Arama

Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora'daki Türkler Nasıl Yok Edildiler?

Güncelleme: 27 Temmuz 2012 Gösterim: 11.139 Cevap: 4
Tigin - avatarı
Tigin
Ziyaretçi
5 Haziran 2006       Mesaj #1
Tigin - avatarı
Ziyaretçi
Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora'daki Türkler Nasıl Yok Edildiler?

Sponsorlu Bağlantılar

1008860qa
Paralarını gizledikleri sanılan Müslümanlara işkence yapılıyor ve St.
Clair'la Howarth, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı raporlarına göre,
"kollarıyla ayakları kesilerek ateşte yavaşça yakılıyorlardı"

Mora'da Rus-Grek Düzenleri

"Peloponez (Peloponisos)" adıyla da anılan Mora Yarımadası, ilkin Sultan
Beyazıt I tarafından 1397'de Bizanslılardan alınarak kısmen Osmanlı İmparatorluğu'na
bağlanıyor; Yunanistan'ın her yanında, Katolik Lâtinlerin zulmü altında inleyen Ortodoks
Hıristiyan Grekler, 1460'da Mora'yı tümüyle fetheden Sultan II. Mehmet'i bir
kurtarıcı olarak karşılıyorlardı[1]. 1698'de imzalanan Karlofça Antlaşması'yla, Osmanlılar,
Mora'yı Venediklilere vermek zorunda kalıyor; ama 1718'de aktedilen Pasarofça
Antlaşması'ndan sonra, Mora, yeniden Osmanlı egemenliğine geçiyordu[2]. Yunanistan tarihi
uzmanı olan ve şimdi hayatta olmayan Profesör Dr. Douglas Dakin, Unification of Greece,
1770-1923 (Yunanistan'ın Birleşmesi) adlı kitabında şöyle der:
“Mora'nın (Grek) sakinleri, yeniden kurulan Türk yönetimini Venediklilerin yönetimine tercih
ediyorlardı, çünkü vergiler daha hafifti; yönetim daha az yetenekli olmakla birlikte daha
ılımlıydı ve kâfir (yani Osmanlı), Roma Katoliğine oranla daha çok tolerans sahibi idi[3].”
Osmanlılar Mora'da bir paşalık (vilâyet) kuruyor; 400.000 kadar Grek'in yaşadığı bu ilde,
zamanla 50.000 kadar Türk ve öteki Müslüman da yaşam sürmeye başlıyordu. Grekler ve
özellikle kentlerde yaşayanlar, tüm rahatlıklarına karşın Çar Deli Petro zamanında Ruslarla
düzen çevirmeye başlıyor; Rus ajanlar Mora'yı dolaşarak halkı isyana kışkırtıyor ve Bizans
İmparatorluğu'nun diriltilmesi için yapılan bu düzenler, İmparatoriçe II. Katerina döneminde
de sürüp gidiyordu[4].


Fransız-Grek Düzenleri

1789 yılında patlak veren Fransız İhtilâli, Ortodoks Hıristiyan Rum toplum önderlerinden
bazılarını oldukça etkiliyor; Rus Çarı ve ögeleriyle çevirmekte oldukları düzenlerde başarı
sağlayamayan bu önderler, Napolyon Bonapart'ın sahnede belirmesi üzerine, ümitlerini
Fransa'ya aktarıyorlardı. O sırada Balkanlar'da dolaşmakta olan Fransız ajanlar, Grekleri
durmadan kışkırtıyor; Fransız koruyuculuğu altında özerklik veya bağımsızlık sözleriyle
onları çeliyorlardı[5]. Napolyon'un saygınlığı Grekler arasında o kadar yayılıyordu ki,
güney Mora'daki Mani bölgesinin Rum kadınları, onun resmini, evlerindeki putların
koleksiyonuna ekliyorlardı[6].
1008853fw
John (İoannis) Kapodistrias
Ancak, İngiliz orduları Başkomutanı Wellington Dük'ü, 1815 yılı Haziranında Napolyon'u
Waterloo'da yenilgiye uğratınca, Grekler, ümitlerini yine Çarlık Rusyası'na bağlıyor; Çar I.
Aleksander'in Rum asıllı dışişleri bakanı John (İoannis) Kapodistrias'tan yardım görmeyi
ümit ediyor[7]; dış ülkelerde gizli tedhiş ve ihtilâl örgütleri kurmaya, gazete ve dergiler
yayınlamaya başlıyorlardı.

