Ziyaretçi
FERMÂN VE BERÂTLAR
Sponsorlu Bağlantılar
Osmanlı Arşivi’nin önemli özelliklerinden bir tanesi de tarihî, siyasî, ekonomik vb. konular yanında kültürel, estetik ve sanatsal değerleri de içerisinde barındırmasıdır. Arşivlerimiz bu yönüyle de millî kültürümüz, millî kimliğimiz ve estetik zevklerimiz açısından çok zengin bir kaynaktır.
Bir dönemi en iyi yansıtan unsurlardan birisi de muhakkak ki, o dönemin sanat eserleridir. Sanat eseri, her dönemde insan düşüncesinin ve zevkinin, soyuttan somut hale dönüşmesidir. Sanat bu yönüyle, bir toplumun içinde yaşadığı dönemin de aynasıdır.
Türk sanatının önemli materyallerinden olan, bir yazma ciltte, bir hatta, bir tezhibte hala hayranlıkla seyredilen sanat kudretini ve ifade tonunu, estetik bir olgunluğa erişmiş ince ruhta aramak gerekir. Bugün, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin en önemli koleksiyonlarından birisi olan “Müzehhep Fermanlar Koleksiyonu” da böylesi olgunlaşmış estetik zevkin ve ince bir ruhun ürünüdür. Bu fermanlar, döneminin çok önemli olaylarını, konularını ihtiva etmekle kalmaz, beraberinde, döneminin sanat kudretini ve ifadesini, üslubunu, zevkini, asaletini ihtişamla ortaya koyar.
Türk kültür ve sanat değerlerini, bu arada Osmanlı Arşivlerini de tanıtmak maksadıyla söz konusu fermanlardan bir demet seçilerek, genişletilmiş olarak yeniden yayınlanmaktadır. Osmanlı fermanlarının yayınlanmasıyla, Osmanlı döneminin hukukî, siyasî, ekonomik, kültürel değerlerinin yanısıra, bu dönemin sanat anlayışı, Osmanlı arşiv belgelerinin özellikleri, Osmanlı diplomatiği ve dolayısıyla Türk arşivciliği de yerli ve yabancı bilim çevrelerine tanıtılmış olacaktır.
Türk tarihinin önemli materyallerinden olan ferman, berât ve tuğra hakkında aşağıda verilen kısa açıklamalar eserle ilgilenenlere yardımcı olacaktır.
Ferman
Farsça buyurmak, emretmek mastarından türetilen ferman kelimesi sözlükte emir, emirnâme, buyruk, hükümdar alâmeti gibi anlamlar ifade eder. Terim olarak ferman, yapılması gereken bir iş, ifa edilmesi gereken bir görev için hükümdar tarafından verilen ve hükümdarın tuğrasını taşıyan yazılı emirdir.
Fermanlar umumiyetle hükümranlığın ve saltanatın bir nişanesi olarak, altın yaldız ve muhtelif renk ve motiflerle süslenmiş oldukları gibi, süs ve yaldızdan uzak, sade de olabilirler.
Bir ferman metni incelendiğinde, şu önemli unsurlar göze çarpar:
a. Davet (duâ) formülü fermana başlanırken en üstte yer alan ve “Allah’ın adıyla” işe başlanıldığına dair bir yazıdır ki bu yazı, fermanlarda genellikle “hû” veya “hüve” şeklinde yazılmıştır. Formül sadece fermanlarda değil, genellikle, diğer belgelerde de bulunmaktadır. Bu formül bazen açıkça yazıldığı halde bazen de tezhibin içinde saklanmıştır.
b. Metinde ferman sözünün belirtilmesi,
c. Kendisine ferman verilen veya gönderilen şahsın, sosyal mevkiine ve vaziyetine uygun bir üslûpla hitap edilerek isminin ifade edilmesi,
d. Fermanın veriliş veya gönderiliş sebebi ile, yapılması gereken işin (emrin) açıkça yazılması,
e. Emredilenin yerine getirilmesinde, memurun başarıya ulaşması için dilek ve temenni, yani duâ,
f. Fermanın yazıldığı yer ve tarih.
Fermanların bir kısmı yazılarak ve üzerine hükümdarın tuğrası çekilerek gönderilir ki bunlara “emr-i şerif” denilir. Tuğranın sağ üst tarafına, umumiyetle müzeyyen bir çerçeve içinde, padişahın kendi el yazısı ile “Mûcebince amel oluna” ibaresi yazılır, gönderilen fermanlara ise “hatt-ı hümâyûnla muvaşşah” yani padişahın el yazısı ile süslenmiş ferman denilir.
