Ziyaretçi
Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora'daki Türkler Nasıl Yok Edildiler?
Paralarını gizledikleri sanılan Müslümanlara işkence yapılıyor ve St.
Clair'la Howarth, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı raporlarına göre,
"kollarıyla ayakları kesilerek ateşte yavaşça yakılıyorlardı"
Mora'da Rus-Grek Düzenleri
"Peloponez (Peloponisos)" adıyla da anılan Mora Yarımadası, ilkin Sultan
Beyazıt I tarafından 1397'de Bizanslılardan alınarak kısmen Osmanlı İmparatorluğu'na
bağlanıyor; Yunanistan'ın her yanında, Katolik Lâtinlerin zulmü altında inleyen Ortodoks
Hıristiyan Grekler, 1460'da Mora'yı tümüyle fetheden Sultan II. Mehmet'i bir
kurtarıcı olarak karşılıyorlardı[1]. 1698'de imzalanan Karlofça Antlaşması'yla, Osmanlılar,
Mora'yı Venediklilere vermek zorunda kalıyor; ama 1718'de aktedilen Pasarofça
Antlaşması'ndan sonra, Mora, yeniden Osmanlı egemenliğine geçiyordu[2]. Yunanistan tarihi
uzmanı olan ve şimdi hayatta olmayan Profesör Dr. Douglas Dakin, Unification of Greece,
1770-1923 (Yunanistan'ın Birleşmesi) adlı kitabında şöyle der:
“Mora'nın (Grek) sakinleri, yeniden kurulan Türk yönetimini Venediklilerin yönetimine tercih
ediyorlardı, çünkü vergiler daha hafifti; yönetim daha az yetenekli olmakla birlikte daha
ılımlıydı ve kâfir (yani Osmanlı), Roma Katoliğine oranla daha çok tolerans sahibi idi[3].”
Osmanlılar Mora'da bir paşalık (vilâyet) kuruyor; 400.000 kadar Grek'in yaşadığı bu ilde,
zamanla 50.000 kadar Türk ve öteki Müslüman da yaşam sürmeye başlıyordu. Grekler ve
özellikle kentlerde yaşayanlar, tüm rahatlıklarına karşın Çar Deli Petro zamanında Ruslarla
düzen çevirmeye başlıyor; Rus ajanlar Mora'yı dolaşarak halkı isyana kışkırtıyor ve Bizans
İmparatorluğu'nun diriltilmesi için yapılan bu düzenler, İmparatoriçe II. Katerina döneminde
de sürüp gidiyordu[4].
Fransız-Grek Düzenleri
1789 yılında patlak veren Fransız İhtilâli, Ortodoks Hıristiyan Rum toplum önderlerinden
bazılarını oldukça etkiliyor; Rus Çarı ve ögeleriyle çevirmekte oldukları düzenlerde başarı
sağlayamayan bu önderler, Napolyon Bonapart'ın sahnede belirmesi üzerine, ümitlerini
Fransa'ya aktarıyorlardı. O sırada Balkanlar'da dolaşmakta olan Fransız ajanlar, Grekleri
durmadan kışkırtıyor; Fransız koruyuculuğu altında özerklik veya bağımsızlık sözleriyle
onları çeliyorlardı[5]. Napolyon'un saygınlığı Grekler arasında o kadar yayılıyordu ki,
güney Mora'daki Mani bölgesinin Rum kadınları, onun resmini, evlerindeki putların
koleksiyonuna ekliyorlardı[6].
John (İoannis) Kapodistrias
Ancak, İngiliz orduları Başkomutanı Wellington Dük'ü, 1815 yılı Haziranında Napolyon'u
Waterloo'da yenilgiye uğratınca, Grekler, ümitlerini yine Çarlık Rusyası'na bağlıyor; Çar I.
Aleksander'in Rum asıllı dışişleri bakanı John (İoannis) Kapodistrias'tan yardım görmeyi
ümit ediyor[7]; dış ülkelerde gizli tedhiş ve ihtilâl örgütleri kurmaya, gazete ve dergiler
yayınlamaya başlıyorlardı.
Grek İhtilâl ve Tedhiş Örgütleri
Filiki Eteria
Bu örgütlerden Athena adlısı, Yunanistan'a, Fransa'nın yardımıyla, Phoenix
adlısı da Rusya'nın yardımıyla bağımsızlık sağlamaya ümit ediyordu; ama, bu iki örgütten
daha azılı ve hırslı bir örgüt olarak, 1814'te, Odesa'da, Filiki Eteria kuruluyor;
aralarında Balkan Hıristiyanları da olmak üzere, tüm 'Helenleri' kapsayacak bir ayaklanma
kışkırtmak için eyleme geçiyor[8]; bu tedhiş örgütünün pençesi, 1818 yılı Ekim ayında
Kıbrıs'a kadar uzanıyordu. O tarihte, Eteria'nın Mısır ve Kıbrıs gizli ajanı, Metsovolu
Dimitrios İpatros, Kıbrıs'a giderek, başpiskopos Kiprianos'u örgüte üye kaydediyor ve ondan
maddi ve manevi yardım sözü alıyordu[9].