Grek İhtilâl ve Tedhiş Örgütleri

1008837pz
Filiki Eteria

Bu örgütlerden Athena adlısı, Yunanistan'a, Fransa'nın yardımıyla, Phoenix
adlısı da Rusya'nın yardımıyla bağımsızlık sağlamaya ümit ediyordu; ama, bu iki örgütten
daha azılı ve hırslı bir örgüt olarak, 1814'te, Odesa'da, Filiki Eteria kuruluyor;
aralarında Balkan Hıristiyanları da olmak üzere, tüm 'Helenleri' kapsayacak bir ayaklanma
kışkırtmak için eyleme geçiyor[8]; bu tedhiş örgütünün pençesi, 1818 yılı Ekim ayında
Kıbrıs'a kadar uzanıyordu. O tarihte, Eteria'nın Mısır ve Kıbrıs gizli ajanı, Metsovolu
Dimitrios İpatros, Kıbrıs'a giderek, başpiskopos Kiprianos'u örgüte üye kaydediyor ve ondan
maddi ve manevi yardım sözü alıyordu[9].
Yunan ayaklanmasının başlıca kışkırtıcıları, Yunanistan'ın dışında yaşayan ve Avrupa'daki
akımlara benzer ulusçu bir akım yaratmak hevesine kapılmış olan "dış Helenler" (apodimi
Ellines)'di. Ayaklanmayı ilk başlatan ve finanse edenler de onlardı. Ancak, Filiki Eteria,bu
akımın öncülüğünü üstleniyor; her yana bir ahtapot gibi yayılıyor; Osmanlı İmparatorluğu'nda
geniş kapsamlı bir ayaklanma plânlıyordu[10]. O sıralarda adalar ve Mora'daki Rus
konsoloslar, Grekler arasında düzen çevirerek onları ayaklanmaya kışkırtıyor; Greklere
yurtseverlik duygusu aşılamaya çalışıyorlardı.
Ne var ki, ayaklanmanın öngünlerinde, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rumlar gönenç ve dirlik
içinde yaşam sürüyor; varlıklı ve eğitim görmüş olanlara devlet kapıları açılıyordu.
İmparatorlukta Rumların çoğunlukta oldukları bölgelerde onların kendi belediyeleri,
devletten müdahale olmadan çalışıyor; merkezi İstanbul'da bulunan Rum Ortodoks Patrikhanesi,
İmparatorluğun yönetimine katılan imtiyazlı bir kuruluş haline geliyordu[11]. Öyleyse Yunan
ayaklanması niçin patlak verdi?
Sabırlı ve kararlı bir padişah olan II. Mahmut, yıllardan beri zayıflamakta olan
Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden dinçleştirmek için eyleme geçince, Yanya Valisi
Tepedelenli Ali Paşa ile arası açılıyor; onun 1820'de padişaha karşı ayaklanması, Yunan
ayaklanmasına da neden oluyordu. Ali Paşa'nın başkaldırmasından yararlanan Grek âsiler,
Türklerin gücünü bölmek için ivedilikle harekete geçiyorlardı[12].
Başta vali Hurşit Paşa olmak üzere, Mora'daki Osmanlı yetkililer, Grekler arasındaki akımın
farkına varınca, Tripolitsa kentinde toplanarak, yerel Grekleri, silâhlarını yetkililere
teslime ve bazı Grek önderleri durumu kendileriyle görüşmek üzere, kişisel olarak
Tripolitsa'ya gitmeye çağırıyorlardı. Ancak, bu Grek önderler, verilen emre karşı çıkıyor ve
ayaklanmayı körüklüyorlardı.
Yunanlılar, Mora'daki ayaklanmayı 6 Nisan 1821'de şu sloganla başlatıyorlardı:
"Mora'da tek bir Türk bırakılmamalıdır". Âsiler, bu slogana tamamen uyacak ve tüm
Türk ve öteki Müslümanları yok etmeye başlayacaklardır[13].

Yunan Ayaklanması Nasıl Başladı?

