Arama

Diyarbakır - Sayfa 2

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 22 Haziran 2011 Gösterim: 81.792 Cevap: 33
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
14 Ekim 2006       Mesaj #11
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
(Doğu'nun) PARİS KİLİSELERİ

Sponsorlu Bağlantılar

Diyarbakır, yüzyıllar boyunca dinsel hoşgörüden uzaklaşmamış, etnik ve dinsel mozaiğini korumuştur .Bu nedenle de Müslümanlar, Hıristiyanlar, Ermeniler ve Yahudiler, değişik mezhepler, tarih boyunca Diyarbakır’da birlikte yaşamışlardır. Bundan ötürü de Diyarbakır da bir çok kilise yapılmış ve bunların bazıları günümüze gelebilmiştir.

Diyarbakır’da İslamiyet öncesi Şemsiler, Yahudiler ve Hıristiyan dinine bağlı insanlar yaşamıştır. Burada yaşayan Hıristiyanlar da beş ayrı mezhebe ayrılmışlardı. Bunlar Gregoryen (Ermeni), Yakubi (Süryani Kadim), Ortodoks (Rum), Asuri (Nasturi) ve Keldani mezhepleriydi.

Diyarbakır, Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olarak bilinen ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan Süryanilerin önemli merkezi idi. V.yüzyıldan sonra Süryani Ortodoks Kilisesinden ayrılan Nasturiler, Keldaniler ve Melkitlerin yanı sıra Rumlar ve Ermeniler de Diyarbakır’da yaşamışlardır. Ortodoks, Katolik, Protestan, Gregoryen gibi hemen hemen tüm Hıristiyan mezhepleri yüzyıllar boyunca Diyarbakır’da kendisini temsil etme olanağını bulmuşlardır.

Diyarbakır’da Süryani, Keldani, Nasturi, Ermeni ve Rumların ibadet ettiği 22 kilisenin bulunduğundan söz edilmektedir. Ancak günümüzde bu kiliselerin bazıları tamamen yıkılmış, bazıları da günümüzde cemaatlerine hizmet vermektedir.


Meryem Ana Kilisesi (Yakubi Mezhebi Kilisesi) ( Merkez)



Diyarbakır’da Ortodoks Süryanilere ait olan ait olan bu kilise IV. Yüzyıldan kalmıştır. Kilise birkaç kez yanmış, yıkılmış ve bir çok kez onarılmıştır.

Mardin’deki Deyr-ül Zahfaran’dan gelen Patrik II.Yakup, öldüğü l871 yılına kadar burada yaşamıştır. O yıllarda bu kilise patriklik merkezi olmuştur.

Diyarbakırlı taşçı ustaları taş işçiliği yönünden en başarılı çalışmalarını burada yapmışlardır. Kilise dört avlu, divanhane ve din adamlarının yaşadıkları bölümlerden meydana gelmiştir.Ahşap işçiliği, sütunları, sütun başlıkları parmaklıkları, kürsüleri ve ikonaları ile ün yapmıştır. Günümüzde kilise görevini sürdürmektedir.


Mar Thoma Kilisesi (Merkez)

Diyarbakır’da Hıristiyan öncesi dönemde burada bir mabedin olduğu sanılmaktadır. Hıristiyanlığın resmi bir din oluşundan sonra bu yapı kiliseye dönüştürülmüş ve bir takım eklerle genişletilmiştir.

Diyarbakır’ın İslam ordularınca ele geçirilmesinden sonra camiye çevrilmiştir. Bugün bu yapının yerinde Ulu cami bulunmaktadır.


Kırklar Kilisesi (Merkez)

Diyarbakır Kırklar Dağı üzerinde bulunan bu kilise V.yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Günümüze yalnızca bir duvar kalıntısı ile bazı duvar kalıntıları gelebilmiştir.


Saiııt George Kilisesi (Merkez)

Diyarbakır’da İçkale’de bulunan bu kilisenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Uzun süre Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı Saraykapı Cezaevi’nin içerisinde bulunduğundan ibadete kapalı kalmıştır.

Kilisenin ne zaman ve kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.Bununla beraber, VI.yüzyılda, Bizans döneminden kaldığı sanılmaktadır. Kilisenin orta mekanı dört yöne eyvanlara açılmaktadır.


Saint Teodoros Kilisesi (Merkez)

Diyarbakır, Fatih Paşa Camisi'nin bitişiğinde olduğu sanılan kilise günümüze gelememiştir. Kaynaklarda da bu kilise ile ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır.


Mar Petyun Kilisesi (Merkez)

Diyarbakır Özdemir Mahallesi’nde Yeni Kapı Caddesi’nde bulunan Mar Petyun Kilisesi’nin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır . Bununla beraber XVII.yüzyıla tarihlendirilen kilise, Katolik Keldaniler tarafından günümüzde de kullanılmaktadır.

Diyarbakır’daki pek çok yapıda olduğu gibi bu kilisenin de ana yapı malzemesi siyah bazalt taşıdır. İbadet mekanı kemerler ve sütunlarla bölünmüş olup dört neflidir.


Surp Sarkis Kilisesi (Merkez)

Diyarbakır Mardin Kapısı yakınlarında olan bu kilise Katolik Ermenilere aittir. Kilisenin XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Ana yapı malzemesi siyah bazalt taşıdır. İki katlı kilise sütunları ve dört kemer dizisi ile beş nefli bir kilisedir.


Protestan Kilisesi (Merkez)

Diyarbakır Mardin Kapısı yakınlarındaki Cemal Yılmaz Mahallesi’ndedir. Yapılış tarihi bilinmeyen siyah bazalt taştan yapılan kilise dikdörtgen planlıdır.


Hz.Meryem Kilisesi (Ergani)

Diyarbakır Ergani ilçesinde bulunan Hz. Meryem Kilisesi Zülküfül Dağı’nın doğusundaki bir tepededir. Polonyalı gezgin Simeon Seyahatnamesinde bu kiliseden söz etmiştir.

Günümüzde yıkılmış olan kilise kâgir, kubbeli ve büyük bir yapı idi.



Sinagog (Çermik)

Diyarbakır Çermik’te bulunan Sinagogun ne zaman yapıldığı ve hangi döneme ait olduğu bilinmemektedir. Günümüzde ev olarak kullanılan bu yapının üzerinde Süryanice yazılmış bir kitabe bulunmaktadır.

Avlu içerisinde bulunan geniş bir bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümün batısında kürsüsü bulunmaktadır. Yapının bütünü siyah ve beyaz taştan yapılmıştır.

Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu sinagogun korunması gerekli kültür varlığı olduğu tescil edilmiştir.



Kilise (Çermik)

Diyarbakır, Çermik ilçesinde bulunan bu kilisenin ne zaman ve kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Günümüzde yalnızca kalıntıları gelebilen kilisenin bir kısmı günümüzde ev olarak kullanılmaktadır.


kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
18 Ekim 2006       Mesaj #12
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
DİYARBAKIR SUR ve KALELERİ


Sponsorlu Bağlantılar


Diyarbakır

Diyarbakır’ın simgesi niteliğinde olan Diyarbakır surlarının ilk defa MÖ.3.000-4.000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılmıştır. Bu surlardan günümüze yok denilecek kadar az kalıntı gelebilmiştir. Bugünkü surlar MS.346 yılında İmparator II.Constantinius tarafından yaptırılmıştır.

Diyarbakır surları, dünyadaki en uzun surlardan Çin Seddi’nden, Antakya surlarından ve İstanbul surlarından sonra gelmektedir. Ancak bu surların hiç birisi Diyarbakır surları kadar üzerindeki yazıtları, burçları ile bezemeleri yönünden görkemli değildir.

Günümüzde bir açık hava müzesi konumunda olan Diyarbakır sur ve kaleleri Roma döneminden sonra bölgeye egemen olan Bizans, Abbasi, Mervan, Selçuklu, Artuklu, İnallı, Nisanlı, Eyyubi, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde de önemini korumuş ve yeni eklemeler yapılarak onarılmıştır. Ancak yapılan bütün bu onarım ve korumaya karşılık ana mimari özelliğini kaybetmemiştir. Bununla beraber her dönem kendi özelliğini de buraya yansıtmıştır. Nitekim burçlar üzerinde değişik dillerde yazılmış kitabeler, güneş, yıldız, çift başlı kartal, aslan, kaplan, boğa, at ve akrep gibi kabartma motifler de bunu açıkça göstermektedir.

Diyarbakır sur ve kaleleri, Diyarbakır’ın yakınındaki Karacadağ’dan getirilen bazalt bir tabaka üzerine yine bazalt taşlardan yapılmıştır. Bu surların uzunluğu yaklaşık 5.700 m. olup, yükseklikleri 8-12 m. arasında değişmekte, genişliği de 3-4 m.dir. Surlar üzerinde yuvarlak, dörtgen, beşgen, altıgen şekillerinde 82 burç yapılmıştır. Bu surlar Dağ Kapısı (Harput Kapısı), Urfa Kapısı (Rum veya Halep Kapısı), Mardin Kapısı (Tell Kapısı) ve Yeni Kapı (Satt veya Dicle Kapısı) isimli dört ünlü kapısı bulunmaktadır. Bu kapılar daha çok Mezopotamya’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Diyarbakır’a giriş ve çıkışların kontrol altında tutulmasında önemli rol oynamıştır. XIX.yüzyılın başlarına kadar sur kapıları güneşin doğuşu ile açılır, güneşin batışı ile kapanırmış. Kapılar kapanınca kimse ne içeri girebiliyor nede dışarı çıkabiliyormuş. 1853 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gezgin H.Petermann’ın anılarında; güneş battıktan sonra Diyarbakır’a ulaştığı, kapıların kapalı olması nedeniyle sur dışında sabaha kadar beklemek zorunda kaldığını yazmıştır.

Diyarbakır

İki silindirik burcun arasında bulunan Dağ Kapısı’nın (Harput Kapısı) üzerinde Roma İmparatoru Valentininaus’un Latince, Bizans İmparatoru II.Teodosius’un Grekçe kitabelerinin yanı sıra Abbasi ve Mervani dönemlerine ait onarım kitabeleri yer almaktadır.Bu kapı iki katlı olup, alt katta Mervani döneminde yapılan bir mescit bulunmaktadır. Günümüzde Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılmaktadır.

Mardin Kapısı (Tell Kapısı) Halife Murtezid Billah’ın Diyarbakır’ı ele geçirmesinden sonra burasının asilerin barınağı olarak kullanılmasını önlemek amacı ile surların güney tarafını yıktırmıştır. Bu bölümde bulunan kapı üzerindeki kitabeye göre; 909-910 tarihlerinde Halife Muktedir Billah ve veziri Ali bin Muhammed’in yardımlarıyla, Cerceralı İshak oğlu Yahya’nın idaresinde Cemil oğlu Diyarbakırlı mühendis Ahmet tarafından onarılmıştır.

Surların doğusundaki Yeni Kapı (Dicle Kapısı) 1240-1241 tarihlerinde Bizans döneminde yapılmış, basık kemerli tek girişli bir kapıdır.

Diyarbakır

Surların batısında bulunan Urfa Kapısı (Rum Kapısı) üç girişli olup, V.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kapı üzerindeki bir kitabeden Artuklu döneminde Sultan Mehmet tarafından onarıldığı ve üzerinde insan ve hayvan figürlerinin bulunduğu demir kapı kanatlarının buraya eklendiği öğrenilmiştir. Bu kapı diğerlerinden daha farklı ve büyük olup, ortadaki kapı Osmanlı döneminde Saltanat veya Hümayun Kapısı olarak tanınmıştır. Osmanlı padişahları bu kapıdan sefere çıkar ve dönüşlerine kadar da kapının taşla örüldüğü söylenmektedir.

Yedi Kardeş, Evli Beden, Nur, Keçi, Kral Kızı ve Akrep burçları en ünlü kale burçlarıdır. Bu burçların üzerinde çeşitli kabartmalar, hayvan figürleri ve kitabeler başta olmak üzere çeşitli bezemeler bulunmaktadır. Roma ve Bizans dönemine ait yazıt ve figürler daha çok Dağ Kapı’da, Abbasi dönemine ait yazıtlar Dağ Kapı ile Mardin Kapı’da bulunmaktadır. Abbasi dönemine ait kitabelerden birisinde Anadolu’nun bilinen ilk mühendislerinden söz edilmektedir: “Allah adıyla başlarım. Müslümanların emiri imam Cafer el-Muktedir Billah’ın emriyle Cercera’lı İshak oğlu Yahya’nın yönetiminde ve mühendis Cemil oğlu Amid’li Amhed’in gözetiminde yapıldı.”

Diyarbakır Mervaniler döneminde büyük bir onarım faaliyetine sahne olmuştur. Surların pek çok yerinde de Mervanilerin kitabelerine rastlanmaktadır. Bugün sanat galerisi olarak kullanılan Mervanilerin yapmış olduğu mescit’te şunlar yazılıdır: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allaha ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve Allah’tan başkasından kokmayanlar doldurur.”

Diyarbakır

Büyük Selçuklular Dönemi’nden günümüze gelebilen kitabeler daha çok Nur Burcu’nda görülmektedir. Artuklu kitabeleri daha çok Yedi Kardeş, Evli Beden, Urfa Kapı ve İçkale’de görülmektedir. Bu kitabelerin birinde de şöyle denilmektedir: “Yapılmasını efendimiz, bilgin, adil ve mücahid kral, muzaffer ve güçlü insan, dinin ve dünyanın yardımcısı, İslam’ın ve Müslümanların sultanı Sultan Melik Salih emretmiştir.”

Diyarbakır Surları Eyyübiler döneminde büyük bir onarım görmüştür. Bugün “Hindibaba Kapısı” ile “Dağ Kapı” arasında kalan burç ve bedenlerde Eyyübi’lere ait kitabelere rastlanmaktadır. Bunlardan birisinde; “Eyyüpoğlu Ebubekir’in yükseklikler sahibi Sultan Melik Kamiloğlu, Müslümanların ve İslamın Padişahı, din ve dünyanın yıldızı Ebu’l-fet Eyüp Melik Salih Sultan Efendimiz aziz olsun.” Yazılıdır.

Diyarbakır surlarını daha da gösterişli ve görkemli yapan figürlerin büyük bir kısmı Selçuklu ve Artuklu dönemlerine aittir. Bu figürlerin çoğunda Şamanizm’in etkisi görülmekte olup, Orta Asya sanatı ile İslam sanatı burada bir karışım halindedir.

