Arama

Vejetaryenlik (Etyemezlik)

Güncelleme: 20 Ekim 2008 Gösterim: 7.842 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Vejetaryen Olmak - Vejetaryenlik (Etyemezlik)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Etyemezlik, çeşitli nedenlerle et, balık ve bazı durumlarda yumurta, süt ve süt ürünlerini yememeye denir. Vejetaryenlik olarak da bilinir.
Etyemezlik, dinsel, ahlaki ve beslenmeye ilişkin nedenlere dayanır. Etyemezlerin çoğu, hayvansal maddelerden yapılan ya da hayvanlarda denendiğini bildikleri temizlik ve güzellik ürünlerini de kullanmazlar. İlk kez 1842'de kullanılmaya başlanan vejetaryen sözcüğü, Latince'de "sağlam, canlı, yaşam dolu" anlamına gelen vegetus sözcüğünden gelir.
Bazı insanlar hayvanları yemek için beslemenin ve öldürmenin yanlış olduğunu düşünürler ve bundan dolayı et yemezler. Öte yandan, etsiz beslenmenin daha sağlıklı olduğu gerekçesiyle etyemez olanlar da vardır. Beslenme uzmanları da yağ, tuz ve şeker içeren yiyecekler yerine, bol selüloz içeren bitkisel liflere, kepekli tahıllara, çiğ sebze ve meyvelere daha çok yer verilmesinin sağlıklı ve dengeli beslenme için gerekli olduğunu ileri sürerler. Çoğu Budizm, Hinduizm, Caynacılık ve Hıristiyanlık'ın bazı mezheplerine bağlı olan kimseler ise, canlılara zarar vererek elde edilen besinin yenmemesi gerektiğine inanırlar. Bazıları da etyemezliği doğal çevrenin korunmasına dayandırırlar. Çiftlik hayvanları için ayrılan alandan daha az alanda yeterli sebze yetiştirmenin mümkün olduğunu, insanların yiyecek gereksinimini sebzeyle karşılamanın daha kolay bir yol olduğunu savunurlar.

Etsiz beslenmenin önemi
Protein gereksiniminin temel olarak etle karşılanabileceği düşüncesi doğru değildir. Çünkü ceviz, fındık gibi kabuklu yemişlerde, bazı bitkilerin tohumlarında, baklagiller, tahıllar, yumurta, süt ve süt ürünlerinde, soya ürünlerinde de bol miktarda protein vardır. Eskiden bitkisel proteinlerin hayvansal proteinlerde bulunan bazı aminoasitleri içerdiği bilinmiyordu ve bu yüzden de besin değerinin düşük olduğu sanılıyordu. Oysa bitkisel protein içeren bazı yiyecek maddeleri karıştırılarak yendiğinde bu tür animoasitler alınabilir. Örneğin baklagillerdeki aminoasit eksikliği, tahıllarda çok miktarda bulunan aminoasitle dengelenebilir. Öte yandan fasulye, pirinç, mercimek, bezelye, arpa, yulaf ve kabuklu yemiş gibi bitkisel besinler protein açısından zengindir.
Süt ve süt ürünlerini tüketmeyen etyemezler de B12 vitaminini maya özünden ve tahıllardan karşılayabilmektedirler. Etyemezler, demiri kurutulmuş meyve, yapraklı yeşil sebzeler, buğday unu, baklagiller, yulaf, kabuklu yemiş ve kabuklu pirinçten, kalsiyumu ise peynir, kabuklu yemiş, susam, yapraklı yeşil sebze ve soyafasulyesinden alırlar.
Etyemezlerin sayısı 20. yüzyılda Avrupa ülkelerinde ve ABD'de artış gösterdi. Etyemezler yerfıstığı ezmesi, mısır gevreği, tahıl, kurutulmuş meyve, sütten elde edilen kefir ve et tadında yüksek proteinli sebze yemekleri gibi yiyeceklerle beslenmektedirler.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Vejetaryen Olmak

Sponsorlu Bağlantılar
Vejetaryenlik ya da "duygusal sebeplerden dolayı et yememezlik" aslında insanoğlunun din ve doğa arasındaki sorunsalından çıkmıştır. İlkel toplumlarda belli bir hayvanı topluluğun koruyucusu olarak seçen kabileler sadece özel ayin gecelerinde bu hayvanı yemeye yönelmişlerdir. Bu hayvanı yediklerinde onun gibi güçlü olacaklarını düşünmüşlerdir. Bu bir anlamda insanoğlunun belli bir hayvanı yememek konusunda göstermiş olduğu "etik yaklaşımının" ilkel bir örneğidir.
"Ölüm" olgusunu sorgulayan insanoğlunun dinsel anlayışı içinde de "hayvan öldürmeye" karşı bir tavır hep olagelmiştir. Eski çağlarda "et yememek" dini yöneten din adamlarının uyguladığı bir arınma perhizi olarak belirmeye başlamıştır.
İlk çağlardaki felsefe okullarının bir kısmı da "et yememeyi" benzer bir şekilde ahlaki bir düstur olarak kabul etmişlerdir. Hindistan ve Doğu Akdeniz'de MÖ 1. yüzyılda kimi felsefe okulları "et yememezliği" kendileri için ayırt edici bir özellik olarak kabul etmişlerdir. Akdeniz bölgesinde ise Samoslu Pythagoras ile et yemememeye yönelik sempati çoğalmaya başlamıştır.
Aynı şekilde Platon ve ardından gelen Yeni Platoncular da et yememeyi ahlaki bir yaklaşım olarak kabul etmişlerdir.
Bir çok din anlayışının içerdiği "kurban törenleri" de et yememe konusundaki yaklaşımların çoğalmasında etken olmuştur. Kurban törenlerine karşı çıkan insanlar arasında et yememezlik kabul görmeye başlamıştır. Bu etkiyle Budizm içerisinde, kimi Musevi ve Hıristiyan mezheplerinde et yememe dinsel bir tavır olarak benimsenmiştir. 16. yüzyılda yaşayan Hint-Türk Hükümdarı Ekber de et yememeyi tercih eden müslümanlar arasında yerini almıştır. Keza tasavvuf düşünü içinde de et yememe belli bir kabul görmüştür.
Kitab-ı Mukaddes'te de Cennet'te insanların et yemediğinden bahsedilmektedir. 17. yüzyıldan başlayarak birçok filozofun et yememe konusunda destekleyici bir tavır içinde olduğu görülmektedir. Voltaire ve Shelley bu filozofların başında gelmektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısında ise ilk kez Anglo-Sakson ülkelerde et yemeyenler kendileri ile aynı görüşte olanlarla kulüpleri kurmaya yönelmişlerdir.
20. yüzyılda ise Bernard Shaw, Leo Tolstoy gibi entellektüeller et yemez tavırları ile bu yaklaşımın etik yönünün kitlelere ulaştırmışlardır.
60'lı yıllarda yaşamın her alanında başlayan özgürlük hareketleri sonucunda Doğu Felsefelerini önemseyen Hippi Akımı ile et yememe kültürü çok hızla büyümüştür.
Modern çağın özellikle beslenme üzerinde yaratmış olduğu problemler bilim tarafından tespit edildikçe "et yememe"ye yönelmede artış olmuş, özellikle "kanser" ve "diyet" insanoğlunun "et yememe"ye olan ilgisini çoğaltmıştır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Vejetaryen Beslenme

Vejetaryen beslenme etik bir yaklaşımdır. Sebebi (hayvan hakları, dinsel, kurban edilmeye karşı çıkış) ne olursa olsun vejeteryanlık duygusal bir tavırdır. Bununla birlikte vejeteryan yaklaşım içinde de ton farkları bulunmaktadır. Ortak özellik hayvansal gıdalara karşı belli bir tavır olarak görülebilir. Farklı vejeteryan yaklaşımların ortak özelliği "kırmızı et yememeleri" ve "sebze/meyve yemeyi" tercih etmeleridir.

