Arama

Müslüman ülkelerde neden savaşlar bitmiyor, barış ve huzur için neler yapılmalıdır?

Güncelleme: 4 Temmuz 2015 Gösterim: 1.277 Cevap: 8
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Temmuz 2015       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dünyadaki müslüman ülkeleri neden modern zamana ayak uyduramadılar, savaşlar, kargaşalar, çatışmalar ve kaos neden bitmiyor? Müslümanların huzur ve barışı temin etmesi için insanlığa düşen görevler nelerdir?

Sponsorlu Bağlantılar
Derisi yüzülen, kafası kesilen, kundağında kafir kurşunuyla şehit olan, tecavuz edilen iskence edilerek acı içinde öldürülen bu insanlar bu kafirlere ne yaptıda acımasız merhametsiz gaddar insanliktan nasibini almamis bir sekilde katlediliyorlar?
1.Dünya neden katliamlara seyirci kalıyor?
2.Dünyayı neden İsrail ve Ermeni lobileri yönetiyor?
3.Bu insanlık dıramını yüksek sesle bağırıp dünyaya meydan okuyan mazlum babasi kaç Recep Tayyip Erdogan gerekiyor?
4.Manevi olarak neler yapabiliriz bu kardeşlerimiz için?

Son düzenleyen Jumong; 2 Temmuz 2015 09:33 Sebep: dış ve iç başlık düzeni
runeşya - avatarı
runeşya
Ziyaretçi
3 Temmuz 2015       Mesaj #2
runeşya - avatarı
Ziyaretçi
Bence elinizden bişey gelmez ,gelemez kimsenin kimseye ihtiyacı yoktur bu durum biz insanların malesefki vicdanına kalmış bişey.Belki tek yapabileceğiniz şey çocuklara gelecek için iyi örnek olmaktır.Geçmiş geleceğin aynasıdır çocuklar büyüklerin yaptıkları hatayı iyi bişey sanıp ileride yaparlar.
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Temmuz 2015       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de saadet ve refah çoğu zaman karıştırılıyor. Bu yanlış değerlendirme, istikbale de intikal edeceğe benzer.

Bazıları, servet ve makamı, şan ve şöhreti, lüks ve debdebeyi saadetle aynı zannederler. Halbuki çevrelerinde nice insanlar görürler ki, dünyanın her türlü imkânına kavuşmuş ve diledikleri her zevki tatma gücüne sahiptirler, ama mesut değildirler. Kimi hanımıyla geçimsizdir, kimi oğlunun haylazlığından dertlidir. Kimi, annesinin amansız derdine şifa aramaktadır. Kiminin piyasada bir hayli alacağı vardır, ödenmemektedir; kimi ortağıyla problemlidir.

Böyle binlerce, on binlerce sebep, insanoğluna dünyanın rahat yeri olmadığını aralıksız ders verir.

İlâhi Ferman haber veriyor:

“Sizi, bir imtihan olarak, şer ve hayırla deneyeceğiz. Hepiniz de nihayet bize döndürüleceksiniz.”(Enbiya, 21/35)

Buna göre dünya bir imtihan meydanıdır.

Bir hadis-i şerifte de, "dünya ahiretin tarlası” olarak takdim edilir.

Bu dünya, rahat yeri değil, imtihan meydanı ve ahiretin tarlası olarak yaratılmış. Bu imtihan salonunda, insanlar sürekli çaba gösterir, ter dökerler. Ve bu tarlada, ahiretleri namına her gün bir bağ derleyip günlerini yorgun argın bitirirler.

Allah Resulü (asm.) haber veriyor:

“Dünyada rahat yoktur.”

Gece ve gündüzün birbirini kovaladığı, hastalıklarla sıhhatin nöbetleşe insanı yokladığı, zorluklarla kolaylıkların yine ard arda insanı sardığı, fırtınayla sükunetin insan ruhunda nöbetleşe hükmettiği bu garip dünyada, rahat ve huzur bulmak ne mümkün!

Dünyada rahat yoktur, ama mümin için saadet vardır. İnsan bu dünyada imanı tatmış ve salih amelin yolunu tutmuşsa, acı-tatlı her hâdiseden ahireti namına bir takım faydalar edinir. Ve en önemlisi, bu dünyanın rahat yeri olmadığını bilmenin verdiği rahatı tadar ve huzursuzluktan kurtulur.

Allah Resulün (asv)'den bir saadet formülü:

“Dünyada ya garip bir insan, ya da yolcu gibi ol.”

Bu hadis-i şerifte saadetin iki önemli kaynağına dikkat çekilmiş ve iki ayrı saadet reçetesi birlikte sunulmuştur:

Birinci reçete: Bu dünyada garip olduğunu, bu gurbet ilinde, asıl yurdu olan cennet için bir şeyler kazanmağa geldiğini bilmek. Kendini böyle bilen ve dünyaya böyle bakan bir insan, bu fâni hayata gönül bağlamaz. Onun geçici problemlerine gereğinden fazla önem vermez. Bu gurbet diyarından bir gün göçeceğini bilir. Gözü hep o saadet yurdundadır.

“Sen burada misafirsin ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz.” (Mesnevî-i Nuriye)

İkinci reçete: “Yolcu olduğunu bilmek ve öylece yaşamak.” Böyle bir insanın bütün meselesi idealindeki şehre varmaktır; otobüste ön yahut arka koltuklarda oturması fazla önem taşımaz. Gazetelerde okuruz: Falan katil, filan ülkede yakalanmış ve uçakla Türkiye’ye getirilmiştir. Bu adamın uçakla gelmesi kendisini ne derece mesut edebilir ve ne ölçüde rahatlatır! Ama İstanbul’a ticaret için giden bir Anadolu esnafı, otobüsün en arkasında da otursa keyfine diyecek yoktur. Çünkü bu yolculuğun sonu, mal almak ve bu sıkıntıların neticesi zengin olmaktır.

Diğer taraftan, insan otobüs yolculuğunda evindeki imkânları aramazsa o dar mekândan sıkılmaz ve rahatsız olmaz. Aksi halde, kendi huzursuzluğunu kendi eliyle hazırlamış olur. Nur Külliyatında birbirinden önemli ve değerli nice saadet reçeteleri mevcut. Bunlardan üç tanesini takdim edelim:

“Sultan-ı Ezelî’ye iman ile intisab eden ve amel-i sâlih ile itaat eden bir insan, şu misafirhane-i dünya menzillerinden ve âlem-i berzah ve âlem-i mahşer dairelerinden ve hâkeza kabirden sonraki bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak sür’atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyeyi bulur.”(Sözler)

İnsan, iman ile, Rabbine intisap eder. Böylece, sahipsiz ve hamisiz olmamanın zevkini tadar. “Beni yapan, yaratan, her organımı yerli yerine koyan ve ruh dünyamı en güzel şekilde tanzim eden, hissiyatımın her birini ayrı bir vazifede çalıştıran bir Hâlıkım var. Kan deveranım Onun rahmetiyle olduğu gibi, dünyamın dönmesi de Onun kudretiyle. Öyleyse, ben başıboş değilim, kimsesiz değilim, sahipsiz değilim.” der.