Diyarbakır

Sur duvarları arasında bulunan 82 burçtan çoğu yuvarlaktır. Bazıları da 6 veya 4 köşelidir. Şehrin Dicle vadisine bakan ve savunması daha kolay olan cephelerindeki burçlar daha çok 4 köşeli ve seyrektir. Dağ Kapı isle Urfa Kapısı arasında kalan ve saldırıya açık olan bölgedeki burçlar daha sık ve yuvarlaktır. Ayrıca bunlar takviye duvarları ile daha da sağlamlaştırılmış olup, Artuklu döneminde buraya eklenen burçlar büyüklük ve taş bezeme yönü ile de diğerlerinden ayrılmaktadır.

Burçlar genellikle iki katlı, bazıları da üç veya dört katlıdır. Bunların alt katları depo ve ambar olarak, üst katları da savunma amaçlı kullanılmıştır.

Evlibeden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu surların güneyinde yer almakta olup, 1208 yılında Artuklu hükümdarı Melik Salih adına Mimar Caferoğlu İbrahim tarafından yapılmıştır. Silindirik yapısı, onu çevreleyen kitabesi, çift başlı kartal, kanatlı aslan kabartmalarıyla oldukça görkemli olan Ulu Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu plan ve bezeme yönünden birbirine benzemektedirler. Bu burçlarla ilgili bir de efsane vardır:

Diyarbakır

Bu efsaneye göre devrin hükümdarı bir yarışma düzenlemiş ve bu burçların bulunduğu yerde planlarını da kendisinin çizdiği, çok sağlam ve çok yüksek iki ayrı burç yapılmasını istemiştir. Diyarbakır’da bu işi başarabilecek iki kişi varmış. Bunlardan biri usta, diğeri de onun kalfası imiş. Ustanın dileği ustalığını bir kez daha göstermek; kalfanınki ise ustasını geçmekmiş. Usta Yedi Kardeş’ler Burcu’nu, kalfa da Evli Beden Burcu’nu yapmıştır. Burçların yapımı tamamlanınca hükümdar kalfanın burcunu daha çok beğenmiş, buna çok üzülen usta da kendini burçlardan aşağıya atmıştır.

Diğer bir efsaneye göre ise, düşmanlar Diyarbakır’ı kuşatmış, günler süren çatışmalardan sonra yedi kardeşin savunduğu burç dışında tüm kent düşmüştür. Kenti kuşatan kral anlaşmak için kardeşlere bir elçi yollamıştır. Yedi kardeş elçiye teslim olma koşullarını şöyle iletmişlerdir; Burcu teslim almaya kral ve komutanlar gelecek ve teslim olduklarında yedi kardeşin canları bağışlanacaktır. Kral kardeşlerin koşullarını kabul etmiş ve komutanlarıyla birlikte burca girmiştir. Ancak onlar içeri girer girmez yedi kardeş barut deposunu havaya uçurmuşlardır. Patlamayla birlikte kral, komutanları ve yedi kardeş ölmüş, şehir de kurtulmuştur.

Mardin Kapısı’nın doğusunda, yontulmuş kaya kütlesinin üzerinde yer alan Keçi Burcu surların en eski ve en büyük burcudur. Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen bu burcun üzerinde, 1223 yılında Mervanoğlu tarafından onarıldığını belirten bir kitabe bulunmaktadır. On bir kemerli bu burcun bir dönem mabet olarak kullanıldığı sanılmaktadır.

Diyarbakır

Yedi Kardeş Burcu’na bitişik olan Nur Burcu Selçuklu döneminin en güzel eserlerinden biridir. Bu burç, 1268 yılında Selçuklu Hükümdarı Melik Şah tarafından yaptırılmıştır. Duvarlarında kabartma halinde koşan at, aslan, geyik ve kadın figürleri işlenmiştir. Ayrıca burada İslam ikonografisinde ender görülen “çıplak kadın” kabartmasının işlenmiş oluşu dikkat çekicidir.

Diyarbakır surları birçok kuşatmalarda, istilalarda tarih boyunca önemli rol oynamıştır. 1930’lu yıllarda Diyarbakır’ın hava alabilmesi için bu surların yıkılması yönünde bir görüş ortaya atılmış ve şehir valisi bu surları birkaç yerden yıkmaya çalışmışsa da 1932 yılında buraya gelen Prof.Dr.Albert Gabriel ve şehir aydınlarının çabaları sonucunda bu yıkım engellenmiştir.
XX.yüzyılın ikinci yarısından sonra Diyarbakır nüfusunun sur içerisinden dışarıya taşması ile Diyarbakır’ın tarihi ve mimari dokusu yozlaşırken bundan en çok da surlar ile sur içerisindeki evler ve sokaklar etkilenmiştir. Özellikle surların Mardin Kapısı ile Urfa Kapısı arasında kalan dış bölümleri, Mardin Kapısı ile İçkale arasındaki bölümler tahribata uğramış ve bu bölgeler gecekondu yapılanması ile karşı karşıya kalmıştır.

Günümüzde Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve Çekül Vakfı’nın imzaladığı bir protokol ile “koruma projesi” hazırlanmıştır.


Diyarbakır Kalesi

Diyarbakır

Diyarbakır Kalesi’nin hangi tarihte yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Dicle Nehri’nin 100 m. kadar yükseğindeki Fis Kayası, İçkale’nin ilk yerleşme yeri olduğu düşünülebilir. Ayrıca bu bölgede Huriler zamanında da bir kale yapıldığı sanılmaktadır. MS.349’da Roma imparatoru II.Constanius bu kalenin etrafını surlarla çevirmiştir.

Diyarbakır Kalesi, Dışkale ve İçkale olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Diyarbakır’da hüküm süren devletler bu kaleyi onarmıştır. Bu bakımdan kalede her dönemin izlerine rastlanmaktadır.

Diyarbakır

Dışkale’nin kuzeydoğu köşesinde İçkale bulunmaktadır. Bu kale de surlarla çevrilmiştir. İçkale içerisinde Virantepe denilen yerde surlarla çevrili bir bölüm daha bulunmaktadır. Virantepe’de yapılan kazılar XIII.yüzyılda Artukoğulları döneminde bir saray yapıldığını ortaya çıkarmıştır. İçkale Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1524-1526 yıllarında genişletilmiş, on altı burç ile iki kapı eklenmiş ve surlarla çevrilmiştir. Bu kalenin fethi Oğrun, Saray ve Küpeli isimli kapıları Diyarbakır şehrine açılmaktadır.


Çermik Kalesi (Çermik)

Diyarbakır

Diyarbakır, Çermik ilçesinin batısındaki bir tepe üzerinde kale kalıntıları bulunmaktadır. Bu kalenin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Ancak, Osmanlılar burayı ele geçirdikleri zaman yörede yaşayan halkın büyük çoğunluğu bu kalede idi. Çermik’in fethinden sonra halk burasını terk ederek ovaya inmiştir.

Çermik Kalesi Osmanlı fethi sırasında top ateşleri ile yıkılmış ve yeniden onarılmasına da gerek görülmemiştir. Kale, yüksek ve oldukça kayalık bir yerde olup, kalenin içerisinden Sinek Çayı’na kayaların oyulması sureti ile 150-170 m. uzunluğunda bir yer altı geçiti yapılmıştır.

Günümüzde harap halde olan kalenin kitabesi bulunamamıştır. Yalnızca İçkale’nin kapısı birkaç sarnıç, dört su kuyusu ve bir de eski bir kiliseye ait duvar kalıntısı dikkati çekmektedir. Kale içerisinde Berber Dükkanı diye isimlendirilen, kayalara oyulmak sureti ile 3.00x4.50 m. ölçüsünde bir mekan ortaya çıkarılmıştır. Bu mekanın yüksekliği 1.55 m. olup, kuzey, güney ve batısında oturma yerleri bulunmaktadır. Kalede çok sayıda ok uçlarının bulunması yerleşimin oldukça eski yıllara kadar indiğinin kanıtıdır.


Eğil Kalesi (Eğil)

Diyarbakır

Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde, Dicle Vadisinin kıyısında bulunan kale, yöredeki en eski kalelerden birisidir. Ancak ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemekle beraber, MÖ.VII.yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır.

Kale tek parça büyük bir kayanın üzerine yapılmıştır. Kalenin bulunduğu kayanın etekleri ve yanları yontulmuş ve böylece daha dik bir konuma getirilmiştir. Günümüze yalnızca surların kalıntıları, sur içerisindeki bazı yapıların temelleri ve sarnıçlar gelebilmiştir. Kalenin batısındaki bir kaya üzerinde de Asur hükümdarlarına ait yazılı bir stel bulunmuştur. Burada Asur hükümdarlarına ait kaya mezarları da bulunmaktadır. Ayrıca kaleden Dicle Nehri’ne inen, kayaların oyulması ile yapılmış merdivenli bir de yolu vardır.


Silvan Kalesi (Silvan)

Diyarbakır

Diyarbakır, Silvan ilçesinde bulunan bu kalenin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber MÖ.77 yılında Büyük Tigrat Krallığı zamanında yapıldığı, sonraki yıllarda da Bizanslılar tarafından yeni eklerle kale genişletilmiş ve onarılmıştır. Hamdaniler, Mervaniler döneminde kaleye yeni burçlar ve sur duvarları eklenmiş, böylece daha korunaklı bir duruma getirilmiştir.

Kale yörede bulunan kalker taşından yapılmıştır. İçkale kareye yakın planlı olup, bunun dışında dış ve iç surlarla çevrelenmiştir. Kale 25 m. aralıklarla 50 burçla sağlamlaştırılmış ve dört yöne de dört kapı açılmıştır. Kale kapılarında bezemeli kitabeler bulunmakta olup, bunlar Eyyubilerden Melik Eşref zamanından kalmıştır. Ayrıca kalenin diğer kapılarında da Melik Kamil, Selahattin Eyyubi, Melik Evhad, Artukoğulları ve Mervanoğullarına ait çeşitli kitabeler de bulunmaktadır. Sonraki devirlerde kale içerisine Ulu Cami eklenmiştir.


Antak Kalesi (Lice)

Diyarbakır, Lice ilçe merkezinin 15 km. güneydoğusunda Kayacık ve Kabak Kaya Köyü’nde bulunan Antak Kalesi’nin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber kalenin Roma döneminden kaldığı ve 532 yılında Bizans imparatoru I.Iustinianus tarafından onarıldığı sanılmaktadır. Ebu Abdullah Muhammed bin Ömerü’l Vakadi’nin yazmış olduğu kitapta bu kalenin hicretin 17.yılında, VII.yüzyılda Diyarbakır bölgesini ele geçirmek isteyen Iyaz bin Ganem ve Halid bin Velid tarafından Diyarbakır’ın fethinden hemen sonra Arapların eline geçtiğini yazmaktadır.

Kalenin ismi farklı kaynaklara değişik isimlerle geçmiştir. Eski Arap kaynaklarında Hetax, Silvanlı tarihçi İbnü’l-Ezrak da Hatak olarak bu kaleden söz etmişlerdir. Bununla beraber bir çok kaynakta da Atak olarak geçmiştir. Burada bulunan Entak şehri Mervaniler ve Artukoğulları döneminde (X.-XIII.yüzyıl) önemli bir yerleşim yeri idi. Yavuz Sultan selim’in Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra kale Osmanlıların eline geçmiştir. Evliya Çelebi bu kaleden “Kale nehir kenarında yüksek bir tepe üzerinde, dört köşe taş yapılı güzel bir kaledir” diye söz etmiştir.

Kaleden günümüze yalnız temelleri gelebilmiştir. Kalenin üzerinde yıkık bir cami kalıntısı bulunmaktadır. Güneyinde de Ak Kilise isimli bir kilise kalıntısı vardır.


Zülkarneyn Kalesi (Çeper Kalesi) (Lice)

Diyarbakır, Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan bu kale dağların ovalara açıldığı dar bir geçidin ortasındadır. Ovaya hakim bir konumdadır. Halk arasında bu kaleye Çeper, Şeter kalesi gibi isimler de verilmiştir. İskender-i Zülkarneyn’in buradan geçtiği ve bu kalede misafir edildiği, bundan ötürü de bu kaleye Zülkarneyn Kalesi isminin verildiği yöre halkı tarafından söylenmektedir. Bununla birlikte kalenin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Büyük olasılıkla MÖ.VI.yüzyılda bölgeye hakim olan Persler tarafından kurulduğu sanılmaktadır.

Kale surlarının büyük bir bölümü yıkılmış, günümüze ancak sur temelleri, surlara ait üç burç kalıntısı gelebilmiştir. Kalenin çevresindeki köyler bu kalenin taşlarını sökerek kullanmışlardır. Bu da kalenin harap olmasını hızlandırmıştır.

Evliya Çelebi bu kaleden söz etmiştir: “Makdisi tarihine göre meşhur İskender-i Zülkarneyn buradaki hayat suyunu içince iyileşmiş ve boynuzları düşmüş. Bunun üzerine 315 gün içinde bu kale tamamlanmıştır. Burç ve kuleleri büyük taşlarla yapılmış olup beşgen şeklindedir.”

kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
28 Ekim 2006       Mesaj #13
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
DİYARBAKIR ÇEŞMELERİ

Diyarbakır’da irili ufaklı çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hamravat Kemeri ile şehre su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler çoğalmıştır. Evliya Çelebi de şehrin sularının Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini karşıladığını belirtmiştir. Bu sulardan ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş, ayrıca evlerin içerisindeki avlularda havuzlar, selsebiller ve su depoları yapılmıştır.1290 tarihli Diyarbekir Vilayeti Salnamesi şehirde 130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır.

Diyarbakır çeşmeleri kendi başlarına bağımsız olanlar ile herhangi bir yapının duvarına yapıştırılmış veya bir yapının cephesine yerleştirilmiş çeşmeler olarak iki ayrı gurupta toplanmışlardır.


İçkale Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır

Diyarbakır’da İçkale’de bulunan, halk arasında Arslanlı Çeşme olarak tanınan bu çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Çeşmenin musluk yerinde bir arslan başı vardır ve sular buradan akmaktadır. Büyük olasılıkla bu arslan başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık konulmuştur. Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır.


Hatun Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır’da Mardin Kapısı çıkışında bulunan bu çeşmeye halk arasında Hatun Çeşmesi veya Hatun Kastalı denilmektedir. Bu çeşmenin de ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

Kesme kare taştan yapılan çeşme üç yönlüdür. Her bölüm sivri kemerli ayna taşı, musluk ve yalaktan meydana gelmiştir. Çeşmenin batıya yönelik kısmı düzdür. Doğu cephesinde ise büyük bir kemer bulunmaktadır. İç kısmında üç beyaz taş kullanılmıştır. Burada bulunan iki satırlık kitabe oldukça bozulmuş, bu yüzden de okunamamıştır. Kuzey ve güney yönündeki bölümleri oldukça dar olup buradaki dar bir oluktan su akmakta,üzerini de bir niş kapatmaktadır. Çeşmelerden her üçünün önünde birer yalak bulunmaktadır.