Başlıca Vejetaryen Yaklaşımlar
  • Balık Yiyebilen Vejetaryenler (Pesketeryan): Kırmızı ve tavuk eti yenmez, ama süt, süt ürünleri, yumurta ve balık yenebilir.
  • Kırımızı Et Yemeyen Vejetaryenler (Semi-Vejetaryen): Sadece hayvansal gıda olarak kırımızı et yenmez. Ama süt, süt ürünleri, yumurta, tavuk ve balık yenebilir.
  • Yumurta ve Süt Tüketen Vejetaryenler (Lakto-Ovo Vejetaryen): Hayvan eti yenmez, ama süt, süt ürünleri ve yumurta yenebilir.
  • Yumurta Yemeyen Ama Süt Tüketen Vejetaryenler (Lakto Vejetaryenler): Hayvan eti ve olası bir yaşamı sona erdirme kaygısıyla yumurta da yenmez. Süt ve süt ürünleri yenebilir.
  • Süt Tüketmeyen Ama Yumurta Yiyen Vejetaryenler (Ovo Vejetaryenler): Hayvan eti, süt ve süt ürünleri yenmez. Ama yumurta yenebilir.
  • Sadece Sebze ve Meyve Yiyen Vejetaryenler (Vegan): Hayvan eti ve hayvan ürünleri (yumurta, süt ve süt ürünleri) yenmez. Hayvan ürünlerinden giysiler ya da eşyalar kullanılmaz.
H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
9 Kasım 2007       Mesaj #4
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
Etyemezlik```, çeşitli nedenlerle et, balık ve bazı durumlarda yumurta, süt ve süt ürünlerini yememeye denir.Vejetaryenlik olarak da bilinir.. Etyemezlik, dinsel, ahlaki ve beslenmeye ilişkin nedenlere dayanır. Etyemezlerin çoğu, hayvansal maddelerden yapılan ya da hayvanlarda denendiğini bildikleri temizlik ve güzellik ürünlerini de kullanmazlar. İlk kez 1842`de kullanılmaya başlanan ```vejetaryen``` sözcüğü, Latince`de "sağlam, canlı, yaşam dolu" anlamına gelen ...


Etyemezlik çeşitli nedenlerle et, Et Alm. Fleisch (n), Fr. Viande, İng. Meat. flesh. Kasaplık hayvanlar, kuşlar, kümes hayvanları, balıklar ve av hayvanlarının yenebilen kısımları. Fakat et denilince yenebilen hayvanların kas kısımları, yani daha ziyade kas eti anlaşılır. Bu hayvanların baş, beyin, dil, böbrek, akciğer ve karaciğer, barsak ve işkembe gibi kısımlarına “sakatatlar” adı verilir. Ülkemizde başta koyun ve sığır etleri olmak üzere, kuzu, manda, keçi, oğlak etleri, balık etleri
...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.
balık ve bazı durumlarda Balık Alm. Fisch (m), Fr. Poisson, İng. Fish. Solungaçları ile solunum yapan, vücud ısıları çevreye bağlı olarak değişen, soğuk kanlı, yürekleri çift gözlü, çoğunun vücudu pullu, genellikle yumurta ile üreyen, suda yaşayan omurgalı hayvanların genel adı. Bir kulakcık ve karıncıktan meydana gelen yüreklerinde daima kirli kan bulunur. Yürekten çıkan kirli kan solungaçlarda temizlendiğinden, vücutta temiz kan dolaşır. Ağızdan alınan su, solungaçlardan dış
...Detaylı bilgi için linke tıklayınız.
yumurta, süt ve süt ürünlerini yememeye denir.Vejetaryenlik olarak da bilinir.. Etyemezlik, dinsel, ahlaki ve beslenmeye ilişkin nedenlere dayanır. Etyemezlerin çoğu, hayvansal maddelerden yapılan ya da hayvanlarda denendiğini bildikleri temizlik ve güzellik ürünlerini de kullanmazlar. İlk kez 1842`de kullanılmaya başlanan vejetaryen sözcüğü, Latince`de "sağlam, canlı, yaşam dolu" anlamına gelen vegetus sözcüğünden gelir. Bazı insanlar hayvanları yemek için beslemenin ve öldürmenin yanlış olduğunu düşünürler ve bundan dolayı et yemezler. Öte yandan, etsiz beslenmenin daha sağlıklı olduğu gerekçesiyle etyemez olanlar da vardır. Beslenme uzmanları da yağ, tuz ve ve şeker içeren yiyecekler yerine, bol selüloz içeren bitkisel liflere, kepekli tahıllara, çiğ sebzemeyve lere daha çok yer verilmesinin sağlıklı ve dengeli beslenme için gerekli olduğunu ileri sürerler. Çoğu budizm, hinduizm, caynacılık ve hristiyanlık`ın bazı mezheplerine bağlı olan kimseler ise, canlılara zarar vererek elde edilen besinin yenmemesi gerektiğine inanırlar. Bazıları da etyemezliği doğal çevrenin korunmasına dayandırırlar. Çiftlik hayvanları için ayrılan alandan daha az alanda yeterli sebze yetiştirmenin mümkün olduğunu, insanların yiyecek gereksinimini sebzeyle karşılamanın daha kolay bir yol olduğunu savunurlar. ===Etsiz beslenmenin önemi=== Protein gereksiniminin temel olarak etle karşılanabileceği düşüncesi doğru değildir. Çünkü ceviz, fındık gibi kabuklu yemişlerde, bazı bitkilerin tohumlarında, baklagiller tahıllar, yumurta, süt ve süt ürünlerinde, soya ürünlerinde de bol miktarda protein vardır. Eskiden bitkisel proteinlerin hayvansal proteinlerde bulunan bazı aminoasitleri içerdiği bilinmiyordu ve bu yüzden de besin değerinin düşük olduğu sanılıyordu. Oysa bitkisel protein içeren bazı yiyecek maddeleri karıştırılarak yendiğinde bu tür animoasitler alınabilir. Örneğin baklagillerdeki aminoasit eksikliği, tahıllarda çok miktarda bulunan aminoasitle dengelenebilir. Öte yandan fasulye, pirinç, mercimek, bezelye, arpa, yulaf ve kabuklu yemiş gibi bitkisel besinler protein açısından zengindir. Süt ve süt ürünlerini tüketmeyen etyemezler de B12 vitaminini maya özünden ve tahıllardan karşılayabilmektedirler. Etyemezler, demiri kurutulmuş meyve, yapraklı yeşil sebzeler, buğday unu, baklagiller, yulaf, kabuklu yemiş ve kabuklu pirinçten, kalsiyumu ise peynir, kabuklu yemiş, susam, yapraklı yeşil sebze ve soya fasulyesinden alırlar. Etyemezlerin sayısı 20. yüzyılda Avrupa ülkelerinde ve ABD`de artış gösterdi. Etyemezler yerfıstığı ezmesi, mısır gevreği, tahıl, kurutulmuş meyve, sütten elde edilen kefir ve et tadında yüksek proteinli sebze yemekleri gibi yiyeceklerle beslenmektedirler.