Allah’ın kulu ve eseri olmanın, ruha verdiği sürur, kalbe verdiği zevk ve safa hiçbir dünyevî nimetle kıyasa girmez.

İmandan başlayarak, iki dünya saadetine uzanan bir saadet zinciri:

“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”(Sözler)

İki dünya saadeti tevekkül ile mümkün. “Her hayır Allah’ın elindedir.” diyen bir mümin, bu dünya ve öte dünya için ne hayır talep ediyorsa, onun şartlarını yerine getirir ve Allah’a tevekkül etmekle huzur bulur.

Tevekkül, Allah’ı vekil bilmek demektir. Bu, imandan gelen bir şuurdur ve teslimin neticesidir. Allah’a teslim olanlar Ona tevekkül ederler. Teslim de tevhitten kaynaklanır. Allah’tan başka gerçek fail olmadığını, her şeyin Onun mülkü olduğunu ve Onun tasarrufunda bulunduğunu bilen bir insan, elbette Ona teslim olacaktır.

İki dünya saadetinin bir başka reçetesi:

“Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dareyndir.”(Sözler)

Bu cümlede, iki dünyanın saadeti, iki şarta bağlanmış oluyor. Birincisi, nefse hâkim olup onu dizginlemek, diğeri ise ruhu terakki ettirmek.

İlave bilgi için tıklayınız:

Bazı çevreler, her vesileyle İslam aleminin bugünkü perişan haline İslam’ın sebep olduğunu iddia ediyor ve bu vesileyle din aleyhinde bulunuyorlar. Bunlara nasıl cevap vermeliyiz?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 
Yazar
Sorularla İslamiyetd
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bugün dünyanın bazı bölgelerinde Müslümanlar zor durumda yaşamaktadır. Örneğin Çin'in en batı noktasında yer alan Doğu Türkistan'da Müslüman kardeşlerimiz yaklaşık 60 yıldır türlü işkencelere maruz kalıyorlar ve akıl almaz baskı altındalar. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakam.

Filistin'de Müslümanlar yarım asrı aşkın süredir katlediliyorlar. Kendi topraklarında sürgün hayatı yaşıyorlar. Irak'tan hemen her gün ölüm haberi geliyor. Kerküklü kardeşlerimiz ölüm korkusuyla yaşıyor. Kırım'da Müslümanlar zorluklar altında varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Afganistan'da neredeyse hergün Müslüman kanı dökülüyor, Pakistan'da binlerce Müslüman kendi ülkesinde mülteci konumuna düştü. Yakın geçmişte Bosnalı Müslümanlar tüm dünyanın gözü önünde, Avrupa'nın ortasında, acımasızca soykırıma tabi tutuldular. Pek çok ülkede hapishaneler, düşüncelerinden ve inançlarından dolu tutuklanmış olan Müslümanlarla dolu. Bu acıların, bu katliamların, bu sıkıntıların, bu çilelerin hiçbiri yeni değil. Müslümanlar, neredeyse yüzyıldır baskı altında acımasızca eziliyor. Bu fitnenin son bulması, akan kanın durması ise ancak Türk-İslam Birliği'nin kurulmasıyla mümkündür. Filistin'i, Irak'ı, Afganistan'ı, Doğu Türkistan'ı, Kırım'ı, Kerkük'ü, Moro'yu kurtaracak açık, net ve tek çözüm Türk-İslam Birliği'dir.

Artık daha fazla Müslüman kanı akmaması, İslam ülkelerindeki fakirliğin ve yokluğun son bulması, Türk-İslam coğrafyasındaki kargaşa, anarşi ve terörün tam anlamıyla ortadan kalkması, huzurlu, güvenli, müreffeh, aydınlık bir medeniyet inşa edilmesi için Türk-İslam Birliği'nin kurulması şarttır. Birlik olmayan İslam aleminin, zarar gören Müslümanları koruması ve kollaması mümkün olamaz. Ama 1 milyarı aşkın nüfusuyla İslam alemi birlik olduğunda, dünyanın herhangi bir köşesinde tek bir Müslümanın parmağının ucu dahi zarar görmez. İslam ahlakının özünde birlik vardır. Allah Kuran'da "... Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73) ayetiyle yeryüzünde bozgunculuğun son bulması için iman edenlerin birbirleriyle dost olmaları, ittifak etmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini bildirmiştir. Tüm Müslümanlar bu emre uymakla sorumludur. Türk-İslam dünyasının bu birliği istemesi lazımdır. Birlik istemeyen ayrılık istiyor demektir ve ayrılığın Türk-İslam dünyasına hiçbir faydası yoktur. Müslümanların gücü, kuvveti ve menfaati birliktedir.


Çin, Temmuz 2009'un ilk günlerinden itibaren tüm dünyanın gözü önünde, Doğu Türkistan'da yaşayan Müslümanlara karşı yeni bir katliama girişti. Doğu Türkistan'da yaşanan bu son katliam, Çin tarafından kendi iç güvenliğiyle ilgili bir sorunun yatıştırılması gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa, bu son derece yanlış ve yönlendirici bir bilgidir. Doğu Türkistan gençleri bir süredir, ucuz iş gücü sağlamak amacıyla çıkarılan kanunlara dayanılarak yaşadıkları yerlerden çıkarılmakta ve başka eyaletlere götürülerek oralarda çalıştırılmaktadır. 26 Haziran gecesi, Guandong Eyaleti'nin Şaoguan şehrindeki bir fabrikada çalıştırılan 600 Uygur Türkü saldırıya uğramış, kaldıkları yatakhane basılarak sabaha kadar dövülmüşlerdir. Bu baskın neticesinde yaklaşık 60 Uygur Türkü hayatını kaybetmiştir. Uygur Türklerinin bu olayı kınamak ve saldırganların bulunarak adalete teslim edilmelerini sağlamak için yaptıkları gösteri ise Çin yönetimi tarafından büyük bir katliama dönüştürülmüştür. (Yenişafak, 10.07.09, Türkiye, 01.07.09, Radikal, 09.07.09, Yeni Şafak, 08.07.09, Yenişafak, 10.07.09)

Çin zulmünü durdurmanın ve kesin netice alınmasının tek yolu da Türk-İslam Birliği'nin kurulmasıdır. Birlik olmuş bir Türk-İslam alemi, son derece caydırıcı ve etkili bir güce sahip olacaktır
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İstila, tahakküm ve zorlamalar bölgeye sadece huzursuzluk, kargaşa, kin ve nefret getirmiştir. Bu tür yöntemlerle milletleri sömürme devri artık kapanmıştır. Dolayısıyla Çin, Doğu Türkistan halkının kendi kendini yönetmesine izin verse ve ekonomik bağımsızlık hakkı tanısa bundan Çin'in de son derece büyük çıkarı olacaktır. Kendi sınırları içinde rahatça üretim yapan, özgürce yaşayan, korku ve baskının etkisinden kurtulmuş bir Doğu Türkistan, Çin için yeni bir atılım merkezi olabilecektir.

