Arama

Aile İçi İletişim

Güncelleme: 13 Ağustos 2009 Gösterim: 12.807 Cevap: 5
Pasakli_Prenses - avatarı
Pasakli_Prenses
Ziyaretçi
8 Ekim 2008       Mesaj #1
Pasakli_Prenses - avatarı
Ziyaretçi
Aile İçi İletişim

Sponsorlu Bağlantılar

aileiletisim



Aile İçi İletişim

Tüm ailelerin, hem aile bütünlüğünü korumak ve ailenin ve üyelerinin gereksinimlerini karşılamak, hem de toplum beklentilerini karşılamak üzere fiziksel (dengeli beslenme, barınma, giyinme, tehlikelere karşı korunma, sağlığın sürdürülmesi ve hastalıklardan korunma gibi); duygusal (duygusal gereksinimlerin karşılanması gibi) ve sosyal (sosyal birlikteliğin, üyelerin benlik saygısının, sağlanması, yaratıcılık ve insiyatifin desteklenmesi gibi) belli işlevleri vardır. Aile bireyin sosyalleştiği, kişilik ve otokontrolün geliştiği ilk sosyal sistemdir. Tüm aile yapılarında geçerli başlıca altı işlev şöyle sıralanabilir:

1-Sevgi temelli bir duygusal ortam oluşturma:
  • Eşlerarası ebeveynler - çocuklar arası, kardeşler arası ve diğer tüm aile bireyleri arasında
2-Bireysel güvenlik ve onaylanmanın sağlanması:
  • Aile üyelerinin kendi doğal gelişimleri içinde gelişmelerine izin veren dengeli bir ev ortamı oluşturma
3-Doyum ve amaç birliği sağlama:
  • Aile üyeleri doyumlu aktiviteler doğrultusunda birbirleri ile yaşamaktan hoşnut olur.
4-Sürekli bir birliktelik sağlama
5-Sosyal yer ve sosyalleşmeyi sağlama:
  • Aile, bir kuşaktan diğerine kültürün taşınmasını sağlar ve aile üyelerini sosyal hiyerarşi içindeki kendi yerlerine hazırlar.
6-Kontrol sağlama ve doğruları öğrenme:
  • Üyeler, önce aile içinde insan topluluklarındaki kuralları, hakları, yükümlülükleri ve sorumlulukları öğrenir.
Aile İçi İletişim

Bu işlevlere ek olarak, ailenin diğer bir temel işlevi de aile üyelerinin sağlığını korumak ve hastalıklar sırasında destekleyici bakımı sağlamaktır. Aile, üyelerinin bireysel sağlığına; biyofiziksel ve psikososyal gelişimlerini destekleyerek katkıda bulunur. Sağlık kavramlarının gelişimi ve sağlık alışkanlıklarının kazanılması önce aile içinde olur. Sosyal bir birim olarak aile, üyelerinin sağlık - hastalık davranışları doğrultusunda gösterilen ve öğretilen, sağlık ve hastalıkla ilgili değerler, inançlar ve tutumları geliştirir. Aynı zamanda gelecek kuşaklara sağlıkla ilgili kültürel özelliklerin aktarılmasında başlıca kaynak olarak işlev görür. Aile yoluyla üyeler, genel toplumun sağlık - hastalıkla ilgili inanç ve uygulamalarını öğrenirler.

Ailenin sağlık bakımı sorumluluklarını nasıl yürüteceği ve bu konudaki becerileri, aile yapısı, sosyoekonomik statü, etnik grup gibi faktörlerden etkilenir.

Her ailede farklı düzeyde olmak üzere sağlıkla ilgili işlevler şunlardır:
  • Yeterli besin, barınma ve giyinme gereksinimini sağlamak
  • Sağlıklı bir fiziksel ev ortamı sağlamak
  • Sağlıklı bir psikososyal ev ortamı sağlamak
  • Kişisel hijyen için gerekli kaynakları sağlamak
  • Manevi gereksinimlerin karşılanmasını sağlamak
  • Sağlıklı eğitim
  • Sağlığın geliştirilmesi (beslenme, egzersiz gibi) olanaklarını sağlamak
  • Sağlık - hastalık konusunda kararlar verme
  • Gelişimsel aksaklıkları tanımlamak
  • Sağlıkta bozulmaları tanımlamak
  • Sağlığın korunması ve hastalıklar sırasında hizmetlerden yararlanma
  • İlk yardım
  • Önerilen ilaçların düzenli kullanımını sağlamak
  • Akut yada kronik hastalıklarda bakım
  • Rehabilitasyon (Esenlendirme)
  • Toplum sağlığına katılım
Aileleri bu işlevleri yürütmeleri için desteklenir, onları güçlendirerek yürütmelerinde katkı sağlar ve gerektiğinde kendisi doğrudan girişimlerde bulunulur.


HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
12 Kasım 2008       Mesaj #2
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Çocuklar gülümsemeden anlar...


Sponsorlu Bağlantılar
anne cocuk


Uzmanlar anne babaların çocuklarına karşı ciddi tavırlarla yaklaşmalarının iletişim problemleri doğuracağını belirterek, esnek, esprili yaklaşımların çocuklar üzerinde daha etkili olacağı konusunda birleşiyorlar.