Zinciriye Medresesi Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Zinciriye Medresesi’nin ön cephesinde bulunan bu çeşme kesme kaştan yapılmıştır. Ayna taşa yalak ve musluğun bulunduğu kısım yuvarlak bir kemer içerisine alınmıştır. Bu çeşmenin Zinciriye Medresesi ile birlikte XII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.


Örfizade Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir.


Ömer Şeddad Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Mardin kapısı içerisinde, Ömer Şeddad Camisi’nin önünde yer alan çeşme geniş bir kemerle sınırlandırılmıştır. Bu çeşmenin içerisinde üç niş bulunmaktadır. Bunların üzerindeki kitabe bozulduğundan tam olarak okunamamıştır.


Arbedaş Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı’nda, Saray kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan Süleyman zamanında l531 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır.

Hanım Çeşmesi (Çermik)
Diyarbakır Çermik ilçesi Saray Mahallesi’nde bulunan çeşmenin kitabesi kırıldığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla XII.yüzyıldan kaldığı sanılan bu çeşme sivri kemerli, aynalı ve yalak taşlı olup, günümüze harap bir halde gelmiştir.


Ali Dede Çeşmesi (Çermik)
Diyarbakır Çermik ilçesi Çukur Mahallesi’nde bulunan bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Günümüzde çukura gömülmüş olan bu çeşmenin çok eski yıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Çeşme beyaz mermerden olup, sivri kemerlidir.


Süt Çeşmesi (Çermik)
Diyarbakır Çermik ilçesinin güneybatısındaki bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak yapısından eski tarihlere kadar indiği sanılmaktadır. Halk arasında yaygın bir inanışa göre bu çeşmeden su içen loğusa kadınların sütü çoğalırmış. Bu yüzden de çeşmeye Süt Çeşmesi ismi verilmiştir.


Bandeler Çeşmesi (Çermik)
Diyarbakır, Çermik ilçesi Çukur Mahallesi, Bandeler Sokağı’nda bulunan bu çeşme XVIII.yüzyıldan kalmıştır. Çeşme üzerinde 27x48 cm. ölçüsündeki mermer üzerine nesih yazılı 1768 tarihli kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin üzerine 35x48 cm. ölçüsünde 1904 yılında onarıldığını gösteren bir onarım kitabesi konulmuştur:
“Bu hayrat-ı mücelle civar merhum Becan’dır. İcabet Hazreti Zat-i Cenabi Kibriya’nındır. Sene 1322 (1904) Bandizade.”

Çeşmenin mermerden sivri kemerli, ayna taşlı ve yalağı bulunmaktadır.
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
2 Kasım 2006       Mesaj #14
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
TARİHİ DİYARBAKIR HAMAMLARI


Diyarbakır’ın eski tarihinden söz eden kaynaklar, vilayet salnameleri ve gezginlerin yazılarından öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da hamamların büyük yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Şehrin hemen her mahallesinde hamamlar bulunuyordu.

Osmanlı döneminde salgın hastalıkları önlemek ve bu kentte yaşayanları korumak amacı ile kente gelen yabancılar zorunlu olarak hamamlara sokuluyor, ondan sora da şehre girmelerine izin veriliyordu. Bu nedenle de Diyarbakır surlarında kente girişi sağlayan dört kapının yakınında hamamlar bulunuyordu. Ancak bu hamamların çoğu zamanla ilgisizlikten, açılan yollar nedeni ile yıkılmış ve şehirde hamam sayısı azalmıştır. Yıkılan hamamlardan Mirza Hamamı XV.yüzyılda Akkoyunlular zamanında yapılmış ve I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Yeni Kapı Hamamı ise 1882’de yıkılmıştır. Maristan Hamamı Gazi İlkokulu’nun yapımı sırasında ortadan kalkmıştır. İçkale’deki Kale Hamamı, Sinek Pazarı’ndaki Alaaddin hamamı da zamanla ortadan kalkmıştır. Muallak Mahallesi’ndeki Domat Hamamı da I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Dilaver paşa Hamamı, Hüseyin Efendi Hamamı, Bekir Paşa Hamamı, Cadde Hamamı da yakın tarihlerde çeşitli nedenlerle ortadan kalkan hamamlar arasındadır. Bunun yanı sıra XVI.yüzyılda yapılmış Cimşid Bey Hamamı 1863 tarihli İpekoğlu Hamamı da çeşitli amaçlarla kullanılmış ve işlevini kaybetmiştir.


Ali Paşa Hamamı (Merkez)

Ali Paşa’nın yaptırmış olduğu cami ve medresenin yanı sıra 1534 yılında onlara bir de hamam eklemiştir. Bu hamamın da cami ve medrese ile birlikte Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze oldukça harap bir durumda gelebilmiştir.


Melek Ahmet Paşa Hamamı (Merkez)

Diyarbakır Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu hamamı Melek Ahmet Paşa tarafından1564 yılında yapımına başlanmış, 1567 yılında da tamamlanmıştır.


Behram Paşa Hamamı (Merkez)

Behram Paşa tarafından 1564 yılında yaptırılan bu hamamdan Evliya Çelebi de söz etmiştir.


Çardaklı Hamam (Merkez)

Diyarbakır İbrahim Bey Mahallesi’nde bulunan bu hamamı Hüsrev Paşa camisi ile birlikte 1521-1528 yılları arasında yaptırmıştır.


Vahap Ağa Hamamı (Merkez)

Diyarbakır’dan Dağ Kapısı’na giden yolun solunda bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Soğukluk, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelen bir hamam olup, özellikle halvet kısmı haçvari bir plan göstermektedir.


Deve Hamamı (Merkez)

Diyarbakır Mardin kapısı yakınında, cadde üzerindedir. Bu hamamın da yapım tarihi ve banisi belli değildir. Büyüklüğünden dolayı halk arasında Deve Hamamı olarak tanınmaktadır.


Kadı Hamamı (Merkez)

Diyarbakır Sefa Camisi’nin yakınında bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Evliya Çelebi bu hamamın isminin Eşbek olduğunu yazmıştır.


Küçük Hamam (Merkez)

Melek Ahmet Paşa Camisi’ne bitişik olan bu hamamın da yapım tarihi belli değildir. Oldukça küçük ölçüde bir hamamdır. Soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiş ve üzeri kubbe ile örtülmüştür.


Saray Hamamı (Çermik)

Diyarbakır çermik ilçesinde bulunan bu hamamın kitabesi günümüze ulaşamadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan XVI.-XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Bu hamam haç biçimli, dört eyvanlı, köşe hücreli hamamlar plan gurubundandır. Oldukça büyük ölçüde yapılan bu hamam soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden oluşmuş, her bölümün üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülmüştür.


Çüngüş Hamamı (Çüngüş)

Diyarbakır Çüngüş ilçesinde eğimli bir arazide yapılmış olan bu hamamın da kitabesi günüme gelememiştir. Mimari üslubundan XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Hamam, dört eyvanlı haç biçimli ve köşe hücreli hamamlar gurubundandır. Yakın tarihlerde içerisindeki eyvanlardan biri ile köşe hücrelerinden ikisi kaldırılmış, halvet bölümü daha büyütülmüştür. Hamamın üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülüdür

----------------------------------------


BASINDA DİYARBAKIR


Paris kadar romantik

Mezopotamya topraklarında, siyah bazalt surların içinde 5000 yıllık tarihin sahibi ‘’Kadim’’ kent Diyarbekir... Benim için, sevgililerin vazgeçemediği Paris kadar romantik. Bunun ötesinde, yaşanmışlığın verdiği bir ağırbaşlılık içinde, daha iyi bir geleceğin özlemini çekenlerin kenti artık.

Binlerce yıl boyunca, yaklaşık 30 medeniyetin sığındığı olağanüstü surlar, kitabeleri, kabartmaları ve süslemeleriyle, daha çok bir sanat eserini andırıyor. Dünyada benzerine kolay rastlanmayan bir özellik bu. Diyarbakır’ın ayakta kalabilmiş evleri de etkileyici. Lebeni Diyarbekir Evi (Cevatpaşa Mah. Yardımcı Sok. No: 4, ) bunlardan biri. Eski gazeteci Mehdi Tanaman’ın, misafirleriyle yakından ilgilendiği bu 400 yıllık Diyarbakır evi, atmosferi, otantik odaları ve sahibinin renkli kişiliğiyle, kentin ruhunu en iyi yansıtan restoranlardan. Yemekler leziz; sac tava, kaburga dolması, 28 çeşit malzemeden yapılan bulgur pilavı, yoğurt çorbası, fırın güveç, içli köfte...

Mehdi Bey’in annesinden öğrendiği, fincanıyla birlikte közde pişen kahve ve dondurmalı irmik de enfes. Sevgililer Günü’nde, Mehdi Bey misafirlerine, keman eşliğinde, elma ağacından yapılmış fıçılarda yıllandırılmış Ermeni şarabı ikram edecek. Ayrıca yine eski bir Diyarbakır evi olan, gençliğin ve sosyal hayatın nabzının attığı Dicle Fırat Kültür Sanat Merkezi’nde (08.00- 22.00 arası açık. Sin Camii arkası, ) başka yerde kolay kolay rastlayamayacağınız dengbejleri tüm doğallığı içinde dinleyebilirsiniz.

Reyan Tuvi - Hürriyet
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
4 Kasım 2006       Mesaj #15
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
DİYARBAKIR NAMAZGâHI

Diyarbakır Mardin Kapısı dışında mezarlıkların arkasındaki, Şeyh Muhammet Düzlüğü’nde bulunan Namazgahı Mahmut Paşa yaptırmıştır. Mihrabın üzerindeki l859-l860 tarihli kitabeden Mahmut Paşa’nın bu namazgahı Gülşeni tarikatından Şeyh Muhammet Amid-i anısına yaptırdığı öğrenilmektedir. Namazgahın kitabesini Şair Sa’id tarih düşürmüştür.

Son yılarda yeniden onarılan namazgah siyah-beyaz taşlardan yapılmıştır. Günümüzde onarım sonrası yalnızca siyah renkli taşlar kullanılmıştır. Güneydeki kısım dışında namazgahın üç tarafı 0.80 m. yüksekliğinde duvarla çevrilmiştir. Kuzeydeki giriş kapsından namazgahın içerisine girilmektedir. Güney duvarına bitişik taş bir minber ve ona çok yakın olarak da mihrap bulunmaktadır. Mihrabın üzerinde kitabesi bulunmaktadır.

Orijinalliğinden uzaklaşmamış olan namazgahın üzerinde bezeme bulunmamaktadır.
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
9 Kasım 2006       Mesaj #16
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
SURLARIN BÜYÜK BURÇLARI

Evli Beden Burcu (Ulu Beden Burcu):
Artuklu Melik Salih tarafından 1208 yılında Mimar ibrahim’e yaptırılmıştır.


Yedi Kardeş Burcu:
Artukoğlu Melik Salih adına 1208 yılında Mimar İbrahim’in oğlu mimar Yahya’ya yaptırılmıştır. Burcun üzerinde Selçukluların simgesi olan çift başlı kartal ile iki arslan kabartması, bunların altında da burcun yazıtı vardır.


Keçi Burcu (Kiçi Burcu):
Mardin Kapısının doğusundadır. Diyarbakır surlarının üzerindeki en eski, en büyük


Taş işçiliği

Diyarbakır surları, taş’ın bir büyük sanat eseri haline getiriliği muhteşem bir
abidedir. O, taş üzerindeki süsleme ve bezemelerle güzelliğin zirvesine çıkmış estetik bir abidedir. Taş işçiliğindeki sanatkarane ustalık, bugün Tarih ve Medeniyetinin önemi ile kültür ve sanatımızın sahip olduğu engin ve zengin değerlerimizi tartışmasız kabul edilir duruma getirmiştir. Bu duvarüstü taş işlemeciliğin bir büyük plastik sanat eseri haline getirmek ancak büyük bir sanat ruhuna sahip olmakla mümkündür. Bu Güzel sanat eserleri, bir kaç bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ince işlenmiş " Altın taş " niteliği ile; eşsiz birer güzel sanatlar abideleri olacaktır. Diyarbakır surlarının Duvarlarım birer canlı sanat müzesi haline getirenler, acaba dünya sanat ve medeniyeti için başvurulacak birer kaynak eser niteliğini taşıyacaklarını, biliyorlar mıydı?

Süslemeciliği
Diyarbakır surlarının taş işçiliğini bir büyük sanat haline getiren önemli özelliklerinden biri de " Taş Süslemeciliğidir ". Kendi döneminin, yaşadığı ortamı ve kullandığı eşyayı göze en hoş gelecek şekilde süslemek, onu sanat anlayışı ile biçimlendirmek, Diyarbakır surları taş ustalarının, sorumluluğun ötesinde; doğal bir tutkuları olduğunu göstermektedir. Onbir ve onikinci yüzyıl Selçuklularının kendine öz kavramları, ilhanlıların parlak ve atak sanat ibdaları, Timurluların ince ve zarif sanat görüşleri, Memlükların, Celayirlerin, Muzafferilerin, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerin ve nihayet Safevilerin süsleme sanatlarında gösterdikleri başarılı buluşlar, Türk Süslemesinin oluşmasında büyük rol oynadığı kesin olarak kabul edilebilir. İşte o dönemin Taş ustaları, süslemeleri ile taşı taş olmaktan çıkarıp bir büyük sanat eseri haline getirmeleri, Diyarbakır surlarını bir Güzel Sanatlar Galerisine dönüştürmüştür. Diyarbakır surlarındaki Süslemeciliğin tarihsel süreç içerisinde kendi geleneksel yorumlarına sıkı sıkıya bağlı kalarak surların kültür ve sanat dünyasında seçkin bir yer almasına neden olmuştur.

Kufi Kitabeler
Bin yıllara dayanan tarihi özelliği ile Küfî yazışı Diyarbakır surlarının duvarlarına bir başka biçimde özellik ve önem kazandırmıştır. Bu yazı ile taş, Tarihsel bir belge olmanın ötesinde plastik olgunluğun doruğuna çıkarak surlara bir yücelik kazandırmıştır. Türk sanatının her sahasında en iyi bir biçimde değerlendirilen hat sanatı taş üzerine yazılması yanında mimariye de hayat vermiştir. Bu taşlar üzerinde yer alan Küfî yazısı ile yazılmış kitabeler insanı maddi alemden mana aleminin sonsuz derinliklerine götürmektedir. Bitkisel bezemelerle bir arada şekillendirilen Küfî yazısı; bir taraftan tarihin "zaman tünelinden" geçerek günümüz insanına belge niteliği ile bilgi ulaştırırken, bir taraftan da güzelliğin esintileri ile ruhun derinliklerine işlemektedir. İnsan bu Tarihi manzara karşısında kendisinden geçmektedir. Kitabeler hemen hemen Diyarbakır surlarının önemli bir yüzünü çevre sarmaktadır.

