Arama

Diyarbakır - Sayfa 3

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 22 Haziran 2011 Gösterim: 81.767 Cevap: 33
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
10 Aralık 2006       Mesaj #21
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
GELENEKSEL KARPUZ FESTİVALİ


Sponsorlu Bağlantılar

Akkoyunlu Devleti'nin çöküşü üzerine Diyarbakır ve çevresi 1507'den itibaren Şah İsmail'in idaresine geçmişti. Halk bu idareden memnun değildi.

Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasında yapılan Çaldıran Savaşı'na Diyarbakır Valisi Ustaclu Muhammed Han da katılmıştı. Bu savaşta Şah kuvvetleri büyük bir hezimete uğramış, Ustaclu Muhammed Han da ölmüştü. Bunu fırsat bilen Diyarbakır halkı ayaklandı. Şah'a bağlı olanlar dışarı atıldı. Diyarbakır ve çevresinin Osmanlı Birliğine katılması ve bununda gerçekleştirilmesi için de büyük ilim ve devlet adamı Bitlisli İdris'in aracılığına başvurulması kararlaştırıldı.


diyar171xa7


Bu ayaklanmayı haber alan Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim'in orduları ile Çaldıran bölgesinden ayrılmasından sonra Diyarbakır şehrinin yeniden fethi için maktul Muhammed Han'ın kardeşi Karahan komutasında büyük bir ordu gönderdi. İran ordusu Diyarbakır'ı kuşattı. Kuşatma ve savaş bir yıldan fazla sürdü. Şehir halkı büyük bir cesaret ve kahramanlıkla kendini savunuyordu. Nihayet Bıyıklı Mehmet Paşa idaresindeki Osmanlı ordusu şehir halkının yardımına gönderildi. Bunu haber alan Karahan kuşatmayı bırakarak Sincar dağlarına çekilmek zorunda kaldı.
10 Eylül 1515'te Pazartesi günü Osmanlı ordusu şehre girdi. Kale burçları Osmanlı bayrakları ile süslenmiş , kale kapıları açılarak halk büyük bir sevinç ve törenle orduyu karşılamıştı. Böylece Diyarbakır ve çevresi Osmanlı Birliğine kendi arzu ve isteğiyle katılmış oldu. Bu katılış her yılın Eylül ayında düzenlenen ve günlerce süren büyük şenlik ve törenlerle kutlanıyordu.

Bu kutlama şenlikleri XIX. yüzyıl sonlarına değin süre gelmiştir. Bu kutlamalar şehre eskiden yarım saat mesafede bulunan şimdi ise şehir merkezi sayılan Ali Pınarı'nda olurdu. Her yıl bir panayır kurulur, 15 gün kadar şehrin bütün dükkanları kapanır panayır yeri bir mahşer halini alırdı. Bu panayırda çeşitli şenlikler düzenlenirdi. Panayır tertip olunan yerlerde etraftan gelen 15-20 kadar saz şairlerinin baş tarafına Hacı Civa geçer. Büyük lüleli çubuğunu doldurup içerdi. Ekseriya irticalen inşad eylediği şiirlerini okur, bu arada Aşık Ömerleri ve Gevherileri de hatırdan çıkarmazdı.


diyar18xe7



I. Dünya Savaşı'nın bütün yurdu saran perişanlığı arasında bu güzel gelenekte unutuldu. Diyarbakır'ı tekrar tanıtmak için, şehrin ticaret ve ekonomik hayatına bir canlılık kazandırmak ve bilhassa iç turizm yönünden büyük faydalar muhakkak olan bu tarihi geleneği yeniden yaşatmak amacıyla her yılın 23 Eylül'ünde başlayıp bir hafta sürecek olan Karpuz Festivali düzenlemeye karar verilmiştir. Karpuz Festivali ilk olarak 1966 yılı 23 Eylül'ünde yapılmıştır.


kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
16 Aralık 2006       Mesaj #22
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
KÜLTÜR-SANAT

Sponsorlu Bağlantılar
KUYUMCULUK SANATI

Diyarbakir’in en önemli sanatlarindan birisi kuşkusuz kuyumculuktur. Hala eski tip törelerini sürdüren ailelerden işlenmis ayna, gülabdan, nalin ve ziynet takılarını korumak için Pestahtah” adi verilen gümüs işlemeli sandıklar bulunmaktadır.

Kuyumculuk sanatının en büyük ismi 940’ta doğan Ahmet Çelebi’dir. Bu dönemlerde Ahmet Çelebi’nin gerçekleştirdiği altın, gümüş, ve mücevherata ilişkin ürünler büyük ilgi görüyordu. Grift elmaslarla büyük boyutlu olarak yaptiğı “Ay”,”Gün” çalismalari günesle etkilesime girdiginde, meydana gelen isik kümeleri günesin parlakligini son derece etkileyici bir sekilde yeniden üretir, izleyenleri büyülerdi.

675 yilinda Diyarbakir valiligine atanan Hasan Pasa, kuyumculugun yöredeki potansiyelini görünce “Kuyumcular Çarsisi”nin insasina baslama emrini vermistir. Kuyumcular Çarsisi’na Ulu Cami’ye dogru bir kol atarak Ketenciler Çarsisini da ilave ettirmistir. Ahmet Çelebi ve ögrencilerinin ürettigi brosar, gerdanliklar, kiliçlar, hançerleri mücevherler bu Ketenciler Çarsisi’nda satilirdi.


Hasan Pasa ayrica bu çarsinin kuzey tarafina kendi adiyla anilan bir hamam yaptirmisti. Mücevherlerin bulundugu çarsilar arasina kapilar yaptirmisti. Her yerden gelen tüccarlar bu kapilar araciligi ile ellerindeki ham taslari kuyumculara satar, yerlerine islenmis mücevherat satin alirlardi. Her tarafi kursunla donatilmis bu kapilar aksamlari kapatilarak çarsi korumaya alinirdi.

1978'de kente sayili zenginlerden Özdemiroglu Osmanli Pasa Vali yayin edilmisti.

Osman Pasa'nin da gayretleriyle büyük maddi külfetlere girilerek yedi yilsda tamamlanan çarsinin açilis konusmasinda Ahmet Çelebi'yi "Kuyumcular Reisligi"ne getirmistir.

Olgunluk döneminde Ahmet Çelebi tüm ögrencilerini yanina alarak on yil sürecek iki essiz düzenleme gerçeklestirecekti. Bu bahçe betimlemelerinde yapraklarin damarlarina ,yemislerin kabuklarina ve içlerine çok güçlü bir ifade gücüyle degerli taslar yerlestirmisti. Bir yil sonra Bagdat'a götürülen bu çalisma görenleri hayrete düsürmüstü.

Mevlana Celalettin Rumi'nin türbesindeki gümüsten yapilmis ikinci kapida tüm isçiligi ile Ahmet Çelebi'ye aittir.

1010 yilinda yitirilen Ahmet Çelebi'nin sanatini,ögrencileri uzun yillar yasatmaya çalismistir.

Günümüzde kuyumculuk Diyarbakir'in en önemli sektörlerimizden biridir. Ancak altin isçiligi yapan atölyeler eskiye nazaran parmakla sayilacak kadar az sayidadir. Su anda bu meslegi yürüten Hüseyin Acemoglu'nun ögrencisi Celil Sengül Usta yalnizca

Diyarbakir'a özgü olan bu hasir isletmeciligini yapan tek ustadir. Celil Sengül'ün anlattiklarina göre kuyumculuk sanatina emegi geçen birkaç sanatçi söyle siralanabilir:


BAKIRCILIK
Insanoglunun madeni islemeyi ögrenmesi ,insanlik tarihinin en büyük çalismalarindan biri olmustur. Gerçek madencilik ,madenin isiyla olan iliskisinin kesfi ile baslamistir. Arastirmalardan yöntemin ilk kez Anadolu'da gerçeklestirildigi anlasilmaktadir.

BAKIR KAP YAPIM TEKNİKLERİ: Dövme ,döküm.sivama, preste basma olmak üzere dört bölüme ayrilmistir. Kaplarin üzerleri kazima kabartma, zimba teknikleri kullanilarak da çesitli süslemelerle islenmistir. Bu teknikteki süslemelerin araciligi ile güldanlik, ibrik, günlük yasamda ve dügünlerde kullanilan degisik amaçli kaplar, siniler, kaplar, sürahiler, serbetlikler, bardak gibi birçok esyanin yapimina gidilmistir.

Büyük bir incelik ve ustalikla islenen bakir isçiligi babadan ogula ve ustadan çirak iliskisi içinde ögrenilir ve bir sonraki kusaga aktarilir. 75 sene öncesinde yasayan bakirci ustalarinin en ünlülerinden olan Diyarbakir’li Haci Abdulkadir, Sait Usta, Sehmus Usta gibi isimler günümüzde de anilmaktadir.

Çok katmanli kültürlerin bir arada yasadigi bugün ise yasamaya çalistigi Diyarbakir’da Ermeni ve Süryanilerin yasadiklarini ve Diyarbakir el sanatlarinin nerede ise tamamini olusturdugunu görüyoruz. Günümüzde az sayida kalmis bakir ustalari bu sanati davam ettirebilmek için direnmeye çalisiyorlarsa da hem bu sanatin ögreniminin zor olusu hem de Pazar payinin kisitligi nedeni ile mevcut ustalar dar bir alana sikismistir.
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
30 Ocak 2007       Mesaj #23
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
** İdari yapı **

Diyarbakır, merkez ilçe dahil 14 ilçe, 15 belde, 826 köy ve 1100 mezra olmak üzere 2000'e yakın yerleşim biriminden oluşuyor. 1990 genel sayımına göre, kentin genel nüfusu 1 milyon 096 bin 447 iken; 1997 genel nüfus sayımı geçici sonuçlarına göre yüzde 17'lik bir artış göstererek 1 milyon 285 bin 382'ye ulaşmıştır. Türkiye ortalaması yıllık artış hızı Bin'de 14,74 iken; Diyarbakır'ın yıllık artış hızı Bin'de 22,13'tür. 1997 sayımı geçici sonuçlarına göre, ilçe merkezlerinden yüksek nüfusa sahip olanlar sırasıyla Bismil, Silvan ve Ergani gözükürken; en az nüfusa sahip olanlar Çüngüş, Eğil, Kocaköy ve Hazro ilçeleridir.


** Tarım **

Kentimizin sahip olduğu 15.355 km²'lik alanın 791.470 hektarını tarım alanı oluşturmakta ve bu toplam alanın % 51,5'ini oluşturur. Küçük ve çok parçalı olan tarım alanlarında yaklaşık 53.000 aile tarımsal faaliyette bulunmaktadır. Tarımsal üretim açısından ana ürünleri pamuk, buğday, arpa ve kırmızı mercimek oluşturmaktadır. Özellikle sulu tarım yapılan arazilerin büyük kısmında pamuk ekimi yapılmakta, tütün, ayçiçeği, susam gibi ürünler de yetiştirilmektedir. 791.470 hektar tarım alanının 29.474 hektarı devlet, 16.751 hektarı halk sulaması olmak üzere toplam 46.175 hektarında sulu tarım yapılmakta, geriye kalan alanda ise kuru tarım olarak adlandırılan yağmura dayalı tarım gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. GAP Projesinin devreye girmesiyle Kralkızı-Dicle sulama projeleri, Batman Sağ Sahil Sulama Projesi ve Batman-Silvan Sulama projelerinin yanı sıra planlama aşamasındaki diğer projeler ile birlikte sulanan arazi 465.000 hektara çıkacak , halen % 5’sı sulanan tarım alanlarının % 60’ı sulanabilir hale gelecektir.


** Hayvancılık **

Diyarbakır, doga sartlarinin tarim ve hayvanciliga uygun ve hayvan varlığı bakimindan Türkiye’nin önde gelen illerinden biri olmasina karşılık hayvancilik özellikle son on yılda giderek önemini kaybetmiştir. Hayvancilik agirlikli olarak geleneksel yöntemlerle yapilıyor. Hayvan beslemesi, çoğunlukla meraya bagli olarak yapilmaktadir. Diyarbakır’daki temel hayvan varlığı içerisinde düsük verimli yerli irklar, büyükbaş mevcudunun % 93’ünü, küçükbas mevcudunun ise %98’ini oluşturmaktadır.


** Diyarbakır Karpuzu **


Karpuz denildiğinde ilk akla gelen Diyarbakır ilidir.Diyarbakır karpuzu başta iriliği olmak üzere kendine özgü birçok niteliğe sahiptir.Yetiştirme tekniği alışıla gelmiş karpuz yetiştiriciliğinden farklıdır.Diyarbakır karpuzu Dicle nehrinin çekilmesinden sonra kalan kumlu-çakıllı nehir yatağında açılan ve adına kuyu denilen yerlerde güvercin gübresi ile yetiştirilmektedir. Halen uygulanmakta olan “Diyarbakır Karpuzu Yetiştiriciliğini Geliştirme Projesi” çerçevesinde,Diyarbakır karpuzu yarışmaları düzenlenmektedir.1998 yılında 45 kilo 160 gramlık karpuz birinciliği almıştır.


** Ulaşım **

İl merkezi karayollarının kavşak noktasındadır. Diyarbakır’ı hem karayolu, hem hava ve demiryolu ile ulaşım sağlanabilmektedir. Her gün Ankara ile İstanbul’dan düzenli uçak seferleri yapılmaktadır. Diyarbakır’dan hemen hemen Türkiye’nin her yerine otobüs ile yolculuk etmek mümkündür. Ayrıca Ortadoğu ülkelerine taksi ile yolcu taşımacılığı da yapılmaktadır. D.Bakır'ın bazı illere olan karayolu uzaklıkları şöyledir: Diyarbakır -Adana 536 Km. Diyarbakır -Adıyaman 207 Km. Diyarbakır -Ankara 940 Km. Diyarbakır -Gaziantep 329 Km. Diyarbakır –İstanbul 1381 Km. Diyarbakır -İzmir 1436 Km. Diyarbakır -Elazığ 162 Km. Diyarbakır -Malatya 263 Km. Diyarbakır -Mardin 86 Km. Diyarbakır -Mersin 610 Km. Diyarbakır -Siirt 216 Km. Diyarbakır -Şanlıurfa 184 Km.