Berât
Arapça asıllı bir kelime olup, yazılı kağıt, mektup anlamlarını ifade eder. Bir tarih terimi olarak berât, Osmanlı Devleti’nde bazı memuriyetlere tayin edilenlere, görevlerini ve yetkilerini belirten, padişahın tuğrasını taşıyan ve tayin emirlerini ihtiva eden belgelere denir. Aynı zamanda berâta “biti”, “berât-ı şerif”, “nişân-ı şerif”de denilir.
Bir berâtta, verilen görevin cinsi, yeri, geliri veya maaşı, verilenin ismi, niçin verildiği ve kendisinden ne istenildiği, kumandanlık, serdarlık veya diğer mühim bir vazife tevcihi için ise berât sahibinin salâhiyet derecesi belirtilirdi.
Berâtlar, tîmâr, iltizâm, muâfiyet, mukâtaa, mâlikâne, imtiyâz berâtları; beylerbeyilik, nişancılık, defterdarlık, vezirlik gibi memuriyetlerin berâtları; imâmet, hitâbet, ferâşet ve tabâbete mezuniyeti hâvi berâtlar gibi konularına göre isimlendirilirler.
Timâr berâtlarında, timâr sahibinin hüviyeti belirtildikten sonra tîmâr olarak verilen yerin sancak, kaza ve köyü, tîmârın nev’i, ne suretle verildiği (yeniden, mahlûlden, yahut da birinin üzerinden alınarak mı verildiği), yıllık hâsılât miktarı belirtilir ve berâtın bir hizmet karşılığı olarak verildiği yazılırdı.
İltizâm berâtlarında, berâtı alanların ismi, hüviyeti, iltizâmın hangi maksatla verildiği ve hangi tarihler arasında devam edeceği, iltizâm bedelinin taksit mikdarı ve müddetleri, iltizâmın ne suretle alınacağı ve idare tarzı açıkça ifade edilirdi.
Muâfiyet berâtları ise, berât sahibinin hangi vergi ve harçlardan muaf olduğunu gösterirdi.
Padişahlar değiştikçe bütün berâtlar değiştirilerek yeni padişahın tuğrası ile yeni berâtlar verilirdi. Bu durum, berâtlarda “tecdîd-i berât” ibâresi ile belirtilirdi.
Berâtlarda da, fermanlarda olduğu gibi belirli kısımlar vardır. Hemen ilk başta duâ cümlesi yer alır ki, bu cümle fermanlarda, sadece “hû” veya “hüve” gibi formül şeklinde yazılırken beratlarda, “Hüve’l-mü‘în”, “Hüve’l-ganiyyü’l-mugni’l-mu‘în”, “Hüve’llâühü’l-mu‘înü’l-fettâh”, Zikru’llâhi te‘âlâ a‘lâ” vs. cümleler yer almaktadır.
Tuğradan sonra ise nişan formülü yer alır ki, bu formül padişaha ait diğer belgelerde bulunmaz. “Nişân-ı hümâyûn oldur ki...”, “nişân-ı şerîf-i âlîşân-ı sultânî ve tuğra-yı garrâ-yı cihân-sitân-ı hâkânî hükmü oldur ki...” vs. formüller nişan formülü içinde sayılabilirler. Elkab, nakil, emir, tekîd, tarih ve mahall-i tahrîr ise beratın diğer rükünleridir.
Tuğra
Tuğra, Türkçe’de kelime olarak padişahın ismini ihtiva eden özel bir işaret, padişahın imzası gibi anlamlar ifade eder.
Kelimenin aslı Oğuz lehçesinde “tuğrağ” olup, hükümdarın basılmış imzası demektir. Oğuz hakanları, Selçuklu sultanları ve nihayet Osmanlı padişahları tuğrayı kullanmışlardır.
Osmanlı belgelerinde kullanılan ve Arapça’da “remiz, imza” anlamlarındaki “tevkî” kelimesi ile keza Farsça’da yine aynı anlamlardaki “nişân” kelimesi, tuğra ile müterâdif olup, “tevkî‘-i hümâyun”, “tevkî‘-i refî‘”, “nişân-ı şerîf-âlîşân-ı sultânî” gibi tabirlerin hepsi de tuğra demektir. Ferman, berât, menşur vesair belgelerde kullanılan “alâmet-i şerîfe” tabiri de tuğrayı ifade etmektedir. Tuğrayı çekene “tuğrâî”, “tuğrakeş”, “tevkî‘î” veya “nişancı” denilirdi.