Ayaklanma şöyle başlamıştır: 1819'da Filiki Eteria'ya üye kaydedilmiş olan Patras
metropoliti Yermanos, Tripolitsa'ya gitmek için almış olduğu emirden kaygılanarak yola
çıkıyor; bir dağ kenti olan Kalavrita'ya yakın Ayia Lavra manastırında konaklıyor; orada,
kendisi gibi, ne yapacaklarına karar veremeyen öteki piskoposlarla buluşuyor; sonunda,
Türklerin kendilerini hapse atacakları veya öldürecekleri yolunda bizzat bir mektup
sahteleyerek orada bulunanlara okuyor; halkın arasında baş gösteren coşkudan yararlanarak, 6
Nisan 1821'de isyan bayrağını çekiyor ve Grekleri silâhaltına çağırıyordu. Âsilerin ilk
bayraklarının üzerinde, altı üste getirilmiş bir hilâlin veya kesilmiş bir Türk kafasının
üzerinde bir haç'ı tespit ediyordu[14].
Metropolit, öteki piskoposlarla birlikte Patras'a dönerek, orak, sopa ve kamalar taşıyan ve
sayıları gittikçe kabaran ayak takımı onlara eşlik ediyordu. Piskoposlar, geçilen her yerde,
Grek güruhu, "dinsiz Müslümanları yok etmeye" kışkırtıyor; kleftes olarak anılan
haydutlarlaarmatoli olarak anılan Grek uç bekçileri, dağlardan inerek Türk köylerini
yağmalamaya başlıyorlardı. Çok geçmeden, ayaklanmanın elebaşları, âsiler üzerindeki
etkilerini yitiriyor; tüm ülke, her yanı kasıp kavuran silâhlı âsilerin eline geçiyordu.
İngiliz yazar William St. Clair'a göre, Grekler arasındaki bu "vahşice öç alma iştiyakı, çok
geçmeden katletme zevkine dönüşüyordu". David Howarth adlı başka bir İngiliz yazar da,
"Grekler, bu cinayetleri işlerken, herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine
kapıldıkları için öldürüyorlardı" der[15]. Bu sırada, Patras'taki Rus konsolosluğu, Filiki
Eteria ile Mora'daki Eteria ajanları arasında yapılan yazışmaları kolaylaştırıyor; âsilerle
Rus hükümeti arasında bağlantı kuruyordu[16].

Türkler Yok Ediliyor

1821 yılı Mart ayında, Mora'da 50.000'e yaklaşık Müslüman'ın yaşadığı tahmin edilir.
Bunların arasında kadın ve çocuklar da vardı. Bir ay kadar sonra Grekler paskalyalarını
kutlarken, Mora'da tek bir Müslüman kalmamıştı. Aralarından pek az sayıda kişi kaçarak,
müstahkem kentlere sığınmışlarsa da, açlık çekmeye başlamışlardı. Her yanda öldürülen
Türklerin gömülmemiş cesetleri çürüyordu. Yine İngiliz yazar St. Clair şöyle der:
"Yunanistan'ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve
dünyanın haberi olmadan, yok edildiler".

St. Clair şöyle devam eder:

"20.000'i aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk, birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında
Grek komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan
öldürüldüler... Çiftliklerde veya tecrit edilmiş toplumlar halinde yaşayan Türk aileler,
kısa bir sürede öldürüldüler; yakılan evleri, cesetlerinin üzerine yıkıldı. Olaylar
başlayınca evlerini bırakarak en yakındaki kente sığınmaya çalışanlar da, Grek güruh
tarafından yollarda öldürüldüler. Küçük kentlerde, Türkler, evlerine kapanarak kendilerini
korumaya çalıştılar, ama pek azı kurtulabildi. Bazı yerlerde açlığa dayanamayarak,
hayatlarının bağışlanacağına dair onlara söz veren âsilere teslim oldular, ama yine de
öldürüldüler. Ele geçirilen Türk erkekler derhal öldürülüyor, kadınlarla çocuklar köle
olarak âsilere dağıtılıyor, ama daha sonra onlar da öldürülüyorlardı.
Mora'nın her yanında, sopa, orak ve tüfeklerle silâhlı Grek âsiler, çevreyi dolaşarak
öldürüyor, yağmalıyor ve ateşe veriyorlardı. Çoğu kez Ortodoks paapazlar, onlara önderlik
ediyor ve bu sözde 'kutsal' eylemlerinde onları kışkırtıyorlardı"[17].

1008829xj
Petros Mavromihalis

Rum Ortodoks Kilisesi'nin tarihini yazan İngiliz yazar Steven Runciman, kilisenin Basil
(Vasili) gibi büyük babalarının, 1821'de Mora'da isyan bayrağını çeken piskoposların bu
hareketinden tiksinti duyacaklarını kaydeder[18]. Bu, Yunanlıların bağımsızlık veya kurtuluş
savaşı değildi; Türklere ve öteki Müslümanlara karşı başlatılmış olan bir yok etme savaşıydı
ve başlıca kışkırtıcılar, Rum Ortodoks Hıristiyanlardı.
Ayaklanma başlar başlamaz, Grek haydut Petros Mavromihalis, öteki adıyla Petrobey,
çapulcularıyla birlikte dağlardan inerek, liman kenti olan Kalamata'ya giriyor ve
Patras'taki güruhu gölgede bırakacak bir şekilde bütün Müslüman erkekleri öldürüyor; genç
kadın ve çocukları köle olarak satıyordu. Bu "zaferi" kutlamak için kentteki ırmağın
kenarında 24 papaz ayin düzenliyordu. Kalamata felâketini, Patras ve Livatya'daki bütün
Müslümanların katli izliyordu[19].

