statüsü vermeyi öngören bir düzenleme hazırladı. Büyük tepki doğuran bu düzenlemenin geçersiz sayılması italik Savaşı’na yol açtı. Roma’ya büyük güçlükler çıkaran iç ayaklanmalar ancak Konsül Lucius Caesar’ın benzer bir yasa çıkarmasıyla İÖ 89’da bastırılabildi.
Roma’nın içinde bulunduğu güç durumdan yararlanan Mithradates, İÖ 88’de Anadolu’nun büyük bölümünü ele geçirerek Yunan kentlerini yanma çekti. Kanlı bir iç çekişmenin ardından Lucius Sulla, konsül olarak Asya'ya gönderilecek kuvvetlerin komutanlığını üstlendi. Sulla diktatörlüğü ve sonrası. Süha'nın yokluğunda başını Marius ve Cinna'nın çektiği karşıtları Roma’nın yönetimini zorla ele geçirdiler. Yunanistan’daki ayaklanmaları bastırdıktan sonra bir antlaşmayla Mithradates’in geri çekilmesini sağlayan Sulla, İtalya’ya dönüşünde bütün direniş odaklarını ortadan kaldırarak İÖ 82'de kendini dictator seçtirdi. Ardından geniş çaplı bir kıyıma girişerek karşıtlarının mülklerini yandaşlarına dağıttı. Bu şiddet dalgası sürerken bir dizi reformla Senato’yu yeniden eski güçlü konumuna kavuşturdu. Tribu- nus' luk ve censor' luk makamlarını etkisizleştirdi. On binlerce askeri yeni topraklara yerleştirerek kendine güçlü bir dayanak oluşturdu.
İÖ 80’de yönetimi kendi isteğiyle bırakan Sulla’nın ölümünden (İÖ 78) sonra yeni konsüllerden Marcus Lepidus oligarşik sistemi yıkmaya çalıştı. Ama bu girişimi Sulla döneminde yükselmiş olan Gnaeus Pompeius tarafından boşa çıkarıldı. Aynı dönemde İspanya’da bağımsızlığını ilan eden Quintus Sertorius’un ayaklanması ancak İÖ 72’de bütünüyle bastırılabildi. Roma ordularının büyük bölümünün Doğu’da Mithradates’e karşı yeni bir sefere çıktığı sırada Spartacus’un öncülüğünde gelişen İtalya’daki köle ayaklanması da (İÖ 73-71) güçlükle sindirilebildi.
Karışıklıklar sırasında etkili bir konum kazanan Marcus Crassus ile Pompeius, İÖ 70’te güçlerini birleştirerek konsüllük görevlerini elde ettiler. Bu gelişmeyle birlikte Sulla döneminde kurulmuş olan düzen hızla yıkılmaya yüz tuttu. Aristokratik oligarşinin yerini yönetim kurumlarını ustalıkla kullanan tribunus ve konsüller ile kendi ordularına dayanan güçlü komutanlar aldı. Önemli bir gelir kaynağı olan eyalet valiliklerini ele geçirmede rüşvet ve entrika yöntemleri genelgeçer bir uygulama haline geldi. Doğu’da sürdürülen seferlerle Roma toprakları genişlerken, Partlar yeni bir askeri tehdit oluşturmaya başladı. Roma sınırlarını zorlayan kuzeydeki Germen kabileleri yeni bir savaş cephesi açtı.
Etkili hatip ve devlet adamı Marcus Tullius Cicero’nun desteğini arkasına alan Pompeius, İÖ 60’lar boyunca Doğu’da bir dizi askeri zafer kazanarak büyük bir servet edindi. Bu arada Crassus da Roma’da yandaşlarını artırarak konumunu sağlamlaştırma yoluna gitti. İÖ 63’te Catilina ve yandaşlarının darbeyle yönetimi ele geçirme girişimini boşa çıkaran Cicero bütün çevrelerin gözünde bir “kurtarıcı” düzeyine yükseldi. Asya’dan dönen Pompeius beklendiği gibi bir iktidar mücadelesine girmek yerine askerlerine toprak verilmesi ve Doğu’daki düzenlemelerinin onaylanması talebiyle yetindi. Ama bu konuda Senato’nun engellemeleriyle karşılaştı. Asya’da vergi toplayıcıları aracılığıyla giriştiği yatırımları güvence altına almak isteyen Crassus da Senato’ dan gerekli desteği bulamadı.
Cumhuriyetin çöküşü.
