Arama

Saraylar - Çırağan Sarayı

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 3 Haziran 2011 Gösterim: 7.795 Cevap: 4
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Nisan 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Çırağan Sarayı
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar
Çırağan Sarayı'nın İstanbul Boğazı'ndan görünümü
800pxpac582acciraganist

Çırağan Sarayı, İstanbul, Beşiktaş ilçesi, Çırağan Caddesi üzerinde bulunan tarihi saraydır.
Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray, köşkleri ve yapıtlar için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan’da 1910 yılında yanmıştı. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Sarkis Balyan’a yaptırılmıştır. Dört yılda 4 milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır.
Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan’da birçok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi.
Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür. Bahçesinde süs havuzu, iskele ve helikopter pisti bulunmaktadır. Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Nisan 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
İlk Çırağan Sarayları
Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın Çırağan Yalısı
Sponsorlu Bağlantılar
Çırağan Sarayı'nın bulunduğu alan, Boğaziçi'nde bağ ve bahçelerinin güzellikleriyle tanınmış ve her dönemde padişahların, hanımsultanların, sadrazamların ilgi odağı olmuştur. XVII. yüzyıl başlarında "Kazancıoğlu Bahçesi" ismi ile anılan bu yerde saltanata ait ilk yapı IV. Murad'ın kızı Kaya Sultan'ın yalısıdır. Bu dönemdeki yapı ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Kaya Sultan'ın ölümünden sonra (1659) III. Ahmed Devrine kadar özellikle IV. Mehmed ve II. Mustafa'nın uzun süreler Edirne'de oturumları İstanbul'un ihmaline sebep olmuştur. birçok köşk ve kasrın harap olduğu bu süre içerisinde Kaya Sultan Yalısı'nın da aynı akibete uğradığı anlaşılıyor.
Sultan III. Ahmed dönemiyle birlikte, İstanbul'da yaygınlaşan eğlence âlemlerinin en gözde mekanlarından biri olma niteliğini taşıyacak olan Çırağan ; XVIII. yüzyıl başlarından itibaren yaklaşık iki yüzyıl boyunca isminden sıkça bahsedilen ve birbiri ardısıra inşa edilen yapılar topluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Lâle Devri'nin önde gelen devlet adamlarından Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan ile evlendiğinde, Kaya Sultan Yalısı'nın bulunduğu alanda yeni bir yalı yaptırır. 1719'da tamamlanan yapı Marmara Adası'nın en nadide mermerleri ile süslenmişti. İnşa çalışmaları sona ermesi üzerine Sultan III. Ahmed'in de katılımıyla sık sık gerçekleştirilen ziyafetler, düzenlenen eğlenceler ve geceleri yapılan "Çerağan Safaları" nedeniyle yapı "Çerağan Yalısı" adıyla anılmağa başlanır.
Sultan III. Ahmed'in Patrona Halil isyanıyla tahttan indirilmesinden sonra (1730) Fatma Sultan, vefatına kadar Çırağan'da oturur. İbrahim Paşa'nın Çırağan Yalısı hakkında dönemin İngiltere elçisi Edward Wortley Montague'nin eşi Lady Mary Wortley Montague Avrupa'da bulunan dostlarına şunları yazmaktadır.
"Size burayı tasvir etmek istiyorum. Saray deniz kenarında bulunabilecek mevkilerin en güzelinde. Mevkie ağaçlık bir tepe hakim... Kapıcı sekiz yüz odadan fazla dedi. Bu kadar bulunduğuna emin değilim, odaları saymadım... Hamam daireleri kadar zevkimi hiçbir şey okşamadı. Karşılıklı iki hamam var. İkisi de aynı tarzda yapılmış. Kurnalar, çeşmeler, tabanlar hep beyaz mermerden. Tavanlar yaldızlı, duvarlar çini kaplı... Bahçeler de ihtişamca saraylardan geri değil, yeşil kameriyeler, ağaçlar ve havuzlar var. Hepsi garip bir âhenk teşkil ediyor."
Çırağan Yalısı hakkında bilgi veren diğer bir kaynak, 1740 ve 1741 yıllarında Avusturya Sefareti'nin askeri maiyyetinde bulunmuş olan Gudenus'un tanım ve krokisidir. Gudenus, sefire verilen ziyafetler münasebetiyle yapıyı görmüş, isim vermeden birtakım bilgiler vermiş ve bir de krokisini çıkarmıştır. 14 Eylül 1740 günü gerçekleşen ziyafette yalı hakkında şu bilgileri vermektedir.
"Köşkteki altın ve gümüş kakmalı alaca renkler bizce yadırganabilir görünür ise de, hiç rahatsız edici değildir. Beyaz mermerlerle döşeli olan zeminin ortasında, yine beyaz mermerden dört köşeli bir su teknesi vardır. Burada camiye benzeyen bir cisimde (fıskiye taşı) 15 pirinç lüleden yukarıya doğru su fışkırmaktadır. Sular teknenin kenarına pirinçten yapılmış çiçeklerden geçerek hoş bir biçimde ********tadır. Teknenin fazla suları, çevresinde fırdolayı yer almış olan pirinç çörtenler aracılığıyla döşemede bulunan bir açık oluğa akmaktadır. Bu oluk bahçede bulunan büyük havuza kadar uzatılmıştır. Balık sırtı şeklinde oyulmuş olan oluk, kabartma balık tasvirleri ile süslenmiştir."
Gudenus, 17 Ekim 1740 tarihli ziyafetle ilgili olarak da şu bilgileri vermektedir:
"Girişte saz, uzakta mehter çalıyordu. Her zamanki gibi kahve, tatlılar, tütsüler ve tütün ikram edildi. Ev sahibi büyükelçiye bütün binaları bir aşağı bir yukarı gezdirdikten sonra , İstanbul tarafında bulunan ve bize daha evvelden Yeniçeri Ağası'nı ziyaretimiz esnasında gösterilmiş olan bir Hünkâr Sarayı'na kadar götürdü. Hünkara ait bütün odalar, hamamlar hatta Harem Dairesi bile Büyükelçilik maiyetine açık tutuldu. Bu nadir fırsatı kullanarak, bu binanın planını çizdim."
Lady Montague ve Gudenus'un verdikleri bilgiler, bu ilk Çırağan Yalısı'na ait eldeki en eski ve ayrıntılı bilgiler olarak görülmekteydi. Ancak Patrona Halil isyanından sonra öldürülen Damad İbrahim Paşa'nın mal varlığı ile ilgili olarak düzenlenen muhallefat defterlerinden birinde Çırağan Yalısı ile ilgili olarak geniş bilgiler yer almaktadır.
1 Temmuz 1731 tarihli deftere göre Damad İbrahim Paşa'nın yaptırmış olduğu yalı küçük bir saray niteliği taşımaktaydı. Topkapı Sarayı teşkilat yapısı içerisinde yer alan unsurların birçoğu bu yalıda da bulunmaktaydı. Padişahın vaktinin büyük bir kısmını burada geçirmesi böyle bir yapılanmaya gidişte en önemli etken olmuştur.
Yalı üç sofalı büyük bir kasır ve ondan bağımsız olarak inşa edilmiş birkaç küçük köşkten oluşmaktaydı. Büyük kasrın içerisinde: Harem Dairesi, yeni ve eski olmak üzere iki hamam, biri denize diğeri bahçeye bakan iki Mabeyn Odası, Hasoda Dairesi, denize bakan Divanhâne Sofası, Sultan Odası, Başkadın Odası, Darüsaâde Odası, Silahtar Ağa Odası, Mehterler Odası, Harem Ağaları Odası, Câmeşûy (çamaşırcı) Usta Odası gibi bölümler bulunmaktaydı.
Bahçe içerisinde Kafesli Köşk, Küçük Başkadın Köşkü, Hünkâr Köşkü ve üç sofalı, şadırvanlı Çerâğan Köşkü yer almaktaydı. Yalının ilk çekirdeğini bu köşkün oluşturduğu ve daha sonra isminin bütün yalıyı ifade etmek için kullanıldığı anlaşılıyor. Ayrıca yine bahçe içerisinde büyük bir kameriye ve limonluk ile birlikte 128 çınar ağacının mevcut olduğu belirtilmektedir.
Yalı içerisinde kullanılan mobilyalar arasında; Mardin işi yeşil saçaklı sarı makadlar (divan), Bursa ve Bilecik yastıkları, Hint basmasından yer minderleri, kılabdanlı sarı astarlı al çuha kapı perdeleri, duvarlara çekilen Mardin işi zar perdeler, sedef işlemeli iskemleler, şamdanlar, Kütahya çinisinden lale saksılar, Acem kaliçeleri ve duvarlarda çalar saatler ile talik besmeleler ve hilye-i şerifler sıralanmaktadır. Damad İbrahim Paşa'nın Çırağan'a bitişik "Gülşen-âbâd" isimli bir yalısının daha olduğunu aynı defterden öğrenmekteyiz.
Sultan III. Ahmed'in damadı ile birlikte sürdüğü zevk ve eğlence dolu yılların bir isyanla sona ermesi üzerine tahta çıkan Sultan I. Mahmud'un devrinde Çırağan'ın resmi bazı ziyafetlere ve görüşmelere tahsis edildiği anlaşılıyor. Sadrazam Hacı Ahmed Paşa ve daha sonra Hekimoğlu Ali Paşa, Avusturya ve Fransa gibi devletlerin elçilerine burada ziyafetler verirler. Bu dönemde yalı bir anlamda devlet konukevi niteliğine bürünmüştür.
1741 yılında Çırağan Yalısı'nın Beşiktaş Mevlevi-hanesi'ne bakan mahalli ve büyük Camlı Köşkü'nün Mimarbaşı Mustafa Efendi tarafından tamiratı gerçekleştirilir. Bu tamirattan sonra yapı uzun süre bakımsız kalmıştır.
Sultan III. Mustafa 1767'de Çırağan'ı Şeyhülislam İbrahim Efendi'ye vermiş ise de , İbrahim Efendi yalıda çok uzun süreli oturmaz. 1774 tarihli bir mezad kaimesiyle yapı satışa çıkarılır. Sultan III. Selim'in kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından alınan yalı, 1791-1795 yılları arasında Yorgo Kalfa'ya ihmale uğramış halinden dolayı birkaç defa tamir ettirilir.
Sultan III. Selim çok sevdiği Beyhan Sultan'ı ziyaretleri esnasında yalının bulunduğu alanın güzelliğine hayran olur ve gönülden bağlı bulunduğu Beşiktaş Mevlevihanesi'ne de yakın olması nedeniyle kız kardeşinden Çırağan'ı satın alır. Sadrazam Yusuf Paşa, yalının yıktırılarak yerine yeni ve büyük bir sahilsaray yaptırma planını padişaha takdim eder ise de , memleketin içinde bulunduğu sorunlar nedeniyle bu öneri Sultan III. Selim tarafından doğru bulunmaz. Sadece bir mabeyn dairesi yapımına karar verilir.
1802 yılı sonlarına doğru inşaasına başlanan mabeyn dairesi için Eğriboz Sancağı Mutassarrıfı Mehmed Paşa'dan neft yağı, Kocaeli Sancağı Mutasarrıfı Tahir Paşa'dan çeşitli cins ve ebatlarda ağaç sütunlar ve kereste göndermesini istenir. İnşaat tamamlandıktan sonra Sultan, yazlarının büyük çoğunluğunu burada geçirir. III. Selim ile birlikte Çırağan yeniden Osmanlı Sultanları için gözde bir mekan haline gelir.
Eski Çırağan Sarayı
Sultan II. Mahmud'un saltanatıyla birlikte Çırağan'ın daha yoğun olarak kullanıldığını görmekteyiz. Yazlarını burada geçiren II. Mahmud, binanın yetersizliğinden dolayı arka tarafa yeni bir mabeyn dairesi daha inşa ettirir. Fakat sadece yazları değil her zaman oturulabilecek büyüklükte bir saray yaptırmayı planlayan II. Mahmud, saltanatının sonlarına doğru bu düşüncesini gerçekleştirir. Bu zamana kadar hep küçük bir kasır ve yalı niteliği taşıyan Çırağan, artık gerek boyutlarıyla ve gerekse işleviyle bir sahilsaray niteliğine bürünecektir.
Mimarlığını Ebniye-i Hassa Müdürü Es-Seyyid Abdülhalim Bey'in yaptığı bu ilk Çırağan Sarayı'nın inşaasına 1834 yılında başlanır. Eski kasır ve köşkler tamamen yıkılarak ortadan kaldırılır. Sultan, sarayın arazisini genişletmek istediğinden yapının hemen yanında bulunan Hanım Kadın Mescidi ile birlikte 1775'te Mısır tüccarlarından Eğribozlu Hacı Mehmed Ağa tarafından yaptırılan mektebi ve civarındaki diğer binaları yıktırır. III. Selim'in çok sevdiği ve himaye ettiği Beşiktaş Mevlevihanesi de yıkılarak bitişikteki Abdi Bey Yalısı'na nakledilir. Oldukça büyük bir alana yapılan bu ilk Çırağan Sahilsarayı'nın en belirgin özelliğini teşkil edecek olan cephe sütunları 1837 yılında Marmara Adası'ndan getirilir.