Genetiğiyle oynanmış gıdalar, Frankeştayn buğday tohumları, “özgürlük” adı altında pompalanan sağlıksız yaşam tarzı… Hayvansal gıdalardan uzak durmamızı öğütleyen “yalancı” diyetler, vejetaryenliğe salık veren iyilik maskeli ‘new age’ dinler, reikiciler…

Diğer yanda paketli, boyalı, kimyasal katkılı gıdaları satmakla övünen dev bir yiyecek-içecek sektörü ve hasta insanları iştahla bekleyen modern tıp endüstrisi… “Tüm bunlar bir milletin bağışıklık sistemini çökertmek için ideal taktikler olabilir mi?” sorusunu soruyor. Daha da ileri gidiyor: “Küresel güç, bağışıklık sistemimizdeki en stratejik savaşçı olan demiri, elimizden almak istiyor olabilir mi?”

Yukarıda bahsettiğimiz multi-taarruza maruz kalmış demirsiz insan… Kirli planları olan küresel güç için ne iyi olurdu değil mi? Fiziki ve manevi bağışıklığı çökmüş, umutsuz, muzsuz, itaatkâr, zırhsız, her manipülâsyona açık demirsiz insan… İnsanı robotla ikame etmeyi düşünenlerin B planı da bu olmasın? Abartılı gibi geliyorsa lütfen yazının devamını okuyun ve demirin ne kadar hayati olduğunu kendi gözlerinizle görün.

Dünya için en önemli metal

Demir tüm canlılar için hayati bir öneme sahip. İnsan vücudunda ve hayvanlarda kanın içinde yer alarak oksijeni hücrelere ve organlara taşıyor. Bitkilerin “klorofil” yapımında kullanılarak hayatlarının devamını sağlıyor. Evlerin inşasında, gemi, araba ve uçak üretiminde büyük önemi var; onsuz hiçbir şey ayakta durmuyor.

Demir, yeryüzünde en çok bulunan, en faydalı ve en önemli metal. Yerkürenin merkezindeki sıvı çekirdeğin de tek bir demir kristali (veya demir-nikel alaşımı) olduğu tahmin ediliyor. Dünyanın merkezindeki bu yoğun demir kütlesinin, dünyanın manyetik alanına da etki ettiği düşünülüyor.

Demir, evrende bol miktarda görülen bir maden; güneşte ve birçok yıldız türünde belirgin miktarda bulunuyor. Önemli manyetik özellikleri var.

Kur’an-ı Kerim’de demir

Demirin adı, Kur’an-ı Kerim’de birkaç ayette geçiyor. Hatta bir maden adını taşıyan tek sure, Hadid (Demir) Suresi.

“Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar.” Hadid Suresi, 25

Bilimin, “insanlar için birçok faydası bulunan” demir hakkında şimdiye kadar tespit edebildiği en önemli özellik, kan dolaşımında oksijen taşıması. Kim bilir, belki zaman içinde, demirin ne kadar önemli olduğuna dair başka tespitler de yapılır... Mesela kanser tedavisinde demir-oksit kullanılarak olumlu sonuçlar alındığı bildiriliyor.

Vücudumuzda oksijeni demir taşıyor

Kan dolaşımında demirin nasıl yer aldığını şu şekilde özetleyebiliriz:
Yiyip içtiklerimizden alınan besinler kana geçer, oradan da organlara dağıtılır. Havadaki oksijen de akciğerlerden kana geçer; önce kalbe, sonra organlara ulaştırılır. Kan, bütün organların oksijen ve besin ihtiyaçlarını karşılar.


Kanda oksijen taşıyan kırmızı hücrelere alyuvarlar adı verilir. Bu hücreler en iyi şekilde işleyebilmeleri için düzenli olarak üretilmelidirler. Yaşlanan hücreler dalak tarafından devre dışı bırakılır ve kemik iliğinde yeni hücreler üretilerek kana verilir.

Alyuvarların oksijen taşıyabilmeleri için içlerinde kırmızı renklerini veren hemoglobin proteini ve bu proteine bağlı “demir” bulunur. Demir vücutta üretilemediğinden besinlerle alınması zorunludur.

Besinlerle alınan demir sindirim sisteminden kana geçtiğinde bazı taşıyıcılar tarafından alınır ve alyuvarların yapım yeri olan kemik iliğine götürülür. İhtiyaç fazlası ise çeşitli organlarda depolanır. Günlük demir ihtiyacı besinlerle karşılanamadığında bu depolardan faydalanılır.
Günlük alım yetersiz olduğunda veya aşırı ihtiyaç halinde depolar tükenir ve alyuvarların üretimi aksamaya başlar.


Üretim aksaması ilk başlarda vücudun aldığı çeşitli önlemlerle giderilmeye çalışılır. Önlemler yetersiz kaldığında "kansızlık" yani demir eksikliğine bağlı olarak alyuvarların yetersiz üretilmesinden kaynaklanan durum vücutta çeşitli belirtiler vermeye başlar.

Demir eksikliğinde neler olur?

Demir eksikliğinde, vücudun savunma kalkanı incelir. Oksijen gibi, her sağlıklı hücrenin ihtiyacı olan bir maddeyi taşımakla görevli demir vücutta yeteri kadar bulunamazsa, bağışıklık sistemi zayıflayacak, kapılar bütün hastalıklara açık hale gelecektir.

Demir yetersizliğinde, hemoglobin yeterli miktarda oluşturulamaz. Alyuvarlar küçülür, soluk renkli olur ve yeterli oksijen taşıyamazlar. İngilizce’de “yorgun kan (tired blood)” deyişi, demir eksikliği olan ve organlara, kaslara yeteri kadar oksijen taşıyamayan kanı tanımlamak için kullanılır. Yorgun kan ise “yorgun vücuda” yol açacaktır.

Demir sadece kan için değil, beyin için de hayati öneme sahiptir. Bir sinir hücresinden diğerine mesaj taşıyan “nörotransmitter”ler, sinir ileticileri görevlerini yerine getirebilmek için demire ihtiyaç duyarlar. Demir eksikliği çeken bir kişinin vücudu kadar, beyni de “yorgun” olur.

Demir eksikliği ve demir eksikliğinin sonucu olarak ortaya çıkan kansızlık (anemi), kendini aşağıdaki belirtilerle gösterebilir:

• Ciltte solukluk (özellikle çocukların yüzünde; yetişkinlerin el ayası ve tırnak diplerinde)
• Güçsüzlük
• Yorgunluk, halsizlik, çabuk yorulma
• Baş dönmesi
• Nefes darlığı
• Çarpıntı
• Odaklanmada güçlük
• Hafızada zayıflık
• Beyin işlevlerinde bozukluk
• Enfeksiyonlara daha kolay yakalanma, sık hastalanma
• İştahsızlık
• Fazla üşüme
• Kabızlık
• Tırnakların çatlaması, kırılgan olması
• Çocuklarda öğrenme güçlükleri ve davranış bozuklukları


Demir eksikliği hangi durumlarda görülebilir?