Yunan ayaklanmasının başlıca kışkırtıcıları, Yunanistan'ın dışında yaşayan ve Avrupa'daki
akımlara benzer ulusçu bir akım yaratmak hevesine kapılmış olan "dış Helenler" (apodimi
Ellines)'di. Ayaklanmayı ilk başlatan ve finanse edenler de onlardı. Ancak, Filiki Eteria,bu
akımın öncülüğünü üstleniyor; her yana bir ahtapot gibi yayılıyor; Osmanlı İmparatorluğu'nda
geniş kapsamlı bir ayaklanma plânlıyordu[10]. O sıralarda adalar ve Mora'daki Rus
konsoloslar, Grekler arasında düzen çevirerek onları ayaklanmaya kışkırtıyor; Greklere
yurtseverlik duygusu aşılamaya çalışıyorlardı.
Ne var ki, ayaklanmanın öngünlerinde, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rumlar gönenç ve dirlik
içinde yaşam sürüyor; varlıklı ve eğitim görmüş olanlara devlet kapıları açılıyordu.
İmparatorlukta Rumların çoğunlukta oldukları bölgelerde onların kendi belediyeleri,
devletten müdahale olmadan çalışıyor; merkezi İstanbul'da bulunan Rum Ortodoks Patrikhanesi,
İmparatorluğun yönetimine katılan imtiyazlı bir kuruluş haline geliyordu[11]. Öyleyse Yunan
ayaklanması niçin patlak verdi?
Sabırlı ve kararlı bir padişah olan II. Mahmut, yıllardan beri zayıflamakta olan
Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden dinçleştirmek için eyleme geçince, Yanya Valisi
Tepedelenli Ali Paşa ile arası açılıyor; onun 1820'de padişaha karşı ayaklanması, Yunan
ayaklanmasına da neden oluyordu. Ali Paşa'nın başkaldırmasından yararlanan Grek âsiler,
Türklerin gücünü bölmek için ivedilikle harekete geçiyorlardı[12].
Başta vali Hurşit Paşa olmak üzere, Mora'daki Osmanlı yetkililer, Grekler arasındaki akımın
farkına varınca, Tripolitsa kentinde toplanarak, yerel Grekleri, silâhlarını yetkililere
teslime ve bazı Grek önderleri durumu kendileriyle görüşmek üzere, kişisel olarak
Tripolitsa'ya gitmeye çağırıyorlardı. Ancak, bu Grek önderler, verilen emre karşı çıkıyor ve
ayaklanmayı körüklüyorlardı.
Yunanlılar, Mora'daki ayaklanmayı 6 Nisan 1821'de şu sloganla başlatıyorlardı:
"Mora'da tek bir Türk bırakılmamalıdır". Âsiler, bu slogana tamamen uyacak ve tüm
Türk ve öteki Müslümanları yok etmeye başlayacaklardır[13].
Yunan Ayaklanması Nasıl Başladı?
Ayaklanma şöyle başlamıştır: 1819'da Filiki Eteria'ya üye kaydedilmiş olan Patras
metropoliti Yermanos, Tripolitsa'ya gitmek için almış olduğu emirden kaygılanarak yola
çıkıyor; bir dağ kenti olan Kalavrita'ya yakın Ayia Lavra manastırında konaklıyor; orada,
kendisi gibi, ne yapacaklarına karar veremeyen öteki piskoposlarla buluşuyor; sonunda,
Türklerin kendilerini hapse atacakları veya öldürecekleri yolunda bizzat bir mektup
sahteleyerek orada bulunanlara okuyor; halkın arasında baş gösteren coşkudan yararlanarak, 6
Nisan 1821'de isyan bayrağını çekiyor ve Grekleri silâhaltına çağırıyordu. Âsilerin ilk
bayraklarının üzerinde, altı üste getirilmiş bir hilâlin veya kesilmiş bir Türk kafasının
üzerinde bir haç'ı tespit ediyordu[14].
Metropolit, öteki piskoposlarla birlikte Patras'a dönerek, orak, sopa ve kamalar taşıyan ve
sayıları gittikçe kabaran ayak takımı onlara eşlik ediyordu. Piskoposlar, geçilen her yerde,
Grek güruhu, "dinsiz Müslümanları yok etmeye" kışkırtıyor; kleftes olarak anılan
haydutlarlaarmatoli olarak anılan Grek uç bekçileri, dağlardan inerek Türk köylerini
yağmalamaya başlıyorlardı. Çok geçmeden, ayaklanmanın elebaşları, âsiler üzerindeki
etkilerini yitiriyor; tüm ülke, her yanı kasıp kavuran silâhlı âsilerin eline geçiyordu.