Bu hakların Doğu Türkistan halkına verilmesi ise büyük bir güç ve otorite sahibi olan Türk-İslam Birliği sayesinde mümkün olabilir. Böyle bir gücün garantörlüğü olursa Çin de ülkesinde yaşayan milyonlarca Müslüman ile ilişkilerini kuvvetlendirecektir. Kalben Türk-İslam Birliği'ne bağlı bir Doğu Türkistan'ın Çin'e karşı düşmanca bir tutum sergilemeyeceği, başkaldırmayacağı, Çin'in süper bir güç haline gelmesi için dostane katkıda bulunacağı konusunda Çin yönetimi ikna edilmeli ve güvenleri sağlanmalıdır.

Dünyanın ihtiyacı olan şey barış, sevgi, yardımlaşma ve adalettir. Kurulacak olan Türk-İslam Birliği'nin yeryüzünde üstleneceği misyon işte budur. Bu birlik; düşmanlık yapmak, intikam almak veya bir tehdit unsuru olmak için değil, dünyada barışın tesisi için var olacaktır. Bu birlik, "herkes bize tabi olsun, geri kalanlar da köle gibi olsun" anlamında ezmeye ve tahakküme dayalı bir birlik değildir.

Türk-İslam Birliği, bir sevgi birliğidir. Muhabbet birliğidir, gönül birliğidir. Bu birliğin temeli, sevgi, fedakarlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır.

Türk-İslam Birliği, ibadet, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğünü tam anlamıyla sağlayacaktır. Her dinin mensubu dilediğince ibadetini yapabilecek, kendi dinince kutsal sayılan her yeri ziyaret edebilecek, her düşünceden ve inançtan insanın malı, canı, namus ve şerefi Türk-İslam Birliği'nin güvencesinde olacaktır.


BİRLİK OLMAK TÜRK-İSLAM DÜNYASINA MÜTHİŞ BİR GÜÇ KAZANDIRACAKTIR

Türk-İslam alemi birlik olduğunda, Müslümanların ezilmesi, hor görülmesi, baskı altına alınması, zulme uğratılması,katledilmesi gibi bir ihtimal olmayacak, kimse bunu aklından dahi geçiremeyecektir.


Türk-İslam Birliği'nin kurulmasıyla, Amerika, Avrupa, Çin, Rusya, İsrail kısaca tüm dünya rahatlayacaktır. Terör sorunu son bulacak, hammadde kaynaklarına ulaşım garanti altına alınacak, ekonomik ve sosyal düzen korunacak, kültürel çatışma tamamen ortadan kalkacaktır. Amerika askerlerini topraklarından binlerce kilometre uzağa göndermek zorunda kalmayacak, İsrail duvarlar arkasında yaşamayacak, Avrupa Birliği ülkeleri ekonomik herhangi bir engelle karşılaşmayacak, Rusya güvenlik endişesi duymayacak, Çin hammadde sıkıntısı çekmeyecektir.

Türk-İslam Birliği, Müslüman alemini kalkındıracaktır. Oluşturulacak İslam Ortak Pazarı sayesinde, bir ülkede üretilen ürünler, gümrük, kota gibi sınırsal engellere takılmadan bir diğer ülkede kolaylıkla pazarlanabilecektir. Ticaret alanı genişleyecek, tüm Müslüman ülkelerin pazar payı artacak, ihracat gelişecek, bu, Müslüman ülkelerdeki sanayileşme sürecini hızlandıracak, ekonomide sağlanacak kalkınma ile teknolojide de gelişme yaşanacaktır. Ekonomisi güçlü bir Türk-İslam alemi, Batı dünyası ve diğer toplumlar için de önemli bir refah kaynağı olacaktır. Bu toplumlar karşılarında güven içinde, tedirginlik duymadan iş birliği yapabilecekleri, ticari faaliyet içinde olabilecekleri bir güç bulacaklardır. Ayrıca Batılı kurum ve kuruluşların sürekli olarak bu bölgelerin kalkınması için aktardıkları fonlara da gerek kalmayacak, bu fonlar dünya ekonomisinin güçlenmesi için kullanılacaktır.



Medeniyetler çatışması senaryolarının aksine bu birlik medeniyetleri birbirine yaklaştırabilecektir. Sonuçta birliğin getireceği ortamdan tüm dünya istifade edecektir.

Türk-İslam Birliği'nin kurulması için bugün hiçbir engel bulunmamaktadır. Sadece birlik olmayı istemek gereklidir. Samimiyetle bu birlik istenmeli, tüm Müslümanlar birbirlerine sevgiyle, anlayışla, tevazuyla, şefkatle ve merhametle yaklaşıp, birbirlerinin kardeşleri olduğu gerçeğini unutmadan hareket etmelidirler. (Türk ?slam Birli?i'ne Ça?r? - Harun Yahya (Adnan Oktar))
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
A Haber’de Banu El’in sunumunda yayınlanan ‘Aklın Yolu’ programında İsrail’in Gazze katliamı da mercek altına alındı. Doç. Dr. Ramazan Kağan Kurtoğlu, saldırıların arkasında doğal kaynak kontrolünden ziyade “Büyük İsrail İdeali’nin olduğunu vurguladı.

“İSRAİL’İN BEKA VE SU SORUNU MEVCUT”

Bunun arkasında tamamen Tevrat kökenli Kabala kökenli Büyük İsrail ideali var. İsrail halkının yüzde 20’si mevcut İsrail devletine karşı. Doğal kaynakların hakimiyeti sadece amacın bir parçası olabilir. Aslında mevcut petrol kaynakları insanlığa 200 yıl yeter. İsrail’in 2 problemi var. Beka ve su problemi. İsrail çevresinde dişine dokunacak devletin olmasını istemiyor. 2.5 devlet var. Rusya, Türkiye Cumhuriyet ve İran’dır. İsrail su anlamında temel argümanı Türkiye’dir. İncil kehanetlerinde Fırat ve Dicle kutsaldır. Türkiye, Rusya ve İran’ı istikrarsızlaştırmak istiyor.

“SU SAVAŞLARI FIRAT-DİCLE’DEN BAŞLAYACAK”

Türkiye su zengini değil. Irak’ın ve Suriye’nin yıllık su miktarı bizden daha fazla. Son 40 yıldır Türkiye’ye karşı kullanılan bir unsur var. Kışkırtıldı Arap dostlarına karşı. Musevi patronajlı ABD’deki bankalar ve finans kurumları devreye girdi. İlginçtir ki ABD Dışişleri Bakanlığı ‘2023’te Su Savaşları başlayacak’ başlıklı rapor yayınladı. ABD’deki istihbarat konseyi de aynı açıklamaları yaptı. Fırat ve Dicle’den başlayacak deniyor. Ortadoğu’da 15 yıl sonra bugünü arayacağız.

Kaynak: internet haber
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ABD: Vaadedilmiş topraklar

Biz Müslümanlar bütün dünya hadiselerini İslam’ın temel kaidelerine göre değerlendirmek zorundayız. İnancımıza göre dünya hayatımız bir HAK-BATIL mücadelesi şeklinde tazim edilmiş bir imtihandır.