Marmara Adası'ndan getirilen sütunların bir kısmının gemilerden indirimi sırasında devrilmeleri acı bir kazaya da yol açar. İki İslam ve üç gayrimüslim işçi üzerine düşen sütunlar, işçilerin ölümlerine sebep olur. Olayı öğrenen Sultan II. Mahmud duruma çok üzülmüş ve işçilerin aileleri hakkında bir araştırma yapılmasını istemiştir. Yapılan inceleme sonucunda ölen işçilerin ikişer-üçer yetim bıraktıkları ve yüklüce borçlarının bulunduğu anlaşılır. Bunun üzerine sultanın emri ile yetim kalan her bir çocuğa aylık 50 kuruş ve dul kalan annelerine de 1000'er kuruş ihsanda bulunulur.
1836-1839 yılları arasında İstanbul'da askeri uzman ve danışman olarak bulunan Helmuth Von Moltke bir vesile ile gördüğü Eski Çırağan Sarayı'nı şöyle anlatmaktadır:
"Padişah yapıya meraklıdır. Boğaz kenarında Çırağan'da ne Avrupa ne de Asya üslubunda olmamakla birlikte bulunduğu şirin çevrede sahiden güzel bir etki yapan yeni bir saray inşa ettirdi. Bu sarayda bir sıra güzel direk üst katı taşımaktadır ve geniş mermer merdivenler ta Boğazın duru sularına kadar iner. Binanın geri kalan kısımları ise ahşaptır. Sadece üzerinden son derece güzel bir manzara görülen düz damı yine mermer levhalarla döşelidir ki bu her halde binaya muazzam bir yük olmaktadır. Her iki yanda kadınların odaları bulunuyor. Oval divan, yani müzakere salonu da pek muhteşemdir.
Padişah benim sarayı görmemi emretmişti ve benden bu binanın neresine bir kule yaptırabileceğini öğrenmek istiyordu. Ben gayet ciddi olarak bu işten anlamadığımı, ikincisi de bence kule yaptırmamanın daha münasib göründüğünü, çünkü bir kulenin binanın öteki taraflarına uymayacağını söyledim."
Moltke'nin gezip anlattığı saray henüz inşa halinde olan yapının tamamlanan kısımlarıdır. Padişahın saraya bir kule yaptırma fikrini kendisine açıp yardımcı olmak istemesi de binada henüz yapım çalışmalarının devam ettiğini göstermektedir. Moltke'nin 5 Eylül 1836 tarihinde gerçekleşen bu ziyaretinden tam bir yıl sonra 14 Eylül 1837'de tuttuğu kayıtta, Çırağan'dan "henüz inşa halinde" bir saray olarak bahsetmesi de bunu doğrulamaktadır.
İlk Çırağan Sarayı'nı büyük bir özen ve istekle devamlı oturmak amacıyla yaptıran II. Mahmud, sarayın bitimini görmeden son nefesini verir (1839). İnşaatın tamamlanması vefatından ancak iki yıl sonra, 1841'de gerçekleşebilir.
Osmanlı tarihinde köklü değişiklik ve düzenlemeleriyle tanınan Sultan II. Mahmud, klasik dönemin kurum ve kuruluşlarının ciddi olarak ele alınıp modern çehreler kazanmasına çaba sarfederken, mimaride de yeni açılımlara öncülük ederek inşa çalışmalarına önayak olmuştur. Geleneği temsil eden Topkapı Sarayı yerine, yeniliği ve değişimi yansıtan ilk Çırağan Sarayı, plan ve kullanım açısından bu anlayışın ürünüdür. Tasarımında masa-sandalye düzeninin dikkate alındığı ilk modern saray yapısı olan Eski Çırağan; üçgen alınlık, iyonik sütun başlıkları, mermer çatı korkulukları ve bol sütun dizileri ile batı kökenli mimari form ve süsleme ögelerine yer verilmiş bir yapı idi. Yeni saray üslupça da yapıldığı dönemin modasına uygundu. Batı neo-klasiğine belirgin bir ampir görünümü kazandırılmıştır. İç ve dış cephe kaplamalarının ahşap oluşu da Osmanlı Mimarisine özgü yönünü ortaya koymaktadır.
Sultan Abdülmecid tahta çıktığında, babası II. Mahmud'un yaptırdığı Eski Çırağan Sarayı bitmek üzeredir. İnşaası 1841 yılında tamamlandıktan sonra, saltanatının ilk on dört yılında en yoğun olarak kullandığı saray haline gelir. 1856'da Dolmabahçe Sarayı'na geçilinceye kadar, Abdülmecid'in hemen hemen bütün çocukları bu sarayda doğmuştur. 1840'da V. Murad, 1842'de II. Abdülhamid ve 1844'de V. Mehmed Reşad Eski Çırağan Sarayı'nda doğup büyümüşlerdir.
Sultan Abdülmecid döneminde Eski Çırağan Sarayı, önemli toplantı ve merasimlere de şahit olmuştur. Osmanlı Devleti'nin XIX. yüzyılda girdiği en büyük savaşlardan biri olan Kırım Harbi öncesinde Rusya ile savaş durumunun kabul edilmesi 25 Eylül 1853'te burada kararlaştırılır. Sultan Abdülmecid'in kızı Fatma Sultan'ın, Tanzimat'ın ilanında büyük görevler üstlenmiş olan Mustafa Reşid Paşa'nın oğlu Ali Galip Bey ile evlilik töreni 7 Ağustos 1854 günü bu sarayda yapılmıştır.
Eski Çırağan Sarayı ile ilgili olarak en ayrıntılı bilgileri, babasının görevinden dolayı sarayda bulunmuş olan Leyla Saz vermektedir. Leyla Hanım Eski Çırağan'ın kısımlarını şu şekilde tarif etmektedir:
"Kuzey cihetinden itibaren merâsim ve mâbeyn-i hümayun dairelerinden sonra zâtışâhânelerinin hususi daireleridir. Hareme bitişik olan dairenin sofası, resmi günlere ve saz gecelerine, ortadaki ise padişaha mahsustur.
Harem sofası; iki ucundaki gezintilere tahsis edilmiş girintilerden başka, hatırımda kaldığına göre tahminen altı arşın uzunluk ve yirmi arşın genişlikte ve belki daha ziyade bir sofa idi. Deniz ve bahçe cihetindeki odaların hepsinin kapısı bu sofaya açılırdı.
Valide Sultan Dairesi; Hünkâr Dairesi cihetinde ikisi bahçeye bakan dört oda ile bir hamamdan ibaretti. Kadın efendiler ile ikballerin biri deniz, diğeri bahçe cihetinde ikişer odaları vardı. Harem sofasının deniz ve bahçe cihetinde ortaya gelen direkli, setli sofaları, gerilerinden kapanıp ikballere alt üst odalar yapılmıştı. Resmi günlerde kalabalığa görünmek istemeyen hanedan üyesi, o odaların sahibelerine haber vererek gider, direklerin üzerine bina edilmiş koridorun kafesli pencerelerinden sofaya bakarlarmış.
Yukarıda arz ettiğim geniş sofaya; tavanından daha küçük boyda ve daha yüksek ikinci tavanın dört tarafındaki birçok pencerelerden de ışık verilmişti, pek aydınlıktı.
Bu sofanın iki ucundan inilen tarafları direkli merdivenlerle orta kata, orta kattan da iki tarafı dört direkli gayet geniş mermer merdivenlerle zemindeki mermerliğe inilirdi. Orta katta sofa yoktu. Deniz ve avlu kapısı yerleri açık bırakılarak merdivenlerin iki tarafından direkler ve parmaklıklarla açık bırakılmış yollara dönülerek odalara girilirdi. O odalar, büyük ve ikinci kalfaların odalarıydı.
Efendilerinin odalarının altındaki bu odaların tavanları ile üst katın döşemesinin arasına, orta kalfalara ve diğer kızlara mahsus alçak tavanlı odalar yapılmıştı. Yüklükten yahut odalardan ayrılmış yerlerden üst kata küçük merdivenler vardı. Bu odaların sonradan ilave edilmiş oldukları ilk bakışta görülüyordu. Bunların pencerelerinde saksı yada sandık ile daima mevsim çiçekleri bulunur, saraylılar karanfil ve latin çiçeklerini severlerdi.
Mermerlikte daima açık duran kapıdan avluya çıkılırdı. Mevki meyilli olduğu için üzerine yapılmış harem bahçesinin merdivenleri bu kapının karşısındadır. Bahçenin eski çınarlarla gölgeli, suni adalı, büyük havuzunun etrafı meyve ve çiçeklerle süslü idi. Hareketli dört köprüsü yanyana döndürülüp havuzda sandalla gezilirdi. Ağaçlara tırmanan küçüklerin şerlerinden muhafaza için bahçe kilitli bulundurulur ve haftada iki kere açılırdı. Çocuklar o günlerde kalfaların gözetimi altında gezdirilirdi. Avlu yolu gölgelikli ve kumluktu. Mermerliğin deniz kapısı, kayık gezmesi için lazım oldukça açılırdı.
Haremin döşemesi; umuma ait büyük sofada oturulmadığından üç büyük avize ile mükellef kapı perdelerinden başka mefruşata ait hiçbir şey yoktu. Yerde ince Mısır hasırı serili idi. Odalarda da yollu ve çiçekli Kürt halıları vardı. Kanepe takımı ve perdeler yerli ipek kumaştandı. Her odada yatak kadar büyük kerevetli minderler bulunurdu. Bu minderlerin bir ya da iki başında, yastık hizasında ve yarım arşın eninde üstü düz dolap vardı. Minderlerdeki yumuşak canfes şiltenin üzerine ince bir şilte ilave edilerek geceleri yatak yapılırdı. Seyrek olarak kullanılan yataklıklar maun, abanoz yahut ceviz ağacındandı.
Yorganlar ağabani ve yumuşak ipekli kumaşlara düz renk elvan ipekle ince kasnak işlenmişti. Kaplamadan şal yorgan da kullanılırdı. Kalınca tülbent üstüne, dört tarafı yorganın aynı işlenmiş üç ince yastık, bir de beyaz yemeni yastık konup, yastık örtüsü sarılırdı. Yastıkların başları dikili kapalı idi. Yatak ve yorgan çarşafları ince pamuk ve ipekle dokunmuş yerli bezlerden, yatak bağları da satrançlı yerli canfeslerdendi. Bu canfesler düzgün ipekle , pürüzsüz ve parlak renklerden dokunmuş ve gayet dayanıklı idi. Bu yatak bağları Trablusgarp, Harput ve Bursa dokumalarıydı. Kışın yorganların üzerine şal örtülür, kürk yorganda kullanılırdı. Yataklığa da aba dokunurdu.
Yatak odası, odanın köşesine beyaz yaygı serilip üstüne konan camlı büyük gümüş fenerin içindeki kısa gece mumu yakılarak, fenerin dışına sarılmış ipekli futadan yayılan hafif ışık ile aydınlanırdı.
Odalarda bulunan eşyalar; kadife ve ipekli kumaştan yuvarlak ve değirmi bir kişilik yer şilteleri, masa üzerinde çekme haneli ve direkli küçük ayna, direkli yürüyen büyük ayna, arusekli dolap, oyulmuş ağaca tel ve sedef kakmalı dolap, piyano, eski iş gayet güzel kavukluk üstünde Kur'an-ı Kerim, kerevet dolabının üstünde yazı takımı, konsol üstünde oturma saat, billur su takımı, küçük masa üstünde altı yedi mumlu gümüş şamdan, yanındaki küçük tepsinin üstünde mum makası, minder üstünde toparlak gümüş çilhane (para muhafazası), bir kenarda varil şeklinde, kadife kaplı, gümüş kakmalı küçük sandık (bu sandıkta her gün kullanılan küçük yüzük, küpe gibi kadın süsleri ve para saklanır), içinde tesbihi ve başörtüsü ile ince küçük şilteli seccade, sarı büyük mangal (o zaman soba bilinmiyordu).
Duvarlara zar gerilirdi. Zar, odanın iki arşın kadar içerisinden pencerelere kadar duvarları örten büyük perdedir. Çoğu zaman çuhadandı. Alt ve üst kenarları renkli çuha parçalarıyla, nakışlı halkalarla tavanın kenarına asılırdı. Kapı yerlerine ve pencereler cihetine açılmak için de birer yırtmaç bırakılırdı.
Ahşap Çırağan'ın büyük odaları çift camlı olduğu halde ısınmadığından mı? , yoksa eski âdete devam edildiğinden mi? Her ne sebeptense astarlı zarlar kullanılıyordu. Dolmabahçe Sarayı'nda kullanılmaz oldu.