Bitkisel Motifler
Sanat, milletlerin kültür ve zevklerini açıklayan, toplulukların geleneklerini, duygularını yansıtan bir kavram olduğuna göre bitkisel motifler "Taş Süsleme Sanatlarında " ne denli bir mucize olduğu, Diyarbakır surlarının duvarlarında görülür. Kendi devirlerini oluğu kadar kendi devirlerinin sonraki devirlerin de estetik değerlerini yönlendiren Diyarbakır surlarındaki Bitkisel motifli taş süsleme sanatı; Mazinin derinliklerinden gelen sır dolu esintilerini günümüz insanın ulaştırdığı gibi geleceğe de götürecektir. Bitkisel motifler yarı natüralistik, yarı stilize bir üslup ile çalışmıştır. Çeşit çeşit çiçeklerin yepyeni stilizasyonla Taş üstünde biçim bulduğu surlar sanki tarihi bir çiçek bahçesine dönüşmüştür. Bu bitkisel motifler dekorasyon sanatının ilk örnekleri olarak gösterilebilir.

Hayvansal Figürler
Diyarbakır surlarının en önemli özelliklerinden bir de, taş süslemeleri arasında hayvan figürlerinin yer almış olmasıdır. Hayvan figürlerinden oluşan kompozisyonlar bitkisel motifli Küfî kitabelerle yan yana yer almaktadır. Surları oluşturan taşların üzerine yerleştirilmiş ilginç kabartma hayvan figürleri görmek mümkündür.

Diyarbakır Surlarındaki Hayvan Figürlerinin Plastik Analizi


Diyarbakır Surları Yedi Kardeş Burcu Üzerindeki Hayvan Figürleri

Diyarbakır surlarının önemli ünitelerinden biri Yedi Kardeşler Burcudur. Artuklu dönemi eseridir. (1183-1232) Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). Mimarı İbrahim oğlu Yahya’dır.

Yedi Kardeşler burcuna bakıldığında Bütünü kapsayan bir yüzeysel estetiğin sağlanmış olduğu görülür. Zeminden burcun zirvesine kadar hemen yüzeyin hemen her karesinde mimar ve uygulayıcıların estetik bir endişe taşıyarak form-inşada bulundukları gözlenir. Kitabeyi oluşturan kaligrafik istiflerden tutun da, alan boşluklarını dolduran hayvan figürlerinin yerleştirilmesine kadar sanat dili ili ile “espas”a yani dengeli boşluklar bırakılmasına özen gösterilmiştir.

Yedi Kardeşler burcunun yüzeyini hemen hemen iki eşit parçaya bölecek şekilde yerleştirilen bir şerit kaligrafik kitabe geniş taş yüzeyi üzerinde bir oya işlemesi gibi yer almıştır. Kitabenin başlangıç kısmının her iki tarafına simetrik olarak ejder başlı kuyruklara sahip aslan figürleri yerleştirmiştir. Burcun Sol-sağ tarafındaki Aslan figürleri kitabenin bulundu şerit üzerinde dış kabartma tarzında işlenmiştir. Hayvan figürleri burç yüzeyi üzerine, sağdan ve soldan dengeli boşluklar bırakılarak kompozisyon düzenli bir biçimde yerleştirilmiştir. Bu özellik Resim sanatının temeli olan desen çalışmalarında da hassasiyetle üzerinde durulan konulardan biridir. Konu için ayılan alanın yerli yerince değerlendirilmesi resim sanatının temel amaçlarından biridir. Konu gözü rahatsız edecek derecede küçük boyutlu olmadığı gibi kontur çizgisi dışına da taşmamalıdır. Aslan figürlerinde de bu plastik denge ideal bir biçimde uygulanmıştır. Aslan figürleri izleyiciye bir mesaj vermesi yanında iyi estetik değerleri de üzerinde taşımaktadır. Bu üslup bir yerde yazılarla benzeşen bir üslup olsa gerek. Kitabelerle Hayvan figürleri biçimsel farklılıklara rağmen öz’de birbirleri ile örtüşmektedirler. Yazılar ile hayvansal figürler aynı yüzey üzerinde birlerine kontrast düşmemektedirler. Bunun yanında rölyef biçiminde uygulanmış aslan ve çift başlı kartal figürlerin plastik olgunluğa sahip olması, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım bilgisine sahip olduğunu göstermektedir.

Her iki aslan figürünün orta yerinde ise çift başlı kartal figürü bulunmaktadır. Aslan figürleri kimi tarihçilere göre mücadele, güç ve üstünlük sembolü olarak yorumlanmıştır. Buradaki aslan figürlerinin kullanılma nedeni de; bulunduğu yerin koruyuculuğu ve kollayıcılığı sembolize edebilir. İki aslan figürünün ortasında yer alan çift başlı kartal figürü ise; tarihte gelmiş geçmiş Türk İslam devletlerinin ve Selçuklular’ın simgesi olarak kullanılmıştır. Yedi Kardeşler Burcu üzerinde yer alan tüm bu hayvansal figürler ilginç stlizasyona uğratılarak biçimlendirilmişlerdir.


Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sağ Tarafında Yer Alan Arslan Figürü

Aslan figürünün genel biçimsel yapısına bakılırsa; güçlü bir stilizasyon görülür. Bazalt taşının sert olma özelliğine rağmen bu aslan rölyefindeki stilizasyon şaşırtıcı şekilde uygulanmış ve plastik açıdan başarı ile sonuçlandırılmıştır. Aslan figürü hareket ve dinamizm mesajı yüklü bir anlayışla yapılmıştır. Sanatçısının olayı iyi gözlemlemediğini göstermektedir. Figür yüzeyde poz veriyormuş edasıyla durgun bir halde “biblo” görünümündedir. Kabartma derecelendirme yapılırsa; 0,1, 2, 3, 4, 5 aşamalı olarak tanımlanabilir. Sıfır noktası, burcun düz yüzeyi olurken, burun bölümü aslan rölyefinin en yüksek alanıdır. Güzler burun kısmının her iki tarafında Uygur resimlerinde yer alan figürlerdeki gibi çekik gözlüdür. Göğüs bölümüne bir zırh yerleştirilmiş gibi ek kabartma yer almıştır. Aslan figürünün, Askerlik deyimi ile başı dik göğsü ilerdedir. Ön ve arka ayaklar genel anatomik yapıya aykırı bir duruşla kıvrılmışlar, bu durum ya stilizasyonun sonucu ya da sanatçısının gözlem eksikliğinden kaynaklanabilir. Aslanın kuyruğu ejder başı olarak yapılmıştır.


Yedi Kardeşler Burcu’nun (İzleyene Göre) Sol Tarafında Yer Alan Arslan Figürü

Burada yer alan aslan figürü diğerinin simetrik biçimi olarak uygulanmıştır. Baş genel olarak gövdeye oranla daha büyüktür. Her ikisinde de perdahlanmış bir taş işçiliği yer almaktadır.


Çift Başlı Kartal Motifi

Yedi Kardeşler Burcu’nun ön yüzünde, besmele-i şerife’nin yer aldığı kitabenin üzerinde bulunan çift başlı kartal motifi, aslan figürlerinin bir anlamda simetrik olarak ikiye bölmüştür. Burcun ortalarında yer alan kartal motifinin üst bölümündeki friz biçimindeki kabartma şeritler ile bir anlamda kitabe, aslan ve kartal motifleri taçlandırılmıştır. Çift başlı kartal motifi simetrik olarak uygulanmıştır. Kanatlarda beş sembolik telek uygulanmıştır. Kartal figüründeki baş, kanat ve pençelerdeki stilizasyon uygulamasına bakılırsa, sanatçısının iyi bir gözlem, tasarım ve uygulayım gücüne sahip olduğu görülür. Tüm bunlar göstermektedir ki; Güzel sanatlar, Hangi zaman ve mekanda olursa olsun, birey ve toplum olarak, bizzat insanın kendine yönelişi, kendi ruh yapısını ortaya koymasını, kendi dert, çile, ızdırap, özlem ve mutluluklarını dile getirmesini temin ederken, bir taraftan da insana ümit, cesaret, şevk ve dayanma gücünü telkin eder.


Evli Beden Burcu

Evli Beden Burcu, Ulu Beden veya Ben-u Sen Burcu olarak da bilinir. Artuklu dönemi eseridir. (1183- 1232). Melik-el Salih ebu’l-feth Mahmut zamanında yapılmıştır (1208). mimarı Cafer oğlu İbrahim’dir. Burçta toplam 6 aslan motifi rölyefi vardır ve Avrasya hayvan motifleri üslubunu yansıtırlar. Başlarında taç bulunan kanatlı aslan figürlerinin kuyrukları ejder başlı olarak işlenmiştir. Üslup olarak Yedi Kardeşler Burcu ile belirgin özellikler taşır. Evli Beden burcunda da Aslan ve çift başlı kartal motifleri yer almıştır. Bu burçtaki taş işçiliğine bakılırsa bir adım daha önde ince süslemelere girilmiştir. Bu çift başlı kartal motifindeki kanatlarda simgesel altışar adet telek (Kanat tüyü) kullanılmıştır. Evli Beden burcunun ön yüzünde (izleyene göre) sol alt köşede yer alan ve dışa dönük aslan motifi rölyefi dereceli olarak çukur halde işlenmiş yatay dikdörtgen içine alınmıştır. Burç yüzeyinde yer alan tüm aslan motifi rölyefleri ciddi anlamda aşınmış ya da tahrip olmuştur. İnsanlar Çift başlı kartal sembolünü sevmişler; Selçuklu Devleti, Diyarbakır Belediyesi, Dicle Üniversitesi ve diğer bir çok sivil kuruluşlar bu motifi birer amblem olarak kullanmışlardır. Kitabe kuşağının sol başında kanatlı, Ejder başlı kuyruklu aslan motifi rölyefi, görüntüsü ile dinamik bir imaj hissi uyandırmaktadır. Aslan figürü dikdörtgen şeklinde bir taş yüzeyi üzerine işlenmiştir. Kompozisyonun yüzey üzerine dengeli bir biçimde yerleştirildiği söylenebilir. Bununla beraber figürün ejder başlı kuyruğu çerçeve dışına taşırılmıştır. Aslan başı’nın insan başını çağrıştırmış olması, Mısır piramitlerinin önünde yer alan insan başlı aslan heykelleri olan “sfenksleri” hatırlatmaktadır. Güneş doğarken nasıl ilk olarak, dağların tepelerini, daha sonra yüksek binaların damlarını aydınlatıyor ve en sonra, yeryüzünün düzlüklerine ve alçak yerlerine ışınlarını yaymaya başlıyorsa; güzel sanatların yaydığı ışıklar da tıpkı güneş gibi yayılır ve ilkönce yüksek seciyeli, sayıları pekaz olan aydın kişilerin ruhlarını ve kafalarını aydınlatır. Evli Beden burcunun üst kısmında yer alan konsollar form inşa bağlamında çok zarif taş işçiliğinin uygulandığı bir alan örneğidir.


Nur Burcu

Selçuklu dönemi eseridir. (1085-1183). Melikşah zamanında yapılmıştır.(1089). Mimarı Selami oğlu Urfalı Muhammed’dir. Kufi (Nebati) yazı ile yazılmış kitabesi ve çeşitli hayvan figürleriyle en zengin burçtur. Kitabe arasında yer alan uzun boynuzlu keçi motifi rölyefi dikkat çekici estetik değerdedir. Yine kitabe arasında yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş dört nala koşan at motifi rölyefleri bu dönem heykel sanatında perspektif ve anatomide ne kadar bilgi, gözlem, beceri ve yetenek konusunda bize net belge sunmuşlardır. Kitabenin sol kenarında yer alan güvercin motifi rölyefinin kanatlarındaki beşli telek, yedi kardeşler burcundaki çift başlı kartalın telekleri ile aynı sayıda olması dikkat çekicidir. Hemen alt tarafında yer alan bağdaş kurmuş bir şekilde oturan kısa saçlı, eli ile ayaklarının tutan çıplak kadın rölyefi ise hangi amaçla yapıldığı konusunda fikir yürütmek zordur. Kitabenin sağ tarafında da soldakinin simetrisi olarak uygulanmış kanatları açık ancak bunda altı telek görünen güvercin motifi rölyefinin altında da çıplak kadın motifi yer almaktadır. Ancak antik çağ eserlerinde; çıplak kadın heykelleri-örneğin: Kibele, Bolluk ve bereket tanrısı sembolü olarak kullanılmıştır. Nur burcunda yer alan kitabenin sağ köşesindeki aslan motifi daha belirgin stilizasyona uğratılmış olması yanında sevinç veren bir gülümseme imajı kayda değer bir özelliktir. Nur burcunun sol yüzünde yer alan ancak türü belli olmayan bir yırtıcı kuş, aynı şekilde türü belli olmayan avını parçalamasını konu edinen bir rölyef, büyük ihtimalle mücadele ve güç gösterisini simgelemiştir. Bazı sanat tarihçileri, Alta mira ve Lascaux Mağara resimlerini, hasımına karşı bir üstün gelme tasviri olarak betimledikleri biçiminde yorum getirmektedirler. Buradaki kuş ve avı konusu da bu anlayıştan kaynaklanabilir. Bu olgunun önemli yanı; düşünce duyguların mukim kale duvarlarına bile olsa resimsel bir anlayışla ifade edilmiş olmasıdır.


Selçuklu Burcu

Melikşah dönemi eseridir. Nur Burcu benzeridir. Kufi yazı ile yazılmıştır (1088). Evli Beden Burcu’nun kuzeyindedir. Kitabe üzerinde yer alan simetrik olarak yerleştirilmiş keçi motifi rölyefinde uygulanan uzun boynuzların stilize edilmiş parçalı bölümleri yüzeyin başka bölümlerinde de uygulandığı görülmüştür. Kitabenin sol köşesinde yer alan aslan motifi rölyefinin stilizasyonu olmakla beraber miken sanatında olduğu gibi zarafet açısından daha az özen gösterildiği yorumu yapılabilir. Güvercin olabileceği yorumu yapılabilecek olan kuş figürü rölyefi yine kitabenin arasında yer almaktadır.