İÖ 1. yüzyılın ikinci yarısına doğru iyice belirginleşen yönetim bozukluğu ve siyasal çekişmeler, mülksüzleştirilmiş köylülerin destekleyeceği bir askeri diktatörlük için elverişli bir zemin yaratmaya başladı. Bu ortamda Uzak İspanya valiliğinin sona ermesiyle Roma’ya dönen Julius Caesar, isteklerini yerine getirmeye söz vererek Pompeius ve Crassus’u uzlaştırdı ve böylece İÖ 59 yılı için konsül seçilmeyi başardı. Gizli bir triumvirlik (üçler meclisi) kurulmasıyla sonuçlanan bu ittifak, üç eyalet valiliği elde eden Caesar’a Galya'da fetihlere girişmek için gerekli kaynağı sağladı. Pompeius İspanya komutanlığını üstlenirken, Crassus Partlara karşı düzenlenen yeni seferin başına geçti. Güvensizlikten kaynaklanan çekişmelere karşın işlerliğini koruyan triumvirlik,Crassus' un ölümüyle (İÖ 53) kesin olarak sona erdi. Caesar'a karşı açıkça tutum almaya başlayan Pompeius, soyluların safına geçti. Böylece Senato’da Caesar’ı saf dışı etmeye yönelik siyasal manevralar ortaya çıktı. Galya seferlerinden elde ettiği servetle Roma'daki konumunu güçlendirmiş olan Caesar, karşı önlem ve tehditlerden bir sonuç alamayınca İÖ 49'da Roma üzerine yürüdü. İzİeyen iç savaş Pompeius’un yenilgisiyle noktalandı. Pompeius’u kovalarken bir süre Mısır’da kalan ve Kleopatra’yı tahta çıkaran Caesar, Roma’ya dönüşünde dictator oldu. İç ayaklanmaları bastırdıktan sonra bazı yabancı halklara Roma yurttaşlığı hakkını tanıma ve Senato’nun temsil niteliğini yükseltme gibi düzenlemelere girişti. Ama ekonomik ve toplumsal sorunları çözecek köklü değişiklikler gerçekleştiremediği gibi otoriter eğilimleriyle özellikle cumhuriyetçilerin tepkisini çekti. Partlara karşı yeni sefere hazırlandığı sırada İÖ 44’te planlı bir suikast sonucunda öldürüldü.
Öteki konsül Marcus Antonius kısa sürede Roma’da duruma egemen olurken, suikastın başını çeken Brutus ve Cassius Doğu’ya geçmek zorunda kaldılar. Senato’nun ve özellikle Cicero’nun desteğine dayanarak iktidar mücadelesine giren Caesar’ın evlatlığı Octavius, bazı çatışmaların ardından Antonius ve Lepidus ile uzlaşmaya vararak bir triumvirlik oluşturdu. Brutus ve Cassi- us’un yenilgiye uğratılmasından (İÖ 42) sonra konumunu daha da güçlendirerek Lepidus’u saf dışı etti (İÖ 36). Doğu’yu elinde tutan Antonius’un Mısır’da ayrı bir güç odağı durumuna gelmesi üzerine, İÖ 31’de bir sefer düzenleyerek Antonius’u yenilgiye uğrattı. Böylece Roma dünyasının tek efendisi durumuna geldi.
İMPARATORLUĞUN İLK DÖNEMİ.
Yeni düzenin pekiştirilmesi.
Cumhuriyet kurulularını korumakla birlikte otokratik bir yönetimin temellerini atma yoluna giden Octavius, İÖ 27’de prokonsül olarak dört eyalet üzerindeki yönetimini 10 yıl uzattı ve Augustus adını aldı. İÖ 23’te ise yeni bir düzenlemeye giderek Senato ve halk meclislerini yönlendirmesini sağlayacak ömür boyu tribunus'luk (tribunicia potestas) konumunu elde etti ve imperium proconsularemaius yetkisiyle öteki prokonsüller üzerinde denetim kurma olanağını sağladı. Kendisine verilen princeps unvanı bir imparatorluk sisteminin simgesi durumuna geldi.
Magistralık makamlarının ve Senato'nun büyük ölçüde Augustus'un iradesine bağlı bir yapı kazanması, gerçek iktidarın giderek bu kurumların elinden çıkması sonucunu doğurdu. Devlet işlerinin yürütülmesinde Concilium Principis denen bir tür danışma organı öne çıktı. Bu arada ayrıcalıklı bir statü kazanan eques sınıfının procurator luk ve praefectus'luk gibi görevlerle yönetimde ağırlık kazanmasının yolu açıldı.