Büyük kalfaların odalarında dolapları, konsol üstünde ayna hane, su takımı, şamdan ve saatları, ortada tablalı sarı mangalları ve birçok yer şilteleri bulunurdu. İpekli perdelerle halıları yerli malıydı. Orta kalfaların ikisi , üçü bir oda işgal ederlerdi. Onların yerleri ve diğer levazımı büyük kalfalarınki gibiydi. Kalfaların odalarında güzide acemilerinden bir iki kişi yatar, diğerleri umumi odalarda otururlardı. Herkesin yeri belliydi. Sabahleyin döşek şiltelerini bir kenara üst üste serip, bağlı yorgan takımlarını üzerine koyar, büyük bir örtü örterlerdi. Yer şiltelerinde otururlar, esvapları bohçalarla dolaplara koyarlardı."
Leyla Hanım'ın saray hakkında verdiği bu bilgiler, dışta batı mimarisini örnek almış görünüşünün altında, sarayın nasıl geleneksel yaşama uydurulduğunu da bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Damad İbrahim Paşa'nın Yalısı'nda kullanılan eşyalar ile Eski Çırağan Sarayı'nda kullanılan eşyaların aradan bir yüzyıl geçmiş olmasına rağmen hemen hemen hiçbir değişime uğramadan aynı tür ve işlevlere sahip olmaları da oldukça ilgi çekicidir.
Sultan Abdülmecid'in saltanat yıllarında, Osmanlı Devleti'nin mali düzeni, sonraki dönemleri de derinden etkileyecek bir buhran içerisine girmişti. Özellikle Dolmabahçe Sarayı'nın inşaasıyla birlikte Ihlamur Köşkleri'nin yapımı, Göksu Kasrı, Adile ve Fatma Sultan Sarayları'nın inşası, hazinenin büyük ölçüde borçlanmasına neden olmuştu. Bu arada Eski Çırağan Sarayı yıktırılmış (1857), yerine yeni bir saray yaptırılmak isteniyordu. Sultan Abdülmecid'in Çırağan'da yeni bir saray yaptırma isteği karşısında Sadrazam Ali Paşa'nın hazinenin durumunun müsait olmadığını belirtmesi, azline sebep olur. Bunun yanında İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Lord Stratfort de Redeliffe Canning, padişahın huzuruna çıkıp Çırağan'ın yerine kârgir bir saray yaptırmanın güzelliklerinden bahsediyordu. Mali buhran, devleti borçlarını ödeyemez hale getirir. 1859 yılında yaptırılmakta olan saray ve kasırların inşaatlarında çalışan işçiler, ücretlerinin ödenmemesinden dolayı Dolmabahçe Sarayı'nı çevirerek alacaklarını isterler. Bu olay karşısında Sultan Abdülmecid bütün saray ve kasır inşatlarını durdurup, kendisine ait dörtbin kese altını çalışanlara dağıtır. Böylece Yeni Çırağan'ın yapımı da Sultan Abdülaziz döneminde yeniden başlanıncaya kadar kesintiye uğrar.


Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Nisan 2009       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Yeni Çırağan Sarayı
Sarayın İnşaasıyla İlgili Yapılan Çalışmalar
Sultan Abdülaziz 1861'de tahta çıktığında Çırağan Sarayı inşaatı kendisini beklemekteydi. Yeni Padişah saltanatının ilk yıllarında uyguladığı tasarruf tedbirlerini kısa süre sonra bir yana bırakarak 20 Ocak 1863 günü sarayın yapımını başlatır.
Sarayın mimarı Nikoğos Balyan'dır. Sultan Abdülmecid döneminde binanın yeniden inşaasıyla ile ilgili olarak yapılan çalışmalar esnasında kendisine bu görev verilmiş, O da Yeni Çırağan Sarayı'nın planlarını hazırlamıştır. Fakat hem devletin içinde bulunduğu maddi darboğaz, hem de kendisinin 1858'de ölümü üzerine hazırladığı planlar uygulanma fırsatı bulamaz. Ölümünden beş yıl sonra bu planları kardeşi Serkis Balyan kullanacaktır.
Yeni Çırağan Sarayı'nın mimarı olarak birçok kaynakta Serkis Balyan'ın ismi geçmesine rağmen, saray ile ilgili olarak incelenen hiçbir belgede bu bilgiyi doğrulayacak açık bir kayda rastlanılmamıştır. Saray inşaatında görevli kalfalardan biri olarak görülen Serkis Bey, Kardeşi Agop Balyan ile birlikte sarayın müteahhitliğini de yapmıştır. Ancak Serkis Balyan'a saray inşaat alanında bir "resim odası" oluşturulmuştu. Bu oda için alınan malzemelerden anlaşıldığına göre (İngiliz ve Fransız kağıtları, resim kağıdı, metrelik kağıt, boya takımı, resim fırçası, kurşun kalem, cetvel tahtası ve gönye tahtası) burası Balyan'ın bazı detay plan çizimlerini yaptığı bir merkezdi. Ayrıca yine bu bölümde Osmanlı Mimarisi'nde bir gelenek olarak uygulanan, yapılacak olan binanın bir maketinin hazırlanması işi de Serkiz Bey tarafından gerçekleştirilmiş ve Çırağan Sarayı'nın maketi hazırlanarak Sultan Abdülaziz'in beğenisine sunulmuştur.
İnşaat alanı içerisinde yer alan Beşiktaş Mevlevihanesi Fındıklı'daki Karacehennem İbrahim Paşa Konağı'na nakledilir. Mevlevihane buradan da önce Maçka'ya ve daha sonra da Bahariye'ye taşınır.
Sarayın yapımı için gerekli olan malzeme alımı ve ödemeleri; usta, sanaatkâr ve işçilerin ücret ve yevmiyelerinin kayıt ve kontrollarının yapılması konusunda oldukça detaylı bir teşkilatlanmaya gidilmiştir.
Saray inşaatında çalışan görevli memurların başında Ahmet Rıfat Efendi bulunmaktaydı. Onun denetimi altında Hafız Rıfat Efendi ve Samak Efendi olmak üzere iki kâtip, Kemal Ağa ve Esteban Efendi adında iki ambar memuru çalışmaktaydı. Ayrıca bütün malzeme alımlarını kontrol altında tutan Hasan Efendi, Samador ve Petrak Efendiler daimi olarak tetkikte bulunmaktaydılar. Geceleri saray inşaat alanını korumak üzere on yedi bekçi istihdam olunmuştu. Bütün harcamaları kayıt altına alan on sekiz kişilik mutemed kadrosu oluşturulmuştu. Çalışmalar sırasında meydana gelebilecek kaza ve yararlanmalara karşılık Cerrah Osman Ağa isminde bir doktor görevlendirilmişti. Perakende olarak yapılan malzeme alımlarını Pazarcı Hulusi Efendi ve ortağı Tevfik Efendi gerçekleştirmekteydiler.
Başlangıçta gerçekleştirilen bu düzenleme, saray inşaatı ilerlediğinde yapılan her bir birim için ayrı kâtipler, mutemetler ve gece bekçileri şekline dönüşür.
Yeni Çırağan Sarayı'nın yapımı ile ilgili bilgiler dörder haftalık icmaller halinde hazine defterlerine kaydedilmekteydi. Malzeme alımlarıyla ilgili ayrıca kontrat defterleri oluşturulmuştu. Kontrat defterlerinde alınacak malzemenin bütün özellikleri sırasıyla sayılmakta ve bir numune üzerinde gösterilmekteydi. Teslim edilen malın gösterilen numunesine uygun olmaması ve belirtilen özelliklerde bulunmaması durumunda hiçbir ücretin ödenmeyeceği vurgulanmaktaydı. Ülke içerisinde uzak bölgelerden temin edilen kereste ve sair malzemenin hangi yollardan İstanbul'a taşınacağı ve gerekirse ulaşımda güçlük çekilen bölgelerde devlet tarafından acilen yol yapımı çalışmalarının başlatılacağı teminat altına alınmaktaydı. Ödemelerin ne şekilde yapılacağı, karşılıklı gecikme durumlarında uygulanacak faizin miktarı da yine aynı kontrat maddeleri arasında yer almaktaydı.
Ancak bu düzenlemelere rağmen, bazı kayıtların âdi kağıtlara yapıldığı görülmüştü. Bunun üzerine 19 Nisan 1865 tarihi bir duyuru ile bütün kayıtlarının özel olarak hazırlanmış evrak üzerinde tutulması ihtar edilerek alelâde kağıtlar üzerine yazılmış olan hesabın Hazine-i Hassa tarafından ödenmeyeceği ve bunu icra eden memurun cezaya uğrayarak, evraktaki miktarın iki katını ödemek zorunda kalacağı belirtiliyordu.
Yeni Çırağan Sarayı inşaasıyla birlikte birçok köşk ve kasrın da yapım veya onarımına başlanmıştır. Malta Kasrı, Kalender Kasrı, Tarabya Kasrı, Yeniköy Kasrı, Dolmabahçe'de Gümüşsuyu yakınında Konaklar ve Küçük Çekmece'de iki kasrın inşaasına bu dönemde geçilir. Yıldız Kasrı ve Kâğıthane Kasrı'nın da onarımları yapılmaktaydı. Beylerbeyi Sarayı'nı yapımı da aynı anda sürdürülmekteydi. Bütün bu köşk ve kasırların inşaası için ve hatta Beylerbeyi Sarayı için Çırağan'a alınan malzemelerden kullanılıyordu.
Sarayın yapım çalışmaları, devletin içinde bulunduğu mali sıkıntılara rağmen bir an önce bitirilebilmesi yolunda ayırdığı kaynaklara ve gösterilen gayretin aksine oldukça uzar. 7 Şubat 1870'de Harbiye Reisi Mahmud Paşa, sarayın kalfaları ve aynı zamanda müteahhitliğini yapmakta olan Serkiz ve Agop Balyan ile görüşerek gecikmeden dolayı devletin duyduğu sıkıntıyı ve zararı dile getirir ve kendilerine sarayın noksansız olarak bitirilmesi için aynı yılın Kasım ayına kadar süre tanınır. Ayrıca iki kardeşe 240.000 liralık son bir ödeme yapılarak, bundan başka herhangi bir para talebinde bulunmaması istenir. Alınan bu tedbirlere rağmen inşaat, öngörülen tarihten yaklaşık on ay sonra, 27 Eylül 1871'de tamamlanabilmiştir.
Sarayın Yapımında Kullanılan Malzemelerin Temini ve Orijinleri
Çırağan Sarayı yapımında kullanılan malzemeler oldukça değişik merkezlerden ve yörelerden temin edilmişti. Başlıca inşaat malzemeleri olan; taş, demir, kereste, tuğla, kireç ve sütunların gerek yurtiçinden ve gerekse yurtdışından yapılan alımlarında oldukça titiz ve dikkatli bir seçim sözkonusuydu. Alınan malzemelerle ilgili olarak, önce istenilen malın cinsini, ebatını ve özelliklerini taşıyan bir numune üzerinde açıklamalarda bulunulup, teslim edilecek bütün malların gösterilen numuneye harfiyyen uyması istenmekteydi.
Sarayın ana gövdesinde kullanılan taşların büyük çoğunluğu Şile'de açılan küfeki ocaklarından sağlanmaktaydı. Şile'den çıkarılan küfeki taşlarından başka en fazla kullanılan taş cinsleri Malta ve Triyeste taşları idi. Sarayın önünde yer alan rıhtımda tamamiyle Malta taşı kullanılmıştır. Saray içerisinde bulunan salonlarda ve bahçeye konulan arslan heykellerinin yapımında İtalyan Carrara mermerleri kullanılır.
Taş alımında inşaatın ilk dönemlerinde sarayın taşçı ustalarından Hoca Nişan görevlendirilmişti. Hoca Nişan, 13 Ocak 1864'te, Şile'de bulunan küfeki ocaklarından, Tüccar İsak aracılığı ile zira 40 kuruşa almak üzere 60.000 zira taş alımı yapmıştı. Tüccar İsak ile yapılan mukaveleye göre; 1864 Nisan ayından itibaren her ay 1.000 zira taş vererek altı ay zarfında bütün malı teslim edecekti. Nakliye masrafları hazineye ait olacak olan taşların numunesine uygun olmaması durumunda kabul olunmayacağı belirtilmekteydi.
Aynı yıl içerisinde, 7 Nisan 1864'te Lio Calarie adlı bir tüccar ile yapılan anlaşmayla, Kasapçayırı'nda bulunan ocaklardan çıkarılan küfeki taşından; uzunluğu 1 zira'dan 3 zira'a, genişliği 18 parmaktan 1,5 zira'a ve kalınlığı 12 parmaktan 24 parmağa kadar ziraı 100 kuruşa taş alımı yapıldı. Yapılan anlaşmaya göre Nisan ayından itibaren her ay 500 zira'dan az olmamak şartıyla teslimata başlanacaktı.
23 Mayıs 1864'te yapılan bir başka mukaveleyle aynı tüccarın Şile'de açılan ocaklarından çıkarmakta olduğu küfeki taşından 1864 Haziran ayından başlamak üzere her ay 1500 zira taş alımı yapılmıştı. Alınan taşın zira 75 kuruştan olup, belirtilen miktarda taş her ay verilmez ise fiyatında yüzde beş indirim uygulanacaktı.