Dağkapı Burcu

Diyarbakır’da hüküm sürmüş devletlerin hemen tümü, kentin en önemli bölümlerinden olan Dağ kapı burcunun iç ve dış duvarlarına çeşitli işaretler, kitabeler ve armalar koydurmuşlardır. Dağ kapı burcunun çeşitli yerlerinde değişik hayvansal, bitkisel ve motiflerinin rölyefleri yer alır. Bitkisel motiflerin içinde üzüm ve yaprak şekilleri bulunur. Dağ kapı harput kapı olarak da bilinir. Kitabe ve rölyef yönünden en zengin kısımıdır. Yanında Mervani dönemine ait mescit vardır. Kapı civarındaki rölyeflerin çoğu çeşitli zamanlarda yapılan onarımlar sırasında rastgele yerleştirilmiştir. Bunlardan biri Bizans döneminden kalma kitabe parçasıdır. Dağ kapı burcunda yer alan ilginç işlemeli demir kapı eskiden beri sürekli nöbetçiler tarafından akşamları güneşin batışı ile kapanır, doğuşu ile açılırdı. Abbasilere ait güvercin, hayvan ve bitki motiflerindeki stilizasyon alabildiğine naif ve spontane bir biçimde yapılmış oldukları dikkati çekmektedir. Öyle ki bazı hayvan motiflerindeki aşırı naiflik, rölyefin hangi hayvan türüne ait oluğuna dair yorumu zorlaştırmaktadır.

Dünün sanatı geçmişin aynasıdır. Bu günün sanatı da geleceğe en geçerli tarihi belgelerdir. Gelecek çağın insanları bizim bugünkü toplumuzda neler olup bittiğini, bu toplumun başından neler geçtiğini nasıl öğrenecekler?.. Bundan yüz sene sonraki insanlarımıza, bu günleri bizzat yaşamayan evlâtlarımıza her anı başlı başına bir olay olan bu enterasan yüzyılı nasıl ulaştıracağız?.. İşte bu mesajı gelecek nesillere iletebilecek yegane köPage Rankü sanattır.

Bir toplum yüce değerlere, güzel sanatlara sahip çıkarak ulaşabilir veya diğer bir ifade ile, güzel sanatları benimseyen toplumlar ulvî özelliklere sahip olabilir. Her bir güzel sanat eseri toplumsal otobiyografidir. Bir toplum ortaya koyduğu veya sahip çıkıp koruduğu güzel sanat eserinin niteliğine göre, kendi otobiyografisini okuyabilir. Meselâ; denilebilir ki, Diyarbakır’da yaşayan toplumların otobiyografilerini Diyarbakır’daki eserlerden okuyabiliriz. Diyarbakır Surları, Ulu Camii, Nebî Camii, Hz. Süleyman Camii, Behram Paşa Camii, Melik Ahmet Paşa Camii, Zinciriye Medresesi, Mesudiye Medresesi, Hatuniye Medresesi, içkale Artuklu Sarayı, Malabadi KöPage Ranküsü, Haburman KöPage Ranküsü, Mervânlı Kitâbesi gibi sanat eserleri sanki kulağımıza yüzyıllar ötesinden birfleyler fısıldıyor.

kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
10 Kasım 2006       Mesaj #17
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
TARİH

İlk köy yerleşmesi DİYARBAKIR-Çayönü


İlk şehir yerleşmesi KONYA-çatalhöyük




DİYARBAKIR-ÇAYÖNÜ


Diyarbakır ili, Ergani ilçesi, Sesverenpınar Köyü, Hilar Kayalıkları yakınlarnda bulunan Çayönü Tepesi, günümüzden 9500 yıl önce M.Ö. 7500 yıllarında kurulmuş, aralıksız olarak M.Ö. 5000 yılına kadar yerleşim görmüş, daha sonra da aralıklarla iskan edilmiştir. Yerleşme bilim dünyasındaki ününü "Esas Çayönü Evresi" olarak bilinen M.Ö. 7500-6500 yılları arasındaki bin yıllık döneme. ait olan kalıntı ve buluntuları ile sağlamıştır. Bu dönem uygarlık tarihinin en önemli araştırmalarından birini, belki de en önemlisini yansıtmaktadır. Günümüzdeki kent uygarlığının ilk temellerinin atıldığı bu dönem, insanların göçebelikten köy yaşantısına, avcı ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri "Neolitik Devrim" olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomist ve insan-doğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği Kültür Tarihi ile ilgili buluşlarla birçok "ilki" de içeren canlı ve ilginç bir dönemdir.

Çayönü tepesinde 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversiteleri tarafından başlatılan çalışmalar günümüze kadar değişik uluslar ve bilim dallarından çok sayıda ummanın katılımıyla sürmüştür. Bu çalışmaların sonunda yakın doğunun bilinen en iyi korunmuş ve en eski büyük yerleşme yerlerinden biri ortaya çıkarılmıştır.
Son düzenleyen kamyon; 10 Kasım 2006 02:12 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
12 Kasım 2006       Mesaj #18
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
DİYARBAKIR'IN İLÇELERİ


1-BİSMİL
2-ÇINAR
3-ÇERMİK
4-ÇÜNGÜŞ
5-DİCLE
6-EĞİL
7-ERGANİ
8-HANİ
9-HAZRO
10-KOCAKÖY
11-KULP
12-LİCE
13-SİLVAN

BİSMİL



İlçe Basmıl Kabilesi adı altında, Urfa ve şimdiki Arak Mezopotamya yöresinden gelenler tarafından kurulmuştur.Bismil’de çıkan eski mezar taşları 250-400 yıllıktır. Halkının önemli bir kısmı da Türkmendir. Bunların bir kısmının Konya ve bir kısmının da Musul tarafından geldikleri söylenir.Önceleri köy durumunda olan Bismil, bir ara nahiye olmuş, Mermer ve Akpınar da buraya bağlanmıştı.Sonra bu teşkilat dağıtılarak adı Şark olarak belirlenen bu nahiye merkezden idare olunmuştur. 1926 yılında yapılan idari bölünmede Şark nahiyesi’nin merkezi bu kez Seyithasan Köyü olmuş ve bu köy buraya bağlanmış, 1936 yılında da Bismil Diyarbakır’ın altıncı ilçesi olmuştur.

Bismil Diyarbakır’ın önemli tahıl merkezlerindendir. Hem kara hem demiryolu bağlantısı. Dicle nehri ,ilçe tarımının hayat kaynağıdır

Turizm:İlçe yeni kurulduğu için burada herhangi bir tarihi anıt bulunmamaktadır.Ancak Türkmen Hacı Köyü’nde Kabasakal, Sarısakal ve Yedi Kızlar Türbeleri Koği Tepe, Saladum ve Matar Köylerinde bulunan höyükler incelenmeye değer enteresan yerlerdir.

Ayrıca Bismil’de eskiden dört zyaret vardır: Develi,Kaypi,Karababa ve Ali Zyareti Sittioğlu Ziyareti Demirhan Köyündedir.

Kurtuluş,Fatih,Bozkurt,Akpınar,Altok,Dicle,Şentepe,Esentepe mahallelrinden oluşan Bismil’in merkeze olan uzaklığı 52 km’dir. İlçeye beğlı 105 köy, 90 mezra vardır.Tepe beldesi olarak 1 belde Yukarısalat olarakta 1 nahiyesi vardır.



ÇINAR


Eski adı Hanak pınar, daha sonra Akpınar olan bu ilçemiz Diyarbakır’a yakındır. Diyarbakır-Mardin karayolu bu ilçenin içinden geçer. Yakın zamana dek küçücük bir köy olan bu ilçe merkezi giderek büyümüş ve önemli bir yerleşim merkezi kimliğine kavuşmak üzeredir. Çevresindeki geniş ovalarla ilin tahıl ambarı durumunda olan Çınar; göksu ırmağı yanındaki mesire yeri, şifalı Hızır Suyu, Pir İbrahim Mağarası, Kale-i Zerzevan ve Mir Hıdır Kaleleri’yle bu önemini dahada artırıyor.
Halk tarım ve hayvancılık yapar. Diyarbakır’a çok yakın olması ürünün değerlendirilmesini de kolaylaştırmaktadır.

COĞRAFİ KONUMU :

Coğrafi yapı bakımından Çınar; iki bülüme ayrılır. Doğusu düz ve geniş bir ovalık, batısı ise dağlık ve engebeli arazilerden oluşur. Diyarbakır’a 32 kilometre uzaklıkta olup, deniz seviyesindeki yüksekliği 660 metre, yüzölçümü ise 1952 kilometrekaredir. Çınar, kuzeybatıdan Diyarbakır il merkezi, batıdan Urfa’nın Siverek ilçesi, güney ve güneybatıdan Mardin ilnin Mazıdağıve Derik ilçeleriyle, doğudan Mardin’in Savur ilçesi ve il’e bağlı Bismil ilçesi ile komşudur. Kikan adıyla tanınan çok gen,iş ve verimli bir ovaya sahip olan ilçede kışın kabarıp yazın kuruyan derelerden ayrı olarak önemli sayılabilecek akarsulardan Göksu Çayı vardır. Durgun su kaynakları olarak Ortaören ve Bozçalı köyü yakınındaki Beşpınar göletlerinden başka doğal olanları yoktur.

TARİHÇESİ :

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin, özellikle Diyarbakır’ın tarihi incelendiğinde, buna koşut olarak ilçenin de bir çok eski uygarlıklara yerleşim merkezi olduğu görülecektir. Yer isimlerine göre tarih belirtme gerekirse, bunu kanıtlayacak köy ve yerleşim merkezi kalıntılarına rastlanır.

İlçeye bağlı Hur-hurik (Sırımkesen köyü) ile bu kötün batısına düşen ne Beneklitaş köyüne doğru geçit veren BESTAHURİYAN (Huriler Deresi) M.Ö. hüküm süren Hurri Devleti’nin bir yerleşim merkezi olduğu sanılıyor. Keza Asurlular zamanında TOŞHAN-TOŞHANA adıyla anılan bir şehir olduğuda biliniyor. Bu şehrin, ilçenin kuzeydoğusunda yer alan Altınakar köyü civarındaki Tavşantepe adı verilen bir höyük olduğu sanılıyor. Ayrıca ilçenin güneydoğusu ile doğusunu kaplayan KİKAN ovasının da adını asur krallarından KİKİA’nın adından aldığı tahmin edilmektedir. Bunlardan başka Karacadağ’ın güney tarafı MAHAL MİTANAN (yani Mitanaların yeri veya yurdu) adını taşır ki, halk arasında Mahal Metina diye söylenir. Buradan hareketle bu yörenin de Mitannilere ait bir yerleşim merkezi olduğu söylenebilir.

Tarihi süreç içinde Bölgemize Asurlular’dan sonra sırasıyla İskitler, Medler, Persler, Makedonyalı Büyük İskender, Selevkovlar, Romalılar ve Bizanslılar egemen olmuşlardır.

Hz. Ömer döneminde İlçe, İslam egemenliğine girmiş olup, Selçuklu Sultanı “Berkyaruk” zamanında Selçuklu hakimiyetine girmiştir.

Cumhuriyet döneminde Çınar, 1937 yılına kadar Diyarbakır-Mardin karayolu üzerinde bulunan şirin bir köy olma özelliğini koruyor. 23 Haziran 1937 yılında 3223 sayılı yasa ile ilçe haline dönüştürülüyor. Bu tarihe kadar Akpınar ve Hanakpınar olarak anılan yerleşim merkezi 1937 yılından sonra Çınar oluyor.

İlçemizin geçmişini simgeleyen belli başlı tarihi eserler; Piribrahim Mağarası, Kele-i Zerzevan ve Hıdır kalesi ile Güzelşeyh Kasrıdır.

Cumhuriyet, Fatih, Gazi, Yeşil, Eski vee Yeni mahalle olmak üzere 6 mahalleden ibarettir. Ayrıca ilçeye bağlı 75 köy, 82 mezra, 1 belde ve 9 adet kom vardır.



ÇERMİK


Diyarbakır’ın kuzeybatısında bulunan Çermik, kaplıcaları ile tanınmış ünü tüm yurda yayılmış, güzel ve yemyeşil bir ilçemizdir. Dünyanın her tarafından insanlar şifa bulmak için bu kaplıcalara gelirler. İlçe de adını buradan almaktadır.(Çermik:Kaplıca)
İlçe su bakımından çok zengindir.Göz ve sinek suları kasabanın topraklarını sular. İlçenin eski kalesi, AdaeddinCamii,Abdullah Paşa Medresesi, Haburman Köprüsü,efsanevi Gelin Dağı, Seyfullah Bey Hamamı ve Ali Dede çeşmesi ilk anda görülmesi gereken tarihi yerlerden birkaçıdır.Ayrıca bağ ve bahçelerinin seyrinede doyum olmaz.

İlçe merkezi ve çevresi çok engebelidir.Deniz’den yüksekliği 710 metreyi bulur.Halkı hayvancılık ve tarımla geçinir. Burada pamuk ve pirinç de yetişmektedir.Badem, yaş-kuru üzüm ;kıl,yağ önemli geçim kaynaklarındandır. İlçede 200 dolayında dokuma tezgahı bulunmaktadır.

Çermik önce Akkoyunlu Devleti’nin elinde bulunmuş, bu devlete uzun zaman bağlı kaldıktan sonra, Safeviler tarafından işgal edilmiştir. 1436 yılı Aralık ayının sonuna kadar, Safeviler’in kükmü altında bulunan kasaba, bu tarihten itibaren Osman Oğulları tarafından zaptedilmiş ve idaresi ABDULAKDİR OĞULLARI / MİRDASİ BEYLERİ hanedanlığına irsi beylik şeklinde verilmiştir.

İlçenin Safevilerin elinden alınmasında, çarpışan Osman Oğulları’nın kumandanı ve Kamah’ın ilk Osmanlı hakimi, Karaç’ın oğlu “AHMET BEY’İN” emeğinin çok olduğu, hatta kendisi tarafından zaptedildiği “KIRZI OĞLU” tarafından teyit edilmiştir. Osmanlılar’ın, Çermik kasabasını işgalinden sonra kasabanın idaresi daima Osmanlılar’a bağlı olarak devam etmiştir. Yine tarihi vesikalardan öğrenildiğine göre; kasabanın son beylerinin “PİR ALİ BEY ile ŞAH ALİ BEY” kardeşler olduğu tespit edilmiştir.

Tepe çukur, Saray, Kale Mahallesi olamak üzere 4 mahalleden ibarettir. Ayrıca 70 köy, 37 mezra, 1 kasaba bulunmaktadır. Merkez ilçeye olan uzaklığı 92 kilometredir.