Augustus sağlam bir mali sistem, yaygın bayındırlık işleri ve istikrarlı bir kamu düzeni aracılığıyla bütünleştirdiği İtalya’yı imparatorluk içinde öncelikli ve üstün bir konuma kavuşturdu. Bazı eski eyaletleri Senato’nun elinde bırakırken, öteki eyaletleri doğrudan kendisine bağlı bir sistem altında düzenledi. Dolaylı ve dolaysız vergileri sıkı kurallara bağlayarak eyaletlerden düzenli bir gelir akışını sağladı. Yurttaşlık hakkını belirleyen civitas temelinde eyaletlerin Romalılaşmasını ve özerk bir yapı kazanmasını hızlandırdı. Bu gelişmeye bağlı olarak bütün Roma dünyasında Augustus ve ailesine tapınma kültü gelişti.
Augustus'un asıl güç dayanağı ise lejyonlara ve yedek kuvvetlere dayalı düzenli ordu ve Praetoria Muhafız Alayı (Cohors Praetoria) oldu. Bu orduyu aerarium militare denen özel bir hazine ayakta tutmaktaydı. Eyaletler başlıca asker kaynağı durumuna gelmekle birlikte, subaylıklar Roma yurttaşlarının elinde kaldı.
Dış politikada Roma topraklarını doğal sınırlara ulaştırarak güvence altına almayı temel alan Augustus, güneyde Afrika kıyı şeridinde denetimi sağlamlaştırarak Kızılde- niz'i bir Roma suyolu haline getirdi. Batıda Galya Ve İber Yarımadasını bir dizi eyalete ayırarak Roma otoritesini pekiştirdi. Doğuda Part tehlikesine karşı tampon olarak bağımlı krallıklar zincirini koruma yoluna gitti. Kuzeyde Elbe ve Tuna’ya kadar uzanan Germen toprakları ele geçirildi ve yeni eyaletler olarak düzenlendi.
Augustus döneminde genel barış ortamının ve düzenli askeri yolların etkisiyle büyük bir hızla gelişen ticaret imparatorluğun bütünleşmesinde önemli rol oynadı. Üretim kapasitesi yükselirken, geri eyaletler yalnızca hammadde kaynağı olmaktan kurtuldu. İtalya’da özgün bir edebiyat gelişti, sanatta Latin ve Yunan üslupları kaynaştı.
Augustus, yakın vârislerinin kendinden önce ölmesi üzerine ardılı olarak üvey oğlu Tiberius’u seçti ve İS 4’ten başlayarak onu yönetime ortak etti. Augustus'un öğütleri doğrultusunda yayılmacı bir politikadan kaçman Tiberius (hd 14-37), yönetimi sağlam tutmakla birlikte kuşkucu ve dışa kapalı kişiliğiyle birçok çevreyi karşısına aldı. Yerine geçen yeğeni Germanicus’un oğlu Gaius (Caligula) kısa yönetiminde (37-41) tam bir tiran gibi davrandı. Senato’nun cumhuriyeti geri getirme girişimleri arasında muhafız alayınca imparator ilan edilen Claudius (hd 41-54) bazı bağımlı krallıkları ilhak etmenin yanı sıra Britanya'nın fethini başlattı. Ayrıca Roma yurttaşlığını genişleterek yabancı topluluklara municipium hakkı tanıdı, bayındırlık işlerine önem verdi ve Senato’ya bağlı eyaletlerin mali işlerini kendi atadığı valilere devretti. Ardılı olarak belirlediği üvey oğlu Neron (hd 54-68) birkaç yıllık iyi yönetimin ardından acımasız bir kıyıcılık ve çılgınca davranışlar gösterdi. İmparatorluğun çeşitli yerlerinde baş gösteren ayaklanmaların tırmanması ve ordunun da karşısına geçmesi üzerine intihar etti. Böylece Iulio Claudius hanedanından gelen imparatorların yönetimi sona erdi.
İmparatorluğun genişlemesi.
Dört imparator adayı komutan arasındaki çekişmeden sonra Roma soylusu olmamakla birlikte bütün yetkileri kendinde toplayarak başa geçen Vespasianus (hd 69-79) iç karışıklıkları bastırmanın yanı sıra ağır vergiler koyarak mali yapıyı düzeltti. Bu arada yeni düzenlemelerle Senato'da eyaletlerden gelen üyelerin güç kazanmasının yolunu açtı. Sırasıyla yerini alan oğulları Titus (hd 79-81) ve Domitianus (hd 81-96) istikrarı daha da pekiştirdi. Flavius hanedanını oluşturan bu üç imparatorun askeri düzenlemeleri, barbar kabilelere ve Partlara karşı güçlü bir savunma hattı yarattı.