Mizah duygusu gelişmiş, çocukları ile iletişimini espri temelinde kurabilen ailelerin çocuklarının ruhsal ve sosyal gelişimlerinin daha sağlıklı olduğu, büyüdüklerinde kolay iletişim kurabilen bireyler oldukları bir gerçek. Konuyla ilgili görüşlerini belirten, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler ve Danışmanlık Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan Yılmaz, çocuk büyütmenin ciddi bir iş olduğunu ancak bunu yaparken ciddi anne-baba görünümü sergilemenin yanlış bir yöntem olduğunu söyledi.

Aile içinde çocuğa söz dinletmenin ve onun üzerinde otorite kurabilmenin ölçülü, ciddi olmakla sağlanabileceği düşüncesinin yanlış olduğunu vurgulayan Yılmaz, çocuklara, belli bir mizah örgüsü içinde verilen talimatların yaptırım gücünün daha büyük olduğunu ifade etti.

Kendilerini sürekli ciddi olmaya zorlayan ve iyi eğitimin bu olduğuna inanan anne babaların hem kendi kişisel hayatlarında mutsuz olduklarını hem de çocuklarını mutsuz ettiklerini bildiren Yılmaz, mizahın anne babalar ile çocuklar arasındaki iletişimi ve sorunların çözümünü kolaylaştıracağı gerçeğini gözden kaçırmamak gerektiğini belirtti.

Aşırı disiplinli ve stresli ev ortamlarına sahip çocukların okulda başarısız olmasının yanı sıra her alanda çalışma ve kazanma azminin kaybolacağına dikkati çeken Yılmaz, mizah duygusu gelişmiş ve güzel espri yapabilen anne ve babaların çocuklarının daha şanslı olduklarını söyledi. Çocuklar üzerinde anne ve babaların esprili isteklerinin daha etkili olacağını anlatan Yılmaz, çocukların kendilerini güldüren kişilerle daha iyi anlaştıklarının ve onları daha çok sevdiklerinin bilinen bir gerçek olduğunu aktardı.

ESPRİLİ MESAJ DAHA İYİ ANLAŞILIYOR

Birçok ciddi mesajın uygun bir mizah dili içinde sunulmasının algılanmasını kolaylaştıracağını ve içeriğinin gücünü artıracağını belirten Yılmaz, espri yapan, hayata mizah penceresinden bakmayı bilen anne-babaların iyi ebeveynler olduğunu dile getirdi.

Yılmaz, esprili ebeveynlerin çocuklarının ruhsal ve sosyal gelişimleri sağlıklı olacağı için çevresi ile daha rahat ilişki kuracağını belirterek, şöyle konuştu:

"İyi espri biraz da kıvrak zekanın belirtisidir. Bu nedenle espri yapmaya alışan çocuklar sürekli bir tür beyin jimnastiği yapmış sayılabilir. Bütün bunların yanında, iyi espri ve sevgiyle büyüyen çocuklar, moral değerleri yüksek olduğu için en kötü anlarında bile gülümseyerek yaşama tutunabilirler. Kahkahanın atılmadığı ev, aynı zamanda sorunların yaşandığı evdir."

Yılmaz, iyi espri yapma yeteneği olmayan anne babaların hiç olmazsa çocukları ile gülümseme ile desteklenen bir ilişki kurması gerektiğini sözlerine ekledi.

HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
13 Kasım 2008       Mesaj #3
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Sorumluluk Çocuğa nasıl öğretilir?


karne ogrenci mutlu


Sorumluluk; başkalarının haklarına saygı göstermek ve kendi davranışının sonuçlarına sahip çıkmaktır.


Sorumluluk sahibi çocuklar:
· Kendi kararlarını verebilen,
· Karar alırken ellerindeki kaynakları kullanabilen,
· Değer yargılarını gözeten,
· Bağımsız davranabilen,
· Kendine güvenli,
· Başkalarının haklarını çiğnemeden kendi ihtiyaçlarının karşılayabilen çocuklardır.

Sorumluluk erken çocukluk yıllarından başlayarak çocuğun yaşına, cinsiyetine ve gelişim düzeyine uygun görevler vermekle gelişmeye başlar. Örn. Üç yaşındaki çocuğunuz çamaşır işinde size yardımcı olmak istiyor. Ama inanın, 13-14 yaşlarında bu işleri yapmak istemeyecektir. Bu yüzden bu deneyimi eğlenceli hale getirerek ona, yardım etmeyi öğretin. Böylece işbirliği alışkanlığını kazandırır ve sorumluluk duygusunu geliştirirsiniz.

Sorumluluk Kazandırmanın Yaşı

Sorumluluk kazandırmanın en uygun olduğu belli bir yaş yoktur, ama çocuğun kendi başına bir işi yapmaya istekli ve hazır olduğu zamanlar vardır, bu zamanlarda ona gerekli imkanlar hazırlanmalıdır. Bu gelişim sürecinde size yardımcı olacak bazı öneriler;

· Çocuğunuzun gelişen ilgi ve yeteneklerini izleyin ve o yetenekleri erken yaşta destekleyin.
· Çocuğunuzun başarıları karşısında gururlandığınızı gösterin.
· Çocuğunuzun bir şeyi doğru yapmadığı zaman ortaya çıkan doğal sonuçlara katlanmasına izin verin.