Lio Calarie ile yapılan bir mukavele de triyeste taşı ile ilgilidir. 11 Haziran 1864 tarihli anlaşmayla zira 175 kuruştan 4.000 zira triyeste taşı İstanbul'a getirilmiştir.
Sarayın içini süsleyecek olan yeşil somaki sütunlar, Ege'de bulunan Paros Adası'ndan çıkarılmıştır. Sütunların alımı için Yunanlı tüccar Zigel ile iki kontrat yapılır. 21 Temmuz 1864 tarihli ilk mukavelenin hükmüne göre 10 ay zarfında 32 adet sütun teslim edilmesi gerekirken yalnızca iki adet sütun tesliminin gerçekleşmesi üzerine yapılan kontrat feshedilir. Ancak 1 Temmuz 1866'da ikinci bir kontratla tanesi 1300 frank olmak üzere 10 adet yeşil somaki sütun satın alınıyordu. Sütunların boyu 5 arşın 6 parmak, alt başının kalınlığı 14.5 parmak ve üst başının kalınlığı 12 parmak olacaktı. Sütunlar gayet cilalı ve parçasız olacak, eğer cilası uygunsuz ve parçalı olur ise kabul olunmayacaktı. Bütün sütunlar 45 gün içerisinde teslim edilecek, bununla beraber sütunların teslim tarihinden itibaren on gün içerisinde ücretleri ödenemez ise aylık yüzde bir buçuk faiz uygulanacaktı. Daha sonraki tarihlerde de sarayda kullanılan bütün sütunlar aynı tüccardan temin edilir.
İnşaatta kullanılan demirin büyük çoğunluğu İngiltere'den getirilir. Osmanlı Devleti'nin Londra Konsolosu bu işi üstlenmişti. Ayrıca İstanbul'da da Tüccar Rali'den gerektiği zamanlarda demir alımı yapılmaktaydı.
Sarayda kullanılan keresteler, bina memuru Ahmed Rıfat Efendi tarafından Bolu, Sinop ve Viranşehir Sancakları'ndan temin ediliyordu. Yurtdışından da 15 Ağustos 1863'te Avusturyalı Tüccar Kuntder ile Rus Tüccar Şariyov'dan, Avusturya malı kereste alımı yapılmıştır.
Tuğla olarak, Çırağan Sarayı müteahhitlerinden Kirkor Ağa vasıtasıyla alınan Marsilya tuğlası kullanılmaktaydı. Ancak saray için özel olarak tuğla üretimi yapan ocaklar da vardı. Bunlar Hasköy'de Kara Mehmed Ağa ve Toros Efendi ocaklarıydı.
İnşaatta kullanılan kireçler, İstanbul'da bulunan birçok kireç ocağından sağlanmaktaydı. Kireç ocaklarının daha çok Kuleli civarında yoğunlaştığı görülmektedir. Kuleli'de, Palabıyık Kirkor, Kocabaş Dimitri, Papasoğluyan, Hacı Hamparson, Anastasoğlu, Kasti, Hacı Simon ve Hristo adlı kişilerin kireç ocakları sarayın bu ihtiyacını karşılıyorlardı. Yine İstinye'de de Kostaki ocağı kireç alınan merkezlerden biriydi.
Sarayın Yapımında Çalışan Sanatçı ve Ustalar
Osmanlı Saray Mimarisi içerisinde özel bir yere sahip olan ve yapımına çok özen gösterilen bir sarayın ortaya çıkışında hiçbir şüphe yok ki devrin en önde gelen sanatçı ve ustaları çalışmıştı. Bu kişilerin seçiminde de oldukça titiz davranılmıştır.
Çırağan Sarayı inşatında çalışan usta ve sanatçılar hakkında, Hazine-i Hassa defterlerinde, bazı belge ve kaynaklarda çok ayrıntılı olmasa da önemli bilgilere rastlamaktayız.
Sarayın temel kazısı ve harfiyat işleri Lağımcı Osman Ağa'nın organizesinde gerçekleştirilmiştir. İnşaatta gerekli olan bütün demir işleri, Demirci Andranik ve ortağı Agop tarafından yapılmıştır. Çeşitli bölgelerden satın alınan ağaçların biçilip ahşap malzeme haline getirilerek kullanılmasını Bıçkıcı İbrahim Usta sağlıyordu. Sarayın deniz cephesinde yer alan 664 m. uzunluğundaki rıhtımın yapımı, Rıhtımcı Levon'a aitti. Temellerin sağlam bir şekilde araziye oturması ve aynı zamanda yapıların binlerce tonluk ağırlıklarıyla denize doğru kaymasını önleme amacıyla, sarayın hem kara tarafına hem de deniz tarafına meşe ağacından imal edilen kazıkların yere çakılması Bayburtlu Şaban ve ortakları Abdullah ile Evanis ustalar tarafından yapılmıştır.
Yapının en göz alıcı unsurlarından olan taş işçiliği, Taşçıbaşı Mustafa Efendi'nin idaresi altında gerçekleştirilmiştir. Triyeste ve küfeki taşından imal edilen saçakları, kornişleri, pencere alınlıkları ve abidevi saltanat kapıları, Hoca Nişan, Kiğork, Eras ve Kirkor adlı ustaların ürünüydü.
Çırağan Sarayı'nın içini süsleyen nakış ve resimleri, Resimcibaşı Hacı Mıgırdiç Kalfa, duvar ve tavan bezemelerini Sapon Bezirciyan ve aynı zamanda ünlü tiyatro sanatçısı olan Ohannes Acemyan ile Tavit Tıryants yapmışlardır. Mıgırdiç Civanyanda dekoratör ve müzehhib olarak çalışmışlardı.
Sarayın ahşap bölümlerinin yapımı için Beşiktaş' ta buhar ile çalışan bir atölye kurularak yönetimi Vortik Kemhaciyan Efendi'ye bırakılmıştı. Çırağan'ın paha biçilmez işlemeli, sedef kakmalı sanat mucizesi sayılan kapılarının bin altın değerinde olan her biri Kemhaciyan'ın elinden çıkmıştı.
Vortik Kemhaciyan, sarayın Doğramacıbaşısı olarak uzun süre hizmet etmiş biriydi. Kendisine başarılarından dolayı da 25 Ekim 1864'te dördüncü rütbeden Mecidi Nişanı verilmiştir.
Sultan II. Abdülhamid döneminde bu sedef kakma kapılardan birkaç tanesi sökülüp inşa edilen Şale Köşkü'nde kullanılmıştır. Alman İmparatoru II. Wilhelm, II. Abdülhamid'in konuğu olarak geldiği İstanbul'da Şale Köşkü'nde misafir edilmişti. İmparator, Şale'de gördüğü kapıları çok beğendiğinden kendisine bu kapılardan hediye edilir. O da bunları Almanya'ya götürerek Berlin Müzesi'ne yerleştirmiştir.
Vortik Kemhacıyan, sarayın içerisinde kullanılacak olan masa, koltuk ve benzeri mobilyaları da aynı atölyede imal etmiştir.
İtalyan dekoratör Marlo padişahın isteği ile sarayın tavanını süsleyen birçok resim yapmıştır.
Sarayın İç Döşemesi İçin Alınan Eşyalar
Çırağan Sarayı'nın iç döşemesi için yapılan çalışmalar, daha sayın inşa faaliyetleri devam ederken başlar. Sarayın tasarımını yapanlar genel bir bütünlük içerisinde yapının dizaynına uygunluk sağlayacak iç dekorasyon malzemelerini, o malzemelerin en kaliteli üretildiği merkezlere, düşünülen tarzlarda siparişler vererek imal ettirme yoluna giderler. Bu uygunluğu sağlayabilmek kaygısıyla - kullanılacak mobilyalarda olduğu gibi - gerektiğinde sırf Çırağan Sarayı için faaliyette bulunacak özel atölyeler dahi kurulmuştur.
Sarayda kullanılacak halıların Gördes'te dokutturulmasına karar verilir. Bu amaçla 25 Ocak 1868'de Uşaklı Ali Zâde Ahmed Bey ile bir mukavele yapılmış ve toplam 26593 arşın "kaliçe" sipariş edilmiştir. Sarayın üst katı için Gördes kaliçelerinin en alâsından olmak üzere 8901 arşın, orta kat için yine birinci sınıf kırmızı boyalı olarak 9036 arşın ve bodrum kat için de aynı özelliklerde 5500 arşın halının imaline karar verilmiştir. Ayrıca sarayın diğer köşk ve merdivenleri için de 3125 arşın kaliçe dokunacaktı.
Mukavelesi yapılan 26593 arşın kaliçenin toplam fiyatı 1.261.766 kuruş olup, bu paranın ödenmesine 1968 yılı Ocak ayından başlanıp Aralık ayına kadar tamamlanacaktı. Ocak ayından Kasım ayına kadar on bir ay 105.000 kuruş ve Aralık ayında da 106.766 kuruş verileceği belirtiliyordu.
Üretilen kaliçeler 1868 Kasım ayına kadar teslim olunacak ve eğer bu tarihten yirmi beş gün sonrasına kadar yetiştirilemez ise fiyatında % 20 indirim yapılacaktı. Taşıma ve nakliye ücretleri tüccara ait olup, sadece gümrük vergisini hazine ödeyecekti.
Kaliçeler dokunurken içlerine pamuk karıştırılmayıp, has ve temiz yapağıdan üretilecek ve kök boya kullanılacaktı. Halıların üzerinde "şeş-per" adı verilen altıgen madalyon motifleri kullanılacaktı. Küçük odalar için üretilecek olanlar odanın büyüklüğünde yekpâre olarak dokunacaktı.
Geçimlerini ürettikleri halılardan sağlayan Gördes halkı, Çırağan Sarayı'nda kullanılacak halıların kendi memleketlerinde dokutturulmasından dolayı son derece mutluluk duymuşlardır. Çünkü uzun süreden beri batılı büyük şirketlerin ve bazı yerli azınlık tüccarların ucuz ve kalitesiz malları piyasaya sürmelerinden dolayı kendi dokumalarına rağbet azalmış, bunun sonucunda da tezgahları birer birer susmuştur. Böylesine büyük bir ihalenin elde edilmesinden dolayı âtıl durumda olan tezgahlar yeniden çalışmağa başlar. Üretimin gününde teslim edilebilmesi için yetmişinin üzerinde bulunan insanlar dahi halıların dokunmasına yardımcı olurlar.
İzmir ve İstanbul'da bulunan halı tüccarları bu durumdan pek hoşnut olmazlar. Elde edemedikleri yüzbinlerce kuruş nedeniyle, Gördes'lilerin çürük yapağı ve kalp boya kullandıkları şeklinde asılsız iddialarla devletin bu ihaleden vazgeçmesini sağlamağa çalışırlar. Bu durumdan haberdar olan Gördes halkı Sultan Abdülaziz'e bir teşekkürname yazarak, padişahın yeni sarayında kullanılacak halıların üretim işinde kendilerinin seçilmesinden dolayı mutluluklarını dile getirmişler ve ortaya atılan iddiaların gerçeği yansıtmadığını vurgulamışlardı.
Çırağan Sarayı'nın tavanlarını süsleyen billur avizeler ve salonlarında kullanılacak şamdanların alımları Hazine-i Hassa Nazırı Rüştü Paşa tarafından yapılmıştır. Rüştü Paşa'nın İngiliz Tüccar Wefrie ve oğlu ile yapmış olduğu kontrat bize bu malzeme hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Tüccar Wefrie ve oğlu tarafından hazırlanan kataloglar üzerinde saraya en uygun seçimler yapılmıştı. 17 Şubat 1870 tarihli mukavele ile çapı 8 kadem (300 cm.) ve uzunluğu 14 kadem (525 cm.) büyüklüğünde 80 mumlu bir avize ve yine aynı ebatlarda 60 mumlu bir diğer avize alınmıştı. Şamdanlardan da, yüksekliği 10 kadem (375 cm.), üst çapı 4 kadem (150 cm.) ve alt çapı 3 kadem (112,5 cm.) büyüklüğünde 46 mumlu dört adet ve yine aynı ölçülerde 36 mumlu dört adet olmak üzere sekiz şamdan alımı yapılmıştı. Şamdanlar parkeye vidalanacak şekilde yapılacaktı.
Alınan eşyaların bedeli 5.000 Sterlin olup, bu meblağ ya aynen Sterlin olarak ödenecek veya 110 Osmanlı lirası 100 Sterlin kabul edilip , Osmanlı lirası üzerinden yapılacaktı. Bu miktarda üç taksite bölünüp üçte biri kontratın imzasında diğer üçte biri bu tarihten üç ay sonra ve kalan kısmı da eşyanın kusursuz ve eksiksiz olarak tesliminden sonra yapılacaktı. Belirtilen eşyalar kontratın imzasından itibaren dokuz aylık bir süre içerisinde teslim edilecek ve aynı zamanda şamdanları ve avizeleri yerlerine monte etmek üzere Londra'dan bir uzman gönderilecekti.