Demir vücutta üretilmediği için dışarıdan alınması zorunlu olan bir mineraldir. Demir eksikliğinin en önemli sebeplerinden biri beslenme ile yeteri kadar demir alınamamasıdır. Fakat geçirilen hastalıklar veya belirli yaşlar nedeniyle demir ihtiyacının artması da söz konusudur.

Etyemezlik (vejetaryenlik ve veganlık): Vejetaryenler et, sakatat yemezler. Veganlar ise, yiyecek seçimlerini daha da kısıtlayarak süt ve yumurta da dahil olmak üzere, hayvansal hiçbir besini yemezler.

Vücudun en iyi şekilde emebileceği ve kullanabileceği demir, kırmızı sakatatlarda ve hayvansal gıdalarda bulunmaktadır. Baklagiller, tahıllar, kuru meyveler demir içerse de, bitkisel kaynaklarda bulunan demir vücutta yeteri kadar değerlendirilememektedir.

Dolayısıyla, hayvansal besinleri tüketmeyen kişilerde demir eksikliği görülmesi muhtemeldir.
Günümüzde reiki gibi birçok “new age” din, takipçilerine et yememeyi telkin etmektedir. Yurtdışından ithal akım ve felsefeler, insanlara, etsiz hayatı övmektedir. Bunun sonucu olarak gittikçe daha fazla insan, bağışıklık sistemleri zayıflamış, renkleri solmuş bir şekilde, hastalıklara açık kapı bırakarak yaşamaya başlamıştır.


Yoksulluk veya zayıflama diyetleriyle yetersiz beslenme de demir eksikliğine yol açabilmektedir.

Hamilelik ve emzirme dönemi: Hamilelik döneminde anne, iki kişilik demir ihtiyacını karşılayacak şekilde beslenmelidir. Hamilelik döneminde artan kan hacmi nedeniyle de daha fazla demire ihtiyaç duyulmaktadır.

Belirli yaş grupları: Bebekler anne karnında geçirdikleri dokuz ay boyunca, kendi vücutlarında, dünyaya geldiklerinde altı ay yetecek kadar demir depolamaktadırlar. Anne karnında dokuz ayını tamamlayamadan dünyaya gelen prematüre bebeklerin ise bu deposu yeteri kadar dolmamıştır.

Bir ila üç yaş arasındaki çocuklar yemek yerken çok seçici olabildikleri için demir eksikliği görülebilir. Çok hızlı bir büyüme dönemi olan ergenlikte bütün minerallere olduğu gibi, demire olan ihtiyaç da artmaktadır.

Adet görme çağındaki genç kız ve kadınlarda da, aylık kan kayıplarına bağlı olarak daha fazla demir ihtiyacı görülmektedir.

Sporcular: Yüksek mukavemet gerektiren sporlarla uğraşan kişilerin demir ihtiyaçları daha fazladır. Uzun saatler spor yapan sporcularda demir depoları tükenebilir.

Hastalıklar: Ülser kanamaları ve parazit enfeksiyonları ile uzun süren ishaller, sindirim sistemi bozuklukları demir eksikliğine yol açabilir.

Sigara: Sigara içmek kansızlık riskini arttırır çünkü sigara içimi sırasında ortaya çıkan karbon-monoksitten üretilmiş olan karboksi-hemoglobinin, oksijen taşıma kapasitesi yoktur.

Aşırı çay ve kahve tüketimi: Çay ve kahvenin aşırı tüketilmesi, demir emilimini azaltmaktadır.

Demirden zırh nasıl sağlamlaştırılır?

Demir bakımından en zengin yiyecekler karaciğer, kırmızı et, yumurta, balık, istiridye, midye ve karidestir. Bitkisel kaynakları fasulye, nohut, mercimek, bezelye gibi baklagiller; kepekli olarak tüketilen buğday, darı ve yulaf gibi tahıllar; kurutulmuş üzüm, incir, kayısı, erik, badem, kabak çekirdeği, fıstık, ceviz gibi yemişlerdir. Enginar, patates, balkabağı, yer elması ve pekmez de iyi demir kaynaklarındandır.

C vitamini içeren domates, portakal, biber gibi besinler, vücudun demir emilimini arttırmaktadır. Demir bakımından zengin besin yenildiğinde, yanında C vitaminli bir besin de tüketilmesi tavsiye edilir.

Demir ve kanser

iyibilgi’de daha önce yayınlanmış olan “Kanser en çok neyi sever?” başlıklı yazıda Otto Warburg’a Nobel ödülü kazandıran buluşundan bahsedilmektedir. Warburg, 1930’lu yıllarda kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur.

Kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerin oksijenli solunumunun, oksijensiz – anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir. (Otto Warburg)

Warburg buluşuyla, sağlıklı normal hücrelerin oksijene ihtiyaç duyduğunu, kanser hücrelerininse oksijenden kaçındığını anlatmaktadır. Oksijenin taşıyıcısı olan demir de, bu açıdan son derece önemlidir.

2004 yılında gerçekleştirilen bir kanser tedavisinde de demir oksit tanecikleri kullanılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Almanya'daki Charite Hastanesi'nde Dr. Andreas Jordan başkanlığındaki ekip, yeni bir yöntem uygulayarak kanser hücrelerini yok etmeyi başarmıştır.

Demiri taklit eden katil

Nükleer santrallerde kullanılan plütonyumun neden tehlikeli olduğunu Kutsiye Bozoklar, “Üstümüzden geçti bulut” isimli yazısında açıklamış:

“Yeraltı tanrısı Plüton'un adını taşıyan plütonyumun 500 gramı yeryüzüne çıkarılır ve eşit olarak dağıtılırsa, dünyadaki insanların tümünün akciğer kanserine yakalanabileceği söyleniyor. Nükleer reaktörlerde bir yandan elektrik üretilirken öte yandan uranyum-238 izotopundan yılda 200-250 kilogram olmak üzere plütonyum üretiliyor. Plütonyum kimyasal tepkimelere giren bir metal, havada plütonyum dioksit gibi, solunum yoluyla geçen parçacıklar oluşturabiliyor. Pudra gibi incecik zerreler içeren bu bileşim hava akımlarıyla taşınıyor. Solunum yoluyla insan ve hayvanlara geçiyor.

Profesör Dr. Renan Pekünlü, bu geçişin etkilerini şöyle anlatıyor: “Akciğerin hava yollarından birine konuşlanan bileşim yakın komşuluğundaki hücreleri alfa parçacığı (helyum atomu) bombardımanına tutar. Daha küçük parçacıklar akciğerden kan damarlarına geçer. Plütonyum demir benzeri özellikler sergilediğinden kandaki demir taşıyıcı proteinlerle birleşir ve vücudumuzun demir depoları olan karaciğere ve kemik iliğine yerleşir. Alfa parçacığı bombardımanına burada da devam eden plütonyum karaciğer kanseri, kemik kanseri ve lösemiye neden olur.”