Yaş ne olursa olsun sorumluluk almayı öğrenmek, üç alanda kabul edilebilir davranışlar sergilemek anlamına gelir:

1. Kurallara uyma,
2. Sağduyu kullanma,
3. Başkalarına ve onların sahip olduklarına karşı saygı ve özen gösterme.

Sorumluluğu öğrenmek de diğer beceriler gibidir, çocuk ne kadar çok denerse bu konuda o kadar başarılı olur. Bunun için öncelikle evde bazı sorumluluklara sahip olması, onun okuldaki sorumluluklarını da üstlenmesine yardımcı olur.

“Sürekli sorumsuz davranan çocuklar, anne babaları tarafından sorumlu davranmalarına izin verilmeyen çocuklardır.”

Sorumluluk kazandırmak için;

· Çocuğunuz için yaşına uygun sorumluluklar listesi hazırlayın ve uygulayın,
· Çocuğun seçim yapmasına izin verin,
· Onun adına düşünmeyin, onun adına iş yapmayın,
· Kırıp dökmesine izin verin,
· Ona yardım edeyim derken sorumluluklarının gelişmesine engel olmayı,
· Çocuğunuzun size çok bağımlı olduğunu düşünüyorsanız koruyuculuktan vazgeçin,
· Hiç bir zaman çocuğunuzun sizin kadar sorumlu olmasını beklemeyin,

İlkokul çağı çocukları, oyun ve ders çalışmayı ödevlerini bitirecek şekilde dengelemekle sorumludur. Ergenlerin yeni kazandıkları ayrıcalıkları sorumlu bir şekilde kullanmaları beklenmektedir. Çocuklarımıza sorumluluk öğretmemiz çocukken bize kazandırılanlar ile ilgilidir.

Demokratik bir ortam yerine diktatörce eğilimlerin olduğu aileler sorumluluğu öğretmekte zorlanır. Çünkü ana babanın hakimiyeti o kadar fazladır ki, çocuğun bir şeyden sorumlu olmasına fırsat kalmaz. Aynı şekilde her şeyin serbest bırakıldığı aileler de sorumluluğu öğretemez. En işe yarar ortam ana babanın lider konumunda olduğu ancak ev işi ve benzeri alanlarda sorumluluğu paylaşma çabası gösterdiği demokratik ailelerdir.
Sorumluluğu öğretmek için sorumluluk vermeye istekli olmalısınız. Nutuk çekerek sorumluluk öğretemezsiniz. Bir ana baba olarak, biraz gerisinde durup bir şeylerin olmasına izin verme yürekliliğini göstermelisiniz. Sorumluluk aldıkça, olumsuz sonuçlarına katlandıkça ve olumlu sonuçları ödüllendirdikçe çocuğunuz sorumluluklarını öğrenir.

Sorumsuzluğunun sonuçlarına katlanmasına, yanında götürmediği ödevlerden sıfır almasına izin vermelisiniz. Ev işlerine yardım etmesi, zaman ve etkinliklerini planlaması, giyecek ve yiyecek seçimi yapması, çocuğunuza sorumluluk alma ve uygulama fırsatı verecektir. Yaşına uygun olarak küçük şeylerle sorumluluk vermeye başlayabilirsiniz.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
28 Kasım 2008       Mesaj #4
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Kardeş Geliyor

6k3MbvATRlLA

İkinci(ya da üçüncü) çocuğun doğumu ile ailede dengeler büyük ölçüde değişirŞimdiye kadar evin tek göz bebeği olan ilk çocuğa bir “rakip” gelmiştir.Artık bebeklik çağını çok geçmiş olan çocuğunuzun yeni gelen ile berberaber tekrar bebekleştiğini görebilirsiniz.Çocuklarınız büyüdükçe aralarındaki çekişmeler “kişilik çatışmaları” olması kaçınılmaz.


Ne kadar kavga gürültü ile büyürlerse büyüsünler anne babanın doğru yaklaşımı ile ileride birbirlerinin en yakın arkadaşı olacaklardır.Kardeşler arasındaki çekişmeler son derece doğaldır.Kardeşler arasında pürüssüz ve mükkemmel bir ilişki beklentisi gerçekçi değildir.Bazı çocukların ihtiyaçları klasik bir anne baba yaklaşımı ile karşılanamayacak kadar derecede yoğun olabilir.İhtiyaçlarını ne kadar karşılarsanız karşılayın bunu hissetmekte zorlanan cocuklar vardır.Bu durumda çocuk piskolojosinde uzman bir kişiye danışmak yararlı olacaktır.

İkinci Çocuk ne zaman olmalı ? İdeal bir zamanı var mı ?

İkinci çocuk karaı ortaklaşa alınır.Ama bizce asıl söz hakkı annede.Anne kendisini iki çocuğun birden fiziksel ve ruhsal gereksinimlerine cevap verebilecek gibi hisettiğinde tekrar hamile kalabilir.Annenin sağlığı açısından bakıldığında iki hamilelik arasında en az iki yıl olmasını öneriyoruz.Ayrıca birinci bebeğin anneye olan gereksinimlerinin yoğunluğu ancak 2-2,5 yaşına geldiğinde azalmaya başlar.Bu da annenin ikinci çocuğuna daha farklı ve kaliteli zaman ayırabilmesini sağlayacaktır.

Kardeşin doğumu ile birlikte ne tip davranışlar beklenir ?