Diyarbakır - Konya 950 Km. Demiryolu bulunan tüm hatlarda Diyarbakır’dan tren seferleri yapılmaktadır.




** Yeme-İçme ve Eğlence Yerleri **

Kentte Belediye belgeli lokantaların yanı sıra, yöreye özgü yemeklerin yenebileceği turizm belgeli restoranlar da vardır. Diyarbakır’ın ünlü yerel yemeği kaburga’dır. Son derece lezzetli olup, kaburga etlerinin içine baharatlı pilavın konup, fırında pişirilmesiyle hazırlanır. Yerel yemeklerin bulunabileceği lokantalar genellikle Dağ kapı semtinde yer alır. Gece hayatı bakımından bölgenin en hareketli kenti olan Diyarbakır’da birçok içkili lokanta, birahane, gece kulübü ve lokaller bulunmaktadır. Ancak bu eğlence yerlerine yerli halk tarafından ilgi gösterildiği söylenemez.
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
6 Şubat 2007       Mesaj #24
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
** Yüzey Şekilleri **

Diyarbakır ilinde yüzey şekilleri oldukça sadedir. Çevresi yüksekliklerle kuşatılmıştır. Ortası çukur bir havza durumundadır. Diyarbakır havzası denen bu çukur alanın eksenini batı-doğu doğrultulu geniş Dicle Vadisi oluşturur. Kuzeyden Güneydoğu Toroslar yayı ile kuşatılmıştır. Bu dağlar Doğu Anadolu Bölgesi'yle Güneydoğu Anadolu'ya birbirinden ayırır. Diyarbakır havzasının güneybatısında ise Karaca dağ kütlesi yükselir. Urfa-Diyarbakır il sınırı üstündeki bu kütle, koyu renkli lavların yığılmasıyla oluşmuş eski bir volkan kütlesidir. Koni biçiminde olmadığından fazla heybetli görülmez. Yüksekliği, en yüksek noktası olan Kolubaba doruğunda 1.957 metreyi bulur. Karacadağ'ın lavları, doğu yönünde Dicle Vadisi'ne kadar uzanır. Bu lavların yapısı çok geçirimli olduğundan, Karacadağ kütlesi üstünde akarsu aşınımı hemen hiç rol oynamamakta, dağın içine süzülen sular ancak eteklerde ve uzaklarda kaynaklar halinde yeryüzüne çıkmaktadır.


** İklim **


Diyarbakır'da karasal iklim egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Ama, kış soğukları Doğu Anadolu'nda olduğu kadar şiddetli değildir. Bunun başlıca nedeni, Güneydoğu Toroslar yayının kuzeyden gelen soğuk rüzgarları kesmesidir. İl merkezindeki meteoroloji istasyonunun gözlemlerine göre, en sıcak ay ortalaması 31 derece, en soğuk ay ortalaması ise 1,8 derecedir. Bugüne değin ölçülen en yüksek sıcaklık 46,2 derece ile 21 Temmuz 1937 gününde, en düşük sıcaklık ise -24,2 derece ile 11 Ocak 1933 günü olmuştur. 496 milimetre olan yıllık ortalama yağış tutarının ancak yaklaşık yüzde 2'si yaz aylarında düşer. Kuzeydeki dağların eteklerine doğru gidildikçe yağışlar da artar. Örneğin yıllık yağış tutarı Silvan'da 729, Ergani'de 767, Kulp'ta 1.156, Lice'de ise 1.293 milimetredir. Son yıllarda yapılan barajların oluşturduğu yapay göller (Karakaya, Atatürk, Batman, Silvan Barajları) geniş buharlaşma yüzeyleri oluşturmaktadır.Bu nedenle de Diyarbakır Havzası'nın kuru havasının nisbi neminde bir artış olmuştur. Ortalama nispi nem, en çok Aralık ve Ocak aylarında ölçülmüştür. Bu aylarda % 77'ye çıkar.Temmuz-Ağustos aylarında ise nispi nem değerleri % 20'ye düşmektedir.


** Bitki örtüsü **


Doğal bitki örtüsünü, genellikle otsu bitkilerin ağır bastığı bozkır bitkileri oluşturur. Bunlar ilkbaharda kısa bir süre içinde yeşerip çiçeklenir, ama yağışların kesilmesiyle yaz başında kururlar. Çevredeki dağlar, yer yer meşe ormanlarıyla kaplıdır. Orman bakımından çok yoksul olan Karacadağ'ın Diyarbakır ili içindeki kesimlerinde yer yer meşe topluluklarına rastlanır. Ama ormanlar, ilin toplam yüzeyinin onda birini bile bulmaz.


** Akarsular **


İlin en önemli akarsuyu Dicle'dir. Elazığ ili sınırları içinden çıkan bu akarsu, hemen sonra Diyarbakır ilinin topraklarına girer. Eğil'in doğusunda Dipni Çayı'nı alır. Sonra güneye yönelir. Diyarbakır'a ulaşımından az önce Devegeçidi Suyu kendisine kavuşur. Diyarbakır kenti önünde geniş bir yatak içinde akar. En büyük kollarını Diyarbakır il sınırlarını terkettikten sonra alır. GAP kapsamındaki alt projelerden bazıları Dicle Havzası'ndadır. Dicle Diyarbakır ilindeki akarsuların tümüne yakınını toplar. Yalnızca ilin kuzeybatı köşesindeki küçük bir alanın suları Fırat ırmağına gider (Çermik ilçesinin suları). Diyarbakır ili sınırları içinde önemli göl yoktur.
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
19 Mart 2007       Mesaj #25
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
** El Sanatları **

Geleneksel el sanatları içerisinde kuyumculuk, ipekçilik, bakırcılık önde gelmektedir. Diyarbakır el sanatları Birinci Dünya Savaşı’na kadar çok ileri bir düzeydeydi. Örneğin Konya’daki Mevlana Türbesi’nin ikinci kapısı, Bağdat’taki İmam-ı Azam Türbesi’nin nefis altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize, şamdan ve kandilleri Diyarbakır’da yapılmıştır. Eskisi kadar olmamakla beraber günümüzde de önemini koruyan bu el sanatlarında ‘hasır bilezik, ‘kişniş gerdanlık’ ‘gümüş işlemeli nalın’ ve ‘çekmece’ler, Diyarbakır kuyumcularının beğenilen ürünleri arasında yer alır. Eski Diyarbakır kuyumcularının önemli bir bölümü uzun yıllar önce İstanbul’a göç ederek yerleşti. Kuyumcular, Balıkçılarbaşı semtinde, Hasanpaşa Hanı’nın bitişiğinde, restore edilen Kuyumcular Çarşısı ile bu Kapalı Çarşıın bitişiğindeki eski Kuyumcular Çarşısı’nda hizmet veriyorlar. Köylerde el dokumacılığı ve halı, kilim üretimi de yapılmaktadır.



** Dicle Üniversitesi **

1966 yılında Ankara Üniversitesi bünyesinde açılan Diyarbakır Tıp Fakültesi 1968’de Diyarbakır’a taşındı. 1974’de Fen Bilimleri Fakültesi’nin de açılmasıyla Diyarbakır Üniversitesi kurulmuş oldu. 1982’de Dicle Üniversitesi adını aldı. Dicle’nin doğusunda 2 bin 700 dekarlık arazi üzerine kurulan kampusu ile bölgeye hizmet veren üniversitenin Tıp, Fen-Edebiyat, Diş Hekimliği, Eğitim, Mühendislik-Mimarlık, Hukuk, Siirt Eğitim, Ziraat, Veterinerlik ve İlahiyat olmak üzere 10 fakültesi bulunmaktadır. Ayrıca 11 yüksek okul, 3 enstitü, 6 uygulama ve araştırma merkezi ile 1400 yataklı Uygulama ve Araştırma Hastanesi ile bir bir Sağlık Lisesi de Dicle Üniversitesi’nin birimleri arasındadır.



** Barajlar **

GAP çerçevesi içinde inşa edilen ve edilmekte olan Karakaya Barajı, Devegeçidi Barajı,Kralkızı Barajı,Dicle Barajı gibi barajların önemli bir bölümü Diyarbakır çevresindedir. Hidroelektrik santrallerinden elde edilen enerji,yanında baraj ve göletlerden elde edilen su, tarımsal alanlarda yeni olanaklar sağlamaktadır.



** Diyarbakır Sokaklari **

Diyarbakır sokaklarının ve de evlerinin şekillenmesinde surlar önemli bir rol oynar. Kentin genişlemesini sınırladığı için sur içinde yoğunlaşma artmış, evler birbirine bitişmiş, sokaklar daralmıştır. Bu da gölgelik alanların çoğalmasını, serinliğin artmasını sağlamıştır. Bu tür bir sıkışıklık sokakların şekillenmesinde bazı durumlar yaratmış ve mahremiyeti sağlamak için evler sokaklardan yüksek duvarlarla ayrılmıştır. Bazen parke taş döşeli eski Diyarbakır sokaklarında sürekli akan çeşmeler, sokaklara temizlik ve canlılık katardı.



** Diyarbakır'ın Geleneksel Evleri **

En az beş bin yıllık geçmişe sahip olan Diyarbakır'ın evleri de binlerce yıllık bir tecrübe sonucu gelişerek şehrin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına en uygun duruma gelmiş, malzemenin de etkisiyle kendine özgü karakteristik özellikler taşıyan bir mimari doğmuştur.

Dışa kapalı olan evlere hep aynı örnekte yapılmış mütevazı bir kapıdan girilir. Bu kapıyla genellikle küçük bir holden geç ilerek avluya girilir. Avlu evin harimi durumundadır. Bu nedenle dışarıdan avlu, avludan dışarısı gözükmez. Rengarenk gül vesaire çiçekleri, havuz ve şadırvanlarıyla Diyarbakır evlerinin avluları hayatiyet duludur. Kara renkli bazalt örgülü duvarları "Cıs" adı verilen beyaz renkli bezemelerle, pencere ve eyvan boşlukları ile hafifler ve zengin, zarif motifli pencere ve gezmek parmaklıkları ile tamamlanır.

Diyarbakır ev planının şekillenmesinde en önemli etken iklim olduğu için evlerde yazlık, kışlık ve mevsimlik bölümlerle karşılaşırız. Bütün bu bölümler evin merkezini oluşturan avlunun dört etrafını çevreler. Harem ve Selamlık olmak üzere iki bölümden oluşan Diyarbakır evlerine en güzel örnek olarak Cemil Paşa Konağı, İskender Paşa Konağı, Cahit Sıtkı Tarancı Evi, Ziya Gökalp Evi, Esma Ocak Evini verebiliriz.

Türk İslam mimarisinin özelliklerini taşıyan Diyarbakır Sokakları ve Evleri, son 20-30 yılda sur içindeki düzensiz yapılaşma sonucu yıkılmaya ve kaybolmaya başlamıştır. Ancak son yıllarda artan koruma bilinci ve çabaları ile tipik evler yaşatılabilmektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Mayıs 2007       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DOĞU’NUN PARİS’İ DİYARBAKIR

GAP turunun ilk ayağı olan Diyarbakır sadece bir surlar kenti değil. Kentte aynı zamanda görülmeye değer yüzlerce yıllık tarihe sahip kiliseler, camiler, kervansaraylar ve hamamlar da var.
Dicle ırmağının kıyısında bulunan Diyarbakır; Asurlulardan Hititlere, Makedonyalılardan Bizanslılara, Selçuklulardan Abbasilere kadar birçok medeniyete evsahipliği yapmış.

Diyarbakır

Diyarbakır’ın Asurlular döneminde Amidi olan ismi daha sonra Amit olur. Kent Arap akınlarıyla birlikte Bekir Bin Vail ve kabilesinin bölgeye yerleştirilmesinden sonra Diyarbekir adını alır. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937 yılındaki bir konuşmasında kentin ismini Diyarbakır diye telaffuz etmesinden sonra, aynı yıl bakanlar kurulu kararıyla kentin adı resmen Diyarbakır olarak değiştirilir. Diyarbakır surları iç kale ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Surların iç kısmı eski Diyarbakır’ı oluşturuyor. Eski Diyarbakır’ın en görkemli yapılarının başında kuşkusuz Ulu Cami geliyor. Kilise olarak inşa edilen yapı Selçuklular döneminde camiye dönüştürülmüş. Eski adı ise Martoma Kliisesi. Meryemana Kilisesi de görülmesi gereken tarihi binalar arasında bulunuyor.

Diyarbakır’ın üzerine kurulduğu bölgenin tarih boyunca en büyük sıkıntılarından biri de sıcak ve kurak iklimi olmuş. Bu nedenle, bir dönem kenti daha da sıcak yaptığı gerekçesiyle surların yıkılması bile düşünülmüş. İklim Diyarbakır’dan göçlere de neden olmuş.

EVLER BAZALT TAŞINDAN
Yazları çok sıcak geçen Diyarbakır’ın kışları ise bir hayli soğuk. Geleneksel Diyarbakır evleri de iklimin bu özelliği düşünülerek inşa edilmiş. Binalarda Karacadağ’dan çıkarılan bazalt taşları kullanılmış. Bu taşlar yazın serin kışın ise sıcak kalmayı sağlıyor.

