Arama

Basın Hukuku

Güncelleme: 16 Mart 2008 Gösterim: 3.751 Cevap: 2
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
16 Mart 2008       Mesaj #1
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
BİRİNCİ BÖLÜM

Sponsorlu Bağlantılar
I.GAZETECİ VE HAKLARI

1966 yılında Birleşmiş Milletler “Vatandaşlık ve Siyasi Haklar için Uluslararası Sözleşme” ve 1978 yılında Unesco “Kitle İletişim Araçlarına İlişkin Temel İlkeler Bildirgesi” ni kabul ederek evrensel kuralı koymuştur. Buna Göre; “kamunun bilgi edinebilmesini güvence altına almak, kamunun kullanacaği bilgi kaynak ve araçlarının çeşitliliği ile olur. Böylece, her bireyin gerçeklerin doğruluğunu araştırabilmesi ve olayları yansız olarak değerlendirebilmesi sağlanır. Bu yüzden gazetecilerin haber verme özgürlüğü ve bilgi toplayabilmek için her türlü olanakları bulunmalıdır”.

Gazetecinin hakları konusunda bizdeki temel hukuki kural Anayasanın 28. maddesinde bulunmaktadır. Buna göre “basın hürdür, sansür edilemez...Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır”.

Bu düzenlemeden ilk hak ortaya çıkmaktadır. Bu, “haber alma hakkı”dır.

Haber alma hakkı, haberin yanısıra düşünceleri de serbestçe öğrenebilmek ve toplayabilmeyi içermektedir. Haber alma hakkı iki yönlüdür. Bir yanında medya çalışanlarının öğrenme hakkı, diğer yanında vatandaşların öğrenme hakkı bulunmaktadır. Anayasa, ayrıca Devlet’e haber alma hakkı üzerindeki engelleri kaldırma görevi vermiştir. Ama Anayasa, temel hak ve hürriyetleri sınırlayan ve durduran 13. ve 15. maddelerinde “kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlakın korunması ve olağanüstü hal” gibi ne yöne çeksen, o yöne gelecek kavramlar kullanmıştır. Bu elastik düzenlemelerle kötüniyetli kişi yada Devlet görevlileri hakları yok etme imkanına kavuşmuşlardır. Düzenlemedeki ”genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz” cümlesi dahi bu kötü niyetleri önleyemez. Allah, Anayasa Mahkeme’mizin yardımcısı olsun . Çünkü bu muğlak kavramları o değerlendirecektir.

Haber alma özgürlüğü konusunda Devlet’e gerekli tedbirleri alma bir görev olarak verilmişken, bu alandaki engelleme yukarıdaki genel sınırlama dışında ayrıca, “memurların bilgi ve demeç verme yasağı” ile yine Devlet’ten gelmektedir. Devlet, eğer haber kaynaklarına yasak koyarsa vetandaşın yöneticileri denetlemesi nasıl gerçekleşecektir. Vatandaş istiareye mi yatacaktır. Bu düzenleme, akla “Devlet’in gizleyecek birşeyleri mi olmaktadır ki yasak koyuyor” sorusunu getirmektedir. Derin Devlet kavramının yanında birde Gizlenen Devlet ortaya çıkmaktadır. Bırakın yasak koymayı, “konusu suç olan veya hukuka ve insan haklarına aykırı bir eylem ve işlemi öğrenen kamu görevlisinin bunu 24 saat içinde yetkili makamlara bildirmemesi ve bu konuda Medya’dan gelen kişilere doğru bilgi vermemesi” cezalandırma konusu olmalıdır. Devleti en iyi bilen onun çalışanlarıdır. Devlet Memurları Kanunu ile bu yasağı koymak vatandaşın haber alma hakkına ve Anayasa’ya aykırıdır.

Haber alma hakkını sağlayan yollardan biri de Basın araçlarının çeşitliliğinin Devlet’çe sağlanmasıdır. Devlet bu alana kişilerin girmesini, yatırım yapmasını engelleyecek bir tutumda olmamalıdır. Tekelleşmeyi engellemelidir. Yoksa tek yönlü ve yanlı bir bilgilendirme olur. Toplumu oluşturan her ses ve renk Basın da kendini ifade edebilmelidir. Aksi takdirde çoğunluğun azınlığı yanlış bilgilendirmesi söz konusu olur. Bu ise demokrasi değil, yarı otoriter bir rejimdir.

İkinci hak, Anayasa’nın 25 ve 26. maddesindeki “düşünme” ve bunun ayrılmaz parçası olan “haber ve düşünceleri serbestçe açıklayabilmek hakkı”dır. İşte Medya ve çalışanları da diğer vatandaşlar gibi, olaylar üzerinde düşünürler ve bu düşüncelerini diğer insanlara açıklarlar. Bazıları “yayma”yı bir üçüncü hak olarak görmekteyselerde, “açıklama”nın içinde “yayma” da olduğundan işi uzatmaya gerek yok.

Bu hakların yanısıra özellikle belirtmemiz gereken bir konu daha var. Bu, Medya’nın “haber vermeme hakkı” dır. Medya, “aman Devlet’i kızdırmayalım, reklam verenle ters düşmeyelim, bu kişi benim hanımın arkadaşı” gibi sebeplerle bilgi sahibi olduğu konu ve olayı gizleyemez. Yani haber vermeme hakkı yoktur. 2

İşte bu haklar, Gazeteciler tarafından hazırlık ve yayın aşamalarında kullanılmaktadır. Ayrıca, Basın çalışanları aşağıda bahsedeceğimiz kişilik haklarına da sahiptirler elbette. Ancak bu haklar diğer kişilerin haklarının başladığı noktada sona erecektir.



II.KAMU YARARI VE DEVLET AÇISINDAN SINIRLAMALAR VE YASAKLAR .

Anayasa, herşeyden önce yukarıda açıkladığımız şekilde Basın’ın ve vatandaşların kişilik haklarını saymıştır. Birinin başladığı çizgide diğeri sona ermektedir. Anayasa, daha sonra bu “temel hak ve özgürlüklerin; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve sağlığın korunması amacı ile ve Anayasa’nın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini” söylemiştir. Bu sınırlamalar ise demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz.

Temel hak ve hürriyetlerin; bölücülük, ırkçılık, şeriatçılık, Cumhuriyeti yok etme amaçlarıyla kötüye kullanılması ise, Anayasanın 14. maddesi ile yasaklanmıştır.

Bu haklar; savaş, sıkıyönetim, seferberlik ve olağanüstü hal sebebiyle evrensel kurallara uyularak, durumun gerektirdiği ölçüde ve geçici olarak kısmen ve tamamen durdurulabilir.

Bu genel sınırlamaların dışında sadece yazılı basına yönelik sınırlamalara çeşitli kanunlarda rastlanmaktadır. Kısaca bunlar hakkında bilgi verelim.



Basın Kanunu’ndaki Sınırlamalar ve Yasaklar

Basın Kanunu’nun 30. maddesi ile, “ceza kovuşturmalarına ait talep ve iddianamelerle, kararların ve diğer her türlü vesika ve evrakın aleni duruşmada okunmasından, hazırlık ve ilk soruşturmalarda takipsizlik veya yargılamanın men’i, tatil veya düşmesi kararı verilmesinden önce yayınlanması” yasaklanmıştır. Yine bu maddeyle, “ceza kovuşturmasının başlaması ile hüküm kesinleşinceye kadar hakim ve mahkemenin hüküm, karar ve işlemleri hakkında mütalaa yayınlamak” yasaktır. Bu suçları işleyen kişiler Ceza Kanunu’nda hapisle cezalandırıldırılır ve yayın organı gazete ya da dergi ise üç günden bir aya kadar kapatılır. Kapatma kararına uymayanlar da bir aydan altı aya kadar hapsedilir. Yayın yasağı askeri mahkemeler için de sözkonusu olabilir. Ek olarak belirtelim, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu 377. maddesi de, gizli veya yasak konulan duruşmalarda yayın yasağına uymamayı altı milyon liraya kadar para ile cezalandırmaktadır. Haklısınız, parayı nasıl olsa siz ödemiyorsunuz, ama ben kanunlara uyarım masalını da kimse yutmaz sonra.

Basın Kanunu’nun 32. maddesi, intiharlar hakkında haber çerçevesini aşan ve okuyanları etki altında bırakabilecek nitelikte olan ayrıntılı yazılar ve olaya ilişkin resimlerin yayınını yasaklamıştır. Cezası küçük bir miktar para olup, düşündüğünüz gibi caydırıcılıktan uzaktır.

Aynı Kanun 33. maddesinde ise, homolar ve lezbiyenlerle, evlenmeleri yasaklanmış diğer kişilerin cinsel ilişkilerine dair haber yayını, 18 yaşından küçük suçlu ve mağdurların kimliğini açık edecek yazı ve resim yayını ile Türk Ceza Kanunu’ndaki, 15 yaşından küçükleri kaçırma, alıkoyma, ırzına geçme yada saldırı, onlarla cinsel ilişki, Evlenme vaadiyle kızlık bozma (alcam seni kız demedinmi ?), kadın kaçırma ve alıkoyma, kız yada erkek farketmez laf atma ve sarkıntılık yapma, zina yapma, fuhuşa teşvik, kadın satma ve ********lik hakkındaki haber ve yorumlarda mağdurların kimliklerini açıklayıcı bilgi ve resimlerin yayınlanmasını yasaklamıştır. Bu yasağa uymayanlar para ve üç aya kadar hapisle cezalandırılırlar.

Basın Kanunu 31. maddesi ile de, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, milli egemenliğe, Cumhuriyetin varlığına, milli güvenliğe, kamu düzenine, genel asayişe, kamu yararına, genel ahlaka ve sağlığa aykırı olup, yabancı memleketlerde basılmış eserlerin Türkiye’ye sokulması ve dağıtılması Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanabilir” hükmünü getirmiştir. Cezası küçük bir miktar para ama yanında okkalısından üç aydan bir yıla kadar hapis. Bizim Vedat Duru böyle durumlarda, “aman abi...şişşşt” der ve konuyu kapar.

Basın Kanunu’nun 15. maddesine aykırı olarak, özel çaba sonucu elde edilen haber ve resimlerin yayın sahibinin rızası alınmadan yayınlanması halinde fail küçük bir miktar para cezasına çarptırılır.

Aynı kanun, hükmün ilanı şeklindeki mahkeme kararlarını gazetelerde üç gün içinde ve dergilerde çıkacak ilk nüshada yayınlamayanlar her nüsha için yirmibin ile ellibin lira arasında para cezasına, cevap ve düzeltmeleri belirtildiği şekilde veya hiç yayınlamayanlara da üç milyon ile yirmi milyon arasında para cezası verilir. Bu paranın beşyüzbin tirajlı bir gazete için komik olduğunu görünce sanırım, cevap ve düzeltmelerin niçin gazetelerde yayınlanmadığını veya kargacık burgacık yayınlandığını anlamışsınızdır. Bu işte hapis cezası yoktur.

Ayrıca Anayasa 28. maddesinde, basılmış eser, yani ilan, kitap, gazete ve dergilerin toplatılması, el koyulması ve zaptına dair hükümler de getirmiş ve bu konular Basın Kanunu’nda ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Basın Kanunu Ek Madde 1’de; Devlet’in iç ve dış güvenliğini, bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye, ayaklanmaya yahut isyana teşvik eden ve Devlet’e ait gizli bilgileri içeren basılmış eserlerin dağıtımının savcılıklarca önleneceği, bu suçların yanısıra müstehcen yayın suçu, Atatürk aleyhine yayın ile vicdan ve toplanma hürriyeti aleyhine suçların işlenmesi halinde savcılık yada sulh ceza hakimliğince yayınların toplatılacağı düzenlenmiştir.Bu maddeye göre ayrıca basım araçları müsadere edilir.



Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlarda İlgili Kanun’daki Yasaklar

Bu Kanun’a göre, eğer Türkiye tarafından tanınmış bir ülkenin birinci resmi dili değilse

veya Türkçeden başka bir dilin yayılması ve anadil olarak kullanılmasına yönelikse yahut toplantı ve gösteri yürüyüşünde; bu kanunla yasaklanmış bir dil kullanılıyorsa yayınlar mahallin mülki amiri veya sulh ceza hakimi tarafından toplatılır.

Türk Ceza Kanunu’ndaki Yasaklar

Türk Ceza Kanunu, 125 ve 127. maddelerinde; bölücülük, savaş açma ve vatan hainliği amacıyla yayın yapmayı suç saymıştır. Bu yönde yayın yapanlara üç yıldan başlayan hapis ve en ağır suç için ölüm cezası verilir. Yemin ederim, açın bakın Vallahi.

Milli bayrak ve diğer sembollere saldırı amacıyla yayın yapanlar 145. madde gereği bir yıldan başlamak üzere hapsedilir.

Ülke güvenliğini tehlikeye düşürecek olan ve halkı askerlikten soğutma amacı güden yayınları yapanlar ise, 155. maddede para cezası ve iki aydan iki yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Mehmet Ali Birand son anda yırtmışsa da, HBB Televizyonu’nda yayın yapan iki kişinin bu suç nedeniyle yıldırım çarpmışa döndüğünü Medya ile ilgilenenler hatırlamaktadır.

Bunların yanısıra; 153. madde ile askerleri kanunlara aykırı davranmaya teşvik edenler bir seneden beş seneye kadar hapsedilir.

T.C.K.’nun 158. maddesinde, Cumhurbaşkanına hakaret eden, 159. maddesinde ise, Türklüğü, Cumhuriyeti, Meclisi, Hükümetin manevi kişiliğini , askeri ve emniyet güçlerini, Yargı’nın manevi şahsiyetini hakarete uğratan yayınlar için, yayıncıların onbeş günden altı seneye kadar çeşitli sürelerde hapisle cezalandırılacağı belirtilmiştir.

Savaş sırasında halkın moralini bozan abartılı ve gerçek dışı yayın yapanlar 161. maddeye göre, beş seneden başlayan hapisle cezalandırılır.

Dinen kutsal şeyleri kınayan ve hakaret eden yayıncılar 175. madde sonucu altı ay iki yıl arası hapisle karşılaşır.

“Şunu yada bunu vermezsen yayınlarım”, şeklinde tehdit edenler 192. madde gereğince bir yıldan dört yıla kadar hapis ve para cezasına uğrar.

Siyasi partiler, Kızılay veya Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Kurulunun işaretlerini izinsiz basımda veya yayında kullananlar 253. madde gereğince üç aydan başlayan hapis ve para cezaları ile cezalandırılır.

T.C.K.’nun 266. maddesine göre, resmi heyetlere, görevlilere ve hakime söven veya hakaret edenler, iki aydan başlayan hapis ve para cezalarına maruz kalırlar.

Bir suçun işlenmesini tahrik edenler yani “yağmalayın, saldırın, izinsiz gösteri yapın” şeklinde yayın yapanlar, 311 ve 312. maddeleri gereğince üç aydan başlamak üzere hapis ve para cezası ile cezalandırılır.

Sıkılmayın bunlar faydalı bilgiler, yazmasaydım hapiste beni yad ederdiniz.

Ticarette hile ve pazar ya da borsalarda fiyatların artışına yayınla sebep olanlar 358. maddeye göre , üç aydan üç seneye kadar hapis ve para zezasına çarptırılır.

Gerekli bildirim ve izine sahip olamadan matbaacılık yapanlar aynı Kanun’un 533., yetkili makamdan izin almadan ilan, broşür dağıtanlar 534. ve halka açık yerlerde basılı şeyleri halkın huzur ve rahatını kaçıracak şekilde bağararak satan yada dağıtanlar 535. maddelere göre para ve bir aydan başlayan hapis cezalarıyla cezalandırılırlar. Size söylemiştim, bu bilgileri başka kitaplarda bulamazsınız.Teşekkür mü, paranızı helal ettiniz mi ? Acaba bunları size yazmasam da, hapse girdiğiniz zaman beni avukat olarak tutsanız, daha mı çok paranızı alırdım? Neyse, yazdık artık.



Askeri Ceza Kanunu’ndaki Yasaklar

Askeri Ceza Kanunu’na göre; halkı askerlikten soğutan yayınlar yapmak, vatana ya da savaşta ihaneti teşvik etmek, amirlere ya da emirlere itaatsizliğe yönlendirmek ayrıca hapis cezasını gerektiren suçlardır. Aman askeri mahkemelere dikkat, oradan naklen yayın da yaptırmıyorlar. Ne olduğunuzu anlayamadan ve kimseyi ayağa kaldıramadan köy sandığına gidersiniz.


Sıkıyönetim Kanunu’ndaki Sınırlama ve Yasaklar

1402 sayılı Kanun gereği, sıkıyönetim komutanları gerekli gördüğünde her türlü kitle iletişim aracıyla yapılan yayına sansür koymak, sınırlamak, durdurmak ve bunlardan yararlanmak yetkisine sahiptirler. Bu yetkilere haberleşmeyi ve yayınları kontrol etmek, toplatmak ve imha etmeyi de ekleyebiliriz. Ayrıca sıkıyönetim bölgesinde telaş ve heyacan doğuracak şekilde asılsız, abartılmış haber yapan ve nakledenler ikiyıla kadar hapis ve bir miktar para cezasına maruz kalırlar. Arzederim .Emret Komutanım!



Olağanüstü Hal Kanunu’ndaki Sınırlama ve Yasaklar

Bu Kanun ise, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla, gazete, dergi, broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve benzerlerinin basımını, dağıtılmasını, bölgeye sokulmasını yasaklamak ya da izne bağlamak ve toplatmak, sözlü ve görüntülü yayını denetlemek, sınırlamak ve yasaklamak yetkisini, il ve bölge valilerine vermiştir. Aynı Kanun, gerçeğe ve kişilik haklarına aykırı haberlerin yayınlanması halinde otuz milyondan yüz milyon liraya kadar para cezası verileceğini belirtmiştir. Ayrıca, özel amaçla kamunun telaş ve heyecanını doğuracak mahiyette asılsız ve abartılı yayın yapanlar para cezasının yanısıra altı aydan iki yıla kadar hapisle cezalandırılır. Bu ve benzer konudaki kararlar TRT’de ücretsiz yayınlanır.



Terörle Mücadele Kanunu'ndaki Yasaklar

Terörle Mücadele Kanunu ise daha ağır cezalar içermektedir. Suçla ilgili bilgileri haber verenler ile terörle mücadele görevlilerinin ya da muhbirlerin hüviyetlerini açıklamak ya da yayınlamak suretiyle hedef gösterenler, örgütlerin bildiri ve açıklamalarını yayınlayanlar beş milyondan on milyona kadar para cezasına, yayın organının gazete ve dergi olması halinde elli milyondan az olmamak üzere aylık satış tutarının yüzde doksanı oranında yani milyarlarca lira para cezasına çarptırılırlar. Sorumlu müdürlere cezanın yarısı uygulanır. Örgütle ilgili veya devletin bölünmezliği aleyhine propaganda yapan kitap, gazete yada dergilere yüz milyondan aşağı olmamak üzere aylık satış ortalamasının yüzde doksanı oranında para cezası verilir. Sorumlu müdürler yarı oranında para cezası alırlar ancak ayrıca altı aydan iki yıla kadar hapsedilirler.



Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu’ndaki Yasaklar

Bu Kanun’a göre, onsekiz yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır (ne demekse, sanırım zararlı demek istiyor) tesir yapacağı Muzır Kurulu’nca belirlenen tüm basılmış eserler “küçüklere zararlıdır” ibaresini taşıyan içi görünmez poşetlerde satılır.Bunların reklamı yapılmaz. Bu kurallara uymuyanlara satılan ürün bedeliyle orantılı iki milyon liradan başlayan para cezaları verilir.



Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görevleri ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a Göre Sınırlamalar

Bu Kanun’da ise, suç işlemiş onbeş yaşından küçüklerin yargılanmaları ile ilgili yayın yasağı bulunmaktadır. Bu yasağa ilk uymamada küçük bir para cezası, tekrarında ise üç aydan altı aya kadar hapis cezası verilir.



Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’ndaki Yasaklar

Kanun’un 9. maddesi gereğince, mal bildirimlerindeki bilgiler ve kayıtlar esas alınarak içeriği hakkında yayında bulunulamaz. Aksi takdirde dörtbuçuk aydan birbuçuk yıla kadar hapis cezası söz konusudur. Ayrıca, rüşvet, yolsuzluk ihbarlarında dava açılıncaya kadar bilgi vermek ve yayın yapmak yasaktır. Yaparsanız ne olur? Hiç. Çünkü, Kanun yapılırken aksi davranışa ceza düzenlenmesi unutulmuştur herhalde. Tarifsiz acaip bir durum.



Adli Sicil Kanunu’ndaki Yasak

Kanun’a göre; adli sicilde tutulan bilgiler gizlidir. Bu bilgiler görevlilerce ve talep üzerine verilen kişiler ve kurumlarca açıklanamaz. Bu bilgileri açıklayanlara altı aydan bir yıla kadar hapis ve beşyüz binliradan on milyon liraya kadar para cezası verilir.



Bankalar Kanunu’ndaki Yasak

Bankalar Kanunu 84. maddeye göre, bir bankanın itibarını kırabilecek ya da şöhretine ya da servetine zarar verebilecek bir konuya kasten sebep olan veya bu yolda asılsız haberler yayanlar için altı aydan üç yıla kadar hapis ve para cezası verilir.



Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’daki Sınırlama ve Yasaklar

Gazete ve dergi çalışanları açısından dikkat edilmesi gereken bir kanundur. Kanun’un 16. maddesi gereğince ticari reklam ve ilanların yasalara, genel ahlaka uygun, dürüst ve doğru olmaları esastır. Tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı, suistimal edici, güvenliğini ve sağlığını bozan, siddet ve suçu özendirici reklamlar yasaktır. Bu Kanun’a göre, hukuka aykırı reklam için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Reklam Kurulu, ortaklaşa reklamı durdurmak, düzeltmek yetkisine sahip olduğu gibi ayrıca yayın kuruluşuna ikiyüz milyondan iki milyara kadar para cezası verir. Reklamlarla ilgili olarak ayrıca haksız rekabet yapılması halinde Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanun’larına göre, reklamın durdurulması, maddi ve manevi tazminat davalarının yanısıra yayıcılar bir aydan bir yıla kadar hapis cezası ile karşılaşırlar .



III.YAYINA KONU OLAN KİŞİ VE HAKLARI

Herkes kendi kaderini yaşamaktadır. Bu kadere dışardan gelecek müdahaleler de kaderci bir anlayışa göre Allah’ın takdiridir. Ancak, benlik duygumuz bu müdahaleleri ortadan kaldırmaktan yana olup, arzularımızı yaşamayı gerektirmedir. Bu arzularımız bir hak olarak dışarıya “istiyorum, bana ait” şeklinde çıkmaktadır. Fakat toplu yaşamak zorunluluğu, arzularımız ile diğerlerinin arzularının çatışmasını önlemek için, bir uzlaşma zemini oluşturmuştur. “Olmazsa olmaz” arzu ve gereksinimlerimiz “hak” adını almış, buna karşılık diğer kişilerinde arzularına saygılı olmak tarafımızdan kabul edilmiştir. Bunların çatışmasını önlemek için herkesin sınırları çizilmiştir. Eğer biri diğerinin sınırını aşarsa bu, “Hukuk” ve “Yargı” sisteminde cezalandırılacaktır.

Bu arada kişilerin sınırları içinde arzularını gerçekleştirebilmeleri için, fırsat eşitliği gereklidir. “Doğallık” yada “güçlü olan yaşar” kuralı yanında vahşeti de getirdiğinden, toplu yaşam geleneğince yumuşatılmıştır. İnsanlar eşit yapıdaki aileler içinde ve eşit fiziksel güç ve kabiliyetlerle doğmadıklarından, toplumsal kurallar olan “Hukuk”, “Ahlak” ve “Din” güçlüleri engelleyici ve zayıfları koruyucu kurallar getirmiştir.

Daha teknik olarak ifade edersek; vücudu, organları, yaşamı, düşünceleri, onuru, saygınlığı, sırları, dini, ailesi, malları gibi kişinin sahip olduğu bütünün her bir parçasına “hak” adı verilmiştir. Din ve ahlak gibi toplumsal düzeni oluşturan “Hukuk” da, kişilere ait bu hakları korumaktadır.

Hukuk kurallarının en üstünde yer alan Anayasa’nın 12. maddesi, “herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir” demektedir. Bu temel düzenlemeyi hayata geçirmek için kanun, yönetmelik ve idari kararlar gibi diğer alt kurallar yapılıp, hepimizin hakları korunmaktadır. Bu hakların neler olduğuna bakalım.



1.Maddi Haklar

Maddi hakları bedensel haklar ve mülkiyet hakları diye ayırarak iki başlık altında inceleyeceğiz. İsim ve resim de kimi zaman maddi haklara konu olmakta iseler de, uygulamada çoğunlukla manevi açıdan saldırıya uğradığından manevi haklar başlığında incelenecektir.



A.Bedensel Haklar

Anayasa, öncelikle kişinin yaşama hakkını en temel hak olarak almıştır. Kişinin beden bütünlüğüne dokunulamaz. Kimseye eziyet yapılamaz. Herkes kişi hürriyetine ve güvenliğine sahiptir.

Bu hakkın sonucu olarak herkesin bedensel bütünlüğünü ve sağlığını koruma hakkı vardır. Bu haklara kitle iletişim araçlarında yapılan yayınlar sebebiyle zarar verilmişse, yayıncı ve sorumlular bu zararı telafi etmek ve Türk Ceza Kanunu’na göre adam öldürme ve müessir fiil adını verdiğimiz yaralamaya sebep olmuşlarsa bu suçun cezasını çekmek zorundadırlar. Yine Medeni Kanun ve Borçlar Kanunları gereğince, bu bedensel zararlara ve ölümlere ilişkin maddi ve manevi tazminat ödemek durumundadırlar. Özellikle Borçlar Kanunu’nu 47. maddesi fiziki varlığın zarar görmesi durumunda tazminat sorumluluğunu düzenlemiştir.



B.Mülkiyet Hakları

“Dünya malı dünyada kalır”. “Mal sahibi, mülk sahibi nerde bunun ilk sahibi”. Bu sözlerle mülkiyetin belirleyici olmadığı bana göre doğru olarak söylenmişse de Hukuk, mülkiyet hakkını temel haklardan biri olarak düzenlemiştir. Herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu Anayasa kuralıdır. Mülkiyet hakkını oluşturmak amacıyla da insanlar dilediği alanda çalışma ve sözleşme hakkına sahiptir. Kamu hizmetlerine çalışmak için girme hakkı vardır.

“Ölüm hak, miras helal” herkesin bildiği bir sözdür. Kişinin miras yoluyla kazandığı ya da kendi çalışması ile satın aldığı yahut kendisine bağışlanmış olan araba, mücevher, kıyafet, mobilya gibi menkul (taşınır) yada arsa, arazi, ev, işyeri gibi gayrımenkul (taşınmaz) malları da Hukuk tarafından korunmaktadır. Bu malların, gazete ve dergilerdeki yazı ve haberler tarafından doğrudan yok edilme olanağı bulunmamakla beraber, dolaylı olarak bir yayın sonucu zarara uğraması olanak dahilindedir.

Bu malvarlığı haklarınız dışında size geçim, para ve malvarlığı sağlayan ticari işletmeniz ve mesleğiniz de Hukuk’un koruması altındadır. Bir gazete haberi ile halkı galeyana getirip, işyerinin işgali ya da yağmalanmasına neden olmak hukuka aykırıdır. Yine bir yayınla bir firmanın mallarının ya da markasının boykotunu yapmak veya bir kuruluşu sürekli kötüleyerek ona kredi verilmesine engel olmak mesleki ve ticari haklara yapılan saldırılardır.

Türk Ticaret Kanunu’nun 56. maddesinden itibaren haksız rekabet düzenlenmiştir. 57. maddeye göre; başkalarını, onların mallarını, ürünlerini, faaliyetlerini, ticari işlerini yanlış ve gereksiz sözlerle kötülemek, onların ahlaki ve mali yeterliliği hakkında gerçeğe aykırı bilgi vermek veya kendisi hakkında yukarıdaki konularda yanlış ve yanıltıcı bilgi vermek, imalat ve ticari sırları elde etmek ve açıklamak, sır konularından haksız faydalanmak ve başkalarına açıklamak ekonomik açıdan haksız rekabettir. Bu konuda yayın yapılıp, haber ya da reklam yoluyla, bir kişinin adı, firma adı veya ürünü kötülenirse veya kendi ürünü hakkında yanlış bilgi verilirse haksızlığın tespiti, rekabetin önlenmesi, yanlış bilgilerin düzeltilmesi, maddi ve manevi tazminat ile ceza davaları açılabilir.

Yapılan yayın ile, bir kişinin mesleki ya da bilimsel kişilik hakkına ağır ve yersiz eleştiriler yöneltmek, gerçek dışı söylenti ve suçlamalarla toplum içindeki ekonomik ve manevi yerini sarsmak, onun ticari varlığına zarar vermektir.

Ticari kuruluşlar, şirketler ve bankalar için de, gerçek dışı olması kaydıyla, batıyor, kara para aklıyor, ürettiği ürün dayanıksız gibi nitelemeler hukuka aykırıdır.

Gazetecinin kalemi nasıl kutsalsa, şirketlerin yada meslek sırları da o kadar kutsaldır. Bu yüzden meslek ve ticari sırlar mülkiyetle ilgili kişilik haklarındandır. Bir şirketin, işadamının ya da meslek mensubunun ürün araştırmaları, kayıt ve belgeleri, hesapları, defterleri, üretim ve yönetime ilişkin plan ve düzenlemeleri, müşteri liste ve adresleri mesleki ve ticari gizleridir.

Bir haber için bunların fotoğrafını çekmek, planları ya da listelerin fotokopisini çekmek, görüntülemek, yayınlamak hem tazminat hem de hapis cezasını gerektirebilir. Bu kuralın istisnaları vardır. Bir banka, leasing ve faktoring kuruluşunun kredi için istihbarat ve bilgi toplaması hukuka uygundur. Basının haber verme hakkı kapsamında bir suçun işlendiğini, ahlaka yahut sağlığa aykırı bir üretim yapıldığını, küçüklerin çalıştırıldığını söylemek de istisnalardandır.

Toplumda belli ölçüde tanınmış olan politikacı, sanatçı, manken yada sporcular için isim yada resminin bir ticari yarar için izin alınmadan bir ürün veya kuruluş için kullanılması onların mesleki ve ticari haklarına saldırıdır. Zira, bu kişilerin isim ya da resimleri bir marka haline gelmiştir. Bunların isim yada resmi para ve mülkiyet hakkı oluşturmaktadır. Naim Süleymanoğlu, Hülya Avşar, Ali Kırca, Mesut Yılmaz’ın adı ya da fotoğrafının bir ciklet reklamında yahut kredi kartı reklamında kullanılması, ürünün içine bu kişilerin resminin koyulması onların ticari haklarına bir saldırı doğurur.

Mülkiyet haklarından biri de fikir, sanat, müzik ve edebiyat eserlerine ilişkin yaratıcının, mali hakları ondan devralanın ve komşu hak sahibi denilen yapımcı, icracı ve yayıncıların haklarıdır. Bir kişi, şirket veya topluluk bu tür bir eser yaratırsa, bu eserin şüphesiz parasal bir getirisi olur. Edebiyat eseriyse basılır, telif parası alırsınız. Oyuna veya filme konu olur para kazanırsınız. Bir tablo yaparsınız satarsınız, bir kitabın kapağında kullanılması için para karşılığı izin verirsiniz. Reprodiksiyon bastırtıp gene köşe olursunuz. Sonuç olarak fikir, sanat, müzik ve edebiyat eserleri maddi ve mülkiyet hakkı konusudurlar. Sizden izin alınmadan bu eserleriniz kopyalanır, çoğaltılır, kamuya gösterilir, yayınlanır ve bu gibi ticari amaçla kullanılır ve ya elde tutulursa, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre bu hakkınıza yapılan saldırının durdurulmasını ve uğradığınız maddi ve manevi zararın tazmin edilmesini isteyebilirsiniz. Ayrıca bu hırsızları hapislerde süründürebilirsiniz. Cezası üç aydan üç yıla kadar olabiliyor.



2.Manevi Haklar

Manevi haklar dediğimizde Anayasa’da manevi varlığını geliştirme özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, özel yaşamın gizliliği akla gelmektedir.

Bu haklar başkalarının saldırılarına karşı olduğu gibi, kişilerin bizzat kendilerinden kaynaklanan vazgeçmelere karşı korunmuştur. Medeni Kanun’un 23. maddesi, “kimse hürriyetinden vazgeçemeyeceği gibi, kanuna veya genel ahlaka karşı biçimde sınırlayamaz” demektedir.

Ancak uygulamada manevi haklara gazete ve dergilerden gelen saldırılar çoğunlukla, isim, resim, onur ve saygınlık ile özel hayatın gizliliğine karşı yapılmaktadır. Bu sebeple incelememizi bu başlıklar altında yoğunlaştırıyorum.


A.İsim

İsim ya da ad, kişi haklarının konusuna girer. İsim kişinin toplumsal ilişkilerinden kaynaklanan bir değerdir. Sadece gerçek anlamdaki isim değil, kişiyi ve ailesini toplum içinde tanıtmaya yarayan öz ad, göbek adı, lakap, takma isim, ünvan, ün, simgeler, arma, rozet gibi değerler de kişi haklarındandır.

Eğer bir kişinin ismini gerçek dışı bir yayında kullanırsak, onun kişilik haklarından manevi değerlerine zarar vermiş oluruz. Bir örnek verelim.

Davacılar, davalı gazetenin ... nüshasında “sahte kimlikle yakalandı, arkasından dinsel örgüt çıktı . Ankara‘da yakalanan 9 kişinin Mesih İmanlılar Örgütüne mensup oldukları, ayrıca çeşitli soygun, gasp ve hırsızlık olaylarına karıştıkları belirlendi” başlığı ile verilen haberde gerçeğe aykırı olarak isimleri de zikredilmek suretiyle kendilerinin çeşitli soygun ve hırsızlık olayları faili olarak gösterildiklerini bu suretle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu bildirerek manevi tazminata karar verilmesini talep etmişlerdir.

Haberi hukuka uygun kılan nadanlerden biri de, haberin gerçeklere uygun olarak verilmiş olmasıdır. Oysa davacıların herhangi bir soygun , gasp ve hırsızlık olaylarına karışması söz konusu değildir. Davalı gazetenin gerçeklere aykırı olarak davacıları adı geçen suçların faili olarak göstermesi haberi hukuka aykırı kılmıştır. Haber niteliği itibariyle davacıların kişilik haklarını zedeleyici bulunmaktadır.(Yar.4.H.D. 14.6.1988 E.2485/K.5958)

Bunun gibi bir yayından dolayı haberde adı geçen, işini kaybetmiş veya ismin yanlış kullanılması sonucu bir ticari kuruluşun kredisi kesilmiş, müşterileri azalmış olabilir. Bu durumlarda ilgili maddi tazminat davaları açabilir. A adlı şirketin naylon fatura ile yakalandığını söyleyen haberde aceleden veya yanlışlıkla B adlı kuruluş suçlu gibi tanıtılabilir. Netice olarak dikkatli olmak gerekir.

İsim veya ilgili tanıtma işaretlerinin ticari amaçla Basın’da izinsiz kullanımı da hukuka aykırıdır. Mesela, Sabancı’nın adını bir gömlekte izinsiz kullanıp reklam yapamazsınız. Veya Sa ekini bir ürüne isim olarak verip bu tanınmış markayı taklit ederek reklam filimleri hazırlayamazsınız. Bunu hem kullanan firma hem de reklamı yayınlayan Basın kuruluşu cezalandırılır. İzinli kullanıma örnek olarak Sabancı’nın gömlek reklamında görünmesini veya Ajda Pekkan’ın adının yatak çarşafına desen olarak verilmesini gösterebiliriz.

İsimle ilgili bazı manevi haklar da Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda bulunmaktadır. Bir fikir, sanat, edebiyat veya müzik eseri üretmeniz veya üretimine katkıda bulunmanız halinde bu eser sizinle özdeşleşmiştir. Sizin evladınız gibidir. Evlada nasıl babasının adını sorarlarsa, eseri de sizin adınızla anarlar. Ancak, bazı kötüniyetli kişiler, bireysel ya da toplu eserlerde sizin adınızı yok ederler ve kendileri yahut başkasına malederlerse haklarınıza tecavüz edilir. Yine yarattığınız eserin orjinalliğini bozup, değiştirirlerse gene eserle ilgili manevi haklarınıza saldırmış olurlar. Sizin henüz yayınlanmamış bir eserinizi izinsiz yayınlarlarsa gene saldırıda bulunmuş olurlar. İşte Kanun, eserlerle ilgili olarak, isim ve diğer manevi haklara saldırılar için saldırının durdurulması, manevi tazminat ve ceza davaları açılabileceğini düzenleyerek bunları korumuştur.

B.Resim

Resim, bir kimseyi başkaları için tanınır kılan her çeşit görünümdür. Fotoğraf, tablo, karikatür, heykel, görüntü resim olarak kabul edilir. Fotoğraf ve filim kayıtları dışında, fırça, kalem ya da farklı malzemelerle yapılanlar ile bilgisayar çizimleri kişilik hakkına saldırıya konu veya araç olur.3

Medeni ve Borçlar Kanunu ile Fikir ve Sanat Eserleri Kanunları resim üzerindeki koruma sağlayan kuraları içermektedir. Kişinin izni olmayan durumlarda, resminin ya da resmini içeren görüntüsünün çekilmesi, yapılması, basılması, çoğaltılması, dağıtılması ve sergilenmesi de hukuka aykırıdır.

Yayından önce ilgiliden izin alınmasına rağmen de bazı durumlar saldırı söz konusu olabilir. Eğer yayın esnasında; bir takım eklemelerle, yazılarla ya da bilgisayar teknikleri ile, o kişiye deli, suçlu, özürlü, hasta, hor görülen kişi nitelemeleri yapılırsa, yahut böyle tanınan bir kişi yerine sizin resminiz koyulursa manevi haklar çiğnenmiş olur.

Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nda resimle ilgili özel düzenleme bulunmamakla beraber, resim kişilik haklarından biri olduğundan, bu kapsamda saldırılara karşı korunur. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda ise resimle ilgili özel düzenlemeler vardır. Kanun’un 86. maddesine göre; resim ve portreler sahibi veya mirasçılarının izni olmadan, sahibinin ölümünden on yıl geçmeden neşir ve kamuya sunulamazlar. Ülkenin siyasi ve sosyal hayatında yer alan kimselerin resimleri, katıldıkları resmi tören ve genel toplantılar, günlük olaylarla sınırlı olarak gazete ve dergi haberleri için kişinin izni alınmadan kullanılabilir.

Bu kurala göre, eğer tanınmış bir sanatçının ya da herhangi bir kişinin resmini haber değil de reklam amacı ile kullanırsanız manevi hakkın yanısıra malvarlığı ile ilgili hakka da zarar vermiş olursunuz. İşte size bir örnek.

Davaya konu, davacılara ait ve Anıtkabir içinde çekilmiş resim, davalıya ait derginin reklamlarında kullanılmıştır. Kullanılmanın izinsiz ve ticari amaçla olduğu tartışmasızdır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 86. maddesinde, açıkça “resim ve portrelerin izinsiz yayınlanması” yasaklanmıştır. Bu nedenle sorumluluk için resim çekmenin amacı önemli değildir. Davacıların dış görünüşleri resimde yeraldığına göre eylemin yasanın emredici kuralına açıkça aykırı olduğu kabul edilmelidir. Davacıların dış görünüşünün resim için ikinci planda kalıp kalmaması da önemli değildir. Asıl olan kişinin dış görünüşünün yayınlanan resimde yer almış olmasıdır.