Plütonyumun marifetleri bununla da kalmıyor. Demir benzeri özellikleri sayesinde plasentayı geçerek ana rahmindeki fetüse ulaşıyor ve gelişme bozukluklarına neden oluyor. Erkeğin testislerine ve kadının yumurtalıklarında yoğunlaşıyor ve genetik mutasyonlara yol açıyor.”



Kaynaklar
wikipedia.org
webelements.com
askdrsears.com
mediko.yildiz.edu.tr
kuranmucizeleri.com
lazuri.com
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
10 Kasım 2007       Mesaj #5
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Vejetaryen Beslenmenin Başlıca Nedenleri :
Sanayileşmiş ülkelerde bugün gençlerin vejetaryen beslenmeye yöneldikleri görülüyor. Bunun başlıca nedenleri aşağıda açıklanmıştır;
1) Her canlıya karşı saygı : Barışa inanç ve yaşayan her türlü canlıya karşı acıma duygusu yalnız insanlara değil, hayvanlara da yönelik olmalıdır.
2) Sağlık açısından : Yapılan incelemeler vejetaryenlerin et yiyen insanlara oranla daha uzun yaşadıklarını ve daha az hasta olduklarını ortaya koymuştur. Kolesterol ancak vejetaryen beslenme ile önlenir.
3) Et pahalıdır : Sınırlı bir bütçe etten besinini alamaz, oysa insan aynı dar bütçeyle vejetaryen beslenme yoluyla sağlığını rahatça koruyabilir.
4) Hayvan etleri ilaçlıdır : Etlerin eskisi gibi lezzetli olmayışının nedeni hayvanlara verilen antibiyotikler, hormonlar v.b. gibi ilaçlardır.
5) Psişik açıdan : Vejetaryen olmak bazı doğu ülkelerinin başlıca ilkelerindendir. Çoğu genç vejetaryenler etsiz besinle daha huzurlu olduklarını ileri sürüyorlar.

Tarihin ünlü vejetaryenleri Buda, Kyros, Zerdüşt, eski Yunan çağında Hesiodos, Orpheus, Homeros, Pythagoras ve müritleri, Empedokles, Leonidas, Plutarkhos, Platon, Sokrates, Epikuros, Zenon, Diognes, Demokritos, Aiskhylos, Euripides, Roma çağında Kral Numa, Cincinnatus, Seneca, Marcus-Aurelis, Lucanus, Virgilius, Ovidius, Horatius, İmparator Julianus, filozof Porphyrios ve Protocolus`tur. Daha sonraki çağlarda Leonardo da Vinci, Gassendi, Newton, Bossuet, Fenelon, Voltaire, John Ray`i sayabiliriz. 19. yüzyıldan sonra vejetaryenlerin sayısı artmaktadır; J.A. Gleizes, Anquetil-Duperron, Lord Byron, Richard Wagner, Michelet, Lamartine, Leo Tolstoy, Ghandi, George Bernard Show, Pr. Dr. Dujardin-Beaumetz, Dr. Anna Kingsford, Dr. Bonnejoy, Pr. Raoux, Dr. Paul Carton, Dr. Möller, Dr. Riedlin, Dr. Pfleiderer, Dr. Chittenden, Dr. Haig, Dr. Erwin Hof gibi.
Bedenin gelişmesinde etin gereksiz olduğunu bazı ünlü sporcular kanıtlamıştır. Uzun mesafe şampiyonu Muray Rose ve "Uçan Finli" (The Flying Finn) adıyla ün salan mesafe koşucusu Paave Nurmi bunlardandır.
Vejetaryen olmak et yemeden gelişigüzel baslenmek demek değildir. Sağlıklarını korumaları için vejetaryenler de beyaz undan yapılmış kekleri, tatlıları ve benzeri besinleri yememelidirler. Bu tür besinlerde protein, vitamin ve mineraller düşük, gereksiz kaloriler ise boldur.
Vejetaryenler et yemediklerinden, kullandıkları bazı besin maddeleri kimi insana garip gelebilir. Sanayileşmiş ülkelerde akdarı, arpa, yulaf, burçak, mısır gibi tahıllar vejetaryenlerin rağbet ettikleri besinlerdir. Çimlendirilmiş buğday, kabak çekirdeği, ayçiçeği, kavrulmuş Amerikan fıstığı, mısır ekmeği, siyah pirinç (yurdumuzda yetişmeyen bir tür pirinç) gibi besinler ise bol miktarda protein sağladıklarından, hem et yiyenler, hem vejetaryenler tarafından aranmaktadır. Vejetaryen usulü beslenme insan bedeninin her türlü besin gereksinimini karşılar. Yalnız B12 vitamini bitkisel besinlerde kıttır. Bu vitaminden yararlanmak için çimlendirilmiş buğday ve soya fasulyesi yemeyi ihmal etmemeli. Ancak unutulmamalı ki insanın besin tarzını belirleyen daima iklimdir. Örneğin Eskimolar vejetaryen olamazlar. Çünkü iklim soğuk olduğundan beden ısılarını korumak için yağlı ete gereksinimleri vardır. Ülkemizin bol güneşi ise böyle bir beslenmeyi gerektirmez. Tersine, ülkemiz vejetaryen olmaya elverişli bir iklime sahiptir.
Vejetaryenleri üç gruba ayırabiliriz :
1) Veganlar ya da Vejetalyenler : Bu grup hayvanın yalnız kendisini değil, ürününü de yemez; yani yoğurt, süt, peynir v.b. gibi hayvansal besinleri de kullanmaz, yalnız bitkisel besinle beslenir. Bu tür vejetaryenlere göre hayvanın sütü yavrusunundur, insanın bu sütü kullanmaya hakkı yoktur.
2) Lakto-Vejetaryenler : Hayvanın ürününden yararlanır, ancak yumurta yemezler. Çünkü yumurta oluşacak bir hayatın tohumunu taşımaktadır.
3) Ovo-Lakto-Vejetaryenler : Bu gruptakiler besinlerine hayvanın ürününü ve yumurtasını da katarlar.
Prof. Voit`nın görüşüne katılmayan Danimarkalı Dr. Hindehede Birinci Dünya Savaşı`nda yurttaşlarını açlıktan kurtarmıştır. Hükümetin emriyle domuzların beşte dördü, sığırların da üçte biri kesilmiş ve bu hayvanların besini olarak ayrılan 800.000 ton tahıl insan besini olarak kullanılmıştır. Böylece Danimarka halkı savaş sırasında kıtlık çekmediği gibi, sağlığına da kavuşmuştur. Oysa 1917 yılında Danimarka`nın iki katı tahıl stoku bulunan Almanya kıtlık çekmiştir.
Dr. Hindehede`nin 60 yıl önce sürdüğü gerçek, yakın zamanda Dünya Sağlık Birliği tarafından kabul edilmiştir. Bu kuruluş günde 35 gr. bitkisel proteinin insan sağlığına yeterli olduğunu saptamış, böylece dünyanın açlık sorununa yeni bir ufuk açılmıştır. İnsanlar hayvancılığın elverişsizliğine inandığı zaman, dünyamız tüm insanları besleyebilecektir. Hayvan üretimi büyük masraflara yol açmaktadır. Hayvana verilen besinin yanı sıra veteriner masrafları, aşı, serum, ilaç, barınak v.b. gibi giderler etin maliyetini bir hayli yükseltmektedir. J.P. Thorez, Stratégie pour demain, 'Rapport du Club de Rome' adlı yapıtında der ki: "Eğer tüm dünya gelişmiş ülkelerin besin tarzına uysaydı, bugünkü tarım verimiyle ancak 1-2 milyar insan beslenebilirdi; oysa dünya nüfusu 6 milyar dolayındadır."
Dr. Ralph Bircher, 24 Mart 1974`te Stuttgart`ta aşağıdaki açıklamada bulunmuştur: "Amerika`da tahıl ürününün %78`i hayvancılıkta kullanılmakta, böylece insanın yararlanabileceği 20 milyon ton protein kaybolmaktadır. Hayvan etinin kullanımı yarıya indirmekle gelişmekte olan ülkelerin besin gereksiniminin dört katı karşılanabilir."
Amerikalılara yapılan bu sitem Avrupalılar için de geçerlidir. Kasapta satılan bir hayvan, ömrü boyunca yediği yemin besleyici değerinin ancak beşte birini verebilir. Dr. Charles Hunter`ın bu konudaki incelemesi aşağıdadır. (İnceleme 440 dönümlük arazinin (100 akr) kaç kişiyi beslediğini göstermektedir.)