Diri Olarak Ateşte Yakılan Türkler

Nisan ayında Hidra, Spetsa ve Psara adalarının Grek sakinleri âsilere katılıyor; Osmanlı
bayrağını taşıyan gemilere saldırıyor; gemicileri yakalayarak öldürüyor veya denize
atıyorlardı. Mekke'ye Hacca gitmekte olan birçok Müslümanları da yakalayarak öldürüyorlardı.
St. Clair, Howarth ve Miller gibi İngiliz yazarların anlattıklarına göre, bir Türk gemisinin
57 tayfası yakalanarak, zafer çığlıkları arasında Hidra adasına götürülüyor ve orada,
sahilde, diri olarak ateşte yakılıyorlardı[20].
Tesalya, Makedonya ve Halkidiki'de birçok Grekler ayaklanmaya katılıyor ve acımasızca
Türklere saldırıyorlardı. Bazı bölgelerde âsi önderler, bütün Greklerin ayaklanmaya
katılmalarını sağlamak amacıyla Türkleri kasten kırımdan geçiriyorlardı. Türk komşularını
gaddarca öldüren alelâde Grek köylüler, bu ayaklanmayı dinsel yok etme olarak görüyor;
onlara önderlik eden piskoposlarla papazlar da aynı görüş ve duyguları paylaşıyorlardı[21].
Devam edecek..

[1] F. Babinger: Mehmed der Eroberer und seine Zeit, Munich, 1853, s. 195; Selahattin
Salışık: Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, İstanbul, 1968, s. 17.
[2] Douglas Dakin: The Greek struggle for independence, 1821-1833 (Yunan bağımsızlık
savaşımı), Londra, 1973, s. 5.
[3] Douglas Dakin: Unification of Greece, 1770-1923, (Yunanistan'ın Birleşmesi), Londra,
1972, s. 10.
[4] N. Jorga: Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha, 1908-13, c. IV, s. 30 ve 173; J.L.
Burkhardt: Travels in Syria and the Holy Land (Suriye ve Kutsal Yerlerde geziler), Londra,
1822, s. 4; Steven Runciman: The Great Church in captivity, (Yüce Kilise esarette),
Cambridge, 1968, s. 337; Lord Kinross: The Ottoman Centuries - the rise and fall of the
Ottoman Empire, (Osmanlı yüzyılları - Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişi ve yıkımı),
Londra, 1977, s. 365; İsmail Hakkı Uzunçarşılı: Osmanlı Tarihi, Ankara, 1972-83, s. 71 ve
391 vd.; William Miller: The Ottoman Empire and its successors, 1801-1927 (Osmanlı
İmparatorluğu ve varisleri) 4 cilt, Londra, 1966, s. 7 ve 26; Stanford J. Shaw ve Ezel Kural
fihaw: History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern
Türkiye'nin Tarihi), Cambridge, 1977, c. 1 s. 248-9; ayr. bkz. Lionel Kochan ve Richard
Abraham: The making of Modern Russia (Modern Rusya'nın kuruluşu), Londra, 1990.
[5] Miller, s. 4-5; Runciman, s. 392-3; Dakin: Greek struggle..., s. 27; Benjamin Braude ve
Bernard Lewis: Christians and Jews in the Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğu'nda
Hıristiyanlar ve Museviler), C. 1, New York, 1982, s. 18-9.
[6] Dakin: Greek struggle..., s. 27.
[7] Runciman, s. 396-8.
[8] Emmanuel Protopsaltis: İ Filiki Eteria, Atina, 1964, s. 19-20; ayr.bkz. S.R. Sonyel:
Minorities and the destruction of the Ottoman Empire (Azınlıklar ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun parçalanması), Ankara, 1993, s. 1, 21 ve 68; N. Botsaris: Visions
balkaniques das la préparation de la révolution grecque, 1789-1821, Paris, 1962, s. 83-100.
[9] John T.A. Koumoulides: Cyprus and the war of Greek indepennce, 1821-1829 (Kıbrıs ve
Yunan bağımsızlık savaşı), Atina, 1971, s. 69-70.
[10] Sonyel, s. 173.
[11] William St. Clair: That Greece might still be free - the Philhellenes in the war of
independence (Yunanistan'ın özgürlüğü için - .bağımsızlık savaşında Helen Yandaşları),
Londra, 1972, s. 7; David Howarth: The Greek adventure - Lord Byron and other eccentrics in
the war of independence (Yunan macerası - bağımsızlık savaşında Lord Byron ve öteki
eksentrikler), Londra, 1976, s. 19; Dakin: Greek struggle..., s. 18-9.
[12] St. Clair, s. 9-10; Dakin: Unification..., s. 43; Salışık, s. 154.
[13] Kinross, a.g.e., s. 444; Miller, a.g.e., s. 72.
[14] St. Clair, s. 9 ve 27; ayr. bkz., Dakin, a.g.e, s. 59; Miller, s. 71.
[15] St. Clair, s. 12; Howarth, s. 28.
[16] Charles A. Frazee: The Orthodox Church and independent Greece, 1821-51 (Ortodoks
Kilisesi ve bağımsız Yunanistan), Cambridge, 1869, s. 13.
[17] St. Clair, s. 1; Miller, s. 72.
[18] Runciman, s. 411.
[19] Sonyel, s. 175-6.
[19] Sonyel, s. 175-6.
[20] St. Clair, s. 1-2; Howarth, s. 30-31; ayr. bkz. Miller, a.g.e., s. 72.