Diyarbakır
Cahit Sıtkı Tarancı’nın evi

Geleneksel Diyarbakır mimarisinin en güzel örneklerden biri çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden Cahit Sıtkı Tarancı’nın yaşadığı ev. 35 yaş şiiriyle üne kavuşan edebiyatçının yaşadığı ev, müze olarak sergileniyor. Müzede, el yazıları, fotoğraflar, kişisel eşyalar ve hakkında yazılmış kitaplar bulunuyor.
Abdülhamid’e karşı gizli örgüt çalışmalarına katıldığı için hapsedilerek, Diyarbakır’a sürgüne gönderilen Ziya Gökalp’in yaşadığı ev de müze olarak sergileniyor.
Kentin Mardin kapısında ise tarihi Dicle köprüsünün diğer adıyla 10 Gözlü köprünün görülebileceği Gazi Köşkü bulunuyor. Mustafa Kemal’in kente gelişinde kaldığı ve Hatay sorunun tartışıldığı köşk de müze haline getirilmiş, bahçesi de şimdilerde mesire yeri olarak kullanılıyor. Doğu’nun Paris’i bir dönem yaşanan terör olayları nedeniyle kaybettiği hareketi son yıllarda yeniden kazanmaya başladı.

Diyarbakır

Kentte, Doğu mutfağının geleneksel lezzetlerini de tatmak mümkün. Özellikle kaburga dolması ve patlıcanlı meftunesi meşhur. Diyarbakır karpuzlarıyla da iddialı. Kent devasa boyutlardaki lezzetli karpuzlarıyla Temmuz ayında bir de festivale ev sahipliği yapıyor.
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
20 Haziran 2007       Mesaj #27
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
Müzeler
Arkeoloji Müzesi

Diyarbakır'da ilk müze 1934 yılında Ulu Cami'nin devamı olan Zinciriye Madresesi'nde açılmıştır.1985 yılında ise Elazığ caddesi üzerinde bulunan Dedeman Oteli arkasında bulunan yeni yapısına taşınmıştır.Müzede Diyarbakır yöresinden kazılar,satın alma ve müsadere yoluyla edinilen eserler,Neolitik Çağ'dan itibaren Eski Tunç, Asur, Urartu, Helenistik, Roma, Bizans, Artuklu, Selçuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı devirlerine ait eserler kronolojik olarak sergilenmektedir.

Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi
Şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu bu ev geleneksel Diyarbakır evlerine güzel bir örnek teşkil etmektedir. 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınıp müze haline getirtilmiştir. Müzede Cahit Sıtkı Tarancı'nın eşyaları. mektupları ve kitapları sergilenmektedir.

Ziya Gökalp Müzesi
Ziya Gökalp'in doğduğu b-ev 1956 yılında müze haline getirtilmiştir. Gökalp'in eşyaları. mektupları ve kitapları sergilenmektedir.

Ünlüler


Süleyman Nazif

Suleyman nazif
Süleyman Nazif

Süleyman Nazif (1869-1927). Şair,yazar. Gördügü özel ögrenimle Farsça,Arapça ve Fransizca ögrendi. Diyarbakir Vilayet Matbaasi Müdürlügü ve Diyarbakir Gazetesininbas yazarligini yapti. II. Abdulhamit yönetiminden kaçti. Paris'e gitti ve orada Mesveret gazetesini çikardi. Yurda dönüsünde 12 yil Bursa'da zorunlu oturma cezasina çaptirildi. Mesrutiyet'ten sonra Basra, Kastamonu, Musul, Trabzon ve Bagdat valiliklerinde bulundu. 1915'te Istanbul'a yerleserek Halk, Ileri, Hadisat gazetelerinde yazdi; Halk'in bas yazarligini yapti. İstanbul'un isgalini protesto amaciyla yazdigi "Kara Bir Gün" yazisi ve ayni yönde verdigi konferanslar nedeniyle Malta'ya sürüldü. 1922 de yeniden Istanbul'a yerlesti. Yasaminin sonuna degin burada kaldi. Resimli Gazetede çalisti. Süleyman Nazif'in hayati 1894-1895'de Diyarbekir Vilayeti Salnamesi'ni hazirlamasiIle baslar. 1898 de Servet'i Fünun'da siirleri yayinlandi. Mesrutiyet Döneminde yazdigi tarih, elestiri, ani türündeki yazilariyla basari kazandi.

Cahit Sıtkı Tarancı
Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956): Şair. Ilkokulu Diyarbakir'da okudu. Daha sonra Saint Joseph ve Galatasaray Liselerinde ögrenim gördü. Ögrenimine Mülkiye Mektebive Paris Siyasal Bilgiler Fakültesinde devam etti. 1940’da II. Dünya Savasi nedeniyle yurda döndü ve asker oldu. Anadolu Ajansi ve Çalisma Bakanligi’nda çevirmen olarak çalisti. Tedavi için gittigi Viyana’da öldü. Taranci’nin ilk siirleri 1930’larda Muhit ve Servet-i Fünun dergilerinde yayinlandi. Ilk yillarda, A. Hamdi Tanpinar ve Necip Fazil’dan, sonraki yillarda ise Baudlaire’den etkilendi. Varlık, Yaratılış, İstanbul gibi dergilerde siirleri yayimlandi. Taranci’nin baslica eserleri: Ömründe Süküt, Otuzbeş Yaş, Düşten Güzel, Sonrasi.

Sezai Karakoç
Sezai Karakoç (d. 1933): İlk öğrenimini Ergani’de, orta ögrenimini Maraş Ortaokulu ve Gaziantep Lisesinde parasız yatılı olarak tamamladı(1950). Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra Maliye Bakanlıgı Mülkiye Müfettiş Muavinliği (1956-59), Gelirler Genel Müdürlüğü Kontrolörlüğü (1959-65). 1965’de görevinden ayrılarak Babıali’de Sabah gazetesinde (1965-68) fikra yazarlığı yaptı. 1960’da kurduğu Diriliş Dergisini, verdiği aradan sonra 1966’da yeniden çıkarmaya başladı. 76-78 döneminde gazete boyutunda 60 sayi çikardi. Ekim 79’dan itibaren yayını aralıklı olarak sürdürdü. Diriliş 1988’den itibaren haftalık dergi olarak çıktı.İkinci yeni akım şairleri ile biçimsel benzerlikler taşısa da şiirlerinin kaynakları itibari ile bağımsız bir çizgi tutturduğu kabul edilen Sezai Karakoç, yaşayan en büyük şairlerimizdendir. Hikayeler kitabı ile 1982’de Hikaye Ödülünü kazandığı Türkiye Yazarlar Birliği’nin 1988’de Üstün hizmet ödülünü aldı. Kendisinin kurduğu Diriliş Partisi’nin (DIRIP) Genel Başkanlığını sürdürüyor. Başlıca eserleri: Körfez(1959), Şahdamar(1962), Hızırla Kırk Saat(1967), Sesler(1968),Taha’nın Kitabi(1968), Gül Mustusu(1969), Siirler I‘den Siirler VIII’e kadar kitap serisi, Bati Şiirlerinden(1976),Hikayeler I ve Hikayeler II adlarında hikaye kitapları, Çağ ve İslam kitap serileri, Düşünceler kitapları, Diriliş Muştusu

Mıgırdıç Margosyan
Mıgırdıç Margosyan (d. 1938): Diyarbakır’ın Hançepek Mahallesinde doğan Margosyan, ortaokuldan sonra öğrenimine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde devam etti. 1966-72 yılları arasında Üsküdar Surp Haç Tibrevank Lisesi’nde felsefe, psikoloji, ermeni dili ve edebiyat öğretmenliği ve okul müdürlüğü yaptı. Daha sonra öğretmenliği bırakarak ticarete atıldı. Edebi çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Öyküleri Marmara Gazetesi’nde yayımlandı. 1988 yılında ermenice yazan yazarlara verilen Eliz Kavukçuyan Vakfı Edebiyat Ödülünü aldı. Ermeni yazınında taşra edebiyatının son temsilcisi olarak bilinmektedir

Ahmed Arif
Ahmed Arif (1927-1991): Şair, orta öğretimini Diyarbakır'da tamamladı. DTFC Felsefe Bölümü'nde okudu.1950'li yıllarda gazetelerde düzeltmenlik, sayfa sekreterliği gibi çeşitli görevler yapmıştır. 1968'de yayınlanan "Hasretinden Prangalar Eskittim" adli kitabı 38. baskıya ulaştı.

Ahmed Mürşidi
Ahmed Mürşidi (1689-1761) : Âlim, medrese öğreniminden sonra, Birecikli Şeyh Ebubekir'in tarikatına girdi. Ahmediye adlı pendamesiyle ünlendi. Mürşidin öbür eserleri: Yusuf ve Züleyha, Mevlud'i Nebi, Viladedi Hümayun Risalet penahi dir.

Ali Emiri
Ali Emiri (1857-1924): Araştırmacı, tezkire yazarı. Ömrü kitap okumak, yazmak ve toplamakla geçen Ali Emiri'nin zengin bir kütüphanesi vardı. Vefatından sonra bu kitapları Fatih Millet Kütüphanesine konulmuştur. Tezkirei Suara'yi Amid, Osmanlı Vilayet-i Şarkiyesi, Osmanlı Şehirleri, Diyarbakır'lı Bazı Zevatın Tercüme-i Halleri gibi eserleri bulunan Emiri, 32 sayı yayınlanan Osmanlı Tarih ve Edebiyatı dergisini ve 6 sayılık Amid-i Sevde dergisini çıkardı.

Ebülkasım Amidi
Ebülkasım Amidi: Hasan b. Birs b. Yahya, Basra'da doğmuş olmakla birlikte aslen Diyarbakır'lıdır. Doğum tarihi bilinmeyen Amidi m.981'de vefat etmiştir. İyi bir şiir eleştirmeni olan Amidi ,aynı zamanda hattad idi.

Ebülhasan Seyf-üd-din el Amid Amidi
Ebülhasan Seyf-üd-din el Amid Amidi: 1156 da Diyarbakır'da doğdu. 12.yy'ın ünlü alimlerden olan Amidi, fıkıh, hadis, felsefe, tıp ilimleri tahsil etti. Özellikle fıkıh ve felsefede devrinin en önemli otoritesiydi. Otuza yakın eseri vardır.

İzzet Altınmeşe
İzzet Altınmeşe (d. 1945): Halk müziği sanatçısı. 1977'de TRT sanatçısı oldu. Halk müziğine kendine özgü bir yorum getiren Altınmeşe kendi yöresinden derlediği türkülerle tanındı.

Orhan Asena
Orhan Asena (d. 1922): Oyun yazarı. 1954-55 tiyatro mevsiminde Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahneye konan "Tanrılar ve İnsanlarla oyun yazarlığına başladı. Tarihsel konuların eserlerinde önemli bir yer tuttuğu gözlenen Asena'nın kimi eserleri: Hürrem Sultan, Simavnalı Şeyh Bedrettin, Atçalı Kel Mehmet, Tohum ve Toprak, Yalan, Korku.

Hamid Aytaç
Hamid Aytaç (1891-1982): Hattat. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenime başladıktan bir yıl sonra okulu bırakıp hat dersleri almaya başladı. Eserleri birçok İslam ülkesinde geniş ilgi gördü. Sisli Camisi Yazıları, Sögütlü çesme Camii Kuşak Fetih süresi, Tarabya Camii Kubbe yazıları önemli eserleridir.

Şevket Beysanoğlu
Şevket Beysanoğlu (d. 1920): Araştırmacı, yazar. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu; avukat. Çesitli dergi ve gazetelerde siir, araştırma, deneme yazıları yayınlayan Beysanoglu'nun Diyarbakır Kültür ve Tarihi'nin günyüzüne çıkartılmasında önemli çabaları oldu. Bazı kitapları: Diyarbakır Folkloru, Ziya Gökalp, Diyar bakır’lı Fikir ve Sanat Adamları, Bütün Cepheleriyle Diyarbakır, Kısaltılmış Diyarbakır Tarihi ve Abideleri, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi.

Adnan Binyazar
Adnan Binyazar (d. 1934): Eleştirmen. 1960 lardan bu yana Varlık, Papirüs, Türk Dili, Milliyet Sanat gibi dergilerde eleştirileri yaptı. Bazı kitapları: Toplum ve Edebiyat ,Dedem Korkut'tan Öyküler,,Agit Toplumu.

Cemili
Cemili (1465-1543): Şair, Diyarbakır'in Şah İsmail'in eline geçmesinden sonra İstanbul'a gitti. Şiirlerinin büyük bir bölümünü çağatay lehçesi ile yazdi. Topkapı Sarayı kitaplığında bulunan divanı daha çokAli Şir Nevai'ni siirlerine nazirelerden olusmaktadir.

Ziya Gökalp
Ziya Gökalp (1876-1924): Yazar, Abdulhamid'e karsi gizli örgüt çalismalarina katildigindan dolayi hapsedildi ve sürüldü.Sürgün yeri olan Diyarbakir'da Ittihat ve Terakki Partisini örgütlemeye çalisti,gazete çikardi. 1923'de Diyarbakır Milletvekili seçildi. 1924 Ekim'inde İstanbul'da öldü. Kitaplarından bazılari : Türkçülügün Esaslari, Saki Ibrahim Destanı, Altın Işık.

Hikmet Çetin
Hikmet Çetin (d. 1937): Politikaci, 1960 da Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. DTP de çalisti. 1974 de politikaya atildi. Devlet Bakanligi, Disisleri Bakaligi, Basbakan Yardimciligi görevlerinde bulundu.

İbrahim Gülşeni
İbrahim Gülşeni (1452-1533): Halveti'ligin bir kolu olan Gülşeni Tarikatı'nın kurucusu. İki yaşında öksüz kaldı. İlk öğretimini amcasının yanında tamamladı. Maveraünnehir ve Tebrize gitti. Şah Ismail'in baskısından dolayı tekrar Diyarbakır'a geldi. Daha sonra Mısır'a gitti. Ömrünün sonlarına dogru İstanbul'a çağrıldı. Birçok mürşid edindi. Mısır'a döndükten sonra bir veba salgınında vefat etti.

Celal Güzelses
Celal Güzelses (1900-1959): Folklorcu. Diyarbakir yöresi folkloru üstüne arastirmalar yapti. 1943'de Diyarbakır Halk Musiki Cemiyeti'ni kurdu. Döneminin en ünlü ses sanatçıları arasında yer aldı.