.. Bir kişinin bir rastlantı sonucu , ayrıntı olarak içinde bulunduğu bir fotoğrafın bir sergide veya sanatla ilgili yayınlarda umuma arz edilmesi halinde, resmi kullanılan tarafından izin alınmadığının öne sürülmesi, “hakkın kötüye kullanılması“ olarak nitelendirilebilir (M.K.m.2/2). Ancak, kişinin dış görünüşünün ayrıntı olarak da olsa içinde bulunduğu fotoğrafın “ticari amaçlarla, reklam yoluyla” kamuya sunulmasında izin alınmaması hukuka aykırılığı oluşturmaktadır. İznin alınmadığını ileri sürme, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilemez.

Olayımızda davacıların da içinde bulunduğu resim, poşet içinde satılan dergiler dahil çeşitli basın organlarında, duvar panolarında ticari amaçları gerçekleştirmek için reklam aracı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle resmin izinsiz olarak ve ticari amaçlarla yayınlanması kişilik hakkına hukuka aykırı olarak bir saldırı niteliğindedir.(Yar.H.G.K. 3.10.1990 E. 4-275 K.459)

Bir kişinin diğer kişilerden gizlediği duvarlarla çevrili evinde ya da yatak odasındaki özel hayatını yahut ticari bir sırrını da gizlice resim kullanarak açıklamak, maddi ve manevi haklara resim yolu ile zarar vermektir.

Yine bölgedeki rakip bir milletvekilinin mecliste uyurken resmini çekip, seçim kampanyası esnasında “ o sizi ancak, rüyasında temsil ediyor” deyip kampanya yapmak veya “altın kızlar” gibi yatak, yorgan reklamlarında kullanmak kişi hakkına tecavüz örneğidir.

Ancak topluma malolmuş yada malolmamış kişilerin resmi, bir haber çerçevesinde kullanılıyorsa bu sefer kişi hakkı sona erip, haber verme ya da düşünceyi açıklama hakkı başlar. Ve yayın hukuka uygun olur. Çoğu bilim adamının Tanrı kelamı gibi yapışıp savunduğu, kamuoyunun ilgisi olan, tanınmış kişilerin iznini almadan ve ortada haber de yokken, magazin dergilerinde sadece “aman, kamuoyu bunları görmek istiyor, kamu bunlarla ilgilidir” deyip, resim yayınını kabul edemiyorum. Bu iletişim özgürlüğünü kişi haklarının üstüne çıkarmak için bir bahanedir.

Kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak amacıyla resim çekilebilir, yayınlanabilir, basılıp, dağıtılabilir. Örneğin, yağmaya yada kanunsuz bir gösteriye katılanlar videoya çekilebilir. Bu kişileri yakalamak amacıyla yayın yapılabilir. Ya da suçlu olanları aramak amacıyla resimleri dağıtılır veya asılır. Burada hukuka aykırılık yoktur.

Yine aynı amaçla yayıncılar; sokakta kavga edenlerin, çevreyi kirletenlerin, bir suç işleyenlerin, işyerlerine gösteri esnasında zarar verenlerin, trafik kurallarını çiğneyenlerin, haksız kazanç elde edenlerin resmi yada görüntüsünü yayınlayabilir. Ama bu işi yapan yerine hiç ilgisiz birinin resmini yayınlarsanız, hukuka aykırı olur.

Kişilerin katıldıkları törenler ve toplantılar hakkında, özel ve sınırlanmış olmamak kaydıyla, resim ve görüntü haber amacıyla yayınlanabilir. Yahut belirli bir manzara, bina, meydan yada ev resmi çekilirken, görüntüsü alınırken genel görünüm içinde ve ikinci planda kalmak kaydı ile bazı kişilerin resmi yayınlanabilir. Bu halde özel bir saldırı amacı yoksa yayın hukuka uygundur.

C.Onur ve Saygınlık

İnsanlar iç dünyalarında kendilerini değerli hissetmelerini sağlayan şeref yada onur’a sahiptir. Bu his bir başkasının eylemi sonucu yok olur ya da azalırsa, insan kendini değersiz hissedip, yaşama ve kendini geliştirmesinin itici gücünü kaybeder. Zira, vicdan adını verdiğimiz iç dünya jandarmamız sürekli onur katsayımızı ölçer.

Toplum ya da aile içinde ise, onlardan gelecek davranışlar ve bizim eylemlerimize verilen tepkiler sonucu kendimizi önemli ve iyi hissetmemiz “saygınlık” diye ifade edilir. Bizim dışımızdaki diğerlerinden duyacağımız kötü bir söz, yahut bir ayıplama hareketi veya önemsenmeme bizi üzer, kırar veya canımızı yakar.

Gerçekdışı haberlerle, asılsız suçlama ve iftiralarla, sövme veya belli bir olayı esas alıp hakaret yoluyla, aşağılayıcı fotomontajla ve karikatürle , küçük düşürücü eleştiri ve yorumlarla onur ve saygınlığınıza saldırabilir.

İşte, bir kısmı gerçek olmakla beraber, gerçek dışı kısmı ile bir kadının onuruna saldıran gazete haberi ve örnek kararımız.

Hürriyet gazetesinin 11.3.1989 günlü nüshasında “Çalıntı Çekle Vurguna Suçüstü” başlıklı yayınlanan haberde “sahte çeklerle piyasayı dolandıran Necip ... adlı şahısla kendisine yardımcı olan sevgilisi davacı Emine ..’nin yakalandığı” bildirilerek davacının resmi basılmış ve altına yine bu şahsın sevgilisi olduğu yazılmıştır.

Davacı , yayının gerçek olmadığını ileri sürerek bu yayın nedeniyle kişisel haklarının ihlal edildiğini bildirerek manevi tazminat istemiştir.

Davalı yayınlanan haberin mali şube müdürlüğünden kendilerine bildirildiğini, haberin verildiği ana göre doğru olduğunu bildirerek davanın reddini istemiştir. O halde üzerinde durulması gereken konu haberin verildiği anda gerçek olup olmadığıdır. Gerçekten olay sanığı Necip ... tarafından kandırılan davacı, sahte çek ile alınan araçı iade için araç sahibinin Necip’e vereceği parayı almaya buluşma yerine gitmiş ve önceden buluşma yerinde tertibat alan polislerce yakalanmıştır. Haberin verildiği anda olayın oluş biçimine göre bu husus doğrudur. Ancak, İzmir Cumhuriyet Savcılığında yapılan soruşturma sonucunda davacının bilerek Necip’e yardımcı olmadığı, kandırıldığı anlaşılmakla davacı hakkında takipsizlik kararı verilmiştir. Dosya içerisinde bulunan İzmir Emniyet Müdürlüğü Mali Şube Müdürlüğü’nün Savcılığa gönderdiği olayla ilgili ... fezlekenin tetkikinden, davacının Necip’le haberde bahsedildiği gibi bir ilişkisinden söz edilmediği görülmektedir. Bu nedenle tanık olarak dinlenen üç muhabirin bu yöndeki ifadelerine itibar edilmek imkanı görülmemiş, davacının Necip ile ilişkisi olduğu yolundaki bilginin polis tarafından verildiğine ilişkin savunmalarının doğruluğuna katılmak mümkün olmamış ve bu savunma da ispatlanamamıştır.

Davacı bir devlet dairesinde çalışan evli bir kadındır. Gerçek olmadığı halde bir erkeğin sevgilisi olduğunun yazılması kişilik haklarını ihlal eden ağır bir savsamadır. Bu biçimde yapılan bir yayın davacının gerek özel gerekse sosyal hayatını altüst edecek ağırlıktadır. Gazetecinin böyle bir haberi yayınlamadan önce kendinden beklenen özeni gösterip , haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırması mesleğinin sosyal önemi ve gazete haberinin kamuoyunda yaratacağı derin tepkiler dolayısıyla ödevlerindendir.

Açıklanan bu fiili ve hukuki esaslar karşısında eylemin onur ve saygınlık gibi kişisel değerlere saldırı teşkil etmektedir. ( Yar.4.H.D. 12.3.1992 E.2465/K.3245 )

Gerek tek tek insanlar, gerekse bunların bir araya gelerek oluşturdukları tüzel kişiler olan şirketler, dernekler ve partiler de onur ve saygınlığa sahiptirler. Bu onur ve saygınlığa karşı yapılacak kötüleme ve aşağılamalar gerçek yada tüzel kişinin manevi dünyasında zararlara yol açar. Kişi ya da kuruluşun bir örümcek ağı gibi yıllarca uğraşarak oluşturduğu manevi kişiliği birden sarsılır. Saçı dökülür, kalp krizi geçirir, ülser olur, sokağa çıkamaz, dostları terkeder, iş hayatı bozulur, müşteriler gelmez, ürün kimse tarafından satın alınmaz, derneğe kimse uğramaz, oy verilmez . Neticede bir insansa kendini kötü hisseder, kuruluşsa sonu gelir. İşte Basın’ın bu zararı doğurması sonucu, yayıncılar kişi ve kuruluşların zararlarını tazmin etmek ve bu bir hakaret yada sövme suçu ise cezasını çekmek durumunda olurlar.

D.Özel Hayatın Gizliliği

Basın ile kişilerin hakları karşı karşıya geldiğinde en çok sorun çıkan alan özel hayat ve sır dünyasıdır.

Teknolojinin de gelişmesi sonucu kişilerin özel hayatı sürekli bir tehdit altındadır. Gece gören enfaruj dürbün ve kameraları, toplu iğne başı büyüklüğünde mercek ve mikrofonlar, uzaktan en küçük sesleri bile kaydeden antenler, teleobjektifler kötü niyetli kişilerin ekmeğine yağ sürmektedirler. Halbuki, gizli ses ve görüntü kaydı sisteminin yerleşmesi ile toplum içinde yaratılacak olan korku ve güvensizlik, toplumsal ilişkileri asgariye indirecek ve kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkını engelleyen zehirli bir ortam yaratacaktır.4

Özellikle paparazzi türü basın mensupları “kamunun ilgisi var” diyerek kişilerin özel hayatlarını gözetlemektedirler. Eskiden röntgencilik olarak kınanan davranışlar bugün bazı gazeteciler tarafından iş haline getirilmiştir. Bazı uyanık arkadaşların da komşunun karısını gözetlerken boynuna bir fotoğraf makinesi asıp ağaçlara tünediği kulağıma geliyor. Eskiden bütün mahalleli bir araya gelip, eşek sudan gelinceye kadar bunları döver rahatlardı. Şimdi boynundaki makineyi görünce “Aman, adam kamu görevi yapıyor, ilişmeyelim” diye yürüyüp geçmektedir. Tabi bu arada arkadaşın ağzından akan suları kimse görmemektedir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 12. maddesinde, kişilerin gizli alanlarına saygı gösterilmesi düzenlenmiştir. Anayasa’mız da 20. maddesinde “herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz ” denmektedir. Özel hayatın gerçekleşme alanı olan konut dokunulmazlığı da önemli bir yasak alandır. Bunun yanısıra haberleşmenin gizliliği özel hayatı koruyan bir sigortadır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Türk Ceza Kanunu gibi hukuk kuralları ile özel hayatın gizliliği koruma altına alınmıştır.

Kişinin özel yaşamı , “kamuya açık alan” ve “sır alanı” olarak ikiye ayrılabilir.

Kamuya açık alanda kişi özel hayatını yaşarken bunu gizleme gereğini duymamaktadır. Fakat bu alan yayıncıların rahatlıkla müdahale edebileceği bir alan değildir. Bu alana çok sınırlı olarak müdahale edilebilir. Bu alan ile ilgili olarak; kişinin alışverişe çıkmasını, çocuğu ile maça gitmesini, sinemaya gitmesini, lokantada yemek yemesini, dostlarıyla bir çaybahçesinde veya gece barda birşeyler içmesini, oturduğu sitede denize veya havuza girmesini örnek verebiliriz. Bu alandaki faaliyetler ve davranışlar sürekli olarak izlenemez. İzlendiği zaman ilgili kişi rahatsız ediliyorsa yahut izni alınmadan kaydediliyorsa, fotoğrafları çekiliyorsa hukuka aykırı olur. İşte örnek.

Davacı vekili ... dilekçesi ile, Alem Gazetesinde 11 Mayıs 1994 tarihinde “Paparazzi”sayfasında “bir güzelden diğerine, hızlı çapkın kesilen Serdar Bilgili şimdi de kendisi gibi gece hayatını seven İmre Gül Gencer ile beraber yaşıyor” başlığı altında bir haber yazısı ile, müvekkiline uzaktan yakından benzemeyen bir kadın ile bir erkeğin otomobile binerken resminin yayınlandığını, yine aynı gazetenin 18 Mayıs 1994 tarihinde “Duy da inanma” sayfasında , “bu kıza ayak uydurmak zor “ başlığı altında bir haber yazısı ile, yine müvekkiline hiç benzemeyen ve elinde bir bira kutusu tutan bir kadın ile bir erkeğin resminin yayınlandığını, müvekkilinin sıksık kadın değiştiren, hızlı gece hayatı olan bir kişi olarak kamu oyuna tanıtılarak, teşhir edildiğini , oysa müvekkilinin Global Menkul Değerler isimli borsa aracı kurumunun yurt dışı ve yurt içi yüksek mevduat sahibi hatırlı müşterilerinin portföylerini yöneten bir üst düzey yönetici olduğunu, asılsız haber yüzünden iş yerinde ve müşterileri arasında üzücü diyaloglara sebep olunduğunu,... müvekkilinin uğradığı manevi zararın çok büyük olduğundan bahisle 2.000.000.000 TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, masraf ve vekalet ücretinin davalılara tahmiline , mahkeme kararının tirajı yüksek iki gazetede masrafın davalılardan alınarak ilanına karar verilmesini istemiştir.

... Taraf vekilleri delil ve belgelerini ibraz etmişler , ... celp ve incelenen Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 1994/780 sayılı neşir yoluyla hakaret davasının 16.7.1996 tarihinde TCK.nun 480/4 maddesi gereğince sanık ... Demirkaya ‘nın 6 ay müddetle hapsine, 3.000.000 TL ağır para cezasıyla cezalandırılmasına dair verilen kararın, 16.8.1996 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. Dinlenen davacı tanığı Cem Cantaş, davacının bir borsa aracı kurumunda yurt dışı işlemleri yürüten bir görev ifa ettiğini, bar, restoran, tiyatro gibi yerlere gittiğini ancak gazetede yayınlandığı gibi sık sık sevgili değiştiren ve ahlak dışı yaşantısı olan bir kimse olmayıp mazbut bir yaşam sürdüğünü , adının da bir dedikoduya karışmadığını beyan etmiş , davalı vekili ise verilen mehillere rağmen ara kararını yerine getirmediğinden davalı tanığın dinlenmesinden vazgeçilmiştir.

Davaya konu edilen gazeteler, tarafların iddia ve savunmaları, tanık beyanı, kesinleşen Ceza Mahkemesi kararı, tarafların mali ve içtimai durumları ile yayınların toplum üzerindeki etkisi değerlendirildiğinde, M.K. ‘nun 24 ve 24/a ve B.K. ‘nun 49. maddeleri gereğince davanın ... kabulüne ve kararın ilanına karar vermek suretiyle hüküm tesis edilmiştir. ( Şişli 5.Asliye Hukuk Mahkemesi 1.4.1997 E.490 K.379 )

Ancak bu kuralın istisnaları vardır. Yayıncılık açısından bu istisna, kişinin davranışlarının haber değeri taşıması veya izninin bulunması halinde mümkündür. Eğer kişi gazetecileri davet ediyorsa, fotoğrafı çekilirken el sallayıp, gülümsüyorsa izin verilmesi hali vardır. Ancak burada verilen izin kadar çekim yapılması ya da görüntü alınması söz konusudur. Bir kere izin verdi diye bu kişiyi sürekli izlemek onun özel hayatını yaşamasına engel olur ve hukuka aykırı düşer.

Özel yaşama Basın’ın müdahale edebileceği bir diğer alan da, yayına konu olan kişinin hukuka aykırı davranışlarda bulunmasıdır. Basın mensupları bu tür olaylarla karşılaştıklarında haber ve eleştiri amacıyla bunları yayınlayabilirler. Bu arada, hukuka aykırılık kavramını daha da genişleten bilimadamları ve düşünürler olabilir. Basın’ın, ahlaka ve dine aykırı davranışları da haber yapabileceğini savunabilirler. Ben bu görüşe katılmıyorum. Bugün ahlaka aykırı olan yarın olmayabilir. Bana göre ahlaka aykırı bir davranış sana göre olmayabilir. Ahlak kurallarının zaten herkes tarafından kabul edilen ve uzun zamandır uygulananları hukuk kuralı haline gelmiştir. Din ise kişilerle Tanrı arasında bir hesaplaşma ve anlaşma olduğundan üçüncü kişileri ilgilendirmez diye düşünüyorum.

Kişinin sır alanı ise, diğer kişilerin bilgileri dışında tutulan alandır. Aile hayatı, özel dostluklar, ikili ilişkiler, duygusal ve cinsel yaşantı bu alana girer. Bu alanda mektuplar, anılar, fotoğraflar, filmler gibi çeşitli araçlar kullanılmış olabilir. Çoğu insan bir fantezi gerçekleştirmek ve yatak odalarını renklendirmek amacıyla fotoğraf ve film bile çekmektedirler. Hasbelkader bunlardan biri sizin elinize geçmiş olabilir. Aman, hemen ilgilisine iade edin. Yoksa hır çıkar, arkadaşlarınızı mahvedersiniz. Tekrar ediyorum, aile, duygusal ve cinsel alan ve bu alanda yer alan malzemelerin gizliliğine her türlü müdahale hukuka aykırıdır. Aile, cinsellik ya da duygusal ilişki taraflarından birinin “bana şunu yaptı, böyle davrandı” şeklindeki şikayeti hariç.

Kişi bu alanda yaşanan olayları yazılmamak kaydıyla basın mensuplarına anlatabilir. Veya bir kaç dostla bu alanı beraber yaşayabilir. Yatak odasından bahsetmiyorum. Ailevi ve duygusal alanda. Bu kişilerin de kendilerine anlatılan yahut şahit oldukları olayları üçüncü kişilere aktarmaları yasaklanmıştır. Yine basın ve yayın organları çalışanları bir başka olayı araştırırken tesadüfen özel hayat ile ilgili bilgilere ulaşabilirler. Ya da kimliklerini gizleyerek bu bilgileri ele geçirebilirler. Hangi yolla olursa olsun elde edilmiş bulunan bu bilgilerin hukuka aykırı bir olayın duyurulması amaçları dışında toplanması, çekilmesi ve yayınlanması yasaktır.

Kişi haklarından özel yaşama giren bir başka bölüm de konuşmaları, yazıları, mektupları ve anılarıdır. Yargı kararlarına göre, mektup, anı ve sırlar mutlak nitelik taşıyan subjektif haklardır. Bunların, yazanın izni olmadan yayınlanması kişilik haklarına saldırı oluşturur. 5

Medeni Kanunda bu tip kişilik hakları ile ilgili olarak açık bir düzenleme bulunmamakla beraber, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 85. maddede gerekli kural bulunmaktadır. Buna göre, eser niteliğinde bulunmasa bile mektuplar, anılar ya da bunlara benzer yazılar yazanların veya mirasçılarının izni olmadıkça veya ölümünden itibaren on yıl geçmedikçe yayınlanamaz. Mektuplar hakkında yayınlanabilmeleri için ayrıca mektubu gönderen kişinin, ölmüşse yakınlarının izni gerekir. Bunun da koruma süresi on yıldır. Basın mensuplarının bu kurallara uymaması halinde ilgililer tazminat davası açabilirler. Ek olarak, ilgililerin şikayeti üzerine savcılıkça açılabilecek davada Ceza Kanunu’nun 197 ve 199. maddelerine göre yargılanır. Fakat cezası küçük bir miktar para olduğundan bu yargılama caydırıcı değildir.

Son düzenleyen AeraCura; 16 Mart 2008 19:24 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
16 Mart 2008       Mesaj #2
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
İKİNCİ BÖLÜM: GAZETE VE DERGİ YAYINCILIĞI HANGİ DURUMLARDA HUKUKA AYKIRI OLUR ?