ÇÜNGÜŞ


İlimizin en yeni ilçelerinden olan Çüngüş, dağlar arasına sıkışmış, bu tanımıyla “ekmeğini taştan çıkaran” bir ilçemizdir. Şehrin tarihi çok eskidir. Çüngüş önceleri elazığ’a bağlı iken 1934’de Diyarbakır’a bağlanmış ve 1953’de de ilçe olmuştur. Halkı son derece çalışkan, konuksever ve yaratıcı olmakla tanınmıştır. O denli çalışkanlar ve çalışmayı öyle severlerki, artık Atasözü durumuna gelen şöyle bir tanımlama oluşmuştur:

“Çüngüş’ün topalı Bağdat’a gider.”

Gerçekten ülkenin her yanında bu çalışkan insanları bir şeyler yaparken, birşeyler yaratırken görmek mümkündür.

Son zamanlarda yapılan Karakaya Barajı, Fırat’la birlikte bu ilçemize daha bir canlılık kazandırmıştır.

KOMŞULARI :

Doğusunda Diyarbakır ilinin Çermik, kuzeyinde Elazığ ilinin Madsen ve Sivrice, batısında Malatya ilinin Pötürge ilçesi ve Fırat nehri, güneyinde ise Fırat nehri ve Adıyaman ilinin Gerger ilçesi ile çevrelenmiştir. 489 kilometrekarelik bir alan üzerindeki ilçenin denizden yüksekliği 1149 metredir.

COĞRAFİ DURUMU :

Çüngüş ilçesi Diyarbakır ilinin kuzeybatısında 38 derece, 13 dakika duğu boylamı ve 39 derece, 17 dakika kuzey pareleli arasıonda yer alır. Güney-Doğu Toros Dağları’nın güney eteğinde, Fırat nehrine karışan Çüngüş Çayı üzerinde yer alan Hendek Vadisi’nde kurulmuştur.

Etrafı dağlarla çevrili olan Çüngüş’te, Karaoğlan dağ sıraları dikkat çeker.Zarga ve Püsküllü Dağları ise önemli yükseltileri oluşturur. En yüksek yere Karaoğlan Dağları’na ulaşır ve bu yükseklik 2200 metreyi bulur. Bu durum Fırat kenarında 550 metreye kadar düşer. İlçe toprakları 2. ve 3. derece deprem kuşakları içinde kalmaktadır.

İlçenin en önemli akarsuyu olan Çüngüş Çayı,Çüngüş Dağları’ndan doğar ve Fırat’a akar. Yer yer meşe ve ardıç ormanları ve çalılıklar doğal bir bitki yapısını oluşturur.

Tarihçesi

Dağlık olması,verimli topraklarının olmaması ve ulaşım zoluğu gibi nedenler Çüngüş’te yerleşim tarihinin eskilere gitmediğini vurgulamaktadır. Yörede ilk belirtilere göre 1040 yılında yöreye Türkmen boyları tarafından yapılan akınlar sırasında görülmeye başlamıştır.Özellikle 1071 den sonra bu akımlar daha da yoğunlaşmıtır. 1085 Tarihinde Büyük Selçukluların hakimiyeti altına giren Çüngüş 1183 yılında Artukluların eline geçmiş ve Hindistan’a giden İpek Yolu güvenlik altına alınmıştır.

Yöre Yavuz Sultan Selim zamanında Mısır Seferi sırasında Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına girmiştir. 1596 yılında ilçeye atanan Mehmet Ali Paşa zamanında ilçe büyük gelişmeler kaydetmiştir. Dağınıklığı ortadan kaldırarak toplu bir şehir görüntüsü vermiştir.

Tarih öncesine ait eserlerden çok yeni ve yakın çağa ait eserlerin bulunduğu Çüngüş ilçe merkezindeki eserler şunlardır:

Tek Kale:Merkezdeki Cam-i Kebir Mahallesindedir. İlçe içinden geçen çayın kenarından yükselen 150 metre yüksekliğindeki bir kaya üzerine kurulmuştur. Çevre ile bağlantısı eskiden asma köprü tarafından sağlanan bu kalenin günümüzde sadece su sarnıçları kalmıştır.

Kilise ve Manastır: İlçe girişinin sağında yer alan manastır, 500 metrekarelik bir alana kurulmuştur. 15.yüzyıldan günümüze yıkıntı halinde bir ana bina ile eklentiler kalmıştır. Birbiri ile bağlantısı iki kompleks görünümündedir.Tepe mahallesinde ve 12 metre yükseklikteki bir yapı olan kilise ise aynı şekilde iki ayrı yapıdan meydana gelmiştir.

Köprü: Hindistan’a uzanan İpek Yolu üzerinde olması nedeniyle ulaşım konusunda çeşitli yapıların bulunduğu Çüngüş’te kalan tek köprüdür. 1603 yılında Kapı Kıran Mehmet Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır.Artuklular zamanından kalan köprü, Arnavutlardan kalan tek gözlü körüler tarzındadır.

Ali Bey Camii: Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra 1757 tarihinde aynı soydan gelenlerce mimarisi ilave edilmiştir.

Yukarı Camii:Zeynep Hatun tarafınadan 1880 yılında yaptırılmıştır. Cami-i Kebir Camii’nin ise kiliseden camiye dönüştürüldüğü görülmektedir.

Çüngüş Hamamı:Daha önce Kral Kızı’nın odası olduğu iddia edilen yere Mehmet Ali Paşa ahvadından olanlarca 17.yüzyılda yaptırılmıştır. Haç biçimi, dört eyvanlı ve köşe hücreli hamamlar planındandır.Ne varki eyvanlardan biri ile köşe hücrelerinden ikisi kaldırılarak sıcaklık havlet kısmı küçülmüştür.

Merkezin ilçeye uzaklığı 117 kilometredir. Camiisuk,Camiikebir ve Karşıyaka mahallelerinden oluşan ilçeye, ayrıca 37 köy ,32 mezra bağlıdır.



DİCLE


Büyük tarihi zenginliğe sahip olan Dicle ilçemizde kaleler, köprüler, eski mezralar ve mağaralar önemli tarih göstergeleridir.Yakın zamana dek Piran olarak tanınan ve halen de bu adı çok sık kullanılan ilçemiz bir ara resmi olarak Eğil adını almış, halkın benimsemediği bu isim daha sonra yeniden eski sahibine verilmiş ve ilçemiz kendi adını almıştır.
İlçede Dıbni Köyü’ndeki han,köprü, ve Şemsi’lere ait kilise, Ekrek yakınındaki Oyukkaya mezarları, Bırdınç Köprüsü, Kral Kızı Taşı ve aynı kaya üzerindeki Efsane mezar ilk akla gelen yerleridir.

Coğrafi Konumu:Merkeze 92 km uzaklıktadır. 975 kilometrekarelik bir alana yayılmış olan ilçe toğraklarının büyük bir bölümü dağlık ve ormanlıktır. Ovalar ise dağlar arasına yerleşmiş küçük parçalar halindedir. İlçe’nin deniz seviyesinden yüksekliği 970 metredir. Arazinin %30 u meşe ağaçları ile kaplı ve ormanlık yüzünden Diyarbakır’ın diğer ilçelerine göre daha fazla yağmur almaktadır.

Tarihçesi:

Dicle ilçesinin tarihi üzerinde henüz bir araştırma yapılmamakla birlikte buranın asırlardan bu yana meskun olduğuna işaret eden tarihi eserlere gerek merkezde gerekse köylerde sık sık rastlanmaktadır. İlçe merkezinde 1960 yılında yapılan bir kazıda, üzerine üzüm motifleri işlenmiş büyük taşlardan yapılmış sütun başlıkları, eski mezarlar bulunmuştur. Bunlardan başka ilçe merkezinin dayandığı tepelerin üzerinde, yamaçlarında ve bazı köylerinde halen muntazam oda şeklini koruyan mağaraların bulunması tarihi yerleşimi ispatlayıcı örneklerdir.

Ekonomik Durum:

Dicle’de sadece tarıma dayalı bir un fabrikasının dahi bulunmaması yüzünden ekonomik faaliyet gelişmemiştir.Merkezdeki ticarethaneler halkın alış-verişini karşılayacak ve ihtiyacını giderecek malları pazarlamaktan yoksundur.Ziraat makinelerinin tamir edildiği atelyeler, küçük birer aile ,işletmeleridir.Halk kendi ihtiyaçlarının dışındaki üretimin az bir kısmını ilçe merkezinde, büyük miktarını ise komşu ilçe olan Ergani’de pazarlamaktadır.İşyerlerinin olamaması nedeniyle çalışma hayatı gelişmemiştir.Bu yüzden çalışabilir durumdaki yetişkinler Diyarbakır ve Adana başta olmak üzere büyük illere gitmektedir.

Bağlarbaşı,Çelebi,Yeşiltepe,27Mayıs Mahallesi olmak üzere 4 mahalleden ibarettir.Kaygusuz Beldesine bağlı Umut Mahallesi de vardır.Ayrıca ilçeye bağlı 1 belde ve 35 köyde bulunmaktadır.



EĞİL


Köklü ve zengin bir geçmişe sahip olan Eğil ilçesi tarih içinde de önemli bir yer işkal etmiştir. Asur Kalesi’nin adından çıkarılabileceği gibi Asurllular’ın da ötesine uzanan bir geçmişi vardır. O kale ki kalıntıları bile turistleri büyülemeye yetebiliyor. Bunun yanında Asur Hükümdarlarına ait mezarla, Harun-i Esfa, Hazreti Hellak, Hazreti İlyas, Zülkifil Peygamber ve Hazreti Harun mezarları ilçe toprakları içindedir.
Tarihçesi:

Eğil M.Ö. 2000 yıllarından beri önce Asurlulara ve daha sonra pek çok kavime yurtluk etmiştir. Yanları ve etekleri yontulup aşılmaz bir kayalık olan Eğil Kalesi’ne çivi yazılı Asur yazıtları ile kabartmalardan anlaşıldığına göre burası M.Ö.715-606 yılları arasında Romalılar tarafından ‘İngilene’ olarak anılıyor. Eğil 1515 yılında I.Selim ‘in bu bölgeyi ele geçirmesi ile Osmanlıların toprağı olmuştur.

Coğrafi Konumu:

İl merkezinin kuzeyinde, dağlık bir arazide kurulmuştur.Kuzeyinden Dicle Nehiri geçmekte ve Dicle ilçesi bulunmaktadır. Ayrıca Ergani,Hani, ve Hazro ile de komşudur. Yüzölçümü 450 kilometrekaredir. Merkeze uzaklığı 52km’dir.

Tarım ve Hayvancılık: İlçede her çeşit tahıl sebze, kavun,incir ve üzüm yetiştirilmektedir.Özellikle bağcılık oldukça gelişmiş olup, yaş üzüm bölgenin önemli bir ihtiyacını karşılamaktadır. Bağcılığın yanı sıra badem ve antepfıstığı yörenin önemli geçim kaynaklarındandır. Ayrıca Dicle Nehri’nde balıkçılık yapılmaktadır.

Eğil’de her tür kümes ,küçük ve büyükbaş hayvan yetiştirilmektedir. Ayrıca ilçede odunculuk ta uğraşılan bir başka meslek dalıdır.Hazro ve diğer yerlerden alınan ağaçlar burada kesilir ve Diyarbakır’a gönderilir.

Kale,Yenişehir,Gündoğuran,Dere ve Çarıkören ilçenin mahalleleridir.



ERGANİ


Ergani çok eski bir şehir olup kuruluş tarihi belli değildir. Yunus Peygamber’in kurduğu rivayet edilirse de bu söz esaslı bir kaynağa dayanmamaktadır. İlçeye 6km uzaklıkta bulunan Hilar şehri harabeleride yapılan bir kazıda M.Ö.7000 yılına varan kalıntılar çıkmıştır. Buna dayanarak Ergani’nin 9000 yıllık bir tarihi bulunduğunu söyleyebilriz. Tarihte bölgenin ilk yerleşim yeri olan Ergani ilk zamanlardan bu yana Akranya ,Erkenin,Erkanikana,Yanari,Zülkarneyn ,Arsania,Urhana,Aşat isimleri ile anılmıştır.
Yukarı mezopotamya’nın sayılı yerleşim birimlerinden biri de Ergani’dir. M.Ö.1220 tarihinde Büyük Eti İmparatorluğu dağılınca büyüklü küçüklü beyliklere ayrıldı. Asur Krallığı devrinde Ergani Asur devletine bağlı kendi başına egemen bir şehir olarak kalmıştır.

İslamiyet döneminde Halife Osman zamanında Ergani, Elcezire’nin merkezi haline getirilen Harran’a bağlandı. Kerbela olayından sonra bütün Elcezire gibi Ergani de Emevilere bağlandı. Osmanlılar döneminde uzun zaman sancak beyliği olan Ergani, 1846 yılında sancak beyliğinin Meden’e nakledilmesi üzerine nakliye merkezine dönüşmüştür.

Şimdi Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde bulunan ilçe, Dicle nehrinin sağ kıyısına 10 km uzaklıkta ve 1526 m yüksekliğinde bulunan yarı sönmüş volkanik Zülküfil Dağının, derin bir sel yatağına bakan güney doğu tarafı eteklerinde 955 m yükseklikte kurulmuştur.

Şehrin en üst kısmında Yüce Meryem adını taşıyan Kargir ve Kubbeli bir kilise vardır. Mucize yaratan eski bir mabed olduğu rivayet edilir.Bunun dışında Kızılca köyünde Enüş Peygamber Mezarı,Zülküfil Peygamber Makamı hala önemini koruyan tarihi yerlerdendir.

Halkının tarım,hayvancılık ve meyvecilik ile geçindiği Ergani’nin Kemaliye,Saray,Namık Kemal,Kemertaş,Şirinevler,Fevziçakmak,İsmetpaşa,Aziziye malleleri olmak üzere 8 mahallesi vardır.



HANİ


TARİHÇESİ :
Kuruluş tarihi çok eski olan Hani ilçesinin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmektedir. Hani ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. 8. Yüzyılda başlar. Urartu devleti ve Asurlular arasında önemli çatışmalara sahne olduğu bilinmektedir. Daha sonra Nirbi'lerin yerleşme merkezi olan Hani'nin tarihçesi Diyarbakır merkezinin tarihçesiyle koşut gitmiştir.1875'te Palo2ya bağlı bir bucak olan Hani, daha sonra Lice'ye bağlanmıştır.Hani'de Belediye 1878'de kurulmuştur.

GENEL DURUM :

M.Ö. 1280 yılında Asur Hükümdarı I. Salmanasar ile yaptıkları savaşta yenilerek dağılan Nirbi'lerin yerleşme merkezi olan Hani, Cumhuriyet döneminde Lice'ye bağlı bir ilçede idi. Daha sonra gelişerek ilçe oldu.