İbn-ül Ezrak
İbn-ül Ezrak (1116-1176): Tarihçi Silvan'da dogdu. Tarihi Meyyafarikin adlı eseriyle tanındı.

Molla Çelebi
Molla Çelebi (?-1655): Sultan IV. Murat Bagdat seferinden dönüsünde Diyarbakir'da Molla Çelebi'yle görüstü. Kendisini Istanbula götürdü. Burada Es ile adli kitap hazirladi. Daha sonra Red ve Kabul,Dogunun Serhi ve Fevibe adli kitablari yazdi.

H. Ragip Müderris
H. Ragip Müderris (1786-184): Alim. Medrese ögretiminden sonra çesitli memurluklarda bulundu. Hüsrev Pasa medresesindeki müderrisliginden sonrakendi medresesinde ögretime basladi. Çesitli dinsel konularda 30'u askin eseri vardir.

Tuncer Necmioğlu
Tuncer Necmioğlu (d. 1936): Sinema ve tiyatro sanatçısıdır. Tip Fakültesinde ve İTÜ Makine Bölümünde ögrenim gördü. Ögrenim yillarinda tiyatro çalismalari basladi. Filmlerinden kimileri: Kizilirmak Karakoyun,Kuma,Pir Sultan Abdal.

Nesimi
Nesimi (?-1404): Divan şairi. Hayatina dair kesin bir bilgi yoktur. Asil adi Imadeddin'dir. Ölüm tarihi kimi kaynaklarda 1417 kimilerinde 1418 olarak da belirtilmektedir. Siirleri dönemin bir çok sairini etkilemistir. Kendisinin de Mevlanadanetkilendigiileri sürülmektedir. Çesitli nazireler yazmistir. Esterabadli Fazlullah'in yaymaga çalistigi Hurufiligi benimsedi. Bu mezhebin önde gelen savunuculari arasinda yer aldi. Ülkenin çesitli yerlerinde dolasarak siirleriyle yaymaya çalisti. Bu, yöneticileri rahatsiz etti. Misir Çerkez Kölemenleri hükümdari El-Müeyyed Seyhin emriyle Sam'da derisi yüzülerek öldürüldü. Cesedi bir hafta halka gösterildi. Eserleri arasinda Türkçe ve Farsça divan en önemlileridir.

Özer Ozankaya
Özer Ozankaya (1937): Bilim adamı yazar. Kulp'ta dogdu.1959 da Siyasal Bilgiler Fakultesini bitirdi. Ayni yıl Sosyoloji Asistanı oldu. "Üniversite Ögrencilerinin Siyasal Yönelmeleri" konulu doktora tezi 1966 da yayınlandı.

Faik Ali Ozansoy
Faik Ali Ozansoy (1875-1950): Sair. 1901'de Mülkiye Mektebi'ni bitirerek ,kaymakamlik,mutasarriflik ve çesitli memurluklarda bulundu. Daha sonra mülkiyedeFransizca ögretmenligi yapti. Ögretim yillarinda "Kehkesana Karsi" siiriyle Servet'i Fünu anlayisiyla,özellikle Abdülhak Hamid ve Tevfik Fikret'in etkisiyle siirler yazdi.1908 sonrasinda daha bagimsiz siire yöneldi.

Ferit Öngören
Ferit Öngören (d. 1932): Yazar, karikatürcü. 1958'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi ve Avukatliga basladi. Daha sonra karikatüre yöneldi. Ressamlik yapti. 1966 da Lastik-is Sendikasinin yayin organi Lastik-Is i çikardi. Filiz, a, Yelken, Köprü, Ataç, Degisim, Siir Sanati, Yeni a gibi dergilerde yazdi. Ayrica, ilk çaglardan günümüze degin Anadolu siirinin evrimini inceleyen arastirmasinin bir bölümü de soyut dergisinde yayinlandi.

Kaya Özsezgin
Kaya Özsezgin (d. 1938): Eleştirmen. İlk ve orta öğretimini Diyarbakır'da tamamladıktan sonra DTC Fakültesi Sanat Tarihi Bölümünde ögrenim gördü. Çesitli okullarda sanat tarihi ögretmenliği yaptı. Sanat yaşami resimle basliyan Özsezgin, üç sergi açtiktan sonra elestirmenlige yöneldi. Vatan ve ulus gazetelerinde Pazar Postasi, Sanat ve Sanatçilar, Papirüs, Milliyet Sanat gibi dergilerde ressamlar, sergiler üstüne deneme, elestiri yazilari yayinlandi. Çesitli jürilerde ve Ankara Radyosunun Sanat Dünyasi programinda görev yapti, "Prometheus'un Dönüsü"adli deneme-elestiri adli eseri 1965'te yayinladi.

Veysel Öngören
Veysel Öngören (d. 1931): Şair Afyon lisesini bitirdi. Bir süre Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okudu. Ögrenimini yarim birakti. Diyarbakir'in Hacikan Köyü'ne yerlesti. Daha sonra Ankara'da DTC Fakültesi Felsefe Bölümüne girdi. TRT Dis Haberler Servisinde, Vatan gazetesinde çalisti. Dost, Ankara Birligi, Türk Dili, Türkiye yazilari gibi dergilerde yayinlanan siirleriyle yazin çevrelerinde ilgi uyandirdi. Siirlerinde yöresel deyisten kaynaklanan özgün bir söylem gelistirdi. Ilk eseri Remo ve Salo'dur (1980).


Kültür ve Sanat

El Sanatları
Diyarbakır'ın el sanatları içerisinde kuyumculuk, ipekçilik, bakırcılık önde gelmektedir. Diyarbakır el sanatları, 1.Dünya Savaşı'na kadar çok ilşeri bir düzeydeydi. Örneğin Konya'daki Mevlana türbesinin ikinci kapısı, Bağdat'taki İmam-ı Azam türbesinin altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize, şamdan ve kandilleri Diyarbakır'da yapılmıştır.
Eskisi kadar olmamakla birlikte günümüzde önemini koruyan bu el sanatlarında hasır bilezik,kişmiş gerdanlık,güöüş işlemeli nalın ve çekmeceler Diyarbakır'ın kuyumcularının beğenilen ürünleri arasındadır. Köylerde el dokumacılığı ve halı, kilim üretimi de yapılmaktadır.

Halk Oyunları
Diyarbakır yöresi halay türüne giren oyunları kendi bünyesinde barındırır. Yörede oyunlar genelde coşkuyu, sevgiyi, ahengi, hüznü, yiğitliği, mertliği ve günlük doğa olaylarını içerir. Oyunların çok eski kökeni olmasına rağmen bugünlere kadar gelmişlerdir. Bütün oyunlar yörenin yaşayış biçimi, sosyal ve kültürel ilişkilerinden etkilenmiştir. Yöre oyunlarda işler adım hemen hemen bütün oyunlarda sağa doğrudur. Aynı oyunlar farklı ilçe veya farklı köyde aynı biçimde veya küçük nüanslarla oynanmaktadır. Bununda en büyük nedeni ise aşiretlerin bölünüp değişik bölgelere yerleşmesidir.
Diyarbakır’da halk oyunları; kına geceleri, düğün, bayram ve özel zamanlarda oynanır. Bazen sohbet ve eğlenme amaçlı gidilen yerlerde halk oyunları da oynanır. Bazen de yöreye özgü eyvanlı evlerde eğlence amaçlı bir araya gelinir ve bu muhabbetlerin açılışı halk oyunlarıyla yapılır ve ardından müzik ile devam eder, hatta bu güzel sohbetler için özel davul zurna bile temin edilir. Yörede oyunlar genelde ağırdan başlayıp hızlanarak devam eder. Oyun formları genellikle;
  • Düz çizgi,
  • Karşılıklı iki düz çizgi,
  • Yarım daire,
  • Daire formundadır.
Bazı kırsal kesimlerde ise çeşitli biçimde diziler oluşturulur ve sözlü sözsüz ezgiler eşliğinde oynanır. Oyunlar serçe parmaklar, kollar, omuz ve avuç içlerinin birleşmesiyle oynanmaktadır. Bazı oyunlarda kollar serbest bir halde seyir gösterir;
Örneğin Çepik oyunu gibi. Yörede bazı oyunlar belli araçlar eşliğinde oynanır. Bu araçlar genelde;
  • Teşi,Bakraç,Tüfek,Sopa, Tırpan,Kepenek ‘tir.
Seyirlik oyunları geçmişte gerçekleşen olaylar, doğadan etkileşim, dini inançlar ve hikâyelerden derlenip belli bir formda ve uygun müzikle sahneleme olayıdır. Bu oyunlar yörede halen eski canlılığını koruyarak oynanmaktadır.

Bazı Halk Oyunları
  • Keşe-o
  • Delile (Delilo)
  • Govend (Halay)
  • Harrani (Esmerim)
  • Şuşane (Tek Ayak)
  • Du-nıg (Çift Ayak)
  • Çaçan
  • Çepik
  • Meryemo
  • Papure
  • Düzo
  • Kadın Delilosu
  • Kadın Halayı
  • Teşi
  • Beri
  • Teşi (Erkek)
  • Gur-u Pez (Kurt Kuzu)
  • Hasat
  • Kelek
  • Şur-u Mertal (Kılıç Kalkan)
  • Çömçe Gelin
KEŞE-O
Bu oyunun en büyük özelliği Diyarbakır iline ve sadece erkeklere özgü olmasıdır. Çok eski dönemlerde yörede birçok dine mensup insanların yaşadığını gerek yazılı kaynaklardan gerekse büyüklerimizle yaptığımız sohbetlerden biliyoruz. İşte bu oyunumuzda yörede yaşayan ve bir başka dine ait bir din adamıyla ilgilidir. Bu oyun Delile (Delilo) oyununu oynayan sarhoş bir Hıristiyan din adamının taklit edilişidir. Zaten yörede Hıristiyan dinine mensup din adamlarına yani papazlara, keşe adı verilmektedir. Bu oyun çok eski dönemlerde kollar aşağıda olacak şekilde oynanmış olup, son dönemlerde ise bu oyunda kollar baş hizasında olacak şekilde icra edilmiştir. Çok ağır bir tempoda olup sağ ayakla önce yere topuk daha sonra sol dize vurup sağ ön vereve atılmasıyla başlanır. Eller serçe parmaklarda birleşik kollar baş seviyesindedir. Sağ ayak topuğu sol diz altına vurup sağ ön vereve atılmasından sonra, sol, sağ ve sol topuk öne vurulup adımlar bu defa geri atılır. Bu arada kollar ayakla uyumlu bir şekilde aşağı yukarı iniş-çıkışlar gösterir. Önden geriye gelirken ayaklar önce sol, sağ, sol geri atılacak şekildedir. Oyun tekrar sağ ayakla öne ve diz altına topuk vurulup icra edilir.

DELİLE (DELİLO)
Bu oyun kentte yaşam süren tüm uygarlıkların özelliklerini kendine özgü bir biçimde yansıtmıştır. Bu oyunda sevgi, saygı, hoşgörü, coşku ve birlik beraberliği görebilmekteyiz. Yörede insanlarına göre bu oyunun birkaç farklı içeriği mevcuttur. Bu oyun kimine göre tarlada bereketli olan bir dönem sonrası sevinç oyunu, kimine göre ise kına, düğün, bayramlarda karşılıklı maniler şeklinde atışılarak ortama neşe katma amaçlı bir oyun şeklidir. Çeşitli görüşler olması aslında ayrı varyantlardır çünkü sonuç olarak aynı noktaya varıyoruz.
Yani bu oyun oynandığı mekana göre sözlü ya da sözsüz olup, kentte yaş** süren tüm uygarlıkların izlerini yansıttığı gibi, bulunan ortama birlik, beraberlik ve mutluluk katar.
Yörede bu oyuna Gırani, Aslanvari, Şervani ve Koçeri gibi isimlerde verilmektedir.
Oyun sağ ayağın sağ ön vereve atılmasıyla başlar. Öne giderken sağ, sol, sağ ve sol ayağın topuğunun yere vurulup atılması, geriye dönüş sol, sağ, sol ve sağ ayağın taban vurulmasıyla devam eder.
Oyun esnasında ekip başındaki oyuncu soloya çıkarak kendi yeteneğini sergiler ama solo sırasında önemli olan oyuncunun hem müzik hem de ritimle uyumlu olmasıdır. Türkülü bir oyun olduğundan, grup sayısı fazla olursa karşılıklı türküler söylenerek de oyun icra edilebilir.

GOVEND (HALAY)
Bu oyunda yörede karşılıklı yaşanılan sevgiler anlatılmıştır, hatta bu sevgiler için oyuna birçok türkü yakıldığı söylenilmektedir. Yörede insanların birbirine karşı duydukları sevgileri hem oyunla hem de oyun içerisinde söylenen türküyle icra etmesi, çok yaygın olan halay oyununa ayrı bir güzellik katmıştır. Halayı ekibin başındaki oyuncu elindeki mendil ve ses komutuyla yönetir. Bu oyunda ekip başı soloya çıkarak, müzik ve ritm eşliğinde kendi maharetini sergiler. Halaylarda coşku, mutluluk ve canlılık ön plandadır.
Erkek ve kadın halayı olmak üzere ikiye ayrılır. Erkek halayında, sağ ayağın tabanının yere vurulup, sol ayağın öne çıkması, sol taban vurup sağ ayağın öne çıkmasıyla oyuna giriş yapılır. Ardından dört diz kırıp, üç diz çekmeyle oyun seyir gösterir. Sağ ayağın tabanının yere vurulup, sol ayağın öne çıkması, sol taban vurup sağ ayağın öne çıkmasından sonra, sağ ayak topuğuyla yere üç defa vurulur.
Daha sonra sol ayağın sağ tarafa savrulup öne atılmasıyla devam eder. Bu adım cümlesi ekip başının vereceği komuta kadar devam eder. Komut geldikten sonra aynı adım cümlesi üçüncü komuta kadar tekerrür eder.
Üçüncü komuttan sonra geriye sol, sağ, sol ayak atılır ardından sağ taban basıp sol ayağın, sol taban basıp sağ ayağın öne çıkmasıyla icra edilir. Eller gözükmeyecek şekilde parmakların iç içe geçirilmesiyle oyuncuların arkasında tutulur.
Yörenin en çok oynanan ve en çok sevilen oyunlarındandır. Kadın halayı ise ilerde Kadın Halayı adlı oyun kısmında anlatılmıştır.

