Arama

Engellilik Nedir? Engelli Kime Denir?

Güncelleme: 11 Ağustos 2017 Gösterim: 121.485 Cevap: 12
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
20 Kasım 2008       Mesaj #1
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi

Engellilik Nedir?

Ad:  Engelllik.jpg
Gösterim: 11692
Boyut:  31.0 KB


Sponsorlu Bağlantılar
5378 Sayılı ÖZÜRLÜLER KANUNU
Özürlü: Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi.

WHO - Dünya sağlık örgütünce yapılan engelli tanımı
Özürlülük kavramına Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler ve ILO tarafından farklı bakış açılarından yaklaşılmaktadır.Dünya Sağlık Örgütü, özürlülük kavramı hakkında aşağıdaki gibi hastalık sonuçlarına dayanan, sağlık yönüne ağırlık veren bir tanımlama ve sınıflama yapmıştır.

Noksanlık (Impairment): “Sağlık bakımından “noksanlık” psikolojik, anatomik veya fiziksel yapı ve fonksiyonlardaki bir noksanlığı veya dengesizliği ifade eder.”

Özürlülük (Disability): “Sağlık alanında ‘sakatlık’ bir noksanlık sonucu meydana gelen ve normal sayılabilecek bir insana oranla bir işi yapabilme yeteneğinin kaybedilmesi ve kısıtlanması durumunu ifade eder.”

Maluliyet (Handicap): “Sağlık alanında “maluliyet” bir noksanlık veya sakatlık sonucunda, belirli bir kişide meydana gelen ve o kişinin yaş, cinsiyet, sosyal ve kültürel durumuna göre normal sayılabilecek faaliyette bulunma yeteneğini önleyen ve sınırlayan dezavantajlı bir durumu ifade eder.”

“Sağlık yalnız hastalık ve özürlülüğün olmaması değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve toplumsal yönden tam bir iyilik durumudur. Özürlülük ise bedensel, zihinsel ve ruhsal özelliklerinden belirli bir oranda ve sürekli olarak fonksiyon ve görüntü kaybına neden olan organ yokluğu veya bozukluğu sonucu kişinin normal yaşam gereklerine uyamama durumudur. Bu durumdaki kişiye özürlü denilmektedir.”

Günümüz Türkiye'sinde engellilerin toplumla bütünleşme yönünde yoğun sorunlar içinde yaşadıkları bilinmektedir. Sorunu adlandırmadan başlayan ve yaşamın pek çok alanına yayılan bu sorunlar engelli bireylerin içinde yaşadıkları toplumla işlevsel bir bütünlük içinde yaşamalarını güçleştirmektedir. Sürekli sorunlarla boğuşan onlara anlamlı çözümler üretemeyen bireyler kendilerini mutsuz hissedeceklerdir. Bu da temel bir insan hakkı olan bireyin kendisini gerçekleştirme hakkını ortadan kaldıran düşük yaşam kalitesi demektir.

Engellilik Nedir? Engelli Kime Denir?


Yalnız bizim dilimizde değil diğer birçok dilde de engelli ve engellilik anlamına gelen birden fazla sözcük bulunmaktadır. Örneğin Türkçe'de genel düzeyde engelli özürlü sakat sözcükleri aslında aralarında anlam fakları olduğu halde aynı anlama gelmek üzere kullanılmaktadır. Genelde tüm engelliler için yaşanan bu karmaşa belirli engelli kümeleri için de geçerlidir.

Örneğin
Kör âma görme engelli görme özürlü az gören vb. Bu sözcükler değişik anlamlar taşıdıkları gibi yer yer aynı anlama gelmek üzere de kullanılabilmektedirler. Bu da bir zihin karışıklığı yaratabilmektedir. Adlandırmadaki bu farklar zaman zaman öyle çok tartışmaya neden olmaktadır ki bu tartışmalar gerçek sorunların önüne bile geçebilmektedir. Engellinin kim engelliliğin de ne olduğu açık bir biçimde ortaya konmayınca engellilere yönelik geliştirilecek politikaların yasaların ve hizmetlerin kapsamı da belirsizleşmektedir. Bu belirsizlik de uygulamada pek çok sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Adlandırmadaki karmaşa ve tanım güçlüğü engellinin kendisini anlatmasını ve diğerlerinin de onları kolayca anlamasını zorlaştırmaktadır.

Engellilerin yaşadığı bir başka sorun da kendileri ile ilgili sağlıklı istatistiklerin olmayışı. İlk defa son İki nüfus sayımında engellilerin belirlenmesine yönelik bir soru sorulmuş bunlardan ilkinden sağlıklı bir sonuç elde edilememiştir. Son nüfus sayımında engellilere ilişkin kimi durumlar daha ayrıntılı sorularla soruşturulmasına karşın kamuoyuna henüz bir sonuç açıklanmamıştır. Sayım sonucunda ortaya çıkacak çok önemli bilgilere dayanarak birçok şeyi konuşabilmek ve pek çok hizmeti planlayıp programlayabilmek sanırım çok daha kolay olacaktır.

Engelliliğin her zaman her yerde geçerli ölçülerle tanımını yapmak bir hayli güçtür. Bu yüzden olsa gerek alan yazında (literatürde) çok değişik tanımları vardır. Birleşmiş Milletler Sakat Haklan Bildirgesinde "Kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri (bedensel ya da sonradan olma) her hangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar" sakat olarak tanımlanmaktadır. Engelli sözcüğü genelde hareket yeteneği sınırlanmış bireyi çağrıştırmaktadır. Hareket yeteneğini sınırlayan nedenler ise doğuştan getirilen doğum sırasında karşılaşılan ya da sonradan yaşanan bir hastalık veya kaza sonucu ortaya çıkan bir işlev bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir. Hareket yeteneğinin kısıtlı olması başlı başına bir engellilik midir? Eğer öyle ise hepimizin yapamadığı beceremediği bir iş ya da eylem yok mudur yaşamda? Engellilik günlük yaşama katılmayı engelleyen fiziksel işlevlerdeki bir sınırlılık hali olarak değerlendirilmelidir. Gerçekte önemli olan bazı işlevlerin yerine getirilmesinde karşı karşıya kalman bir fiziksel sınırlılığın olması değil bunları "kompanse" edecek destek sistemlerinden yoksun kalmaktır. Eğer bir gözlükle var olan görme yetersizliğinizi rahatlıkla giderebiliyor ve işlerinizi görebiliyorsanız bir sorununuz yok; ancak geri kalmış bir köyde ya da yörede bu gözlüğe ulaşamıyorsanız ciddi bir sorunla karşı karşıyasınız demektir. O halde engellilik çoğu zaman değişken bir konudur. Başka bir deyişle nerede ve nasıl karşılaşacağınıza bağlı olarak sonuçları değişen bir durumdur.

Bireyin fiziksel işlevlerindeki bozukluk ve bunların hareket yeteneğinde yarattığı eksiklik ve güçlük onu toplumun diğer bireylerinden farklı kılar. Bu farklılık engellilerin yaşadığı ayrımcılığın da asıl nedenidir. Bilindiği gibi her türlü ayrımcılığın temelinde farklı olmak yani "alışılmamış özelliklere" sahip olmak vardır. Fiziksel işlevlerdeki bozukluklar ve bunların hareket yeteneği üzerinde yarattığı sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaştırır. Toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği toplumun dışlayıcı tutum ve davranışları da engelli bireyin topluma eşit bireyler olarak katılmasını önler.

Engelliliğin Oluşmasını Önlenebilir mi?


Birleşmiş Milletler Genel Kurul'unun 20 Aralık 1993 tarihinde yapılan 48. toplantısında 48/96 sayılı kararla kabul edilen "Sakatlar İçin Fırsat Eşitliği Konusunda Standart Kurallar" (yazının bundan sonraki bölümlerinde yalnızca 'Standart Kurallar' diye geçecektir.) engellilerin topluma eşit katılımları için bazı ön koşullardan söz etmektedir: Bunlar bilinçlendirme tıbbi bakım rehabilitasyon ve yardım hizmetleridir. Eşit katılım için ön koşullar arasında sayılan tıbbi bakım engelliliğin önlenmesi ile ilgili hükümler içermektedir. Engelliliğe neden olabilecek durumların ortaya çıkartılması değerlendirilmesi ve bunların giderilmesi konularında etkili programlar önerilmektedir. Bu programlar yoluyla engelliliğe neden olan etkenlerden korunmak bu etkenleri azaltmak ya da yok etmek olanaklı olabilecektir. Söz konusu programlara engellilerin ailelerinin ve ilgili kuruluşların katılımı büyük önem taşımaktadır. Engelliliğin önlenebilmesi için erken tanı ilk yardım erken müdahale erken bakım ve koruma önemlidir. Ayrıca sağlık personelinin yetiştirilmesi sağlık alt yapısının ve sağlık sigortasının engellileri de içerecek şekilde geliştirilmesi ve tüm topluma yaygınlaştırılması bu açıdan önemli konulardır.

Bir toplumda engellilerin varlığı onların toplumla bütünleşme gereksinimini ve sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu ise oldukça zor ve karmaşık bir süreçtir. Oysa engellilik önlenebilirse en azından sayıları çok daha aza indirilebilirse engellilerin topluma kazandırılması konusu günümüzdeki boyutlarda bir sorun olmaktan çıkacaktır.

Engelliliğin nedenleri dikkatle incelenirse bunların çok önemli bir bölümünün kaçınılabilir önlenebilir nedenler olduğu görülecektir. Engellilik genelde kaynağına ve sebeplerine göre değişik şekillerde sınıflandırılmaktadır. Kaynağına göre sınıflandırıldığında doğuştan gelen engellilik nedenleri arasında bir takım genetik nedenler akraba evliliği gebelik sırasında annenin karşılaştığı travmalar yaygın eğitim olanakları da son derece sınırlıdır. Bu nedenle öncelikle eğitim alt yapısının nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi ve engellilerin gereksinimlerini karşılayacak bir düzeye eriştirilmesi gerekir. Engellilerin eğitiminde sorumluluk alacak meslek elemanlarının (özel eğitimci rehber danışman sosyal hizmet uzmanı) yeterli sayıda ve donanımda yetiştirilmeleri gerekir öte yandan eğitim kurumlarının engellilerin de varlığını hesaba katacak fiziksel düzenlemelere sahip olması bu kurumlara kolay ulaşım için gerekli önlemlerin alınması engellilerin özel eğitimi için gerekli ders araç-gereçlerinin hazırlanması gibi konular engellilerin toplumla bütünleşmeleri önündeki ciddi engeller olarak yaşanmaktadır. Engellilerin engel durumlarını hesaba katacak özel ölçme değerlendirme yöntemlerinin geliştirilmesi gereklidir.

Müfredat programları engel türleri ve dereceleri ile engellilerin kişisel özellikleri ve gereksinimleri de dikkate alınacak şekilde esnek hazırlanmalıdır. Engellilerin eğitiminde görevli meslek elemanlarının meslek/hizmet içi eğitimlerine de gereken önem verilmelidir. Engellilerin eğitiminde çağdaş bir yaklaşım olarak kabul edilen "kaynaştırılmış eğitim" gerekli alt yapı eksiklikleri giderilerek yaygın bir şekilde uygulanmalıdır.

Üniversitelerin engellilerle ilgili eğitim veren bölümlerinde Öncü araştırma ve uygulamalar desteklenmeli engellilerle ilgili "uygulama araştırma merkezleri" kurulması teşvik edilmelidir. İlgili kurumlar arasında bilgi ve deneyim paylaşımı amacıyla işbirliği ve eşgüdüm sağlayıcı çalışmalara ağırlık verilmelidir.

Engelliler eğitim sisteminin dışında kalıp eğitilemeyince bu durum pek çok başka sorunu da beraberinde getirmektedir. İnsan yaşamında bazı sorunlar bazı konular vardır ki gerek pek çok sorunun üretilmesinde gerekse pek çok sorunun çözümünde adeta bir anahtar rolü oynamaktadır. Eğitim de onlardan birisidir. O nedenle engellilerin eğitim sorunlarına gerekli önem ve ağırlık verilmelidir. Ülkemizde engellilerin % 97' sinin eğitim olanaklarından yoksun kaldığı ileri sürülmektedir. Bu da sorunun bizdeki boyutu hakkında yeterince fikir vermektedir. Bu eğitim oranıyla engellilerin sorunlarını çözmek onları topluma kazandırmak toplumla bütünleştirmek olanaklı değildir.