Mösyö Wefrie ve oğlundan alınan avizelerden başka 1870 ve 1871'li yıllarda İngiltere'den çok sayıda başka avizeler de getirtilmiştir. 10 Aralık 1870'de elli sandık, 5 Ocak 1871'de on üç sandık ve 26 Mart 1871'de üç sandık içerisinde avize takımları ve yine 30 Temmuz 1871'de üç avize Çırağan Sarayı için alınmıştır.
Serkiz Balyan tarafından, Avrupa'dan on sekiz adet mermer saksı alımı yapılır. Bu saksıların her biri 15 altın değerinde olup toplam 270 altına malolur.
Sarayın mefruşatı için beyaz zeminli, göğez çiçekli 392 arşın ve beyaz zeminli, yeşil çiçekli 436 arşın "Üsküdar Çatması" kullanılmıştır.
Çırağan Sarayı için, Dolmabahçe Sarayı'nda olduğu gibi yurtdışından mobilya alımı yapılmamıştır. Çırağan'ın bütün mobilyaları daha önce de belirtildiği üzere sarayın Doğramacıbaşısı Vortik Kemhacıyan tarafından yapılır. Abanoz ve ceviz ağacından sedef-bağa işçiliğindeki bu mobilyalar toplam 9.890.860 kuruş masrafla vücuda gelmiştir.
Sultan II. Abdülhamid'in tahta çıkışından bir süre sonra Dolmabahçe Sarayı'nda kullanılmak üzere, Çırağan Sarayı'ndan götürülen eşyaların listesi oldukça ilgi çekicidir.
25 Ekim 1876'da İkinci Mabeynci Osman Efendi tarafından Dolmabahçe Sarayı Mâbeyn-i Hümayunu'na taşınan eşyalar, Çırağan Sarayı Haremi'nde oluşturulan bir komisyon tarafından tespit edilmiştir. İki yüz elli bir parça mücevherli, incili, gümüşlü kapkaçak ve porselen eşya, on beş adet yatak çarşafı, on dört adet yatak puşidesi (örtüsü), yüz otuz altı adet yüz yastığı, elli dört adet yorgan ve çok sayıda değerli eşyanın nakli yapılmıştır.
Bu eşyalardan bazılar şunlardı: Yedi adet gümüş ve yaldızlı kahve takımı, on dört adet gümüş ve yaldızlı tatlı takımı, beş adet ikişer mumlu ve dörder köşeli büyük gümüş fener, bir adet küre şeklinde dört ayaklı ve kapaklı mangal (mangalın üzerinde kuş resmi vardır), bir adet dört tarafı camlı ve mücevherlerle süslenmiş çekmece saati, bir adet ortası çiçekli ve etrafı oymalı büyük gümüş sini, bir adet altın üzerine mineli tepeliği pırlanta ve zümrüt ile süslenmiş kapaklı tabak ve tatlı hokkası, bir adet Çanakkale işi musluklu güğüm, on adet mavi çay takımı, on iki adet yaldızlı ve kapaklarının mineleri kuşlu saksunya yemek takımı, dört adet etrafı pirinç çemberli, ayaklı, musluklu ve kapaklı büyük billur su küpü, iki adet limonküfü üzerine güllü ve kapaklı hoşaf kasesi, dört adet çekmeceli küçük ayna, bir adet küçük ayaklı masa, bir adet kenarı sedefli ve oymalı el aynası, bir adet üzeri sedef oymalı yazı çekmecesi, on adet pirinçten üretilen dört köşeli, ikişer mumlu cam fener, dört adet Kaşgar işi ipekli ve yünlü güzel halı, bir adet billur sehpa. İki adet demir kasa, on dört adet Paris işi büyük ayak halısı (bunlardan dördü göbekli ve güllü, dördü ortaları resimli, ikisi kenarları saçaklı ve güllü ve dördü de parça halinde).
Çırağan'da kullanılan halıların Gördes'te imal ettirilmesine karar verildiğinde yabancı şirket ve tüccarların bu işten pay alamamalarından dolayı telaşa kapılıp ihaleyi iptal ettirmek için asılsız iddialarla girişimlerde bulundukları belirtilmişti. Ancak yukarıda yer alan listeden anlaşıldığı üzere, bu gurupların baskısı sonucu, sarayda sadece Gördes mamulatı halılar kullanılmamış, yurtdışından da çeşitli cins ve ebatlarda halı alımı yapılmıştır.
Sarayın Bahçe Düzenlemesi
Çırağan Sarayı, yapılan çalışmalarla oldukça büyük ve düzenli bir bahçeye sahip olmuştu. Esasen kıyının hemen arkasında yer alan koruluk, burada tarih boyunca inşa edilen yapıların doğal bahçesi olma niteliğini de taşıyordu. Nitekim Sultan II. Mahmud devrinde yapılan Eski Çırağan Sarayı ile birlikte artık bu koruluğun resmen sarayın mabeyn bahçesi olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu geniş bahçede büyük ve gölgeli yemiş ağaçları, orman, tarhlar, çiçekler, turfandalar, meyvelik bostan, suni derecik, kuşhaneler ve kameriyeler vardı. Sultan Abdülmecid bu koruluğun en üst tarafına annesi Bezmiâlem Valide Sultan için bir köşk yaptırmış ve İstanbul'u her yönden gördüğü için "Yıldız" adı verilmişti.
Yeni Çırağan Sarayı yapılırken bu koruluk, Beşiktaş-Ortaköy arasında yer alan yol üzerine bir köprü yapılmak suretiyle saraya bağlanmıştır. Bu yıllarda koruluk içerisinde bir takım inşa faaliyetlerine de girişilir. Malta Köşkü yaptırılırken, Yıldız Kasrı onartılmış, yeni ahır binaları kurulmuş ve birçok sed ve yol çalışması yapılmıştır.
Sarayın ana yapılarının yer aldığı alanda da Avrupa Sarayları'nda görülen bahçe düzenlemelerine gidilmiştir. Sultan Abdülmecid'in son dönemlerinde Eski Çırağan Sarayı'nın yıktırılıp yenisinin inşaası yolunda yapılan çalışmalar arasında bahçesine konulmak üzere İngiltere'de bir limonluk yaptırılması düşünülmüştü. Bu amaçla devrin Tophane Müşiri Ahmed Fethi Paşa vasıtasıyla İngiliz Tüccar Mr. Peill'e bir limonluk sipariş edilir. Ancak Fethi Paşa'nın vefatı ve ekonomik buhran nedeniyle bütün inşa çalışmalarının durdurulması sonucu limonluk İngiltere'de unutulur. Bu durum Tüccar Peill'in diğer konularda alacaklarından dolayı Osmanlı Devleti'ne başvurmasıyla ortaya çıkmış ve gerekli inceleme neticesinde Çırağan Sarayı için 32.015 Şilin değerinde bir limonluğun bedelinin ödendiği halde üç yıldan beri Londra'da imal edildiği fabrikada beklediği anlaşılmıştır.
1859 yılında Mr. Peill tarafından Londra'da Mösyö Vested Buyly ve ortaklarına yaptırılan bu limonluk Osmanlı Devleti'nin Londra konsolosunun girişimleriyle 13 Haziran 1864'te İstanbul'a getirilir.
Limonluğun kurulabilmesi için Chelsea'den Mühendis John Meir ile anlaşılmıştı. Kendisine ayda 25 sterlin verilecekti. Mühendis John Meir'e limonluğu yapan Vested Buyly ve ortakları tarafından otuz dört adet resmi içeren bir kuruluş şeması verilmiş ve bu resimlerle limonluğun sekiz ay zarfında kurulabileceği belirtilmişti. Mühendis Karadeniz'e işleyen gemilerden birisiyle, baş kamarada olmak üzere ve yiyecek-içeceği temin edilmek şartıyla İstanbul'a gelecekti. İşini bitirdikten sonra da en geç iki ay içerisinde İngiltere'ye geri dönecekti. Limonluğun kurulmasına 17 Ağustos 1864'te başlanır. Mühendisin çalışabilmesi için gerekli malzeme ve iş gücü de kendisine sağlanır ve belirtilen süre içerisinde limonluk kurulur.
Özenle hazırlanan ve zorlu uğraşlarla Çırağan Sarayı bahçesine kurulan bu limonluğun ömrü ne yazık ki çok uzun süreli olmaz. Sarayın tamamlanmasından iki yıl sonra, 6 Şubat 1873'te sökülerek arkada bulunan büyük koruluğa nakledilir. Yerine de "Çini Köşk" adı verilen bir köşk yapılır. Bu köşk de 1905 yılında yapılan tamiratta hayli harap olmasından dolayı yıkılmıştır.
Limonluğun camlarının kalitesinden dolayı "Billur Köşk" adıyla da anıldığı olmuştur. O tarihler de İstanbul'da bulunmuş olan bir Rus yazarı Billur Köşk hakkında şu bilgileri vermektedir: "Çırağan Sarayı'nda evvelce tıpkı Londra Billur Sarayı gibi billurdan bir limonluk yapılmış ve içine binlerce öter kuş salıverilmişti. Halbuki saray inşaasının sonrasında Sultan Aziz kuşların fazla gürültüsünden ve limonluğun güneş hararetiyle pek fazla ısınmasından rahatsız olarak Billur Köşk'ü yıktırdı."
Limonluğun yanında sarayın müteahhitlerinden Kirkor Kalfa tarafından 22 Mayıs 1872'de 1.058.568 kuruş masrafla bir kuşluk da yapılmıştı. Ayrıca sarayın bahçesinde beşi büyük olmak üzere birçok havuz yapılmıştı.
Sultan Abdülaziz'in hayvanlara karşı olan ilgisinden dolayı ve özellikle arslan sevgisi nedeniyle bahçede bir "Arslanhane" inşa edilmişti. Padişahın bu tutkusundan dolayı çeşitli ülkelerden ve yurt içinden yetiştirilmek üzere İstanbul'a hayvanlar getirtilmekteydi. Örneğin 4 Mart 1863'te Sultan Abdülaziz için Bağdat civarından yüz altmış beş Arap atı, üç arslan, bir Van kedisi ve bir sansar satın alınmıştı. Çırağan Sarayı bahçesinde, zürefalar için de bir yer yapılması, burada küçük bir hayvanat bahçesinin oluşturulduğunu gösteriyor.
Padişahın arslan sevgisi o denli yüksekti ki , bu hayvanların heykellerinin yapılması için İtalya'da Carraro'dan mermerler getirtilmişti. Yapılan heykeller bahçenin çeşitli yerlerini süslerken, sarayın yanması üzerine iki arslan heykeli Dolmabahçe Sarayı bahçesine gönderilmişti.
Çırağan Sarayı'nın Kullanıma Başlanması
Çırağan Sarayı inşaatının 27 Eylül 1871'de tamamlanması üzerine, Sultan Abdülaziz gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra 1872 yılı mayıs ayı başlarında yeni sarayına yerleşir. Saray inşaat alanında geriye kalan malzemelerin Ortaköy'de Fatma Sultan için yapılmakta olan binada kullanılmasına karar verilir (6 Ağustos 1872).
Sultan Abdülaziz, yapımında hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayan ve hazineye oldukça pahalıya mal olan Çırağan Sarayı'nda çok uzun süre oturmadı. Sarayı ilk ziyaretinde üst kat salonunda parkeden ayağı kayıp düşmesi, halk arasında, mevlevihanenin yıktırılarak saray arasına katılmasının padişaha uğursuzluk getirdiği gibi dedikoduların çıkmasına yol açmıştı. Sarayın bir türlü ısıtılamaması da Sultan'ın yeniden Dolmabahçe Sarayı'na dönmesine sebep oldu. Ancak Harem'in bir kısmı sarayda oturmaya devam etmişti. Sultan Abdülaziz son kez 1876 yılının 11 Mart'ında buraya gelerek bir süre ikâmet etti.
30 Mayıs 1876'da tahttan indirilen Sultan Abdülaziz Dolmabahçe Sarayı'ndan, Topkapı Sarayı'na gönderildi. Burada kendisine amcası III. Selim'in dairesinin ayrılmış olduğunu görünce oldukça üzüldü. Üstelik dairede oturacak yer de yoktu. Kendisinin ve çocuklarının o sırada yağan yağmurdan sırılsıklam olmuş bir halde ortada kalması eski hükümdarı büsbütün incitmişti. Bir müddet sonra hazırlanan odaya geçince de Sultan V. Murad'a bir mektup yazarak kendi isteğiyle Çırağan Sarayı'nın üst tarafında , karakolhaneye bitişik fer'iyye dairelerinden birine yerleştirildi (1 Haziran 1876). Fakat 4 Haziran 1876 günü odasında bilek damarları kesilmiş halde bulundu.
Sultan Abdülaziz'in naaşı, yan tarafta bulunan karakolhanenin kahve ocağına taşında ve bir ot yatağının üzerine yatırılıp üzerine bir perde örtüldü. İstanbul'da bulunan elçilik hekimlerinin de katıldığı ondokuz kişiden kurulu doktorlar heyetinin Sultan Abdülaziz'i muayene ederek bir rapor hazırlaması kararlaştırıldı. Ancak Marko Paşa başta olmak üzere bazı doktorlar, eski hükümdarın naaşının karakolda bulunduğu durumdan üzüntü duyarak, muayeneye fiilen katılmadılar. Yüzeysel bir muayeneden sonra Sultan Aziz'in bir makasla intihar ettiğine karar verildi. Raporun hazırlanmasından sonra, Sultan Abdülaziz'in naaşı Topkapı Sarayı'na nakledilerek burada yıkandı ve babası II. Mahmud'un Divanyolu'ndaki türbesine defnedildi.