Sponsorlu Bağlantılar


Medeni Kanun’un 24. maddesinde “hukuka aykırı olarak şahsiyet hakkına tecavüz”, Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde “haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden” şeklindeki ifadelerden çıkan anlama göre; Basın’dan gelen her saldırı değil, sadece hukuka aykırı olan saldırılar tazminatı gerektirir. Bu maddeler ve bunların mahkeme uygulamalarından Basın’da yer alan hangi yayınların hukuka aykırı olduğu konusunda kesinlik bulunmaktadır. Bu şartlar çeşitli biçimlerde guruplandırılabilmektedir. Bazen de hukuka uygunluk şartları olarak adlandırılmaktadır. Biz ise kolay anlaşılması ve hepsinin aynı başlık altında incelenmesi için aşağıdaki guruplandırmayı yaptık. Eğer bir yayın aşağıdaki şartları taşımıyorsa hukuka aykırı olur. Bu durumda yayıncı tazminat, kararın yayını ve hapis cezalarıyla karşılaşır.



A.Yayının İçeriği ile ilgili şartlar

1.Kamu yararı bulunmamalıdır.

Anayasanın 13. maddesi, kişinin maddi ve manevi varlığı ile diğer hak ve özgürlüklerin “kamu yararı” amacıyla sınırlanabileceğini kabul etmiştir. Anayasa’ya uygun olarak hazırlanan iletişim ile ilgili diğer hukuk kuralları ve bunlara uygun yargı kararları da aynı sınırlama sebebini kabullenmiştir.

Basın’ın toplum hayatında oynadığı ve oynayacağı rolün önemine kitabın başında değinmiştim. Basın bugün toplum savcısı rolünü oynamaktadır. Önümüzdeki on yılda ise sanal bir mahkeme haline gelecek ve yargılamayı yansıtacaktır. Bizde neredeyse evlerimizde kahvemizi içip, evdekilerle oynaşırken yayına olan kişinin suçlu ya da suçsuz olduğuna bir tuşa basarak karar vereceğiz.

Basın bir yandan kamuoyunu oluştururken, diğer yandan da çokseslilik, herkesin yayın ortamında görüş, düşünce ve eleştirilerini açıklamasıyla demokrasi kültürünü yerleştirmektedir. Bu kamu görevini yapabilmek için Basın’ın özgür ve halka dönük olması gerekir. Kitle iletişim araçlarının çok sesli olması her konunun özgürce ve tüm tarafların temsil edildiği ortamlarda tartışılmasını sağlayacaktır. Halka doğru bilgi verip çeşitli tartışmalarla onun tercihlerinin doğru yönlenmesini sağlayacaktır. Bu tartışmalarla kamuoyu oluşacak ve ve benzer fikirleri olanlar diğerleriyle iletişim kuracak ve topluluk oluşacaktır. Toplulukların bir düzen içinde örgütlenmesi ile baskı gurubu oluşturan halk devlet yönetiminde alınan kararlara katılacaktır.

İşte böyle bir işlev üstlenecek olan Basın aracılığıyla halka bilgi vermek, tartışmaları yansıtmak kamu yararını gerçekleştirmektedir. Doğal olarakta Basın’ın işlevi kamu yararına yönelmiş olacaktır. Kimi zaman bu kavramın içine Basın çalışan ve sahiplerinin yararı da dahil edilmektedir. Daha önce de açıkladığım gibi kamu yararı sadece halkın önemli çıkarlarını içermektedir. Bunun dışında hiçbir şey kavramın içine eklenemez.

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 30.5.1974 tarih, 2113 Esas 2898 Karar sayılı ilamında; haber niteliği yönünden şöyle denilmektedir. "Gazeteler meslekleri gereği haber niteliği olan olayları halka duyurmak hak ve ödevi içindedirler". Yayının haber niteliği taşıyabilmesi için, kamu yararı sağlayacak nitelikte bulunması gerekir. Yayınlanmasında "kamu yararı” bulunmayan haberler, eleştiriler, bilgi ve yorumlar kişilik haklarını zedelerse, hukuka aykırı olur ve manevi tazminata yol açar. Tekrar edersek, haber ya da yorumun hukuka aykırı olması için en önemli şart, yayınında kamu yararı bulunmamalıdır.

Bazen kamu yararı kavramının yanısıra “toplumsal ilgi” adı ile bir kriter daha Yargı kararlarında kullanılmaktadır. Bu kriter kamu yararının az ve tartışmalı olması durumlarında yayıncılara bir açık kapı bırakmak için getirilmiş bir kavramdır. Gazeteciler haberden ziyade artık magazin ağırlıklı çalıştıklarından magazin haberlerinde kamu yararı sigortasından faydalanamamaktadırlar. Çünkü politikacı, sanatçı ve sporcu üçgeninde yapılan haber ya da yorum için, bunların bilinmesinde kamu yararı var, diyebilmek neredeyse imkansızdır. Zorlasak hadi biraz politikacılar için yapılan haberlerde ve onların özel hayatlarındaki hukuka aykırı eylemlerin duyurulmasında kamu yararı bulabiliriz. Toplumsal ilgi var diye kişilerin hak ve özgürlükleri yayın araçlarıyla çiğnenemez. Ama Yargıtay zaman zaman böyle düşünmemekte ve ünlü bir öğretim üyesinin kimse tarafından tanınmayan kızının kocasıyla kavgası hakkında aşağıdaki gibi kararlar verebilmektedir.

Davacı Anayasa Hukuku öğretim üyesi Orhan Aldıkaçtı’nın kızı Sibel ile davalı Kamil arasında mevcut geçimsizlik nedeniyle ayrı yaşadıkları sabittir. Kocasının zina yaptığı iddiasıyla davacının kızının başvurusu üzerine, İstanbul Sulh Ceza Mahkemesince verilen 18.10.1985 günlü arama kararı...Nadir ... adındaki şahsın evinde infaz edildiği ve zina suçu isnat edilen kişilerin ev sahibinin aile efradıyla birlikte yemek yediklerinin tespit edilmesine rağmen zina suçu sanıklarının karakola götürülmüştür. O geceyi karakolda geçiren ve ertesi gün... salıverilen zina suçu sanıklarından Kamil tarafından emniyet mensupları ile birlikte davacı “görevi suistimal ve bu suça azmettirmekten” C. Savcılığına şikayet edildiği, davacının kızı tarafından kocasının evinden zati eşyasının (kocasının yokluğunda ) taşındığı, ...ilgililer hakkında zina suçundan dava açıldığı dosyada mevcut belge ve diğer toplanan delillerle anlaşılmaktadır. İşte davaya konu olan yayında, ... yukarda özetlenen iddialar ve olay açıklamaları yapılmıştır. Görüldüğü üzere olay açıklamaları (haber ) gerçeğe uygun bulunmaktadır ve bu bakımından hukuka uygundur.

Davacı , Anayasa hukuku öğretim üyesi ve 1982 Anayasası’nın hazırlanmasına katkısı dolayısıyla toplumun ilgisini çeken kişiliğe sahiptir. Bu durumu ile topluma mal olan kişilerden olduğu için onunla ilgili olay açıklamalarında kamu yararı mevcuttur. Olaylar güncel oldukları bir zamanda yayınlanmıştır. Yazının başında “Aldıkaçtı, kaptı kaçtı” ibarelerinin konulmasının da başlı başına kişilik haklarına saldırı amacına yönelik olduğunu kabule müsait olamaz. Bu ifade tarzı eşya nakli olayının eleştirisi ve soyadının verdiği çağrışımla bağlantılı bir anlatım olarak düşünülebilecek niteliktedir.(Yar.4.H.D. 12.6.1989 E.774/ K.5341 )

Toplumsal ilgi diye bir hukuka uygunluk sebebi yoktur. Kamu yararı yoksa toplum ilgilense bile yayın hukuka aykırı olur. Belki, halk Hülya Avşar, Mahzun Kırmızıgül ya da yeni yetme bir pop starın iç çamaşırının rengi ile ilgilenebilir. Yayıncılardan da “yahu biz bunu yayınlarsak herkes bizi izler” diyenler çıkabilir. Ancak bu iç çamaşırının rengi kamuya yararlı değildir. Fakat yayıncı, yayının kamuya yararlı olduğunu ispatlarsa, Cem Yılmaz’ın dediği gibi o ayrı.

Genellikle, kamu yararı yönünden, kişinin kamuya açıldığı oranda ve açıldığı alan çerçevesinde, toplumsal ilgiyi çekeceği ve bu açıdan hakkındaki haberlere hoşgörü göstermesi gerekeceği kabul edilmekteyse de ben buna katılmıyorum. Devlet memurları ve siyaset adamlarının sadece hukuka aykırı davranışları sebebiyle eleştirilmeleri, buna özel yaşantılarının da dahil olması olasıdır. Kamu yararı bunu gerektirir. Artistler, sanatçılar için de aynı ölçü söz konusudur. Bu kişiler, hukuka aykırılıkla paralel olan kamu yararının gerektirdiği ölçülerde, özel yaşantıları ile ilgili haberlere katlanmak zorundadırlar.Ancak burada işi abartmamak gerekir. Kamunun ilgisi kamu yararı varsa kullanılabilecek kavramdır. Kamu yararı yoksa tek başına kamunun ilgisi var diye bir kişinin özel hayatını yayına konu edemeyiz. Özel hayatın açıklanabilmesi için kamu yararı , sadece bir görevin yapılışı ile ilgisinin olması, kişinin rızasının olması veya hukuka aykırı bir davranışın kamuoyuna duyurulması ile sınırlıdır. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin I6.12.1978 tarih, 94I9 E., 12048 K. sayılı kararında kantarın topuzu kaçmış ve şöyle denilmiştir. " Kamu yararı, genel çıkar gereği ayrıca kendilerine geniş ölçüde kamunun ilgi ve dikkatine sunmuş bulunan kişilere (örneğin ,büyük yazarlar, sanatçılar, artistler vs.) özellikle kamu görevleri ve kamuya mal olmuş ünlü yöneticileri, politikacıları da izleyip bunların özel yaşantılarını yasaların elverdiği ölçüde kamuya yansıtmakla görevlidir. Çünkü ... kamuyu aydınlatma görevi gereği bunu yapmak zorundadır.”

Yargıtay her ne kadar “yasaların elverdiği ölçüde özel hayatın açıklanabileceğini” belirtmekteyse de, yasalarda bu konuda ayrıntılı ve açık, ölçüler koyan bir düzenleme olmadığı için bu karara katılmak olanaksızdır. Bana göre kamu tarafından tanınsalarda, siyaset adamları, sanatçılar ve diğerlerinin rızası alınmadıkça ve görevleri ile açıkça ilgili bulunmadıkça ve de hukuka aykırı bir olay yoksa özel hayatlarına ilişkin olaylar basında yer almamalıdır. Yoksa bu gidişle paranoya toplumu olacağız. İşte konuyla ilgili sıcağı sıcağına bir reality.

Davacı toplumda ününü duyurmuş; ... belli doğrultudaki filmlerde rol almakla tanınmış, bu yüzden dava dosyasında bulunan belge ve afişlerle de durumu saptanmış bir genç hanımdır. Bir yerde sekreterlik yaptığı ve ayrıca film çevirerek toplumda tanındığı anlaşılmaktadır. Konularından ve reklamlarından açıkça anlaşıldığı gibi, çevirdiği filmlerin niteliği toplumun, ancak belli bir bölümüne ve belli anlayışta bir seviyeye hitap etmektir. Tanınmış kimselerin bu sanat davranışları, onlar hakkında bir takım kanılar uyandırır ve hükümler verilmesine yol açar. Ancak açılan bu yol, o doğrultuda fakat sanat yaşamı dışındaki yaşamlarında; bazı çevrelerce çok ağır nitelikte olabilen yorumlara yol açabilirse de, bu ağır nitelikteki yorumların, gerçekleşmiş bir olayın ona yükletilmesini ve kamuoyunda kötü tanınmasını sağlayıcı yayınına hak vermez. Özellikle bu yayınla yapılan yüklemeler hakkında yayın yapılan kişinin davranışları konusunda kesin ve yeterli bir kanıta dayanmalıdır. Örneğin davalıya yükletilen eylemin bir gerçek olduğu ... yetkili makamlarca yapılan bir soruşturmanın verdiği inanca dayanma gibi kanıtlara dayatılmalıdır. Gerek sanat, gerekse kişisel yaşamında her türlü dedikoduya olanak verecek durumda olan kimselerin de; kendi anlayışları çerçevesinde korudukları veya korumaları farz olunabilecek değerler vardır. Bu değerlere, basında, kamuya delilsiz veya yakınlarından bir veya birkaçının sözleri yeterli sayılarak açıklanması da o kimsenin kişisel haklarının saldırıya uğratılmasını sağlar. O halde davacının kızlığının sevgilisi tarafından bozulduğu, fakat kendisinin sağladığı yarar karşılığında buna itirazdan ve haklarını kullanmaktan vazgeçtiğinin açıklanması, anılan nitelikte bir yaşamı olan ve aynı zamanda bir sanat yaşamı da bulunan kişinin yararlarını halele uğratır. Davacının hayata girişindeki yaşam tarzı da, tanındığı sanat biçimi de gözetilerek, bu yayımla halele uğrayan kişilik haklarına, bu hakların nitelik ve sınırı da gözetilerek uygun bir manevi tazminata hükmedilmemiş olması usul ve yasaya aykırıdır. ( Yar. 4.H.D. 11.4.1977 14251 E. 4171 K.)

Basın açıklamaları doğrudan yasama faaliyeti ile görevli kişiler hakkında da olabilir. Seçmenlerin siyasetçiler hakkında, bir değer yargısına varabilmeleri için, onların faaliyetleri ve yetenekleri hakkında bilgi sahibi olmaları gerekir. Gazete, dergi, kitap, radyo ve televizyon kamuoyunun oluşması için önemli bir araçtır. Bu amaçla yayın yoluyla politikacılar ve politik kuruluşlar hakkında yapılan açıklamalarda kamu yararı vardır. Bu açıklamalar bu kişi veya grupların siyasi amaçlı toplantı, gösteri ve yürüyüş gibi bütün faaliyetlerini kapsar. Bunlar haber şeklinde verilebileceği gibi yorum ve eleştiriler şeklinde de verilebilir.

Kişinin, kamunun haber alma çıkarından daha baskın bir çıkarı olmadıkça, onun özel yaşamının hiçbir bölümüne sızılmasına göz yummamak gerekir. Örneğin; sıradan bir kişinin ne zaman, nerede doğduğu,ana babasının kim olduğu ve ne iş yaptığı, yaşam öyküsü izni olmadan yayınlanamadığı halde, kamuya mal olmuş kişi hakkında izni veya göreviyle ilişkisi oranında özel hayatı saklı kalmak kaydıyla bu gibi konuların yayınlanabilmesi gerekir.

Basının yürütme alanındaki faaliyetleriyle ilgili açıklamaları ilgili idare ve kuruluşu veya bu alanda görevli ve yetkili olan kişileri hedef alabilir.Bu kuruluşlar arasında radyo, televizyon, basın gibi kitle iletişim organları, güvenlik organları, sağlık kuruluşları, bankalar, eğitim kurumları, dini ve askeri kuruluşlar, belediyeler ve bunların yan kuruluşları, sanayi kuruluşları ve şirketler gibi toplum yaşamında önemli rol oynayan kuruluş ve idareler yer alabilir. Bu amaçla bir şehrin imar planıyla ilgili yanlış uygulamayı eleştirmek ve bu konuda idareyi uyarmak, nöbetçi olduğu halde bir eczanenin geceleyin kapalı olduğunu, ülkede bir felaket halini almış olan trafik kazaları sorunu hakkında yetkilileri eleştirmek, bir kamu kuruluşundaki rüşvet ve memur kıyımı olaylarını araştırıp ortaya çıkarmak kamu yararına yönelik basın ve yayın açıklamalarının konusunu oluştururlar.6

Bu tür açıklamalar arasında, özellikle, memur ve memur adaylarına ilişkin, kamusal bir görev üstlenmiş veya böyle bir göreve aday olanların bu görevin gerektirdiği yetenek ve güvene sahip olup olmadığının bilinmesinde kamu yararı vardır.

Bu amaçla bu kişilerin mesleğe ilişkin bazı yeteneklerinin açıklanmasında ve eleştirilmesinde hukuka aykırılık yoktur. Aynı şekilde bu görevle ilgili bazı yolsuzluk ve hukuka aykırılıkların açıklanmasında; göreve layık olma ve görevin gerektirdiği güven açısından kamu yararı vardır. Örneğin, bir vergi veya mal değerlendirme komisyonunda çalışan bir üyenin mali yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin bilinmesinde kamu yararı vardır. Bu nedenle bu kişinin vergi kaçırdığının açıklanmasında hukuka aykırılık yoktur. Bazen idari kadroda görev üstlenmiş bir kişinin kanunlara aykırı olmamakla birlikte geleneklere ve ahlak kurallarına uygun olmayan bazı davranışlarının açıklanmasında da görevin gerektirdiği güven göreve layık olma bakımından kamu yararı olabilir. Örneğin, bir üniversite rektörünün üniversitede geleneksel Atatürk’ü anma törenine katılmayışı basın ve yayın organları tarafından eleştirilebilir. İstanbul Kadıköy’de 1 Mayıs olayları olmuş ve polisin müdahalesine rağmen göstericiler ortalığı yakıp yıkmıştı. hatırladınız mı? Bu arada İstanbul Valisi bir zengin işadamı ile bedava tatildeydi de amma eleştirilmişti. Aynı şey Amerika’da da oluyor. Orada da itfaiyeciler grevde iken vali, “göreve gidiyorum” deyip, sevgilisi ile tatile kaçmış. Bunlar kamu yararına yönelik haklı haberlerdir.7

Tarihsel olayların belirlenmesi için yapılan araştırma ve incelemeler de, tarihe mal olmuş ve geçmişte yaşamış olan tanınmış kişilerin gizlilik alanında yayın yapmayı haklı gösterebilir. Çünkü, tarihsel olayların saptanmasında kamunun çıkarı vardır. Fakat bu gibi yayınlar yapılırken gizli alanına sızılan kişinin daha üstün bir çıkarının bulunmaması ve tarihsel bilgi toplamanın sınırlarının aşılmaması gerekir.

Yukarıda açıkladığımız bu özel durumlar dışında, genel olarak, toplum hayatında ün kazanmış, ön plana çıkmış kişilerin özel hayatlarının toplum tarafından bilinmesi bir zorunluluk değildir. Hatta bilinmemesinde o kişi açısından fayda vardır. Ancak, ilgili kişi buna rıza gösteriyorsa yahut bir suçun önlenmesi gibi üstün nitelikli yarar varsa yayın yapılabilir. Burada yargıçların ve basın görevlilerinin şu değerlendirmeyi yapması lazımdır. Öğrenme ile toplumun elde ettiği fayda, bilinme ile o kişinin uğradığı zarardan üstünse olay kamuya açıklanır.

Yazar ne derse desin, sonuçta, hangi durumun hukuka aykırı olduğunu, takdir yetkisine dayanarak belirleme görevi yargıca düşmektedir.Yargıç bu belirlemeyi yaparken, saldırıya uğrayanın ve saldırıda bulunanın durumlarını ve çıkarlarını karşılaştırarak çatışan çıkarlar arasında bir denge kurmalıdır.

Bunun için, yargıç herşeyden önce, saldırıya uğrayan kişinin, hukuken korunmaya değer bir çıkarının bulunup bulunmadığına bakmalıdır. Eğer saldırıya uğranan, korunmaya değer bir çıkar değilse, saldırının hukuka aykırılığından söz edilemez. O halde, daha somutlaştırarak belirtmek gerekirse, yargıç, saldırıya uğrayan değerin kişilik hakkının konusuna giren kişisel değerlerden olup olmadığına bakmalıdır. İşte bunu araştırırken yargıç, yasaya ve gelenek hukukuna bakacak, gerekirse kendisi hukuk yaratacak ve sonuca ulaşacaktır.

Yargıç, kamu yararı açısından, tanınan bir kişi hakkındaki yayının hukuka aykırılığını saptarken yukarıda açıkladığımız üç noktaya dayanabilir.

* Yayına konu olan kişinin eylemi bir suç veya hukuk kurallarına aykırı davranıştır.

* Yayına konu olan kişi hakkındaki bilgi onun görevini yapmasını engellemektedir.