Denizden 1200 metre yüksekte, dağlık bir bölgede olan Hani, Artuklulardan kalma hatuniye Medresesi Aynı-Kebir Su Kaynağı, Yasin Minaresi ve Cafer-i Tayyar Yatırı ile tarihi bir zenginliğe sahiptir.

Hani dağlık bir bölgede kurulmuş olup, ilin küçük bir ilçesidir. Ancak Silvan'dan sonra nüfus yoğunluğu en çok olan bir ilçedir. Kilometrekareye 63 kişi düşer. Ayrıca 100 km'ye ortalama 4 köy düşer. Köyler ilçenin kuzeyindeki küçük ova çevresinde toplanmıştır.

Dışarıya sattığı en önemli ürünler tahıl, pamuk, yaş ve kuru meyveler ile birlikte ayrıca ilçeden her yıl kereste satışı yapılmaktadır.

Dicle Nehri Hani'ye 18 km. uzaklıktadır. Ayrıca nehirde bolca alabalık yetiştirilmektedir.

TURİSTİK YERLERİ:

Hatuniye MedresesiMsn Confusedancar Şahin ValidesiZeynep Hanım tarafından 13.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Ulu Camii:Kesin olarak tarihi bilinmemekle beraber bir Selçuklu eseri olup,15.yy. da yapıldığı sanılmaktadır.

Aynkeris Şifalı Suyu:İlçe merkezinden 2km. mesafededir,sarılık hastalığına iyi geldiği sanılmaktadır.Pekçok kişi ziyarete gelip yıkanmaktadır. Yıllık ziyaretçi sayısı 10.000 kişi dolayındadır.

Koki Çayı Mesiresi:İlçe merkezinden 8km. mesafededir.Burada kaynayan suda bol miktarda alabalık bulunur.Saniyede 6m3 su akmaktadır.

Aynkebir Havuzu:Aynkebir su havuzu Ulucami ile Hatuniye medresesi arasında bulunan büyük bir havuzdur.Bu su Hani Dağının eteklerinde kaynar ve 9 kemerli bentlerden çıkarak bir havuz oluşturur.havuza 7 gözden su akmaktadır.Akan su ile ilçenin tüm arazileri sulandırılmaktadır.Ayrıca su ile 8 adet su değirmeni çalıştırılmaktadır.M.Ö. 2000 yılında Hüriler tarafından yapılmıştır. Hani ilçesinin bağlı olduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 97 km dir.Merkez ,Çarşı,Derelli,Zirve mahallesi olmak üzere ilçe merkezi 4 mahalleden ibarettir.


devam edecek....
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
13 Kasım 2006       Mesaj #19
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
HAZRO

GENEL DURUM:

Silvan'ın kuzeybatısında ve yakın zamana kadar Silvan'ın bir bucağı olan Hazro ilçemiz son yıllarda giderek büyümektedir.Diyarbakır'la ilişkisini d.Bakır-Siirt şosesinden sağlar. İlçede Tercil Kalesi,Şahabuddun ve Şapur

Türbeleri ve Derebeyi Saray kalıntıları önemli tarihi zenginliklerdir.

Bu tarihi zenginliği yanında bölgenin taşkömür ihtiyacını karşılayan önemli bir kömür bölgesi vardır.İlçenin çevresinde zengin petrol,demir ve kükürt yatakları bulunuyor.

İlçenin köyleri daha çok ilçenin orta kesimindeki dağ eteklerinde toplanmıştır.İlçe merkezi engebeli bir alanda Uzuncaeski Dağı eteğinde kurulmuştur.Hazro belediyesi 1943'te kurulmuştur.

TARİHÇESİ:

Kuruluş tarihi çok eski olan Hazro'nun Asur tarihindeki adı "Hataro" idi. Daha sonra "Hacra " denilmeye başlanmıştır.Bugün "Hazro" şeklini almıştır.

İlçe sınırları içinde yer alan Tercil Kalesi bir zamanlar bölgenin en önemli yeriydi. Diyarbakır Bölgesi Osmanlı Devletine katıldığında Hazro,bu eyalete ait 24 sancaktan biriydi.1871 Diyarbekir Salnamesi'nde Hazro, Silvan'a bağlı bir bucak olarak görünüyordu.1945'te ilçe olan Hazro için Şemseddin Sami şunları yazmıştır:

"Diyarbakır İl Merkez Sancağı'nda, Silvan İlçesine bağlı bucak merkezi,80 köyü olan bir bucaktır."

Hazro Bucağı 1954'te ilçe olmuştur. Hazro ilçesinin bağlı bulunduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 72km. dir

İlçeye bağlı 24 köy ve 36 mezrası mevcut olup.nahiyesi yoktur



KOCAKÖY

Kocaköy'ün ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. Bunu doğrudan ya da dolaylı olarak anlayabileceğimiz bir araştırmadan da haberdar değiliz. Esasen civardaki bazı buluntulardan yörede Kalkolitik Çağdan beri meskun yerlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Pamukçay'ın seri Kaniyan/ Pınarlarbaşı "Karazlar Mağaraları" mevkiinde 60-70 hanelik bir mağara-köy kalıntısı, Kafiran ve Arduç kale/koruganları, Şaklat köyündeki kaya mezarları Anbar Vadisindeki haçar Köşkü, Kartalkaya ve Percere kralı mezarları, yine Anbar Vadisindeki oyma ahır, Karma Höyüğü, Aşağı Höyük, Anbar köyündeki Müslüman ve Kafir höyükleri, Til Tapan ve Çatepe Höyükleri, Anbardaki kabartma ve oyma şekiller, Kortık ören yerleri, selam Mağarası ve civarı, Kortık'taki bir Karain, bir beldibi olabilecek Uyuz Mağara, bu görüşümüzü destekleyen tarihi ören yerleri arasında sayılabilir. Ancak ne yazık ki; sayılan bu yerlerin hiç birinde en ufak bir resmi araştırma yapılmamıştır. Dolayısıyla buralar çok hızlı tabiat ve insan tahribatına açıktır.
Yörede Urartu, Hitit, Asur (Bırklyn Mağarası'ndaki Assur Banipal steli), Karduk, İskit, Med, Pers, Makedon, Selevkos ve Roma-Bizans hakimiyeti yaşanmıştır. Emevi döneminden sonra Müslüman arap, Malazgirt'ten sonra ise aralıksız Türk hakimiyetinde olan yörenin tarihi, müstakil ve ayrntılı olarak araştırılmadığından, genel tarihlerden takip edilebilecek bu dönemi burada uzatmak yersizdir.

Malazgirtten sonar Selçuklu, İlhanlı, Artuklu, Mervanlı, Kara Koyunlu, Celayirli, Akkoyunlu ve Safavi hakimiyetlerini yaşayan yöre, bir arada Timur İmparatorluğu'na bağlanmıştır. Nihayet 1514-1518 yılları arasında sürdürülen diplamasi ve antlaşmalarla Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır.

Kocaköy'ün 1860'larda Palu ilçesine bağlı büyükçe bir köy olduğu bir tapu senedinden anlaşılıyor.

I. Dünya savaşı ve Kurtuluş Savaşında 94 şehit veren kasabamız sonradan Lice ilçesine bağlanmıştır.1972 yılında Merkez ilçeye bağlanan, 6 Haziran 1976 tarihinde belediye teşkilatına kavuştu. 7 Eylül 19802de mahalle muhtarlıkları oluşruruldu. 12 Mart 1983'te elektriğe kavuştu. Bugün şehirler arası ve milletler arası tam otomatik telefon santraline sahip olan kasaba, 20 Mayıs 1990 tarihinden itibaren, diyarbakır ilinin 13. İlçesi olarak, hayatının en parlak dönemine girmiş bulunmaktadır.

Kocaköy ilçesi Diyarbakır şehir merkezinin kuzey-doğu'sunda olup, Diyarbakır-Bingöl karayolunun 65. kilometresinde kurulmuş bir yerleşim merkezidir. İlçe merkezinin; Kaya, Yenişehir, Şeyh şerafettin, Kokulupınar ve Şerifoğulları isminde 5 mahallesi mebcuttur.1977 yılında belediye teşkilatına kavuştu. 1990 tarihinde de ilçe Statüsüne geçerek tarihinin en parlak dönemine girdi. 264.000 metrekarelik bir alana sahiptir.

İlçeye 13 köy bağlı olup, bu köylerinde 15 mezrasu mevcuttur. Özekli beldesinin; Pider Baba ve Yunus Emre isminde 2 mahallesi vardır.


KULP

Kulp Diyarbakır'ın en uzak ilçesidir. Silvan'ın kuzeyinde yer alan bu ilçemiz kış aylarında uzun süre kar kar altında kalır. Volkanik ve birinci derecede deprem bölgesi olan sarp bir bölgede kurulan Kulp, eski bir yerleşim merkezidir. Ürettiği nefis ballarıyla tanınan Kulp, Kafrum Kalesi, Kanikan Mağaraları, Kale-i Ulya, Ciksi Kalesi, Büyük Kaya, İmamı Gazali Türbesi ve çok eski olduğu sanılan Bahemdan Köyü gibi eski eserleriyle de geniş bir tarihi zenginliğe sahiptir. Halk arıcılık, tarım ve hayvancılıkla geçinir.
TARİHÇESİ :

Çok eski bir ilçe merkezidir. 1540 tarihli tahrir defterinde Kulp'u Diyarbekir eyaletine bağlı 11 Ocaktan biri olarak görmekteyiz. Daha eskilerde Muş vilayetine bağlı kalmış, 1297 yılına dek Lice sancağına bağlı bir bucak iken, aynı yıl ilçe haline gelmiştir. Eski adı Pasur idi. "Pa" baş anlamındaydı. Pasur'un anlamı da Başkale olarak anlaşılıyor. Kulp adı ise mahalli söylentilere göre vaktiyle Kafrom Kalesi'nde oturup, bölgeye egemen olup "KULPO" isimli bir derebeyinden kalmadır.

Tarihin ilk çağlarında bu bölgeye Sümerler yerleşmiş, daha sonra bir süre de Etiler egemen olmuşlardır. Ardından konuklar ve Kimriler yerleşmişlerdir. Bölgede bu dönemden itibaren egemen olan Asurlular'ın egemenliği M.Ö. 606'da son bulunca önce Medler'in, sonra Persler'in eline geçmiştir. M.S. 226'da Romalılar'IN, 637 yılında ise Halid bin Velid tarafından işgal edilmiştir. Bir süre Cizre'ye, sonra Diyarbakır'a ve Silvan'a bağlanmış, Şeyhoğulları , Büveyhoğulları, Mervanoğulları eline geçmiş, 1515 yılında burayı Osmanoğulları işgal etmiştir.

Kulp ilçesinin bağlı bulunduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 127 km. olup, yılın her mevsiminde ulaşım rahatlıkla sağlanabilmektedir.

Kulp ilçesi; Merkez, Yeni; Yeşilköy ve Tepecik Mahallelerinden oluşmaktadır. Bu mahallelerin muhtarlıkları da ayrı ayrıdır.

Kulp ilçesi, ilçe merkezi haricinde bir belde (Ağaçlı), 3 bucak (Ağaçlı, Hamzalı, Aygün) 50 köy ve 89 mezradan oluşmaktadır. Ancak resmiyette yer almayan yerleşim birimi olarak 46 adet mezra bulunmaktadır.



LİCE

Diyarbakır'ın kuzeydoğusunda olan Lice, önceleri yoldan yosun ve kenarda kalmış bir ilçeyken şimdi D.Bakır-Bingöl Karayoluyla günden güne hızla gelişmektedir. Çok eski bir yerleşim yeri olan Lice'de Belediye 1867 yılında kurulmuştur. Yenişehir yönünde güzel yapılaşma gelişmektedir.
Lice, görkemli Birkleyn Mağaraları, Çepe, Mele ve Atak kaleleri, Fis Ovası'ndaki Dakyanus Harabeleri, Eshab-ı Kehf Mağarası, Artuklu Valisi Melik Adil'e ait Minare, Çeper Köyü'ndeki 4. Murat Kervansarayı, efsanevi Geyik Çobanı Şeyh Bilal Türbesi, Sıtmalılara iyi gelen (Kani Atan)Çeşmesi ve diğer pek çok yeriyle ölmez bir turistik değere sahiptir.

Halkı tarım ve hayvancılıkla geçinir. En çok tereyağı ve badem ihraç ederler.

TARİHÇESİ :

İlk tarihi bilgilere göre ilçenin bundan önce dört kez deprem felaketine uğradığı anlaşılmaktadır.

Şehrin bilinen ilk egemenleri Asurlular'dır. Daha sonra Urartular, İskitler, Medler, Persler, Mekedonyalı Büyük İskender, Partlar, Romalılar, Sasaniler, Akkoyunlular, Bizanslılar, Müslüman Araplar (Emeviler, Abbasiler) sırasıyla bu şehire egemen olmuşlardır.

İlçe 1042 yılında Antak (Kabakkaya) merkezine bağlı bir köydü. 1071 yılında Türklerin eline geçti. 1515 yılında da Osmanlı Egemenliğine girdi. Antak merkezine bağlı bir köy iken daha sonra İlçe Merkezi oldu. Diyarbakır sancağına bağlandı. Bucak olarak da Hani, Lice'ye bağlandı. 1900'de yayınlanan bir salname ile Keraz (Kocaköy) de bucak olarak buğlandı. Bu durum 1924'e dek sürdü.

6 Eylül 1975 yılında çoğumuzun hatırladığı korkunç depremden sonra şehir, daha eteklere yerleşti.


SİLVAN

Geçmişte Meyyafarikiyn, Mafarkin, mafyropolis adlarıyla bilinen ilçe, Asurlular zamanında kurulmuş, Ortağın önemli bir merkezi olmuştur.
Söylenceye göre, Martiropolis'in, ilk kurucusu Marusu Layuta'dır. Bir Urartu dönemi kentidir. Bir başka söylence ise, bu kentin aslında bir Asur Yertleşim merkezi olduğunu ileri sürmektedir. Moltke ise, ilk önce Romalı komutan Lukullus sonra da Nero'nun komutanı Karbulo (Corbulo) döneminde ele geçirilen ve VII.yy. sonlarına değin önemini koruyan, Büyük Tigran'ın İÖ 80'lerde kurduğu Tigranokerta kentinin Mayyafarikin ile aynı kent olduğunu yazmaktadır. Silvanlı tarihçi İbn ül-Ezrak ise, Silvanlı piskopos Mar Maruthan'ın (Marusa) Bizans İmparatoru ve İran Hükümdarı Yezdiğirt'ten aldığı izinle Hristiyan şehitlerini bu yöreye gömerek bir kent kurduğundan ve kentin Martyropol (Şehitler Kenti) olarak adlandırıldığından söz etmektedir. Kent, VI.yy'da Bizans İmparatoru Justinianus'ın en önemli askeri merkezlerinden biri durumundaydı.