Karanlıkta Kalmış Gizli Tarihi Sırlar - Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora'daki Türkler Nasıl Yok Edildiler? - ( Powered by EchoArticles )
iwosky - avatarı
iwosky
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #2
iwosky - avatarı
Ziyaretçi
YUNAN İSYANI SIRASINDA TÜRKLERE YAPILAN KATLİAMLAR
19. yüzyılda, yeni ulusçuluk nedeniyle Müslümanların uğradığı kayıpların öyküsü, 1821 Yunan ayaklanmasıyla başlar. Daha önce Sırplar da ayaklanmışlardı, ama onların, başlangıçta [sadece] Sırbistan’da konuşlandırılmış yeniçerilerin zulmüne karşı yönelmiş olan ayaklanması, bunu izleyecek yüzyıllarda başgösterecek ulusal ayaklanmaların özelliklerinden çoğunu göstermemiştir. Yunan ayaklanması, kendine özgü niteliğini müslümanların [topluca] öldürülmesi ve sürülmesi ile belli eden hareketlerin [Osmanlı devletindeki, bu tür süreç başlatan ulusal ayaklanmaların] ilkidir. Yunan ayaklanması, daha sonra Osmanlılara karşı girişilen ulusal ayaklanmalarda izlenen bir modeli ortaya koydu.

Sponsorlu Bağlantılar
Yunan bağımsızlık savaşı. 1861 'de, tarihçi George Finiay şöyle yazıyordu:

1821 Nisanında, 20.000 kişi toplamına yakın bir Müslüman nüfus, Yunanistan’da dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. [Ayaklanma çıkmasının üzerinden] Daha iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler; adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler. [Günümüzde] Yaşlılar hâlâ, taş yığınlarını parmakla gösterip, gezginlere, "İşte şurada Ali Ağa'nın pyrgos'u, kulesi, vardı; burada hem onu, hem eşlerini ve hizmetkârlarını öldürdük" diye anlatırlar ve bunu anlatan yaşlı adam, yolu üzerinde bir öç alıcı meleğin bekliyor olabileceğini aklına bile getirmeden, bir zamanlar Ali Ağa'nın olan tarlaları sürmek için yürür gider. İşlenen suç bir ulusun suçu idi ve onun vereceği sıkıntılar ne olursa olsun bu sıkıntılar, bir ulusun vicdanında duyulmak gerekir; bu günahı bağışlatacak davranışlar da o ulusça yapılmalıdır.
Osmanlı İmparatorluğuna karşı Yunan ayaklanması 1821 yılının Mart ayında, bazı Osmanlı memurlarının, özellikle vergi toplayıcıların öldürülmesiyle başladı. Bunu, Nisan ayında, Güney Yunanistan’daki Mora'da bulunan Türkler üzerine bir genel saldırı izledi; bu saldırıda Yunanlı çeteciler ve köylüler, düpedüz, buldukları her Türkü öldürdüler. Türk ya da Arnavut, Osmanlı askerleri üzerine saldırıldı ve bunlar öldürüldü. Müslümanlardan bazısı, örneğin Kalavryta ile Kalamata'dakiler, kendilerine öldürülmeyecekleri sözü verilince, Yunanlılara teslim oldular. Bunlar da öldürüldü. Kaçanlardan birçoğu, örneğin Lakonia bölgesindeki Türkler, yollarda kıyımdan geçirildiler.

Bu arada Hıristiyan halk, yarımadanın her bölümünde, Müslüman halka saldırdı ve hepsini öldürdü. Kalelere sığınanların [sığınabilenlerin] geriye dönüş umudunu yok etmek için, Müslümanların kule'leri ve kırsal evleri yakıldı, mülkleri tahrip edildi. Martın 26'sından 1821 yılında Nisanın 22'sine düşen paskalya Pazar'ına kadar, göz kırpmadan 15.000 [Müslüman] kişinin can verdiği ve yaklaşık 3.000 çiftlik evinin ya da [başka] Türk konutunun oturulmaz hâle getirildiği sanılmaktadır.

Yunanlı Başpiskopos [Patras Başpiskoposu] Germanos'un ağzından çıkan, ayaklanmanın ulusçu sloganı, "Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere Ölüm!" idi.