İngiliz yazar William St. Clair'a göre, Grekler arasındaki bu "vahşice öç alma iştiyakı, çok
geçmeden katletme zevkine dönüşüyordu". David Howarth adlı başka bir İngiliz yazar da,
"Grekler, bu cinayetleri işlerken, herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine
kapıldıkları için öldürüyorlardı" der[15]. Bu sırada, Patras'taki Rus konsolosluğu, Filiki
Eteria ile Mora'daki Eteria ajanları arasında yapılan yazışmaları kolaylaştırıyor; âsilerle
Rus hükümeti arasında bağlantı kuruyordu[16].
Türkler Yok Ediliyor
1821 yılı Mart ayında, Mora'da 50.000'e yaklaşık Müslüman'ın yaşadığı tahmin edilir.
Bunların arasında kadın ve çocuklar da vardı. Bir ay kadar sonra Grekler paskalyalarını
kutlarken, Mora'da tek bir Müslüman kalmamıştı. Aralarından pek az sayıda kişi kaçarak,
müstahkem kentlere sığınmışlarsa da, açlık çekmeye başlamışlardı. Her yanda öldürülen
Türklerin gömülmemiş cesetleri çürüyordu. Yine İngiliz yazar St. Clair şöyle der:
"Yunanistan'ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve
dünyanın haberi olmadan, yok edildiler".
St. Clair şöyle devam eder:
"20.000'i aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk, birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında
Grek komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan
öldürüldüler... Çiftliklerde veya tecrit edilmiş toplumlar halinde yaşayan Türk aileler,
kısa bir sürede öldürüldüler; yakılan evleri, cesetlerinin üzerine yıkıldı. Olaylar
başlayınca evlerini bırakarak en yakındaki kente sığınmaya çalışanlar da, Grek güruh
tarafından yollarda öldürüldüler. Küçük kentlerde, Türkler, evlerine kapanarak kendilerini
korumaya çalıştılar, ama pek azı kurtulabildi. Bazı yerlerde açlığa dayanamayarak,
hayatlarının bağışlanacağına dair onlara söz veren âsilere teslim oldular, ama yine de
öldürüldüler. Ele geçirilen Türk erkekler derhal öldürülüyor, kadınlarla çocuklar köle
olarak âsilere dağıtılıyor, ama daha sonra onlar da öldürülüyorlardı.
Mora'nın her yanında, sopa, orak ve tüfeklerle silâhlı Grek âsiler, çevreyi dolaşarak
öldürüyor, yağmalıyor ve ateşe veriyorlardı. Çoğu kez Ortodoks paapazlar, onlara önderlik
ediyor ve bu sözde 'kutsal' eylemlerinde onları kışkırtıyorlardı"[17].
Petros Mavromihalis
Rum Ortodoks Kilisesi'nin tarihini yazan İngiliz yazar Steven Runciman, kilisenin Basil
(Vasili) gibi büyük babalarının, 1821'de Mora'da isyan bayrağını çeken piskoposların bu
hareketinden tiksinti duyacaklarını kaydeder[18]. Bu, Yunanlıların bağımsızlık veya kurtuluş
savaşı değildi; Türklere ve öteki Müslümanlara karşı başlatılmış olan bir yok etme savaşıydı
ve başlıca kışkırtıcılar, Rum Ortodoks Hıristiyanlardı.
Ayaklanma başlar başlamaz, Grek haydut Petros Mavromihalis, öteki adıyla Petrobey,
çapulcularıyla birlikte dağlardan inerek, liman kenti olan Kalamata'ya giriyor ve
Patras'taki güruhu gölgede bırakacak bir şekilde bütün Müslüman erkekleri öldürüyor; genç
kadın ve çocukları köle olarak satıyordu. Bu "zaferi" kutlamak için kentteki ırmağın
kenarında 24 papaz ayin düzenliyordu. Kalamata felâketini, Patras ve Livatya'daki bütün
Müslümanların katli izliyordu[19].
Diri Olarak Ateşte Yakılan Türkler
Nisan ayında Hidra, Spetsa ve Psara adalarının Grek sakinleri âsilere katılıyor; Osmanlı
bayrağını taşıyan gemilere saldırıyor; gemicileri yakalayarak öldürüyor veya denize
atıyorlardı. Mekke'ye Hacca gitmekte olan birçok Müslümanları da yakalayarak öldürüyorlardı.
St. Clair, Howarth ve Miller gibi İngiliz yazarların anlattıklarına göre, bir Türk gemisinin
57 tayfası yakalanarak, zafer çığlıkları arasında Hidra adasına götürülüyor ve orada,
sahilde, diri olarak ateşte yakılıyorlardı[20].