* Açıklama hakkında yayına konu olan kişinin izni vardır.

Yayında bu koşullar varsa kamu yararı da olduğundan yayın hukuka aykırı değildir.


2.Gerçek olmamalıdır.

Gerçeklik ilkesi, yalnızca haber verme yönünden değil, eleştirmek, değerlendirmek, yorumlamak yönünden de uygulama alanı bulur. Yayının gerçek olmaması hukuka aykırılığın şartıdır. 8

Basının gerçeğe uygun olarak haber vermesi ve bunun gerekleri, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 19.2.1971 tarih, 10412 E. 1515 K. sayılı kararında şöylece belirtilmiştir.

“Basın özgürlüğünün amacı, kamuyu ilgilendiren işlerde gerçeğe uygun olarak haber vermeyi sağlamaktır. Basın yolu ile bir kimseye karşı ithamlar ileri sürülürken dayandıkları olayların doğru olması gerekir. Öyle ki, gazetecinin yayınladığı olayların doğruluğunu araştırma ödevi vardır. Basının (ve diğer kitle iletişim araçlarının) sosyal önemi ve haberlerin kamuoyunda yaratacağı özel ölçüde derin tepkiler gözönünde bulundurulmalıdır. Şeref ve onur gibi değerlere ilişkin, toplumda gülünç duruma düşüren, hakkında nefret yada hor görme duygularının beslenmesine ve bu yolda dürüst yurttaşlar gözünde küçülmesine yol açacak nitelikte haberlerin, ciddilik ve iyi inançla incelenip soruşturulmadan ve gerçeğe ne derecede uygun olduğu üzerinde durulmadan kamuoyuna sunulması hukuka aykırıdır. Yayınlanacak haberle üçüncü kişilere özel olarak ağır bir zarar verilecekse doğruluğun denetleme görevi daha sert ölçülere bağlanmıştır.”

Bazı yazarlar ve kimi zaman da Yargıtay; rekabet, haberin hızla yayınlanması ve haber kaynaklarının denetiminin güçlüğü nedeniyle, yanıltıcı yada yanlış haberlerde gazetecinin ancak kötü niyetinin olması halinde cezalandırılması gerektiğini ileri sürmektedir.

“... Şöyle ki; bir suçtan nezarete alınan davalılardan Mazhar .. ı, karakolda kötü muameleye maruz kaldığı, dövüldüğü ve davacı tarafından tecavüze yeltenildiği iddiasını içeren bir pusulayı ablası diğer davalı Fatma ...’ya vermiştir. Fatma .. da bu notu 25.12.1986 tarihli dilekçesiyle C.Savcılığına intikal ettirmiş ve böylece adli tahkikata başlanmıştır. Bu durumu öğrenen davalı gazete de, hiç bir değerlendirme ve yorum getirmeden, iddia ve bu iddianın Savcılığa intikal ettirilmiş olması olgusunu “Karakolda Tecavüz Girişimi” başlığı ve “...tecavüz edilmek istendiği öne sürüldü” altbaşlığı altında haber konusu yapmıştır. Şu durumda verilen haber, dosya kapsamı ve özellikle hazırlık tahkikatı evrakıyle ... gerçeğe uygundur. Kaldı ki davalı gazete, iddianın bir iftira niteliği taşıdığını saptar saptamaz müteakip nüshasında -davacıdan bir talep gelmediği halde- “utanmaza bak, hem hırsızlık yaptı, hem de polise iftira atmaya kalktı” başlığı altında gerçeği kamuya duyurmak suretiyle objektif habercilik ilkesinin gereğini yerine getirmiştir. (Yar.4:H.D. 5.11.1990 E.10328 /K.8157 )”

Olur mu kardeşim, o zaman kişilik haklarına karşı iletişim özgürlüğüne aşırı bir üstünlük sağlarsınız.

Yine, Hukuk Genel Kurulunun, bir genel ilke niteliğinde bulunan 25.11.1964 tarih ve 4/1021 E., 677 K. sayılı içtihadında belirtildiği gibi "... gazetecinin sosyal bir görevi yerine getirdiği, yaptığı işin niteliği bakımından bir türlü kamu hizmeti olduğu düşünülürse; gazetecinin bir haberi yayınlamazdan önce kendisinden beklenen özeni gösterip, haberin ne ölçüde doğru olduğunu araştırıp, soruşturmasının ve ancak bundan sonra o haberi yayınlamasının ve haberin yayınlanmasında ilgililere zarar getirebilecek yanlışlardan titizlikle kaçınmasının, mesleğinin sosyal önemi ve gazete haberlerinin kamuoyunda yaratacağı özel ölçüde derin tepkiler dolayısıyla, gazeteciye düşen ödevlerden olduğu sonucuna varılır. Nitekim, herkesin haklarını kullanırken veya borçlarını yerine getirirken, iyi niyet kuralları uyarınca davranma zorunluluğu olduğu MK.’un 2. maddesi hükmü ile öngörülmüştür" 9

Gazetecilik denilen şeyin armut piş ağzıma düş olmadığı açık. Yani araştıracaksın. Uğraşacaksın. Biri hakkında haber yaparken söylentilere değil, “ileride ne olurum, ne olmam” endişesi ile, kanıtlanabilir bilgi ve belgelere dayanacaksın. Atlamayacaksın. Uydurmayacaksın. Netekim (Evren’in kulakları çınlasın), Yargıtay da aşağıdaki kararda görüldüğü gibi böyle düşünmektedir.

Davaya konu olan yazının başlığı “Fuhuş Oteli Siftah Yapamadı” biçimindedir. Yazının içeriğinde “Ulus’ta yeni açılan Çilem Otel siftah edemeden kapısına kilit vuruldu, otel sahibi Ali ... , Hülya ... adlı kadını 450.000 lira karşılığında müşteri kılığındaki polislere satmaya kalkınca yakalandı. İlk müşterilerinin polis olduğundan habersiz sıkı pazarlık yapan otel sahibi, onları genç kadının odasına kadar götürdü” biçimindeki dizelere yer verilmiştir. Oysa haberin verildiği anda gerçek olan, davacı hakkında .. Umumi HıfzısıhhaYasası’nın 28. maddesine dayanılarak ... TCK’nun 526. maddesi gereğince ve otelinde fuhuş yapanlara yer gösterdiği gerekçesiyle 3.5.1993 tarihli iddianame ile dava açılmış olmasıdır.

Bir haberin hukuka uygun sayılabilmesi için haber niteliğinin varlığı ve haber içeriğinin gerçeğe uygunluğu yeterli değildir. Gerçek bir olaya ana noktalarda gerçek dışı unsurların eklenmesi halinde, artık hukuka uygunluktan söz edilemez. Yayında davacı, otelinde kadın pazarlayarak fuhuş yaptıran kişi olarak vurgulanmıştır. Yazı içeriğindeki kadın pazarlama olayı ispatlanamamıştır. Davacı kadın satıcısı olarak gösterilerek haber verme hakkının sınırları objektif olarak aşılmıştır. Davalının bu konuda gereken özeni göstermemiş olması nedeniyle kusurlu eyleminin sözkonusu olduğu gözetilerek uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken , habere konu olayın , gerçek olduğu gerekçesiyle davanın reddedilmiş olması yasaya aykırıdır.(Y.H.G.K. 8.11.1995 E.687/K.930)

Borçlar Kanunu’ndaki çalışan ve iş görenlerin özen yükümlülüğü kuralları gereğince, bir gazetecinin, radyo ve TV muhabirinin özen borcu; bu meslekten iyi nitelikte bir kimsenin göstereceği özenin derecesi ile ölçülür. Asıl mesleği gazetecilik olanlardan beklenecek özenin derecesi şüphesiz, fırsat buldukça yayın alanında hizmet veren manken ya da artiz arkadaşlarımızdan beklenecek özen borcundan daha yüksek olacaktır. Basın çalışanları tarafından, bu alanındaki haberlerin süratli toplanması gereği ileri sürülerek, gösterilecek özenin derecesine itirazda bulunulmaktadır. Ama, bu itiraz bildirilecek veya yayınlanacak bir olayın önceden araştırılması ilkesini ortadan kaldırmaz. Bu gibi durumlarda en doğru davranış, bizzat olayı yaşayan ve yaratandan bilgi edinmektir. Bu yolla, olayın kahramanına, saldırı ile birlikte yayınlanmak üzere, en azından açıklama yapma olanağı verilmektedir. Bu imkan verildiği bir haberin hukuka uygunluğu ile ilgili bir kararı örnek verelim.

“Davaya konu yapılan yayında , davacının yanında sekreter olarak çalıştığı patronla bir yıl cinsi ilişkide bulunduğu haber olarak verilirken, bu konuda davacının olayla ilgili sözlerine de yer verilmiştir.

Hazırlık koğuşturmasından , davacının sekreter olarak çalıştığı patronuyla zaman zaman bir araya gelerek gizli aşk hayatı yaşadıkları anlaşılmaktadır. Davacı polise verdiği ifadede “patronunu sevdiğini ve bu nedenle ondan kopamadığını” açıkça belirtmiştir.

Görülüyor ki, davalıya ait gazetede davacıyla ilgili haber gerçeklere dayanmaktadır. Gazetenin gerçek olaya dayanarak olayın meydana geliş şeklini ve sonucunu bir hikaye üslubu içinde okuyucusuna aktarmasında hukuka aykırılık yoktur. Aslında davacının ve patronunun hazırlık koğuşturması sırasında polise anlattıkları ile yayın arasında azımsanmayacak bir birliğin varlığı da gözardı edilemez.

O halde, mahkemenin özellikle yayının gerçek olaylara dayandığı gerçeğinde hataya düşerek davalıyı sorumlu tutması hatalı olmuştur; karar bu nedenle bozulmalıdır. (Yar.4.H.D. 10.10.1989 E.3465/K.7588)

Önemle belirtelim ki, bir ithamı yayınlarken, gerçek dışı olabileceği ihtimalini de anımsatacak bir ifade tarzının seçilmiş olması, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz. Bir kişinin bir olaya karıştığı yolunda tahminler yürütmek, bu yöndeki şüpheleri dile getirmek ve söylentileri belirtmek, basit ve sade ithamlardaki kadar, şeref ve haysiyet kırıcıdır. İfade tarzının Yargı’dan kurtulma gayesiyle soru biçiminde oluşu, genellikle değişik bir üslubun seçilmesinden ileri gelir. 10

Bazen yayıncılar haberle ilgili bilgileri bir güvenlik birimi veya resmi bir kuruluştan alarak izleyicilere ulaştırmakta. Bu bilgilerin doğru çıkmaması halinde haber yine gerçeğe ve hukuka aykırı olmakta. Burada gazetecinin haberi resmi makamdan alması bence tazminat miktarını düşürür. Ama yargıtay daha ileri giderek bu durumda haberi gerçek dışı bile olsa hukuka uygun bulmakta ve yayıncıyı kurtarmaktadır. Yargıtay, sağlık müdürlüğü veya polisten alınan haberin yanlış olması halinde gazeteciyi sorumlu bulmamaktadır. 11

Haber ya da eleştiri objektif oldukça, doğru vakıalara dayandıkça, doğru bir amaca yönelik bulundukça özellikle haber ile üslup arasında ölçüye dikkat edilmişse şeref ve haysiyeti rencide etse bile, sorumluluk söz konusu edilemez. Zira, haberde belirtilen olayın yapılması o kişinin onurunu zaten lekelemektedir. Yani onur, haberin yayını ile değil, olayın ilgili tarafından gerçekleştirilmesi ile ortadan kalkmıştır. Anılan bu durumlarda ise hukuka aykırılıktan bahsetmeye olanak yoktur.İşte bir örnek.

Dava konusu yayında, kapakta “İktidarla Gelen Servet, Elbette Seçim İstemezler” denildikten sonra yazıda ANAP Milletvekillerinin, bu arada davacının da iktidarla gelen nimetlerden yoksun kalmamak için erken seçim istemediği bildirilip, “Abdurrahman ... , Çayırbaşı Memba Suyunun 13 olan sertlik derecesini 8 olarak gösteriyor. Milletvekilline sertlik sökmez. Abdurrahman... Antalya’da apartman aldı” şeklinde sözler yazılmıştır. Yazının tümü birlikte değerlendirildiğinde, davacının iktidar milletvekili olduktan sonra statüsünden faydalanarak suyun sertlik derecesinin tespitine etki ettiği, böylece nufuz ticareti yaparak zengin olup, apartman sahibi olduğu izlenimi verilmektedir. İleri sürülen bu hususların gerçekliğini davalılar ispat etmiş değildir. Böylece yazıyla hukuka uygunluk sınırının aşıldığı ve davacının kişilik haklarına saldırı olduğu anlaşılmaktadır.(Yar.4.H.D. 11.3.1993 E.13029/K.2325)

Kim olursa olsun, bir kimse hakkında gerçek dışı açıklamalar, o şahsın haklarına hukuka aykırı saldırıdır.Gerçek dışılık; verilen haberin hiç vuku bulmamış bir olaya ilişkin olmasından, olayın gerçekte başka türlü cereyan etmiş olmasından veya bir olaydaki bazı unsurların gizlenmesinden yahut olaya aşağıdaki gibi bazı unsurlar ilave edilerek nakledilmesinden de ileri gelebilir.12

Toplanan delillerden, davacının, 1980-1984 yıllara arasında laikliğe aykırı olarak devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukun temel düzenini dini esas ve inançlara dayandırmak amacıyla yurt dışında cemiyet tesis etmek ve cemiyetin faaliyetlerini tanzim ve sevk ile bu yolda propaganda suçlarından hakkında 2.Ağır Ceza Mahkemesinde 14.11.1986 günlü iddianame ile açılan kamu davası nedeniyle aranmakta iken, yurda döndüğü ve 11.2.1987 günü Emniyetçe yakalanarak Ceza Mahkemesine sevkedildiği ve Ağır Ceza Mahkemesince savunmasının alındığı, 13.2.1987 gününde serbest bırakıldığı anlaşılmaktadır. Davacının Berlin İslam Federasyonu Genel Başkanı olduğu dava dilekçesinde de yazılıdır. Ancak yurt dışındaki dini faaliyetlerinden dolayı açılan dava sonucu beraat ettiği ve ayrıca Ankara Devlet Güvenlik Savcılığınca’da takipsizlik kararı verildiği görülmektedir.

Davaya konu gazete haberinde ise, “Korkunç İttifak” başlığı altında şu bilgilere yer verilmiştir. “Aşırı dinci ve aşırı solcu örgütlerin, Humeyni öncesi İran’da Türkiye’de de rejimi devirmek amacıyla eylem hazırlığı yaptıkları saptandı. Federal Almanya’da ortak eylem yapan İslam Birliği Federasyonu Başkanı N... (ki davacıdır) ile TKP yetkilisi Av.T.., bu amaçla gizlice geldikleri Türkiye’de yakalandılar. Aşırı dinci N... ile Türkiye Komünist Partisi üyesi Av.T... tamamen zıt ideolojilere sahip olmalarına rağmen örgütlerinin Türkiye’deki demokratik rejime karşı işbirliğini eyleme dönüştürmek için görevlendirildiler...” Görüldüğü üzere, davacıya bu yayınla ağır itham ve saldırıda bulunulmuştur. Davalı yan, davacının Türkiye dönüşü yakalanıp Ankara’ya nakledildiğini öğrenince haberin yayınlandığını ve davacı hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığınca tahkikat açıldığının bir vaka olduğunu, ülkemizde irticanın son yıllarda hortladığının bir gerçek olup kamunun aydınlatıldığını savunmuştur. Yukarda yazılan basında yer alan haberle , davacının Türkiye’ye dönmesi üzerine yakalanmış olması nedeni açık farklılık taşımaktadır. Davacı 13.2.1987 günü Ağır Ceza Mahkemesince savunması alınıp serbest bırakıldığı halde yayın 22.2.1987 tarihlidir. Davacının Türkiye’ye gelişi ve yakalanışı vesilesi ile ve bir varsayımdan hareketle, ... ağır şekilde itham edilmesi karşısında , gerçeklik yönünden özen gösterilmeyen yayınla hukuka aykırı davranıldığı gerçeği ortadadır.(Yar.4.H.D.6.12.1988 E.5355/K.10485)

Aynı konuda, yerli filmlere taş çıkartan ve Amerikalı memurlarla Türk memurlarının aşk ve delikanlılık uğruna elele verdiği söylenen bir olayı da örnek verebiliriz.

Söz konusu haberin başlığı “58 yaşında Amerikalı 17 yaşındaki kızı kaçırdı” biçimindedir. İçeriğinde ise şöyle yazılıdır. ”Diyarbakır Pirinçlik üssünde görevli 58 yaşındaki Amerikalı John ..., Balıkesir’in en güzel kızlarından biri olan 17 yaşındaki Çiğdem’i kaçırdı. John ... , 5 yıl önce Balıkesirde görev yaptığı sıralarda aile dostu olan Enver ...’ın kızı Çiğdem’i kaçırmak için Balıkesir’e geldi. Arkadaşları emekli astsubay Dursun ... ve emekli polis Mustafa ... ile birlikte cuma gecesi Enver ...’ın Şöförevler’deki evine giden John Fillon evde yalnız olan Çiğdem’i özel otomobiline alarak uzaklaştılar.”’

Davalının görünüşe göre olayın gerçek olduğunu savunmasına rağmen verilişte Amerikalı yönünden bile abartı vardır. Amerikalı kızı kaçırmamış , kız gönlü ile ona kaçmıştır. Davacının ise bu olayda hiç bir ilişiği yoktur. Haberin gerek yüzeysel ve gerek dikkatli okunuşunda davacının kaçırma olayında yardımı olduğu izlenimi uyandırmaktadır....Dava konusu olay, davacı yönünden gerçek olmadığına ve onun adının gereksiz olarak böyle bir olaya karıştırılmasında kişisel haklarının zedelendiği açıktır. Öyleyse tazminata karar verilmelidir. (Yar. 4.H.D. 30.5.1988 E.2438/K.5329)

Temelde doğru bir habere gerçek dışı eklemeler yapılması, haberin gerçeklere aykırı sayılmasını gerektirir. Ancak Yargıtay bu durumda farklı uygulamalara gitmekte kısmi gerçeklikte hukuka aykırılığı kabul etmekle beraber tazminat miktarını düşük olarak belirlemektedir. Böylece yayına konu olan kişiye “aslanım, atıp tutuyorsun, ama senin de ayranın ekşi” denmektedir.

Dava konusu olayda ... davalıya ait gazetede, kamu oyunu yakından ilgilendiren, kaçakçılık olayları içinde yer alan yeraltı dünyasının bazı önemli kişileri ele alınıp tanıtılırken davacı da bunlar arasında gösterilmiştir. Davacının bu gibi yasa dışı olaylar içinde yer aldığı kanıtlanmadığı gibi, haber, kaynağına uygun bir şekilde verilmemiş, aksine davacının kaçakçılık olaylarının içinde olduğu anlatılmıştır. Bu nedenlerle yazı tümüyle ele alındığında kişilik hakkına açık bir saldırı niteliğindedir ve manevi tazminatı gerektirir. Ne var ki, haber ve yazıya konu olan olayın ana kaynağı İtalyan resmi makamlarınca düzenlenen belgelere dayanmaktadır. Bu belgeler incelendiğinde uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan aranan A.E.‘ in, davacı Ş.S.’nin İtalya’da bulunan evinde yakalandığı , üzerinde gerek davacının ve gerekse karısı O’ ya ait telefon numaralarının bulunduğu; keza aynı suçlardan yakalanan E.K. ve H.G. adlı kişilerin üzerlerinde de davacının ev ve iş yerine ait olmak üzere dört telefon numarası ele geçirildiği anlaşılmaktadır. Bunlardan başka İtalyan Adalet Bakanlığının 28.5.1984 günlü yazılarından, davacı Ş.S‘in uyuşturucu madde kaçakçılığı yapan bir örgüte dahil olduğu şüphesi ile 1979-1980 yılları soruşturma konusu yapıldığı, ancak kendisi hakkında herhangi bir kazai işlem yapılmadığı bildirilmiştir.