...Nisan ayında ayaklanma, genelleşmişti. Her yerde, daha Önceden kararlaştırılmış bir işareti almış gibi, köylüler ayaklanmakla ve yakalayabildikleri bütün Türkleri, erkeğiyle, kadınıyla, çocuklarıyla, kıyımdan geçirmekte idi. "Hiçbir Türk kalmayacak/Ne Mora'da, ne dünyada!"; ağızdan ağıza dolaşarak bir kökten kazıma savaşının başlangıcını ilân eden şarkı, böyle diyordu. Mora'nın Müslüman nüfusu 25.000 kişi olarak hesaplanmıştı. Ayaklanmanın patlak vermesinden sonraki üç hafta içinde, kentlere kaçabilenler dışında, bir tek Müslüman bırakılmamıştı.

Türkler’den sadece, berkitilmiş yerlere sığınabilenler sağ kaldı. Bunlar, Osmanlı garnizon birliklerinin elinde bulunan, Atina Akropolis'i gibi tek tük birkaç yere, aileleriyle birlikte, kaçtılar. Böyleleri ya kuşatmaya alındı ve sonradan öldürüldü, ya da, pek az örnekte, Osmanlı güçlerince kurtarıldı. Yunan ayaklanması süregittikçe yeni bölgeler de [yöredeki Yunanlıların ayaklanmasıyla] saldırıya uğradı ve Türklerin kıyımdan geçirilmesi tekrarlandı. Missolonghi'de, Müslümanların çoğu çabucak öldürüldü, ama Türk kadınları zengin Yunanlı ailelerce köle olarak alındılar. Vrakhori de Türkler, işkenceyle öldürüldüler. Yunanlıların kâfir saydığı Yahudiler de, Müslümanlar kadar, hevesle kıyımdan geçirildiler.

Çoğunluğu Rum Ortodoks dininde olan Romanya'da da, Alexandros Ypsilantes önderliğinde Rum asilerin, Osmanlılara karşı, tüm Balkanlara yayılabilecek bir ayaklanma başlatmak girişimi sırasında, 1821 Martında, benzer olaylar görülmüştü. Rusya’dan geleceğini varsaydığı desteğe güvenerek, Ypsilantes, destekleyicileri ile Galatz ve Yaş kentlerinde yönetime el koymuştu. Her iki yerde, "Tüm toplumsal katmanlardan Türkler, esnaf, gemiciler, askerler, gafil avlandılar ve soğukkanlılıkla öldürüldüler". Kentlerde ve dağlık yörelerde Osmanlı memurlarının, askerlerinin ve yerli halkının kıyımdan geçirilmesi, bunu izledi. Ne var ki, Ruslar, belki Viyana Kongresi'nin devrim [ve ayaklanma] karşıtı havasından etkilenerek, Ypsilantes'e askerî destek sağlamayı reddettiler ve Osmanlılar, kıyımlara karşı çabucak tepki gösterdiler. Ypsilantes kaçmak zorunda kaldı; ayaklanma girişimi, başarısızlıkla sonuçlandı. Bu ayaklanmanın başarabildiği tek iş, Türklerin kıyımdan geçirilmesi idi.

Yunanistan’daki Türklerin telef edilmesi, savaş zamanının olağan telefatı değildi. Türklerin hepsi, kadınlar ve çocuklar da o arada olarak, Yunan çetecilerince alınıp götürülüyor ve öldürülüyordu; tek istisna, az sayıda kadınla çocuğun köleleştirilmesi idi, Türkler bazan, ayaklanmanın coşkunluğu içinde ve eski efendilerin şimdi alt edildiğini görmenin mutluluğu ile hemen [anında ortaya çıkan gelişmelerle, önceden tasarlanmış olmaksızın] öldürüyorlardı, ama çoğu kez işlenen cinayetler önceden tasarlanarak ve soğukkanlılıkla işleniyordu. Kasabaların Türk halkının tümü toplanıp kasabadan, uygun bir yere yürütülüyor ve orada kıyımdan geçiriliyordu. Örneğin, Tripolitza’daki olay:

Üç gün boyunca zavallı [Türk] yerleşimciler, bir vahşîler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlarla çocuklar [dahi] öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki, [çetecilerin sergerdesi] Kolokotrones'in kendisi bile, kasabaya girdiğimde yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu, cesetlerden bir örtüyle döşenmişti. İki gün geçince, Müslümanlardan sağ kalabilmiş perişan durumdaki insanlar, her yaştan ve cinsiyetten aşağı yukarı iki bin kişi, çoğunlukla da kadınlar ve çocuklar, gaddarca toparlanıp bitişik dağlardaki bir dere yatağına götürüldüler ve orada koyun gibi boğazlandılar.