Ürünün Cinsi 100 akrdan yılda sağlanan ürün
(Pound olarak) Msn Star Yılda beslenen insan sayısı
Koyun 26.000 41
Süt 193.000 53
Buğday 150.000 250
Patates 1.430.000 683
Msn Star 1 Pound = 1 Libre = 454 gr.

Vejetaryen açısından protein :
Aşağıdaki açıklama İkinci Dünya Savaşı sırasında Britanya Besin Bakanlığı Müsteşarı Sir Jack Drummond tarafından yapılmıştır:
"İnsanın vejetaryen tarzı besinle yeterince beslenebileceği üzerindeki rapora karşı çıkmak olanaksızdır. Besin Araştırma Kurumu insanın etsiz de sağlıklı ve mutlu yaşayabileceğini kanıtlamak için sağlam bilimsel kurmuştur."
Sonradan, 1947 yılında Britanya Tıp Birliği Besin Encümeni insanın protein gereksinimi hakkında yaptığı eleştirici inceleme üzerinde aşağıdaki raporu vermiştir:
"Temel protein birimlerinin bitkisel ya da hayvansal olup olmaması önemli değildir. Yeter ki bunlar insana gereksindiği birimleri uygun bir karışım halinde ve sindirilebilir biçimde sağlasın. Hayvansal protein kendine özgü özel bir değer taşıdığını gösteren herhangi bir kanıt yoktur."
Yukarıdaki açıklamalar vejetaryenlere karşı girişilen eleştirilen geçersizliğini kanıtlamaya yeter sanırız.
Ekonomi açısından et :
Bundan yaklaşık yüz yıl kadar önce Prof. Voit insan sağlığı için günde 118 gram proteine gereksinim olduğunu ileri sürmüştü. Bu proteinler hayvansal kaynaklar olmalıydı. O çağda bitkisel proteinlerin kalitesi düşük sayılıyordu. Halka göre bu hala böyledir. Birçok okulda insan sağlığı için günde 100 gr. hayvansal proteine gerekli olduğu öğretilmektedir. Oysa bunun tam tersi 60 yıl önce kanıtlanmıştır.
Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki, hayvancılık çok araziye gerek gösterirken, az nüfus besleyebilmektedir. Bu nedenle daha az et yemekle, hatta hiç et yememekle sağlığımızı korurduk. Diğer yandan et yemek hayvanın canına kıymak, onun yaşama ve gelişme hakkını yadsımak ve hayata karşı bir saygısızlık da sayılmaz mı?
"HAYVANLAR KONUŞABİLSEYDİ ONLARI KESİP YEMEYE CESARET EDER MİYDİK?"
(Voltaire)