Ulaşım Fiziksel Çevre ve Konut


Engellilerin topluma katılmalarının önündeki en büyük engellerden biri de ulaşım fiziksel çevre ve konut sorunudur. Engellilerin içinde yaşadıkları fiziksel çevre sahip oldukları fiziksel işlev bozuklukları/yetersizlikleri ve bunun yol açtığı sınırlamalar yüzünden büyük önem taşımaktadır. Eğitim konusunda belirttiğimiz gibi toplumu tasarlarken bir toplum modeli ortaya koyarken içinde yaşanılan fiziksel çevreyi de o toplumun içinde yaşayan herkesi düşünerek tasarlamak gerekir. Yaşanılan konuttan tüm kamusal yaşam alanlarına ve ulaşım araçlarına kadar tüm çevresel unsurların engellilerin özellikleri ve gereksinimleri dikkate alınarak tasarlanmadığı bir gerçektir. Yollar kaldırımlar kamu binaları parklar ve bahçeler okullar içinde yaşanılan konutlar ulaşım araçları ve bunun gibi daha bir çok fiziksel çevre unsuru engellilerin topluma katılmasının önünde ciddi birer engel oluşturmaktadır. Böylece sahip olduğu engeli nedeniyle hareket yeteneği sınırlanmış insanların bu ve benzeri sebeplerle yaşadıkları sınırlama daha da pekişmektedir. Bunun anlamı Hareket yeteneği sınırlanan bireyin toplumsal yaşamdan dışlanmasıdır. Oysa bütün bunlar engellilerin topluma katılmasını toplumla bütünleşmesini kolaylaştıracak bir biçimde tasarlanabilir ve geliştirilebilir.

Standart Kuralların eşit katılım için hedef seçtiği alanlardan ilki "ulaşılabilme" konusudur. Bu anlamda fiziksel çevre koşullarının engellilerin yaşamını kolaylaştıracak şekilde düzenlenmesi eşit katılım açısından yaşamsal değerde kabul edilmektedir. Fiziksel çevrenin yapılandırılmasında sorumlu kişi ve kuruluşların engelli kişiler konusunda bilgili bilinçli ve duyarlı davranmaları sağlanmalıdır. Bu amaçla fiziksel çevrenin tasarlanması ve yapılandırılması süreçlerinde engellilerin ailelerinin ve örgütlerinin katılımı konusu büyük önem taşımaktadır.

Rehabilitasyon


Rehabilitasyon ve araç-gereç gereksiniminin yeterince karşılanamaması da engellilerin toplumla bütünleştirilmesinin önündeki en büyük engellerden birisidir. Bilindiği gibi rehabilitasyon çok genel olarak yitirilen bir yeteneğin yeniden kazandırılması yerine başka bir yeteneğin 'ikame edilmesi" demektir. Her hangi bir sebeple engelli hale gelen birey önceden var olan işini artık yapamıyorsa ya o işi yapabilmek için "yeniden yeteneklendirilmesi rehabilite edilmesi" gerekmektedir ya da bu İşi yapmak artık olanaklı değilse yapabileceği yeni bir iş için beceri kazanması (eğitilmesi) gerekmektedir. Böyle bir rehabilitasyon sürecinden geçmemiş olan birey topluma ve içinde yaşadığı aileye yük olmaktan kurtulamayacaktır. Engellilerin engelleriyle bağlantılı bir eğitim ve rehabilitasyon olanağından yararlanması onları toplumsal yaşamla bütünleştiren en önemli etkendir. Oysa bu gün ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre az çok fark etse de engellilerin ezici bir çoğunluğu bu olanaklardan yararlanamamaktadır.

Standart kurallara göre engelliler için geliştirilecek rehabilitasyon programlarına katılım konusunda da eşitlik ilkesi en önemli rehber durumundadır. Programlar engellilerin ailelerinin ve örgütlenmelerinin katılımı ile geliştirilmeli; nitelik ve nicelik yönden engellilerin gereksinimlerini karşılayacak yeterlikte olmasına özen gösterilmelidir. Eşitlik ilkesi gereği birden çok özürü bulunanlar ihmal edilmemelidir. Rehabilitasyon programının kapsamında eğitim danışmanlık bireysel kapasitenin arttırılması değerlendirme rehberlik gibi konular yer almaktadır. Hedef kitlesi ise engellilerin yanı sıra aileleri ilgili kuruluşların çalışanları toplum ilgili meslek elemanları ve medya yer almaktadır.

Uygulanan rehabilitasyon programlarının değerlendirilmesinde engellilerin ailelerinin ve örgütlerinin görüşlerine Önem verilmelidir.

Ayrıca her engel kümesinde yer alan bireylerin gereksinim duydukları kimi araç gereçler vardır ki bunlar engelliler için son derece önemlidir yaşamlarının adeta bir parçası gibidir. Bu araç gereçler engellinin hareket yeteneğini artırıcı özelliklere sahiptir. Bu da toplumla daha çok bütünleşme demektir. Yoksulluk ve işsizliğin en yaygın olduğu toplumsal kesimin engelliler olduğu düşünülürse özellikle sosyal güvenlik ve sosyal refah hizmetlerinin yetersiz olduğu ülkelerde engellinin bu tip araç gereçlere kolaylıkla ulaşması beklenemez. Az Önce verilen örnekte olduğu gibi belirli oranda görme engeli olan bir insanın bir gözlük desteği ile bu sorununu çözülecekse ya da yürüme güçlüğü çeken bir insana sağladığınız bir araçla (bir koltuk değneği veya tekerlekli sandalye ile) onun hayatı önemli ölçüde kolaylaşacaksa böylece engelli karşı karşıya olduğu sınırlanmanın kısıtlılığın dışına çıkabilecekse bu onun İçin vazgeçilmez bir şeydir. Bu sağlanamadığında engellinin topluma katılmasının önünde ciddi bir engel oluşmuş demektir.

Engellilerin onurlu bir yaşam sürebilmeleri için kendi kendilerine yeten bireyler olmalarının önemine değinilmişti. Bu bağlamda kamusal yardımlardan yararlanmak konusunda tam bir eşitlik olmalıdır. Engellilere gereksinim duydukları araçlar ücretsiz ya da çok ucuza verilmelidir. Engellilerin gereksinim duydukları özel araçların geliştirilmesi konusunda AR-GE araştırmalarının desteklenmesi araçların üretimi ve ithalinde kolaylıklar sağlanması gerekir. En önemlisi engellilerin bu araçlara kolaylıkla ulaşabilir olması sağlanmalıdır. Bu araçların üretimi ve dağıtımında tüm engel kümelerinin ve her engelli bireyin gereksinimleri özel olarak dikkate alınmalıdır. Engellilerin yaşamlarını kolaylaştırmak üzere tasarlanmış bu araçlar onların toplumsal yaşama katılmalarını maksimize edecektir.

Engellinin Aile Yaşamı / Özel Yaşamı


Topluma katılma toplumla bütünleşme konusunda bir başka güçlük de engellinin aile yaşamı özel yaşamıyla ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Fiziksel işlevlerindeki bozulma ya da bazı eksiklikler nedeniyle engellinin hareket yeteneği sınırlanınca bu onun özel yaşamına da bazı kısıtlamalar getirmektedir. Hatta sosyal hizmet kurumlarda sürekli bakım ve koruma altında olan engelliler için adeta özel yaşam yok denebilecek kadar azdır. Engelliye ait bir mekanın yokluğu ve kimi etkinliklerin (cinsel yaşam gibi) yasaklanması gibi pek çok sınırlama özel yaşamı ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca engellilerin evlenmeleri ve aile kurmaları da diğer insanlara oranla daha güçtür; bu da onların toplumla bütünleşmelerini önemli ölçüde engellemektedir.

Gerek aile ortamında gerekse kurum yaşamında olsun engelliler özel bakım ve gereksinim kümesi oldukları için ya da başka zorlayıcı sebeplerle daha çok ihmal istismar kurbanı olmaktadırlar.

Standart Kurallara göre devletler engellilerin aile yaşamına tam olarak katılmalarını desteklemek durumundadır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ayrımcı uygulamalar olmaması için çaba harcanması gerekmektedir. Evlilik aile yaşamı ve cinsellik gibi konularda engellilere yönelik olumsuz önyargıların değiştirilmesi gerekmektedir.

İstihdam Sorunu


Engellilerin toplumla bütünleşmesinin önündeki en önemli engel ise istihdam sorunudur. Çalışmanın gerek bireysel gerekse toplumsal refahın sağlanmasındaki önemi tartışmasız benimsenmektedir. Çalışmayı Özendirmenin hem bireysel hem de toplumsal açıdan sayısız; yararı olduğu söylenebilir. Öte yandan çağdaş anlayışın bir gereği olarak "çalışmak ve işsizlikten korunmak" bir insan hakkı olarak da değerlendirilmektedir.

İşsizlik ve çalışma yaşamından kaynaklanan sorunlar engellileri kuşatan sorunlar arasında adeta diğer sorunların da temeli konumunda olan bir diğer söyleyişle doğrudan doğruya diğer sorunları doğuran ya da bu sorunların daha şiddetle yaşanmasına neden olacak etkilerde bulunan bir özelliğe sahiptir.

Her insanın yapabileceği bir iş vardır ve engelliler de fiziksel ve ruhsal işlevlerinde bir bozulma ya da eksiklik olsa bile onların bu niteliklerini dikkate alan uygun bir eğitim ve rehabilitasyondan geçirildikleri zaman çalışabilirler üretime katılabilirler. Çalışmanın kültürün önemli bir parçası sayıldığı toplumlarda herkes gibi engelliler de çalışmaya/üretmeye isteklidirler.

İşsizlik çok yönlü neden ve sonuçlara sahip bir olgudur. Bu sorunusmilev yalnız engellilerin değil tüm insanların gündeminde bir sorun olmaktan çıkarmak kuşkusuz en büyük amaç olmalıdır.

Genel olarak engellilerin istihdamı ile bağlantılı yaşanan sorunları beş noktada ele almak olanaklıdır:

1- Bunlardan ilki ülkemizde henüz engellileri de gözeten sistemli bir iş analizi ve meslek tanımlaması çalışmasının yapılmamış olmasıdır. Bu gün engellilerin sahip oldukları engelden kaynaklanan özellikleri ve nitelikleri de dikkate alınarak hangi işlerde çalışabilecekleri konusunda elde ciddi bir araştırma bir çalışma bulunmamaktadır. Engelliler çok sayıda işte kendi kendilerine yaptıkları girişimlerle çalışma deneyimleri yaratmaktadırlar. Oysa gelişmiş ülkelerde iş analizleri meslek tanımları son derece önemlidir. Engelliler hangi işleri yapabilir? Bu iş bu meslek hangi eğitim sürecinden geçildikten sonra yapılabilir? Bu eğitim sürecinin özellikleri ve aşamaları nelerdir?... Bütün bunların ayrıntılarının belirlenmesi gerekir. İş piyasası eğer belirli niteliklerle donatılmış bir iş gücüne gereksinme duymuyorsa iş gücünüsmilev bu niteliklerle donatmayı sürdürmek bir yandan boşa giden emek ve para diğer yandan da bu niteliklere sahip iş gücünün işsizliğine kapı aralamaktır. Yani her insanı olduğu gibi engellileri de iş piyasasının özellikleri ve gereksinimleri doğrultusunda eğitmek özellik kazandırmak ve iş piyasasına hazırlamak gerekir.

2- Engellilerin istihdamını güçleştiren sayısız neden arasında eğitim ve rehabilitasyon konusundaki yetersizlikler büyük yer tutmaktadır Bu gün ülkemizde ne yazık ki engelliler için yeterli eğitim ve rehabilitasyon (mesleki eğitim ve rehabilitasyon dahil) merkezi bulunmamaktadır.

3- İçinde bulunduğumuz iktisadi yapının engellileri de içerecek bir şekilde düzenlenmemiş olması işverenlerin engellileri çalıştırmak konusundaki çekingenlikleri ve önyargıları da istihdamın önündeki engeller arasındadır. Bazı işler vardır ki engelliler bunları gerçekten diğer insanlardan daha iyi yapabilmektedir bunlar kanıtlanmıştır. Toplum bu konuda bilinçli değildir. Bu bilinç olmadığı için de özellikle işveren kesimi "acaba yapabilirler mi" kaygısı içerisinde hareket etmektedirler. İşe alınan engellinin o iş ortamında başarılı olabilmesi üretken olabilmesi için de işyerinde bazı düzenlemeler yapılmalı önlemler alınmalıdır. Bunlar yapılmadığı zaman da çalışan engellinin işe yaramadığı üretken olamadığı gibi bir kanaatin oluşmasına kapı aralanmakta; bu da henüz istihdam edilemeyen insanların önüne yeni engeller çıkarmaktadır.