Sultan II. Abdülhamid'in saltanatı döneminde, Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğüne dair bazı söylentilerin ortaya çıkması üzerine bir mahkeme heyeti oluşturuldu (30 Mayıs 1881). Onun hal'inde ve hal'inden önce hizmetinde bulunanlar ve dönemin devlet adamları teker teker sorguya çekildiler.
Sonuçta Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğüne karar verildi. Mahkeme kararına göre Pehlivan Mustafa, Hacı Mehmed ve Cezayirli Mustafa ile Mabeynci Fahri Bey bilfiil taammüden öldürme olayına katıldıklarından dolayı; Midhat, Mahmud, Nuri Paşalar'la, Binbaşı Necib ve Binbaşı Namık Paşazade Ali Beyler de suç ortağı sayıldıklarından idama mahkum oldular. Daha sonra idam cezaları ömür boyu hapse çevrildi. Mahkumların cezalarını Taif'te çekmelerine karar verildi.
Sultan Abdülaziz'in hal'inden sonra tahta çıkan Sultan V. Murad'ın (30 Mayıs 1876) saltanatı uzun sürmedi ve akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle 31 Ağustos 1876'da tahttan indirilerek Çırağan Sarayı'na gönderilir. Artık Sultan V. Murad için Çırağan'da yirmi sekiz yıllık bir hapis hayatı başlıyordu.
Sultan II. Abdülhamid tahta çıktığında kısa bir süre Dolmabahçe Sarayı'nda oturdu. Bu süre zarfında Çırağan Sarayı'nda bulunan bir kısım eşya Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi (25 Ekim 1876). Ancak II.Abdülhamid kendisinin de Sultan V. Murad gibi saltanattan uzaklaştırılabileceği endişesiyle Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılarak daha güvenli olan Yıldız Sarayı'nı kullanmağa başladı.
20 Mayıs 1878'de Sultan V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak amacıyla Ali Suavi ve etrafına topladığı yüzü aşkın Rumeli göçmeni tarafından Çırağan Sarayı'na bir baskın düzenlendi. Ali Suavi ve arkadaşları sarayın muhafızlarını etkisiz hale getirdikten sonra ikinci kattaki Sultan V. Murad'ın dairesine girdiler. Daha önceden haberli olduğu için giyinmiş vaziyette bekleyen V. Murad'ı saraydan çıkarmaya çalışırlarken olayı haber alan Beşiktaş Karakolu muhafızı Hasan Ağa (Yedi sekiz Hasan Paşa) bir grup askerle sarayı kuşattı. Çıkan çarpışmada Ali Suavi ve yirmi üç adamı ölmüş, bir kısmı yakalanmış, gerisi de kaçmayı başarmışlardı. Sultan V. Murad bu olay karşısında heyecana kapılarak kendisini hazine dairesine atmış ve kapıyı da arkasından kilitlemişti. Olayın bastırılmasından sonra V. Murad bir müddet Malta Köşkü'nde göz hapsinde tutuldu. Ancak bir süre sonra tekrar Çırağan'a nakledildi.
Ali Suavi vak'asından sonra dışarıyla tamamen irtibatı kesilen eski hükümdar, daha sonraları Beşiktaş Ortaokulu olarak kullanılacak olan binada oturmaya başlamıştır.
Sultan II. Abdulhamid, V. Murad'ın yeniden kaçırılma teşebbüslerine karşılık oldukça sıkı tedbirler aldırmıştı. Sarayın muhafız sayısı arttırıldığı gibi, kara ve deniz tarafından hiç kimse yanına dahi yaklaştırılmıyordu. Adeta bir yasak bölge ilan edilmişti. Saraya günde üç öğün yemek getiren tablakarlardan başkası giremiyordu. Sarayın arkasında yer alan Beşiktaş-Ortaköy caddesini kullananlar duraklamadan, etrafa bakınmadan ve kimseyle konuşmadan buradan hızlı adımlarla geçmek zorundaydılar. Sarayda bulunan V. Murad ve aile fertlerinin her ne sebepten olursa olsun, dışarı çıkmaları yasaklanmıştı.
Çırağan sarayı, siyasi koşullar nedeniyle, Sultan V. Murad'ın ölümüne değin (1904), ilgisizlik ve bakımsızlıktan oldukça harap bir duruma gelmişti. Sarayın tamir ve onarımı gereken yerlerine çok acil bir durum olmadıktan sonra herhangi bir müdahelede bulunulmamaktaydı. Bu dönemde birkaç köşk ilgisizlikten dolayı yıkılıp ortadan kaldırılmıştı. Genel olarak bütün köşk ve kasırların tamir ve bakımıyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda Çırağan Sarayı hakkında ya padişahın özel izni gereğince müdahalede bulunabiliyor veya hiç bahsi dahi geçmiyordu.
1881 yılı Ağustos ayı içerisinde Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa tarafından padişaha sunulan bir raporda; saray ve kasırların uzun zamandan beri gerekli tamirlerin yapılmamasından dolayı harabiyete yüz tuttukları ve dört-beş milyon lira sarfıyla meydana gelmiş olan bu saray ve kasırların bir kış daha böyle bakımsız bırakılır ise bu kadar masrafla meydana getirilen binaların büsbütün harap olacağı ve ileride yapılacak tamiratlarında oldukça büyük masraflara yol açacağı belirtiliyordu. Bu amaçla Sermimar-ı Devlet Serkiz Bey, Vasilaki Kalfa, Sabık Erkan-ı Harbiye Reisi Mahmut Mesud Paşa ve Hazine-i Hassa Hey'et İdaresi'nde oluşturulan bir komisyonla bütün saray ve kasırların muayene edilerek keşiflerinin yapılmasına karar verildi. Bu iş için Hazine-i Hassa'dan kırk sekiz bin lira ayrılmıştı. Ancak bu kadar teferruatlı bir incelemede Çırağan Sarayı ayrı tutulmuş ve oluşturulan komisyona Çırağan Sarayı'nda herhangi bir işlemde bulunmaması belirtilmişti (19 Ağustos 1881).
1891 yılında da yine saray ve kasırları koruma altına almak amacıyla bir talimat layihası hazırlanmıştı. Buna göre saray ve kasırlar ehemmiyetlerine göre üç kısma ayrılıyorlardı. Yıldız Mabeyn, Yıldız Bendegân, Ayazağa Kasrı, Maslak Kasrı, Nisbetiye Kasrı, Nişantaşı'ndaki Taş Konak birinci kısımda; Dolmabahçe Sarayı, Harem ve Efendiler Daireleri, Hırka-i Saadet ve Emanet-i Mahsusa Daireleri, Koşu Çağlayan Kasrı ve Miriahur Kasrı ikinci kısımda yer alırken üçüncü kısımda da; Beylerbeyi Sarayı, Kalender Kasrı, Beykoz Kasrı, Tokat Kasrı, Küçüksu Kasrı, Hekimpaşa Kasrı ve Alemdağı Kasrı bulunuyordu. Hazine-i Hassa'da görevli kalfa ve mühendislerden birer kalfa ve mühendise bu binalar taksim olunacak ve hemen hemen her ay keşif ve muayenede bulunulacaktı (Ekim 1891).
Çırağan Sarayı bu dönemde de yine ihmal edilmişti. İsimleri belirtilen köşk ve kasırların dışında kalan diğer binaların tamir ve keşiflerinin padişahın iznine tabi olacağı belirtilerek, Çırağan Sarayı ile ilgili herhangi bir kontrol işleminin ancak padişahın oluru ve denetiminde yapılabileceği vurgulanıyordu.
Gümüşsuyu Hastahanesi'nin yeterli büyüklükte olmaması nedeniyle 12 Kasım 1880 tarihinde Çırağan Sarayı Paşa Dairesi'nin bir müddet hastahane olarak kullanılmasına karar verilmişti.
Çırağan Sarayı binalarından kuşhane olup daha sonra karakolhaneye çevrilerek Kılıç Ali Karakolu ismini alan yapının 27 Nisan 1883'te dokuz bin yüz altmış üç kuruş masrafla tamiri yapıldı.
7 Aralık 1886'da Çırağan Sarayı Ağalar Dairesi ile Bekçi Koğuşu'nun, Çadır Kasrı Bekçibaşısı Ali Rıza Efendi tarafından yapılan başvuru ile keşfi yapılarak on üç bin kuruş harcanarak tamiri yapıldı.
1888 yılı Ocak ayı başlarında çıkan bir fırtınadan sarayın rıhtımları ve bazı bölümleri büyük hasar görmüştü. Deniz kenarında bulunan köşk yıkılmak üzereydi. Gerekli tamiratın yapılması için Dikran ve Ohannes Kalfalar ile Hazine-i Hassa Mühendislerinden Safvet Salih Efendi tarafından 2 Ocak 1888'de ilk keşfi yapıldı. Aynı heyet tarafından 23 Şubat 1888'de ikinci bir keşif daha yapılarak onarımına başlandı. Sarayın çatılarında bulunan arızalı kurşunlar çıkarılarak yenileri konuldu. Mabeyn saltanat kapısı üzeri akmakta olduğundan mermer olukları ve kurşunların tamir edildi. Harap olan köşkün yıkılarak, çok kıymetli mermer sütunlarının da dikkatlice indirilip, sağlam bir yerde muhafazasına karar verildi. Sed duvarları üzerinde bulunan parmaklıklar yenilendi. Rıhtımda triyeste döşemeli mahallerin oynamış olan taşlarının noksanları giderildi. Paşa Dairesi önünde bulunan rıhtım fesh edilerek yerine yenisi yapıldı. Deniz kenarında bulunan ve yıkılmasına kara verilen köşkün önündeki rıhtım da harap olduğundan bunun da tamiri yapıldı. Bütün tamirat ve onarımlar için toplam 658.644 kuruş harcanmıştır.
İstanbul'da, şehrin gaz ile aydınlatılması hususunda, "İstanbul Şehrini Tenvir Şirketi" adı altında kurulmuş ve belli bir müddet bu imtiyazı elinde bulundurma iznini almış olan kuruluşla, sarayların aydınlatılması konusunda bir anlaşma yapılır (8 Ağustos 1891).
Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa ile Almanya Devleti teb'asından ve İstanbul Şehrini Tenvir Şirketi Meclisi İdare Azası ve vekili Mösyö Frans Simon arasında yapılan anlaşmaya göre; hazinece ücretsiz olarak verilecek bir arazi üzerine Mösyö Simon tarafından Saray-ı Hümayunlar ile ek binalarına ait olmak üzere bir gazhane inşa edilecekti. Bu gazhaneden Yıldız Sarayı, Beşiktaş Sarayı, Çırağan Sarayı, Nüzhetiye Kasrı, Hamadiye, Orhaniye, Valide ve Mecidiye Camii Şerifleri ve Şazeli Dergahı ile bunların civarındaki askeri kışla ve karakolların Fer'iyye Daireleri ile Yıldız ve Dolmabahçe'de bulunan Istabl-ı Amireler ve mutfakların içinde ve dışında bulunan fener ve kandillerin şirketin imtiyaz süresi müddetince ücretsiz olarak aydınlatılması karara bağlanmıştı.
Sultan V. Murad'ın 29 Ağustos 1904'te vefatından hemen sonra , çok zaruri hallerden başka hiçbir ilgi gösterilmemiş ve bakımsızlığa terkedilmiş olan Çırağan Sarayı'nda büyük bir onarım faaliyeti içerisine girilir.
Fransa'nın İstanbul Büyükelçiliği Mimarı Antoine Perpiqnani, Sultan II. Abdülhamid tarafından görevlendirilerek, Tüfengi Tahir Paşa ve Mabeyn-i Hümayun Müdür-i Sanisi İzzet Bey ile birlikte 22-25 Mart 1905 günleri arasında, Çırağan Sarayı'nı baştan aşağı tetkik ve kontrol ederek genel olarak planlarını çizip bir rapor hazırlar.
Antoine Perpiqnani raporunda, sarayın acilen tamir edilmesi gerektiği ve hatta iki yıl daha böyle bırakılacak olur ise tamirinin mümkün olamayacağını belirtiyordu.