Sağlık açısından et :
Et insan sağlığını olumsuz etkiler. Kesilen hayvanın dokularında, organlarında ve damarlarında artık maddelerle birlikte sağken hayvana yapılmış olan aşı, serum ve ilaçlar da bulunur. Bütün bunlar insan sağlığı için zararlıdır. Bu zararlı maddeler et piştiğinde yok olmaz; yani insan bu "zehirleri" etle birlikte yer. Böylece kanında bedene zararlı maddeler birikir ve zamanla bunlar insan bünyesine yük olur; özellikle de karaciğere ve böbreklere. Et yiyenlerde vejetaryenlere oranla daha çok kanser hastalığına rastlanır. Etsiz besin kanser, tansiyon, kalp, damar sertliği, verem gibi hastalıkların olasılığını azaltır. Karaciğer hastalıklarında etsiz besin uygulamak zorunludur. Et uyarıcı bir besindir ve insanı diğer uyarıcı maddelere kışkırtır; alkol ve narkotikler gibi. Et insanı guddeler yoluyla uyarır.
Birçok tıp ve beslenme uzmanı hastalarına et yemeyi yasaklar. Bu yasaklama yalnız romatizma, gut gibi hastalıklara karşı koymak için değil, aynı zamanda ürik asidi önlemek içindir. Gelişmiş ülkelerdeki şikayetlerin birçoğu yenen etin kaslarda bıraktığı ürik asitten ileri gelir.
Hayvan kesileceği sırada başına bir felaket geleceğini duygularıyla sezer. Tıpkı insandaki gibi, geçirdiği korkudan guddeleri olumsuz hormonlar salgılar; bu salgılar guddeler yoluyla insan bünyesine geçer. Dikkat edilecek olursa, etten besinini almayan hayvanlar yumuşakbaşlı, uysal olurlar; fil, deve, tavşan, tavuk v.b. gibi. Diğer yandan kedi, köpek, aslan, kaplan, kurt ve benzerleri etle beslendiklerinden, hırslı ve yırtıcıdırlar. İşin tuhafı, insan yemek için etle beslenen hayvanları değil, tahılla beslenenleri seçmektedir. Neden? Çünkü et yiyen hayvanın eti yenmeyecek kadar kokar. Midenin etteki proteini parçalaması için çok miktarda asit salgılaması gerekir. Et bağırsaklara geçtiğinde bu kez çürümeye ve toksik maddelerin oluşmasına yol açar. Hayvansal proteinin sindirilememesi idrarda aşırı derecede üre, asit ürik ve amonyak gibi zehirlerin oluşumuna neden olur. Hareketsiz bir hayat süren insanın bu zehirleri bedeninden atabilme olasılığı sınırlıdır. Tarlada çalışan köylü, ağır işçi veya bedensel gücünü kullanan amele içinse koşullar aynı değildir. Onlar bu zehirleri bedenlerinden ter yoluyla atarlar; masa başında çalışanlarsa atamazlar. Et yiyen bir hayvanın karaciğeri insanınkiyle karşılaştırılırsa, hayvanın insandan 10-15 kat fazla ürik asidi bedeninden atabildiği görülür. İnsan toksinleri bedeninden atamadıkça, bu tortular, artıklar ve zehirler çökelerek kas ve eklem dokularında yerleşir. Bu ise arterite yol açar.
Etkin bir yaşam sürmelerine karşın günde birkaç kilo çiğ et yiyen Eskimolar damar sertliğinden yakınırlar. Yaş hadleri ise 27`yi geçmez.
Prof. Dr. Gönsslen birçok öğrenci üzerinde ilginç bir deney yapmıştır: Öğrencilere günde 1.5 kilo et, 30 gr. beyaz ekmek ve bir miktar limonlu su vermiştir. Kılcal damarların mikroskopik incelemesinde, 10. günden itibaren önemli değişiklikler görülmüştür. Bu incecik damarların iç kısmını genellikle ince ve düzgünken, çeperler kalınlaşmaya, şişmeye, kıvrılmaya başlamıştır. Hatta bazı yerlerde çatlamalar olmuş, yer yer kan topladığı görülmüştür. Öğrencilerin ciltleri kızarmış, kimininki ise morarmıştır. Diş etleri de şişmiş, kanamıştır. Ancak uzun süre uygulanan bir vejetaryen rejimle bu gençlerin kılcal damarları eski normal haline dönebilmiştir. Dr. Bircher-Benner 10 günde bu denli kötü bir sonuç alındığına göre, etli beslenmenin 10 yılda ne büyük tahribata yol açabileceğine işaret etmiştir.
Etten alınan enerjiye gelince : Et yiyen insanın bedeni kuvvetli görünürse de, vejetaryenlerinki kadar dayanıklı ve dirençli değildir. Etsiz beslenenler, daha doğrusu beslenmesini bilenler, ağır bedensel koşullar altında yorulmaksızın uzun zaman çalışabilirler. Bu demek değildir ki et yemeyenler hastalanmaz. Ancak et yemeyenlerin bedenlerinde toksin olmadığı için (varsa da et yiyenlerinkine oranla az olduğu için) çabuk şifa bulurlar.
Fiziksel direnç için çok miktarda et yemek gerektiği kanısı vardır insanlarda. Dokuz atlet üzerinde yapılan deneyler bu inancın yanlış olduğunu kanıtlamıştır. Bu atletler bisiklet pedallarını çevirecek, böylece direnç güçleri ölçülecekti. Atletler 3 gün bol hayvansal protein ve yağla beslendiklerinde ortalama direnç güçlerinin 57 dakika olduğu görüldü. Aynı atletler bu kez 3 gün normal besinle, yani az et, az yağ ve az proteinle beslendiklerinde direnç güçleri ortalama 114 dakikaya ulaştı. 3 gün bol tahıl ve kuru sebze ile beslendiklerinde ise direnç güçleri ortalama 167 dakikaya yükseldi. Çünkü tahılda ve kuru sebzede bol glikojen vardır. Bilindiği gibi, glikojen kasların depoladığı ve kendi faaliyetleri için kullandığı karbonhidrattır.
İngiliz tarihinin en yaşlı insanı Thomas Parr 1635`te öldüğünde 152 yıl, 9 ay yaşamıştı. Bu İngiliz köylüsü az ve ölçülü yemek yermiş. Başlıca besini sebze, süt, peynir, yoğurt ve ekmekmiş. (Bugün bizim yediğimiz yapay besinle beslenen hayvanın sütü, peyniri ve özü gitmiş beyaz ekmek değil, kuşkusuz!). Ünlü operatör William Harvey`in yaptığı otopside kalbinin normal, damarlarının sağlıklı, erkeklik organlarının sağlam ve son yıllara kadar faaliyette olduğu ortaya çıkmıştır.
İnsanın etsiz besinle sağlıklı yaşayamayacağına inananlar herhalde bilmiyorlar ki dünyada et yiyenler azınlıktadır ve vejetaryenlerin sayısı sanıldığından çok daha fazladır. Çinlilerin %96`sı vejetaryendir. Vejetaryen aşçılık sanatının çok çeşitli ve zengin olduğunu çoğu kimse bilmez. Şimdiye kadar vejetaryenlere yaşama zevkiyle bağdaşmasını bilmeyen insanlar gözüyle bakılırken, bugün vejetaryenlik sofra zevkini bir yana bırakmayan sağlıklı ve doğal bir yaşama tarzı sayılmaktadır.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Ekim 2008       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Etyemez, herhangi bir hayva­nın etini yemekten kaçınan kimselere verilen addır. Etyemezlere vejetaryen de denir. Etye­mezlerin çoğu yumurta ve hayvansal madde içeren peynirleri yemedikleri gibi, hayvansal maddelerden yapılan ya da hayvanlar üzerin­de denendiğini bildikleri temizlik ve güzellik gereçlerini de kullanmazlar. Bazı etyemezler süt ve süt ürünlerini tüketmekte sakınca görmez, ama yumurta yemez. Bazıları ise bunun tam tersini yapar; yani süt ve süt ürünlerini yemeyip, yumurta yer. Etyemezle­rin bir bölümü de süt. yumurta ve bal da içinde olmak üzere, hayvansal ürünlerden hiçbirini yemez. İlk kez 1842'de kullanılmaya başlanan vejetaryen sözcüğü, Latince'de "sağlam, canlı, yaşam dolu" anlamına gelen vegetus sözcüğünden türetilmiştir.
İnsanlar çeşitli nedenlerden dolayı etye­mezliği seçerler. Hayvanları yemek için ya da başka yiyeceklerin üretiminde kullanmak üzere beslemenin ve öldürmenin yanlış oldu­ğunu düşünenlerin yanı sıra. etsiz beslenme­nin daha sağlıklı olduğuna inandıkları için etvemez olanlar da vardır. Beslenme uzman­ları da dengeli bir beslenmede yağ. tuz ve şeker içeren yiyecekler yerine, bol selüloz içeren bitkisel liflere, kepekli tahıllara, çiğ sebze ve meyvelere daha çok yer verilmesi gerektiği görüşündedirler. Etyemezliğin bir başka nedeni de dinsel inançlardır. Çoğu Budacı. Hindu. Cayna ve Hıristiyanlıkin bazı mezheplerine bağlı olan kimseler et yemeyi canlılara zarar verdiği için sakıncalı bulurlar. Bazıları da doğal çevrenin korunmasına iliş­kin nedenlerden dolayı etyemez olur. Sebze yetiştirmek için ayrılan alanın, çiftlik hayvan­ları için ayrılan alandan daha az yer kaplaya­cağını, insanların yiyecek gereksinimini seb­zeyle karşılamanın daha kolay bir yol olduğu­nu savunurlar.


Kaynak: MsxLabs & Temel Britannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
MaRCeLLCaT - avatarı
MaRCeLLCaT
Ziyaretçi
20 Ekim 2008       Mesaj #7
MaRCeLLCaT - avatarı
Ziyaretçi
Vejetaryenliğin Beslenme Yönünden Değerlendirilmesi


Vejetaryen diyetin besleyici değeri, besin türlerindeki sınırlamalara göre değişiklik gösterir. Sadece et sınırlanan, bitkisel besinlerle birlikte süt ve süt ürünleri ile yumurtanın yer aldığı lak-to-ova-vejetaryen diyeti ve semi-vejetaryen diyeti genelde oldukça yeterli ve dengelidir. Bu diyet, kansızlığa meyilli doğurganlık dönemi kadınlar ile, çocuk ve gençler için demir yönünden yetersiz olabilir. Çünkü vücudun en iyi yararlandığı demir, başta kırmızı et olmak üzere tavuk ve balık etinde bulunur. Bitkisel besinlerde demir çok olmasına karşın, vücuda yararlılığı düşüktür. Süt ise demir yönünden yetersizdir. Yemekle birlikte fazla çay ve kahve içimi bu yararlılığı daha da azaltır. Bunun yanında, bitkisel besinlerden oluşan yemekle birlikte portakal, domates, karnabahar gibi C vitaminden zengin besinler yenildiğinde, sebzelerin hazırlanması ve pişirilmesinde C vitamini ve diğer vitamin kayıplarını azaltıcı önlemler alındığında, demirin yararlılığı et demiri düzeyine yükselir.