Tesalya, Makedonya ve Halkidiki'de birçok Grekler ayaklanmaya katılıyor ve acımasızca
Türklere saldırıyorlardı. Bazı bölgelerde âsi önderler, bütün Greklerin ayaklanmaya
katılmalarını sağlamak amacıyla Türkleri kasten kırımdan geçiriyorlardı. Türk komşularını
gaddarca öldüren alelâde Grek köylüler, bu ayaklanmayı dinsel yok etme olarak görüyor;
onlara önderlik eden piskoposlarla papazlar da aynı görüş ve duyguları paylaşıyorlardı[21].
Devam edecek..
[1] F. Babinger: Mehmed der Eroberer und seine Zeit, Munich, 1853, s. 195; Selahattin
Salışık: Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, İstanbul, 1968, s. 17.
[2] Douglas Dakin: The Greek struggle for independence, 1821-1833 (Yunan bağımsızlık
savaşımı), Londra, 1973, s. 5.
[3] Douglas Dakin: Unification of Greece, 1770-1923, (Yunanistan'ın Birleşmesi), Londra,
1972, s. 10.
[4] N. Jorga: Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha, 1908-13, c. IV, s. 30 ve 173; J.L.
Burkhardt: Travels in Syria and the Holy Land (Suriye ve Kutsal Yerlerde geziler), Londra,
1822, s. 4; Steven Runciman: The Great Church in captivity, (Yüce Kilise esarette),
Cambridge, 1968, s. 337; Lord Kinross: The Ottoman Centuries - the rise and fall of the
Ottoman Empire, (Osmanlı yüzyılları - Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişi ve yıkımı),
Londra, 1977, s. 365; İsmail Hakkı Uzunçarşılı: Osmanlı Tarihi, Ankara, 1972-83, s. 71 ve
391 vd.; William Miller: The Ottoman Empire and its successors, 1801-1927 (Osmanlı
İmparatorluğu ve varisleri) 4 cilt, Londra, 1966, s. 7 ve 26; Stanford J. Shaw ve Ezel Kural
fihaw: History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern
Türkiye'nin Tarihi), Cambridge, 1977, c. 1 s. 248-9; ayr. bkz. Lionel Kochan ve Richard
Abraham: The making of Modern Russia (Modern Rusya'nın kuruluşu), Londra, 1990.
[5] Miller, s. 4-5; Runciman, s. 392-3; Dakin: Greek struggle..., s. 27; Benjamin Braude ve
Bernard Lewis: Christians and Jews in the Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğu'nda
Hıristiyanlar ve Museviler), C. 1, New York, 1982, s. 18-9.
[6] Dakin: Greek struggle..., s. 27.
[7] Runciman, s. 396-8.
[8] Emmanuel Protopsaltis: İ Filiki Eteria, Atina, 1964, s. 19-20; ayr.bkz. S.R. Sonyel:
Minorities and the destruction of the Ottoman Empire (Azınlıklar ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun parçalanması), Ankara, 1993, s. 1, 21 ve 68; N. Botsaris: Visions
balkaniques das la préparation de la révolution grecque, 1789-1821, Paris, 1962, s. 83-100.
[9] John T.A. Koumoulides: Cyprus and the war of Greek indepennce, 1821-1829 (Kıbrıs ve
Yunan bağımsızlık savaşı), Atina, 1971, s. 69-70.
[10] Sonyel, s. 173.
[11] William St. Clair: That Greece might still be free - the Philhellenes in the war of
independence (Yunanistan'ın özgürlüğü için - .bağımsızlık savaşında Helen Yandaşları),
Londra, 1972, s. 7; David Howarth: The Greek adventure - Lord Byron and other eccentrics in
the war of independence (Yunan macerası - bağımsızlık savaşında Lord Byron ve öteki
eksentrikler), Londra, 1976, s. 19; Dakin: Greek struggle..., s. 18-9.
[12] St. Clair, s. 9-10; Dakin: Unification..., s. 43; Salışık, s. 154.
[13] Kinross, a.g.e., s. 444; Miller, a.g.e., s. 72.
[14] St. Clair, s. 9 ve 27; ayr. bkz., Dakin, a.g.e, s. 59; Miller, s. 71.
[15] St. Clair, s. 12; Howarth, s. 28.
[16] Charles A. Frazee: The Orthodox Church and independent Greece, 1821-51 (Ortodoks
Kilisesi ve bağımsız Yunanistan), Cambridge, 1869, s. 13.
[17] St. Clair, s. 1; Miller, s. 72.
[18] Runciman, s. 411.
[19] Sonyel, s. 175-6.
[19] Sonyel, s. 175-6.
[20] St. Clair, s. 1-2; Howarth, s. 30-31; ayr. bkz. Miller, a.g.e., s. 72.
Karanlıkta Kalmış Gizli Tarihi Sırlar - Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora'daki Türkler Nasıl Yok Edildiler? - ( Powered by EchoArticles )
Sponsorlu Bağlantılar
Paralarını gizledikleri sanılan Müslümanlara işkence yapılıyor ve St.