HARRANİ (ESMERİM)
Yine bu oyunla ilgilide yöredeki mahalli kişiler tarafından ortaya çıkan esmer kızlara duyulan sevginin türkü eşliğinde anlatımıdır. Eski zamanlarda yörede bir erkek ve bayanın görüşmesi bugünkü kadar rahat değilmiş, yani birbirine sevgi besleyen insanlar bunu çok rahat dile getiremezmiş. Bu yüzden birbirlerine karşı duyulan bu sevgiyi nişan ve düğün gibi eğlence ortamlarında esmerim oyunu oynarken söylenen manilerle dile getirmişlerdir. Oyunun kendine ait türküsü ve bu türkünün birkaç değişik varyantı mevcuttur. Bazı mekanlarda türkü söyleyerek de oynanan bir oyundur. Yöre oyunları içerisinde farklı bir yeri bulunan Harrani oyununun bir başka adı ise Esmerimdir.
Sol ayağın öne topuk vurup, geri çekilmesiyle başlar. Ardından sağ, sol, sağ ayak geriye çekilir ve sonra en son geriye çekilen sağ ayağın yerine gelmesiyle iki diz birden kırılır. Bu adım cümlesi oyunun yerinde olan adımıdır. Öne iki değişik çıkışı ve geri gelişleri mevcuttur. Birinci çıkış sol ayak topuğu öne vurulup öne atılır. Ardından sağ, sol adım atılıp durulur, yanına sağ gelince iki diz birden kırılır. İkinci çıkış ise sol topuk öne vurulup öne adım atılır, yanına gelen sağ ayak yerinde, topukla önce öne sonra yana vurulup yerine gelince de iki diz birden kırılır. Geri gelişler ikisinde de aynı olup sol topuk öne vurulur ve geriye sol, sağ, sol adım atılır, sağ ayak sol ayağın yanına gelince iki diz tekrar kırılır. Kol tutuşları Govend (Halay) oyunundaki gibidir.

ŞUŞANE (TEK AYAK)
Bu oyunumuz genelde kırsal kesimde gruplar tarafından karşılıklı atışma şeklinde oynanan bir oyundur. Halay oyunuyla benzerlik gösteren adım cümleleri olsa dahi, kendine ait figürler olup, bu figürlerde en büyük özellik ise figürlerin kesik kesik olmasıdır.
Bu oyunumuz tek bir ekip şeklinde oynanılabildiği gibi, bir gurubun öne çıkarken diğerinin geriye adım atması daha sonra bu işlemin tersi uygulanarak devam etmesi de yörede mevcuttur.
Sol topukla öne topuk vurulup geriye taban çekmesiyle başlayıp yerimizde sağ, sol ayak hareket ettirilir. Daha sonra sağ diz önden yerine çekilerek oyun seyir eder. Komutla sol topuk öne vurulur, sağ topukla ise yere iki defa yarım daire çizilecek şekilde vurulur ve halay savurması yapılıp öne çıkılır. İkinci bir komut gelene kadar hamle yapılır. Geri geliş sol topuk öne vurulur ve geri atılırken sağ, sol, sağ diz çekilir. Kollar Govend (Halay) tutuşunun aynısıdır.

DU-NIG (ÇİFT AYAK)
Yörede bu oyun hakkında fazla teorik bilgi bulunmamakla beraber bu oyunumuz arada küçük nüanslar dışında hemen hemen tek ayak oyunuyla aynı seyri gösterir. Yine bu oyunumuzda tek bir ekip şeklinde oynanılabildiği gibi, bir gurubun öne çıkarken diğerinin geriye adım atması daha sonra bu işlemin tersi uygulanarak devam etmesi de yörede mevcuttur.
Oyunda sol topukla öne iki defa topuk vurulup geriye taban çekmesiyle başlayıp yerimizde sağ, sol ayak hareket ettirilir. Daha sonra sağ diz önden yerine çekilerek oyun seyir eder. Öne Komutla sol topuk iki defa yere vurulur, yerinde sağ ayak üç topukla yarım daire çizer. Sol ayak sağa iki defa halay savurması yapar ve ikinci komuta kadar öne gidilir. Geri geliş ise sol ayak topuğu öne iki defa vurulup geri çekilir, ardından sağ, sol, sağ diz çekilir. Bu oyunda da kollar Govend (Halay) tutuşundaki gibidir.

ÇAÇAN
Bu oyunda ise bir kıza aşık olan erkeğin sevgisini oyunla anlatması görülmektedir. Oyun, adını erkeğin aşık olduğu kızdan alır. Çaçan adındaki bayan köyde kuyuya gidip kuyudan su çekerken bir ara kuyuya düşer gibi oluyor ve bunu gören erkek koşarak Çaçanı kurtarmaya çalışmıştır. Oyun içerisinde yapılan hızlı çapraz adım cümleleri kuyuya düşmek üzere olan Çaçanı kurtarmaya doğru koşmayı anlatıyor.
Daha önceki zamanlarda oyunun çökme adım cümlesi var iken değişik sebeplerden bugün oyunda çökme adım cümlesi görülmemektedir. Yörede bu oyunun türküsü de mevcuttur, birçok yerde türkü eşliğinde oyun icra edilmektedir. Govend (Halay) oyununa benzerlik göstermekle beraber kendine özgü değişik adım cümleleri de göze çarpmaktadır.
Halay oyunundaki gibi sağ ayağın tabanının yere vurulup, sol ayağın öne çıkması, sol taban vurup sağ ayağın öne çıkmasıyla oyuna giriş yapılır. Sonra yerimizde dört diz kırıp, dört diz çekme işlemi seyir gösterir, komutla sağ taban basılıp sol adımın, sol taban basılıp sağ adımın öne çıkmasıyla başlar. Sağ ayak yerinde üç defa topuk vurarak yarım daire yaptıktan sonra öne taban basar. Yerinde üç defa tabanla ayaklar yer değiştirecek şekilde çapraz adım yapılır. Sonra komut gelene kadar öne çıkılır. Geri geliş ve kol pozisyonları Govend (Halay) oyununun aynısıdır.

ÇEPİK
Oyun adını iki elin birbirine vurmasından alır. Oyunda yöredeki kişiler ya da topluluklar arasında çıkan kavgaların taklit edilişi anlatılmıştır. Bu çıkan kavgalarda herkes kendisini ve ailesini korumak için var olan el ve bilek gücünü ortaya koyar. Oyunda birbirine yakın figürlerle üç ayrı adım cümlesi görülür. Birinci adım cümlesinde yürüyerek kavgaya davet etme, ikinci adım cümlesinde eşleşme, üçüncü adım cümlesinde ise eşlere arasında çarpışma seyir gösterir. Erkeklerin daha çok oynadığı tatlı-sert bir oyun olup bayanlar oynadığı takdirde bayan bayana eşleşme söz konusudur. Eski zamanlarda ise bayanlar çepik oyunu oynamaz, bu oyunu erkekler icra ederken erkeklerin arkasında bulunan bayanlar kavganın bitmesi için feryat eder, hatta kavganın bitmesi için yörede namus sayılan bayan tülbendini kavganın ortasına atar ve kavga sona erer. Yöre oyunları içerisinde eller serbest şekilde oynanan oyunlardan biridir. Erkeklerin ve bayanların tavırları birbirinden net bir şekilde farklılık göstermektedir.
Oyunda eller serbest şekilde ayak ise öne önce sağ sonra, sol adım atılıp ardında sağ topuk sol parmak ucunun yanına sol topuk ise sağ parmak ucunun yanına topuk vurup ayak öne adım atar. Sağ topuk vurulduğunda bileklerde güç toplanır. Sol topuk vurulduğu anda ise alkış yapılır. Böyle oyun devam ederken kişiler eşleşir oyun karşılıklı el vurulup, dönülerek icra edilir. Eller serbest, oyun alanı geniştir.

MERYEMO
Bu oyun kimine göre insanlar arası ilişkiler, sevda, mutluluk ve coşkudan ortaya çıkmış, kimine göre isminden de anlaşılacağı gibi bir bayana olan sevgiden ortaya çıkmış bir oyundur. Meryem adındaki bir bayana duyulan sevgi anlatılmıştır. Yine sonuç olarak şu kanıya varıyoruz ki bu oyunumuzda yörede sevinç, mutluluk ve sevdalardan ortaya çıkıp bugünlerimize kadar gelmiştir.
Oyunda önce sağ ayağın sağ ön vereve atılması ardından sol ve sağ ayaklar sağ ön vereve atılır. Sağ ayak yere taban bastığında sol sağa doğru savrulur hemen ardından sol yerine taban bastığında ise sağ sola doğru savrulur. Oyun böyle devam eder. Eller avuç içlerinden tutulup yarım veya tam daire formunda oynanır.

PAPURE
Bu oyun insanlar arası ilişkiler, sevda, mutluluk ve coşkudan ortaya çıkmıştır. Bu oyun Meryemo oyununun bir başka varyantı olup içinde halay oyunun adımlarını da görmek mümkündür. Bu oyunda ciddi anlamda bir sürat ve sert adım figürler görmek mümkündür. Yine bu oyunumuzda geçmişten günümüze kadar gelmiştir.
Oyunda önce sağ ayağın sağ ön vereve atılması ardından sol ve sağ ayaklar sağ ön vereve atılır. Sağ ayak yere taban bastığında sol sağa doğru savrulur hemen ardından sol yerine taban bastığında ise sağ sola doğru savrulur. Oyun böyle devam seyir gösterirken daire içine önce sağ sonra sol adımla hamle yapılır, yerinde dört diz kırma, dört diz çekme ile seyir gösterir. Komutla sol ayak öne çıkarılır, sol yerine çekilirken sağ ayakla öne çift düşülür. Yerinde çapraz adım cümlesi yapılarak sağ vereve önce sağ sonra sol ayak atılarak sağ ayak yere taban bastığında sol sağa doğru savrulur hemen ardından sol yerine taban bastığında ise sağ sola doğru savrulur oyun böyle devam eder.
Eller omuz başlarından tutulur yarım ya da tam daire formunda oynanılır.

DÜZO
Bu oyun yörede insanlar arasındaki sevgiyi anlatmaktadır. Bir erkeğin bir bayana olan sevgisi ana tema olup, kendine ait başta ağır daha sonra hızlı olacak şekilde iki ayrı adım cümlesi görülmektedir. Yörede bu oyunun türküsü de mevcuttur, birçok yerde türkü eşliğinde oyun icra edilmektedir. Bölge civarında, halk oyunlarının sınır tanımamız’lığından ötürüdür ki yakın çevre ilerde bu oyun görülmüştür.
Yerinde önce sağ sonra sol ayak şekilde sekme figürleri yapılarak başlanır. Daha sonra öne doğru önce sağ ayak ardından sol ayak atılacak şekilde oyun ekip başından gelecek komuta kadar devam eder. Ön tarafta ise oyun bir anda hem adım cümlesi hem müzik ve ritim olmak üzere hızlanır. Aynı adım cümlesinin hızlısı seyir gösterir, diğer komut geldikten sonra oyun ilk baştaki yavaş olan adım cümlesiyle geriye doğru devem eder. Bu oyunda yine eller Govend (Halay) oyunundaki tutuşla aynıdır.

KADIN DELİLOSU
İsminden de anlaşılacağı gibi bu oyun sadece bayanlara özgü bir oyun olup, erkek Delilosuyla ciddi farklılıklar gösterir. Hem merkezde hem de birçok kırsal kesimde icra edilmektedir. Yine bu oyunumuzda yörede sevinç, mutluluk ve coşkulardan çıkmış olup, bugünlerimize kadar gelmiştir. Bu oyunda ciddi anlamda bayana yakışacak bir zariflik mevcuttur. Bu oyun erkek Delilosuna göre daha ağır oynanır.
Bu oyun sağ ayağın sağ ön vereve atılmasıyla başlar. Ardından sol ayak atılır ve sağ ayak yere sürterek geri çekilir. Öne ise sol topuk vurup geriye atılır hemen ardından geriye sol, sağ, sol ayaklar atılır ve son olarak sağ taban vurup tekrar sağ ön vereve hamle yaparak oyun başa döner. Eller serçe parmaklardan tutulup, yarım daire formunda oynanır.

KADIN HALAYI
Bu oyunumuzda yörede sevinç, mutluluk ve coşkulardan çıkmış olup, bugünlerimize kadar gelmiştir. Kendine has tavırları, diz kırması, omuz sallamasıyla maharet gerektiren bir oyundur. Oyun içerisinde belirgin bir şekilde, sürat ve canlılık göze çarpmaktadır. Yine bu oyunumuzda sadece bayanlara özgü bir oyun olup, merkez ve kırsalda oynanmaktadır.
Bu oyunda sağ ön vereve sağ ile adım atılır. Ardından sağ, sol sonra sağ basılıp sol diz, sol basılıp sağ diz çıkarılır. Komutla aynı şekilde öne ve geriye hamle yapılır. Eller bellerden saracak şekilde tutulup önce düz daha sonra sol ayak vuruşuyla yarım daire formunu alarak oynanır. Bu oyunumuzda yine kadınlara özgü olup erkekler tarafından da icra edilir.