O halde tüm bu maddi olgular değerlendirildiğinde davacı yararına hükmeden üç milyon lira manevi tazminat hakkaniyete uygun düşmemiştir. Daha uygun ve ılımlı bir manevi tazminata hükmedilmek üzere hüküm bozulmalıdır.( Yar.4.H.D. 8.5.1986 E.2008/K.3998 )

3.Güncel olmamalıdır.

Basın’da bir kişi ile ilgili bir davranış veya olay açıklamasının geçmişte olması ve yaşanan zaman diliminde öneminin kalmaması yani güncel olmaması yayını hukuka aykırı hale getirir.

Birileri hakkında yapılan yayın sadece kollektif bir dedikodu alışkanlığını tatmin maksadıyla olmamalıdır. Açıklamada kamu yararı bulunmalıdır. Özellikle kaza ve cinayet gibi günün önemli olayını (günceli) teşkil eden hallerde, bu olaylara karışan kişiler ister istemez kamunun önüne çıkar. Bu yüzden onun hakkında güncel olan bir konu hakkında ve oranda bilgi verilmesi mümkündür. Ancak bu ölçünün yanında, günlük olaylara adı karışan kişinin, özel yaşamı gene korunmalıdır. Ayrıca; dürüstlük kuralları, hayatta ve basında yerleşmiş adetler de somut olayın veya davranışın yayınlanmasında sınır teşkil etmelidir. 13

Olayın üzerinden uzun süre geçtikten sonra, haber ya da yorum yayınlanırsa, kamu yararından söz edilemez. Üstelik olayın unutulduktan, tazeliğini yitirdikten sonra yayınlanması, bir kötü niyetin araştırılmasını gerektirir. Kamu yararı ve güncellik bulunmayınca haber hukuka aykırı hale gelir. Böyle bir olay Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 19.1.1988 tarih, 8085 E., 334 K. sayılı kararında yer almaktadır.

Davaya konu olan yazıda, köşe yazarı, içinde bulunulan günlerin tasa verici olduğu düşüncesini "Olmuşuz Dumanaltı" başlığı altında işlemiş ve bu arada davacıyı amaçlayarak "N.B. diye bir milletvekilinin usulsüz para aldığını" vurgulamıştır. Para alınma iddiası, 1983 yılındaki bir olaya ilişkindir. Davacı partisinin kuruluş aşamasında iken bağış olarak aldığı I70.000 lirayı kayıtlara geçirmediği yolundaki bir yakınmayla karşılaşmıştır. 0 zaman hakkında soruşturma açılmış ve aklanmıştır. Dava konusu yazı ise, I987'de yayınlanmıştır... Somut olayda, davacının dört yıl önce karşılaştığı ve aklandığı bir iddianın yeni bir haber ve sanki olay gerçekmiş gibi verilmesinde hukuka aykırılık açıktır .

Bazen güncellik tartışmalı olabilmektedir. Geçmişte bazı olaylara karışmış kişiler yeni bir göreve talip olabilmektedir. Eski suçları açısından yeni görevlerini yapıp yapamayacağı tartışmaları yapılabilmektedir. Örneğin geçmişte hakkında kaçakçılık suçundan bir çok davalar açılıp, yargılanmış kişi gümrük müdürlüğüne getirilirse gazeteciler konuyu hemen gündeme getirebilmektedirler. Halbuki tüm yargılama süreci bitip ilgili aklanmış veya beraat etmişse haberin güncellik unsurunun olmadığı söylenebilir. Ayrıca bir kere suç işlemiş ve pişman olmuş, senelerce benzer bir olaya karışmamış bir kişiye de potansiyel suçlu olarak bakmak adalet ilkelerine aykırıdır. Fakat eski olaylara benzer yeni olaylar ortaya çıkmışsa ve bu arada eski iddialarda gündeme gelirse kısmen güncelliğin olduğu aşağıdaki kararda Yargıtay tarafından kabul edilmektedir.

Yeni Gündem Dergisinde, Mustafa Sönmez imzasıyla yayınlanmış bulunan bir yazı ve davacının fotoğrafı kapak yapılıp üzerine başlık olarak “11 yıl ağır hapsi istendi. Nasıl Kurtuldu?” ibaresi atılmak suretiyle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu ileri sürülmüştür. Mahkemece deliller toplandıktan sonra olayda gerçeklik şartı ve kamu yararı unsurlarının varlığı benimsenmekle beraber güncellik niteliğinin gerçekleşmemiş olduğundan söz edilip manevi tazminat olarak takdir edilen 2.000.000 liranın ödetilmesine hükmedilmiştir.

Gerçekten güncel olmayan bir olayın aktarılmasında kamu yararı bulunamaz .Çünkü unutulmuş, hatırlanmasında yarar görülmeyen geçmişteki bir takım davranışların gündeme getirilmesinde böyle bir yarar düşünülemez. Ancak davaya konu olan işte, güncel olan bir durum nedeniyle aynı nitelikteki eski olaylar sergilendiğine göre kamu yararı varlığının kabulü gerekir. ( Yar.4.H.D. 26.01.1989 ,E.6431/K.424 )


4.Sunuş dengeli olmamalıdır.

Bir haberin hukuka aykırı sayılmasını gerektiren bir başka durum ise, sunuşunun dengeli olmamasıdır. Gerçeğe uygun haberlerin değerlendirilip yayınlanmasında, Basın’nın “sansasyon”dan kaçınması gerekir. Aksi ise, doğru bir haber yayını hukuka aykırı olur. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 21.4.1972 Gün, 2833 Esas, 3665 Karar sayılı ilamında, haberin yayınında uyulacak ölçüleri şöylece belirtmiştir: Yasaların basına verdiği haber verme hakkı, kapsamı yönünden, değeri miktarınca ölçümlenmek gerekir. Her haberin gazetecilik mesleği yönünden belli bir değeri vardır. Bu değer her gazete için, gazetecinin kişiliğine göre değişik olarak yorumlanabilir. Ancak bu yorum farkı gazetecinin ve müessesede çalışanlarla sahibinin, diğer gazetedeki aynı durumda olan kişilerin anlayış ve yorum farkından ileri gelebilen değişikliklerden öteye gidemez. Böylece haber verme ödevi, meslek anlayışının objektif, genel ölçü ve sınırlar içinde, fakat belirtilen kişilik ve anlayışa bağlı yorumlar nedeniyle birbirinden pek az ayrı bir uygulanma gösterir. Haber vermede ölçü; yasanın sağladığı hak ve hukukun sağladığı, sınırlar, eylemli ve maddi olanaklar, mesleki kurallar, görev ciddiliği gibi kriterlerle belirir. Bu ölçülerin dışında haberde, kullanılan sözler, resimler, sunuluş ve sayfaya konuluş biçimi, gireceği sahife, birbirinden pek az farklılık gösterebilir. Bu normal ölçüler dışında bir haberin, öneminden ve ciddilik duygularından uzak, meslek anlayışına göre konulacağı yer bakımından ve konulan sözlerin niteliği ve toplam tutarı ve dengeli bir biçimde sunuluşu açısından belli bir amaca yönelince, (kamu) görevinden söz edilemez.

Gazetecinin olayı yorumlaması ve heberin dengesinin altüst oluşu ile ilgili çarpıcı şu karara dikkatinizi çekelim.

Gazetedeki yazıda, “onbir yaşındaki M.T. annesini bulamamış ve aranırken samanlıktan bazı sesler geldiğini duymuştur. M.T., annesi ile müstakbel eniştesini otların arasında kendilerinden geçmiş vaziyette sevişirken görmüş ve olduğu yerde donup kalmıştır. Taşlaşmış bir şekilde donakalan oğlunu gören anne ise hemen toparlanmış ve sevgilisine, çabuk toparlan bu oğlanı yakala demiştir. Y.A., korkuyla bekleyen M.T.‘nin üzerine atılmış ve çocuğun yalvarmalarına aldırış etmemiş ve kıyasıya vurmaya başlamıştır. Canavar ruhlu annenin, oğlu kanlar içinde yatarken, kılı bile kıpırdamamış, sevgilisinin M.T.’in başını taşla ezmesini seyretmeye başlamıştır. İddiaya göre Y.A. çocuğu öldürdükten sonra hiç bir şey olmamış gibi A.T. ile bir daha sevişmiştir. Daha sonra cesedin üzerini samanlarla kapayarak evlerine giden katil sevgililerden Y.A., gece samanlığa gelerek cesedi almış ve köy ağılına atmıştır. Jandarmanın yaptığı soruşturmada, olay bütün açıklığı ile ortaya çıkmış, Y.A. ve A.T. cinayeti nasıl işlediklerini en ince ayrıntılarına kadar anlatmışlardır” sözleri olayların akışına, eşyanın tabiatına ve Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 1976/89 sayılı dosyası içeriğine tamamen aykırıdır. Zira, küçük M.T. samanlıkta değil ağılda öldürülmüştür. Davacılar köyde değil Polatlı’da oturmaktadır. Y.A., M.T.’yi avlanmak bahanesi ile köye götürmüş ,ağılda ırzına geçmiş , başını taşla ezerek öldürdükten sonra cesedini saklamıştır. A.T.’nın oğlu M.’nın öldürülmesi ile ilgili herhangi bir itirafı yoktur. Bütün bunlar gazetede yayınlanan haberin gerçekleri yansıtmadığının açık ve kesin delilleridir. ... Çünkü hiçbir ana, gazetede yazıldığı gibi bir olaya tanık olup da, oğlunun cesedi başında sevgilisi ile cinsi münasebette bulunamaz. Bu derecede canavarlaşamaz. Kaldı ki dosyada bu haberi doğrulayabilecek, Y.A.’nin olaydan çok sonra ileri sürdüğü isnat dışında bir delil de yoktur. Hal böyle olunca çok ağır nitelikteki yorumların gerçekleşmiş bir olay gibi yayımlanmasına basın hürriyeti de hak vermez. Bu yayımla yapılan yüklemelerin hakkında yayım yapılan kişinin davranışları konusunda kesin ve yeterli delillere dayanması zorunludur. Davalıların ise böyle bir davranış göstermedikleri açıktır.( Y.H.G.K. 19.01.1983 , E.4-223 / K.14 )”

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 7.7.1975 tarih, 8254 Esas, 7889 Karar sayılı ilamında ise, haberin veriliş biçiminde hakkın kötüye kullanışı ve sınırın aşılması şöylece belirtilmiştir: “Davaya konu olan haber, davacının vakar ve haysiyetine bir saldırı teşkil eder niteliktedir. Özellikle haberin gazetenin ilk sahifesine ve baş yukarı köşesine iri puntolu harflerle basılmış olması ve gereği yokken, özel bir çaba ile sağlanmış fotoğrafın aynı yerde haberle birlikte yayınlanmış olması saldırıya ve uğranılan zarara ağırlık vermektedir”

Bu karara göre, “öneminin çok üzerinde abartılıp sunulan” ve kişilik haklarını zedeleyen haber, gazeteci haber verme hakkı dışında bir amaca yöneldiğinden, hukuka aykırıdır.

Herhangi bir haber, gerçeğe uygun olsa bile, haberin verilişinin gerektirmediği bir dilin kullanılması, konunun açıklanması için gerekli, yararlı ve ilgili olmayan küçük düşürücü ifadelerin kullanılması, kişinin onur ve saygınlığına saldırı oluşturacak niteleme ve değerlendirilmelerin yapılması durumunda, denge ölçüsü aşılmış olur.

Kişilik haklarıyla, basın özgürlüğünü dengeleyebilmek için haber, eleştiri yada yorum ile bu konunun açıklanış biçimi arasında düşünsel bir bağlılığının yani dengenin bulunması gerekir. Eş deyişle, haberde kullanılan anlatımın, habere konu olan olay ile düşünsel bir bağlantısının, bir ilgisinin bulunması zorunludur. Bir olayın kamuya duyuruluşunda, haberin içeriği ve gerekliliği ile, uygun düşmeyen sözcükler kullanılmış olursa hukuka aykırılık oluşur.

Hukuk Genel Kurulunun 9.10.1985 tarih, 4/96 E., 790 K. sayılı kararın da şöyle denilmektedir: “... haber, gerçeği yansıtsa bile, kullanacak dil ve ifadenin, yapılacak niteleme ve yorumun, haberin verilişinin gerektirdiği ve zorunlu kıldığı biçim ve ölçüde bulunması gerekir. Şayet haberin verilişinde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan beyan ve değerlendirmelere gidilecek, haberin içeriği ile uygun düşmeyen tahrik edici ya da toplumda husumet ve kuşku yaratıcı dil ve ifade kullanılacak olursa kişilik haklarıyla çatışan basın hürriyetine üstünlük tanınması imkansız hale gelir”

Bu özel dairenin konu için örnek oluşturan I2.5.I987 Tarih, 2257 E. 774 K. sayılı kararı ise şöyledir: “Olayın güncel bulunuşu, gerçek olduğu konusundaki yaygın kanaat ve duyulan toplumsal ilgi karşısında, haber olarak verilişinde kamu yararı bulunduğunda kuşku yoktur. Ne var ki; gazete olayı duyurmakla kalmamış; “utanmaz, kursağındaki haram para” gibi aşağılayıcı ve bağlayıcı sözcüklerle davacının onur ve saygınlığına, bu ve diğer değerlerden oluşan kişilik haklarıma saldırıda bulunulmuştur”

Hep olumsuz örneklerle genç yayıncıların motivasyonunu bozmayalım. Yargıtay bazen gazetecinin kişiliğine veya yayın organının tarzına bağlı yorum biçimini ve bunun haberde kullanılmasını uygun bulmaktadır.

Davacı , davalılardan A.Y. ile röpotaj yapmış ve bu röportajda Nokta Dergisinde yayınlanmıştır. Davacı, davalılardan A.Y. ile röportaj yapmakla, bu röportajının anılan derginin üslubu dahilinde yayınlanmış olmasını önceden kabul etmiş bulunmaktadır. Derginin kendine özgü üslubu ve yazının bütünlüğü göz önünde tutulduğunda haber verme hakkının sınırlarının aşıldığını , konu ile anlatım arasında düşünsel bağın bulunmadığını söylemek mümkün değildir. (Y.H.G.K. 7.6.1989 E.4-299/K.415)

Basın yoluyla düşünce açıklama özgürlüğünün kapsadığı bir hak da, olayların incelenmesi ve eleştirisidir.14

Bir haber ya da yorumdaki eleştiri, sanat eleştirisi olarak kaldıkça, yani eleştirilenin sanat uğraşısı ve yetenekleri hakkında eleştirisel bir yargı oldukça, hukuka aykırı değildir. Eğer, eleştirici, sanat eleştirisi alanından çıkarak, genel olarak kişiliğin ve insanın eleştirilmesi alanına geçmiş ise, eleştirme hukuka aykırıdır. Sanat eleştirisi değer yargılarına dayanmakla birlikte, eleştirilene karşı, kırgınlık, kin ve intikam duyguları yaratılmamalı, bu eleştiri, düşmanca bir tavır olmamalıdır. Sanat eleştirisi, sanatçının insan olarak şeref ve onurunu küçültücü olduğu ölçüde hukuka aykırı sayılır. Burada yayıncının niyeti önemlidir. Yayıncı “üzüm yemek” değil “bağcıyı dövmek” niyetindeyse artık ıvır zıvırla uğraşmayıp, “herşeyin bedeli ödenir” diye düşünmemiz gerekir.

Basın yoluyla başkalarının düşünceleri eleştirilirken bilim, ahlak ve hukuk kuralları unutulmamalıdır. Eleştiri yapılırken, kamunun yararı bir yana bırakılıp, kişisel yarar veya eleştirilenin zararı hedeflenmemelidir. Yargıtay; bir kurumun çalışanlarını eyleme geçirmek için dağıtılan el ilanında, kurum yöneticisi için, “ihanet zinciri kuran, şeytanın avukatının müvekkili, haklıyı ve namusluyu zurnal eden, dalkavukluğu, kulluğu, iki yüzlülüğü geçer akçe kılan” sözlerini, bir yazar hakkında “mütareke artığı”, bir televizyon yapımcısı için mizah dergisinde “sulu, sıska, iğrendirici, çürük, soğuk nesne, dişlek” ifadelerini eleştiri sınırlarını aşmak olarak kabul etmiştir ve mahkum etmiştir.15

Bir sanat eleştirisinin hukuka aykırı olup olmadığı, bir yandan eleştirmenin ve özellikle sanat eleştirmesinin görevi ve amacı, öte yandan sanatçının durumu gözönünde tutularak belli edilmelidir. Bu anlatılanlar, edebiyat, ekonomik, mesleksel ve siyasal eleştiriler için de geçerlidir.

İşte size türk filmleri gibi içinde aşk, avantür ve politikanın olduğu bir olay.

Davacının başında bulunduğu Kültür Bakanlığı’nın 14.10.1992 tarihli yazısından, KKTC Gazi Magosa’daki ... Camii’nin tiyatro binasına dönüştürülmesi konusunun, KKTC Kültür Bakanı E.S.’nin Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı ‘nın daveti üzerine 25.02.1992 tarihinde Türkiye’yi ziyareti esnasında misafir bakanın talebi üzerine davacı ... ile görüşüldüğü ve bu konuda mutabakat sağlandığı, ancak bu mutabakatın herhangi bir protokol veya anlaşmaya dercedilmediği anlaşılmıştır. Bu ziyaret sırasında iki devlet kültür bakanları arasında imzalanan mutabakat tutanağının tetkikinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin anlaşmaya varılan hususlarda KKTC’ne gerek uzman temin etmek , gerekse mali kaynak sağlamak suretiyle destek verdiği anlaşılmaktadır. Aslında bağımsız bir devlet olan KKTC’i Kültür Bakanının Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı ile bu konuda mutabakat sağlamasından amaç , Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden mali destek sağlamaktır.Diğer yandan , hangi dine mensup olursa olsunlar insanlar gerek kendi, gerekse başka dine mensup olan insanların ibadet ettikleri yerlere saygı gösterirler. Savaşlarda dahi ibadethanelere yapılan saldırılar bir insanlık suçu olarak kabul edilir. Bu anlayışın sonucudur ki kendi kilisesine başı açık ve ayakkabısı ile giren bir hristiyan, camiye girerken İslam kurallarına uyarak ayakkabılarını çıkarır, kadınsa başını örter. Nüfusumuzun yüzde doksan dokuzu İslam dinine mensuptur. İslam dininde cami Allahın evi kabul edilen kutsal bir yerdir. Diğer dinlere mensup insanların kendi ibadethanelerine gösterdiği saygı ve hassasiyeti Müslümanlar da ibadethaneleri olan camilere gösterirler. Bir zamanlar Osmanlı hakimiyetinde olan bir kısım Avrupa toprakları bugün dini hristiyan olan Avrupa devletlerinin idaresinde olmasına rağmen, müslümanların bu konuda duydukları hassasiyet nedeniyle gerek gösterecekleri tepkiden çekinilerek , gerekse ibadet edilen yerlerle ilgili oluşan bu ortak insanlık değerinden ötürü, başka bir amaca yönelik olarak kullanılmamış, sadece ibadete kapatılmakla yetinilmiştir. İbadete kapatılma ve tamir edilmeyerek yıkıma terkedilme olayı dahi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve halkının tepkilerine sebep olmuştur. Bir dönem tamamı Rum hakimiyetinde bulunan Kıbrıs adasında da durum böyledir. Rumlar, camiilerin amacı dışında kullanılması yolunda bir davranışta bulunamamışlardır. Hal böyle iken ,Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kültür Bakanı olan davacının habere konu olan camiinin tiyatro binasına dönüştürülmesi konusundaki sakıncaları diğer bakana anlatarak uyarması gerekirken, bu konuda görüş birliğine varması eleştirilecek bir davranıştır. Devlet yönetiminde meydana gelecek usulsüz ve devlet politikasına uygun düşmeyen işleri kamuoyuna duyurmak ve bu yolda tartışmaları başlatmak ve yapmak basının görevleri arasındadır. Davacı tamamen kendi iradesiyle yarattığı bu ortamın basın yoluyla eleştirilmesine katlanmak zorundadır. Dava konusu olan yazı gerçek olaylara dayandığından, böyle bir olayın basın yoluyla kamuoyu önünde tartışılmasında kamu yararı vardır. Konu ele alınıp açıklanırken kullanılan sözcüklerde, ele alınan konunun gereği olduğu için, amaç bakımından olduğu kadar araç bakımından da aşırılıktan söz edilemez. Diğer bir deyişle, yayında konunun duyarlılığına uygun düşen araçlar kullanılmıştır. Tüm bu nedenlerle basının haber verme ve kamuoyunu aydınlatma özgürlüğü sınırları içinde kalan yazının hukuka uygun olduğu kabul edilerek davanın reddi gerekir.