Clair'la Howarth, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı raporlarına göre,
"kollarıyla ayakları kesilerek ateşte yavaşça yakılıyorlardı"
Mora'da Rus-Grek Düzenleri
"Peloponez (Peloponisos)" adıyla da anılan Mora Yarımadası, ilkin Sultan
Beyazıt I tarafından 1397'de Bizanslılardan alınarak kısmen Osmanlı İmparatorluğu'na
bağlanıyor; Yunanistan'ın her yanında, Katolik Lâtinlerin zulmü altında inleyen Ortodoks
Hıristiyan Grekler, 1460'da Mora'yı tümüyle fetheden Sultan II. Mehmet'i bir
kurtarıcı olarak karşılıyorlardı[1]. 1698'de imzalanan Karlofça Antlaşması'yla, Osmanlılar,
Mora'yı Venediklilere vermek zorunda kalıyor; ama 1718'de aktedilen Pasarofça
Antlaşması'ndan sonra, Mora, yeniden Osmanlı egemenliğine geçiyordu[2]. Yunanistan tarihi
uzmanı olan ve şimdi hayatta olmayan Profesör Dr. Douglas Dakin, Unification of Greece,
1770-1923 (Yunanistan'ın Birleşmesi) adlı kitabında şöyle der:
“Mora'nın (Grek) sakinleri, yeniden kurulan Türk yönetimini Venediklilerin yönetimine tercih
ediyorlardı, çünkü vergiler daha hafifti; yönetim daha az yetenekli olmakla birlikte daha
ılımlıydı ve kâfir (yani Osmanlı), Roma Katoliğine oranla daha çok tolerans sahibi idi[3].”
Osmanlılar Mora'da bir paşalık (vilâyet) kuruyor; 400.000 kadar Grek'in yaşadığı bu ilde,
zamanla 50.000 kadar Türk ve öteki Müslüman da yaşam sürmeye başlıyordu. Grekler ve
özellikle kentlerde yaşayanlar, tüm rahatlıklarına karşın Çar Deli Petro zamanında Ruslarla
düzen çevirmeye başlıyor; Rus ajanlar Mora'yı dolaşarak halkı isyana kışkırtıyor ve Bizans
İmparatorluğu'nun diriltilmesi için yapılan bu düzenler, İmparatoriçe II. Katerina döneminde
de sürüp gidiyordu[4].
Fransız-Grek Düzenleri
1789 yılında patlak veren Fransız İhtilâli, Ortodoks Hıristiyan Rum toplum önderlerinden
bazılarını oldukça etkiliyor; Rus Çarı ve ögeleriyle çevirmekte oldukları düzenlerde başarı
sağlayamayan bu önderler, Napolyon Bonapart'ın sahnede belirmesi üzerine, ümitlerini
Fransa'ya aktarıyorlardı. O sırada Balkanlar'da dolaşmakta olan Fransız ajanlar, Grekleri
durmadan kışkırtıyor; Fransız koruyuculuğu altında özerklik veya bağımsızlık sözleriyle
onları çeliyorlardı[5]. Napolyon'un saygınlığı Grekler arasında o kadar yayılıyordu ki,
güney Mora'daki Mani bölgesinin Rum kadınları, onun resmini, evlerindeki putların
koleksiyonuna ekliyorlardı[6].
John (İoannis) Kapodistrias
Ancak, İngiliz orduları Başkomutanı Wellington Dük'ü, 1815 yılı Haziranında Napolyon'u
Waterloo'da yenilgiye uğratınca, Grekler, ümitlerini yine Çarlık Rusyası'na bağlıyor; Çar I.
Aleksander'in Rum asıllı dışişleri bakanı John (İoannis) Kapodistrias'tan yardım görmeyi
ümit ediyor[7]; dış ülkelerde gizli tedhiş ve ihtilâl örgütleri kurmaya, gazete ve dergiler
yayınlamaya başlıyorlardı.
Grek İhtilâl ve Tedhiş Örgütleri
Filiki Eteria
Bu örgütlerden Athena adlısı, Yunanistan'a, Fransa'nın yardımıyla, Phoenix
adlısı da Rusya'nın yardımıyla bağımsızlık sağlamaya ümit ediyordu; ama, bu iki örgütten
daha azılı ve hırslı bir örgüt olarak, 1814'te, Odesa'da, Filiki Eteria kuruluyor;
aralarında Balkan Hıristiyanları da olmak üzere, tüm 'Helenleri' kapsayacak bir ayaklanma
kışkırtmak için eyleme geçiyor[8]; bu tedhiş örgütünün pençesi, 1818 yılı Ekim ayında
Kıbrıs'a kadar uzanıyordu. O tarihte, Eteria'nın Mısır ve Kıbrıs gizli ajanı, Metsovolu
Dimitrios İpatros, Kıbrıs'a giderek, başpiskopos Kiprianos'u örgüte üye kaydediyor ve ondan
maddi ve manevi yardım sözü alıyordu[9].