İslamiyet Dönemi'nde, Halife Ömer'in komutanlarından İyaz bin Ganem'ce alınan Meyyafarikin, sonraki dönemlerde Hamdaniler, Büveyhoğulları ve Mervaniler'ce ele geçirildi. Kent, Artukoğulları yönetiminden sonra 1260'a değin eyyubiler'inm elinde kaldı. 1241'de Moğullar'ın saldırısı sonucu yıkılan Meyyafarikin, Diyarbakır seferi sırasında Timur ordularının eline geçti. Şah İsmail yönetimindeyken Çaldıran yenilgisi sonunda Osmanlı egemenliğine girdi.

Şemseddin Sami Silvan'a ilişkin şunları yazmaktadır: "Diyarbekir İli, Merkez Sancağı'na bağlı bir ilçe olup merkez kasabası Meyyafarikin'dir".

GENEL BİLGİLER :

Kuruluş tarihinin Diyarbakır kadar eski olan Meyyafarikin uygarlığının beşiği olan Silvan'dayız şimdi. En büyük ilçemiz, şehir nüfusu kırsal nüfustan fazla olan tek ilçemiz, dünyanın önemli eserlerinden Malabadi Köprüsü, Silvan Kalesi, Kulfa Kapısı ve çeşitli tarihi camilerin sahibi ilçemiz tepeden tırnağa tarihle dolu bir güçlü abidedir.

Diyarbakır-Siirt Karayolu üzerinde kurukudur. 1500 metreyi bulan Herbat Dağları Silvan'ın arkasındasır.

Halkı tarımla geçinir. Tütün ve pirinci ünlü, özellikle tütünü çok değerlidir.

İlçede köyler yol boyunda ve ilçenin orta kesiminde toplanmıştır. 100kilometrekareye ortalama 5 köy düşer. İlçede nüfus yoğunluğu 70kişi/kilometrekare'dir. Ortalam köy nüfusu 712'dir.

1-İlçenin Tarihi İle İlgili Kısa Bilgi:

Silvan ilçesi eski medeniyetlerin yaşam sürdüğü yörelerden birisidir. Yontma taş devrinden günümüze kadar bir çok milletler burada hükümran olmuştur.

Sasaniler devrinde Romalılarla İranlılar arasında çıkan savaş sonucunda (M.S.) 387 yılında ölen hiristiyanların kemiklerinin Silvan'a gömülmesi neticesinde Bizanslılar'ın bu kente Şehit Kenti anlamında " Matripolus " adını verdikleri Osmanlı İmpararorluğu döneminde ise " Meryyafarikin " olarak isimlendirildiği bilinmektedir.

İlçenin etrafı tarihi surlarla çevrilidir. İlçemizde Atatürk'ün ikamet ettiği Attatürk evi, Yatılı İlköğretim Bölge Okulu bahçesindeki saat kulesi, Malabadi köprüsü ve Selahattin Eyyubi Camii tarihi ve turistik eserlerimiz arasındadır.

Silvan İlçesi batısında; Diyarbakır merkez ilçe ve Hazro, güneyinde; Bismil, Kuzeyinde; Lice ve Kulp ilçeleri, Doğusunda; Batman ili ile komşudur. Yüzölçümü1379 km. karedir. Arazi genellikle engebelidir. Albat dağları ova boyunca ilçeyi doğudan batıya keser. Batman çayından başka önemli bir akarsuyu yoktur. Ova kesimi tamamen çıplak, dağ kesiminde ise yer yer meşe ve yabani meyve ağaçları ile kaplıdır. İklim yazları sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve yağışlıdır.

Merkez ilçeye olan uzaklığı, 82 km'dir. İlçede 11 mahalle bulunup adları şunlardır: Konak Mahallesi, Feridun Mahallesi, Tekel Mahallesi, Selahattin Mahallesi, Yenişehir Mahallesidir.

İlçemize bağlı 75 köy,82 mezra ve belde bulunmaktadır.

kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
16 Kasım 2006       Mesaj #20
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
DİYARBAKIR'IN COĞRAFİ YAPISI

Diyarbakır ilinin büyük bölümü Dicle havzasında yer alır.İlin batısındaki Çüngüş ve Çermik ilçeleri ise Fırat havzasındadır.

Arabistan-Suriye kıta çekirdeğinin kuzey kesimi, Yukarı Mezopotamya'nın Diyarbakır havzasını oluşturur. Bu kıta çekirdeği, kristalin kayalardan bir yapı gösteren sağlam bir platformdur.Prekambrien, temel arazi olduğu için kıvrılamamışır. Fakat yer yer kırılmıştır. Daha sonraki Jeolojik çağlar boyunca deniz ilerlemesi boyuncasular altında kalmış; tortulanma alanı durumunu kazanmış ve deniz istilasından sonra bu tabakalar tortul alanları meydana getirmişlerdir. Tektonik hareketler sonucu yatay duruşlu tabakalar, yer yer eğilip bükülmüşler ve kıvrımlı özellikler kazanmışlardır.

Karacadağın en yüksek doruğu 1957 m. Yükseklik gösteren Kollubaba tepesidir. Çevresine göre daha çok kar alan bu yüksek alan, bazı akarsularında kaynak ve beslenme yöredir. Örneğin, Dicleye ulaşan Deve geçidi Suyu, kaynağını Karacadağdan alır.

Güneydoğu Torosların bir kesimini oluşturan Maden dağları 2230 m. Gibi doruklara sahiptir. Bunların doğuya doğru uzantılarına İnceburun dağları adı verilir. Lice-Kulp çizgisinin kuzeyindeki dağların dorukları 2900 m. yi geçer (Ömer tepesi, Tosun tepesi). Muş’un güneyindeki dağlarının çok yeri sarp ve yalçındır.

Lice-Hazro-silvan arasında da dağlık alanlar dikkati çeker. Burada Yumru dağı belirgin bir yükselti olarak görülür.

İlin güney kesiminde Mardin eşiği-basamağının kuzey etekleri yer almaktadır. Bu yöre vadilerle yarılmış olmakla birlikte düz alanların geniş yer tuttuğu hafif dalgalı, tepelik bir kesimdir

Böylece Diyarbakır ilinin ana yer şekil özellikleri ortaya çıkmaktadır. Burası, çevrede dağların ve tepelik alanların yer tuttuğu, ortası çukurlaşmış bir tekne özelliği gösterir ve coğrafyada tanımı yapılan “ Plato “ kavramına uyar

DEPREM ÖZELLİKLERİ (Sismoloji)

Diyarbakır şehrinin kurulduğu zemin Tersiyer dönemine ait kara renkli, çatlak bazatlardan bir yapıya sahiptir. Karacadağ’dan akan bu bazalt örtüsünün kalınlığı,0-40 m. arasında altında değişir.Bazaltların 300-400 m. kalınlıkta kil kum ve çakıl tortularından oluşmuş bir seri yer alır. Bazaltların üzerinde 0-3 m. arasında değişen kalınlıkta toprak örtüsü vardır. Dicle vadisinde kil, kum, çakıl ve lığlardanoluşmuş genç Kuvaterner alivyonları yer alır.

Diyarbakır 4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Şanlıurfa-Fırat-Dicle deprem bölgelerinin etki alanındadır. Şehrin zemini deprem bakımından sağlamdır. Deprem, tarihi eserlere hiç zarar vermemiştir. Bugüne kadar kaydedilen en önemli deprem 1934 yılının Kasım ayının 27’sinde olan 14 yapının hasar gördüğü 100’den çok insanın hayatını kaybettiği yer sarsıntısıdır.

EĞİL : 4. Derece depremlerin olduğu bölgede yer alır.

ÇÜNGÜŞ : 3. Derece tehlikeli deprem kuşağındandır. Ergani-Çermik kırık sistemi ile Hazar Gölü kırık sistemi arasındadır.

ÇERMİK : 3. Derece tehlikeli deprem kuşağındadır.Bir fay (kırık) hattı üzerinde yer alır.Dolgu-tortul alanlarda hasar oluşur.

ERGANİ : 3. Derece tehlikeli deprem bölgesindedir. 1950ve 1971 depremleri etkili olmuştur

DİCLE : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağında yer almakla birlikte hasar yapıcı bir yer sarsıntısı kaydedilmemiştir.

HANİ : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Muş- Van bölgesi depremler Hani yöresini de etkilemiştir. Kireçtaşı arazideki evler sarsıntılardan az zarar gördüğü halde, alüvyal dolgu üzerindeki evlerde hasar meydana gelmiştir. 1975 yılında üç ayrı deprem Hani ve çevresine az-çok zarar vermiştir.

LİCE : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Sık sık sarsılan bir hat (kırık çizgisi) Lice’den geçer . Bingöl ve Muş bölgesi depremleri de Lice yöresinide etkiler.1938, 1955, 1965 depremlerinden sonra 1975 yılı Eylül ayının 6’ sında olan deprem büyük hasae yapmış ve insan kaybı çok olmuştur.

KULP : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Dolgu zeminde yapılan evlersarsıntıdan hasar görmektedir.

HAZRO : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır.Ancak, yıkıcı bir deprem kayda alınmamıştır. 1975 Lice depreminde biraz hasar görmüştür. Kuzeydeki deprem merkezleride etkilenmektedir.

SİLVAN : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Çevredeki deprem merkezinden etkilenir.

BİSMİL :4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır.Çevredeki merkezlerinin etkisi altında kalır. Zaman zaman sarsılır. Fakat zarar görmez. 1960 yılında bir deprem kaydedilmiştir.

ÇINAR : 4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Çevredeki diğer deprem merkezlerinin etkisinde kalır. Bugüne kadar dikkate değer bir yer sarsıntısı kaydedilmemiştir.

İKLİM ÖZELLİKLERİ

Kuzey Mezopotamya karasal-kontiental iklimine “Sübtropik yayla iklimi “ de diyebiliriz. İlin ikliminde karasal özellikler, Akdeniz Bölgesine özgü değerler ağır basar. Örneğin sıcak ve kurak bir yaz mevsimi, Doğu Anadolu’daki kadar sert ve soğuk geçmeyen bir kış mevsimi Diyarbakır Havzası ikliminin “kısmen bozulmuş, karasal özellikleri biraz değişmiş bir Akdeniz İklimi “ değerlendirmesini yapmamızı sağlar.
  1. BASINÇ DURUMU: Yıllık ortalama aktüel basınç değeri 936 mb. dır. Kış aylarında basınç değerlerinde bir artma; İlkbahar ve yaz mevsiminde ise düşme görülür. Bunun açıklanmasını şöyle yapabiliriz:Kışın karalar denizlere oranla daha soğuktur. Yazın fazla sıcak, kışın ise
  2. RÜZGARLAR: Ortalama aylık rüzgar hızı saniyede 2.6 m.’dir. Rüzgarın en suratli estiği aylar Temmuz ve Ağustos olarak belirlenmiştir. Fakat Şubat ayında esen güney rüzgarlarının sürati saniyede 33.8 m. yi bulmuştur.

    Diyarbakır’da egemen rüzgar kuzeybatı (karayel ) yönlüdür. Yaz mevsiminde, bölgenin bozkur bitkileri kurulduğundan ve nadasa bırakılmış tarlalarda yüzey kuru olduğundan, esen rüzgarlar bol miktardatoz taşırlar. Rüzgarın tozunu süzecek süzgeç görevi yapacak ormanlar bulunmadığından Diyarbakır ve diğer yerleşim birimlerinin havası saydam ve duru olmaz.
  3. SICAKLIK: Güneydoğu Toros Dağları bir duvar gibi kuzeydoğu

    rüzgarlarını keserek yukarı Mezopotamya’ya geçmesini önler. Soğuk ve serin hava kütlelerinin Diyarbakır havzasını geçmemesi nedeni ile kış mevsimi Doğu Anadolu yüksek yaylaların olduğu gibi soğuk geçmez.Sıcaklığın -24 C olduğu görülmüştür. Fakat ortalama düşük sıcaklık 8.7 C dir.

    Kış mevsiminden yaza geçiş birdenbire olur.İlkbahar belirsizdir ve sıcaklar birden artar.Ortalama 4 ay insanlar bunalır. Özellikle Temmuz ve Ağustos ayları çok sıcaktır.Termometrenin 46 C yi gösterdiği olur. Fakat ortalama yüksek sıcaklık 22.5 C dir.

    Açık günler bakımından da Diyarbakır yüksek değerler sunar. Ağustos ayında açık gün sayısı 25’i geçer.Mart ayında ise 5’tir. Diyarbakır’da ortalama olarak yılın 154 günü bulutlu geçer. Gökyüzünün kapalı olduğu gün sayısı ise 68 gün olarak belirlenmiştir.

    Diyarbakır havzasında, Mayıs ayında başlayan kuraklık Ekim ve hatta Kasım aylarına kadar sürer.
  4. NEM: Diyarbakır’da ortalama nisbi nem ortalaması %53’tür.

    Yaz mevsimi çok sıcak olduğu halde nem azlığı havayı bunaltıcı olmaktan çıkartır. Diyarbakır’ın 45 C lik sıcaklığına dayanılır; çünkü aşırı nem yoktur.Hava kurudur. Fakat GAP projesi kapsamında yapılan sulama kanalları ve yapay göletler nemi hissedilir şekilde arttırmış ve sıcaklık bunaltıcı olamaya başlamıştır.
  5. YAĞIŞLAR: Diyarbakır havzası çanak şeklindedir. Yağmur şeklindeki yağışlar kışın ve ilkbaharda düşmektedir. Diyarbakır ve çevresi, Akdeniz ikliminden etkilenerek kış yağmurlarının etkisi altındadır. Diyarbakır’da yıllık yağış ortalaması 496 mm dir. Yaz ve sonbahar Diyarbakır havzasında yağışsız geçer. Çünkü bu mevsimlerde bölge tropikal-kırsal kütlelerin egemenliğine girmiş olur.
Diyarbakır dolaylarında kış aylarında kar yağışı olağandır.Yılda ortalama 7 gün kar yağışı geçmektedir. Yağmur olarak başlayan yağışın kara dönüşme ihtimali de vardır. Genelde kar kasım ayında yağmaya başlar. Diyarbakır’da karla örtülü günler ortalama 13’tür.


Benzer Konular

29 Ocak 2012 / CeLebRindaL Taslak Konular
29 Ocak 2012 / CeLebRindaL Arşive Kaldırılan Konular