Bu kararı, benim görüşlerine çok saygı duyduğum aynı mahkemenin üyesi olan Bilal Kartal yanlış bulmuş ve görüşlerini şöyle açıklamıştır.

Davalı yan , başka ifadeler ve açıklama biçimi ile davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadan, aynı amaca ulaşmak veya onun için daha az zarar verici bir yol seçmek suretiyle haberi verebilirdi. Çünkü , kişilik hakları basın yoluyla ihlal edilenin, kamu yararının zorunlu kıldığından daha fazlasına katlanması ondan istenemez. Bu nedenle ilgiliye en az zarar verecek açıklama şeklinin seçilmesi gerekir. Aksi halde amaçla araç arasındaki orantıdan söz edilemez. Yayının içeriği doğru olsa bile, haberin veriliş biçimi, o doğrunun dışına çıkarak, aşağılayıcı ve abartılı ise, yayının hukuka aykırılık sınırları içine girdiğinin kabulü gerekir.

Somut olayda , orta düzeydeki bir okuyucu nazarında, davacının savunmasız insanları öldüren Rumlardan da kötü davrandığı düşünülebilir. Çünkü, kullanılan sözcükler, haberin yer aldığı sayfa, açıklamanın genişliği, harflerin diziliş biçimi herkesi kolayca bu sonuca götürür. Olayda, davacının bu tür bir yayına muhatap olmasını gerçek ve haklı gösterecek ölçüde bir davranış içinde bulunduğu kabul edilemez. Davalının davranışı, dost bir ülkenin kültür alanındaki bir yardım istemine olumlu yanıt vermekten ibarettir. Tiyatroya dönüştürülmesi düşünülen camii, gerek nüfus itibariyle, gerek yerdeki konumu itibariyle öylece kalması uygun görülmemiş olabilir. Müslüman bir toplum için camiin önemi tartışılmaz. Ancak, bunun o an için, artık o amaç için kullanılmayacağı gerçeği karşısında, başka ve yine bir kültür hizmeti olan tiyatro olarak kullanılmasını, dine aykırı bir davranış olarak kabul etmemek gerekir. Camiin, toplumun hoş karşılamayacağı, bir kumarhane, bir diskotek gibi işyerine dönüştürülmesi düşünülmemiş ki, davacının bu kadar ağır eleştiriye muhatap olması hoşgörü ile karşılanabilsin.

Açıklanan nedenlerle , haberin verilmesinde sınır aşılmak suretiyle, kişilik haklarına saldırının varlığı kabul edilmelidir. (Yar.H.D. 23.12.1993 E.3762/K.15152)

Herkesin, sahip olduğu ekonomik görüş sebebiyle, içinde yaşanılan ekonominin işleyiş tarzının eleştirilebilmesi olanağı vardır. Bu gibi eleştiriler, yürürlükteki yasaların çizdiği sınırlar içinde; özgürce yapılabilir. Ne var ki, eleştiride verilen örnekler üzerinde duyarlılıkla durulmalı ve özellikle kişilerin ekonomik saygınlığına, gerçeğe aykırı açıklamalar ile saldırılmamalıdır. Gereken dikkat ve özen gösterilmelidir. Kural olarak belli bir ekonomik alanda, yalnızca belli bu kişiyi amaç tutarak, onun ekonomik uğraşıları eleştirilirken gerekli açıklamalar yapmak olanağı varsa da, bu açıklamaların gerçeğe aykırı olması durumunda, onun bu yüzden kırılan ticari şeref ve onurunun gerektirdiği sorumluluğun gözönünde tutulması zorunludur. 16 Mesela Kombasan adlı belirli siyasal görüşü savunan kişilerin sermayelerini toplayarak oluşturdukları bir holding vardır. Bu adamcağızlar güzel güzel sistemle bütünleşip, kar payı altında nema dağıtmaktaydılar. Siyasi gayelerle bu adamlar birden Basın’ın günah keçisi oldular. Basın bunların ipliğini öyle pazara çıkardı ki, Devlet seksen türlü soruşturma başlattı. Ekonomik faaliyetin eleştirisi diye başlayan bu hareket neredeyse holdingi bitiriyordu. Neyse iman gücüyle hala ayaktalar.

Basının, kişilik hakkına el atmada ölçülü, dengeli uygun bir amaç-araç ilişkisi içinde olmak, meşru bir amaca yönelik bulunmak koşuluyla, iyi işlemeyen “yönetsel ve ekonomik mekanizmayı” eleştirmeye, üstelik sert bir dille bu eleştiriyi yapmaya hakkı vardır. Bu durumda hukuka aykırılıktan söz edilemez.17

Bu duruma cuk oturan ve bir okulun alemci yönetimini sorgulayan bir örnek olay.

Davalıya ait gazetenin 6 Nisan 1987 günlü nüshasında “Korkunç İddia” başlıklı haberde şu iddialar görülmüştür.

1- Antalya Sağlık Meslek Lisesinde her öğretmenin bir öğrenci sevgilisi var, sık sık oluşan evlilikler bunun kanıtı. Öğretmen Hüseyin ... öğrencisi Meliha ile evlendi, öğretmen M.E. (davacı ) öğrencilerden S.D. ile ilişkide bulundu, öğretmen evli olduğu için ilişki daha sonra sona erdi. Öğretmen M.E. öğrencisi ... ile ilişkisi var, bir evde buluştular, saat hediye etti, okul müdürü’nün (davacı ) ... adlı öğrenciyle ilişkisi söyleniyor. Öğretmen B.Y. Nevşehir’de görevli iken adı bayaz kadın ticaretine karışmış.

2- Bekar erkek öğretmenlerin tatilde ve geceleri okula girmeleri yasak olduğu halde, kız öğrencilerin banyo günlerinde okuldan çıkmadıkları, gece nöbetlerine öğrencilerin en güzellerinin seçildiği, kızlaran gece yarısı ıslak saçlarla yatakhanelere döndüğü.

Davacılar, haber niteliğinde yazıya konu olan okulun öğretmen ve yöneticileridir. Gerek yargılama ve gerekse idari tahkikat sırasında dinlenen tanıklar genel olarak :

1- Bir kısım öğretmenlerin öğrencileriyle ... ilişki içinde bulunduklarını;

2- Davacı olan öğretmenlerin gerek tatil ve gerekse akşamları okula gelmelerinin söylentilere ve şikayetlere neden olduklarını beyan etmişlerdir.Diğer taraftan bazı tanıklar :

1- Öğretmen olan davacı M’ın G.O. adlı öğrenci ile evleneceği yolunda söylentiler çıktığını, bu davacının öğrencileri rahatsız edici davranışlarda bulunduğunu ve öğrencilerin bacaklarına baktığını;

2- Hanım ... adlı öğrencinin sık sık laubali şekilde müdür ile birlikte görüldüğü ;

3- İdare katında nöbet için, öğretmen E.’ nın güzel öğrenciler arasından seçim yaptığını ;

4- Öğretmen Ali ... ,Mustafa ... ,M.Emin‘in bahçede kanepelerde öğretmene yakışmayacak şekilde oturarak öğrencilerle laubali olduklarını ;

5- Selda adlı öğrencinin davacı olan öğretmen M.Emin’e yakınlık duyduğunu ;

6- Hüseyin ... , Bekir ... adlı öğretmenlerin okuldan mezun olmuş öğrencilerle evlendiğini beyan etmişlerdir.

Davacılardan Bekir ... ise , müfettişe verdiği ifadede, Niğde Sağlık Lisesinde görevli iken bazı öğrencileri dışardaki kişilerle görüştürme iddiasıyla tahkikat geçirdiğini kabul etmiştir.

Tüm bu kanıtların değerlendirilmesinden kız öğrencilerin okuduğu Antalya Sağlık Meslek Lisesinde öğretmen ve öğrenciler arasında ilişkilerin olması gereken düzeyi aştığı ve çevreye daha geniş boyutlarda yayıldığı anlaşılmaktadır. Davacılar okulun öğretmen ve yöneticilerindendir. Özensizliklerinin derecesi tartışılsa bile işin sonuçta davalı gazetenin yayınına kadar gelmesinde kusurlu oldukları tartışmasızdır.

O halde tüm bu nedenlerle davalı gazetenin yayınının genelde gerçeklere dayandığı , olayın kaynaklandığı yerin bir eğitim yuvası olması nedeniyle, yayında yüksek düzeyde kamu yararı bulunduğu ve konu ile anlatım arasında düşünsel bağlılık bulunduğu ve gerek amaç ve gerekse araç bakımından basın özgürlüğünün hudutlarının aşılmadığı kabul edilmelidir.(Yar. H.D. 6.12.1988 E.7489/K.10478 )

Ancak, bazen Basın kantarın topuzunu kaçırmakta, doğru şeyleri yanlış yollarla yapmaktadır. Yargıçlarda makyevelist olmayınca gazetecinin köfteleri yanmaktadır.

Akşam gazetesinin 24.11.1994 tarihli nüshasında ... sürmanşet olarak “RP’li Öğretmen Trilyoner Oldu” başlıklı ve “İkinci Mercümek Davası” alt başlıklı, aynı gazetenin 25.11.1994 tarihli nüshasında büyük puntolarla davacının resmi de kullanılarak “Trilyoner RP’li Öğretmen Konya’yı Parsellemiş” ve “Refah’lı Haşim Bey Panikledi”, “Konya’daki Bütün Akşamları Toplattı” başlıklı, aynı gazetenin 26.11.1994 tarihli nüshasında “Nereden buldun Haşim Bey” başlıklı , aynı gazetenin 27.11.1997 tarihli nüshasında “Yalandan Kim Dönmüş”, “ Bu Nasıl Helal Para” başlıklarıyla davacıya ait muhtelif resimleri de kullanmak suretiyle davacı için yayın yapıldığı anlaşılmaktadır... Olayda davacı, gerek dava dilekçesinde ve gerek yargılama aşmasında haberin doğru olmadığını ileri sürmüştür. Bu durumda haberin gerçeğe uygun olduğunu, davalı ispat etmek zorundadır. Ancak davalı taraf haberin gerçeğe uygun olduğuna dair bir kanıt ibraz etmemiş olduğundan sorumludur. Bu nedenlerle davalı gazetede dört gün süre ile yapılan yayında davacıyı toplum içinde haksız kazanç temin eden kişi olarak tanıtmak suretiyle küçük düşürüldüğü... kişilik haklarına saldırıda bulunulduğundan tarafların sıfatına, işgal ettikleri makam ve sosyal ve ekonomik durumlarına göre uygun bir miktar manevi tazminat verilmesi gerekir.( Yar. 4.H.D. 13.3.1997 E. 13370 K.776)

Ne iletişim özgürlügü ve ne de eleştiri hakkı sinirsiz değildir. Hay Allah gene lazlığım çıktı. Sik sik yapayrum bu hatayı. “Sınırsız” demek isteyrum. Her iki davranış da, yasa ve ahlak kuralları içinde ve özellikle kamuoyunun olumlu yönde oluşmasına, toplumun daha ileriye götürülmesine yardım amacı ile yapılmalı, karşı fikirler böyle bir anlayış ve dilsel özellik içinde dışa vurulmalıdır. 18

Yayının içinden cımbızla bir bölümünün alınıp, değerlendirme ona göre yapılmamalıdır. Olayın öncesi varsa bu da değerlendirmeye esas alınmalıdır. Bir örnek verelim.

Davacı, davalıların ilgili bulunduğu “ŞEY” isimli haftalık magazin gazetesinin 7 Haziran 1986 günlü nüshasının birinci sahifesinde “Bülent Ersoy’a Ancak Acınır.” ve “Bu Yaratığın Adı Ne” başlığı altında ve resimli yayınlanan yazı ile kişilik haklarının ihlal edildiğinden, bahisle dava dilekçesinde yazılı miktardaki manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalılar yayınla hukuka aykırı davranılmadığını, davacıyla ilgili Yargıtay kararlarının öğrenilmesi üzerine yazının kaleme alındığını ileri sürmüşlerdir... Davaya konu olan yazının, davacı tarafından açılan cinsiyet değişikliği davasının ... reddedilmesi kararının İstanbul Barosu Dergisinde yayınlanması nedeniyle öğrenilmesiyle kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Yargıtay kararının Baro Dergisinde yayımından sonra, konu haber olarak 7 Haziran 1986 günlü gazetede kamuya sunulmakla günceldir. Nitekim 30 Mayıs 1986 günlü Milliyet gazetesinde Yargıtay kararı haber olarak verilmiştir. Haberin gerçeğe uygunluğu ise tartışmasızdır. Davacı topluma mal olmuş bir sanatkardır. Haberin konusu itibariyle kamusal ilgi ve toplumsal yararın da mevcut olduğunda kuşku edilmemesi gerekir. Gazete başlığında yer alan “Bülent Ersoy’a ancak acınır, erkekliğini yitirmiş fakat kadın olmamış bir kimse “ sözcük dizisi Yargıtay kararında da yazılıdır. Haber başlığındaki “bu yaratığın adı ne?” şeklindeki sorunun da eleştirinin bir uzantısı olduğu açıktır. Bu yön yazının bütününün incelenmesinden, kullanılan sözlerden açıkça anlaşılmaktadır. Yayın yasaların sağladığı hak ve ödevlerin yerine getirilmesi sınırları içerisinde kalmıştır.(Yar.4.H.D. 20.12.1988 E.8388/K.10943)”

Son düzenleyen AeraCura; 16 Mart 2008 19:26 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
16 Mart 2008       Mesaj #3
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
B.Yayının sonucu ile ilgili şartlar

1.Yayın ile bir hakka saldırılmış olmalıdır.

Hukuka aykırılığın bulunması için yapılan yayınla bir hakka saldırılmış olması da gereklidir. Ortada saldırıya uğramış bir hak yoksa hukuka aykırılıktan da söz edilemez. Hakkın ayrıca ilgiliye ait olması gerekir. Saldırı ile A’ya ait bir hak yok olmuş veya zarara uğramışsa, ortada onun yakını veya temsilcisi ve yetkilisi olmayan B için bir dava açmanın olanağı yoktur.

Yayın ile bir hakka saldırının olup olmadığını anlayabilmek için önce hakların neler olduğunu belirlememiz gerekmektedir. Hak ya da kişilik hakkı’nın sınır ve kapsamını da belirlemeliyiz ki, yayınla bu sınır ve kapsama ne ölçüde saldırıldığı açıklığa kavuşsun. Kişilik hakları Anayasa’da sayılarak belirlenmiştir. Bunlar yaşama hakkından başlar ve maddi ve manevi varlığını geliştirme hakları ile sürer. Güvenlikte bulunma, çalışma, özel hayatını gizleme, konut dokunulmazlığı, haberleşme, istediği yere yerleşme, seyahat, serbestçe ibadet edebilme, din ve vicdan, düşünce ve kanaatleri açıklayabilme, bilim ve sanatla uğraşma, haber alma ve verme, düzeltme ve cevap verme, dernek kurma ve üye olma, toplantı ve gösteri yapma, mülkiyet ve miras, hak arama,suç sayılmayan bir fiilden dolayı cezalandırılmama, şikayetçi olma, aile kurma, eğitim, öğrenim, sendika kurma ve üye olma, grev ve toplu iş sözleşmesi yapma, adil ücret alma, sağlık ve çevresinin korunması, spor yapabilme ve dinlenme, sosyal güvenlik, seçme ve seçilme, siyasi partilere üye olma, kamu hizmetlerine girme ve vergi verme hakları Anayasa da tek tek sayılarak güvence altına alınmıştır. Bu hakları kişilik hakları olarak çeşitli biçimlerde gruplara da ayırabiliriz. Yayına konu olan kişi hakları bölümünde bir ayırım yapmıştım. Daha geniş bilgi ve hakların sınır ve kapsamlarının belirlenmesi için o bölümü referans veriyorum.

Hepimizin ezbere bildiği bir temel hak “masumiyet karinesi” veya “kesinleşmiş bir mahkeme kararına kadar sanık suçsuzdur” kuralıdır.Bu kural hem Anayasalarda ve hem de yasalarda bulunmaktadır. İletişim ile ilgili tüm yasalarda bu kural mevcuttur. Fakat ne garip ki başta Devlet olmak üzere bu kuralı göz ardı etmektedir. Özellikle emniyet görevlileri önemli bir suç işlendiğinde veya terörle ilgili bir grup kişiyi yakaladıklarında basın toplantısı düzenleyerek bu kişileri teşhir etmekteler. Yine polis operasyona giderken gazetecilere haber vermekte ve bunların da katılımıyla zanlıları yakalamaktalar. Hatta, geçen televizyonda izledim, bir hırsızlık olayında, hırsız polislere izini kaybettirdi, fakat kaçarken acar kameramana yakalandı. Kameraman bir yandan hırsızla kovalamaca oynayıp çekim yaparken, bir yandan da halka “polisi çağırın” diye sesleniyordu. Sanırım polisler halkın tepkisinden bunalmış olacak ki sık sık “ne kadar başarılıyız” diye zanlıları toplayıp Basın aracılığı ile şov yapmaktadır. Ancak, insanların en temel haklarından biri olan “masumiyet karinesi”ni ayaklar altına almaktadır. Polis ya da çağırdı diye Basın’ın suçluluğu kanıtlanmamış ve daha mahkemeye bile çıkmamış bir kişiyi suçlu olarak tanıtmaya hakkı yok. Bu teşhirden kamuoyu etkilenmekte ve mahkemeden önce halk hükmünü vermektedir. Hatta yargıçlar bile dizi şeklindeki bu haberden etkilenmekte, kararını Basın’ın yönlendirmesine göre vermektedir. Tarikat liderleri Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz ile Kumkapı sanığı genç kız hakkındaki yayınlar bu olaya taze örneklerdir. Burada Basın mensupları açısından en büyük tehlike, polislerin gazına gelip, bir kişiyi suçlu diye teşhir ettikten sonra o kişinin beraat etmesidir. İlgili kişi beraat ettikten sonra döner, kendini gösteren ne kadar gazete varsa hepsine tazminat ve ceza davalarını açar. Muhabir kardeşlerimizde yıllarca mahkemelere gidip gelirler ve büyük ihtimalle ceza alıp, bir sürü tazminat öderler.

Yayın sonucu saldırıya uğrayan haklardan biri de “adil yargılanma hakkı”dır. Bu hak açıkça bizim Anayasa ve yasalarımızda gösterilmese dahi evrensel temel haklardan biridir. Anayasa’nın 138. maddesinde, bu konuda dolaylı olarak, “hiçbir organ, makam ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz” kuralı bulunmaktadır.

Yargı alanında, görülen davalara ilişkin haberler kitle iletişim araçlarında çokça yer almaktadır. Kural olarak mahkemelerdeki duruşmalar herkese açık olup, bu arada yayıncılar tarafından da izlenebilir. Özellikle suç sayılan davranışları ve bunların müeyyideleri ile genel hukuk konusunda vatandaşı bilgilendiren yayın içeren programlar, gerçek ve ölçülülük sınırlarını aşmadığında faydalıdır.

Ancak, çoğu zaman, Basın tarafından sorumsuz bir şekilde yargılama veya işlenen bir suçun savcılıkça araştırılması sürecinde haberlerin yayınlanması savcılık veya mahkemenin karar vermesinden önce halk hükmünün verilmesine sebep olabilmektedir. Bu yolun adil yargılanma hakkına ters düştüğü, hakim ve savcıyı etkilediği ve kişileri yargılamadan suçlu hale getirdiği açıktır. Böylece, basın ve yayın organları bir kontrol mekanizması olmaktan çıkarak bir tehdit unsuru oluşturmaktadır.