Mabeyn, Yatak ve Valide Daireleri'nden oluşan asıl saray binasının, bodrum katından en üst katına kadar tamamiyle tamire ihtiyacı vardı. Bunun nedeni de , sarayın inşaasında çatısına kaplanmış olan kurşunların, sonradan yapılan tamiratlar esnasında kaldırılarak yerlerine konulan galvanizli oluklu saçların bir müddet sonra çürümeleri ve dereler ile boruların yağmur sularını taşıyamayacak derecede dar ve kötü bir şekilde yapılmış bulunmasından dolayı suların uzun müddet bina içerisine akması olmuştu. Bu nedenle önce çatıya eskiden olduğu gibi kurşun kaplanmasına, mevcut dere ve boruların daha genişletilmesine ve ikinci katın hemen bütün tavanlarının akan sulardan dolayı harap olmuş parkelerinin, rutubetten bozulmuş bazı duvar nakışlarının, kapıları ile pencerelerinin dışarıda bulunan dört Marmara merdiveni sahanlıklarının, dahili merdivenlerinin, hamamlarının ve Ortaköy yönünde göçük derecesine gelmiş olan iki büyük mermer döşemeli saltanat holünün tamirine karar verilir. Tahmini olarak 13.192 lira harcama yapılması gerekiyordu.
Sarayın Harem Dairesi de , çatının bozukluğu nedeniyle harap bir duruma gelmişti. Bunun da ikinci katının bazı nakışlarının, abdesthane döşemelerinin, kapı ve pencerelerinin, hamam ve müştemilatının tamirine ve bodrum katının tamamen çürümüş olan döşemelerinin yenilenmesini istenir. Cephesinin tamiriyle korkuluklarına kurşun kaplatılmasına ve arka tarafta bulunan avluda mevcut hamamın müştemilatıyla birlikte çatı, sıva, kapı ve pencerelerinin ve holde hademeye ait üç dairenin tamirine toplam 6.180 lira keşif bedeli konmuştu.
Ağalar Dairesi'nin harap olmasının nedeni de diğer iki dairede olduğu gibi çatısının bozukluğuydu. İkinci katının çatısı ile tavanının, diğer katların döşemelerinin tamiriyle, tamir edilemeyecek durumda olan kapı ve pencerelerinin yenilenmesi, yağlı boya ve badanasının yapılması için 4.800 lira öngörülmüştü.
Sarayın Mabeyn Dairesi arkasında, sed duvarlarının Ortaköy Caddesi üzerinde bulunan köprüyle birleştiği noktada "Çini Köşkü" ismiyle anılan bir köşk yer almaktaydı. Bu köşk tamir edilemeyecek derecede harap olduğundan yıkılarak, çok güzel ve parlak olan çinilerinin dikkatlice sökülerek temizlenip sandıklara konulması uygun görülür. Bu işlem için yaklaşık 204 lira gerekmekteydi. Çıkarılan çinilerden en adi bir numunesinin çizimi yapılarak padişaha sunulmuştur.
Saray-ı Hümayun'un kısmen taştan ve kısmen demir parmaklıktan ibaret olan muhafaza duvarlarının taş kısmı cüz'i tamire ve dökmelerin üzerindeki boya ve pasların kazınarak temizlenip yeniden yağlı boya ile boyanmaya ihtiyacı vardı. Deniz tarafındaki rıhtım üzerinde yer alan üstü parmaklıklı muhafaza duvarları, Marsilya taşından inşa olunmuş olup, içerden ve dışardan bir takım silmelerle süslenmiş olmasına rağmen zamanla bozulmuş olan bu süslemelerin yenilenmesine ve duvarın iç kısmında bulunan Mermer Köşk'ün içerisinden yıkılmış olması dolayısıyla, deniz tarafında mevcut her biri ikiyüz lira kıymetinde olan ondokuz adet büyük sütun ve on adet küçük sütununun başka bir binada kullanılmak üzere kaldırılması için 2.870 liraya ihtiyaç duyulmaktaydı.
Sarayın rıhtımı sağlam olmasına rağmen üzerinde bulunan mermer döşemeler tamamen bozulmuş ve adeta ağaç gibi eğilip kabarmış olduğundan, rıhtım tamiri için de 4.150 lira gerekiyordu.
Ağalar Dairesi'nin Beşiktaş yönündeki limanının taş ve yosunlardan temizlenmesi için yaklaşık 320 lira, bahçedeki havuzların tamiri için de 140 lira harcanacaktı.
Saltanat kapılarının mermerlerinin temizlenerek demir dökme kapılarının boyalarının yenilenmesi için 1.205 lira ve toplam olarak Çırağan Sarayı'nın bütün müştemilatıyla birlikte yapılacak masraf 36.367 lira olarak belirlenmişti.
Antoine Perpiqnani tarafından yapılan keşiften sonra, sarayın acil olarak tamir edilmesi ihtiyacı yönetim tarafından kabul edilerek gerekli kaynak arayışı içerisine girildi. Bunun için Hazine-i Hassa Nazırı Ohannes Efendi, diğer masraflardan kesilerek, haftada 500 lira kadar bir paranın Çırağan Sarayı tamiratı için ayrıldığını belirtiyordu (28 Haziran 1905).
Yapılan tamirattan bir müddet sonra, sarayın bazı bölümlerinde iç döşemeyle ilgili olarak çalışmalara başlandı. Harem Dairesi'nde onüç oda ve bir sofa Hereke Fabrikası mamulatından kumaş ve halılarla döşendi. Mobilya ve diğer eşyaları yeniden imal edilerek dairenin alt ve üst katlarında bulunan bütün oda ve sofalar ile merdivenlerine hasır serildi. Mabeyn Dairesi'ne yüzaltmış bir adet şemsiye asımı ile birlikte toplam olarak 82.061 kuruş harcama yapıldı (2 Eylül 1807).
Sultan II. Abdülhamid döneminde Çırağan Sarayı ile ilgili olarak yapılan son tamirat çalışması 15 Mart 1908 tarihli Paşa Dairesi'nin cephe sıvalarının yenilenmesi olmuştur.
Sarayın Meclis-i Meb'usan Binasına Çevrilişi ve Yanışı
Sultan II. Abdülhamid'in saltanatı sonlarına doğru 23 Temmuz 1908'de anayasa tekrar yürürlüğe girerek II. Meşrutiyet ilan edilmişti. Yapılan seçimler sonucu 17 Aralık 1908 günü Sultanahmed'de eski Evkaf Dairesi'nde Meclis-i Meb'usan'ın açılışı yapılır. 31 Mart 1909 olaylarından sonra gelişen hadiseler neticesinde, Meclis-i Meb'usan'da yapılan oylama sonucu II. Abdülhamid'in hal'ine karar verilir (27 Nisan 1909). Tahttan indikten sonra Sultan II. Abdülhamid'in Çırağan Sarayı'ında oturma isteği kabul olunmayarak Selanik'e gönderilir ve Sultan V. Mehmed Reşad Osmanlı Tahtı'na çıkarılır.
Meclis-i Meb'usan Reisi görevinde bulunan Ahmed Rıza Bey, meclis binasının yetersizliğinden yakınmaktaydı. Bu nedenle V. Murad'ın vefatından beri kullanılmayan Çırağan Sarayı'nı ideal meclis binası olarak görmekteydi. Mekteb-i Harbiye'de yapılan bir toplantıda bu fikirini Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa'ya açmış ve olumlu karşılanmıştı. Ancak Şeyhülislam Sâhib Bey bu fikre şiddetle karşı çıksa da Ahmed Rıza Bey'in bu isteğinin önüne geçememişti.
Ahmed Rıza Bey Çırağan Sarayı'nın meclise verilmesi için padişaha başvurmuş, Sultan V. Mehmed Reşad da buna pek razı olmamakla birlikte birden bire red cevabı veriyor olmamak için Ahmed Rıza Bey'e; "Hele lazım gelenlerle bu hususta bir konuşayım, alacağım kararı size sonra bildiririm " gibilerden biraz baştan savma sözlerle geçiştirmek istemişti. Ancak Ahmed Rıza Bey işi bir oldu bittiye getirmek için ertesi gün gazetelere bir demeç vermiş, padişah hazretlerinin Çırağan Sarayı'nı Meclis-i Meb'usan'a ihsan buyurduğunu ilan etmişti. Bu durum karşısında yapacak bir şey bulamayan Sultan Reşad ister istemez bu oldu bittiye boyun eğmişti.
Bütün bu olayların sonucunda Çırağan Sarayı meclis binası olarak kabul edildi ve meclisin ikinci dönem oturumlarına hazır olacak şekilde bazı düzenlemelere tabi tutuldu. Sarayın üst katındaki çok süslü üç salondan Boğaziçi'ne bakan birincisi padişaha ayrıldı ve bir taht konuldu. Ortadaki salon Meclis-i Meb'usan'a ve İstanbul tarafındaki salon ise Meclis-i Ayan Daireleri'ne ayrılmış ve çeşitli odalar encümenlere tahsis edilmişti. Yıldız Sarayı Şale Köşkü'nde birçok eşya ve meşhur ressam Ayvazovski'nin eserleri getirilmişti. Sarayda yapılan bu çalışmalar için 20.000 lira harcama yapılmıştı.
14 Kasım 1909'da Meb'usan Meclisi'nin ikinci dönem açılışı parlak bir şekilde yapıldı. Alayla açılış törenine gelen Sultan V. Mehmed Reşad'ın yanında Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi ile Şehzade Vahdeddin Efendi bulunuyordu. Program gereğince Çırağan'a gitmiş olan Şehzadelerle hükümet üyeleri, ayan ve meclis başkanı padişah hazretlerini taşlıkta karşıladılar. Saltanat kapısı önüne dizilen müslüman, rum, ermeni ve musevi okulları öğrencileri hürriyet ve vatan şarkıları söylediler ve dizi dizi padişahı alkışladılar. Sultan Mehmed Reşad törene resmi olarak çağrılmış bulunup da salonda yerlerini almış olan elçilerin her biri ile ayrı ayrı konuştu ve kendilerine münasib kelimelerle iltifatta bulundu. Açılış nutkunu padişah adına Sadrazam Hüseyin Hilmi paşa okudu. Bu sırada, özel locasında bulunan hükümdarın sağında şehzadeler ve saray mensupları, salonda da nâzırlar yer almışlardı.
Sarayın Meclis-i Meb'usan olarak kullanılışı çok uzun sürmedi. 19 Ocak 1910'da sebebi anlaşılamayan bir kaza sonucunda Çırağan Sarayı Harem ve Ağalar Dairesi dışında tamamen yanar. Durumu öğrenince son derece üzüntü duyan Sultan Mehmed Reşad birçok saray görevlilerini yangın yerine gönderir. Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi ile şehzadelerden pek çoğu birer birer olay yerine giderler.
Yangın Meclis-i Meb'usan salonu üst katından ve muhasebe dairesi üstüne rastlayan, bahçeye bakan çatı arasındaki kalorifer bacasından çıkmıştı.
Yangını ilk evvel üçüncü şubede bulunan meb'uslardan bazıları duman kokusunu duyarak hademeye bildirmişlerdi. Hademeler yukarı çıkıp kalorifer bacasının yan ve etrafındaki ince sacları koparmışlar ise de, altı tamamen yanmıştı. Getirilen bir iki kova su, hatta daha sonra yetişen itfaiye heyeti rüzgârın şiddetinden söndürememişlerdi. İtfaiye bahçedeki havuzdan su almak istemiş, fakat hortum 27 metre olduğu için yangına su yetiştirilememişti. Haliç'deki donanmadan Mesudiye Zırhlısı, Romorkör Kumpanyası'nın itfaiye vapuru , Amerika ve Rus Sefaretlerine ait birer yat sarayın önüne gelmişler, ancak lodosun şiddetli esmesi yüzünden yapılan yardım neticesiz kalmıştı.
Yangın esnasında can kaybı olmamıştı. Sarayın elektrik hademesinden Polpus Papa De Pulos yangın sırasında eşya kurtarmak amacıyla içerde kalmış, fakat geç kalınca alevlerin etrafı sarması sonucu pencereden atlayarak ayağını sakatlamıştı.
Resmi evrak ve defterlerden bazıları kurtarılmış, yalnız gizli evrak odasının kapısı kilitli ve kırılamadığı için bir çok defter yanmıştı. Yangından iki gün evvel Meclis-i Meb'usan'a getirilen tablolardan çoğu kurtarılmış ise de Sultan V. Murad'ın kütüphanesi kurtarılamamıştı. Meclis-i Ayan ve Meclis-i Meb'usan encümenlerinin evrakları, padişahın dairesindeki kıymetli eşya ile gümüş takımları ve bilhassa Yıldız'dan getirilen iki metre uzunluğunda dört şamdandan üçü sağlam, biri de pencereden atıldığı için hurda halinde kurtarılabilmişti.
Sarayın yanışından bir gün öncesine kadar, on iki gün boyunca Yıldız Sarayı'nın Şale Kasrı'ndan, Silahhane'den, Mabeyn-i Hümayıun'dan, Daire-i Hususiye'den getirilen eşyaları da ne yazık ki tamamiyle yanmıştı.
6 Ocak 1910'dan, 18 Ocak 1910'a kadar Yıldız Sarayı'ndan Çırağan Sarayı'na getirilen eşyalar şunlardı:
Şale Kasrı'ndan alınanlar; iki adet çinkâri vazo, iki adet maden kulplu çinkâri vazo, İstanbul'un fethini tasvir eden tablo, üç adet elektrikli fener, balgâmi taşından mamül madeni dört kollu saksı, iki adet ayakları somaki taşından büyük vazo, iki adet madeni kulplu çinkâri maun ayaklı vazo.