Kardeşler arasındaki yaş farkı doğum saonrası ne tip sorunlar olabileceği konusund belirleyici.İlk çocuğunuzun 5-6 yaşını doldurduysa şanlısınız daha az sorun yaşabilirsiniz.İlk çocuğunuz daha küçükse zor yaşayabilirsiniz.Çocuğunuz bebeğin doğumundan sonraki ilk günlerde biraz şaşkınlık dışında tepki vermeyebilir.Bu durum sizi hemen rahatlatmasın.Yeni doğan bebeğin ailenizin bir parçası olacağı gerçeği bir süre sonra tam olarak yerleşecektir.İlk zamanlarda sizin ilginizin bölünmesi ile birlikte öfkesiniz daha çok size yöneltecek eskiye göre daha huzursuz keyifsiz ve saldırgan olabilecektir.Küçük kardeşini taklit etmeye tekrar emzik emmeye başlayabilir yada yeniden bez bağlanmak isteyebilir.

Bir kaç ay sonra hayatı belli bir düzene girecektir.Çocoğunuzun yeni gelen bebeğin kendisi için büyük bir tehdit oluşturmayacağını anlayınca sıkıntılarıda azalacaktır.Ama bebeğin ayaklanması etrafı karıştırmaya başlaması ile birlikte zorluklar tekrar artabilir.Bu defa çocuğunuzun bebeğe kızgınlığı açıkca belli olacaktır.


BEBEK DEFTERİ
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
6 Aralık 2008       Mesaj #5
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Mutlu bir çocuk yetiştirin!


gulumseyen cocukjpe


Anne babanın çocuğuna verebileceği en güzel hediye “mutlu olma kapasitesi”. Çocuğunuza, ruhunu hayatı boyunca besleyecek “pozitif bakış açısı” kazandırın. Bu çocukları, kendinden emin, optimist ve başarılı yapıyor.

* Derslere, kurslara ara verip çocuğunuzla bire bir vakit geçirin. Onunla beraber yerde oturup yap boz yapın, mutfakta beraber omlet yapın, banyo yapmadan önce beraber yüzünüzü boyayın, parkta beraber kaydıraktan kayın.

* Değer yargılarını geliştirin. Ona sorumlulukları olan değerli bir vatandaş olduğunu aşılayın. Etrafındaki insanların hayatında fark yaratacak kapasitede olduğunu gösterin. Mesela kullanmadığı oyuncakları beraber biriktirip, bir derneğe bağışlayın. Eski gazeteleri biriktirmeyi, geri dönüşümü ona onun dilinde anlatın.

* Aktivitelerde ona katılın, beraber bisiklete binin, beraber yüzmeye gidin, hem onu teşvik edersiniz hem de bol bol spor yapmış olursunuz.

* Espri yapın, fıkralar anlatın, arada bir birbirinize takılın, bol bol gülün, gülmek daha fazla oksijen solumanızı sağlar.

* Çocuğunuzu iyi bir iş yaptığında tebrik edin, ona hangi konularda başarılı olduğunu açıkça anlatın. Mesela ödevini bitirdiğinde “resminde kullandığın renkleri çok beğendim …” gibi detay verin. Yaptığı proje hakkında konuşun. Çocuğunuzu hediye ile değil övgülerle ödüllendirin.

* Çocuğunuzun iyi yemek yemesine özen gösterin. Yemek aralarında yoğurt, meyva ve bol su verin. Yemek yemez diye öğün araları çocuğunuzu aç bırakmayın, hem piskolojisini etkiler hem de kilo kaybına neden olur.

* Çocuğunuza hayal gücünü kullanabileceği oyunlar yaratın. Resim yapmak hem hayal gücünü geliştirecektir hemde yaptığı resimden dolayı tatmin hissi doğacaktır.

* Günde 4 kere çocuğunuzu kucaklayın, 8 kere öpün, 16 kere ona gülümseyin. Tüm bunlar size kat kat geri dönecek.

* Çocuğunuzu dinlemesini öğrenin, lafını yarıda kesmeyin, başka bir işle ilgileniyorsanız, bırakın ve ona konsantre olun. Söylediği şeylerin önemli olduğunu onu dinleyerek gösterebilirsiniz. Bırakın aynı şeyleri tekrar etsin, siz hep aynı dikkatle dinleyin.

* Mükemmeliyetçiliği bırakın. Çocuğunuzun yarıda bıraktığı bir işi bitirmeye veya düzeltmeye çalışmanız onun kendine güvenini sarsar. Masayı silerken atladığı köşeyi tekrar silmeniz veya beraber diktiğiniz saksıyı düzeltmeniz ona yaptığı işin iyi olmadığı hissini verecektir. Bir daha çocuğunuzun yaptığı işi düzeltmek için elinizi uzattığınızda düşünün ! Eğer yaptığı iş tehlike yaratmıyorsa, sağlığa zararlı değilse elinizi geri çekin.

* Karşılaştığı güçlükleri kendi başına aşmasını öğretin. Ayakkabı bağlarını yavaşta olsa bekleyin kendi bağlasın, çamaşırları asmanızda yardım etmek istiyor, beraber asın. Merdivenlerden kendi inmek istiyor, önünde yürümek şartıyla bırakın insin. Üstünden gelemeyeceği bir problemle karşılaştığında size problemi anlatmasını söyleyin ve çözümüne beraber karar verin.

* Sevdiği şeyleri yapmasına izin verin, gereksiz kısıtlama enerjisini ve heyecanını dışa atmasını engeller buda ona sıkıntı verir. Unutmayın… oyuncaklarını toplamayı öğrenmesi için önce dağıtabilmesi lazım.


nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
13 Ağustos 2009       Mesaj #6
nünü - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUKLA İLETİŞİMİN TEMEL İLKELERİ

Anne-babalar çocuklarına mesaj iletirken genelde ne tür hatalar yapıyorlar?