İşlenen cinayetler, görülüyor ki, sırf bir nefret patlaması değil, hesaplı kitaplı siyasal eylemler niteliğinde idi. Yunanistan’daki Türkler, sadece Yunanlılara ait ve bağımsız bir Yunanistan yaratma amacına uzanan yolda bir engel olarak görülmekte idiler. Ayaklanmacılar, Yunanistan’daki Türklerin bağlılığının "Yeni bir Yunanistan'a değil, Osmanlı imparatorluğuna yönelmiş olacağını, isabetle, varsayıyorlardı. Bir Türk azınlığının varlığı, gelecekte Osmanlıdan yana duyguları bulunacak bir odak oluşturacaktı ve belki, yine gelecekte, Osmanlının bir saldırısı için, Yunanistan Türklerine yardıma gelmek bahanesini sağlayacaktı. Türkler hiç kuşkusuz Yunan ayaklanmasına karşı bir beşinci kol işlevini göreceklerdi. Bu sorunları çözümleyecek çare, kökten kazıyıp yok etme idi. İşin sonunda, Avrupa’nın büyük devletleri, Osmanlıyı (1830 yılındaki Londra Protokol'ü ile) Mora'da bir Yunan krallığının yaratılmasına razı olmak zorunda bıraktıklarında, bu [ortaya çıkan], orada yüzyıllardır yaşayan Türklerden arınmış bir Yunan krallığı idi. Her ne kadar ölümlerin sayısı hakkındaki hesaplamalar kesin belirlilik göstermiyor ise de, Yunan ayaklanmacıları tarafından öldürülmüş Müslümanların sayısının 25.000'i geçtiği anlaşılmaktadır.

Yunan ayaklanması, Balkanlarda daha sonraki ayaklanmalar için bir model ortaya koydu. Ulusal bağımsızlığı sağlamak uğruna, bölgeleri Türk nüfusundan arındırmak politikası; 1877–78,1912–13 ve 1919–23 savaşlarında yeniden kendini gösterdi. Daha sonraki savaşlarda, amaç, 1821'deki Yunan ayaklanmacılarının amacıyla aynı idi: yol üzerinde bir engel olarak duran etnik ve dinsel toplumu yok ederek, kendi içinde birlik gösteren bir ulus yaratmak. Türklerden nefret ediyor olmak, yapılan kıyımlarda gerçek bir etkendi, ama bu etken, bağımsızlık ve ulusçuluk hedeflerine doğru yönlendirilmişti. Kuşkusuz, Türklerin çiftliklerini ve mallarını mülklerini sahiplenmek isteği de, görmezlikten gelinemeyecek bir etken olmuştur.

ULUSÇULUK VE MÜSLÜMANLAR
Yunan ayaklanmasının başlangıçtaki nedenleri, gerçekte, ulusçuluğa dayanıyor sayılamazlar. Daha 1821'de ve hatta öncesinde, birçok Rum/Yunanlı kendilerini bir "halk" olarak görüyordu. İlkçağ Hellenlerinin tarihi ve görkemli geçmişi, benzersiz bir öğretici olarak, Rum/Yunanlı'lara, ayrı bir kimlik sahibi bulunduklarını öğretmişti. Ne var ki, ayaklanmanın ardındaki itici güç, ilke olarak, dinseldi. Ayaklanmacılar, tüm Ortodoks Rumların, giriştikleri başkaldırmaya katılacakları ve olasılıkla da, kuracakları yeni devlette yer alacakları duygusu içindeydiler. Piskoposlar ve papazlar, ayaklanmanın ön saflarında kendilerini göstermişlerdi ve eğer sıradan halk, Tanrı adına bir eylem yaptıkları inancı içinde olmasa idi ayaklanmanın kayda değer başarı kazanabileceği pek kuşkuludur. Yine de, ayaklanmada dökülen kan ve sonuçta elde edilen başarı, bir Yunan ulusçuluğunun doğumunu sağlayabildi. Bu ulusçuluğun yönlendirici ilkeleri, henüz kurtarılmamış bölgelerin kurtarılması ve başkenti İstanbul olmak üzere daha büyük bir Yunanistan’ın kurulması, yani Bizans imparatorluğunun yeniden doğuşu idi. Bu yeni imparatorluk için göz dikilen bölgelerin çoğunda, özellikle de Trakya’da ve Batı Anadolu’da, halkın çoğunluğu, Müslümanlardı. Ulusçuluğun [Yunanlılara] çağrısı, bu Müslümanların oralardan atılmasını buyuruyordu.