Silahhane'den alınanlar; Beş adet sedef işlemeli rahle ve dolap, üç adet hat levhası, bir adet dürbün.
Mabeyn-i Hümayun'dan alınanlar; bir adet cilalı dört köşe sigara sehpası, bir adet hat levhası, iki çift gümüş şamdan, bir çift gümüş oturtma saat, sekiz adet yağlı boya tablo, iki adet on üçer kollu gümüş şamdan, iki adet yedişer kollu gümüş şamdan, iki adet beşer kollu gümüş şamdan, dört adet vazo, iki adet billur fener.
Daire-i Hususiye'den alınanlar; altı adet lake dolap, bir adet maun üstü pirinç kaplama dolap, beş adet çinkâri dolap, dört adet kadife koltuk, bir adet orta masası ve yazı takımı, üç adet camlı dolap, iki adet pirinç kaplama dolap, üç adet asma saat, iki adet ipek seccade, bir adet camlı dolap, bir adet kitap dolu kütüphane, iki adet etajer, bir adet hareket eder kitaplık, on takım çay fincanı ve tabak, iki adet ayaklı elektrik şamdanı, bir adet büyük barometre, bir adet hilye-i saâdet.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Nisan 2009       Mesaj #4
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Çırağan Sarayı'nın Mimari özellikleri
Üslup ve Planı
Çırağan Sarayı, 1863-80'li yıllarda yaygınlık kazanmış olan oryantalist üslubun en önde gelen örneklerinden birini teşkil etmektedir. Geç dönem Osmanlı mimarlığına egemen olan eklektik üslup anlayışı 1860 sonrasında oryantalist eğilimlerin de katılımcılarıyla daha da çeşitlenmiştir. Geçen yüzyılda batı dünyasında büyük ilgi ve beğeni kazanarak farklı türlerdeki yapılarda uygulanmış olan oryantalizm, Türkiye'de ilk kez Sultan Abdülaziz döneminde çok sayıda yapıda uygulanmış ve Osmanlı bezeme geleneğine de yabancı düşmediğinden doğal olarak beğeni kazanmıştır.
Batı Avrupa çıkışlı olan bu modanın İstanbul'daki yansımasında özellikle Mağrib mimarlığı izlerinin baskın unsur olduğu gözlenmektedir. Model alınan, aynı içerikli Avrupa Oryantalizminin ilk ve ana kaynağının İspanya'daki Elhamra Sarayı olması, bu yapıyı Osmanlı örneklerinde de dolaylı olarak pay sahibi yapmıştır.
Sarayın iç ve dış mekânların arasında üslup açısından farklılıklar gözlenir. Cephede klasik vurgular arasında neo-gotik motifler kullanılmıştır. İç mekânlar ise oryantalist bir anlayışla düzenlenmiştir.
Saray plan açısından başlıca dört kısma ayrılır. Bunlar; Mabeyn, Yatak ve Valide Daireleri'nden oluşan Büyük Saray-ı Hümayun, Harem Dairesi, Ağalar Dairesi ve çeşitli yapılardan oluşan müştemilatı. Sarayın bulunduğu alan 115 metre genişliğinde 664 metre uzunluğunda olup toplam 76.360 m2 lik bir alanı kaplamaktaydı.
Büyük Saray-ı Hümayun; bodrum kat dahil üç kattan oluşmuştu. Toplam olarak 9.850 m2 lik bir alanı kaplıyordu. En üst katta birbirinden şekil itibariyle farklı yapılmış, fakat büyüklükleri birbirine yakın olan üç sofası vardır ve üçü de merkezi tiptedirler. Her birinin deniz ve kara tarafında eyvanlar vardır. Yalnız Ortaköy tarafındaki bölümdekinin o tarafa nazır bir eyvanı daha vardır. Bölümler merdivenlerin iki tarafına alınmış çifte koridorlarla birbirine bağlıdır. Merdivenler iç aydınlıklardan ışık alırlar. Odalar her sofanın dört köşesine muntazam bir şekilde taksim edilmiştir. Yalnız kara tarafından ayrıca bölünmüşlerdir. Binanın planı cephede tamamiyle ifade edilmiştir. Planda mihverler gayet tertiplidir. Orta sofanın cephesi iki yandakilerden biraz daha geniş tutulmuştur. Selamlık hamamı bütünüyle dışarıya çıkarılmıştır.
Binanın cephe düzenlenmesinde, 120 m.'ye varan uzunluğunun ortası çökmüş görünmemesi için, optik bir düzenlemeye başvurulmuş ve orta kısım biraz yükseltilip iki yana doğru hafif eğilim vererek düzeltilmiş bir algılama sağlanmıştır. Tek bir kitleden oluşan cephe ritmik bir düzen içerisindedir. Pencereler boyut bakımından birbirinin aynıdır. Salon, oda ve balkonlu oda pencereleri yalnızca üst kısımlardaki dekoratif biçimler bakımından ayrılır.
Saraya deniz tarafında iki yönlü büyük mermer merdivenlerle girildiği gibi, öteki yönlerinde de mermer merdivenler bulunmaktadır. Deniz tarafındaki merdivenlerle "Direkli Salon"a girilir. Bu salon 40 m. uzunluğunda, 20 m. genişliğinde ve 14 m. yüksekliğindeydi. Sarayın dış cephelerinde ve içinde 1.300 mermer, porfir, somaki direk bulunuyordu. İçinin duvarları tümüyle beyaz, pembe ve yeşil mermer ile işlenmişti.
Harem dairesi, büyük Saray-ı Hümayun dairesi gibi bir bodrum ve iki ana kattan oluşmaktaydı. Toplam on dört odadan oluşan yapı, 6.180 m2 büyüklüğündeydi. Ağalar Dairesi de yine bodrum, birinci ve ikinci katlardan oluşuyordu. Ağalar Dairesi'nin toplam büyüklüğü 2.400 m2 idi.
Sarayın, cadde üzerinde bulunan köprü ile birleştiği noktada vaktiyle bir Çini Köşkü mevcuttu. 1905 yılı tamiratında harap bir vaziyette olduğu için çinileri sökülüp muhafaza altına alınmış ve 360 m2 büyüklüğündeki yapı yıkılmıştı. Yine, rıhtımda "Mermer Köşk" adında bir yapı daha mevcuttu. Bu da önce 1888 ve daha sonra 1905 yıllarındaki tamiratlarda yıkımına karar verilen yapılardan biriydi.
Sarayın muhafaza duvarları kısmen taş ve kısmen dökme demirlerden oluşmaktaydı. Rıhtımda bulunan üstü parmaklıklı muhafaza duvarları Marsilya taşından inşa olunmuştu. Muhafaza duvarlarının toplam uzunluğu 3.070 m. idi.
Süslemesi
Çırağan Sarayı süsleme açısından oldukça zengin bir görünüşe sahipti. Saray içerisinde ağırlıklı olarak geometrik süslemeler kullanılmıştı. Temelde saray, bütün yönleriyle birbiriyle uyum içinde olan bir düzene sahiptir. Mobilyasından kapılarına, pencerelerinden sütunlarına ve halılarından tavanlarına varıncaya kadar bilinçli bir süsleme anlayışı içerisindedir.
Sarayın tasarımını yapanlar, genel olarak bütün sarayın bir geometri armonisi içerisinde ayrı ayrı unsurlarda hemen hemen aynı motifi kullanarak muazzam bir denge yakalamışlardı. Bu ince tasarım sarayın inşa faaliyetleri sırasında birer birer siparişleri verilen her üründe kendini göstermekteydi.
Sarayın inşası devam ederken, Gördes ve Uşak'a sipariş olunan halıların kontratında bir nokta dikkati çekmektedir. Kontratın ikinci bendinde istenilen halıların özellikleri sayılırken, halılarda bulunması istenilen ve "şeşper" adı verilen altıgen bir madalyonun üzerine vurgu yapılmakta ve gösterilen bu motifin uygulanmasına dikkatle riayet olunması istenmekteydi.
Çırağan Sarayı ile aynı anda yapılmış olan Beylerbeyi Sarayı için böyle bir siparişte bulunulmamıştı. Dolmabahçe Sarayı için dahi motifleri belirtilerek halı siparişi verilmemişti. Burada Çırağan Sarayı için özel olarak halı dokutturma konusunun asıl nedeni , saray içerisindeki önceden plan ve programı yapılmış olan ortak süsleme dengesini yakalama kaygısıydı. Nitekim halılarda kullanılan motifin hemen aynısı sarayın tavanlarına da uygulanmıştır.
Sarayda kullanılacak olan mobilyalar da özel olarak yaptırılmıştı. Dolmabahçe Sarayı için yurt dışından birçok mobilya getirtilmesine rağmen, Çırağan Sarayı için böyle bir durum söz konusu değildi. Bunun nedeni de; yine sarayda uygulanması düşünülen süsleme bütünlüğünü sağlayabilmekti. Bunu sağlamanın tek yolu da , halı siparişinde olduğu gibi, mobilyada da istenilen tarz ve kumaşın kullanılarak saray için en ideal formda üretimi yapabilecek birine bu işi havale etmekti. Sarayın Doğramacıbaşısı Vortik Kemhaciyan'a, sırf bu amaca yönelik olarak Beşiktaş'ta bir atölye açılmış ve mobilyalarla birlikte, sarayın kapı, dolap ve pencerelerinin üretimi de kendisine verilmişti.
Sarayın iç süsleme dengesi ile , dış cephe arasında farklılıklar vardır. İçerde bulunan geleneksel motiflere yakınlık ve şark havası, dışarda yerini gotik ve neo-klasik anlayışa bırakır. Cephe süslemesinde kullanılmış olan sütunların rumilerle süslü zar başlıkları ve pencerelerin üst kısmını süsleyen gotik havalı ajur şebekeler yapıya özel bir üslup kazandırmıştır. Döşeme seviyesine kadar inen pencere boşluklarından tam ortadaki diğerlerinden hiçbir fark gözetmeksizin giriş haline getirilmiştir. Merdivenin iki kolunun sarayın cephesine dayandığı bölümü, pencereler, arasına yerleştirilmiş, ileri fırlayan sütunlarla olduğu kadar pencere ayağı sütunlarla da belirginleştirilmiştir. Deniz cephesinde, iki yanda kanatların orta kısımları da aynı şekilde sütunlarla vurgulanmıştır. İki katın arasında ileri fırlamış olan silme, bütün cephe boyunca devam eder, sütunlarla dışarı taşkın olan kısımlarını da dolaşır ve cepheyi hareketlendirir. Ajurlu ve düz panolarla süslenmiş geniş ve ağır bir korniş üstten sarayı taçlandırır. Yakından bakıldığında gotik espiri ile geliştirildiği görülen zarif bir friz iki katı ayıran silme ve kornişin altında iki sıra halinde dolaşır.
Çırağan Sarayı'nın iki saltanat kapısı son derece haşmetlidir. Fakat bu haşmet ve büyüklük kapıların zarafetinden hayret edilecek şekilde hiçbir şey kaybettirmez.
Yol üzerinde yer alan köprü iki saltanat kapısı arasındadır. Taştan yapılmış olup üstleri kemerlidir. Bu kemerler sekiz sütun ve aynı sayıdaki payeler üzerinde yükselmişlerdir. Payeler kare olduklarından her bir köşesine birer çift mermer yekpare sütun isabet ediyor. Bunlar kapıların sütunlarının aynı modelindedir. Köprünün korkuluğu da taştan olup geometrik kabartmalarla süslenmiştir.
Sonuç olarak, Batı sanatı etkisi ile yenilikler arayan ve yerli motifleri ve elemanları değişik bir şekilde yeniden yorumlayarak bir üsluba ulaşan XIX. yüzyıl Osmanlı mimarisi, bu üslubu Çırağan Sarayı'nda en güzel ve zarif şekilde uygulanarak dönemin en güzel saray yapısını meydana getirmiştir.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
3 Haziran 2011       Mesaj #5
ener - avatarı
Ziyaretçi
Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs

Çırağan Sarayı

İstanbul'da, Beşiktaş ve Ortaköy arasında Abdülaziz tarafından yaptırılan saray. Lâle Devri'nde burada çırağan (donanma) eğlenceleri yapıldığı için bu adı almıştır. Planını Nigoğos Balyan'ın çizdiği saray, Balyan'ın mimar oğulları Sarkis ve Agop Balyan tarafından 1863'te yapılmaya başlandı. Sarayın yapımı dört yıl sürdü. Cephesi mermer olan sarayın iç mimarîsi oldukça gösterişli ve süslüydü. 19 Ocak 1910'da yanan saraydan günümüze yalnızca dış duvarları kaldı. 1991'de restore edilerek otel hâline getirildi.

Benzer Konular

7 Haziran 2017 / ThinkerBeLL Turizm
18 Ekim 2016 / ThinkerBeLL Turizm
8 Ocak 2017 / ThinkerBeLL Turizm
3 Ocak 2012 / ThinkerBeLL Turizm