TEŞİ (KADIN)
Eski zamanlarda şimdiki kadar gelişmiş alet ve makineler olmadığından, teşi aleti ciddi anlamda iş gören bir aletmiş. Bu oyunda kırsal kesimdeki kadınların keçi ve koyun kıllarını teşi denilen aletle yün haline getirmesi anlatılmıştır. Bayan oyunu olup erkeklerde bayanları taklit etmişlerdir, erkeklerin de oynadığı bir teşi oyunu mevcuttur, ilerde anlatılmıştır.
Bu oyun sağ ayağın yürüme adımı gibi öne atmasıyla başlar, arkasından sol, sağ, sol... Şeklinde yapılacak sahne çizgilerine göre devam eder.
Ayaklar böyle hareket halindeyken elle ise sol el yukarda teşi ipini tutar sağ el ise teşi’yi çevirir, bu arda sağ el teşi’yi çevirdikten sonra sol elin altından keçi kıllarını yün haline getirmeye çalışır.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.

BERİ
Bu oyunumuzda kırsal kesimdeki bayanlarımızın süt sağması olayıdır. Oyunda süt sağmaya gidiş, süt sağma ve bu olaydan dönüş hareketlerle ifade edilmiştir. Tamamıyla bayanlara özgüdür. Oyun içerisinde oyuncunun kendine has tavır ve mimikleri mevcut olup, oyuncunun kendi mahareti ön plandadır.
Oyun sağ ayağın yürüme adımı gibi öne atmasıyla başlar, arkasından sol, sağ, sol... Şeklinde yapılacak sahne çizgilerine göre devam eder. Bu arada sağ kolumuzda bakraç (süt ya da yoğurt koymak için yapılmış küçük kova) bulunmaktadır. Gidiş işleminden sonra sağ ayak geriye atılacak şekilde olduğumuz yere ister ayaküstüne isterse diz üstüne çökülür ardından süt sağma, el silme ve ter silme hareketleri yapılır. Daha sonra yine yürüme adımıyla oyuna son verilir.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.

TEŞİ (ERKEK)
Aslında bayanların teşi oyununun kırsal kesimde erkekler tarafından taklit edilerek bir nevi eğlenceye dökmeleriyle oluşmuş bir oyundur. Adım cümlesi olarak Şur-u Mertal (Kılıç Kalkan) oyunundaki adım cümlesi örnek alınmış ve bayan hareketlerini erkekler yaparak bulundukları ortama neşe katmışlardır.
İki ayrı gurup ve her grubun başında gurubu yönlendiren ekip başları bulunmaktadır. Oyuna giriş çepik oyunundaki ayak figürleriyle aynıdır. Kollar ise bir gurupta sol, diğerinde ise sağ kol serbesttir, öteki kol ise öndeki oyuncunun yeleğini arkadan tutacak şekildedir. Sahneye yerleşinceye kadar oyun böyle devam eder. Sonra isteğe bağlı olacak şekilde bir gurup yere diz üstüne çöktürülür, diğer gurup ayakta kalacak şekilde oyun seyir eder.
Sahneye yerleştikten sonra bir ekip başı bir bayanın süslenmesini diğer ekip başı ise bir bayanın kırsal kesimde mevcut aletlerle yağ yapmasını taklit ederken, ekibin diğer oyuncuları ise ekip başlarını el ve küçük tokatlarla rahatsız eder. Ekip başları ise bu el ve tokatlara sinirlenerek elindeki sopayla (Haziran Ağacı) diğer oyunculara sert olmayacak şekilde vurur oyun bu şekilde icra edilir.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.

GUR-U PEZ (KURT-KUZU)
Yöre halkının büyük geçim kaynaklarından biride hiç şüphesiz hayvancılıktır. İşte bu seyirlik oyunumuzda yöre halkının yaptığı günlük işleriyle ilgilidir. Yöre halkından çoban günlük hayatta koyun, kuzu otlatmak ve bunları dışardan gelebilecek tehlikelere karşı korumakla yükümlüdür. Bu oyunda kırsal kesimde çobanın koyunları otlatmak üzere yaylaya götürmesi ve yaylada karşılaşılan tehlikeler anlatılmıştır.

Oyunda oyuncular ayaklarının üzerine çökecek şekilde sahneye çoban tarafından getirilir. Çobanın hemen yanında sürüyü koruyacak köpekte bulunmaktadır. Çoban koyunlara yemlerini verir, kendiside bir köşeye çekilip yemeğini yer ve ardından sigarasını içerek uyur. Daha sonra sürüye kurt saldırır, kurt bir koyunu yer ve gider çoban uyandığında kurt kaçmıştır. Çoban kaybedilen koyun için köpeği suçlar ve köpeğini tekmeler. Daha sonra kurdun tekrar geleceğini düşünen çoban sürünün içine girerek kurdu beklemeye başlar, gelen kurdu tüfeğiyle yaralar ve hemen köpek kurdun üzerine atılarak kurtla boğuşur ve kurdu tamamen cansız hale getirir. Oyunun bitiminde yani kurdun vurulmasından sonra çoban kurdun ayağından tutup hem kurdu hem de ekibi dışarıya alır.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.

HASAT
Bu oyunda insan, doğa ilişkileri ve kırsal kesimdeki günlük yaşantı anlatılmıştır. Oyun içerisinde oyuna dışardan tarla sahibinin gelmesi ve ürüne bakıp bereketli gelen ürün için sevinmesi ve bu arada tarlada çalışanlarla yemek yemesi oyuna ayrı bir güzellik katmıştır.
Oyuncuların ellerinde tırpan bulunup, bir hasat olayı canlandırılmıştır. Sol elde tırpanın sapı, sağ elde ise bıçak bölümü tutulup ekin biçimi ifade edilmiştir. Önce sağ ön vereve sağ ayak atılması ardından sol ön vereve sol ayağın atılmasıyla seyir eder. Bu arada sağ kolla tırpan sağ tarafa açılır sol kolla ürün biçilir. Bu figürlerin bitiminde tarla sahibinin gelmesi ve birlikte yemek yenmesiyle oyun son bulur.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.

KELEK
Kelek nehirde taşımacılık için kullanılan bir araç adıdır. Yöre halkı kırsal kesimde odun toplayarak hem kışın yakacağını temin etmiş, aynı zamanda odunları satarak bir iş imkanı sağlamıştır. Bu oyunda ciddi anlamda bir duygusallık mevcut olup oyun esnasında ışıkların kapalı olması, ekibin içeriye ellerde fanuslarla gelmesi, oyuna ayrı bir güzellik katmıştır.
Bir aile toplanıp kelek ile nehrin karşı kıyısına odun toplamaya giderken aileden birinin azgın Dicle nehrinin sularına düşüp boğulması ve ardından yakılan ağıtlar ve bu afete karşı dile getirilen sitemler dile getirilmiştir. Eski zamanlarda yine odun kesmek için Dicle’nin karşı tarafına geçen halk, odunu keserken, o bölgede bulunan oduncular kelekçilere (odun kesmeye gelenlere) odun kestirmez ve bazen de karşı tarafa geçmelerine müsaade etmezlermiş. Hatta bu olay bazen uzun sürdüğünden merkezdeki halk belli bir süre odunsuz kalırmış.
Ekip başı ve ekip sonunun elinde kelek küreklerini anımsatacak biçimde iki sopa diğer oyunculara ise etrafı aydınlatacak fanuslar bulunur. Ekip başı ekipten önde kürek çekmeyi canlandırarak önce sağ ön vereve sağ adım, sonra sol ön vereve sol adım atarak oyuna başlar. Arkasında oyuncular belden eğilerek herkes bir öndekinin sağ omzuna elini koyacak şekilde ekip başıyla aynı adımları atarak oyun seyir gösterir.
Daha sonra sahneye yerleşildiğinde ekip başı ve ekip sonu dışardan gelecek tehlikelere karşı etrafı gözlerler, oyuncular ise etrafı aydınlatacak fanusları yerlere bırakıp odun kırmaya başlarlar odunlar kırılıp toplanır. Sonra hep birlikte oyunu giriş şeklindeki gibi oyuna devam edilirken ekipten biri düşer ve bütün ekip düşen oyuncuyu arar, belli bir süre sonra oyuncunun cansız bedenini bulurlar. Bu sırada oyuncular tarafından feryatlar yakılıp, Dicle nehrinin azgın sularına sitem dile getirilir. Daha sonra oyuncular boğulan oyuncuyu alıp sahneden çıkarlar.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.

ŞUR-U MERTAL (KILIÇ-KALKAN)
Bu oyunumuzda yörede aşiretler arasında çıkan kavgaları ve bu kavgalarda insanların kendilerini ve yakınlarını korumak istemesi anlatılmıştır. Yörede çıkan tartışmaları, kavgaları tatlı ve sert bir biçimde oyuna dökmüşlerdir. Yörede çok yaygın bir oyun olup ekip başlarının kendine özgü maharetiyle daha anlamlı ve güzel bir hal almıştır. Ciddi anlamda maharet gerektiren bir oyundur.
İki grup oluşur, grup başlarının ellerinde sopalar diğer oyuncularda ise ayakkabıların sol teki ele giyilir. Ekip başlarından gelecek darbelere karşı ayakkabılar kalkan, sopalar (Haziran Ağacı) ise kılıç vazifesi görür. Genelde darbeler baş tarafadır. Oyun adımları çepik oyununun adımıyla aynıdır fakat el vuruşu yoktur. Oyuncular birbirinin arkasında tek sıra halinde dizilirler. Oyuna ekip başları önde olacak şekilde diğer oyuncular ise sırayla herkes önündekinin yeleğinden tutacak şekilde sıralanır. Ekip başlarıyla önce sol, sağ, sol ayak öne atılır daha sonra sağ topuk sol ayağın yanına sonra sol topuk sağ ayağın yanına gelip topuk vurulur ve öne atılır. Oyun gurup başlarının birbirine ve diğer oyunculara vurmasıyla seyir gösterir. Başlığı düşen mağlup sayılır ve diğer tarafa geçer aynı zamanda diğer gurup galip sayılır.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.

ÇÖMÇE GELİN
Yörede kuraklık döneminde, yağmurun yağması için yapılmış bir oyundur. Bu oyun yörede genelde çocuklar tarafından icra edilir. Oyun içerisinde değişik ve yöresel maniler bulunur. Dini inançlar bu oyunda ağırlıklı olarak görülmüştür.

MANİSİ
Çömçe gelin ne ister

Allah’tan yağmur ister
Ekmek ister, su ister
Bulgur ister, yağ ister

Yağmur yağması için büyük tahta çömçenin (Kepçe) iki yanına kollar yapılıp, üzerine kumaş elbise giydirilir ve başına bezler sarılarak bebek şekli verilir. Kollarından birer çocuk tutar ve kapı kapı dolaşıp mani okurlar. Ev sahibi kadınlar bir çömçe bulgur, bir kaşık yağ verip bebeğin başından bir kova su dökerler. Kapı önünde gelecek malzemeyi beklerken kadın halayı oynanır. Eller parmaklardan kenetlenecek şekilde iç içe geçirilir ve sağ ayakla beraber sağ ön vereve adım atılır arkasından sol ayak atılır. Sonra yerinde önce sol diz iki defa sonra sağ diz iki defa öne çıkarılır.
Oyun alanı geniş olup, oyun formu ve sayılar istenildiği şekilde düzenlenebilir.
Son düzenleyen DrAm3vLH; 20 Haziran 2007 23:16 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
20 Haziran 2007       Mesaj #28
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
Yöredeki Halk Oyunların Kostümleri

Diyarbakır yöresinde hakim olan sert karasal iklim ve yarı kurak yayla iklimi sebebiyle yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise çok soğuk geçer. Birazda bu iklimin etkisiyle halk arasında birlik, beraberlik, dayanışma daha yoğundur. Bu yoğunluk geleneklere daha sıkı sarılmayı, inançlarına daha fazla sahip çıkmayı beraberinde getirmiştir.
Tüm bu geleneklere bağlılık giyim kuş**ın muhafaza edilip günümüze kadar dimdik ayakta gelmesini kolaylaştırmıştır.
Halk oyunları denilince en önemli unsurlardan biri de şüphesiz giyilen kıyafettir. Yöresel özellikleri tamamıyla yansıtan öğedir kıyafet. Diyarbakır yöresel özelliği sebebiyle giyimin yeri çok önceliklidir. Cumhuriyet Dönemi’nde giyilen şehir kıyafetleri de yöre halkının giyimine her dönem ne denli özen gösterdiğinin belgesidir.
Yörede giyilen kıyafeti etkileyen unsurlardan bazıları;
Yörede birçok kültürün beraber yaşaması ve kültür alışverişinde bulunulması, özündekini kaybetmeden giyilen kıyafetleri etkilemiş ve bu etkileşim yöre kıyafetlerine zenginlik katmıştır.
Yörenin iklimi, coğrafyası ve içinde bulunduğu ekonomik şartlar kıyafetler üzerinde etkili olup günlük yaşamda daha güzel görünüp, insanlar üzerinde güçlü gözükmek ve özel günlerde kendini öne çıkarmak faktörleri kıyafetler üzerinde önemli rol oynamıştır. Bölgede hâkimiyet kuran medeniyetlerin kıyafetlerle ilgili koyduğu yasaklar ve önerdiği kıyafetler hiç şüphesiz ciddi birer etken olup kutsal kitaplar ve dini yayan insanlar giyilenler hakkında kesin hükümler verdiğinden dinsel inançlar bireylerin giyimi üzerinde ciddi anlamda etkiler bırakmıştır.