Dünyada meydana gelen olayları Hak-Batıl mücadelesi gerçeği dışında değerlendirmek bir Müslüman için vahim bir hatadır. Hiçbir Müslüman bu hataya düşmemelidir. Kur’an, Hz. Âdem (a.s)’den Peygamberimize kadar yaşanmış bütün olayları Hak-Batıl mücadelesinin doğal bir sonucu olarak bizlere aktarmaktadır.

Nuh (a.s)’un inkârcı kavmine, İbrahim (a.s)’in Nemrut’a, Musa (a.s)’nın Firavun’a, İsa(a.s)’nın nefsini ilah edinmiş Yahudi önderlere, Peygamberimizin Ebu Cehil’e, küffara karşı verdiği mücadelede yaşanan olayların hepsi Hak-Batıl mücadelesinin doğal bir sonucudur.

Asrısaadetten günümüze, günümüzden kıyamete kadar olmuş ve olacak siyasi, askeri, sosyal ve iktisadi bütün olaylar Hak-Batıl mücadelesinin bir yansıması olmuş ve olacaktır. Günümüzde Hak-Batıl mücadelesi Milli Görüş sahibi şuurlu Müslüman topluluklar ile Irkçı Emperyalizm, Siyonizm ve işbirlikçileri arasında geçmektedir. “İman endeler Allah yolunda savaşırlar.

Kâfirler ise tağutlar (put adamlar) yolunda savaşırlar. Öyle ise siz şeytanın dostları ile savaşın. Muhakkak şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa: 76) Olayların Hak-Batıl mücadelesi kapsamında yaşanmış ve yaşanacak olması, kâinatın tek yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın takdiri ve dilemesi iledir.

Kullarını bu dünya hayatında imtihan eden Allah, bu imtihanın bir hikmeti olarak iktidar ve hâkimiyeti, hakka veya kuvvete inanan topluluklar arasında döndürmektedir. “…İşte böylece biz, o (zafer) günlerini insanlar arasında dolaştırır dururuz. Bu, Allah’ın sizden iman edenleri belirtmesi ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.” (Ali İmran: 140)

Bizler günümüz dünyasında kuvveti üstün tutanların hâkim olduğu bir dönemi yaşamaktayız.

Bu dönem “Yeni Dünya Düzeni” olarak tanımlanmıştır. Bu dönemin görünürdeki muktedir gücü Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’dir. Gerçekte ise bu hâkimiyetin görünmeyen muktediri Siyonizm’dir. Hak-Batıl mücadelesinde Hakkı üstün tutan Milli Görüş sahibi şuurlu Müslüman taraf olarak, kuvveti üstün tutan tarafın inançlarını, hedeflerini, insanlığa bakışlarını, çalışma metotlarını bilmeliyiz ki, onlara karşı yürüteceğimiz mücadelede ifrata ve tefrite düşmeden orta ve hikmetli bir yol bulabilelim.

Türkiye ve dünya Müslümanları olarak dersimize iyi çalışmak zorundayız. Teşhis ve tedavide ihmal ve gevşeklik içinde bulunmamalıyız.

Siyonizm’i tanımadan ABD’yi, ABD’yi tanımadan Siyonizm’i tanımamız mümkün olmaz.

ABD’nin bir devlet olarak ortaya çıkmasını sağlayan en önemli etken Siyonizm’in “Vaat edilmiş topraklar” inanışıdır. ABD’nin temel misyonu Siyonizm’in dünya hâkimiyetini sağlamaktır.

Allah(c.c) İsrail oğulları ile ilgili olarak şu hükmü vermiştir. “Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrail oğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik. Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı geldiğinde üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik, onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular.

Bu, yerine gelmesi gereken bir söz idi. Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve oğullarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık. İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelindiğinde (öyle kullarımızı göndeririz ki) yüzlerinizi kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Kudüs’e) girsinler ve yendiklerini mahvetsinler. ” (İsra: 4-7)

Bu ayette anlatılan Tapınak’ın birinci yıkılışı ve birinci sürgün, Yahudilerin MS 70 yılında Romalılar tarafından Kudüs’ten sürülmelerinin karşılığıdır. Bu olay, Yahudilerin Hz. Yahya’yı öldürdükleri ve Hz. İsa’yı da öldürmek için tuzak kurdukları dönemin hemen ardından, yani “kibirli bir yükseliş ve bozgunculuk” hareketinin ardından gelmiştir.

Yahudilerin bu ayette belirtilen ikinci yükseliş dönemi ise, İspanya’dan engizisyon sonucu sürülmelerinden itibaren başlar. Yahudiler hiçbir zaman Vaat edilmiş Topraklara bir gün dönecekleri inancından vazgeçmezler. Kehanette bulundular. Kabalist Hahamlar İspanyada 1480′li yılların ortalarında tanrının elini zorlamak için şartları hazırlama kararını alırlar.

İspanya Yahudileri Avrupa’nın her tarafına dağıldılar. Osmanlı topraklarına yerleştiler. Luther’e Protestanlık mezhebini kurdurarak Avrupa’yı yanlarına çektiler. Katoliklerin yasakladığı faizi Calvin’in çabalarıyla serbest hale getirmeyi başardılar. Çünkü tarih boyunca faiz Yahudilerin diğer milletlerin varlıklarını ellerinden almak için kullandıkları bir silah olmuştur.

İnanışları gereği bütün Yahudileri Kudüs’te toplamaları gerekiyordu, bunun için deniz yolunu tercih ettiler. Bu yolu bulması için Kristof Kolomb’u görevlendirdiler. O asıl ismi Juan Colon olan bir İspanyol Yahudi’siydi.

Kristof Kolomb, 3 Ağustos 1492′de üç karavela ile birlikte İspanya’nın Palos limanından yola çıktı. 11 Ekim 1492 tarihinde Hindistan’da bir ada sandığı Yeni Dünya’ya ayakbastı. Kolomb bu yolculuğunu Kutsal yerleri kurtararak, ‘Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa etmek inancıyla yapıyordu.

ABD’nin kurulması

Keşiften takriben üç yüz yıl sonra bu topraklar üzerinde 1787 yılında ABD kuruldu. ABD’yi 17. yüzyılın başında İngiltere’de yaşanan dini ve fikri çatışmalardan kaçan ve “New England”a yerleşen Luther ve Calvin ekolünün sadık müntesiplerinden Püritenler kurmuştur.

Püritenler İngiltere’den göçlerine, Yahudilerin Mısırdan çıkışı gözüyle bakıyordu. Püritenler Amerika’yı “Mesih’in gelişine gönüllü olarak yardım edecek” bir ülke, Mesih Planı gereğince Vaat edilmiş Toprakların Yahudilerin eline geçmesine yardım edecek bir müttefik güç olarak planlamışlardı.

ABD bu kuruluş görevini her zaman yerine getirmiştir, getirmeye de devam ediyor. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, G20, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Bankası, İMF ve NATO gibi kuruluşların tamamı “Yeni Dünya Düzeni” kuruluşları olarak Mesih inanışına uygun bir dünyanın inşası için faaliyet gösteren destek kuruluşlarıdır.