4- Bir başka güçlük de engelli istihdamını kolaylaştırmada kullanılan araçların yeterince geliştirilmemiş olması ve uygulanmamasıdır. Dünyanın her yerinde engellilerin istihdamı ile ilgili bazı kolaylaştırıcı yollar aranmakta ve uygulanmaktadır.

Örneğin kota rejimi başka koşullarda istihdamında güçlük bulunan nüfus kesimleri için kullanılır. Ülkemizde işyerlerinde 1475 sayılı İş Kanunu gereğince %3 oranında engelli istihdamını zorunlu kılan yasal düzenleme vardır. Ayrıca bu uygulama (istihdamda pozitif ayrımcılık) eski hükümlüler korunmaya muhtaç gençler ve terörle mücadele sırasında yitirilen kamu görevlilerinin yakınları için de uygulanmaktadır. Bunun dışında korunmalı iş yerleri uygulaması vardır. Zaman zaman bu uygulama eleştiri alsa da halen bazı engelli kümeleri (örneğin ağır zihinsel engelliler) için özellikle önerilmekte ve kullanılmaktadır. Seçilmiş iş yöntemi bazı işlerin yalnızca engelliler tarafından yapılması (örneğin santral işletmenliğini yalnız görme engelliler tarafından yapılması gibi) için onlara tahsis edilmesidir. Değişik esnek çalışma biçimlerinin (evde çalışma evde üretim yarım zamanlı çalışma v.s.) engelliler için özellikle kullanılması da olanaklıdır.

5- Engellilerin istihdamla bağlantılı sorunları istihdam gerçekleştikten sonra da ortaya çıkmakta ve iş yaşamı içinde de sürmektedir. Bu aşamada engelliler sahip oldukları kişisel özellikleri ve nitelikleri ile bağlantılı pek çok sorunla karşılaşmaktadırlar. Bunlar olumsuz iş ve işyeri koşullarından tutun dasmilev çalıştığı işte karşılaştığı sosyal güvenlik sorunları yetersiz ücret işinde ilerleyememe erken emeklilik gibi sayısız sorunları içeren geniş bir alana yayılmaktadır (10).

Standart Kurallar istihdam konusunda engelliler aleyhine var olan düzenleme ve uygulamaların kaldırılarak engellilerin istihdamını kolaylaştırmayı öngörmektedir. Engellilerin çalışacağı ortamların onların gereksinimlerini karşılayacak şekilde tasarlanıp yapılması engellilerin istihdamını kolaylaştıracak teknolojik gelişmenin desteklenmesi istihdama uygun eğitim verilmesi Standart Kurallarda altı çizilen diğer konular arasındadır. Ayrıca engellilerin çalışması yönünde toplumdaki önyargıları giderici çalışmalar ve engellilerin istihdamı konusunda kamu ve özel sektör sorumluluğu özellikle vurgulanmaktadır.

Bu gün gelinen noktada engelli istihdamının görünümü genel olarak şudur: Sorun bir yanıyla çok uzun süredir yaşanan müzminleşerek yapısal bir özellik kazanan genel işsizlik sorununun bir parçasıdır. Bir yanı ile kendine Özgü özellikler taşımaktadır. Genel işsizlik sorununun bir parçası olarak getirilecek çözüm arayışları bu gerçeği de gözetmek zorundadır. Kendine özgü yanları da özgün çözüm arayışlarını zorunlu kılmaktadır. Bu gün ülkemizde engelli iş gücü arasında işsizlik oranının tam olarak ne olduğu bilinmemektedir. Buna karşın bu oranın %99'lar dolayında olduğu ifade edilmektedir. Bu oran gerçeği yaklaşık ifade ediyor bile olsa sorunun boyutlarını sergilemeye yeterli görünmektedir. Bu nedenle kendine özgü yanlarıyla engelli sorunlarının en önemli boyutlarından birini oluşturan engellilerin istihdamı sorunu sosyal politikanın odağında yer alarak en kısa sürede çözüme kavuşturulmayı beklemektedir.

Engellilerin çalışması ve işsizlikten korunması konusu bir yandan uluslararası belgelerde bir yandan da başta Anayasa olmak üzere ulusal mevzuatımızda gereğince işlenmiştir. Bu yönde ortaya çıkacak hukuksal düzenleme gereksinimini karşılayacak yeni çalışmalar elbette ihmal edilmemelidir. Ancak bu alandaki asıl sorun toplumsal anlayıştan uygulamadaki tutarsızlıklardan kaynaklanmaktadır. Bu gün ülkemizde engelliler işsiz kalmanın ezikliği içindedirler. Üretken ve yaratıcı çalışma insanca ve onurlu bir yaşam sürdürebilmenin ön koşuludur. Bu yüzden engelli bireyin de topluma uyumunda toplumla bütünleşmesinde bir işe sahip olması büyük önem taşır. Engelli birey işsiz kaldığı ve yaşadığı topluma üreterek katkıda bulunamadığı için kendini gerçekleştirmemekte ailesine ve topluma yük olmaktadır.

BAKINIZ
> Paralimpik Oyunları


Son düzenleyen perlina; 11 Ağustos 2017 10:02
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
4 Aralık 2008       Mesaj #2
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi

Nüfusun yüzde 12,29'u engelli


Türkiye Engelliler Araştırması, çok ilginç sonuçlar ortaya çıkardı.
Sponsorlu Bağlantılar
Yapılan araştırma, çocuklukta ve gençlikte engelliliğe daha az rastlandığını, yaşlılıkta ise arttığını ortaya koyuyor.

Engelliler İdaresi Başkanlığı'nca yapılan araştırmaya göre, Türkiye nüfusunun yüzde 12,29'unu engelliler oluşturuyor. Bu oranın yüzde 9.70'ini süreğen hastalığı olanlar, yüzde 2,58'ini ise ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel engelliler oluşturuyor.
Ad:  Engellilik1.png
Gösterim: 13609
Boyut:  91.5 KB
En fazla engelli nüfusun Marmara bölgesinde bulunduğunu ortaya koyan araştırmaya göre engellilerin çoğu evli, yüzde 37,7'si bekar ve yüzde 1,6'sı boşanmış durumda.

Araştırmanın ileri analizi, çocuklukta ve gençlikte engelliliğe daha az rastlandığını ortaya koyuyor. Doğumla birlikte gelen engellilik daha azken, yaşlılıkta engellilik artıyor.

Analizler, engellilerin bir kısmında iki veya daha fazla sorunun bulunduğunu gösteriyor. Buna göre, bedensel engellilerin yüzde 5,5'inde görme, yüzde 3,2'sinde işitme, yüzde 8,4'ünde konuşma ve yüzde 6,6'sında ise zihinsel engel var. İşitme engeli bulunanların yüzde 34'ünde aynı zamanda konuşma engeli ve konuşma engeli bulunanların yüzde 27'sinde aynı zamanda zihinsel engel bulunuyor.

Okuma yazma bilmeyen engellilerin oranı, okuma yazma bilmeyen genel nüfusun 3 katını oluşturuyor. Engellilerin yüzde 84,2'sinin eğitimi ilkokul düzeyinde

YÜZDE 68'İNİN YAŞADIĞI ÇEVREDE ENGELİNE UYGUN DÜZENLEME YOK


Araştırma, genel olarak engelli bireylerin yüzde 68'inin yaşadığı çevrede engeline bağlı herhangi bir düzenleme bulunmadığını ortaya koyuyor.

Konuşma engellilerin sadece yüzde 3,1, bedensel engellilerin yüzde 3'ü, görme engellilerin yüzde 2,6'sı, işitme engellilerin yüzde 2,3'ü ve zihinsel engellilerin yüzde 1,8'i yaşadıkları bina, cadde, sokak ve yollarda engeline uygun olarak bir takım düzenlemelerin bulunduğunu ifade ediyor.

Araştırmaya katılanların yüzde 63,9'u zihinsel engellilerin, yüzde 45,9'u konuşma engellilerin “çalışamaz” durumda olduğunu belirtirken, görme engellilerin çalışamayacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 15,4.

Engellilerin yüzde 55,7'si sağlık hizmetlerinden yararlanırken, sadece yüzde 12,27'si eğitim, yüzde 5,9'u bakım ve rehabilitasyon hizmetinden faydalanabiliyor. Engelli bireyler, bir takım kurum ve kuruluşlar tarafından kendisine verilen hizmetlerden yararlanamamasının en önemli nedeni olarak ekonomik yetersizliği gösteriyor.

Engelli bireylerin engel türüne göre günlük aktivitelerini yerine getiriş biçimleri değerlendirildiğinde, işitme engellilerin yüzde 75,7'si, görme engellilerin yüzde 70,3'ü, bedensel engellilerin yüzde 61,2'si ve konuşma engellilerin yüzde 54,5'i kendi başına hareket edebiliyor. Kendi başına bağımsız hareket etme durumu en kısıtlı olan grubu zihinsel engelliler oluşturuyor.

Günlük aktivitelerini yerine getirirken bir başkasına tam bağımlı olanlar, iş yerinin fiziki şartlarından en fazla rahatsızlık duyuyor. Günlük aktivitelerini yerine getirirken bir başkasına yarı bağımlı olanların yüzde 46,4'ü, faaliyetlerini bağımsız yapabilenlerin yüzde 24,3'ü iş yerinin fiziki şartlarının uygun olmadığını belirtiyor.
Son düzenleyen Baturalp; 22 Temmuz 2017 14:13
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

Engelli

; "normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar" olarak tanımlanmıştır.
Bireyin fiziksel işlevlerindeki bozukluk ve bunların hareket yeteneğinde yarattığı eksiklik ve güçlük, onu toplumun diğer bireylerinden farklı kılar.

Bu farklılık engellilerin yaşadığı ayrımcılığın da asıl nedenidir. Bilindiği gibi her türlü ayrımcılığın temelinde farklı olmak, yani "alışılmamış özelliklere" sahip olmak vardır. Fiziksel işlevlerdeki bozukluklar ve bunların hareket
yeteneği üzerinde yarattığı sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaştırır.

Toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği, toplumun dışlayıcı tutum ve davranışları da engelli bireyin topluma eşit bireyler olarak katılmasını önler.
Bilindiği gibi aile, çocukların sağlıklı olarak yetiştirilip, gelişebileceği, önemini hiçbir zaman yitirmeyen evrensel bir kurumdur. Özellikle, ilk davranış kalıpları, toplumsal hayata ilişkin kural ve roller, temel alışkanlıklar, mutluluklar, sevgiler, günlük ilişkiler içinde ailede öğrenilmektedir. Bu nedenle normal ya da özürlü, sorunlu ya da sorunsuz olsun her çocuğun, içinde büyüyüp gelişebileceği bir aileye gereksinimi vardır. Çocuğun özürü kesin olarak tanımlandıktan sonra, aile bireylerinin çocuğu ve özürünü kabullenebilmesi çok önemlidir. Ancak aileler bu sürece ulaşıncaya kadar bazı aşamalardan geçmektedirler.
  • 1.Şok: Çocuğunun özürlü olduğunu öğrenen ailelerde sıklıkla gözlenen tepkilerden ilkidir. Genellikle bu durum; ağlama, tepkisiz kalma ve kendini çaresiz hissetme şeklinde ortaya konmaktadır.
  • 2.Reddetme:Bazı anne-babalar çocuklarının özürlü olduğunu kabul etmek mistemeyebilirler, bir savunma mekanizması olan reddetme, bilinmeyene karşı
  • duyulan korkudan kaynaklanmaktadır. Çocuğun ve kendilerinin gelecekte yaşayabileceklerine yönelik duyulan endişeler, kaygılar, üstlenilmesi gereken sorumluluklar, "halimiz ne olacak?" sorusuna yetersiz kalan açıklamalar, reddetme davranışının görülmesine neden olmaktadır.
  • 3. Acı Çekme ve Depresyon: Genellikle anne-babalar özürlü çocuğa sahip olmaları mnedeniyle hayal kırıklığına uğrarlar. Çoğunlukla anne-babalar için özür;
  • hayallerinde yaşattıkları ideal çocuğun yok olmasının sembolü olabilmektedir, Böyle bir durumda duyulan acı, gerçekten çok sevilen birinin kaybedilmesi karşısında duyulan acıya eştir. Acı çekme, gerçeğin kabul edilmesini kolaylaştıran bir duygu olarak görülmektedir. Depresyon ise; genellikle acı çekme süreci sonunda ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla anne-babalar yüklendikleri sorumluluklar karşısında her şeye güçlerinin yetmeyeceği inancı ile depresyona girmektedirler. mAcı çekme ve depresyon sonucu ailelerde "geri çekilme" ya da "sosyal etkileşimlerden kaçınma" davranışları gözlenebilmektedir.
  • 4.Suçluluk Duyma :özürlü çocuğa sahip olan her ailede yoğun olarak, acı çekme ile gözlenen tepkilerdendir. Anne babaların çocuklarındaki özüre kendilerinin
  • neden olduklarını düşünmelerinden ya da bazı hatalı davranışları sonucunda tanrı tarafından cezalandırılmış olabileceklerine inanmalarından kaynaklanabilmektedir.
  • 5.Kararsızlık: Özürlü çocuğa sahip olan bazı anne babalarda, duruma hemen uyum sağlama gözlenirken, bazılarında bu süreç daha uzun sürmektedir. Kabullenmede görülen kararsızlık, aile bireylerinin birbirlerini suçlamalarından kaynaklanabilmektedir.
  • 6.Kızgınlık Duyma: Kızgınlık duyma, genellikle anne babaların kabullenme sürecinde yaşanılan ve kabullenmeyi engelleyici duygudur."Neden ben?", "neden
  • benim/bizim çocuğumuz" soruları sıklıkla sorulur. Kızgınlığı kişi kendine yöneltebileceği gibi ailenin diğer üyelerine, özürlü bireye ve diğer insanlara yansıtabilir. Doktorlar, eğitimciler ve terapistler de kızgınlık duyulan kişiler olabilmektedir.
  • 7.Utanma: Her anne-baba kendi çocuğunun başarılı olmasını, onaylanmasını vekabul görmesini arzu eder ve bundan da son derece gurur duyar. Oysa özürlü
  • çocuğun, çevrede kabul görmemesi, hatta alay edilmesi, acınması, korkulması vereddedilmesi gibi olumsuz tutum ve davranışlar yaşayabilmektedirler. Tüm bunlarkarşısında aile, özürlü bireyden utanma duygusu geliştirebilmektedir. Sıklıkla, başkaları ile görüşmeyerek, çocuklarını da eve kapatmayı tercih etmektedirler.
  • 8.Uzlaşma: Bu davranışları gösteren kişiler, sıklıkla "eğer çocuğuma bir çare bulursan, hayatımı sonuna kadar sana adarım" inancını taşımaktadırlar. Çocuğun derdine çare bulunması, ailelerde son girişim olarak ele alınmaktadır.
  • 9.Uyum Sağlama ya da kabul Etme: Anne babanın çocuklarıyla daha olumlu ilişkiler kurabileceklerini fark etmeleriyle başlayan bir süreçtir.
Aile üyelerinin tümünün, özürlü çocuğun ailelerindeki varlığı gerçeğini kabul eteleri aşamasıdır. Kaygılar, korkular azalmış, utanma gibi olumsuz duygularla baş edilmiştir. Artık aile çocuk için ve çocukla birlikte neler yapılabileceğini düşünür ve planlamaya başlamıştır. Böyle bir ortamda çocuğa da kendi özürünü kabul etme ve onunla daha nitelikli bir yaşam sürme şansı tanınmış olacaktır. Ailelerin böyle bir süreçte bu aşamalardan geçmesi doğaldır. Ancak ailenin bu aşamalardan herhangi birinde takılıp kalması beraberinde ruhsal problemleri getirerek duruma uyum sağlama ve kabul etmeyi zorlaştıracaktır.

İSTATİSTİKLER

Dünyada özürlü insanların çoğu gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Onların sayıları hakkında çeşitli tahminler vardır. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO)
yeryüzünde beş yüz milyondan fazla insanın özürlü olduğunu, toplam nüfusun onda birini özürlülerin oluşturduğunu belirtmektedir.

Ülkemizde özürlülere ilişkin sayısal verilerin yetersizliği nedeniyle Dünya Sağlık Örgütünün %10'luk oranına göre 6,5 milyon özürlünün olduğu tahmin edilmektedir . Bunun anlamı her on kişiden birinin özürlü olduğudur. En iyimser tahminle ortalama hane halkı sayısını dört kabul edersek, özürlülüğün, ülkemizde yaklaşık 26 milyon insanı yakından ilgilendirdiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Yakın akrabaların ve çevrenin desteğinin sağlanması, özürlü bireyin günlük yaşama katılımının kolaylaştırarak, toplumsal yaşamda yerini almasına katkı verici çalışmalar gerçekleştirilebilir. Bu durum ailenin diğer üyelerini rahatlatacaktır. Akrabalık ilişkilerinin yoğun olmadığı toplumlarda özürlü ailelerinin bu türden gereksinimleri, gönüllü aileler organize edilerek, "paylaşılan bakım", "aileden aileye destek ve kendi kendine yardım" gibi gruplar aracılığıyla karşılanmaya çalışılmaktadır

Aile yaşamında kardeşler arası ilişkiler, üzerinde durulması gereken önemli konulardan biridir. Özürlü birey ve kardeşleri arasındaki ilişki hoşgörülü, sevgi dolu ve paylaşıma dayalı olabildiği gibi öfke ve utanç duygularının hakimolduğu bir yapıda da olabilir. Kardeşler arasındaki ilişkinin niteliğini doğal molarak ebeveynin tutumu ve davranışları belirleyecektir. Bu konuda, küçük yaşta yapılacak bilgilendirmenin, çocukların sorunlarla baş etme kapasitelerinin daha yüksek olması nedeniyle, etkili olacağı vurgulanmaktadır

Aile aynı zamanda sevgi, saygı ve beraberliğin paylaşıldığı en temel yapıtaşıdır. Victor Hugo'nun dediği gibi, "Yaşamda en yüce mutluluk, sevildiğini bilmekten geçer"

SOSYAL UYUM VE YAŞAMI ANLAMLANDIRMA
Var olmak... Algılamak ya da algılanmak... Sakat olmak demek farklı olmak demektir. Diğer insanlar gibi. Her insan farklıdır. Kimisi uzundur, kimisi kısa. Kimisi yaşlıdır kimisi genç. Ya da kimisi siyah, kimisi beyaz. Öyleyse bireysel bilince erişip kendi kendini kabul edip, kendi kendini tanıyıp, tüm eksiklikleriyle, tüm iyi yönleriyle kabul etmek gerekir. Sakat olmak demek, topal, kambur, kör, sağır her neyse işte ben bu şekilde varım demek. Ancak kendi kendinizi kabul edip, kendinizi severek toplumun bu kalıplarından kendinizi kurtarabilir ve kendinizi topluma daha iyi anlatabilirsiniz.

Sakat olması, Shakespear'i dünyanın en iyi oyunlarını yazmaktan alıkoymadı. Abraham Lincoln'un bedensel olarak engellerinin olması 4 yıl boyunca Amerika Birleşik Devletlerini yönetmesini engelleyemedi. Kör olmak Aşık Veysel'in "Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa" gibi ölümsüz eserler vermesinin önüne geçemedi. Stephen Hawking gibi sürekli tekerlekli sandalyede olan birinin 'Hawking Radyasyonu' diye bilinen ve evreni daha iyi anlamamızı sağlayan teori üretmesini ise hiç engelleyemedi. İleri düzeyde sağır olan Beethoven'ı şimdiye kadar yapılmış en güzel müziklerin bir çoğunu bestelemekten alıkoymadı. Aslında tarih, çok ciddi özürlü olmalarına karşın çok büyük işler başarmış büyük şahsiyetlerle doludur. Büyük İskender kamburdu. Ünlü bir ozan olan Homer kördü. Renoir, en güzel başyapıtlarından bazılarını parmakları romatizmadan çarpılmışken resmetti, resim fırçası eline kayış ile tutturulmuştu. Handel en büyük eseri "Hallelujah Korosu"nu bestelediğinde sağ tarafı felçliydi. Ve Edison, pikabı icat ettiğinde sağırdı. Fakat aklınıza şöyle bir soru gelebilir. Bunları başarmak için mutlaka sakat mı olmak gerekir? Öyle olması tabii ki gerekmiyor.

Bu çok bilinen bir hikaye olan, her an kendisini öldürebilecek ıstıraplı bir hastalığı olan Yunan askerinin hikayesine benziyor. Bu asker, her an ölmeyi beklediğinden ,savaşmaktan korkmaz olmuştu. Kaybedecek hiç bir şeyi yoktu. Generali Antigonus, onun bu denli cesurca savaşmasına öyle hayran oldu ki; hastalığını en iyi doktorlara tedavi ettirdi. Fakat, o günden sonra bu yiğit asker, cephelerde görülmedi. Hayatını riske atmak yerine uzak durup, kendini savunmaya çabalar oldu. Hastalığı iyi savaşmasını sağladı, fakat sağlığına kavuşup, rahata ermesi bir asker olarak yararlılığını yok etmişti.

Eğer sakat olmasaydık asla meşgul olunmasaydı bir konuda insanlarca yapılanların en iyisini yapmaya çalışılmaz, ihtimallere karşı savaş verilmezdi.. "Tanrı'nın Dokunuşu" adlı şaheserin şairi Myra Brooks Welch, tekerlekli sandalyesinin koluna vurarak söyle derdi:"Ve Tanrı'ya bunun için şükrediyorum. "Bir tekerlekli sandalye için şükretmek! Fakat tekerlekli sandalyeli günlerine kadar o muhteşem kabiliyeti saklı kalmıştı. Ve şimdi şiirleri tüm dünyayı şevke boğuyor.

Harvard Üniversitesi'nin en önemli başkanlarından biri olan Charles Eliot, doğuştan gelen önemli bir yüz çirkinliği nedeniyle, kendini delikanlı iken korkunç hissederdi.Ta ki; birgün annesi ona hayatını değiştirecek bu öğüdü verene kadar. Annesi şöyle demişti:" Oğlum en iyi operatörlere başvurduk. Hepsi de senin bu özüründen kurtulmanın mümkün olmadığını söyledi. Fakat, Tanrı'nın yardımı ile öyle büyük bir akıl ve ruh geliştirebilirsin ki; insanlar yüzüne bakmayı bile unuturlar! " Ve Eliot da öyle yaptı.

Evet, kör, topal, sağır v.s olunabilir.Ancak bu varoluşu ve yaşama katılmayı engellememeli.Her insanın dünyaya gelmesinin bir nedeni vardır. Neden “BEN “
sorusunu sormak yerine toplumun size yüklediği normal ve anormal kalıplarından kurtularak her birimiz farklılığımızı kabullenerek, kendi kendimizle barışık bir birey olma yolunu seçmeliyiz. “Ben bu halimle varım, tıpkı diğer insanların kendi halleriyle varoldukları gibi” dediğinizde kendinize olan güveniniz artacak, yapabileceğiniz şeyler fazlalaşacak ve yaşam daha iyi anlaşılacaktır. Konuşmamı yine görme ve işitme engelli olan ve 19.yy a damgasını vurmuş şahsiyetlerden biri olan Helen Keller ile William Shakespeare'in sözleriyle bitirmek istiyorum;

Yüzünü günese çeviren insan, gölge görmez. -Helen Keller

İnsanların çoğu duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için. ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için..-William Shakespeare
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 10 Ağustos 2017 10:54
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
9 Aralık 2008       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Engellilerle Yaşamayı ve Çalışmayı Bilmiyoruz

SU CSR Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ajans’ının düzenlediği Tematik KSS Zirveleri’nin 4.sü dün gerçekleşti. Geniş katılımla gerçekleşen zirvede konuşmacılar iş dünyasının kurumsal sosyal sorumluluk açısından bakıldığında en önemli paydaşlarından biri olan engelli ve engelli yakınlarıyla ilgili görüşlerini ve uygulamalarını anlattılar.

Engellilere daha rahat bir yaşam ve refah düzeyi sağlanması, topluma sağlıklı bir biçimde karışabilmeleri için yapılması gerekenler, iş dünyasının konuyla ilgili sorumluluklarının tartışıldığı buluşmada Merck Sharp & Dohme İlaç Sanayi, Çelebi Hava Servisi, TESYEV, TÜRGÖK, Element Eğitim Danışmanlık, Tempo Dergisi konuşmacı olarak bulundular. Ayrıca fotoğraf sanatçısı Merih Akoğul’da engellilerle ilgili yürüttüğü fotoğraf çalışması "Başarmak"tan seçilmiş siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan bir dia gösterisi sundu.