Son yıllarında estirdiği terör üzerine senatörlerin girişimiyle öldürülen Domitianus' tan sonra imparator olan Nerva çok geçmeden yerini Traianus’a (hd 98-117) bıraktı. Eyaletlerden gelme ilk princeps olan Traia- nus. Senato ve orduyla uyumlu ilişkiler kurdu ve imparatorluğun her yanında refah düzeyini yükseltmeye yönelik geniş çaplı yatırımlara girişti. Barbar akınlarını etkisizleştirmek için Daçya'yı (Dacia) ele geçirerek (101-106) buraya Roma toplulukları yerleştirdi. Uzun hazırlıklardan sonra Partlara karşı düzenlediği seferde (115-116) Basra Körfezine kadar ulaştı. Ama bu fetih sürerken bölgedeki Roma eyaletlerinde başlayan ayaklanmaları bastıramadan öldü.
Traianus'un en. yakın erkek akrabası olarak başa geçen Hadrianus (hd 117-138) yayılma politikasını değiştirerek sınırları tahkim etmeye ve eyaletlerde yerleşik garnizonlar oluşturmaya yöneldi. Öte yandan imparatorluk bürokrasisini genişletti ve adli yönetimi daha düzenli hale getirdi. Uygula malarıyla İtalya ve eyaletler arasındaki ayrımı büyük ölçüde ortadan kaldırdı. İki yakınını evlat edinmesi koşuluyla ardıl olarak belirlediği Antoninus Pius (hd 138-161) dengeli yönetimiyle barışçı bir refah ortamı sağladı. Ondan sonra başa geçen Marcus Aurelius (hd 161-180) öteki evlatlık Lucius Verus’u ortak imparator ilan etti. Partlara karşı yeni bir sefer açarak Doğu sınırını güvence altına aldıktan (166) sonra Roma topraklarına sızan kuzeydeki barbar kabileleri bir dizi savaşla püskürtmeyi başardı. Ama genç yaşta yerini alan oğlu Commodus (hd 180 - 192) kötü yönetimiyle iç çekişmelere yol açtı ve sonunda öldürüldü.
2. yüzyıldaki değişimler.
Claudius’tan sonra Romalı soyluların tekelinden çıkan imparatorluk makamı, tam bir otokratik nitelik kazanmaya başladı. Artık dominus noster (efendimiz) olarak anılan ve Augustus'la başlayan gelenek doğrultusunda birçoğu ölümünden sonra tanrılaştırılan imparatorlar, yasama yetkisini büyük ölçüde ellerine aldılar. İmparatorluk yetkilerinin genişlemesiyle cumhuriyet kurumlan yıkılmaya yüz tuttu. Senato imparatorların buyruğuna girerken, eski makamlar gerçek önemini yitirdi.
Başkent Roma, imparatorluğun değişik öğelerini bünyesinde eriten bir pota durumuna geldi. Ayrıca büyük çaplı yapılaşmalarla görkemli bir imparatorluk kenti görünümünü kazandı. Buna karşılık öteki eyaletlerin gelişmesiyle İtalya ekonomik bakımdan geriledi. Mısır dışında Roma’nın eyaletler üzerindeki doğrudan yönetimi genellikle en alt düzeye indi. Ama kentleşmenin altın çağına ulaştığı bu süreçte özerk örgütlenme yapısında çözülme belirtileri de ortaya çıkmaya başladı. İmparatorluğun genelinde bir sınıf farklılaşması belirginleşti. Kölelik yaygın biçimde sürerken, yoksulluk ciddi boyutlara ulaştı. Galya, İber Yarımadası, Daçya ve Tuna Havzası bir Latin kimliği kazanma sürecine girdi. Doğu eyaletlerinde ise güçlü bir Helenleşme eğilimi kök saldı. Bu ayrılık kentlerin yapısında ve yaşam biçiminde de kendini gösterecek düzeye çıktı. İmparatorluk bünyesindeki değişik halklar genel kültürel etkileşime karşın kimliklerini koruyabildiler. Düzen karşıtı bir çizgide gelişen ve büyük kıyımlara hedef olan Hıristiyanlık ile bazı yerel kültler dışında, Roma’ya yabancı dinler hoşgörüden yararlandı.