Aile İçi İletişim

Anne-babaların çocuklarına mesaj iletirken dinleme ve anlatma hataları yaptığını görüyoruz. İletişimin üç temel unsurunda, yani beden dilinde, kelimelerde ve ses tonunda kendilerini kontrol etme, ortak amaçlar doğrultusunda davranma açısından zorluklar yaşıyorlar. Bir iletişimin sağlıklı olabilmesi için kelimelerin düşüncenizi en doğru şekilde ifade edecek biçimde seçilmesi, ses tonunuzun vurgulamak istediğiniz konuyu netleştirmesi, beden dilinizin de bunları destekleyerekanlatmanıza yardımcı olması gerekiyor. Beden dilinizi, kelimeleri ve ses tonunuzu özen göstermeden, rastlantısal kullanıyorsanız, amacınızdan uzak kalabiliyorsunuz ve yanlışlar ortaya çıkmaya başlıyor. Bu yanlışlar da özellikle 5-6 yaşlarına kadar olan çocuklarda daha etkili oluyor. Ondan sonra git gide çocukların tepkileri de öğrendikleri modeldeki gibi oluyor ve iletişimsizlikler yaşanmaya başlıyor. Bir iletişimde duygu ve düşüncenin karşı tarafa geçmesi, paylaşılması ve geri gelmesi gibi çok temel bir süreç vardır. Bu yaşanırsa iletişim iki kişinin varlığı ile sürer. Hatalar söz konusu olduğunda iletişim tıkanıyor. Anne babalarla çocuklar arasında duvarlar örülüyor.

Çocukların beden dilinin yetişkinlerinkinden ne gibi farklılkları vardır? Bunu anlamak için nelere dikkat etmeli?

Çocukların beden dili sosyalleşme sürecini tamamlamamış mesajlar içerir. Beden dilini daha çok biopsikolojik tepkilerimizin oluşturduğunu görüyoruz, kızgınlık, sevinç, ağlamak, gülmek gibi. Doğuşumuzdan itibaren bedensel mesajlarla duygu ve düşüncelerimizi hareketle veya hareketsiz iletiriz. Öte yandan, masaya yumruğumuzu vurmak, ayak ayak üstüne atmak gibi, sosyal rollerle birlikte öğrenilen beden dilleri ve jestleri de var. Çocuklarla ebeveynler arasındaki fark, çocukların bu sosyal beden dilini bizden öğreniyor olmalıdır. Doğduklarında sosyal yapının ve kültürel özelliklerin kazandıracağı jest ve mimikler henüz olmadığı için çok yalındırlar. Onun için çocukların beden dili mesajlarını almamız çok kolaydır. Çocuk çoşkusunu, sevincini, mutluluğunu çok hoş tarif eder. Ama mesela misafir geldiğinde yanlarına gitmek istemez. Çünkü henüz sosyalleşmemiştir. Zamanla kurallara uyar. Osyal rol olarak artık ne yapması gerektiğini öğrenmiştir. Asıl kıymetli olan, sosyal rollerin öncesinde çocuklarımızla ne yaşadığımızı anlamamıza yardımcı olacak beden dilleri. Bunları iyi anlar ve doğru yönlendirirsek, aile içi verimli bir iletişim ortamının temellirini atmış oluruz.

Çocuğumuz istenmeyen bir davranış yaptığında bununla ilgili duygu ve düşüncelerimizi ona yansıtma biçimimiz zamanla çocuğun bu tür davranışlarını açığa çıkartmamak için bazı kapatma jestleri kullanmaya başlamasına yol açabiliyor. Çocukta hatalı davranışları göstermeme eğilimleri ortaya çıkmaya başlayabiliyor. Doğru iletişim kuramayınca çocuklarımızın doğru öğrenmesini de engelliyoruz. Şunu kabul etmeliyiz: Çocuklar hata yapacaklar, çünkü her insan hata yapıyor. Çocuklarımızın hatalarından pay alıp ilrleyebilmemiz için çok sağlıklı bir iletişim ortamında bulunmamız gerekiyor. Diyelim, elindeki bir bardağı düşürüp kıran bir çocuğa, "ne kadar dikkatsizsin", "bu birtakım bardak kaç para biliyor musun" gibi yaklaşıyorsak, çocuk da kırdığını saklamaya başlıyor.

Çünkü kendi sıkıntımızı anlatıyor ama onunkini dinlemiyoruz. Ya da annesinin tasvip etmediği bir arkadaşıyla birlikte oluyor ama annesine söylemiyor. Böyle böyle de duvarlar örülüyor ve iletişim engelleri ortaya çıkmaya başlıyor. Oysa çocukların bu gibi, bir şeyleri sakladığı durumlarda birtakım beden dili jestleri vardır. Örneğin konuşurken ağzını kapatabilir, önüne bakabilir ya da gözünü annesinin gözünden kaçırabilir. Gerçekte yaptığını değil annesinin istediği bir şeyi söylerken tepkilerini kontrol etmek için annayle bedensel ilişkiye girmemeye gayret eder çocuk.