Zirvede yapılan konuşmalar ve tartışmaların sonucunda ortak bir bildiri yayınlayan SU CSR aşağıdaki konulara dikkat çekmek gerektiğini vurguluyor:

• Engelliler kurumların en önemli paydaşlarından biridir. Gerek çalışan, gerek tüketici, gerek toplumun geniş bir kısmını temsil eden sayıları nedeniyle varlıkları bilinçli bir şekilde kabul edilmeli ve gündelik yaşama ve çalışma hayatına katılımları sağlanmalıdır.
• Birçok engelli trafik kazaları, doğumda yanlış müdahale gibi sorunların önlenebilir çözümleri için bilinçlendirme ve eğitimlerin gerekli olduğunun altını çizmektedir.
• Engelli yakınlarının ve engelli çalışanların bulunduğu kurumların engellilerle ortak yaşam konusunda eğitime gereksinimleri vardır.
• Engellilerin günlük yaşama katılabilmeleri ve iş dünyasında daha fazla yer edinebilmeleri için sokağa çıkmalarını, toplu taşımalardan faydalanabilmelerini sağlayacak kentsel iyileştirmelere ivedi olarak gereksinim duyulmaktadır.
• İş dünyasının engelli istihdamı için çok daha katılımcı olması gerekmektedir. Engelli çalışanların verimi diğer çalışanlara göre daha yüksektir.
• Engellilerin istihdamında artış sağlanabilmesi için engellilere yönelik sektörel eğitimlere ağırlık verilmelidir. E-öğrenim yaygınlaştırılmalıdır.
• Engelliler için oluşturulan kitaplıklar desteklenmeli ve daha çok basılı yayına ulaşabilmeleri sağlanmalıdır.
• Medya, engellilerle ilgili uygulamalarda iş dünyasına destek vermeli ve farkındalığın sağlanması için katılımcı olmalıdır.
Son düzenleyen perlina; 10 Ağustos 2017 10:54
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
22 Aralık 2008       Mesaj #5
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

Engelliler Trafiktede Göz Ardı Ediliyor


"Gümrüksüz araç sahibi olmak için bazı suistimalleri önlemek amacıyla bir komisyon kurulması yanlış değil ancak bu komisyonun tek bir ilde kurulması ve sadece bir gün hizmet vermesi bunca zorluk yaşayan 'sakatlara' başka sorunlar yaratıyor. Suistimale karşı önlem alınmalı fakat bu denli zorlaştırılmamalı"

Ad:  Engelllik4.JPG
Gösterim: 13733
Boyut:  40.2 KB
"Araba Aldım Kadın Oldum" kitabının yazarı aktivist Nazmiye Güçlü yapılan uygulamayı bianet'e böyle yorumladı.

Engellilerin yurtdışından gümrüksüz araç getirme hakkı var, bu hakka sahip olmaları için öncelikle engellerini ispatlamak zorundalar. Fakat bunun için teşekküllü devlet hastanesinden alınan rapor yetmiyor. Suistimalleri önlemek için bu konuda sadece tek merkezde kurulan komisyonun vereceği raporu geçerli sayıyor.

Ankara'da bulunan Bedelsiz Nakilhane Gümrük Müdürlüğü, ayda sadece bir gün engellilere bakıyor. Komisyonun sadece Ankara’da bulunması ve tek bir gün hizmet vermesi engellilere oldukça zorluk çıkarıyor.

Güçlü ve Bedensel Engelliler Derneği Başkanı Kemal Demirel bu uygulamayı ve engellilerin trafikte yaşadıkları zorlukları anlattı.

"Engelli amblemi kaldırılmalı"
Güçlü "Araçlarımızda bulunan 'sakat' ambleminin kaldırılmasını istiyorum, bu ayrımcı bir uygulama, herkesin arabasını bir başkası kullanabiliyorken, benim arabamı sırf bu amblem yüzünden kendi oğlum dahi kullanamıyor." dedi.

"Park yerleri ücretsiz olmalı ve uygun park yerleri bulunmalı, sırf bu yüzden dışarı çıkamayan ve evde oturan birçok insan var, sokağa çıkmamızda sadece kaldırımlar, yollar engel değil."

"Engellilerin konumu yeterince iyi algılanmıyor"
Kemal Demirel ise engellilerin her beş senede bir araba değiştirme zorunluluğundan ve bunun için Ankara'ya gitmekten şikayetçi

"Engelliler araç sahibi olmak için bir oraya bir buraya koşturuyorlar, her beş senede bir araç değiştirmeleri gerekiyor, bunun için de Ankara’ya gitmek lazım, bu tip merkezlerin her ilde bulunması gerekir. Engellilerin konumu yeterince iyi algılanmıyor. Ne de olsa araba kullanan az sayıda sakat var denilip bu konuda çeşitli illerde merkezler kurulması,istihdam sağlamasından kaçınıyor olabilirler."

"Engelli amblemini görünce küfür ediyorlar"
Demirel "Araç kullanırken sözlü şiddete sıkça maruz kalıyoruz. Plakamızda engelli amblemini görünce bize küfür ediyorlar, saygısız davranışlarda bulunuyorlar, kendini deşarj etmek isteyen bazı insanların kötü muamelesine maruz kalıyoruz. Aracımız arıza yaptığında yürüyemediğimizden ağza alınmayacak küfürler işitiyoruz. Polisler dahi bizlere hoşgörüyle yaklaşmıyorlar" dedi.

Park yeri ve toplu taşıma araçlarında yaşadıkları sorunlara da değinen Demirel, "Belediye birçok sokağı ücretli otoparka çevirmiş durumda, buraların bizlere ücretsiz olması gerekir" diye konuştu.

"Toplu taşıma araçlarında da sorun yaşıyoruz"
"Engelliler için 15 milyonluk İstanbul’da 17 otobüs var, vapur, denizotobüsü gibi diğer toplu taşıma araçlarına binerken de ayrı zorluklarla karşılaşıyoruz. Taksiler de engelli birisini görünce onları arabalarına almaktan kaçınıyorlar." (NK)
Son düzenleyen Baturalp; 22 Temmuz 2017 14:49
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Ekim 2011       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Engellilik


• Engelli, fiziksel veya zihinsel bir rahatsızlık nedeniyle bazı hareketleri, duyuları veya işlevleri kısıtlanan kişidir. Engeller doğuştan gelebilir veya sonradan geçirilen hastalıklar ve kazalar sonucu ortaya çıkabilir. Engelliler, yaşamın birçok alanında kısıtlama ve engellerle karşılaşabilirler.

Engellilerin Başlıca Sorunları
Engellilerin topluma katılmalarının önündeki en büyük engellerden biri de ulaşım, fiziksel çevre ve konut sorunudur. Yaşanılan konuttan tüm kamusal yaşam alanlarına, ve ulaşım araçlarına kadar tüm çevresel unsurların engellilerin özellikleri ve gereksinimleri dikkate alınaarak tasarlanmadığı bir gerçektir. Yollar, kaldırımlar, kamu binaları, parklar ve bahçeler, okullar, içinde yaşanılan konutlar, ulaşım araçları ve bunun gibi daha bir çok fiziksel çevre unsuru, engellilerin topluma katılmasının önünde ciddi birer engel oluşturmaktadır. Böylece sahip olduğu engeli nedeniyle hareket yeteneği sınırlanmış insanların bu ve benzeri sebeplerle yaşadıkları sınırlama daha da pekişmektedir

Bedensel Engelliler Spor Kulüpleri
• Görme Engelliler Spor Kulüpleri
• İşitme Engelliler Spor Kulüpleri
• M.E.B. Görme Engelliler İlköğretim Okulları
• M.E.B. Hastane İlköğretim Okulları
• M.E.B. İşitme Engelliler Okulları
• M.E.B. Ortopedik Engelliler Okulları
• M.E.B. Üstün veya Özel Yetenekliler Bilim ve Sanat Merkezleri
• M.E.B. Zihinsel Engelliler Okulları
• Mesleki Rehabilitasyon Merkezleri
• Tıbbi Rehabilitasyon Merkezleri
Son düzenleyen perlina; 22 Temmuz 2017 14:49
Delidahi - avatarı
Delidahi
Ziyaretçi
3 Nisan 2012       Mesaj #7
Delidahi - avatarı
Ziyaretçi

Engellilerin yaşadığı zorluklar nelerdir?


Engelli bireylerimiz malesef ülkemizde dünya standartlarının altında hizmet görüyor. Kaldırımlar yollar hatta evler özürlü kimselerin ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiyor. Engellilerin yaşadığı sorunlar ile ilgili çok güzel bir yazı.

Engelli bireyler yaşadıkları toplum içinde psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu sorunlar, engelli ve ailesinin bu durumla yüz yüze gelmesiyle başlamakta zaman geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.

Engelli bireyin yaşadığı sıkıntılar ve zorluklar hem aile hem de sosyal çevresinde kendini gösterir. Engellilerin yaşadığı en büyük sıkıntı ayrımcılığa uğramadır. Örneğin, engellilerin üretime katılamaması dolayısıyla işsizlik sorunu yaşaması en temel sorunları olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra temel insani hizmetler (eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik, istihdam)den fırsat eşitliği temelinde yeterince yararlanamamaları da onların engelli olarak damgalanması, ayrımcılığa uğraması ve dışlanması boyutunda değerlendirilmelidir.

Bu bildiride, engelli bireylerin ve ailelerinin sorunlarla yüzleşmesi, verdikleri tepkiler, kabul etme süreçleri, sorunun çözümüne katılmasının yanı sıra, toplumun engellilere bakış açısı, tutum ve davranışları, onların yaşadıkları toplumdan dışlanmalarına yol açan faktörler, fiziksel çevrede karşılaştıkları sorunlar, eğitim ve istihdam alanındaki yaşadıkları güçlükler ve tüm bunların giderilmesi için ihtiyaç duyulan çalışmalar ele alınmaktadır. Ayrıca, engellinin sorun yaşadığı ilk andan çözüm evresine kadar geçen aşamalarda, sosyal hizmetin, diğer disiplinlerle ekip çalışması halinde sorunlara daha kalıcı çözümler üretmesi süreci de irdelenmektedir.

Engelliliğin herkes tarafından kabul edilen ortak bir tanımı ya da sınıflandırılmasından söz etmek olanaklı değildir.Ancak yine de en genel tanımı şu şekilde yapılabilir ;
Daha önceden özürlü, “bedensel, zihinsel ve ruhsal özelliklerinde belirli oranda fonksiyon kaybına neden olan organ yokluğu ve bozukluğu sonucu, toplumsal rolünü gerçekleştirebilmesi için bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi” (27.0S.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu; m.3 c) olarak ele alınırken bugün “doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle normal yaşamın gereklerine uyamama durumunda olup; korunma, bakım, rehabilitasyon. danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyacı olan kişi ” (30.05.1997 tarih ve 572 sayılı KHK’nin 5. maddesiyle 2828 sayılı Kanun’un m.3 c’nin değiştirilmesi.) olarak tanımlanmaktadır.

Yapılan tanımlamanın aksine özürlülerin belirli kesimi her yerde ve her zaman sürekli olarak başkalarının yardımına, himayesine ve bakımına ihtiyaç duymamaktadır.(1)Çeşitli nedenlere dayalı olarak ortaya çıkan engelliliğe bağlı olarak engelli birey ve ailesi çeşitli ihtiyaçlara sahip olmakta , psikososyal ve ekonomik sorunlar yaşayabilmektedir.Bu sorunların niteliği ve niceliği ülkeden ülkeye değişmekle birlikte , yine de her toplumda engelli bireylerin belli sorunları yaşamaları kaçınılmaz gibi görünmektedir.

Türkiye İstatistik Kurumu ve Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından yapılan 2002 Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre, ülkemizdeki toplam nüfusun % 12,29’unu özürlü vatandaşlar oluşturmaktadır. 8 milyon 431 bin 937 toplam özürlü vatandaşın %9,7’si süreğen hastalığı olan; %1,25’i ortopedik, %0,48’i zihinsel, %0,38’i dil ve konuşma, %0,37’si işitme, %0,6’sı görme özürlü bireylerden oluşmaktadır. (Stratejik Plan.16,37).Özürlü vatandaşlar için en önemli sorunların başında istihdam gelmektedir. Her beş özürlüden yalnızca biri (%21.7) işgücü piyasasında yer almaktadır. Erkek özürlüler için %32,2 ve kadın özürlüler için ise % 6.7 olan bu oran, kentlerde %25,6 ve kırsal alanda %17,7’dir.(Stratejik Plans.16-17). Özürlülerin işgücüne katılma oranındaki düşüklüğün en önemli sebepleri; eğitimli ve bir meslek sahibi olmuş özürlü kişi sayısının azlığı, toplumun özürlü kişilere önyargılı bakışı, ulaşılabilirlik sorunları, işyerlerinde uygun ortamın yaratılamaması, işverenlere teşvik ve ceza uygulamasının etkin işlememesidir. Özürlülerin eğitim olanakları açısından karşılaştıkları engellerin daha sonra istihdamları açısından da sorun yaratması dikkat çekicidir. 2002 Türkiye Özürlüler Araştırmasına göre özürlülerin % 21’inin okur-yazar olmadığı görülmektedir. Özürlülerin yalnızca % 13,7’si mesleki eğitimden faydalanmaktadır.