Yunan ayaklanmasının başlıca kışkırtıcıları, Yunanistan'ın dışında yaşayan ve Avrupa'daki
akımlara benzer ulusçu bir akım yaratmak hevesine kapılmış olan "dış Helenler" (apodimi
Ellines)'di. Ayaklanmayı ilk başlatan ve finanse edenler de onlardı. Ancak, Filiki Eteria,bu
akımın öncülüğünü üstleniyor; her yana bir ahtapot gibi yayılıyor; Osmanlı İmparatorluğu'nda
geniş kapsamlı bir ayaklanma plânlıyordu[10]. O sıralarda adalar ve Mora'daki Rus
konsoloslar, Grekler arasında düzen çevirerek onları ayaklanmaya kışkırtıyor; Greklere
yurtseverlik duygusu aşılamaya çalışıyorlardı.
Ne var ki, ayaklanmanın öngünlerinde, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rumlar gönenç ve dirlik
içinde yaşam sürüyor; varlıklı ve eğitim görmüş olanlara devlet kapıları açılıyordu.
İmparatorlukta Rumların çoğunlukta oldukları bölgelerde onların kendi belediyeleri,
devletten müdahale olmadan çalışıyor; merkezi İstanbul'da bulunan Rum Ortodoks Patrikhanesi,
İmparatorluğun yönetimine katılan imtiyazlı bir kuruluş haline geliyordu[11]. Öyleyse Yunan
ayaklanması niçin patlak verdi?
Sabırlı ve kararlı bir padişah olan II. Mahmut, yıllardan beri zayıflamakta olan
Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden dinçleştirmek için eyleme geçince, Yanya Valisi
Tepedelenli Ali Paşa ile arası açılıyor; onun 1820'de padişaha karşı ayaklanması, Yunan
ayaklanmasına da neden oluyordu. Ali Paşa'nın başkaldırmasından yararlanan Grek âsiler,
Türklerin gücünü bölmek için ivedilikle harekete geçiyorlardı[12].
Başta vali Hurşit Paşa olmak üzere, Mora'daki Osmanlı yetkililer, Grekler arasındaki akımın
farkına varınca, Tripolitsa kentinde toplanarak, yerel Grekleri, silâhlarını yetkililere
teslime ve bazı Grek önderleri durumu kendileriyle görüşmek üzere, kişisel olarak
Tripolitsa'ya gitmeye çağırıyorlardı. Ancak, bu Grek önderler, verilen emre karşı çıkıyor ve
ayaklanmayı körüklüyorlardı.
Yunanlılar, Mora'daki ayaklanmayı 6 Nisan 1821'de şu sloganla başlatıyorlardı:
"Mora'da tek bir Türk bırakılmamalıdır". Âsiler, bu slogana tamamen uyacak ve tüm
Türk ve öteki Müslümanları yok etmeye başlayacaklardır[13].
Yunan Ayaklanması Nasıl Başladı?
Ayaklanma şöyle başlamıştır: 1819'da Filiki Eteria'ya üye kaydedilmiş olan Patras
metropoliti Yermanos, Tripolitsa'ya gitmek için almış olduğu emirden kaygılanarak yola
çıkıyor; bir dağ kenti olan Kalavrita'ya yakın Ayia Lavra manastırında konaklıyor; orada,
kendisi gibi, ne yapacaklarına karar veremeyen öteki piskoposlarla buluşuyor; sonunda,
Türklerin kendilerini hapse atacakları veya öldürecekleri yolunda bizzat bir mektup
sahteleyerek orada bulunanlara okuyor; halkın arasında baş gösteren coşkudan yararlanarak, 6
Nisan 1821'de isyan bayrağını çekiyor ve Grekleri silâhaltına çağırıyordu. Âsilerin ilk
bayraklarının üzerinde, altı üste getirilmiş bir hilâlin veya kesilmiş bir Türk kafasının
üzerinde bir haç'ı tespit ediyordu[14].
Metropolit, öteki piskoposlarla birlikte Patras'a dönerek, orak, sopa ve kamalar taşıyan ve
sayıları gittikçe kabaran ayak takımı onlara eşlik ediyordu. Piskoposlar, geçilen her yerde,
Grek güruhu, "dinsiz Müslümanları yok etmeye" kışkırtıyor; kleftes olarak anılan
haydutlarlaarmatoli olarak anılan Grek uç bekçileri, dağlardan inerek Türk köylerini
yağmalamaya başlıyorlardı. Çok geçmeden, ayaklanmanın elebaşları, âsiler üzerindeki
etkilerini yitiriyor; tüm ülke, her yanı kasıp kavuran silâhlı âsilerin eline geçiyordu.