Basın’da çalışan kişilerin dosyaları inceleyerek yargılama ile ilgili haberlere geniş bir şekilde yer vermesi, belki kamunun haberleri öğrenme hakkı açısından yerinde bir davranış olarak kabul edilebilir. Ancak, yargılama sırasında belli sahnelerin verilmesi ve bunu yaparken de taraflı hareket edilmesi halinde, büyük bir haksızlığın meydana gelebileceği, kamuoyunu etkileyebileceği unutulmamalıdır.

Ayrıca yargılama sırasında devamlı televizyon alıcılarının ve fotoğrafçıların etkisi altında hareket etme zorunda bırakılan sanık, savunma hakkını yeterince kullanamayabilir. Ve yargılama makamını dolduran hakim de bu aletlerin varlığından etkilenebilir. Avrupa İnsan Hakları Divanı’nın kararlarına baktığımızda, mahkemelerin insanlara ve özellikle ceza davasında sanığa güven hissi verilmesinin arandığı, adaletin yerine getirilmesinin yeterli olmadığı, sürecin insan haklarına uygun olması gerektiği şeklinde içtihatların oluştuğu görülmektedir. 20

Türk Hukuk sisteminde duruşmalarda fotoğraf çekilip çekilmeyeceği hakkında CMUK’da açık bir hüküm yoktur. Daha önce söylediğimiz gibi, duruşmalar kamuya açıktır. Mahkemelerde duruşmayı televizyona almak, fotoğraf çekmek kanun tarafından yasak değil ise de, bazen de mahkemenin ve sanıkların huzurunu bozacak durumlara sebep olunmaktadır.

Ancak, yargılamanın aleniliği ile sanığın kamuoyuna teşhir edilmesi birbirinden tamamen farklı kavramlardır. Hakim CMUK’dan doğan yetkilerini kullanmak suretiyle, gerektiğinde yasaklama yaparak adil yargılanmayı sağlamak zorundadır.

Hukuk davalarının gerek aleni duruşma ve delil aşamaları, gerekse kararı, izleyici ve dinleyicilere hukuki bir sınır olmaksızın iletilebilir. Ceza mahkemelerinde ise, ilk ve hazırlık soruşturması gizli olarak yürütüldüğünden bu bilgiler CMUK’nun 373. maddesine göre, basın, radyo ve televizyon aracılığı ile yayınlanamaz.

CMUK’nun 375. ve HMUK’nun 149. maddelerine göre, onbeş yaşından küçüklerin duruşmaları ile genel ahlak ve güvenliğin korunması gerektiğinde duruşmalar kısmen ya da tamamen gizli yapılabilir.

Yine CMUK’nun 377. maddesinde yargılama; milli güvenliğe veya genel ahlaka veya kişilerin şeref ve haysiyetlerine dokunacak, yahut suç işlemeye kışkırtacak ise, bunları önlemek amacı ve ölçüsünde mahkeme yayın yasağı getirilebilir.Bu hüküm ceza ve hukuk yargılaması için ortak hükümdür. Ancak bu yasağa uymayan kişilere karşı getirilen beşyüzbin lira ile iki milyon lira arası para cezası caydırıcılıktan uzaktır.

Mahkeme kararı kesinleştikten sonra değerlendirme şeklinde basın ve yayın açıklamalarının yapılmasında kamu yararı vardır.Yargı’nın da hukuka uygun davranıp davranmadığı tartışılmalıdır. Kapalı kapılar arkasına Yargı saklanmamalıdır.

Yargısal faaliyetlere ilişkin haber veya eleştiri şeklindeki açıklamalar bu faaliyetlere katılan kişilerle de ilgili olabilir. Buraya yargıç, savcı, avukat, zabıt katibi, icra memuru, iflas dairesi ve idaresine ilişkin açıklamalar girer.Buna göre yargıcın kanunu yanlış uyguladığı, çok düşük veya çok yüksek cezaya veya tazminata hükmettiği, kararın adil ve yerinde olmadığı, karara başka dış unsurların etkili olduğu, bir çocuk mahkemesi yargıcının derbeder bir yaşam sürdüğü basın ve yayın yoluyla açıklanabilir.21

Ancak ülkemizde ortaya çıkan uygulamada, kitle iletişim araçlarının yargılama ile ilgili faaliyetleri savunma hakkını zedeleyici bir nitelik almıştır. Aslında polisin ve savcının görevi olan suç faili, suçun mağduru, hatta tanıkların araştırılması Basın tarafından yapılmakta; topluma kendi yorumları ile tanıtılmakta, kamuoyunda suçlu ya da suçsuz şeklinde oylama yapılmakta, hüküm verilmektedir. Böylece, mahkemelerin bağımsızlığı da tehlikeye düşürülmektedir. Türk adaleti içine giren, yargılaması devam eden bir çok olay, bazı özel kitle iletişim araçlarında dizi roman haline dönüştürülmüş ve bu sayede kitle iletişim araçlarının çalışanları ve sahipleri de yargılanmakta olan kişilerin adil yargılanma haklarına zarar vermek pahasına kendilerine bir takım maddi yararlar sağlamışlardır.

Günümüzde radyo, televizyon ve basın kuruluşları, yapılan yayının izleyici adedine, basılan gazetenin satış sayısına göre gelir elde etmekte ve özellikle bu yayınlarla da reklam geliri sağlayabilmektedir.

Bu kurumlar, daha fazla gelir sağlayabilmek amacı ile kamuoyunun ilgisi çeken adli haberlere, büyük yer vermekte hatta bu adli haberleri haber verme sınırı dışına çıkarak yayınlamaktadır.

Bir kamu hürriyetinin kullanılmasının kazanç sağlamaya yönelmesi, kamu yararının ortadan kalkmasına, kişisel yararın ön plana çıkmasına sebebiyet verir. Günümüzde adil yargılanma, kişisel bir hak olmayıp, toplumsal bir hak haline dönüşmüştür. Çünkü toplum yararı kişilerin adil ve dürüst bir şekilde, hakkaniyete uygun surette yargılanmasını da içermektedir. Devlet söz konusu hakkın, yani adil yargılanmanın gerçekleştirilmesi için gerekli şartları yaratmak ve bu şartları devam ettirmek yükü altındadır. Bugün basın hürriyeti çoğu kez elde edilen menfaat açısından ticaret özgürlüğü haline dönüştürülmüştür.22

2.Yayın ile bir tehlike veya zarar oluşmalıdır.

Yapılan yayından veya yayın hazırlığından dolayı üçüncü kişilerin aleyhine bir zarar ya da zarara uğrama tehlikesi varsa o zaman hukuka aykırılığın şartlarından biri gerçekleşmiş olur. Bu durumda yayıncı Ceza ve Hukuk davaları açısından sorumlu hale gelir. Biz de yayıncıya karşı aşağıda belirteceğimiz yasal yollara başvurabiliriz.

Buradaki zarar veya zarara uğrama tehlikesi maddi veya manevi değerler açısından olabilir. Zararın ya da tehlikenin türüne karşı açacağımız davanın türü değişir. Yoksa hukuka aykırılık artık ortaya çıkmıştır.

Yapılacak yasal başvurularda yayıncı açısından zarar veya tehlike ile yapılan yayın arasındaki ilişki mahkemelerce ilk araştırılacak konulardan biridir. Teknik ifadesiyle zarar ve yayın arasında uygun illiyet bağı araştırılır. Olayların olağan akışına ve genel yaşam deneylerine göre yayının yöneldiği kişinin hakkına zarar veya tehlike veren davranış somut olayda ortaya çıkan zararın veya tehlikenin gerçekleşmesine elverişli olmalıdır. Kısaca yayınla zarar arasında bir sebep sonuç ilişkisi varsa hukuka aykırılık varolmaya devam eder.

Bu konuda Yargıtay tarafından tartışılan bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Belli bir kimseyi hedef almadan, o gruptakiler için saldırgan sözler söylenmesi halinde, grubu oluşturan kişilerin tek başlarına dava açabilme hakkının olup olmaması. Yargıtay daha önce “Alevilik”e yapılan saldırı karşısında alevi vatandaşların tek tek dava açmalarını kabul etmediği halde sonradan bu kararını değiştirmiş ve 4. H.D. 23.5.1995 tarihinde verdiği 1994/6361 E. 1995/4352 K. sayılı kararında tek tek dava açılabileceğini kabul etmiştir. Bu kararla artık bir mezhep, bir bölge veya bir din mensuplarına yapılan saldırıdan sonra tek tek açılacak yüklü tazminat davaları ve caza davaları yoluyla saldırgan yok olma tehlikesi ile karşılaşacaktır. Bazı yazarlar buna karşı çıksalar dahi bence herkes yaptığının bedelini bir biçimde ödemelidir. Saldırının etkisi büyük olunca cezanında büyük olması adildir.23



C.Yayına konu olan kişi rıza göstermemiş olmalıdır.

Medeni Kanun’un 23. maddesinde ; “kimse medeni haklardan ve onları kullanmaktan kısmen de olsun feragat edemez, kimse hürriyetinden vazgeçemeyeceği gibi kanuna veya genel ahlaka aykırı sınırlayamaz” kuralı bulunmaktadır. Bu sebeple sınırlı olarak kişinin izni yayındaki hukuka aykırılığı kaldırmaktadır. Ancak, bir temel hak ve özgürlüğün tamamıyla ortadan kalkması veya aşırı şekilde sınırlanması sonucunu oluşturan “asla dava açmam, resmimi nasıl kullanırsan kullan” şeklindeki sözleşmeler ve izinler yukarıdaki kural gereğince geçersizdir. Eğer kişisel haklarla ilgili sözleşmeler böylesine ağır sonuçlar doğurmuyorsa, geçerli olacaktır. Bu, kişilere tanınan sözleşme yapma özgürlüğünün sonucudur.

Kişilik hakkının sınırlanması konusunda Medeni Kanun’un aynı maddesi bir ölçü göstermiştir. Buna göre; hukuka ve ahlaka aykırı sınırlamalar ve izin vermeler aşırı niteliktedir ve bu gibi sınırlamaları içeren sözleşmeler ve izinler geçerli değildir. 24

Rıza veya izinin olmaması bir hukuka aykırılık sebebi olduğuna göre, gizli ya da özel yaşam alanına sızılarak gizleri öğrenilen, başkalarına aktarılan ya da yayınlanan kimse, eğer buna kendisi rıza göstermişse, artık gizlerini öğrenen ve aktaran kişilerin sorumluluğu yoluna başvuramaz. İşte, bir mankenin izin verdiği bir röportajda basın mensuplarının yırttığı bir karar.

Davacı vekili ... tarihli dilekçesi ile, davalıların Meydan gazetesinin ... ikinci sahifesinde müvekkili aleyhine asılsız haber yazarak ... Refah Partisini ve müvekkilini küçültmeye çalıştıklarını, parti sempatizan ve üyelerinin husumetlerinin müvekkiline yönelmesine neden olduğunu, bu haber nedeniyle müvekkilinin can ve mal güvenliğinin tehlikeye düştüğünü mankenlik mesleğinin de zora girdiğini, “Refah bana kur yapıyor” isimli haberde “seksi” yakıştırmasının yapıldığını, kenar mahallede yetiştiğinin söylendiğini, müvekkilesinin önüne gelen erkekle yatan, dini ve manevi değerleri bulunmayan, namussuz, haysiyetsiz bir kadın görüntüsüne sokulduğunu, bütün bu hususların gerçek dışı olup müvekkilinin kişilik haklarının ihlal edildiğini, manevi ve dini değerlerinin alt üst olduğunu, bu nedenle fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 50.000.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, yargılama giderlerinin de davalılara tahmiline karar verilmesini istemiştir.

Davamızda Hatice Cansel Özzengin’in şahsına basın yolu ile manevi şahsiyetlerine hakaret edildiğinden bahisle, manevi tazminat talep edilmişse de, celp edilen Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 1994/551 E, 1995/650 K sayılı basın yolu ile hakaret davasında, ... sanıkların basın mensubu olup magazin haberi yazdıkları ve dinlenen ceza dosyasındaki tanık anlatımları ile, davacı olan ve mankenlik görevi yapan Hatice Cansel Özzengin ile başka muhabirlerin ve davalı muhabirlerin birkaç defilede röportaj yaptıkları, bu röportaj sırasında davacının şaka yollu beyanının gazetede haber yapıldığı, bunun dışında herhangi bir şahsiyet haklarına saldırının söz konusu olmadığı ve haberin tüm dosya kapsamı ve tanık anlatımına göre davacının kendi sözlerinden kaynaklandığı ve bu hali ile de davalıların davacıya karşı bir hakaretlerinin ve şahsiyet haklarına saldırının söz konusu olmadığı subuta erdiğinden ... açılan davanın reddine karar vermek gerekmiştir. (Şişli 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 6.2.1997 E.213 K.81 )”

Bu karara tam olarak katıldığım söylenemez. Röportaja izin verildi diye, bu rızayı kötüye kullanarak söylenenleri sansasyon amacıyla aktarmak ve kişinin onur ve saygınlığını sarsmak hukuka uygun değildir. Röportaja izin verse bile, kişi onur ve saygınlığından vazgeçemez ve bu değerlerini hukuka ve ahlaka aykırı biçimde sınırlayamaz. Bundan başka, onur ve saygınlığına yapılacak saldırılar dolayısıyla dava açmayacağını, maddi ve manevi tazminat istenemeyeceğini kabul edemez. Eğer ederse, yapılan sözleşme geçersizdir.

Ancak kişi, bu haklarını hukuka ve ahlaka aykırı olmamak koşuluyla sınırlamak amacıyla sözleşme yapabilir. Örneğin kişi, giz çevresi üzerindeki tüm haklardan feragat edemeyeceği halde, kişinin anılarının, özel yaşamının bir bölümünün, anı defterinde yazılı olayların ya da mektupların yayınlanmasına rıza göstermesi ve bu konuda sözleşme yapması, olanak içindedir. Hukuka ve ahlaka aykırı sınırlamaları içeren sözleşmeler ise geçersizdir.

Ad ve resim üzerindeki haklar da, kişinin rızasına bağlı olarak yapılan saldırılara karşı korunur. Hiç kimse adı olmayacağını ya da adını yaşam boyu kullanmayacağını kabul edemediği gibi, resminin istenildiği gibi, istenilen yerde ve zamanda kullanılabileceğini ve bu yüzden kişiliğine yönelen saldırılara karşı maddi ve manevi tazminat davası açmayacağını da kabullenemez. Bu yönde belirtilen kabule dayanan sözleşmeler geçersizdir. Fakat adın ve resmin belirli iş için ve hukuka, ahlaka aykırı olmayacak biçimde kullanılabilmesine rıza gösterilirse bu aşırı bir sınırlama olmadığından geçersiz sayılmaz. Mankenler ve fotomodellerin bir ajansa resimlerini bırakarak bu yönde sözleşme imzalamaları örnek verilebilir. Ya da tanınmış bir sanatçının reklam ajansı ile yaptığı bir sözleşme geçerlidir.

Mesleki onur ve saygınlıkla mesleki gizler de kişinin kendi iznine dayanan saldırılara karşı korunur. Bu nedenle bir kişi mesleki ve ticari varlığı sona erdirecek derecede mesleki onur ve saygınlığına ve mesleki gizlerine saldırabileceğini kabul ederse, bu geçerli olmaz, çünkü bu aşırı bir sınırlamadır. Buna karşılık, işletmenin hangi malı ürettiği, yılda ne kadar ürettiği, işletmesinin toplam değerinin ne olduğu gibi konuların yayınına razı olmuşsa, bu aşırı bir sınırlama olmadığından geçerli sayılmalıdır. 25

D.Yayın ile resmi bir görev yerine getirilmemelidir.

Bir görevin yerine getirilmesine dayanan hukuka uygunluk sebebi, memuriyet görevinin yerine getirilmesi, yetkili makam tarafından verilen emrin veya bir yasal zorunluluğun yapılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu duruma örnek olarak; bir mahkeme kararının yayınlanması, emniyet ya da askeri makamların bildiri ve çağrılarının yayını, suç faillerinin yakalanması için kimliklerinin açıklanması ve resimlerinin gösterilmesi, icra ve iflas dairelerinin haciz, satış, iflas ve konkordato kararlarının, maliye ve vergi dairelerinin borçlu ve vergi yüzsüzlerinin adlarının açıklanması verilebilir. Bu açıklamalar sonucu adları geçen kişiler toplum tarafından kınanan bir fiil ya da suç ile gündeme geleceklerdir. Bu kişiler yayından sonra toplum gözünde küçük düşeceklerdir. Ancak, yayıncı açısından bu yayın hukuka aykırı olmaz. Yayıncı cezalandırılmaz ve tazminat ödemez.

Ceza Kanunu’nun 49. maddesine göre, kanunun veya yetkili bir makamın verdiği bir görevi yerine getirirken suç işlenip başkalarına zarar verilirse ilgili cezalandırılmaz. Ancak gerekenden fazla bir davranış gösterilmişse ve zarar verilmişse bu durumda da ceza indirilir.

Özellikle Ceza davaları için sıkça kullanılan bır hukuka aykırılık sebebi de, yayının eya yayın hazırlığının vatandaşlar için bir görev olan bir suçu ve suçluyu ihbar ve şikayet hakkı kapsamında olmamasıdır. Eğer yapılan ihbar ya da şikayet hakkının kullanılması ise o zaman davranış hukuka aykırı olmaktan çıkar.

Kamu düzeninin sağlanması için hukuka aykırı ya da suç olan bir davranışı öğrenen kişinin olayı resmi makamlara bildirmesi gerekir. Bu bir vatandaşlık görevidir. Ancak Devlet vatandaşa burada tam anlamıyla güvenemediğinden, ayrıca belli suçlar için ödül de konulmuştur. Vahşi batıdaki kafatası avcılığını hatırlatan bu ödüller daha çok uyuşturucu ve eski eser kaçakçılığı ve terörle ilgili suçlar hakkındadır. Bu durumlarda muhbir vatandaş para ödülü almakta ve adı gizli tutulmaktadır. Pişmanlık yasasından faydalanmakta, ödül olarak paranın yanında Richard Gere veya Sharon Stone gibi bir surata sahip olmaktadırlar.

Yayın dünyamız da bu olanaktan yeterince yararlanmaktadır. Benim vatandaşım şahit olduğu bir olayı polisin ve Yargı’nın duyarsızlığından bıktığı için artık, araştırmacı gazetecilere veya yıldız haber spikerlerine iletmektedirler. Hatta bu ihbar ve şikayet hakkı o kadar sıradan yol olmuştur ki, programların sonunda telefon ve faks numaraları verilerek adeta vatandaş teşvik edilmektedir. Böylece yayıncılar halkın müfettişi ve savcısı olmaktadırlar.

Fakat bazen bu yol kötüye kullanılmaktadır. Komşusuna veya patronuna gıcık olanlarda bir suç uydurup, komşu ya da patronu televizyoncular ve gazeteciler aracılığıyla rezil etmektedirler. Sonradan durumun farkına varıp, kullanıldığını anlayan gazeteci ise “boşver, nasılsa iyi tiraj aldık” deyip, olayı sineye çekmektedir. Aslında Kanun böyle kötüye kullanımları cezalandırmaktadır. Şikayetçi veya ihbarcının suçun işlendiğini tam olarak kanıtlama zorunluluğu olmasa bile, ciddi ve inandırıcı deliller olmadan da bir kişiyi yok yere suçlamasını Yargı kararları hukuka aykırı bulmaktadır. Bu durumda ihbar ve şikayet hakkının sınırının aşıldığı kabul edilmektedir. İhbar ve şikayet hakkı kötüye kullanılmışsa, yayıncı ve iddia sahibi Ceza Kanunu’na göre iftira atmaktan hapse girebilir. İhbar ve şikayet sebebiyle ilgili maddi ve manevi zararlara uğramışsa bu halde yayıncı ve muhbir vatandaş, gerekli tazminatları ödemek zorunda kalır.

Benzer Konular

20 Aralık 2016 / *TeoDora* İletişim Bilimleri
11 Aralık 2006 / virtuecat Hukuk
23 Aralık 2014 / asla_asla_deme Hukuk
14 Ocak 2008 / asla_asla_deme Taslak Konular