Özürlülerin, işgücüne katılımda yaşadığı bu tür sorunlar sosyal dışlanma ve yoksulluk riskini de beraberinde getirmektedir. Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) istatistiklerine göre, 2002 yılı sonu itibariyle özürlü istihdamı 10.880 iken, . 2006 yılı içinde iş arayan özürlülerden 1.202‘si kamuda, 22.579’u özel sektörde olmak üzere 23 bin 781 özürlünün işe yerleştirilmesiyle bu sayı iki katını aşmıştır. 2006 yılı sonu itibariyle 57 bin 151’i erkek, 10 bin 492’si kadın olmak üzere toplam 67 bin 643 özürlü kişi işe yerleştirilmeyi beklemektedir. Bunun dışında, uzun yıllar iş aradığı halde iş bulamadığı için iş aramaktan vazgeçmiş ve özürlü maaşı ile yaşayan çok sayıda kişi bulunmaktadır. Buna karşılık özel sektörde yaklaşık 20 bin, kamuda ise yaklaşık 2 bin 300 olmak üzere 22 bin civarında açık kontenjan bulunmaktadır. Sonuç olarak, özürlülerin istihdamının yeterli düzeyde olmadığı görülmektedir.

Özürlülerin sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanma düzeylerine bakıldığında, % 60.2’sinin yani 5 milyon özürlünün sosyal güvenlik hizmetlerinden faydalandığı görülmektedir. Bunların yaklaşık 4,2 milyonunu süreğen hastalığı olanlar oluştururken, 800 bini ise ortopedik, görme,işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlülerden oluşmaktadır. Sosyal güvencesi olan 5 milyon özürlünün % 45’i kendi adına ve % 55’i ise hak sahibi sıfatıyla sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanmaktadır. Sigortalının çalışamayacak durumda olan özürlü çocukları ise hem söz konusu aylık ya da gelirden hem de sağlık yardımlarından yaşamları boyunca faydalanmaktadır(Stratejik Plan s.17).

Engelli bireyin yaşadığı sıkıntılar ve zorluklar hem aile hem de sosyal çevresinde kendini gösterir. Engellilerin yaşadığı en büyük sıkıntı ayrımcılığa uğramadır. Örneğin, engellilerin üretime katılamaması dolayısıyla işsizlik sorunu yaşaması en temel sorunları olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra temel insani hizmetler (eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik, istihdam)den fırsat eşitliği temelinde yeterince yararlanamamaları da onların engelli olarak damgalanması, ayrımcılığa uğraması ve dışlanması boyutunda değerlendirilmelidir.

Engelli bireylerin ve ailelerinin sorunlarla yüzleşmesi, verdikleri tepkiler, kabul etme süreçleri, sorunun çözümüne katılmasının yanı sıra, toplumun engellilere bakış açısı, tutum ve davranışları, onların yaşadıkları toplumdan dışlanmalarına yol açan faktörler, fiziksel çevrede karşılaştıkları sorunlar, eğitim ve istihdam alanındaki yaşadıkları güçlükler genel anlamda ele alınacaktır.

ENGELLİ AİLESİNİN VERDİĞİ TEPKİLER
Aileler için özürlü bir bireye sahip olacaklarını veya olduklarını öğrenmek, yaşamlarının en zorlu deneyimidir. Bilindiği gibi özürlülük olgusu bazen doğum öncesi veya doğumda teşhis edilmekle birlikle bazen de hastalık, kaza vs. nedenlerle sonradan da ortaya çıkabilmekledir. Bu durumda aileler için en genel güçlük, özürlülüğe ilişkin durumun teşhisi ya da Öğrenme aşamasındadır. Bekleme süreci, son derece yıpratıcı bir dönemdir. Gerçeği öğrenmek, aileler acısından belirsizliğe tercih edilen bir durumdur . Özürlü çocuğa sahip olan ailelerin, çocuğunun özrü ile ilgili ne kadar umutsuz da olsalar, çocuklarının iyileşeceği konusunda mucize beklentileri vardır.

Engelli ailesi bu durumla baş etme sürecinde çeşitli aşamalardan geçer ve bu aşamalarda çeşitli tepkiler gösterirler.Literatürde bunlar 3 ana başlıkta ele alınır:Birincil tepkiler ( şok , reddetme , acı çekme ve depresyon) İkincil tepkiler (suçluluk duyma , kararsızlık , kızgınlık duyma,utanma )Üçüncül tepkiler (uzlaşma, uyum sağlama ya da kabul etme) dir.

Engelli bir çocuğa sahip olmak anne ve baba için bilinen ve umulan hayatın istemedikleri yönde değişmesi ile onları zorda bırakan ve yeniden yapılanmayı zorunlu kılan bir durumdur. Öyle ki o güne kadar kendilerinin belirleyebileceğini sandıkları geleceği ve gelecek planlarını yeniden yapılandırmak zorundadırlar. Engelin özelliğine göre farklı beklentiler kurgulamalarına rağmen yeniden ve hiç bilmedikleri ve bir anlamda sağlam referansları da olmadan bir geleceği kurgulamak durumundadırlar. Her ne kadar anayasada devletin bir “sosyal devlet” olduğu vurgusu yapılmışsa da ülkemizdeki ekonomik ve sosyal yapılanma halen olması gereken düzeyin çok altındadır. Örneğin engelli birey için okul, kreş, bakım evleri, mahalleler, sokaklar, yaşadığı evin dizaynı gibi alanlarda devletin desteği halen gerekenin çok altındadır.

Engellilerin toplumla bütünleşmesinin önünde çeşitli nedenler vardır.Bu nedenler de zincirleme başka sorunları doğurmaktadır. Engellilerin topluma kazandırılmalarının önündeki en ciddi sorunlardan birisi, içinden geldikleri sosyo-ekonomik kesimin bir bütün olarak yaşadığı yoksulluk sorunu/gelir dağılımı sorunudur. Doğaldır ki yoksul kesimler arasından gelen engelliler, yoksulluğu üreten başka sebeplerle de bir arada yaşadıkları için, onlar için yoksulluk adeta bir kısır döngüye dönüşmektedir. Bu, onların toplumla bütünleşmelerinin önündeki en ciddi engeldir.

Engellilerin toplumla bütünleşmesinin önündeki bir diğer engel de eğitim konusunda karşılaştıkları sorunlardır. Tüm ülkelerde eğitim sistemi, öncelikle, nüfusun engelli olmayan kesimi için planlanıp uygulanmaktadır. Böylece daha en baştan eğitim sistemi, engellileri dışlayan bir anlayışa sahip olmakta; daha sonra da engellileri eğitim sistemiyle bütünleştirecek çeşitli programlar geliştirilmeye çalışılmaktadır. En çok ihmal edilen konulardan biri de engelli çocukların okul öncesi eğitimidir. Ayrıca yetişkin engelliler için örgün ve yaygın eğitim olanakları da son derece sınırlıdır. Bu nedenle öncelikle eğitim alt yapısının nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi ve engellilerin gereksinimlerini karşılayacak bir düzeye eriştirilmesi gerekir. Engellilerin eğitiminde sorumluluk alacak meslek elemanlarının (özel eğitimci, rehber danışman, sosyal hizmet uzmanı) yeterli sayıda ve donanımda yetiştirilmeleri gerekir, öte yandan eğitim kurumlarının engellilerin de varlığını hesaba katacak fiziksel düzenlemelere sahip olması, bu kurumlara kolay ulaşım için gerekli önlemlerin alınması, engellilerin özel eğitimi için gerekli ders araç-gereçlerinin hazırlanması gibi konular engellilerin toplumla bütünleşmeleri önündeki ciddi engeller olarak yaşanmaktadır.

Engellilerin topluma katılmalarının önündeki en büyük engellerden biri de ulaşım, fiziksel çevre ve konut sorunudur. Engellilerin içinde yaşadıkları fiziksel çevre, sahip oldukları fiziksel işlev bozuklukları/yetersizlikleri ve bunun yol açtığı sınırlamalar yüzünden büyük önem taşımaktadır. . Yollar, kaldırımlar, kamu binaları, parklar ve bahçeler, okullar, içinde yaşanılan konutlar, ulaşım araçları ve bunun gibi daha bir çok fiziksel çevre unsuru, engellilerin topluma katılmasının önünde ciddi birer engel oluşturmaktadır. Böylece sahip olduğu engeli nedeniyle hareket yeteneği sınırlanmış insanların bu ve benzeri sebeplerle yaşadıkları sınırlama daha da pekişmektedir. Bunun anlamı Hareket yeteneği sınırlanan bireyin toplumsal yaşamdan dışlanmasıdır.

Engellilerin toplumla bütünleşmesinin önündeki en önemli engel ise istihdam sorunudur. Çalışmanın gerek bireysel gerekse toplumsal refahın sağlanmasındaki önemi tartışmasız benimsenmektedir. Çalışmayı Özendirmenin hem bireysel hem de toplumsal açıdan sayısız; yararı olduğu söylenebilir. Öte yandan çağdaş anlayışın bir gereği olarak “çalışmak ve işsizlikten korunmak” bir insan hakkı olarak da değerlendirilmektedir.

İşsizlik ve çalışma yaşamından kaynaklanan sorunlar, engellileri kuşatan sorunlar arasında, adeta diğer sorunların da temeli konumunda olan, bir diğer söyleyişle doğrudan doğruya diğer sorunları doğuran ya da bu sorunların daha şiddetle yaşanmasına neden olacak etkilerde bulunan bir özelliğe sahiptir.Henüz engellileri de gözeten sistemli bir iş analizi ve meslek tanımlaması çalışmasının yapılmamış olmasıdır. Engellilerin istihdamını güçleştiren sayısız neden arasında eğitim ve rehabilitasyon konusundaki yetersizlikler büyük yer tutmaktadır Bu gün ülkemizde ne yazık ki engelliler için yeterli eğitim ve rehabilitasyon (mesleki eğitim ve rehabilitasyon dahil) merkezi bulunmamaktadır. - İçinde bulunduğumuz iktisadi yapının, engellileri de içerecek bir şekilde düzenlenmemiş olması, işverenlerin engellileri çalıştırmak konusundaki çekingenlikleri ve önyargıları da istihdamın önündeki engeller arasındadır.Bir başka güçlük de engelli istihdamını kolaylaştırmada kullanılan araçların yeterince geliştirilmemiş olması ve uygulamamasıdır.

Dünyanın her yerinde engellilerin, istihdamı ile ilgili bazı kolaylaştırıcı yollar aranmakta ve uygulanmaktadır. Engellilerin istihdamla bağlantılı sorunları istihdam gerçekleştikten sonra da ortaya çıkmakta ve iş yaşamı içinde de sürmektedir. Bu gün gelinen noktada, engelli istihdamının görünümü genel olarak şudur: Sorun bir yanıyla çok uzun süredir yaşanan, belirginleşerek yapısal bir özellik kazanan, genel işsizlik sorununun bir parçasıdır. Bir yanı ile kendine Özgü özellikler taşımaktadır. Genel işsizlik sorununun bir parçası olarak getirilecek çözüm arayışları bu gerçeği de gözetmek zorundadır. Kendine özgü yanları da özgün çözüm arayışlarını zorunlu kılmaktadır.

Bu gün ülkemizde engelli iş gücü arasında işsizlik oranının tam olarak ne olduğu bilinmemektedir. Buna karşın bu oranın %99′lar dolayında olduğu ifade edilmektedir. Bu oran gerçeği yaklaşık ifade ediyor bile olsa, sorunun boyutlarını sergilemeye yeterli görünmektedir. Bu nedenle, kendine özgü yanlarıyla engelli sorunlarının en önemli boyutlarından birini oluşturan engellilerin istihdamı sorunu, sosyal politikanın odağında yer alarak en kısa sürede çözüme kavuşturulmayı beklemektedir.

Ayrımcılık toplumsal yaşamın tüm alanlarında rastlanan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok farklı nedenlere bağlı olarak ve farklı görünümler içerisinde yaşanan ayrımcılığın temelinde ben ve öteki ayrımı yatmaktadır. Benden/bizden farklı olan, yani bize benzemeyen ötekidir. Ötekileri tanımlarken çok farklı nitelikler, cinsiyet, etnik köken, inanç, fiziksel özellikler, yerleşim birimi vb., kullanılabilmektedir. Hangi niteliğe yöneldiğinize bağlı olarak gelişen ayrımcılık değişik tehlikeler yaratmaktadır.
Burada ise engellinin doğumundan itibaren ve bütün yaşamı boyunca bir çok alanda ve aslında bir çoğumuzun fark etmediği ayrımcılığa dikkat çekeceğiz. Bu ayrımcılığın fark edilmesi için öncelikli olarak kendimize sormamız gereken soru şudur:Yaşadığımız, çalıştığımız, dinlendiğimiz çevre, toplum, kimin için tasarlanmış?