1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında Sovyetlerin dağılmasından sonra yeni düşman olarak İslam’ın ilan edilmesi, Büyük İsrail’i kurma gayesinin tek engeli olarak görüldüğü içindir.

ABD önderliğinde yürütülen siyasi, askeri, iktisadi bütün operasyonlar dünyaya Mesih inanışı istikametinde Siyonizm adına bir ayar çekme operasyonundan başka bir şey değildir. Vaat edilmiş topraklar üzerinde Büyük İsrail’in kurulması, bunun emniyeti için Afganistan’dan, Yemen’e, Endonezya’dan, Fas’a kadar bütün İslam coğrafyasının hizaya getirilmesi kutsal bir görevdir.

Çünkü bu görevin tanrı tarafından verildiğine inanılmaktadır. Thomas Jefferson’un şu beyanı bu inanışın bir delilidir: “Tanrı, İsrail oğullarına tarih boyunca nasıl rehberlik ettiyse, Amerika’nın kurucularına da öyle rehberlik etmiştir” ABD yi yöneten ister Bush olsun, ister Hüseyin Obama, bu görev değişmeyecektir.

Bugün ABD’nin NATO yoluyla Afganistan ve Pakistan’da yürüttüğü savaş bizim Deccal dediğimiz, onların Mesih dedikleri kimsenin beklenen düşmanını kaynağında kurutma savaşıdır.

İslam kaynaklarına göre Horasan bölgesinden çıkacak siyah bayraklı bir ordu, Medine yönünden gelecek bir başka ordu ile Şam’da birleşecek ve Hz. İsa (a.s)’nın da yardımıyla Deccalı ve ordusunu ortadan kaldıracaktır. ABD ve müttefikleri Horasan toprakları üzerinde bulunan Afganistan ve Pakistan’ı kontrol ederek bu ordunun çıkmasına engel olmaya çalışıyor.

ABD’nin Pakistan üzerinde kurmaya çalıştığı baskının temelinde Peygamberimiz tarafından çıkacağı haber verilen bu ordunun ayak sesleri var. Pakistan’da dört bine yakın İslam okulunun ABD ve müttefiklerinin baskısıyla kapatılması bu ihtimale yönelik bir operasyondur.

ABD ve müttefiklerinin bölgeye demokrasi getirme ve halkların geleceğini kendi iradeleriyle belirleme hakkını verme vaatleri bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

ABD ve müttefikleri yeryüzünde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmasalar dahi yürüttükleri bu savaşı kaybedeceklerdir. Çünkü onlar Müslümanlarla değil İslam ile savaşmaktadırlar. Onlara göre Siyonizm’in tek düşmanı İslam’dır. Yolları çıkmaz yoldur. Onlar için tek kurtuluş savaştıkları İslam’a teslim olmalarıdır.

Allah’ın hükmü kesindir, değişmez. “Onlar (kitap ehli) size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.

Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir.

Çünkü onlar, Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış olmalarındandır.” (Ali İmran: 111-112)

Allah mülkünde tek tasarruf sahibidir. Galip olan da O’dur.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ABD VE İSRAİL NE KADAR HAKLI?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin eşbaşkanı olduğu 5’inci Medeniyetler İttifakı zirvesindeki konuşmasında "İslamofobi de Siyonizm gibi faşizm gibi, anti semitizm gibi bir insanlık suçu olarak görülmelidir. Tıpkı siyonizm gibi, tıpkı antisemitizm gibi, tıpkı faşizm gibi, İslamofobinin de bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır..." dedi. Başbakan Erdoğan'ın siyonizmle ilgili bu sözleri deprem etkisi yarattı. BM, Beyaz Saray ve İsrail tepki gösterdi.

İsrail, Siyonizm ile faşizmin aynı kefeye konulduğunu iddia ederek Erdoğan’a çok ağır sözlerle yüklendi. İsrail medyasının Erdoğan’ın açıklamalarını flaş haber olarak duyurmasının ardından Başbakan Netanyahu, hem twitterdan hem de internet sitesinden yazılı bir açıklama yayınladı.
Netanyahu, “Bu karanlık ve yalan ifade, dünyada artık var olmadığını zannettiğimiz bir düşüncedir. Şiddetle kınıyorum’ dedi. Tepkiler bununla da kalmadı. Beyaz Saray’ın günlük basın toplantısında da konu gündeme geldi.
Beyaz Saray Sözcüsü Tommy Vietor, “Erdoğan’ın Siyonizmin bir insanlık suçu olduğu yorumunu reddediyoruz. Bu yorum saldırgan ve hatalıdır” dedi.

Bunlarla da sınırlı kalınmadı

ABD Kongresi üyeleri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a siyonizmle ilgili sözlerini geri alması için mektup yazdı.
ABD Kongresi'nin 89 üyesi tarafından imzalanan mektupta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a "siyonizm" ile "faşizm"i bir tutan sözlerini geri alması çağrısında bulunuldu.

ABD Kongresi üyelerinin gönderdiği mektupta, Türkiye ve Başbakan Erdoğan adeta üstü kapalı olarak tehdit edildi.
Mektupta, "Türkiye'yle tarihsel ilişkimiz ve ülkenizin NATO ve BM'deki önemli konumundan, uluslararası barış ve güvenliği sağlama konusunda ciddi bir taahhüdünüz olduğunu biliyoruz. Bu anlayış içinde siyonizmi, faşizm ve antisemitizm ile bir tutan ve "insanlığa karşı suç" diye nitelediğiniz beyanınızı geri çekmenizi sabırsızlıkla bekliyoruz" denildi.

Peki gerçekte Siyonizm ne anlama geliyordu?

Siyonizm, Kudüs'teki Siyon Tepesinin adından gelir. Yahudi halkının Filistin'e dönme umudu, Yahudi düşüncesinin sürekli bir yönüdür; bu düşünce Mesih'in geri gelme düşüncesinden ayrılmaz. Mesih'in gelme amacı, dünyada bir Yahudi devleti kurmaktır. Hatta İsrail kurulduğu zaman Yahudi gazeteleri "Mesih'in Ayak Sesleri" başlığını atmışlardır.

Siyonizm 19.yy sonlarında Avusturyalı gazeteci Theodor Herzl(1860-1904) tarafından siyasi bir ideolojiye de dönüştürüldü. Yahudi camiası tarafından da kabul gördü. Herzl'in 1896 yılında yazdığı kitabı Der Judenstaat (Yahudi Devleti) ve 1897 yılında yazdığı, Die Welt(Dünya) gazetesi, 1897 yılında Basel'de toplanan 1.Dünya Siyonist kongresi'nde savunulan düşüncelerin kaynağı oldu. Herzl için Siyonizm'in babası desek, herhalde yanlış bir şey söylemiş olmayız. Peki Siyonizm aslında Theodor Herzl tarafından mı ortaya çıkarıldı? Elbette Bunun Tevrat, Talmud merkezli dini kaynakları vardı. Herzl Siyonuzmi tam anlamıyla ideolojiye büründüren isimdi.