Görüleceği üzere, bir ulus yaratmak uğruna Türkleri ve diğer Müslümanları sürmek, ileride Bulgarlar, Ruslar ve Ermeniler tarafından da izlenen bir ilke olmuştur. Yeni ulusçulukların yürüyüş yolu üzerinde duruyor olmak, Balkanlar’daki, Anadolu’daki ve Kafkasya’daki Müslüman toplumlarının kadersizliği idi. Onların bu kadersizliği, dayandıkları devletin yani Osmanlı imparatorluğunun onları savunacak yeterli güce sahip bulunmaması yüzünden daha da ağırlaşıyordu. Başlarına gelenler, kaderin bir kalleşliği idi, çünkü Türkler kendilerinin güçlü günlerinde Yunan ulusçuluğu türünden ulusçuluk gütmüş olsa idiler, baştan sona Müslüman egemenliğindeki ülkelerden sürülenler, Hıristiyanlar olacaktı. Oysa Osmanlılar böyle yapmayıp Hıristiyanların eskiden yaşadıkları yerlerde kalmalarına katlandılar. Onlar Hıristiyanlara çok kez iyi davrandılar, çok kez de kötü davrandılar ama onların varlıklarını sürdürmelerine ve dillerini, geleneklerini, dinlerini korumalarına izin verdiler. Böyle yapmaları da [insanlık ve adalet açısından] doğru olmuştu; ne var ki, eğer 15. yüzyıl Türkleri böyle hoşgörülü olmasa idiler, 19. yüzyıl Türkleri kendi yerlerinde yurtlarında yaşamayı sürdürüyor olabilirlerdi.

Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
21 Haziran 2010       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Yunan İsyanı:
  • Osmanlı yönetiminde yaşayan Rumlar geniş haklara sahipti.
  • 1821'de Mora'da isyan çıkardılar.
  • "İhtilalin etkisi ile " Etniki Etarya" adlı gizli örgüt kurdular.
  • 1829 Edirne Antlaşması ile bağımsızlıklarını ilan ettiler. (Bağımsızlığını alan ilk devlet).

_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
31 Mayıs 2011       Mesaj #4
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
YUNAN İSYANI
MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Yunanistan'ın bağımsızlığı için Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan ayaklanma (1820-1829).

Fransız Devrimi'nin (1789) esinlendirdiği ulusçu düşünceler, Osmanlı egemenliğindeki Hristiyan halklar ve özellikle Yunanlılar arasında bağımsızlık akımlarının hızla yayılmasına yol açtı. Bu ayaklanmanın hazırlanmasında önder konumunda olan Etniki Eterya (Ulusal Birlik) Derneği, 1814 yılında, Aleksandr İpsilanti başkanlığında Odessa'da kuruldu. Önceleri liberallerin desteklediği ayaklanma, zamanla, Fransız Devrimi'nin etkilerine düşmanca karşı duran monarşistlerin de desteğine sahip olacak biçimde tüm Avrupa kamuoyunu yanında buldu.

Ayaklanmanın ilk dönemi, Aleksandr İpsilanti'nin, Yunanistan dışında, Boğdan'daki başarısız girişimiyle başladı (1820). Bunun ardından Mora'da baş gösteren ayaklanma (18 Şubat 1821), kısa sürede gelişti. Ocak 1822'de Epiduros'ta toplanan kurultay, Yunanistan'ın bağımsızlığını ve Mavrokardato'nun devlet başkanlığını ilân etti. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan yardım isteyen Osmanlı yönetimi, 1826'da ayaklanmanın merkezi durumundaki Mesolongi'yi ele geçirdi. Bunun üzerine İngiltere, Rusya ve Fransa, Londra'da bir antlaşma imzaladılar (Temmuz 1827) ve müttefik donanmaları, Navarin'deki Osmanlı ve Mısır donanmasını yaktılar (Ekim 1827).

Bu olayların ardından Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Fransa da Mora'ya asker çıkardı. Edirne ve Erzurum'a dek ilerleyen Rusya ile antlaşma yapmak zorunda kalan Osmanlılar (14 Eylül 1829, Edirne Antlaşması), diğer koşulların yanı sıra Yunanistan'ın bağımsızlığını da kabul ettiler.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Misafir meli - avatarı
Misafir meli
Ziyaretçi
27 Temmuz 2012       Mesaj #5
Misafir meli - avatarı
Ziyaretçi
benimde annem ve babam batıtrakyadan [iskeçe] 1948 de çocukken göç etmişler iki yıldır sık sık yunanistanın kuzeyini geziyorum baırakyada türklerin yaşadığı bölgeler yunanlılar sakin ama diğer bölgelerde zihniyetleri aynı 1821 deki gibi otopraklardan türkleri kovmanın bedelini avrupalı zengin devletlerden bedelini iki yüzyıldır aldılar ama şimdi avrupa yunanlıları beslemediği için durumları vahim

Benzer Konular

2 Kasım 2012 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
7 Temmuz 2017 / _Yağmur_ Türkiye Cumhuriyeti
15 Kasım 2018 / Jumong Coğrafya
2 Ocak 2010 / Misafir Cevaplanmış
11 Mart 2013 / Misafir Soru-Cevap