Kadın Kostümleri

Başa Takılanlar
  • KOFİ
Kenarları çuhaya benzer kumaşla çevrelenmiş, tepesi ise ipek veya benzeri ipliklerle elde edilmiş bir başlıktır. Parçaları ise ;
· Tar denilen tas biçimindeki tahta ya da tenekeden yapılmış malzeme
· Tarın üstüne geçirilen saçaklı ya da saçaksız fes
Kofiye takma saç eklenir ve yanlardan örgüler sarkıtılır. Açık başa önce beyaz renkte tülbent sonra yörede şaar denilen sarık ve bununda üzerine genelde canlı renklerden seçilen puşular sarılır. Kofinin üstüne sarılan şaar düğümüne göre takan kişinin hangi bölgeye ait olduğunu belirtir.
  • FES
Keçeden yapılan, baştan bele kadar uzanan, iki türlüsü olan bir başlık çeşididir.
· Fini Fes ; Saç bağı olmayan ve içinde kasnak bulunan, genelde yaşlıların tercih ettiği fes çeşididir.
· Kofi Fes; Saç örükleri bulunan ve genelde çift ya da kırk örüklü çeşitleri olan fes çeşididir. Genelde genç kızlar kullanır ve saç örgüleri ise mavi boncuk ya da saç bağları ile süslenmiştir.
  • TÜLBENT
Başa boylu boyunca saçlar görülmeyecek şekilde örtünen, ince sık tülden yapılan, genelde beyaz renk ve kare şeklinde olan ince bir başörtüsüdür. Yörede Çit adı da verilir. Bu örtünün etrafı elde örülmüş oyalar ve pullarla çevrili olanları da mevcuttur. Bunlara ise yörede yazma adı verilir.
  • ŞAAR
Kare şeklinde, siyah zemin üzerine, değişik renklerden çizgiler bulunan bir baş
Örtüsüdür. Önce üçgen daha sonra ince bir şekilde katlanıp kofinin etrafına sarılıp düğümlenir. Yörede Çar ve Heftreng (7 renk) isimleri de verilir.
  • PUŞU
Özel kumaştan dokunan, renk ve dokunuşlarına göre adlandırılan, hemen hemen her rengi bulunan bir baş bağıdır. Başın gerisine alından geçirilip sarılmak suretiyle kofinin üzerine sarılıp düğümlenir. Genelde canlı renklerden seçilir ve isteğe göre sayısı çoğaltılabilir.

Bedene Giyilenler
  • FİSTAN
Kolları ve boyu uzun, etek kısmı büzgülü, genelde kadifeden yapılmış bir üst giysidir. Bu kıyafete bazı yerlerde fistan bazı yerlerde ise entari denilmektedir. Ağırlıklı olarak çiçek desenli modeller seçilen bir giysidir.
  • ÜÇETEK
Genelde kadife kumaşlardan yapılmış, önden ve yandan yırtmaçları bulunan, üzeri kendinden desenli bir üst giysidir. Ağırlıklı olarak canlı renkler ve çiçek desenli modellerden seçilir. Yörede mevsim ve iş şartlarına göre kullanılan bir giysidir.
  • KOTİK
Kadife ya da benzeri kumaşlardan yapılan, üzeri değişik motiflerle süslenmiş, kolu dirseğe kadar ve önü açık bir üst giysisidir. İsim olarak kotik adını alması yörede kısa olana kot adı verildiğindendir. Düğmesi ya da ön tarafı birbirine bağlayacak bir ek parçası bulunmaz. Üzerindeki işlemeler genelde sarı simlerden yapılır.
  • ŞALVAR
Yörede Tuman denilen çiçekli ya da kendinden desenli kumaşlardan olan, ağı dar ve düz normal paçalı bir alt giysidir. Beli ve ayak paçaları lastikli olup, belden tam ayak bileğine kadar uzanmaktadır. Genelde göze hoş gelen desenli modellerden seçilir.
  • KUŞAK
Birçok yerde Ağabani denilen genelde sarı ya da açık renklerden oluşan üzeri işlemeli bele sarılan bel sarığıdır. Katlanarak ince bir sekile getirilip sıkıca bele sarılır.
  • ÖNLÜK
Bele bağlanan ve fistanın kirlenmesini önleyen değişik kumaşlardan yapılmış önlüktür. Genelde kiri saklasın diye koyu renklerden seçilir. Yörede bir diğer adı “Peştamaldır”.

Ayağa Giyilenler
  • ÇORAP
Koyun yününden, diz altına kadar uzanan, elde işlenen ve değişik motiflerle süslenen bir ayak giysisidir. Yörede bir diğer adı “Yün Çoraptır”.
  • YEMENİ
Deriden yapılan, ağırlıklı olarak beyaz, krem veya siyah renklerden seçilen, önü kapalı, bağcıksız, arka tarafında tutup çekilsin diye kulakçığı bulunan bir ayak giyeceğidir. Yörede “Poçikli Yemeni” adı verilmektedir

Erkek Kostümleri

Başa Takılanlar
  • TİFTİK KÜLAH
Deve tüyünden yapılan, genelde koyu renklerden seçilen ve üzerine yöresel ipek puşular bağlanan bir başlıktır. Kulakların ucunu içine alacak şekilde başa geçirilir ve üzerine puşu bağlanarak düğümlenir. Düğüm ekip başında sağa diğer oyuncularda sola sarkıtılır. Yörede koyun yününden yapılanı da mevcut olup, buna ise “Kum Külah” adı verilir.
  • CEMADANİ
Yörede birçok değişik isim verilen, kare şeklinde, kenarları püsküllü ve ağırlık olarak siyah-beyaz ya da kırmızı-beyaz renkteki baş bağıdır. Önce ikiye üçgen şekilde katlanır daha sonra alından itibaren tüm başı saracak şekilde başa sarılıp bağlanır.
  • SEKİZKÖŞE ŞAPKA
Yörede birçok erkeğin tercih ettiği, değişik renk ve modelleri bulunan, bir başlık çeşididir.

Bedene Giyilenler
  • GÖMLEK
Düz ya da çizgili kumaşlardan yapılan, cepsiz, hakim yaka, önü ve kolları düğmelidir. Yörede ağırlıklı olarak düz zemin üzerine çizgili veya kendinden çizgili olanları tercih edilir.
  • YELEK
Gabardin kumaştan yapılan, önde cepleri olan, hâkim yaka, kolsuz bir üst giysidir. Şalvarla aynı kumaşı içerir, arka kısmında ipleri mevcut olup bu ipler birbirlerine düğümlenir. Yörede “Kırk Düğme” adı da verilmektedir.
  • HAŞO
Kışın giyilen, pamuktan yapılmış ve dikişleri baklava dilimi olan bir ceket türüdür. Yörede halen eski canlılığını koruyup giyilmektedir.
  • KIRAS
Dizlerden üç, dört parmak kadar aşağıya doğru sarkan, Amerikan ya da Japon bezinden Yörede “Kadik” adı verilen beyaz renkli kumaştan yapılan erkek entarisidir. Buna Yörede “Zubun” adı da verilir. Kol uçlarında püskülleri (purçikleri) vardır. Sıfır yaka olup göğüs kısmı açık olanda var kişinin zevkine göre tek düğmeli olan da mevcuttur.
  • DERPİ
Erkeklerin alttan giydikleri bir giysi türüdür. Amerikan ya da Japon bezinden Yörede “Kadik” adı verilen beyaz renkli kumaştan yapılır. Kırsal kesimde daha çok kullanıldığı için ağ kısmı şalvara göre daha kısadır. Bazı Derpiler uçkurlu olup, içinden Derpinin yapıldığı bezden bir ip şeklinde kumaş hazırlanır ve geçirilir. Bazı Derpiler ise lastiklidir. Paça kısımları ya düz olup geniştir ya da düğmeli olup dardır.
  • ŞALVAR
Gabardin kumaştan yapılır yandan cepleri bulunan, ağı bol, paçaları dar, önden uçkuru bulunan bir alt giysidir. Uçkur bağı yün iplerin değişik renklerde boyanıp dokunmasıyla yapılır. Bu bağ şalvara takılır, önden düğümleri şalvarın içinde kalacak şekilde bağlanır. Daha önceleri cep ve paça kısımlarına akrep, yılan motifleri işlenilmiştir, şimdileri ise motifli şalvarların sayısı yok denecek kadar azalmıştır.
  • KUŞAK
Kare şeklinde, kenarları püsküllü, rengârenk olan ve bele dolanan bir bel sarığıdır. Püskülleri içeri alınıp, ikiye üçgen şeklinden kıvrımlı bir biçimde inceltilerek bele sıkıca sarılır. Eski zamanlarda “Acem Kuşağı” ve “İpek Kuşaklar” kullanılmıştır.

Ayağa Giyilenler
  • ÇORAP
Koyun yününden, diz altına kadar uzanan, elde işlenen ve değişik motiflerle süslenen bir ayak giysisidir. Yörede bir diğer adı “Yün Çoraptır”.
  • YEMENİ
Deriden yapılan, ağırlıklı olarak beyaz, krem veya siyah renklerden seçilen, önü kapalı, bağcıksız, arka tarafında tutup çekilsin diye kulakçığı bulunan bir ayak giyeceğidir. Yörede “Poçikli Yemeni” adı verilmektedir.

Mutfak

Binlerce yıl Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, Yahudi, Arap halklarıyla içiçe yaşayan Diyarbakır'da, bu kültürlerin bileşiminden meydana gelen yemek kültürü hayli bir zengindir. Mufağın temel malzemeleri kuzu eti, yöresel baharatlar (sumak, kişniş, karabiber vs.), pirinç, sakatat çeşitleri, tereyapı, bulgurdur. Bu nedenle Diyarbakır mutfağı ağır yemeklerden oluşur.
probLem girL - avatarı
probLem girL
Ziyaretçi
9 Kasım 2007       Mesaj #29
probLem girL - avatarı
Ziyaretçi
Diyarbakır Sivil Mimari Örnekleri


Diyarbakır, sivil mimari yönünden Güneydoğu Anadolu’nun en zengin örneklerini bir araya getirmiştir. Yaklaşık 5.000 yıllık bir geçmişi olan Diyarbakır, Anadolu’nun bütün tarihi dönemleri yaşamış bundan ötürü de büyük çoğunluğu günümüze gelebilen sivil mimari örneklerini bu uzun geçmişin bir ürünü olarak korumuştur. Diyarbakır’ın ünlü sur ve kalelerinin yanı sıra camileri, medreseleri, türbeleri, dergahları, hanları, hamamları, köprüleri ve sivil mimari örneklerinin de kendisine özgü bir konumu olmuştur. İklim koşullarından ötürü yapılarda farklı yapım teknikleri uygulanmıştır. Şehrin tarihi kimliğinin yanı sıra iklim koşulları da sivil mimaride en uygun biçimde kullanılmıştır. Bu arada yerel malzemeler ile dışarıdan getirilenler yapılanmada büyük rol oynamıştır.

Diyarbakır sivil mimarisinin oluşmasında surlar önemli bir rol oynamaktadır. Surlar kentin genişlemesini sınırladığı için sur içinde yoğunlaşma artmış, evler birbirine bitişmiş, sokaklar daralmıştır. Bu tür bir sıkışıklık sokakların şekillenmesinde ve mahremiyeti sağlamak için evler, sokaklardan yüksek duvarlarla ayrılmıştır. Roma döneminde kalan ve günümüzde de halen kullanılan kanalizasyon ağı, mimari dokunun eskiden de sıkışık olduğunu göstermektedir. Diyarbakır evleri genel olarak düzensiz bir geometri ile birbirinden ayrılır ya da birbirlerine yaklaşır.


Atatürk, l937 yılında burayı ziyaretinde kentin imarı için verdiği emirde Diyarbakır’da yeni yapılanmanın yanı sıra sivil mimari örneklerinin de korunması gerekliliğini vurgulamıştır;

“Yeni Diyarbakır kurulur ve eski Diyarbakır da imar ve tezyin edilirken, tarihi kıymeti haiz tek bir eser hırpalanmayacaktır ve iyi bir surette muhafaza edilecektir.”

Diyarbakır evleri köylerde ve şehirlerde farklı ev tiplerinin olduğu açıkça görülmektedir. Köy ve kasaba evlerinde Orta ve Doğu Anadolu’nun kerp iç duvarlı, toprak damlı, küçük pencereli, çamur veya tezekle sıvanmış evleri çoğunluktadır. Bu evler tek katlı, uzun ağıllıdır ve geniş bir avlu içerisinde yer almışlardır.Yazların çok sıcak, kışların da çok soğuk geçtiği Diyarbakır evlerinde avluların büyük önemi vardır. Bundan ötürü de yerleşim ve yaşam avlu etrafında yoğunlaşmıştır. Dış dünyadan soyutlanmış ve kendi mahremiyeti içerisinde ev halkı burada yazın sıcağına, kışın soğuğuna karşı yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Yazlık, kışlık ve baharda kullanılan mekanlar aynı ev şeması içerisine yerleştirilmiştir. Diyarbakır evlerinin bütün bölümleri avlu ile bağlantılıdır. Bu avlulardan bodrum ve sergah için alt kata, oda, sofa, eyvan, ara katlar, üst katlardaki odalar ve dam için yukarıya yönelirler. Evlerde oda sayıları ailenin büyüklüğüne göre değişmektedir.


Diyarbakır evlerinde bahçenin de büyük önemi vardır. Evler şehrin dar sokakları, yüksek avlu duvarları içerisine kapanmışlardır. Avlu ve bahçeye girildiğinde dış dünyadan tamamıyla ayrılır; havuz, açık eyvan, tulumba, kuyu ve merdivenlerle bu avluda karşılaşılır. Avlularda yer alan havuzların da ayrı birer görünümleri vardır; bunların bazılara dikdörtgen, elips, sekiz köşeli ve dilimli daire şeklindedirler. Havuz kadar önemli olan havuzdan boşalan sular için yapılan su kanalcıklarıdır.