Vikipedi ise Siyonizm hakkında şunları yazıyor; "Terminoloji "Siyonizm" kelimesi, Siyon (İbranice: Tzi-yon ציון) kelimesinden türetilmiştir. İsim esas olarak, Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı ile bu dağ üzerindeki Siyon Kalesi'ni belirtmek için kullanılmaktaydı. Sonraları, Kral Davud döneminde, "Siyon" tüm Kudüs şehrine ve İsrail Diyarı'na atıfta bulunan bir kapsamlama haline geldi. Tevrat'taki birçok ayette, İsrailoğullarından Siyon halkı, Siyon'un oğulları ya da kızları olarak bahsedilir. Yahudi milliyetçiliğini tanımlamak için kullanılan bir terim olarak "Siyonizm," ilk milliyetçi Yahudi öğrenci hareketi Kadimah'ın kurucusu Avusturyalı Yahudi yayımcı Nathan Birnbaum tarafından, kendi çıkarttığı Selbstemanzipation adlı gazetede, 1890 yılında ortaya atılmıştır. Siyonizm, Filistin'de Yahudiler için yeniden bir vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasi hareketi. Söz konusu alan, Tevrat'ta bahsi geçen ve İsrail Diyarı (İbranice: Eretz Yisra'el) adı verilen topraklardır. İsrail'in kurulmasından bu yana, Siyonist hareket de şekil değiştirerek öncelikle Modern İsrail devletinin desteklenmesi amacı ile varlığını sürdürmektedir."

Abdülhamit'in reddetiği teklif

Vikipedi'den okumaya devam ediyoruz: "1890'lı yıllarda, Theodor Herzl Siyonizme yeni bir ideoloji ve fiili aciliyet katarak, Dünya Siyonist Örgütü'nün (WZO) oluşturulduğu 1897 yılında İsviçre'nin Basel şehrinde düzenlenen ilk kongrenin toplanmasını sağladı.[15] Herzl'in amacı, Yahudi devleti hedefinin elde edilmesi için gerekli hazırlık niteliğindeki adımları başlatmaktı. Herzl'in Filistin'i hakimiyeti altında tutan Osmanlı yöneticileri ile bir siyasi anlaşma yapma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine başka hükümetlerin desteği arandı. Theodor Herzl, dönemin sultanı II. Abdülhamid'e Kont Nevlinski (bir Leh soylusu, II. Abdülhamit'in şahsi dostu) aracılığla Filistin'e özerklik ve Musevi ikametliği ister. Buna karşılık şu taahhütlerde bulunur:

1.Osmanlı Devleti’nin 33 milyon İngiliz altınına ulaşan borçlarının tamamını ödeyelim.
2.İmparatorluğu korumak için 120 milyon altın Frank’a mal olacak deniz filosu yaptıralım.
3.Devletin mali durumunu canlandırmak için 35 milyon altın lira faizsiz borç verelim.
Ancak, II. Abdülhamit teklifi kabul etmez ve şu yanıtı verir:

"...Bu meselede (Theodor Herzl) ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış toprağı dahi satmam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsûldar kılmıştır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz..."

SİYONİZMİN KAYNAĞI BU AYETLER Mİ?

İslam inancına göre muharref (tahrif edilmiş) sayılan Tevrat'ta şu ayetler dikkat çekicidir;

*"Et yiyin ve kan için.Yiğitlerin etini yiyeceksiniz ve dünya beylerinin kanını içeceksiniz. Sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz." (Tevrat,Hezekiel Bölümü 39/18-20)

*"Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için onları hazırla." (Tevrat, Yeremya Bölümü, 12/3)

“Yaratilis merdiveninde farkli basamaklar oldugunu herkes dogal olarak kabul eder; önce inorganik nesneler, bitkiler ve hayvanlar âlemi, sonra konusan, yaratiklar ve hepsinin üstünde Yahudiler.” ("Siyonizm ve Irkçilik" Ankara Üniversitesi Siy. Bilg. Fak. Yay. (Sources de la pensée Juive contemporaine) Sf:49 dan alinti)

Peki Yahudiler neden üstün ırk olduklarına inanıyorlar… Şu ayetleri de okuyalım:
- “Siz Allahınız Rabbin ogullarisiniz." Çünkü sen Allah'ın Rabbe mukaddes bir kavimsin, ve Rab yer üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak kendisine has bir kavim olmak üzere seni seçti.” (Tensiye Bab:14 Ayet 12S:191)
- “Ve aranızda yürüyeceğm ve sizin Allahınız olacağım ve siz benim kavmim olacaksınız.” (Levililer Bab:26 Ayet 12 S:127)
- “... ve onlardan nefret ettim. Fakat size dedim: Siz onların topraklarını o miras olarak alacaksınız ve ben size onu mülk olmak üzere vereceğim, ben sizi milletlerden ayırt eden Allahınız Rabbim, . ve bana mukaddes olacaksınız, benim olmanız için sizi kavimlerden ayırt ettim” (Levililer Bab:2Ayet24-26 S:120)
- “Saf altında tartilan Sionun degerli ogullari” (Yeremyanın Mersiyeleri Bab:4 Ayet:2 S:785)
- “Ve o kralların günlerinde göklerin Allahı (Yehova) ebediyen harap olmayacak bir krallık kuracak ve onun hakimiyeti başka bir kavme bırakılmayacak; ancak bu krallıkların (devletlerin) hepsini o parçalayacak ve bitirecek.” (Daniel Bab 2 Ayet 44 S.342)
- “O zaman Rab Yehova bütün bu milletleri önünüzden kovacak ve sizden büyük bir kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak”. ( Tensiye Bab 14 Ayet 23-24 S.139)
- “İşte, şimdi bildim ki bütün dünyada allah yoktur, ancak İsrail'de vardir." (2.Krallar Bab:5 Ayet.15)

- “ Kızlarınızı onların oğullarına vermiyeceksiniz ve oğullarınıza ve kendinize onların kızlarından almayacaksınız.” (Nehemya Bab:13 Ayet:25 S.)

Altındal: 'Filistinliler'e yapılanlar Siyonizmin göstergesi
Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal STAR'a yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Siyonizm bir ideolojidir. 'Ateavizm' yani 'ceddiyetçilik' demektir. Başbakan antisemitzm değil, antisiyonizm yapmaktadır. Ve çok doğru bir ifade kullanmıştır. Siyonizm; Dini, siyasi ve ekonomik şekilde İsrail devlet politikası olarak günümüzde uygulanmaktadır. Adam öldürüyorlar. 'Niye öldürdün' deyince, 'Tevrat böyle diyor' diye savunuyorlar. İsrail'in kurulduğu günden bugüne Filistinlilere uyguladığı, göç ettirme, toprak işgali, katletme, ev yıkma fiillerinin altında bu siyonist ideoloji yatmaktadır."