Semi vejetaryen diyet bir bakıma sağlıklı olduğu kabul edilen Akdeniz diyetine benzer. Beslenme yönünden dengelidir. Hiç hayvansal besin bulunmayan vegan diyeti, en başta hayvansal besinlerle sağlanan B-12 vitamini yönünden yetersizdir. Bu vitamin büyüme ve gelişme, kan hücresinin yapımı ve sinir sisteminin çalışması için gereklidir. Uzun süre vegan diyeti uygulayanlarda B-12 vitamini yetersizliğine bağlı bazı belirtiler gözlenmiştir. Ve-ganlar arasında megolablastik anemi yüksektir. Vegan annelerin bebeklerinde metilmalonik asit yıkımı ve nörolojik bozukluklarla belirlenen B-12 vitamini yetersizliği görülmüştür.

Vegan diyetinin protein kalitesi de düşüktür. Bu diyet yetişkinlerin protein gereksinimlerini karşılayabilir, fakat büyüme çağı çocuklar için uygun değildir. Vegan diyetinin posa içeriği de yüksek olduğundan demir, çinko ve kalsiyum gibi büyüme ve sağlık için gerekli bazı minerallerin vücuda yararlılık oranlan da düşüktür. Bu diyetlerde soya fasulyesi, mercimek, nohut ve fasulye gibi protein içeriği yüksek besinler tahıllarla birlikte alınır, hazırlamada ve pişirmede vitamin ve mineral kayıplarını önleyici yöntemler kullanılırsa, bu sakınca bir ölçüde ortadan kaldırılabilir. Ayrıca, soya fasulyesi ve diğer kurubaklagillerde bulunan protein sindirimini engelleyici etmenlerin yok edilmesi için pişirme kurallarına özen gösterilmelidir. Bu diyeti uygulayan gençler ve yaşlıların yüksek olan kalsiyum gereksinmelerini karşılayabilmeleri için ek kalsiyum almaları gerekebilir.

Çocukluk çağında diyetin enerji ve besin öğeleri yoğunluğu önem taşır.Posası yüksek diyetin enerji ve besin öğeleri yoğunluğu düşüktür. Vejetaryen ve karışık beslenenlerin besin alım örüntüsü karşılaştırıldığında; B-12 vitamini dışında önemli farklılık gözlenmemiştir. Buna karşın, veganlarda kalsiyum alımı düşüktür.

Vegan diyeti retina ve merkezi sinir sisteminin gelişiminde önemli rolü olan n-3 grubu yağ asitlerinden dokozahekzaenoik asitten (DHA) yetersiz, n-6 grubu linoleik asit içeriği yönünden yüksektir. Vejetaryenlerin plazma ve fosfolipitlerinin DHA düzeyi düşük bulunmuştur. Vejetaryen diyetinde linoleik asidin çok bulunması bitkisel besinlerde sınırlı bulunan alfa-linolenik asidin DHA'ya dönüşümünü de engellemektedir. Veganlara çiçek yağı yerine alfa-linoleik asitten zengin konola yağı ve soya yağı kullanmaları, ceviz ve yeşil yapraklı sebzelerden bol tüketmeleri önerilebilir.

Hollanda'da makrobiyotik diyet uygulayan çocukların beslerime durumları araştırılmıştır. Diyetin esasını tam tahıl ürünleri, kurubaklagil ve sebzeler oluşturmaktadır. Bu diyeti uygulayan toplum grubundan 0-10 yaş çocukların beslenme durumları incelendiğinde; 6 ile 18 ay arası çocuklarda büyüme geriliği, psiko-motor gelişiminde yavaşlama, vitamin B-12, vitamin D, riboflavin, kalsiyum ve magnezyum düzeyleri düşük bulunmuştur. Bu annelerin diyetlerine günlük 20-25 g yağ, haftalık 150-250 g süt, 100-150 g balık eklenmesi önerilmiştir.

Vejetaryen diyetin çinko biyoyararlılığı düşüktür. Radyoizotopla yapılan incelemelerde sadece bitkisel besinlerden oluşan diyetteki çinkonun emilimi %15 bulunmuştur. Halbuki besin tüketim önerilerinde diyetten çinko emilimi ABD'inde %20, Kanada'da %40 olarak kabul edilmiştir. Bu durumda önerilen 15 mg/gün çinkonun vejetaryen diyet alan çocuk ve gençler için yeterli olmayacağı bildirilmiştir. Diyette fitatın çinko ve kalsiyuma olan mili-molar oranının önemli düzeyde artması durumunda serum çinko düzeyinin düştüğü ve yetersizliğin olabileceği belirtilmiştir.

Vejetaryenlerin demir depoları karışık beslenenlerden daha düşüktür. Çocuk ve kadınlarda aneminin göstergesi olan düşük serum ferritin düzeyi (<12 mikrogram / litre) prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebek doğum riski ile ilintili bulunmuştur. Bunun yanında dengeli diyet alan vejetaryenlerde demir yetersizliği anemi insidansında karışık beslenenlere göre önemli farklılık bulunmamaktadır. Ancak makrobiyotikler gibi sadece belirli bitkisel besinleri tüketenlerde demir yetersizliği anemisinin sık görüldüğü bildirilmiştir. Demir emilimini zorlaştıran fitatlar, polifeııoller ve diğer bitki orjinli bağlayıcı öğelerden zengin vejetaryen diyetinde yeterli miktarda C vitamini ve sitrik asit gibi organik asitler bulunduğu zaman hem olmayan demirin emilimi kolaylaşmaktadır. Böylece dengeli vejetaryen diyeti demir yetersizliği anemisinin oluşum etkenlerinden sayılmayabilir.

Özetlersek hiç hayvansal besin içermeyen vegan diyetinin yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlaması hemen hemen olanaksızdır. Bunun yanında; bitkisel besinlerle birlikte süt ve türevlerini içeren lakto vejetaryen diyet uygun besin seçimi ve sebzelerin pişirilmesine özen gösterildiğinde yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlayabilir. Bitkisel besinlerin yanında süt ve türevleriyle yumurtayı da içeren lakto-ova vejetaryen diyeti yeterli ve dengeli beslenme açısından daha iyidir. Beyaz vejetaryen ve semi vejetaryen olarak bilinen bitkisel besinlerin yanında yumurta, süt ve türevleri ve haftada birkaç kez tavuk ve balık içeren diyet her yönden dengelidir. Bu diyetin uygulanmasıyla herhangi bir besin öğesi yetersizliği görülmez. Bu diyette, yağı azaltılmış süt ve türevleri, yemeklerin hazırlanmasında görünür yağ olarak zeytinyağı kullanılırsa beslenme ve sağlık açısından en iyi diyet olarak değerlendirilebilir.