İngiliz yazar William St. Clair'a göre, Grekler arasındaki bu "vahşice öç alma iştiyakı, çok
geçmeden katletme zevkine dönüşüyordu". David Howarth adlı başka bir İngiliz yazar da,
"Grekler, bu cinayetleri işlerken, herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine
kapıldıkları için öldürüyorlardı" der[15]. Bu sırada, Patras'taki Rus konsolosluğu, Filiki
Eteria ile Mora'daki Eteria ajanları arasında yapılan yazışmaları kolaylaştırıyor; âsilerle
Rus hükümeti arasında bağlantı kuruyordu[16].
Türkler Yok Ediliyor
1821 yılı Mart ayında, Mora'da 50.000'e yaklaşık Müslüman'ın yaşadığı tahmin edilir.
Bunların arasında kadın ve çocuklar da vardı. Bir ay kadar sonra Grekler paskalyalarını
kutlarken, Mora'da tek bir Müslüman kalmamıştı. Aralarından pek az sayıda kişi kaçarak,
müstahkem kentlere sığınmışlarsa da, açlık çekmeye başlamışlardı. Her yanda öldürülen
Türklerin gömülmemiş cesetleri çürüyordu. Yine İngiliz yazar St. Clair şöyle der:
"Yunanistan'ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve
dünyanın haberi olmadan, yok edildiler".
St. Clair şöyle devam eder:
"20.000'i aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk, birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında
Grek komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan
öldürüldüler... Çiftliklerde veya tecrit edilmiş toplumlar halinde yaşayan Türk aileler,
kısa bir sürede öldürüldüler; yakılan evleri, cesetlerinin üzerine yıkıldı. Olaylar
başlayınca evlerini bırakarak en yakındaki kente sığınmaya çalışanlar da, Grek güruh
tarafından yollarda öldürüldüler. Küçük kentlerde, Türkler, evlerine kapanarak kendilerini
korumaya çalıştılar, ama pek azı kurtulabildi. Bazı yerlerde açlığa dayanamayarak,
hayatlarının bağışlanacağına dair onlara söz veren âsilere teslim oldular, ama yine de
öldürüldüler. Ele geçirilen Türk erkekler derhal öldürülüyor, kadınlarla çocuklar köle
olarak âsilere dağıtılıyor, ama daha sonra onlar da öldürülüyorlardı.
Mora'nın her yanında, sopa, orak ve tüfeklerle silâhlı Grek âsiler, çevreyi dolaşarak
öldürüyor, yağmalıyor ve ateşe veriyorlardı. Çoğu kez Ortodoks paapazlar, onlara önderlik
ediyor ve bu sözde 'kutsal' eylemlerinde onları kışkırtıyorlardı"[17].
Petros Mavromihalis
Rum Ortodoks Kilisesi'nin tarihini yazan İngiliz yazar Steven Runciman, kilisenin Basil
(Vasili) gibi büyük babalarının, 1821'de Mora'da isyan bayrağını çeken piskoposların bu
hareketinden tiksinti duyacaklarını kaydeder[18]. Bu, Yunanlıların bağımsızlık veya kurtuluş
savaşı değildi; Türklere ve öteki Müslümanlara karşı başlatılmış olan bir yok etme savaşıydı
ve başlıca kışkırtıcılar, Rum Ortodoks Hıristiyanlardı.
Ayaklanma başlar başlamaz, Grek haydut Petros Mavromihalis, öteki adıyla Petrobey,
çapulcularıyla birlikte dağlardan inerek, liman kenti olan Kalamata'ya giriyor ve
Patras'taki güruhu gölgede bırakacak bir şekilde bütün Müslüman erkekleri öldürüyor; genç
kadın ve çocukları köle olarak satıyordu. Bu "zaferi" kutlamak için kentteki ırmağın
kenarında 24 papaz ayin düzenliyordu. Kalamata felâketini, Patras ve Livatya'daki bütün
Müslümanların katli izliyordu[19].
Diri Olarak Ateşte Yakılan Türkler
Nisan ayında Hidra, Spetsa ve Psara adalarının Grek sakinleri âsilere katılıyor; Osmanlı
bayrağını taşıyan gemilere saldırıyor; gemicileri yakalayarak öldürüyor veya denize
atıyorlardı. Mekke'ye Hacca gitmekte olan birçok Müslümanları da yakalayarak öldürüyorlardı.
St. Clair, Howarth ve Miller gibi İngiliz yazarların anlattıklarına göre, bir Türk gemisinin
57 tayfası yakalanarak, zafer çığlıkları arasında Hidra adasına götürülüyor ve orada,
sahilde, diri olarak ateşte yakılıyorlardı[20].