Çalıştığımız iş, bindiğimiz otobüs, yürüdüğümüz kaldırım, okuduğumuz okul, tedavi gördüğümüz hastane, dinlenme-eğlenme yerleri, kısaca içinde yaşadığımız çevre bizi de içine alan bir toplum anlayışı ile mi geliştirilmiştir?Bu sorunların cevapları düşünüldüğünde üzücü gerçek risk altındaki grupların başında gelen engelli bireyleri hiç düşünülmeden tasarlandığı ortadır.Örneğin görme engelliler yapılan özel kaldırımların şehrin sadece belli bir semtinde olması , çalıştığımız iş yerlerinde engelliler için asansörler , tuvalet vb. nin olmaması, araçlarını park etmede çeşitli sorunlarla karşılaşmaları, otobüs , vapur, deniz otobüsü gibi diğer toplu taşıma araçlarına binerken de ayrı zorluklarla karşılaştıkları ,yine aynı şekilde engellinin eğitim gördüğü okul binalarında da gerekli donanımların yetersizliği apaçık ortadadır.Bu örnekleri daha da çoğaltabileceğimiz gibi bunların engellinin toplumsal hayattan dışlanmasına yol açtığı ve kişinin kendini sosyal hayattan dışlanmış hissettiği ve kendi içine kapandığı ve bununla beraber bir çok problemin de ortaya çıktığı maalesef gözlemlenmektedir.

Engelli araçlarında bulunan ‘sakat’ ambleminin bu ayrımcılığa örnek olduğu görülmektedir.Herkesin arabasını bir başkası kullanabiliyorken, engelli arabasını sırf bu amblem yüzünden kendi dışında kimse kullanamamaktadır. Araç kullanırken sözlü şiddete sıkça maruz kaldıklarını, plakalarında engelli amblemini görünce onlara küfür ettiklerini, saygısız davranışlarda bulunduklarını, kendini deşarj etmek isteyen bazı insanların kötü muamelesine maruz kaldıklarını engelli bireyler sıkça dile getirmektedir.Ayrıca toplumun güvenliğini ve bütünlüğünü sağlamakla görevli polislerin dahi kendilerine hoşgörüyle yaklaşmadıklarını ifade ettikleri üzücü bir gerçektir.Bu bağlamda Özürlülerin topluma kazandırılmaları ve bağımsız olarak kendi hayatlarını düzenlemelerine yardımcı olmak için sosyal rehabilitasyon programlarına ihtiyaç vardır.(4)

Batı toplumlarında, özürlülerin insan haysiyetine ve onuruna yaraşır bir şekilde toplum ile iç içe ve barış içinde yaşayabilmeleri için, mümkün mertebe özürlü olan ve olmayanlara yönelik müşterek sosyo-kültürel aktiviteler; sportif faaliyetler; dini ayinler ve siyasi müzakereler tertiplenmektedir:

Ülkemizde de özürlü insanımızın toplumun bir üyesi olarak, toplumdan soyutlanmadan daimi sosyal yardımlarla temel ihtiyaçlarının giderilmesinin ötesinde hayata bağlı kalabilmesi için hem sosyal devlete, hem de toplumun bütün kesimlerine (özellikle gönüllü kuruluşlara ve özürlü derneklere) önemli görevler düşmektedir.Özürlülerin, toplumsal yaşama aktif bir biçimde uyumunu ve sosyal entegrasyonunu sağlayabilmek için, sosyal güvenlik, mesleki eğitim, ulaşım ve kendileri için öngörülen diğer hizmetlerin tespitinde, yönteminde ve geliştirilmesinde rol almaları konusunda demokratik katılımlarını da mutlaka temin etmeliyiz.
Katılımcı demokrasinin sağlayacağı sosyal diyalog vasıtasıyla, özürlülerimiz kendilerine değer verildiğini hissedeceklerinden dolayı hayata daha olumlu bakabilecekler ve sonuçta kendilerine olan güvenleri artacaktır:

ENGELSİZ YARINLAR İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE SOSYAL HİZMET İLİŞKİSİ
Özürlü çocuklar, günlük yaşama, kent yaşamına ve toplum yaşamına sınırlı ölçüde katılabilmektedirler. Eğitimden sağlığa, iş ve mesleki rehabilitasyondan kültür ve sanata, spor ve kent standardının iyileştirilmesine, ulaşımdan psikolojik desteğe, bireysel ve aile danışmanlığı hizmetlerinden gerektiğinde sürekli bakımına kadar çok ciddi ve çözüm bekleyen sorunları bulunmaktadır.
Özürlü bireye günlük yaşam sürecinde gerekli olan iletişim ve bağımsız yaşam becerilerinin kazandırılması özürlü eğitiminin temel amacıdır. Bağımsız yaşam becerileri, öz bakım becerilerinden basit ev işlerine, alışveriş yapma becerilerinden basit yemek hazırlama becerilerine, boş vakit değerlendirme becerilerinden bağımsız yolculuk becerilerine kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde ele alınmaktadır.Bu becerilerin kazandırılması, özürlü bireylerin toplum içinde çevresindeki bireylere en az bağımlı veya bağımsız olarak yaşamlarını, aynı zamanda en az sınırlandırılmış ortamda, olabildiğince üretken olmalarını sağlayacaktır.(5)

Özürlünün eşit ve adaletli yaşam hakkı ise yukarıda eşitsiz anlayışın, bakış acısının değişmesi ile mümkün olacaktır. Öncelikle özürlünün hakları ile birlikte yaşamasının kabul edilmesi ve bunun için uygun koşulların yerine getirilmesi temel amaç olmalıdır. Ayrıca toplumun bir üyesi olarak özürlünün toplumda yer alabilmesi ve bireysel, toplumsal üretim süreçlerine katılabilmesi sağlanmalıdır.

Toplumsal istismar acısından bakıldığında özürlünün; insan hakları, özürlü hakları ve sosyal adalet çerçevesi içerisi içinde kendini geliştirebileceği ve gerçekleştirebilecek koşullarının sahip olmaması, diğer farklı gruplar gibi özürlünün genel bir yoksunluklar ve yokluklar içerisinde yaşamasına yol açmaktadır. Özürlü kendini gerçekleştirmesi için bilgi, eğitim, istihdam koşulların özürlüye uyumlandırılmış olmalıdır. Bu koşulların oluşması içinde öncelikle toplumsal düşüncenin özürlüye yönelik değiştirilmesini, kamusal politikaların istismarını önleyecek şekilde düzenlenmeli, bu düzenlemeler ile kamusal hizmet yeniden oluşturulmalı ve bu hizmetlerin uygulamasının takibi edilmesi gerekir. Toplumsal istismar, toplumsal ve kamusal alan içinde meydana geldiğine göre bu sorunun çözümünde bu alan içinde olmalıdır.

Özürlü alanında çalışan Sosyal Hizmet Uzmanları, diğer meslek elamanlarının, özürlünün ve özürlü ailesinin, kabulü ve oluşan bakış acılarını değerlendirerek, STK, kamu temsilcileri, bilim adamları, konu ile ilgili kişiler katılımı ile oluşturulacak toplumsal düşüncenin pozitif yönde değiştirilmesi, bu alanda kamusal politikaların oluşturulması ve uygulamaların takip edilmesi toplumumuz için önemli bir adım olacaktır. Sonuç olarak, özürlülük ve özürlü birey olgusu yüzyıllar sürecinde kimi zaman olumsuz, kimi zamanda göz ardı edici tutumlara konu olmuştur. Günümüzde insan haklarının korunması, geliştirilmesi ve sosyal adalettin temel olarak korunması düşüncesinin olduğu dönemdir. Birey olarak bu toplumun bir üyesi olarak özürlülüğün farklılığını görerek, tanıyarak ve kabul ederek özürlünün istismarlarının engellenmesi önemli bir gelişme olacaktır. Bu gerçekleştiğimiz zaman, özürlünün kendini geliştirdiği, farklılığını üretime dönüştürdüğünü, yeteneklerini gördüğünü, kendi kaderini kendinsin tayin etme güvenin oluşacağı bilinmelidir.

Özürlülerin spesifik özelliklerini dikkate alacak bir biçimde gerekli olan bütün kamusal sosyal yardım ve hizmetlerin sağlıklı, etkili ve adil bir şekilde yapılabilmesi için, özürlülüğün çok yönlü tanımının somut ve bariz bir biçimde şekillenmesine bağlıdır.
Sonuç itibariyle, sosyal siyaset ve demokratik kültür yönünden gelişmiş batı ülkelerinin standartlarını yakalamak istiyorsak, özürlü vatandaşlarımızın yaşam kalitelerinin profilini çizmek ve buna uygun olarak sosyal politikalar üretmek mecburiyetindeyiz.
Diğer yandan, özürlülere yönelik sosyal politika hedefleri belirlenmeden özürlülüğün ve özürlünün tanımını yapmak eksik kalır. Bir başka ifadeyle, özürlünün bakıma muhtaçlık, istihdam, sosyal hayata uyum ve ulaşılabilirlik gibi çok yönlü sorunlarına çözüm stratejileri üretmeden yapılan tanımlar bir çok yönleriyle belirsizliklere sebebiyet verebilir: Örneğin, bir ülkede özürlülere yönelik uygulanan sosyal politikalar ne kadar gelişmiş ise, özürlüyü kuşatan engellerde o nispette azalmaktadır.

Özürlülere yönelik ayrımcılığın önlenmesinde en etkili unsur, onları iş yaşamına sokmak, üretken kılmaktır. Oysa özürlülerin istihdamında çok boyutlu güçlükler yaşandığı bilinmektedir. Bu bağlamda yasal düzenlemelerin, işveren tutumlarının, eğitim ve rehabilitasyon çalışmalarının, özürlünün çalışmaya karşı tutum ve davranışlarının ve tüm bunlarla da ilişkili olarak ailelerin, özürlü bireylerin çalışmaları konusundaki tutumunun önemi yadsınamaz.(7)

KAYNAKÇA
Schumann, Gesine ve diğerleri; Pflegeversicherung; Midena Verlag; .Aarau; 1995; s. 38.
Dr..Reşat SARAOĞLU Yıldız Teknik Üniversitesi MYO
Doç. Dr. Kasım KARATAŞ Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi; Engellilerin Toplumla Bütünleşme Sorunları – Bir Sosyal Politika Yaklaşımı
Sosyal Hizmetler Uzmanları Derneği; 4. Ulusal Sosyal Hizmetler Konferansı; Sosyal Hizmetlerin Yeri ve Önemi; Ankara; 1995; s. 158.)
Sucuoğlu1992, Alter ve Gottlieb 1987
Kemal GÖKCAN ,Özürlülükte Toplumsal İstismar
İçli, Turhan, Eyüp Doğan ve Kasım Karataş Önsöz Görme Özürlüler İçin Rehabilitasyon Deneyimleri, Yeni Rehabilitasyon Politikaları ve Meslek Tanımları, Yayına Hazırlayan: Kasım Karataş. Ankara: Körler Federasyonu Yayını No.: 4,2001, ss. 1-3.)
Karataş, Kasım “İnsan Hakları Açısından Özürlülerin İstihdamı” Görme Engellilerin Mesleki Rehabilitasyonu ve İstihdamı, Kasım Karataş (Yayına Hazırlayan) Ankara: Altı Nokta Körlere Hizmet Vakfı Yayını No.: 2,1997, ss. 184-187.

Derleyen: Özge YiğitMsn Cool
Son düzenleyen perlina; 10 Ağustos 2017 09:50
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ekim 2014       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Engelllik4.JPG
Gösterim: 9260
Boyut:  40.5 KB
ENGELLİLER ULAŞIMDA VE FİZİKSEL ÇEVREDE HANGİ SORUNLARI YAŞAMAKTADIR ?