Tuğra belirli kısımlardan meydana gelmiştir. Padişahın kendisi ve babasının isminin yazıldığı kısma, taht, kürsü veya sere adı verilir. Buradan sola doğru uzanarak aşağıdan yukarıya doğru uzayan ve iç içe iki kavisten meydana gelen kısma ise, beyze veya sancak adı verilir. Beyzelerin ucundan devam eden ve tahtın sağ tarafına doğru uzayan paralel iki çizgiye de kol, hançer veya kılıç adı verilir. Tahtın üst kısmında yukarıya doğru birbirine paralel uzayan üç çizgiye ise tuğ veya flama denilir. Tuğların üst kısmından aşağıya doğru sarkan “s” şeklindeki üç çizgi ise zülfe diye adlandırılır. İlk devir tuğralarının bazılarında tuğların üzerinde küçük “vav” şeklinde “ötre” harekesine benzeyen işaretler görülmektedir ki, bunlara vasla denilir.
Kürsü veya sere olarak tanımlanan taht kısmı, Osmanlı tahtını sembolize eder, üstünde de daima muzaffer olan sultanın adı yazılmaktadır. Sağ tarafa doğru uzanan kılıç, kuvvet ve kudretin sembolü ve üst tarafta yer alan tuğlar bağımsızlığı simgelemektedir.
Zülfelerin ucu ve sancağın tuğranın sol tarafına açılması ise, rüzgarın doğudan batıya doğru estiğini simgelemektedir.
Tuğranın büyük Selçuklulardan Memlûklülere geçtiği söylense de, Memlûklülerin kullandıkları tuğralar kavisli olmayıp düz satırlar üzerine yazılmış cümleler halinde olup kelimelerdeki keşidelerin fazla uzatıldıkları ve çokluğu ile dikkat çekmektedir.
Bilinen şekliyle tuğra, ilk defa Orhan bey tarafından kullanılmıştır. Daha sonra tuğralar şekil itibarıyla hep gelişme halindedir. İlk tuğralarda, hükümdarın ismi ile babasının ismi yer almaktaydı: Orhan bin Osman, Murad bin Orhan, Emir Süleyman bin Bayezid gibi. Yıldırım Bayezid zamanında baba adından sonra “han” sıfatı da ilave edilmiş ve II. Murad’dan itibaren “muzaffer dâima” eklenmiş olup, II. Mehmed’den sonra ise “el-Muzaffer dâima” duâ cümleri de tuğralarda yer almıştır. Yavuz Sultan Selim’den itibaren de “han” kelimesinin yanı sıra padişah isimlerine “şah” kelimesi ilave edilmeye başlanmıştır. III. Ahmed’den sonra bu kelime terkedilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde, padişahların isimlerini ihtiva eden tuğra, arma olarak kullanıldığı gibi, berât ve fermanlarda, zamanla sikkelerde, resmî âbideler, posta pulları ve damgalı resmî evrak ile kontrol damgası olarak da altın ve gümüşten mâmûl eşya üzerine basılmak suretiyle yaygınlaştırılmıştır.
FERMÂN VE BERÂTLARDA TEZYÎNÂT
Fermân ve beratların tezyînâtı, dönemlerinin nakış üslubunu yansıtması, tezhîb sanatını günümüze taşıması ve yüzyıllara göre üsluplardaki değişim ve yenilikleri göstermesi bakımından büyük önem taşır. Bir fermânda, tezyîn edilen kısımlar, şöyle sıralanır.
1. Tuğra: İlk zamanlarda siyah mürekkeple çekilen tuğra, Fatih döneminde altın mürekkeple çekilmeye başlanmış ve II. Beyazıt döneminde, beyzeleri tezyîn edilmiştir. Bu tezyînâtta sıvama altın halkâr ve klâsik tezhîb, bezeme özelliği olarak dikkat çeker.