Tesalya, Makedonya ve Halkidiki'de birçok Grekler ayaklanmaya katılıyor ve acımasızca
Türklere saldırıyorlardı. Bazı bölgelerde âsi önderler, bütün Greklerin ayaklanmaya
katılmalarını sağlamak amacıyla Türkleri kasten kırımdan geçiriyorlardı. Türk komşularını
gaddarca öldüren alelâde Grek köylüler, bu ayaklanmayı dinsel yok etme olarak görüyor;
onlara önderlik eden piskoposlarla papazlar da aynı görüş ve duyguları paylaşıyorlardı[21].
Devam edecek..
[1] F. Babinger: Mehmed der Eroberer und seine Zeit, Munich, 1853, s. 195; Selahattin
Salışık: Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etniki Eterya, İstanbul, 1968, s. 17.
[2] Douglas Dakin: The Greek struggle for independence, 1821-1833 (Yunan bağımsızlık
savaşımı), Londra, 1973, s. 5.
[3] Douglas Dakin: Unification of Greece, 1770-1923, (Yunanistan'ın Birleşmesi), Londra,
1972, s. 10.
[4] N. Jorga: Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha, 1908-13, c. IV, s. 30 ve 173; J.L.
Burkhardt: Travels in Syria and the Holy Land (Suriye ve Kutsal Yerlerde geziler), Londra,
1822, s. 4; Steven Runciman: The Great Church in captivity, (Yüce Kilise esarette),
Cambridge, 1968, s. 337; Lord Kinross: The Ottoman Centuries - the rise and fall of the
Ottoman Empire, (Osmanlı yüzyılları - Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişi ve yıkımı),
Londra, 1977, s. 365; İsmail Hakkı Uzunçarşılı: Osmanlı Tarihi, Ankara, 1972-83, s. 71 ve
391 vd.; William Miller: The Ottoman Empire and its successors, 1801-1927 (Osmanlı
İmparatorluğu ve varisleri) 4 cilt, Londra, 1966, s. 7 ve 26; Stanford J. Shaw ve Ezel Kural
fihaw: History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, (Osmanlı İmparatorluğu ve Modern
Türkiye'nin Tarihi), Cambridge, 1977, c. 1 s. 248-9; ayr. bkz. Lionel Kochan ve Richard
Abraham: The making of Modern Russia (Modern Rusya'nın kuruluşu), Londra, 1990.
[5] Miller, s. 4-5; Runciman, s. 392-3; Dakin: Greek struggle..., s. 27; Benjamin Braude ve
Bernard Lewis: Christians and Jews in the Ottoman Empire (Osmanlı İmparatorluğu'nda
Hıristiyanlar ve Museviler), C. 1, New York, 1982, s. 18-9.
[6] Dakin: Greek struggle..., s. 27.
[7] Runciman, s. 396-8.
[8] Emmanuel Protopsaltis: İ Filiki Eteria, Atina, 1964, s. 19-20; ayr.bkz. S.R. Sonyel:
Minorities and the destruction of the Ottoman Empire (Azınlıklar ve Osmanlı
İmparatorluğu'nun parçalanması), Ankara, 1993, s. 1, 21 ve 68; N. Botsaris: Visions
balkaniques das la préparation de la révolution grecque, 1789-1821, Paris, 1962, s. 83-100.
[9] John T.A. Koumoulides: Cyprus and the war of Greek indepennce, 1821-1829 (Kıbrıs ve
Yunan bağımsızlık savaşı), Atina, 1971, s. 69-70.
[10] Sonyel, s. 173.
[11] William St. Clair: That Greece might still be free - the Philhellenes in the war of
independence (Yunanistan'ın özgürlüğü için - .bağımsızlık savaşında Helen Yandaşları),
Londra, 1972, s. 7; David Howarth: The Greek adventure - Lord Byron and other eccentrics in
the war of independence (Yunan macerası - bağımsızlık savaşında Lord Byron ve öteki
eksentrikler), Londra, 1976, s. 19; Dakin: Greek struggle..., s. 18-9.
[12] St. Clair, s. 9-10; Dakin: Unification..., s. 43; Salışık, s. 154.
[13] Kinross, a.g.e., s. 444; Miller, a.g.e., s. 72.
[14] St. Clair, s. 9 ve 27; ayr. bkz., Dakin, a.g.e, s. 59; Miller, s. 71.
[15] St. Clair, s. 12; Howarth, s. 28.
[16] Charles A. Frazee: The Orthodox Church and independent Greece, 1821-51 (Ortodoks
Kilisesi ve bağımsız Yunanistan), Cambridge, 1869, s. 13.
[17] St. Clair, s. 1; Miller, s. 72.
[18] Runciman, s. 411.
[19] Sonyel, s. 175-6.
[19] Sonyel, s. 175-6.
[20] St. Clair, s. 1-2; Howarth, s. 30-31; ayr. bkz. Miller, a.g.e., s. 72.
Karanlıkta Kalmış Gizli Tarihi Sırlar - Yunan Ayaklanması Günlerinde Mora'daki Türkler Nasıl Yok Edildiler? - ( Powered by EchoArticles )