Christopher Marlowe
“Cehennemin sınırı yoktur. Yalnız bir tek yerde de değildir.Christopher Marlowe
Biz nerede isek cehennem de oradadır. Cehennem nerede ise biz hep orada olmalıyız.Yani kısacası bütün dünya eridiği ve her canlı günahlarından temizlendiği zaman cennet olmayan her yer cehennem olacak...”Sponsorlu Bağlantılar
Christopher Marlowe (d. 26 Şubat 1564 - ö. 30 Mayıs 1593) İngiliz asıllı şair ve oyun yazarıdır.
Anglikan okullarında din eğitimi aldı. Din eğitimi almış olmasına rağmen ateist olduğu söylenir. Hayatının bir döneminde ajan olmakla suçlandı. Master yıllarında oyun yazarlığına başladı, ancak 29 yaşında meyhanede çıkan bir olay esnasında bıçaklanarak öldürüldü.
“University Wits” topluluğu üyelerinden biridir.
Eserleri
- Dido, Queen of Carthage
- Tamburlaine, part 1
- Tamburlaine, part 2
- The Jew of Malta
- Doctor Faustus
- Edward II
- The Massacre at Paris
Epizodik olan malzeme, bu eksen karakterin karmaşık eylemlerini aydınlatmak üzere kullanılmaktadır. Özellikle Edward II adlı oyunda tarihi oyunların gelişim çizgisi yönünden üstün bir nitelik görülür. Tüm bunların yanında, Marlowe için söylenecek en önemli düşünce, onun büyük bir ozan olduğu ve bunu oyunlarına yansıtmış olmasıdır.
Daha çok oyun yazarlığı ile tanınan Marlowe, oyunlarında açık ölçü (blank verse) kullanarak gelişmekte olan İngiliz Tiyatrosunda yepyeni bir çığır açmıştır. “Iambic pentameter” denilen birbirini izleyen bir vurgusuz bir vurgulu on heceden oluşan uyaksız dizeler, Marlowe ve onu izleyen oyun yazarlarının İngiliz dilinin engin olanaklarından sonuna kadar yararlanmalarına olanak tanır. Marlowe bu teknik yenilikle de yetinmeyerek oyunlarında geleneksel tiyatronun dar kalıplarını kırmayı amaçlamış ve başarılı olmuştur. On altıncı yüzyılın ortalarına doğru kurulan İngiliz Kilisesinin koyduğu yasakla yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlayan “kilise oyunları” ve “cycle”ların yerini alan“interlude”lar (ara oyunları) ve “morality”ler (ibret oyunları) yazarların kendilerini her açıdan geliştirmeye, yenilikler uygulamaya çalıştıkları birer deneme tahtası olmuştu. Marlowe, “ibret oyunları”nda kullanılan basit ve tekdüze olay örgüsünde değişiklikler yapmakla kalmayıp alt-olay örgülerinin yardımıyla oyunlarının çok boyutlu olmasını sağlar.
Oyunlarında “5-perde” kuralını uygulayan Marlowe aynı zamanda yeni ve çekici tipler yaratma uğraşını da sürdürüyordu. Dolayısıyla, Marlowe'un kısa yaşamına sığdırdığı birbirinden ilginç yedi oyunuyla yeni yeni parlamaya başlayan İngiliz tiyatrosuna getirdiği yenilikler arasında karakter betimlemeleri önemli bir yer tutar. Konuşması olmayanlar hariç 198 karakterle, Marlowe, ilk kez bu kadar çok sayıda oyun kişisi yaratan yazar unvanını elinde bulundurmaktadır. Ne var ki, savaşçıdan aşığa, bilim adamından yükselme tutkusuyla yanıp tutuşan politikacıya kadar çok geniş bir yelpazede yer alan bu oyun kişileri, “ibret oyunları”ndaki tiplemelerin etkisinden bir türlü kurtulamamış, bir Hamlet, bir Macbeth, bir Lear ya da bir Coriolanus'un çapına ulaşamamışlardır. Marlowe'un oyunlarına temalar egemendir; karakterler görüşlerin, inançların sözcülüğünü yapar, tutkularıyla yaşar, tutkuları uğruna ölürler. Gelişmezler, kişiliklerinde değişme olmaz, düz bir çizgi üzerinde yürürler ve başladıkları yerde bitirirler oyunları.