Günümüzde engellerin yaşadığı en büyük sorunlardan biri ulaşımdaki zorluklardır.Özelliklede fiziksel çevredeki (yollar,kaldırımlar vb.) aşılması güç engellerdir.Bununla birlikte fiziksel çevrenin , engelli vatandaşlarımızın özellilerine ve gereksinimlerine göre tasarlanmadığı da bir gerçektir.Bugün sokağa çıkmak, kaldırımda hareket edebilmek gibi sınırlı aktiviteler için bile çok sayıda engel bulunması nedeniyle kentlerimizin büyük bölümü ve yapıların çoğu engelliler için erişilemez durumdadır. Sosyal hizmetler alanındaki sınırlamalar da fiziksel çevredeki olumsuzluklara eklendiğinde engeller artmakta, parklarda, sokaklarda, kısaca yaşam çevrelerimizde tek başına tekerlekli sandalye, yürüteç kullanan, beyaz bastonu ile yürüyen engelli bireylere çok az sayıda rastlanmaktadır. Yalnız bu gösterge bile engelli bireylerin toplumsal yaşama katılımının ne kadar kısıtlanmış olduğunu, bağımsız hareket edebilme olanaklarının ne ölçüde sınırlandırıldığını kanıtlamaktadır. Yapı ölçeğine gelindiğinde, engelli için bina giriş merdiveni ilk engeli oluşturmaktadır. Bina içinde ise iyi aydınlatılmamış gürültülü mekanlar, dar koridor ve kapılar, kullanılamayan tuvaletler, yarım kat bağlantılı asansörler vb. engellilerin hareketini büyük ölçüde kısıtlamaktadır.

Şimdi bu engelleri aşama aşama inceleyelim :
» Olması gerekenden çok dar, yüksek ve rampasız kaldırımlar.
» Bozuk yüzeyli yaya yolları.
» Uygun geçiş genişliğini kapatacak biçimde yerleştirilmiş şehir mobilyaları, (banklar, aydınlatma direkleri, posta ve çöp kutuları, telefon kulübeleri gibi)
»Taşıtların yaya kaldırımına park etmelerini önleyebilmek adına yapılan koruyucu engeller, (mantarlar, zincirli demirler gibi)
»Yaya yollarına gelişigüzel yerleştirilerek bu yolları kullanılamaz duruma getiren kaldırım işgalcileri, (satış büfeleri, bilet gişeleri, reklam panoları ve taksi durakları gibi)
» Standarda uygun ölçü ve nitelikte yapılmayan rampalar.
»Yanlış yere dikilen ağaçlar.
» Yaya geçitlerinde rampa, işaretleme, sesli sinyalizasyon vb, uygun düzenlemelerin bulunmaması.
» Güvenlik önlemleri alınmayan altyapı çalışmaları.
» Yetersiz genişlik ve yükseklikteki toplutaşıma araçları.
» Taşıtlarda basamak bulunması.
» Okunamayacak kadar küçük harflerle yazılmış otobüs-dolmuş isimleri.
» Dar kapılar.
» Toplutaşıma araçlarında koltukların uygun düzende yerleştirilmemesi.
» Bulunulan yerle ilgili bilginin görülmemesi ya da duyulmaması.
» Durak tasarımının ve yerinin uygun olmaması.
>> Engellilerin kullanımına uygun olmayan telefon ve telefon kabinleri.
>> Yeşil alanların ve spor alanlarının engellilerin de yaralanacağı biçimde düzenlenmemiş olmasıdır.
Son düzenleyen perlina; 10 Ağustos 2017 11:15
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
30 Mayıs 2017       Mesaj #9
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
ENGELLİLERİN EĞİTİMİ
Bedensel bir özrü ya da zihinsel bir bozukluğu olan bazı çocukların, öğretilen şeylerin ve öğretme yöntemlerinin öbür okullardan farklı olduğu özel okullara gitmeleri gerekir. Sağır, yarı sağır, kör, zekâca geri, bedensel özrü olan ya da davranış bozuklukları gösteren bu gibi çocuklar için özel okullar vardır.
Ad:  Engelllik5.JPG
Gösterim: 6100
Boyut:  33.0 KB
Batı Avrupa ve ABD'de özürlüler için ilk özel eğitim kurumları 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılda kuruldu. Ama bunların sayısı yeterli değildi. Kentlerin dışında ve yatılı olan bu okullardaki çocuklar öbür çocuklardan ayrı tutulur, ender olarak insan içine girmelerine izin verilirdi.

20. yüzyılın başlarında, Batı Avrupa'da ve ABD'de özel eğitime gereksinmesi olan çocuklar için ayrı sınıflar açılmaya başlandı. O dönemde ancak hafif özürlü çocukların eğitimden yarar göreceği kanısı yaygındı. Daha ciddi özürlüler evlerde tutuluyor, okula gönderilmiyordu. Özel sınıflarda eğitilenlerin de okuldaki öbür çocukların arasına karışmasına izin verilmiyordu.

II. Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkımdan sonra birçok ülkede, özrüne bakılmaksızın tüm çocuklara öğrenim hakkı tanıyan yasalar kabul edildi. Hafif özürlüler normal çocukların gittiği okullara alınırken, onlara ayrıca özel dersler verilmesi öngörüldü. Daha ciddi sorunları olan çocuklara ayrı sınıflar açılmakla birlikte bahçede, yemekhanede ya da jimnastik salonunda öbür çocuklarla birlikte olma olanağı tanındı. Çok ağır durumda olanlar ise bu gibi çocukların bakıldığı yatılı okullara gönderildi.

Zekâ Geriliği Olan Çocuklar


Bazı çocuklar normalin altında bir zekâya sahiptir (bak. ZEKÂ). Bu çocuklar "normal zekâ düzeyinin altında" ya da "geri zekâlı" olarak tanımlanır. Zekâ geriliği olan çocukların görünüşleri genellikle öbür çocuklardan pek farklı değildir. Kör ya da doğuştan felçli ağır özürlüler ise ne konuşabilir, ne de konuşulanı anlayabilir (bak. FELÇ).

Birçok ülkede hafif özürlü çocuklar normal okullara alınmakla birlikte ayrıca özel derslerle desteklenir. Sınıf arkadaşları gibi onlar da okuma, yazma, aritmetik ve el becerileri öğrenir, beden eğitimi derslerine ve eğlencelere katılırlar. Daha ileri sınıflarda bir el sanatı öğretilerek iş becerisi kazanmalarına yardımcı olunur; fabrikalarda ve kamu kuruluşlarında iş bulmalarına çalışılır.

Orta ya da ileri derecede zekâ geriliği olanlara özel eğitim verilir. Önemli olan kendi kendilerine yeterli olabilmelerini sağlamaktır. Bunun için giyinmek, soyunmak, yemek yemek, yüz ve vücut temizliği, dikiş, yemek pişirmek ve ev işlerine ilişkin beceriler kazanmalarına yardımcı olunur. Ayrıca l'den 10'a kadar saymak, bazı sözcüklerin anlamını öğrenmek, adını yazabilmek türünden şeyler de öğretilir. Bu gibi kurumlarda yetişen öğrenciler daha sonra atölyelerde, denetim altında basit montaj ve üretim işleri yapabilir.

Ağır beyin engeli olanlara bir şey öğretme olasılığı çok zayıf olduğundan, onlara ellerini ayaklarını oynatabilmeyi, dinlemeyi ve bazı sözleri çağrıştıran sesler çıkarmayı öğretmek için çaba gösterilir. Bu tür çocukların ve yetişkinlerin eğitiminde başlıca amaç, onlarla sıcak, kalıcı, insancıl bağlar kurabilmektir. Eğitim programlarında temel olarak müzik, dans, görsel sanatlar, tiyatro ve çeşitli gösteriler yer alır.

Çevreye Uyum Sağlayamayan Çocuklar


Duygusal bakımdan dengesiz çocuklar çoğunlukla çevreye uyum sağlayamaz. Aile içi sorunların etkisi altında ruhsal dengesi bozulan bu çocuklar arasında aşırı saldırgan ve topluma karşı şiddetli tepki gösterenler olduğu gibi, içine kapanık ve ürkek olanlar da vardır. Ciddi biçimde rahatsız olan çocuklar psikiyatri uzmanlarının, özel eğitimcilerin, sosyal hizmet görevlilerinin ve psikologlann ekip halinde çalıştığı özel yatılı okullarda eğitim görürler. Rahatsızlık belirtileri daha az olan çocuklar ise, hafif zekâ geriliklerinde olduğu gibi, öbür çocuklarla aynı sınıflara gider, ayrıca özel eğitim görürler.

Duygusal dengesi bozuk bu gibi çocuklara, sorunun beyindeki bir işlev bozukluğundan kaynaklandığı düşünülerek, bazen bir psikiyatr gözetiminde yatıştırıcı ilaçlar verilir. Gerektiğinde psikolojik tedavi uygulanır.

Özel eğitim programlan kapsamında bu gibi çocuklara mutsuz aile çevresinden uzak bir dinlenme ortamı yaratılmaya çalışılır; çocuklarla sıcak ilişkiler kurmak için özel çaba gösterilir. Okul ortamının kucaklayıcı ve yardım edici olmasına dikkat edilir.

Bedensel Özrü Olan Çocuklar


Bazı bedensel özürlü çocuklar koltuk değneği ya da tekerlekli sandalye yardımıyla çevrelerindeki okullara gidebilmektedir. Modern araç gereçler sayesinde okullardaki etkinliklerin birçoğuna katılabilmekte, özel kalem tutacakları yazmalarına yardımcı olmakta, yazı makineleri ve bilgisayarlar özürlülerin gereksinimlerine göre ayarlanabilmektedir. Eğitim programları çocukların öğrenme yeteneklerine ve gereksinimlerine göre hazırlanır.

Görme Özürlü Çocuklar


Görme sorunu olan çocuklar, görme özürlü olarak nitelenir. Görme bozukluklarının çeşitli nedenleri vardır. Bazdan tedavi edilebilirken, bazıları için hiçbir şey yapılamaz (bak. Göz; KÖRLÜK).

Görme özürlü çocukların bir bölümü hiçbir şey görmez. Bir bölümü ise, görme duyuları çok zayıflamış olduğu için, normal bir insan gibi yaşamakta ve davranmakta güçlük çeker. Körlerin eğitiminde kullanılan Braille alfabesi, sözcük, sayı ve noktalama işaretlerinin yerini tutan kabartma noktaların farklı biçimlerde düzenlenmesinden oluşur (bak. BRAİLLE, LOUIS). Kör çocuklar parmak uçlanyla Braille' le yazılmış kitapları okuyabilir, Braille alfabesiyle hazırlanmış özel yazı makinesi ile yazı yazabilirler. Körler ayrıca, okunarak teybe kaydedilmiş "konuşan kitaplar" dinleyerek bilgi edinebilir. Özel bilgisayarlar aracılığı ile basılı metinler Braille'e, Braille ise basılı metne, hatta konuşmaya çevrilebilir.

Görme duyuları zayıf olup tam anlamıyla kör olmayanlar büyüteç yardımıyla okuyabilir. Bu durumda olanlar basılı kitapları daha parlak ve net gösteren kapalı devre televizyonlardan yararlanabilir. Normal okullara giden görme özürlü çocukların özel yardıma gereksinmesi vardır. Bu okullarda kabartma haritalar, hesap yapmak için abaküs ve sesli hesap makinesi türünden araç gereç bulunur. Körler yollarını bulabilmek için baston kullanmayı ya da köpek eşliğinde yürümeyi öğrenir.

İşitme Özürlü Çocuklar


İşitme özrü olan çocukların bir bölümü çok küçükten ya da doğuştan sağır olmak yüzünden konuşmayı öğrenemez ve "sağır dilsiz" olarak büyür (bak. KULAK). Bir de ağır işitmelerine karşın konuşulanı anlayan ve yanıt verebilenler vardır. İşitme bozukluğu beraberinde iletişimsizliği getirir. Elektronik işitme araçları ile konuşmalar ve sesler yükseltilir. Böylece ağır işitenler daha rahat duyar. İşitme özrü olan çocukları eğitmenin çeşitli yöntemleri vardır. Çocuklara dudak hareketlerini izleyerek "dudaktan okuma" öğretilir. Bu süreç içinde dudakları izleyerek ses çıkarma alıştırmaları yaptırılır ve konuşma öğretilir. Bir başka yöntem de, alfabenin harflerini taklit ederek, parmaklarla yapılan işaretleşmedir. Aynca sözcükleri ve kavranılan mimle anlatarak da işaretleşilir. Tam anlamıyla iletişim sağlamak için bu yöntemlerin hepsinden yararlanmak gerekir.

Washington'daki Gallaudet College, sağırlar için yükseköğretim kurumu olarak dünyada tektir.

Kaynak: Temel Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 22 Temmuz 2017 14:56
Baturalp - avatarı
Baturalp
Ziyaretçi
22 Temmuz 2017       Mesaj #10
Baturalp - avatarı
Ziyaretçi
Unicef' in engelliler için videosu
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

22 Şubat 2012 / Misafir Soru-Cevap
17 Temmuz 2015 / Misafir Soru-Cevap
24 Şubat 2010 / Misafir Soru-Cevap
6 Aralık 2010 / Misafir Soru-Cevap