Bu, çocuğun aslında ne yaptığını anlamak için güzel bir imkandır oysa bu durumu fark eden anne-babalar, "belli ki sen yanlış bir şey yaptın; gözümün içine bak da söyle" diyerek çocuğun üstne gidiyorlar. Bu da çocuğu anne babasının gözlerinin içine baka baka doğru söylememeye teşvik ediyor. Böylece bir sosyal beden dili olarak, istemediğimiz şeyleri çocuklarımıza öğretiyoruz. Çocuk ondan sonra gözünüzün içine baka baka gerçeği kolaylıkla gizleyebiliyor.

Çünkü siz ona artık yanlış bir kalıp öğrettiniz. Sağlıklı ve birbirini doğru anlayan, birlikte daha doğruyu arayacak insanlar olmaktan çıkarttınız kendinizi ve onu.

Anne-babalar çocuklardan mesaj alırken ne tür hatalara düşüyorlar?

Hata şu gerçeği özümsememekten başlıyor; Çocuklar farklı ve bizim dışımızda bireyler. Ben doğurduğum için benim düşündüğüm gibi olmuyor. Madem ki bizim çocuğumuz, öyleyse bizim düşündüğümüz gibi olsun dedikçe anne babayla çocuk arasındaki iletişim bozulmaya başlıyor. Anne ve babanın çocuğu kendi kafasındaki gibi görmekten kaçınması lazım.

Bu çocuk benim çocuğum ama benim kafamdaki kalıba uymayabilir çünkü o başka bir insan. Bunu derinden hissetmek ve kabul etmek lazım.

Biz çocuklardan saygı bekliyoruz ama onlara onlara aynı saygıyı gösteriyor muyuz? Göstermediğimiz zaman hatalı iletişim başlamış oluyor. Onların farklı birer varlık olduğu bilincinde olması anne ve babanın sağlıklı iletişime geçmesindeki en temel faktör. "Üşürsün giy" demek yerine "bana hava biraz serinledi gibi geliyor. Üşüdüğümü hissediyorum. Üzerime bir çeket alacağım. Sen nasıl hissediyorsun?" diyebilmeliyiz. Çünkü üşüme o an size ait bir yaşantı. Çocuğun bu tür yaşantıları kendi kendisine algılamaya ihtiyacı vardır. Anne-babalar bunu yapmadıkça bağımlı olan ama bağımsızlık özlemi içerisinde koşan bir nesil artaya çıkarıyor. Çoçuğun somut ilişkilere ihtiyac duyduğunu anlamalıyız. Çünkü soyutlayabilme yeteneği insanın daha sonradan geliştirdiği, 10-11 yaşlarındaki dönemlerinde ortaya çıkan bir özellik. Oysa biz çocuklara iyi, kötü, ahlaklı, ahlaksız, sayglı, saygısız gibi şeyler söylüyoruz. Bu kavramları bizim anladığımız gibi anlamıyor çocuklar. Çocuklarla ilişki için gerçekten özen göstermek, öğrenmeye çalışmak zorundayız.

İletişimin temel özellikleri nelerdir?

İki insan arasındaki iletişimde ilk izlenim en önemli konudur. İki insan birbiriyle karşılaştıkları her anda ilişki yeniden başlar. Çocuğunuz akşam eve geldiğinde ilk izleniminizle ilk mesajı veriyorsunuz. " Çok yorgunum, öf" diye kapıyı açıyorsanız, başka bir şey; "hoş geldin" diye kapıyı açıyorsanız, başka bir şey başlıyor aranızda. Onun için ebeveyn çocuk ilişkilerinde de iletişimin en temel özelliğinin ilk izlenim, ilk an olduğunu unutmamamız gerekiyor.

İkinci önemli özellik, iletişimin iki kişiyle kurulduğudur. Anne-babalar çocukla konuşunca iletişim kurduklarını düşünüyorlar. Halbuki konuşma başka iletişim başkadır. Diyelim ki çocuğunuz legolarını çıkarttı, oyun oynuyor. Siz de ona kahvaltı hazırladınız. İçeriden "kahvaltın hazır, hadi gel" diye sesleniyorsunuz. Çocuğunuzla iletişim kurduğunuzu düşünüyorsunuz. Halbuki siz ona yalnızca seslendiniz. O legolarının dünyasında. Üç kere daha sesleniyorsunuz, dördüncüsünde kızıyorsunuz ama o sizin niye kızdığınızı hiç anlamıyor. Çünkü sizin ilk bağırmalarınızı hiç duymadı. İletişim karşınızdaki kişiyle birlikte ilerleyen bir süreçtir ve önce onun dünyasına girerek başlamanız gerekiyor. İletişim kişiye değil, kişiyle birlikte yapılır.

İletişimin bir başka özelliği de bir bütün olmasıdır. Yani sadece doğru kelimeler kullanılarak, ses tonunuzun ya da beden dilinizin doğru olmasıyla doğru iletişim kurulmuyor. Bunların üçünün bir arada ve içiçe uygun şekillerde kullanılıyor olması, sağılıklı iletişim için çok önemli.

Anne-babaların önemli bir bölümü de iletişimi bilgi vermek zannediyorlar. Çoğu kez ebeveynler en önemli rollerinin çocuğa hayatı öğretmek olduğunu düşünüyorlar. Oysa kimse kimseye hayatı öğretemiyor. Hayat yaşanılarak öğreniliyor. Çocuğumuza hayatla ilgili pek çok reçete yazabiliriz, ama bu reçetelerin hiçbiri doğru modeller olmamız kadar etkili olamaz. Elbette çocuğumuzu hayat karşısında bilgilendirmemiz gerekir ama iletişim kurmak başka bir şeydir.İletişim eşittir bilgi değil. İletişim eşittir duygu, düşünce ve davranış beraberliğidir. Yoksa, televizyon ekranından konuşan herhangi bir kişi olursunuz çocğunuzun gözünde.