Marlowe’un karakterleri tutkulu, kararlı, her türlü duyguyu en yoğun biçimde yaşayan yiğit kişilerdir. Bir dünya imparatorluğu kurmaya kararlı Timur; Yahudilerin sevilmediği bir adada dünyanın en zengin kişisi olmayı kafasına koymuş olan Barabas; Kartaca’da geçici bir süre konaklamak zorunda kalan, bir imparatorluk kurmak gibi ağır bir görevi üstlenmiş Aeneas'a delicesine tutulan Dido; siyasal güç uğruna ülkesi Fransa’yı ikiye bölmekten çekinmeyen Guise; sevdiği insan uğruna ülkesini karmaşanın kucağına atmaktan çekinmeyen Edward; aldığı eşsiz üniversite eğitimine karşın, bilgi karşılığında ruhunu şeytana satan Faustus. Ölümlüleri yok edici yoğunluktaki tutkulara sahip bu kişiler, bu özellikleriyle büyür, devleşir izleyiciyi/okuru büyüler, oyunun sonunda yaşamlarını noktalarken geride kendilerine hayran bir sürü kimse bırakırlar.
Hayatı gibi ölümü de sırlarla doludur Marlowe’un. Eski oda arkadaşı Kyd tarafindan ateistlikle suçlanmış, tutuklanmış, ama serbest bırakılmıştır, yine de gözden düşmesi kaçınılmaz olmuştur. Son araştırmalara göre Marlowe gizli polisin serbest düşünceyi savunanlara karşı giriştiği “cadı avı”nın sonucunda öldürülmüştür. Kyd'in ateizm suçlamalarına eşcinsellik ve subyancılık da eklenmis, Marlowe'un düşmanları artmıştır. Bunlar arasında esasen onun sadece mesleki anlamda düşmanı olan Baines sayılabilir.
1955’de Hoffman adında bir scholar, Marlowe’un gizli servis tarafindan yeni bir kimliğe bürünebilmesi için saklandığını, yeni kimliğinin de Shakespeare olduğunu iddia etmiştir.
Nasıl ve neden olursa olsun Marlowe’un genç yaşta ölümü İngiliz Edebiyatı için bir kayıp olarak görülebilir. “University Wits” grubunun en cesur ve yetenekli üyesi olan Marlowe, İngiliz Edebiyatı’na pek cok yenilik ve gelişme getirmiş, kendi neslinden olan Shakespeare gibi yazarların ufkunu açmıştır.
Günlük hayatın önemsiz ayrıntılarını Marlowe’da bulmak imkansızdır; kötü tipler, şeytani kişilikler, büyücüler, adam öldürmekten zevk duyanlar, büyük düşlerin, fetihlerin adamları hatta yıldızlara emir veren adamlar hep Marlowe’un adamlarıdır. Shakespeare ile karşılaştırıldığında Marlowe’un adamlarının daha kaba olduğunu söylenebilir ve ahleken veya insani açıdan beyhudelikleri daha önemsizdir, mühim karakteristikleri büyük idealleri olan, etki bırakan olayların adamları olmalarıdır. Örneğin Shakespeare’in “Antonius and Cleopatra”sını Marlowe anlatsaydı; Antonius ile Octavianus arasındaki kanlı savaş üzerinde daha çok durulur, en kanlı ayrıntılara varıncaya dek savaşın tüm yönleri ele alınırdı. Ya da Antonius’un karısı Fulvia’nın ölümünden sonra, iki sevgilinin ayrılık seansını Marlowe, oldukça hazin bir şekilde sonlandırabilirdi. Ama bunu yapamazdı Marlowe. Tarihsel ve edebi nitelikteki bir hikayeyi kanla yoğuramazdı, zira burada aşkı ve Roma arasında sıkışıp kalmış adamı, bir ayağı doğuda diğeri batıda olan adamı Shakespeare anlatabilirdi. Marlowe’un aslında, eski ile yeninin çatıştığı, tıpkı Roma’da Augustus sonrası dönem gibi iftiraların, saray çevresinde dönen entrikaların, yönetim kademesindeki başıboşluğun, onca Augustus reformuna ve milli ülkülere verilen ağırlığa rağmen bozulan birliğin etkilerini ta çocuk yaşta ciğerinde hissettiğinden, ne farkı vardır Petronius Arbiter’den? Onun Satyricon’u nasıl bir yergi içeriyorsa, nasıl kötü adamların hatta yer yer gülünç duruma düşen büyük idealistlerin hikayesi ise; Marlowe’un kurguları da benzer yapıdadır, farklı zaman ve coğrafyaların ortak paydasındadırlar. Marlowe’un eserlerinde yergi unsuru da bu yüzden unutulmamalıdır.
Ayrıca Marlowe’da klasik ve mitolojik öğelere de yer vardır. Muhteşem olan, göz kamaştırana, büyük olaylara değinen, değinmekten haz alan Marlowe, tıpkı Arif Gürgül’ün de altını çizdiği gibi; Chaucer’in hacılarının dolaştıkları yerlerden çok, ihtirasının kurbanı olmuş bir kişinin can çekişmesini anlatmaktan hoşlanıyordu.
1580’lerden sonra Cambridge’e geçiyor ozan.