Gümrük engellerine ve bürokratik işleyişin ağırlığına karşın, ekonomi hemen her alanda canlı bir gelişme olanağı buldu. Ticari ilişkiler Roma sınırlarının ötesine taştı. Ama dengesiz ihracat ve ithalat ile köle emeğine dayalı yetersiz altyapı, ciddi sorunların işaretini vermeye başladı. İmparatorluk için yeni bir sorun kaynağı da sınırlarda geniş bir ordu besleme zorunluluğuydu.
Edebiyat ve sanat yaşamı genelde zenginleşmekle birlikte yaratıcılığını yitirdi. Yunan kültürü ise imparatorların desteğiyle yeni bir yükselme dönemine girdi. Roma mimarlığı bütün imparatorluğa egemen oldu.
İMPARATORLUĞUN SON DÖNEMİ.
Severus hanedanı (193-235).
Commodus’un ölümünü izleyen karışıklıklar sırasında rakiplerini saf dışı ederek imparatorluğu denetim altına alan Septimius Severus (hd 193-211) bir tür askeri monarşi kurarak devlet yönetimini alt sınıflardan gelen görevlilerle doldurdu. Devlet gelirlerini artırmak için vergi ve zorunlu çalışma yükünü daha da ağırlaştırdı. Partlara (197-202) ve Britanya’daki Kaledonyalılara (208-211) karşı iki büyük sefer düzenledi. Babasının politikalarını daha baskıcı bir tutumla sürdüren Caracalla (hd 211-217) bütün özgür kişilere yurttaşlık hakkı tanıdı (212). Ama giriştiği harekâtlar imparatorluğun mali ve askeri gücünü sarstı.
Part seferi sırasında Caracalla’yı öldürte- rek imparatorluğunu ilan eden Macrinus’un ortadan kaldırılmasından sonra 218’de başa geçirilen Elagabalus, dört yıl geçmeden muhafızlarınca öldürüldü ve yerini Alexander Severus’a bıraktı. Doğuda yeni bir güç olarak yükselen Sasanilere karşı başarısız bir sefere girişen Alexander Severus, tırmanan iç karışıklıkların üstesinden gelemedi ve Tötonlara karşı düzenlenen bir seferde askerlerce öldürüldü (235). Severus hanedanı dönemindeki önemli gelişmelerden biri de giderek yayılan Hıristiyanlığın daha özgür bir ortamda güçlenme olanağını bulmasıydı. Öte yandan Latin edebiyatı gerilerken, her alanda bir Yunan rönesansı gelişmeye başladı.
Askeri anarşi ve dağılma (235-270).
Severus hanedanından sonra imparatorluk makamının sık sık kanlı savaşlarla el değiştirmesi, Roma’yı özellikle barbar akmları karşısında etkisiz duruma düşürdü. Ordularıyla Roma topraklarını altüst eden Got, Vandal, Ge- pid, Frank ve Alaman gibi barbar kabileler yer yer Roma’nın tanımak zorunda kaldığı siyasal yapılar oluşturmaya başladılar. Bu arada Doğu’da saldırıya geçen Sasaniler, Roma ordularını Fırat’ın gerisine çekilmek zorunda bıraktılar. Askeri bir diktatörlüğe dönüşen imparatorluğun zayıflamasına bağlı olarak eyaletlerde bağımsız güç odakları ve kopmalar yaygınlaştı. Bazı imparatorların döneminde Hıristiyanlara karşı kitlesel baskılar yeniden yoğunlaştı. Barbar akınları ve iç savaşlar birçok bölgenin ve kentin yıkımına yol açtı. Ana ticaret yollarının büyük bölümü felce uğradı. Ekonomik bunalımı izleyen genel yoksullaşma ve üretim düşüşü, köylüleri toprağa ve zanaatçıları kente bağlamaya yönelik sıkı bir bürokratik denetimi gündeme getirdi.
Toparlanma ve imparatorluğun yeniden düzenlenmesi (270-337).
Illyria kökenli imparatorların İkincisi olan Aurelianus (hd 270-275) barbar akınlarını durdurarak ve iç ayaklanmaları bastırarak imparatorluğun birliğini yeniden sağladı. Gene Illyria kökenli iki ardılı Probus (hd 276-282) ve Carinus (hd 283-285) ekonomiye belirli bir düzen getirerek ve barbarları Tuna eyaletlerine yerleştirerek bu gelişmeyi daha ileriye götürdüler.