Onaltıncı yüzyıl tuğralarında, klâsik dönemin bütün ihtişamını görmek mümkündür. Lâcivert ve altının dengeli uyumu, Nakkaşbaşı Kara Memi’nin çiçeği adı anılan bahçe çiçekleri, Çin bulutu, saz yolu motifleri, negatif teknikle boyanmış motifler, Haliç işi denilen helezoni bezemeler ve rûmî kompozisyonlar, dönemin nakış özellikleri olarak tuğralara yansımıştır.(Örneğin, Kanunî, II. Selim, III. Murad tuğraları). Yüzyılın sonuna doğru tuğranın harf boşluklarındaki süsleme, dışarı taşmış ve yukarıya doğru üçgen biçimi alarak yükselmiştir. Selviden mülhem bu form, (hayat ağacı formu) bazı değişikliklere uğrayarak ondokuzuncu yüzyılın ortasına kadar devam etmiştir. Genellikle Haliç işiyle bezenen formun içi, daha sonraki dönemlerde, halkârî ve şikâf tarzında bezenmiştir. Tuğranın harf boşluklarına ise genellikle, klâsik tezhîb, halkâr, Haliç işi, negatif bezeme ile nadiren de olsa şebekî ve harşefî tezyînât yapılmıştır.
Onyedinci yüzyılda ise lâcivertin canlılığını kaybetmesi, altın zeminlere iğne perdah yapılması ve kompozisyondaki gerileme, tuğra tezyînâtında da görülmektedir. Yüzyılın sonuna doğru başlayıp, onsekizinci yüzyıl başlarında yoğun olarak hissedilen batı etkisindeki gölgeli çiçek boyamalarının güzel örneklerini, fermânlarda da görmek mümkündür. (bkz. Ferman no: 61, 64/1, 68/1,) Yine, bu dönemde saz üslubunun yeniden canlanması, gümüşün kullanımı, natüralist çiçekler, stilize selviler ve ay yıldız motifi tuğra tezyînâtında karşımıza çıkmaktadır. On sekizinci yüzyılın sonuna doğru başlayıp, ondokuzuncu yüzyılda devam eden Türk rokokosu bezemenin en güzel örnekleri II. Mahmud tuğralarının tezyînâtında görülmektedir. Ayrıca tuğra formu, Tuğrakeş Mustafa Râkım Efendi’nin eliyle bu dönemde zirveye ulaşmıştır.
Son dönem tuğralarında ise, iki renk altın ile yapılan arma, ay-yıldız, güneş ışınları, rokoko çiçekler ve rokoko bordür, bezeme unsurları olarak sayılabilir.
Tuğralar her zaman tezyîn edilmeyip, bazen sade bırakılmıştır.
2- Yazı Üzeri: Zerefşân ile tezyîn edilir. Celî dîvânî yazılara lâlefşân, mavi ve siyah serpme de yapılır. Bazen harfler üzerine, altın noktalar konulduğu görülmüştür.
3- Yazı Araları: Beyne’s-sutûr da denilen bu kısım, altın noktalar, rokoko motifler (bkz. Ferman no: 654/1), ay-yıldız (bkz. Ferman no: 628), zerefşân ve halkârî (bkz. Ferman no: 254) ile tezyîn edilir.
4- Duâ Cümlesi: Genellikle, altın noktalar ve zerefşân ile müzeyyendir.
5- Mahall-i Tahrîr: Halkârî, altınlı negatif motifler, zerefşân ve altın noktalarla tezyîn edilmiştir.
6- Hatt-ı Hümâyûn: Genellikle, serlevha (iklîl) tarzında tezhîblenir. Tezhîbi klâsik tezhîbdir. Pervazlarına, geçme ve kurtçuklar yapılır. Bazı fermanlarda ise, dönemin sanat özelliklerini yansıtan bezemelerle çerçeveye alınan hatt-ı hümâyûn, tuğra tezhîbinin bazen içinde, bazen de dışında yer almıştır.
7- Boşluklar: Tuğra bezemesi ile yazının haricinde kalan kısımlar, ilk dönemlerde boş bırakılmıştır. Hatt-ı hümâyûn tezhîbi, bazen bir gül dalı veya çiçek buketi, şikâf veya halkâr bezemeli saz motifleri, rokoko çiçekler, ay-yıldız ve arma gibi motifler, boş kısımların tezyînâtında kullanılmıştır. Ondokuzuncu yüzyılda ise ferman kağıdına, halkârî veya Türk rokokosu bezemeler yapılmıştır. Nadiren de olsa, 684 numaralı fermanda görüldüğü gibi, bütün yüzey tezhîblenmiştir.
İngilizceye yapılan terdcümede, fermanlarda ve tezyînâtla ilgili açıklamalarda geçen unvan, makam ve terminolojilerin karşılığı bulunmadığından, bunların tercümeleri tefsîrî olarak yapılmıştır. Mesela “müderris = The doctor of theologie” ve “Ravza-i Mutahhara = The tomb of prophet”da olduğu gibi.
kaynak = devletarsivleri.gov.tr