'G.O.R.A. skeçti, esas hikâyem budur'
Cem Yılmaz'ın her yaptığının merakla beklenmesi boşuna değil; her seferinde 'hokkabaz' misali yeni numaralarla çıkıyor ortaya. Senaryosunu yazıp oynadığı ve Ali Taner Baltacı ile yönettiği 'Hokkabazda buna bi ornek.
Çok izlenen ama çok da tepki toplayan önceki işi G.O.R.A.'yla uzak yakın ilgisi yok! Yılmaz'ın ilk senaryosu olan "Her Şey Çok Güzel Olacak"a yakın tatlar barındırsa da ona da benzemiyor. Bir sinema filminde bulunması elzem matematiği ve hissiyatı bulundurmayı başaran film, Cem Yılmaz'a 'Sinemaya hoş geldin' dememizi gerektiriyor. Biz de öyle yaptık; 'hoş geldin' dedik ve nasıl geldiğini, nerelere gitmek istediğini ondan dinledik.
'Hokkabaz' bir sahne insanının öyküsü; bir yerde de sizin yani.
Sahneye çıkan adamın durumuyla ilgili, ekip olarak hepimiz çok içeriden bilgi sahibiyiz. Dolayısıyla ilk anlattığımda herkes sahip çıktı. Yalnızca İskender'i oynamak değildi bu. Mazhar Alanson'un da sahneye çıkan adamla ilgili fikri var, Özlem Tekin'in de, Tuna Orhan'ın da. Hepimiz sahneye çıkıp başarılı olmayı da başarısızlığı da tecrübe ettik. Yani bu insanlar başarısız olduğunda hisleri nedir?..
Peki filmin neredeyse her karesine sinmiş 'görme' mevzuunun kaynağı nedir?
Ağabeyimin gözlüğü hayatımızda hep bir hadisedir! Benim gözlerim kartal gibidir, ağabeyimin gözleri bozuktur. Çocukluğumuzdan beri göz doktoruna gideriz ve hep ben beklerim. Beklerken bunlar çıktı işte. (gülüyor)
G.O.R.A.'dan sonra farklı bir iş bu. 'Her Şey Çok Güzel Olacak'ta oynayıp senaryosunu yazmıştınız. Sinemayla ilişkinizi siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Sinemayla ilişkim seyirci düzeyinde. Oyuncu olarak gelişimini tamamlamış, unvan sahibi biri değilim. Yönetmenlik hele çok uzak bir kariyer. Perdede izlemekten zevk alacağımız şeyi başkası yapmadan biz yapalım dedik. Amatör ruhla giriştiğim bir şey. Daha samimi oluşuyla ilgili sevincim var; ama diğerleri de başkasının beni ittiği, katı, profesyonel işler değildi.
G.O.R.A. mı mesela?
G.O.R.A. çıktığında bunu söylemek durumunda bırakıldım, söylemedim; ama o zaten başka bir iş. Karikatür çizdiğim dönemlerden beri bu tip hikâyelerin adamıyım aslında; yani içinde dram da olan, yalnızca komiklik olmayan. Sahnede anlattıklarımın da temelinde bu var. G.O.R.A., tek film, ama çok izlendiği için büyütüldü. G.O.R.A. bir skeç film. Hokkabaz'sa "Cem Yılmaz bu tip filmler yapar" düşüncesine tepki. Aslında G.O.R.A. da samimi iken birden 'çok satar' gibi algılanmaya başlayacaktı. Dolayısıyla devamında onun gibi bir şey yapmak istemedim. Yine de o tarz fikirler var kenarda köşede. Ama sinemaya yakışan şeyin bu tarz hikâyeler olduğunu düşünüyorum. G.O.R.A.'yı yaparken de böyleydi. Yani aslında ikisi de mümkün.
Hokkabaz'ın yerel bir dokusu da var, filmi farklı kılan.
Valla o mutluluk verir bana. Ama uzun zamandır yerellikten anladığımız şey Anadolu, şehirden anladığımız da Beyoğlu. Bu kadar kısır değil! Ben şehir filmi yapıyorum, yapacağım da. Çünkü şehirde çok hikâye var. Yani bir sihirbazın hayatı da film olabilir. Derdim hikâye anlatmak. Çünkü bir seyirci olarak sahnede gördüklerimden o kadar tiksindim ki "Ya yapmayın artık!" diye sahneye çıktım ve hiçbir zaman seyirci hissiyatını kaybetmedim. G.O.R.A.'nın hak ettiği yer belli; onu çoluk çömbelek gidip gülelim diye yaptık, evet. Bunu da sinemada görmeye alışık olmadığımız bir hikâye görelim ki konu kapansın diye. Yani "Cem Yılmaz oyuncu mu, komedyen mi? Mazhar Alanson müzisyen mi, oyuncu mu?" bitsin. Yapan yapıyor!
Cem Yılmaz, Hokkabaz'da projeye sinmiş, sivrilmiyor.
Emin ol bu daha zor değildi. Diğerlerinde daha çok zorlanıyorum. Logar'ı, Arif'i oynamak o kadar kolay değil, başka bir konsantrasyon ister. G.O.R.A., hayatımda en yorulduğum iştir. Ama bunda hiçbir şey yapmamış gibi görünmek çok hoşuma gidiyor. Ben değil başkası gibi izleyebiliyorsun.
Peki diğer oyuncuların durumu?..
Bu filmde bu karakterleri canlandıranların özel adamlar olması çok önemli. Başka sahalarda imajları var; Mazhar ağabeyin, Özlem'in. Ama filmde kırıldı bu. Çok sanatçı insanlar abi! Mazhar Alanson'la çalışmak çok zor. İnsanların tercih edeceği bir oyuncu değil; ama bu role en uygun adam. Keza Özlem; 'bir kız bulup dövme yaptırırız, Fatma'yı oynar' değil. Hikâyeyi bitirdikten sonra diyalogları, onların oynayacağını bilerek, onlar 'tamam' dedikten sonra yazdım.
Ali Taner Baltacı'yla yönetmenliği nasıl paylaştınız?
Çok net! Hiç 'sen şuna bak ben buna bakayım' gibi bir rol dağılımı olmadı. Benim hikâyeyi paylaştığım ikinci adam Taner. Taner'le daha yazarken her şeyini konuştuk filmin. Öncesinde yakın bir arkadaşlığımız yok. Taner; set nasıl idare edilir, biliyor. Yönetmenlikte tecrübesi var. Benim de set tecrübem var; ama yazıp oynayıp 'arkadaşlar bir fikrim var' diyen bir adam olarak. Sizin oyunculuğunuzu Taner mi denetledi? Hiç kimse bir şey söylemedi ya, çok şikayetçiyim! (Gülüyor). Ulan bir kere de bize bir şey söyleyin kardeşim, oluyor mu?