Eski çağlardan itibaren bu evlerin muntazam kanalizasyon yolları da bulunmaktadır. Ayrıca Diyarbakır’a l5 km. uzaklıktan Gözeli’nden getirilen Hamravat Suyu her eve künklerle dağıtılmıştır. Bu su Diyarbakır’a kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle getirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman 1549’da İran seferi nedeniyle Halep’ten dönerken yolda hastalanmış ve Diyarbakır’da kalmıştır. Karacadağ’da istirahat eden padişah sağlığına kavuşunca da Hamravat suyunun şehre getirilmezsini emretmiştir. Bunun için Vali Bali Paşa görevlendirilmiş, Mimar Sinan’ın kalfalarından Kastamonulu Kasım Çelebi künklerle şehre sular getirilmiştir. O günden bugüne kadar şehir içerisinde bir su dağıtım şebekesi kurulmuştur. Nitekim günümüzde söylenen “ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözü o günlerden kalmıştır. Bu yüzden de her eve ayrı ayrı havuzlar yapılmıştır. Diyarbakır evlerinde havuz, vazgeçilmez bir unsurdur. Zengin evlerinde bazen bu havuzların eyvanın içerisine kadar girdikleri görülmüştür. Bazı örneklerde buralara küçük selsebiller eklenmiştir. Bunun da nedeni selsebillerin eve serinlik sağlamasıdır.

csitkitarancimuzesiwwwresimcitycom diyarbakir resimleri 4Diyarbakır06silvanb


Ataerkil aile yapısına sahip olan Diyarbakır’da evler büyük aile yapısına uygun olacak biçimde düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra eski köylerde geniş kemerli, eyvanlı eski taş yapılarla da karşılaşılmaktadır. Bu tür evler daha çok Diyarbakır’ın eski yerleşim alanlarında bulunmaktadır. Diyarbakır evlerinde suyun, sıcaklığın, soğuğun da büyük etkisi vardır.
Diyarbakır surları dışında kalan evlerde surlarda kullanılan taşların benzerleri kullanılmış, üzerleri toprak damla örtülmüştür. Evlerde kullanılan ana malzeme lavların püskürtmüş olduğu bazalt taşlarıdır. Bu taşların işlenmelerinin kolay olmasının yanı sıra aynı zamanda klima işlevini de sürdürmeleri yörede kullanılmalarının başlıca nedenidir. Ayrıca bazalt taşı suyu emmez. Dona, darbelere, asitlere, sürtünmeler karşı dayanıklıdır ve renk değiştirmezler. Kalker taşı Diyarbakır’a dışarıdan getirilmektedir. Bu nedenle ve pahalı oluşundan ötürü de ancak süs malzemesi olarak zengin konaklarında dekoratif nitelikte kullanılmıştır.

Diyarbakır’ın ormanlık alanlarının olmaması ahşabın yapılanmada ikinci planda kalmasına ve yalnızca dekoratif olarak kullanılmasına yol açmıştır. Bununla beraber Diyarbakır’da bulunan kavak ağacından da yararlanılmıştır. Esnemeye belirli ölçülerde dayanıklı oluşundan ötürü de çoğunlukla tavan kirişlerinde kullanılmıştır. Bununla beraber doğramalık kereste dışarıdan getirilmiştir. Evlerde bağlayıcı unsur olarak kireç kullanılmıştır. Duvarlarda görünen yerlere ince yontma taşlar, onların arka yüzlerine moloz taşlar dizilmiştir. Taşlarda iç sıra ile dış sıra birlikte örülür. Bu yapı tekniği Roma ve Bizans duvarlarında da görülmüştür. Tuğla üst örtülerde pek fazla görülmemektedir.

87E3diyarbakir07


Diyarbakır evleri, dış baskınlara karşı korunaklı olarak yapılmış, avlu çevresinde gelişmiştir. Evlerin plan düzeninde de iklimin büyük etkisi olmuştur. Bunun içinde, çoğu kez dar sokaklarda bulunan evlerin dışa açılan pencereleri oldukça azdır. Dışarıdan şekilsiz görülen bu evlerin içerisi bezeme yönünden oldukça zengindir. Ahşap işçiliğine ve çeşitli boyalı nakışlara içeride, özellikle tavanlarda geniş yer verilmiştir. Zenginlere özgü evlerde tepe pencerelerinde renkli camlar, alçı içlik pencereler değişik şekillerde kullanılmıştır. Bu tür tepe pencereleri de evlere ayrı bir hava vermiştir.

Diyarbakır’ın zenginlere özgü evleri harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin dışarıdan birbirlerinden ayrı girişleri vardır. İçerideki bağlantıları da döner dolapların yardımıyla sağlanmıştır. Ancak günümüz Diyarbakır evlerinde, yakın tarihlerde yapılan yapılanmalarda bu düzen tamamen ortadan kalkmıştır. Avluya açılan odalar yazlık ve kışlık olarak avlunun değişik yönlerine iklim koşulları dikkate alınarak yerleştirilmiştir. Diyarbakır evlerinde eyvanların da büyük önemi vardır. Bu evlerin odağı avlulu evlerdeki eyvanlardır. Diyarbakır’da eyvansız ve avlusuz ev bulunmamaktadır. Eyvanın görevi avlu ile evin kapalı mekanları arasında yarı açık alan olmasıdır. Bu yöredeki eyvan ön yüzü avluya açılan ve serinlemeye yönelik bir bölümdür. Daha çok da sıcak ülkelerde görülmektedir. Diyarbakır da eyvanlar tek gözlü, iki gözlü ve üç gözlü olarak bölümlere ayrılmaktadır. Ev sahiplerinin maddi güçlerine göre evlerde eyvan sayısı da artmaktadır. Bunların altlarında bodrumlar bulunmaktadır. Bununla beraber altlarında bodrum bulunmayan eyvanlara da Diyarbakır’da rastlanmaktadır.

Diyarbakır evlerinde odalar kapalı alanlarda yer alır ve bunlar yemeye, oturmaya ve yatmaya ayrılmışlardır. Bu odalar doğrudan avluya açılabildiği gibi eyvanlarla da bağlantılıdır. Avludan veya avludan bağlantılı odalar arasında da bazı farklılıklar bulunmaktadır. Avludan girilen odalar doğrudan doğruya toprağa oturmaktadır.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH98023&ampRESIMISIM48y1p4CRQfD9 CT3WXn7Dah x7twu1zhlnr1V7baNJPabDahsU0R vnOUbpkah3HpU0A wrYVmjq2QKg


Evlerin dışarısında ve içerisindeki pencereler, merdiven kenarları demir parmaklıklarla hareketli bir görünüme ulaşmıştır. Evlerin içerisindeki duvarlara kapıları olmayan nişler ve dolaplar yerleştirilmiştir. Alt kattaki zeminler betona benzer bir örtü ile kaplanmıştır. Kışın bunların üzerine halılar, düz yaygılar serilir, yazın da bunlar kaldırılırdı. İkinci katlar genellikle sokağa bakan odalar konsollar ve bağdadi şahnişler, cumbalar ile dışarıya taşırılmıştır. Buradaki odaların zemini şahnişlerden biraz daha yüksek tutulmuştur. Pencereler daha alçak olup, sedirlerin üzerinde oturanların, oturdukları yerden rahatça dışarıya seyredebilmeleri sağlanmıştır. Bu tür odalara yörede örtme odalar ismi verilmiştir. Dar sokaklarda bulunan odaların karşı evlerin duvarlarına yakınlığından ötürü bu yöne pencereler açılmıştır. Ancak avluya bakan cephelerde pencere sıralarına fazlaca yer verilmiştir.

Diyarbakır evlerinin bir özelliği de sertaplardır. Sıcak yaz günlerinde eyvan ve avlular yetersiz kalınca buna önlem olarak bir nevi sığınak olan sertaplar yapılmıştır. Bunlar evlerin yerleşme planı içerisinde bir tür bodrum odası olup avluya açılırlar ve kuzeye yöneliktirler. Diyarbakır Cahit Sıtkı Tarancı evinde olduğu gibi bazı örneklerde iki basamakla içerisine girilen dikdörtgen mekanlardır. Bunların uzun kenarları avluya bakar ve iki, üç pencere ile aydınlatılmışladır.

Evlerin üzeri çoğunlukla sıkıştırılmış toprak damla örtülmüştür. Bu tür toprak damlar yazın sıcağına karşı korunaklı, kışın da soğuğundan arındırılmıştır. Yaz aylarında bu toprak damların üzerine taht denilen karyolalar kurulur. Oldukça yüksek olan tavanlarda üst örtüde tavan kirişleri düzgün uzun kavak ağaçlarından yararlanılmıştır. Diyarbakır evlerinde odalar avluya açıktır. Ancak şahnişleri sokağa bakar, pencereler kafeslidir.

f4fe2c8f 8f8c 465a 8085 39a1c4adfc44

Diyarbakır evlerinin her birisinde mutlak bir avlu bulunmaktadır. Bu avlular bazalt kesme taşından muntazam olarak yapılmıştır. Avlu zemininden bir iki basamakla çıkılan eyvanların üç tarafı penceresiz olarak kapalı, avluya bakan tarafı da tamamen açıktır. Çoğunlukla bu avlular iklimden ötürü kuzeye yöneliktir. Eyvanların arkasındaki odalar evin en geniş ve en ferah odasıdır. Mutfakların yüzleri avluya bakar ve çoğunlukla bir kemerle avludan ayrılmışlardır. Rüzgarı az, güneşi bol olan evlerin kuzey yönleri mutfak için ayrılmıştır. Mutfağa avludan düz ayakla geçilir. Mutfakların altına bu nedenle bodrum, kiler gibi bölümler yapılmamıştır. Mutfaklarda su ve ısıtma tesisatına da rastlanmaz. Bunun için evin bu işle uğraşanları mutfağa yakın yerde yemek hazırlığını yapar ve mutfağa yalnızca pişirme amaçlı olarak girerlerdi.

Diyarbakır evlerinde helalar avlu ile doğrudan bağlantılı olarak sokağa en yakın yerde yapılmıştır. Bunun da nedeni kanalizasyon kanallarının boylarının sağlık açısından kısa tutulmasındadır.

Kesme taştan meydana gelen evlerin taş aralarına derzler yapılmış, bunlar evlerin görüntüsüne değişik bir şekil vermiş ve bazı örneklerde de üzerlerine motifler de işlenmiştir. Bu derzleri terkibi günümüzde de bir türlü çözülememiştir. Cephelerde uygulanan beyaz-siyah cephe düzeni avlu ve ev duvarlarında çok sık kullanılmıştır. Horasan harcın kullanılması yörede ikinci plandadır.

Diyarbakır evlerinde merdivenlerin de ayrı bir yeri vardır. Bunlar avlulardan eve girişlerde sağır duvarlara yaslanırlar. Odalara çıkan merdivenler oldukça sadedir.

Diyarbakır evlerinde süslemeler evlerle bütünleşmiştir. Evlerde en çok süslenen bölümler avluya bakan cepheler olmuştur. Bunlarda taş içliğinin örnekleri ile karşılaşılır. Duvara gömülü geometrik şekiller , dilimler, zikzaklar en yaygın olan örneklerdir.

Diyarbakır evlerinin demir parmaklıkları, alçı tepe pencereleri, renkli camları, alçı tepe pencereleri, vitrayları, ahşap kapı ve doğramalar, saçak bordürlerinin çoğu evlerin bazıları yıkıldığından müzelere taşınmıştır. Ahşap malzeme olarak çoğunlukla çıralı çam kullanılmıştır. Evlerin alt katlarına depo ve kilerler yerleştirilmiştir.

Diyarbakır evlerinde odaların içerisinde banyo düzenine, gusülhaneye pek rastlanmaz. Yalnızca birkaç evde özel olarak yapılmıştır. Evlerin ayrı hamamları vardır. Bunlar küçük ölçüde kurnalı yapılardır. Hamamların soyunma ve sıcaklık bölümleri vardır. Bunlar avludan tepe pencereleri ile aydınlatılırlar.

Bu evlerin ana yapım malzemesinin taş, toprak oluşu da onların uzun süre ayakta kalmalarını sağlamıştır. Çinili bezemeye, demir lokumlu parmaklıklara, tuğla, sırlı tuğla süslemelere evlerde rastlanmaktadır. Ancak ev duvarlarında sülüs nesih yazılı kitabeler taşa oyularak duvarlara yerleştirilmiştir.

Diyarbakır’ın eski evlerine Balıkçılarbaşı, Savaş Mahallesi’nde,Yukarı Al Emiri Sokak’ta Köprülü Sokak’ta, İshak Sükuti Sokak’ta, Küçük Sürgü Sokak’ta, Büyük Sürgü Sokak’ta Küçük Kavas Sokağı’nda, Orta Kavas Sokağı’nda, Saatçi Sokak’ta, Zingilli Sokak’ta, Yumurtacı Sokak’ta; Cemal Yılmaz Mahallesi Dutlupınar Sokak’ta, Muallak Sokak’ta; Hasırlı Mahallesi Çizmeci Sokak’ta; Fatihpaşa Mahallesi Kumlu Sokak’ta; Özdemir Mahallesi Sabuncu Sokak’ta, Direkçi Sokak’ta; Süleyman Nazif Mahallesi Ocak Sokak’ta; Abdal Dede Mahallesi Teyze Sokak’ta, Deve Hamamı Sokak’ta, Özbay Sokak’ta; Ziya Gökalp Mahallesi Behram Paşa Sokak’ta Sülüklü Sokak’ta, Lale Sokak’ta, Dabanoğlu Mahalle Çelikmen Sokak’ta Orta Karataş Sokak’ta, İnönü Mahallesi İskender Paşa Sokak’ta,Telgrafhane Sokak’ta görülmektedir. Bunların yanı sıra Arap’ın Köşkü, seman Köşkü, bugün Muş Oteli olarak kullanılan yapı, Üstünler Evi, Azizoğulları Evi ile Ziya Gökalp Müzesi olarak kullanılan yapı Diyarbakır’ın en önemli ve tanınmış sivil mimari örnekleri arasındadır.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 27 Aralık 2008 19:08 Sebep: Kırık Link
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
29 Kasım 2007       Mesaj #30
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
Diyarbakır(Amed)fotoğrafları


10762004pm4

27767673ms3

57993244io3

48953936fp5

56269939cv1

45502468wg3

32682180jj5

48785566dl9

74142738ag0

11wx1

12ke1
Son düzenleyen asla_asla_deme; 27 Aralık 2008 19:10

Benzer Konular

29 Ocak 2012 / CeLebRindaL Taslak Konular
29 Ocak 2012 / CeLebRindaL Arşive Kaldırılan Konular