İletişimde dinlemenin rolü nedir?

Elbette iletişimin çok önemli bir basamağını, dinleme oluşturur. Doğru dinleyemiyorsak, doğru konuşma şansımız yok. Biz halbuki iletişimi genellikle konuşma olarak düşünürüz. Dinleme alışkanlğı bizim kültürümüzde oldukça zayıf. Dinlemeye açık değiliz. Ülkemizde leb demeden leblebiyi anlamak bir fazilet gibi artaya konulur. Halbuki leb demeden leblebinin anlaşılması aslında bir iletişim hatasıdır. Çünkü karşınızdaki insan belki başka bir şey diyecektir. Kendi zihnimizdeki kalıplarla karşımızdakileri algılamaya alıştığımızdan, dinleme becerimiz de ortadan kalkıyor. İletişimin konuşmaktan çok daha önemli bir bölümü dinlemedir. Çünkü dinleyerek anlayacağız. Anladıktan sonra anlatacağız. Anladığımız ve anlattığımız uyuşuyorsa da anlaşacağız. Yani çok kritik üç A'dan söz ediyoruz: Anlamak-Anlatmak-Anlaşmak. Anlaşmayı biz kendimizi anlaktam olarak anlıyoruz. Ama karşı taraf, çocuğumuz ne kadar anladı? Orada çok ciddi bir soru işareti var. Çocukları kendi zihnimizdeki gibi sanıyoruz. Çok süratli büyüdüklerini, süratle geliştiklerini, yeni arayışlar içersinde olduklarını, değişen bir yapıda olduklarını içimize sindirmemiz ve onlara gerçekten ulaşabilmemiz için çok iyi dinlememiz gerekiyor.

Dinleme hem düşünce, hem duygu düzeyinde önemlidir. Duyguları anlamak, hissetmek de bizim yabancı olduğumuz bir şey. Ancak karşımızdakiyle aynı şekilde hissediyorsak bir duygu beraberliğinden söz ediyoruz. Halbuki hiç öyle hissetmeyebiliriz. Örneğin, çocuğun eve geç gelmesi durumunda annenin yaşadığıyla babanın yaşadığı birbirinden çok farklı olabilir. Anne ve babanın birbirine empati kurabilmesi, duygularını anlayabilmesi için aynı duyguyu yaşamaları gerekmez. Sadece karşıdakinin nasıl yaşadığının farkında olmalarını ihtiyaç var. Baba bunu saygısızlık olarak kabul ederken anne çocuğun sağlığını dert ediyor olabilir. Anne ve babanınbirbirini anlamaması durumunda ailede, çocuğun geç kalmasının dışında bir çatışma daha çıkar. Anne babayı çocuğunu hiç merak etmediği için, baba da anneyi çocuğu aşırı kollayarak saygısız tavırlarına sebep olduğu için eleştirir. Anne ve babanın birbirlerini anlamamaları yüzünden çıkan tartışmada çocuğun geç kalmasının bir kenara itildiği bile görülür. İletişimin amacına ulaşması, karşımızdaki insanı doğru dinlememiz, onun duygusunu doğru tanımamız ve düşüncesine saygı göstermemizle mümkün olabilir. Bunun da temelinde dinleme yatar.

Çocukların kendilerini daha iyi ifade edebilmeleri için anne-babalar nasıl bir yaklaşım içinde olmalı?

Çocukların kendilerini daha iyi ortaya koymalarına imkan vermek anne ve babaya düşen önemli bir sorumluluktur. Fakat çocuklar kendilerini ifade etme konusunda farklı özelliklere sahip olabiliyorlar. Kimisi daha heyecanlı, çok daha önde olabiliyor, kimisi de çok daha geride, daha az konuşkan olabiliyor. Anne-babalar, "çocuklarınızla iletişim kurun, onların açılmalarına, kendilerini ortaya koymalarına yardımcı olun" mesajını onlara sürekli olarak "nasılsın, bugün ne yaptın, şimdi ne hissediyorsun" gibi sorular sormak olarak anlıyorlarsa yanılıyorlar. Çünkü bu yaklaşımın da çocuğa uygun olarak ortaya konması gerekiyor. Bazı çocuklar böyle doğrudan doğruya kendilerine soru yöneltindiğinde, geçiştirip tamamen içlerine kapanabilirler. Onun için çocuktan gelen mesajı doğru değerlendirmek, ebeveynin çocuğunu açmasını yardımcı olacak en önemli konu. Diyelim, okuldaki bir arkadaşının bir sözünü nakletmiş, ancak siz yeterince önemsememişsinizdir; bir süre sonra " bugün okulda ne oldu" diye sorarsınız, o da "hiçbir şey diye" cevap verir. "Serviste ne yaptınız?" , "Orada da bir şey olmadı." Bir bakarsınız, konuşma hiç ilerliyemiyor; çünkü çocuğunuzudan gelen mesajı zamanında duyarlı olup değerlendirmemişsiniz.