İmparatorluğun gerçek kurtarıcısı sayılan Diocletianus (hd 285-305) Tetrarchia (Dörtlü Yönetim) düzenini kurarak geniş toprakları iki “augustus” ve iki “caesar”ın yönettiği dört bölgeye ayırdı. Belirli bir ardıllık sistemi getiren bu düzeni teokratik bir devlet yapısıyla pekiştirdi. Merkezî bir bürokrasinin temellerini atarken, orduyu yeniden düzenleyerek eski disiplinine kavuşturdu. Eyaletleri bölme yoluyla daha etkili bir yönetim mekanizması yarattı. Savaşlar ve köklü reformlar yüzünden olağanüstü biçimde artan harcamaları karşılamak üzere araziye ve verimliliğe bağlı yeni vergiler getirdi. Bağımsız güç odaklarını ortadan kaldırarak içerideki anarşiye son veren Diocletianus, Sasanilerin de geriletilmesini sağlayarak Roma sınırlarını Dicle Irmağına ulaştırdı. İmparatorluğunun son yıllarında ise Hıristiyanlara karşı geniş çaplı bir baskı kampanyası başlattı.
Diocletianus’tan sonra Tetrarchia düzeninin bozulmasıyla yedi rakip imparator ortaya çıktı. Dinsel çekişmelerin de yön verdiği bir dizi karmaşık iç savaşın ardından 324’te tek imparator olan I. Constantinus (hd 306-337), bu süreçte benimsediği Hıristiyanlığın yerleşmesi için büyük çaba gösterdi. Konstantinopolis adını verdiği Byzantium’u “ikinci bir Roma” yapmaya çalıştı. Diocle- tianus’un yönetim reformlarını yeni makamlarla pekiştirdi.
Constantinus’un ardılları.
Constantinus’ tan sonra üç oğlu imparatorluğu aralarında paylaştı. Başlangıçta Doğu eyaletlerinin yönetimini üstlenen ve iki kardeşinin saf dışı olmasıyla tek imparator durumuna gelen II. Constantius (hd 337-361), iç ayaklanmalarla uğraşırken Sasanilere karşı da sonuçsuz kalan bir dizi savaşa girişti. Yerini alan yeğeni Iulianus (hd 361-363) paganlığı yeniden güçlendirmek amacıyla Hıristiyanları sindirmeye çalıştı ve Sasaniler karşısında uğradığı büyük bozgun sırasında öldürüldü.
Iulianus’un ardından I. Valentinianus Batı’da, kardeşi Valens Doğu’da hüküm sürmeye başladı. Sınırları güçlendirmeye ve dinsel barışı sağlamaya çalışan Valentinianus 375’te ölünce yerini genç oğlu Gratia- nus aldı. Valens ise Got akınları karşısında tutunamayarak 378’de bir çarpışmada öldürüldü. Gratianus’un Doğu imparatorluğuna getirdiği I. Theodosius (hd 379-395) barbar kabilelerin Roma topraklarına yerleştirilerek çözümlenmesine ve dinsel alanda Doğu ile Batı’nın birbirinden ayrılmasına (381) öncülük etti. Batı’daki bir ayaklanmada Gratianus’un öldürülmesini (383) izleyen dönemde denetimi sağlayarak tek başına imparator oldu (388). Daha sonra etkili önlemler alarak paganlığı ve Ariusçuluğu büyük ölçüde sindirdi. Theodosius’un ölümü imparatorluğun resmen ikiye bölünmesini getirdi.
Batı Romanın çöküşü.
Devlet işlerini komutanlara bırakmak zorunda kalan Honorius’un yönetiminde Doğu Roma’yla bağları giderek kopan Batı Roma, çok geçmeden barbar akınlarıyla toprak yitirmeye başladı. Galya, İspanya ve Britanya birbiri ardına Roma denetiminden çıktı. III. Valentinianus döneminde (425-455) Afrika topraklarının da Vandalların eline geçmesiyle, İtalya bir kuşatma altına girdi. Yönetime egemen olan Romalı komutan Aetius’ un kazandığı bazı askeri başarılar bu durumu tersine çevirmeye yetmedi. Aetius'tan sonra imparatorlar Germen kabile şeflerinin kuklası durumuna geldi. Sonunda Odovakar’ın Romulus Augustus’u devirmesiyle Batı Roma tarihe karıştı.
Kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 5 Ocak 2017 17:57