Bir asker olarak kendisine sunulan münzevi yaşamını sürdürüyor; hatta öyle ki araştırmacılara göre “Dr. Faustus”da kanunlarla kendisine sunulmuş olan kıyafet zorunluluğunun tesirlerini bulmak mümkünmüş. Kanıtları da şu dize; -büyüyle yarı tanrı olduktan sonra-
“Öğrenciler süslü renkli elbiseler giyinsin diye bütün okulları ipeklerle dolduracağım.”Üniversite öğrenimi süresince Aristoteles'in etkisinde kalmış üstadımız. Devamında mantık da en az Aristoteles kadar eserlerine sinmiştir (Batlamyos astronomisi - Ortelius’un atlası). Yine “Dr. Faustus”un ilk monoloğunda devrim etkisindeki biri şöyle der:
“Canım analitik beni sen büyüledin.”Bu da Marlowe’un üzerindeki etkiyi gösterir. Ayrıca Aristoteles‘in varlık bilim meselesine telmih “on kai me on” (varlık yokluk) sadece hukuka karşı bir ozanın duyacağı nefreti yine Dr. “Faustus”un dilinde görmekteyiz:
“Bunu öğrenmek amacı birkaç metelik olan kiralanmış kölelere yakışır. Benim için çok aşağı ve çok maddi.”Ortaçağ fizyolojisine vakıf olan Marlowe, yine üzerindeki Aristoteles etkisini dizelere dökmüş;
“Vücutlarımız unsurlara dağılıncaya kadar kalbim senin kalbinle beraber kalacaktır.”Üstadın fizyoloji hakkındaki bilgisi, astronomi ve riyazi ilimleri üzerine bilgisinden daha azdır. Özellikle yıldızlara bağladığı dizeler bunun ispatı:
“...doğduğum gün lütufkar yıldızların vadettiği,Üstadın astrolojiye ilgisi ve bilgisi eserlerine doğrudan yansımıştır, zaten astronom Thomas Harriot ile olan dostluğu da bilinmektedir. Hatta ozanın şu methiyesine bakınız:
tabiat kader ve yıldızlar onu meşhur yapmaya çabalıyoruz.”
“O thou art fairer than the evening air/ clad in the beauty of a thousand stars.”yani Türkçesiyle;
“ Sen binlerce yıldızın güzeliğine bürünmüş akşamların havasından daha güzelsin.”Marlowe Yunanca ve Latinceyi bilir, hatta Latinceden çeviriler yaptığı bilinen bir gerçek. Bunların yanında Fransızca'ya da hakim olduğu söylenir. Bunun delili olarak da The jew of Malta’da Machiavelli‘nin düşüncelerini Fransızca eserlerden okumasını gösteriyorlar.
Ozan hakkında üniversiteye papaz olmak için girdiğinden, kutsal kitaba da özel bir ilgisi vardı, denebiliyor, hatta kutsal kitabın tesiri altındadır. Bunun yansımalarını; “Dr. Faustu”s ve “The jew of Malta” piyeslerindeki kutsal kitaptan alıntılanmış pasajlarda görebiliyoruz. Üslubu da İncil’in sadeliği düzeyindedir.
1587’den sonra Londra hayatı başlamış ozanın. Buradayken, “Tamburlaine” ve diğer bazı eserleri, dönemin meşhur tiyatroları tarafından oynanmış; bu yüzden bir çok dost ve düşman kazanmış, hatta o günkü kayıtlardan öğrenildiği kadarıyla üç defa suç da işlemiş bu olup bitenlerden sonra. İlginç bir nokta da şudur ki, ozan burada dinsiz olarak tanınmış, özellikle “Tamburlaine”deki din aleyhine sözleri eleştirilmiş, bizzat onu çekemeyenler tarafından iftiralar atılmış kendisine.
Marlowe’un dinsizlikle suçlanmasının mantığı vardır; henüz dinin çok büyük bir rol oynadığı devirde, özgür kişilerin, ilim ve irfan peşindeki neferlerin dinsizlikle itham edilmeleri doğaldır. Galileo gibi Marlowe’un tek başına İngiliz Renaissance’sını temsil eden Raleigh gibi mütefekkir dostlarıyla Harriot gibi matematikçilerle, Homeros tercümanı Chapman gibi şairlerle arkadaşlık ettiğini ve onlarla dini ve felsefi mevzular üzerinde tartıştığını düşündüğümüzde, o devirde dinsiz ilan edilmesini doğal karşılamalıyız. Raleigh gibi dinsiz bir adamla olan tartışmaları özellikle Marlowe’un suçlanmasında en muhim etkendir.
(İki örnek var o dönem yobazlığına dair;
1- Bisikleti ilk defa gören köylüler ona şeytan arabası adını takmış.
2- Tütünü de insanın içini karartan baca olarak tanımlamışlar.)
Derlemedir.
Biyografi Konusu: Christopher Marlowe nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!