Kendi duygu dünyamızın karışıklıklarıyla meşgulsek, diğer insanlara (çocuğumuza) kendimizi veremiyoruz. Galiba iletişimin en zor noktası bu. Biz kendi içimizde suküneti ve rahatlığı yakalayamıyorsak, çocuklarımızı tanıma şansını da bulamıyoruz.

Mümkün olduğu kadar çocukların gündeme getirdiği konular üzerinde konuşmak önemli. Siz çocuğunuzun öğretmeniyle ilişkisini öğrenmeyi düşünürken o belki size topa nasıl vurulması gerektiğini ya da arkadaşının saçına taktığı bir tokayı anlatacaktır. Sizin için o toka hiç ilginç ya da önemli olmayabilir. Ancak çocuğunuz için önemlidir ve onun anlattıklarına yoğunlaşmazsanız, çocuğunuzu tanıyamazsınız. Onun konuşmaya girmeye hazır olduğu yeri kaçırırsanız, iletişim şansını kaybedersiniz. Çocuklarımızla iletişim kurmanın en temel noktası, onların bize vermek istedikleri mesajları zamanında fark edebilmek, hissedebilmek ve iletişimi o noktada geliştirmektir. Halbuki biz kendi kalıplarımıza onları sokmaya çalışıyoruz. Bir süre giriyorlar ama sonra onlar da vazgeçiyorlar.

İkili iletişim, odak iletişim, engelli iletişim gibi bir takım iletişim tanımları yapıyoruz. İkili iletişimin odak iletişime dönüşmesi ileri dönemlerinde yani anne, baba ve çocuk arasındaki ilişkinin bozulmaya başladığı dönemlerde ortaya çıkıyor. Anne-babalar "seninle konuşacaklarımız var" diyerek karşılarına alıyor vebaşlıyorlar anlatmaya. Ama bu bir odak ilişki, iletişim değil. Sadece çocuğa mesaj verici. Ondan anneye bir şey gelmiyor. Anne-baba onu dinlemiyor. Yani iletişimin "ileti" bölümü var, "şim" bölümü yok. İletiyor ama iletişemiyor.

Çatışma çıktığı anda ne yapılmalı?

Aile hayatında çatışma her zaman vardır. Buradaki en kritik nokta kriz anında krizin çözülmeyeceği bilincinin anne ve babada oluşması. Eğer bir kriz varsa duygular çok yüksek noktada demektir. Duyguların bu kadar tepe noktada olduğu bir anda o krizi sizin farklı görüş açılarıyla çözmeye çalışmanız, o krizi ancak büyütür. Kriz yaşanır, duygular yatışır ancak, ondan sonra sizin bilgi içerikli iletişiminiz çocuğunuz ve aileniz için faydalı olabilir. Kriz yaşanırken sormanız gerekn en önemli soru: "burada durumun değişmesini asıl kim istiyor"dur. Bu soruyu doğru cevaplayamazsanız, iletişime de doğru başlayamazsınız. Çünkü o krizde yaşanan olayda, çocuk mevcut durumu değiştirmek istiyorsa dinlemeye, anlamaya dönük bir iletişim tekniği kullanacaksınızdır. Durumu değiştirmek isteyen sizseniz, kendinizi ifade etmeye yani anlatmaya dönük bir iletişim tekniği olacaktır. Bunun için kriz anı çok doğru çözümlenmesi gereken, belki de ebeveynlerin kendi davranışlarını en çok gözden geçirmeleri gereken andır. Çünkü kriz anında doğru tepkiyi vermezlerse birbirlerinden gittikçe uzaklaşacaktır insanlar, ama kriz anında doğru tepkiyi verebiliyorlarsa birlikte geçmişe bakmak ve ileriye doğru daha büyük bir adım atmak mümkün.

Krize yol açan olayı çok fazla dağıtmamak, genişletmemek de önemlidir. Diyelim ki çocuğun yaptığı bir hatalı davranışın üzerine konuşuyoruz. "Zaten sen dün de onu yapmıştın, arkadaşların da şöyle demişti, anneannen de senden memnun değil" gibi yaklaşımlarla konu o kadar genişler ki sizin o andaki konuşma konuzun ortadan kalkar. Sağlıklı iletişimin olmadığı ailelerde krizin büyümesi, başlangıç noktasının bile kaybedilmesi mümkün. Duygu ve düşüncelerimizi disipline etmek ve amacı gözden kaçırmamak kriz zamanlarında özellikle önemli.

Aile bireylerinin birbirlerine duygusal yatırımlarını çok güçlü yapmış olmaları da krizin çözümünde çok kolaylaştırıcı bir yol oynar. Birbirini seven, sayan ve sağlıklı iletişim kurabilen insanlar arasında sorunları çözmek daha kolaydır.

Eğer amaç aile bütünlüğünü ayakta tutmak, uyumlu ve doyumlu ilişkiler yaşamak, özgüvenli, sağlıklı, mutlu çocuklar yetiştirmek ise, bütün tutumlarımızı buna göre yönlendirmek durumundayız. Bu da ancak yetişkinlerin üstün gayretleri, zekaları, duygusal olgunlukları ile sağlanabilir

Benzer Konular

2 Temmuz 2016 / CathLaC Tıp Bilimleri
1 Şubat 2019 / Misafir Sosyoloji
14 Kasım 2008 / Misafir Müslümanlık/İslamiyet
26 Nisan 2012 / Tharwat Cevaplanmış