Garaudy: Siyonizm ırkçı ve sömürgeci

Ünlü Müslüman Fransız düşünür Roger Garaudy de bu konuda şunları yazmıştır:

"Peygamberlerden miras olan Yahudi inancının en büyük düşmanı, Siyonizm'in ırkçı ve sömürgeci mantığıdır ki, 19. yüzyıl Avrupası'nın ırkçılığından ve sömürgeciliğinden doğmuştur. Bu mantık, Batı'nın tüm sömürgeciliklerine ve farklı milliyetçilikler arasındaki savaşlara ilham kaynağı olmuştur. İsrail, Siyonizm'den uzaklaşmadıkça ve Hz. İbrahim'in inancına geri dönmedikçe, İsrail için bir güvenlik ve gelecek yoktur ve Ortadoğu'da da barış olmayacaktır. Hz. İbrahim'in o inancı ki, vahyedilmiş her üç din arasında ruhsal bir kardeşlik bağı ve ortak bir mirastır." (Roger Garaudy, "Right to Reply: Reply to the Media Lynching of Abbe Pierre and Roger Garaudy", Samizdat, June1996)

Türkiye kamuoyunun gündemine en ayrıntılı şekilde getiren siyasilerden Milli Görüş lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan da Siyonizmi 'Irkçı Emperyalizm'in idelojisi ve beyni olarak tarif ediyordu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2015       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
baştacımız yüce Kitab’ımız Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu gibi, müslümanların başlıca iki azılı ve büyük düşmanı vardır. Bunlardan biri yahudiler, diğeri ise müşriklerdir. Yahudiler derken elbette içinde bulunduğumuz dünyayı adeta elinde bulunduran ve kendi heva ve heveslerine göre idare eden siyonist zihniyettir. İslam beldelerinin başındaki kukla ve satılmış hainler eliyle İslam âlemini sömüren, baskı, zulüm ve diktatörlükle senelerdir müslümanları tesirsiz ve adeta bir değersiz bir çöp hale getiren başta siyonizimdir. İslam ümmetini Allah ve Şeriat’tan uzaklaştıran, aslından koparan, Allah korkusundan mahrum bırakan, kadınları iffetsizleştiren, müslüman milleti haçlı dünyasına bugün işçi ve borçlu duruma getiren nedir? Tabi ki, siyonizmin tezgahladığı sinsi oyunlardır…
 
Misyonerler, komünizm, demokrasi gibi İslam düşmanı kurum ve sistemlerden sonra İslam düşmanlarının biri de siyonizimdir. Siyonizim meselesi yanlız müslümanların baş belası değil, tüm dünya insanlığının başına bir beladır.
Siyonizm, yahudilerin dünya hâkimiyyetini gerçekleştirmek için başlatmış oldukları bir hareketin adıdır ve kurucusu da yahudi Theodor Hertzl’dir. Bu teşkilatın gayesi; Yahudinin efendi, diğer bütün milletlerin de köle olduğu bir dünya kurmaktır. Bu gayelerini gerçekleştirebilmek için siyasî, kültürel ve ekonomik alanlarda bütün milletlerin ve bütün cemiyetlerin arasına sızarak önemli gördüğü sanai tesislerini, ithalat ve ihracatlarını, basın-yayın organlarını elde tutmaya çalışır. Siyonizm esas gayesini, değiştirilmiş, muharref Tevrat’tan alır. Çalışmalarını buna göre yapar. Yahudinin arzularına göre ayarlanmış, değişikliğe uğratılmış olan Tevrat, siyonizm için önemli bir kaynak kabul edilir. Muharref Tevrat’ın „Mezburlar“ kitabının 2. fasıl 7. cümlesinde bakınız ne deniliyor:
„Sizden büyük ve kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayak tabanınızın bastığı yer sizi olacak…“
 
Korkunç emeller besleyen siyonizm, insanlığın en büyük tehlikelerinden biridir. Bugün şanlı Kudüs dahi siyonizmin esaretine mahkûmdur. Yahudilerin dünya hâkimiyyeti için çağlardan beri, sistemli bir şekilde çalışmaları bütün milletleri, bugünkü felaket uçurumunun yanına getirmiş, fakat bu milletlerin içinde bulundukları gaflet, uyanmalarına imkân vermemiş ve hatta birinci ve ikinci cihan harplerinde dahi ders almamış ve düşmanlarını hâlâ teşhis edememişlerdir. Yahudi insanoğlunu maddiyata esir etmiş, maneviyattan uzaklaştırmıştır. Bilhassa İslam ile mücadelede bulunan yahudi, Anadolu’lu müslüman Türk, Kürt vs. milletlerini İslamiyyet’ten uzaklaştırmak için türlü dolaplar çevirmekte, müslümanlar aleyhine cephe almaktadır. Büyük ve küçük bozgunculuklar hep onun başının altından çıkmıştır. Bilhassa yahudiler, Türkiye başta olmak üzere İslam âleminde büyük tahribat yapmışlardır. Ve bu işe de Hilâfet müessesesini yıkmakla işe koyulmuşlardır.
Siyonizmin insan topluluklarını mahvetmek için hazırladığı plan şundan ibarettir.
1- Genç nesle kötü ahlak aşılayarak fesada uğratmak;.
2- Ailelerde İslamî hayatı yıkmak;
3- İnsanlara günahları ile tahakküm etmek;
4- Sanatı düşünerek edebiyatı müstehcen, şehevî kalıba dökmek;
5- Mukaddesata hürmeti tahrip etmeli, hürmete layık görülen insanlar hakkında rezilane vakıalar uydurarak onların itibarını kırmalı, inançsızlığı teşvik ederek akaidi kökünden baltalamalı ve manevî sahalarda ihtilaflar ve ayrılıklar körüklenmeli;
6- Hudutsuz bir lüks, baş döndürücü modaları ve çılgınca harcamaları teşvik etmeli, keseye el verişli ve basit şeylerden zevk almak hassasını derece derece ortadan kaldırmak;
7- Kitlelerin dikkatlerini avam eğlenceleri, oyunlar, gayri makul spor mücadeleleriyle oyalamalı ve bunun gibi halkı eğlendirerek, düşünmekten alıkoymak;
8- Hükümetlerin ölümünü hazırlaması, insaniyete ızdırap, elem ve yoksullukla zayıf düşürmek;
Aslında buna benzer daha nice maddeler vardır. Nitekim bunların hepsini buraya almak imkânsızdır.
İşte görüldüğü gibi siyonizm asırlar önce aldığı bu kararları bugün yürürlüğe koymuş ve bugün yanlız İslam beldelerini değil bütün dünyayı kana boyamış ve boyamaya da deva etmektedir.
Kurulduğu günden beri siyonizmin güdümünde olan diğer bir işgalci „devlet“ de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Kendi insanının gözyaşı ve kanı üzerinde devlet kuran ve bunu faşist baskı rejim „Tek Şef“likle sürdüren; askerin namlusunu kendi halkına çevirdiği bir zaman diliminde yaşayan ülkedir Türkiye.
 
Ve tarihi gösterge yine 1948 senesi üzerindedir. Amerika’nın dünya imparatorluğuna soyunduğu tarihtir 1948. Dünyanın umumî manzarası böyle iken 1948 yılında, ortaya yeni bir devlet çıkıyor. Yüzlerce, binlerce yılın birikimidir bu devlet: Adı Israil! Hıristiyan batı Avrupa’nın burnunun dibinde, İslam âleminin böğründe çıkan devlettir Israil. Uluslararası sermaye odağı ABD tarafından Birleşmiş Milletler’e sunulmaktadır Israil. Ve 1948 yılında yüzyıllar sonra bir „Yahudi Devleti“ dünya tarafından tanılmaktadır. Birleşmiş Milletler’de ABD birinci olarak Israil’i tanırken, Türkiye, ikinci olarak Avrupa’nın önünde tanımaktadır. Yahudi devleti yüzyıllarca bütün insanlığı içten kemirerek, keyfiyet planında perişan oluşunu sağlayarak, insanlık âleminin hayat damarlarını kopardıktan sonra, sinsice zalim bir fırsatçılıkla, terörle velhasıl milyonların kanının üzerinde kurulmuştur. „Büyük Şeytan“ ve emperyalist ABD liderliğindeki Avrupa’nın „Şımarık Çocuğu“ İsrail, güvenilir sınırlarını her gün daha da genişletme ve yayma eğilimindedir. Bu sınırlar bütün ortadoğu devletlerinin topraklarını kapsarken, insanları da köleleştirme furyasına da dahil etmektedir. Bir başka deyişle İslam âleminin en büyük tehlikesini arz etmektedir.
 
Şimdi buraya bir nokta koyduktan sonra hep birlikte tarihe bir yolculuk yapalım ve yahudilerin tarihteki gerçek yüzlerini görelim. Tarihte bilhassa peygamberlerin başlarına gelen hadiseler, korkunç iftiralar, bunu gösteriyor. Örneğin Hz. Osman’ın Hilâfet’i döneminde Abdullah ibni Sebe isimli bir münafık ortaya çıkıyor. Görünüşte İslam’ı kabul etmiş, müslüman olmuş, müslümanların arasına giriyor. Hz. Osman devrinde Mısır valiliğine atanıyor. Her gittiği yerde Hz. Osman’ı kötülüyor, aile efradına devlette görev veriyor diye bu gibi haberlerle Mısır halkını Halife’ye karşı ayaklandırıyor. Mısır’dan dört bin atlı gelerek Hz. Osman’ın evinin arka duvarını yıkarak o mübarek zatı -ki cennetle müjdelenmiş ve cennette Peygamberimiz’in komşusu ve meleklerin dahi kendisine imrendiği Hz. Osman’ı- Kur’an-ı Kerim okurken şehid ediyorlar. Abdullah ibni Sebe yahudi dönmesi bu hain bir seferinde şöyle diyor: „Bir çobanla dahi karşılaşsam onu bile Halife Osman’a karşı kışkırtırdım!“ der. İşte bu da İslam’a ve İslam dinine karşı siyonizmin, yani yahudilerin oynadığı bir oyundu.
 
Diğer bir bariz örneği de İttihatçılar sergiledi. Sultan Abdülhamid tahttan indirildi ve bu suretle kalenin kapısı kırıldı. Otuz küsür senelik halifeliği sırasında düşmana bir karış bile toprak vermeyen o büyük hakanı, o son nöbetciyi, „Kızıl Sultan“ diyerek, „müstebit“ diyerek bertaraf ettiler. Sultan Abdülhamid’e karşı Jön Türkler’i yetiştirip öne süren ve Abdülhamid’i tahttan indirmek için Selanik’ten harekat ordusunu üzerine sürdürme;
İşte bütün bunların arkasında da siyonist yahudiler vardır. Hatta „Hal Fetvası“nı, tahttan indirme kararını bizzat kendisine Emanuel Karasu isimli yahudi kendisine takdim etmişlerdir. Sultan Abdülhamid bu manzara karşısında „Hal Fetvası’na üzülmedim ama, diğerleri dururken bu tahttan indirme kararını bir yahudinin getirip takdim etmesi ben çok üzdü!“ der. Dikkat ederseniz Hz. Osman zamanında ortaya çıkan, ümmetin kanını akıttıran ve bugün dahi İslam âlemini parça parça bölen, kan gölü haline getiren siyonizmdir ve yahudilerin oyunudur.
 
Abdülhamid’i taht’tan indirme, yahudilerin İslam Hilâfet’ini ilga etmek için hazırladıkları oyunun ilk perdelerindendir. Artk tezgahlanan oyunun diğer perdelerinin sahneye konmasının zamanı gelmişti. Fakat bu oyunda baş rol alacak bir kahraman lazımdı. Bunun için de öyle bir ortam hazırlanmalı idi ki, o ortamda baş oyuncu kahramanlaştırılmalı idi. Millet onu bağrına basmalı, herkes ona itaat etmeli idi. Yani millet önüne bir kurtarıcı edasıyla, bir fedakar sıfatıyla çıkmalı idi. O kahraman da idareyi eline alıp ayağına yer edinceye kadar ikiyüzlülüğünü muhafaza etmeli, dinden imandan bahsetmeli, namaz kılmalı ve „Gayemiz, İstanbul’da düşman elinde esir bulunan Halife’yi kurtarmaktır!“ demelidir. Ve bütün bunlar için, bir savaşın sahneye konulması lazımdı. Mağlubiyetle neticelenecek olan bu savaşın arkasından da bir Kurtuluş Savaşı sahnesi tertip edilmeli ve esas işte, bu sahnede bu işin münafıklığını, şeytanlığını çok iyi yapacak olan ve bunun için yetiştirilen ve Anadolu’ya gönderilmek üzere, son Halife Vahdeddin tarafından yeteri kadar para verilerek görevlendirilen ve fakat Ingilizler adına çalışmak gayesiyle Galata Köprüsü’nden İngilizler tarafından uğurlanan biri ortaya çıkmalı, vatan ve milleti kurtaran kahraman diye tanıtılmalı ve takdim edilmelidir. Hem öyle tanıtılmalı ve öyle takdim edilmelidir ki, son derece itibar ve itimat edilir olmalı ki, milletin din ve imanıyla, namus ve şerefiyle oynasa bile, kimseden ses çıkmamalı, yer yer çıksa bile, dostları ve devlet  kuvvetleri tarafından bastırılmalıdır. Ve işte o zaman, yüzlerce sene ve defalarca Avrupalı’ların ve haçlı seferlerinin İslam dini aleyhinde yapamadığını, yıkamadığını yapmalı ve yıkmalıdır. Hem de yapma ve yıkma ile ilgili kararların alındığı günler bayram günleri olarak ilan edilmelidir. Ve millet de eğitim yoluyla, basın vasıtasıyla, askerin dipçiğiyle o hale getirilmelidir ki, bayramlara davet edildiğinde tıpış tıpış gelmelidir.
 

Benzer Konular

8 Nisan 2013 / azra Soru-Cevap
16 Mart 2018 / Ziyaretçi Cevaplanmış
20 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap
9 Şubat 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
18 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap