Garip Akımı
Garip, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday'ın öncülüğünü yaptığı şiir akımının adıdır. Türk şiirinde o güne kadar yer etmiş kalıp ve anlayışlardan kurtulmak gerektiğini savunur ve biçimciliğe, duygusallığa karşı çıkıp, söyleyiş güzelliğini esas alır. 1941'de Orhan Veli, M. Cevdet Anday ve Oktay Rifat üçlüsü, şiirde var olan aşırı duygusallığa, şairaneliğe, basmakalıp söyleyişe başkaldıran şiirlerini Garip adıyla bir kitapta topladılar. Kitaba koyulan Garip adı zamanla hem üç şairi yansıtan bir kimlik kazandı hem de Türk şiirinde yeni başlayan akımı yansıttı.
Garipçiler, "Garip" adlı kitaplarına yazdıkları önsözde, Türk şiirini katı kurallara bağlı ve doğallıktan uzak bulduklarını belirtmişlerdir. Garipçiler'e göre bu durumun temel nedeni hece, uyak, aruz gibi kalıpların şiirde vazgeçilmez sanılmasıydı.
Garipçiler şiirde her türlü kurala ve önceden belirlenmiş kalıplara karşı çıkıp kuralsızlığı kural edindiler. Şiirin ölçü, uyak ve dörtlükle ilgisiz olduğunu, özgür yazılması gerektiğini savundular ve şiirin konularını genişlettiler. O güne kadar "seçkin" bir tür sayılan şiirin her konuda yazılabileceğini savundular. Konuşma dilini şiire dahil ettiler; "nasır" gibi bayağı bir sözcüğün de şiirde kullanılabileceğini gösterdiler. Halk deyişlerini şiire aktardılar. Bütün bu aykırı özellikleriyle şiir gibi görünmeyen ve Türk Edebiyatı içinde tepki toplayan Garip Akımı, ancak günümüzde anlaşılabildi.
Garipçiler, 1930 sonrası Türk şiirinde gelişmeye başlayan "Yeni Şiir"in bir kolu olarak kabul edilirler. Bu akımın kurucuları olan Orhan Veli Kanık (1914–1950), Oktay Rıfat Horozcu (1914–1988) ve Melih Cevdet Anday (1915–2002) görüşlerini yansıtan şiirlerini Garip (1941) adlı bir kitapta topladıkları için "Garipçiler" diye anılmışlardır. Cumhuriyet döneminde yaygınlaşan ve teşvik gören “içinden geldiği gibi yazma” öncülüğünü “Birinci Yeni” diye de isimlendirilir. Vezinsiz şiirin yaygınlaşmasında Nazım Hikmet’in payı büyüktür ama bunu kendini en güzel şekilde ifade etme arzusundan doğan bir kaygı olarak nitelemek daha yerinde olur. Orhan Veli ve arkadaşlarının anlayışı ise şiiri ahenk, vezin ve kâfiye dışında arayan, teşbihe ve istiareye yer vermeyen, şiir dilini reddeden ve kendi ifadeleriyle “şairanenin” aleyhinde olan, kısacası bütün şiir geleneklerinden uzaklaşma olarak tarif edilir. Garipler, iki savaş arasında yetişen ve dünyanın değişimine tanık olan bir şair demetiydi. 1920–40 arasında Batı şiirinde yaşanan çağdaş ve devrimci şiir akımlarının etkisi, Türk şiirine onların bilgi birikimi ve kalemi sayesinde yansıdı. 1940 ve Garip, şiirde burjuva duyarlılığının ve aşırı duygusallık dar çemberinin yıkıldığı bir dönüm noktasıydı. Gelenekçiler tarafından hiç de hoş karşılanmadılar. Ki bu hoşnutsuzluğu bugün bile sürdürenler var. Orhan Veli, durumu şöyle yorumluyor:
"Tarihin beğenerek andığı insanlar, daima dönüm noktalarında bulunanlardır. Onlar bir ananeyi yıkıp yeni bir anane kurarlar."
1936'dan itibaren dergilerde şiirleri görülmeye başlayan Orhan Veli (Mehmet Ali Sel takma adıyla da yazıyordu.), Oktay Rıfat ve Melih Cevdet vezinli, kafiyeli, sembolik- romantik şiirler yazarlarken Garip'te, konu, şekil ve üslûp bakımından tamamıyla yeni, gelenekten hiçbir özellik taşımayan şiirlerini topladılar. Satışa sundukları kitabın üzerine "Bu kitap, sizi, alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir." ibaresi yazılı bir de kuşak geçirdiler ve şiirde Garipçiler olarak anılmaya başladılar. Garipçiler, Orhan Veli'nin yazdığı bildiri mahiyetindeki ön sözde şiir anlayışlarını açıklarlar:
"Nazım dilindeki nahiv acayiplikleri vezinle kafiye zaruretinden doğar. Vezin ve kafiye şiirde ahengin tek vasıtası kabul edilmemelidir. Lâfız ve mana sanatları şiiri tabiilikten uzaklaştırır. Tabiat herkesin kullandığı kelimelerle anlatılmalı, teşbih ve istiarelerden kaçınılmalıdır. Eskiye ait her şeyden, özellikle şairane duygulardan uzak durulmalıdır."
Garipçiler şiirlerinde büyük hayallere, ihtiraslara, yüce duygulara yer vermemişler, ruh sarsıntılarından uzak basitin şiirini yazmışlardır. Şiirlerinin konusu insanın iç dünyasını zenginleştirmeyen gündelik olaylardır. Fakat Garipçilerin bu tutumları çok sürmemiş, 1946'dan sonra yavaş yavaş kafiyeli şiirler yazmaya, benzetme ve istiarelerden yararlanmaya başlamışlardır. 1950'de Orhan Veli'nin ölümünden sonra Oktay Rıfat ve Melih Cevdet kendilerinin açtığı yoldan yavaş yavaş ayrıldılar. Fakat onları taklit eden bir grup Garip türünde yazmaya devam etti. Bu akımın amacı şiiri, öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye, nazım şekli, nazım birimi; şairanelik, mecazlı söyleyiş, söz sanatı ve süs gibi unsurlardan sıyırarak, duyuların yalın ifadesi hâline getirmekti. Bu akımda hiç bir kural ve kalıba bağlanmamak prensip edinilmiştir. Sade bir dil kullanmışlardır. Günlük ve sıradan konuları işlemişlerdir. Sıradan insanların problemleri, yaşama sevinci, hayattaki gariplikler şiirlerinin başlıca konularıdır. Şiirde o zamana kadar işlenmemiş konuları ele almışlardır. Orhan Veli’nin bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkilediği söylenebilir. O dönemin özelliklerine göz atmak istersek çok kişi Nazım’ın 835 Satır’ını, yayımlandığı 1929’u modern şiirin başlangıç noktası sayar. 1950’lere gelindiğinde, Birincisi Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in başını çektiği Garip Akımı (ya da daha sonraki adıyla Birinci Yeni), ikincisi, Nazım’ın başlattığı çizgiyi sürdürmeye çalışan 1940 Kuşağı diye adlandırılan Toplumcu Gerçekçiler, üçüncüsü, geleneksel şiirin yapısını hece ile sürdürmeye çalışan Necip Fazıl, Ahmet Kutsi Tecer gibi şairler ve bir akıma bağlı olmayan ama daha çok Modern Fransız şiiri ile ilişkisi bilinen Ahmet Muhip Dıranas, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi’yi sayabiliriz. Garip akımı önceleri toplumsal sorunlardan uzak durdu. Şiirin alanına genişletme adına ortaya çıkan bu akım, Nazım'ın şiirdeki toplumculuğuna karşı yönelmişti. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat'ın başlattıkları yeni bir şiir akımının halkçılığa ve toplumculuğa yönelmeleri ancak 1945 yılından sonra olmuştur.
Akıma Adını Veren Kitap
Birinci Yeni ve Sonrası
Edebiyat tarihinde Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın şiirlerine getirdikleri bu yenilik Birinci Yeni olarak da isimlendirilir. Gerçek şiir hiçbir zaman var olanla yetinmez, çünkü bu doğasına aykırıdır, amaç yapılmayanı denemektir. Bu üç şair de ortak kitapla yeniye imza atmışlardır. Benimsenmiş, benimsetilmiş ne varsa, değiştirmiştir. Seçkinlik sıradanlığa, ölçü ölçüsüzlüğe, uyak uyaksızlığa, soyut somuta, yapmacıklık içtenliğe, büyük küçüğe yerini bırakmıştır ta ki bu süreç, Birinci Yeni’yi hiç de garip olmayan bir biçim de gelenek durumuna getirene dek. Tüm yeni ve alışılmamışların vardığı, varacağı kaçınılmaz bir uğraktır bu. Sonrası, sonrası mı? Sonra, Birinci Yeni şiirini yine Garip’in üç atlısı sonlandırmıştır. Orhan Veli’nin Boğaziçi'nde Bir Garip Orhan Veli şiiri ve erken ölümü, Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’ı ve Melih Cevdet Anday’ın Tohum şiiri ile...
Şiirlerinden Örneklerle Garipçilik Akımı
Bu akım niye Garipçilik olarak anılmıştır, ortak kitabın adı olmaktan başka nedir gariplik? Bu sorunun cevabını dizelerde yakalamaya çalışalım:
Oktay Rifat’ın “Tecelli” şiirindeki gibi çile çeken, acılı bir yaşamı vardır:
Özellikleri
Garip, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday'ın öncülüğünü yaptığı şiir akımının adıdır. Türk şiirinde o güne kadar yer etmiş kalıp ve anlayışlardan kurtulmak gerektiğini savunur ve biçimciliğe, duygusallığa karşı çıkıp, söyleyiş güzelliğini esas alır. 1941'de Orhan Veli, M. Cevdet Anday ve Oktay Rifat üçlüsü, şiirde var olan aşırı duygusallığa, şairaneliğe, basmakalıp söyleyişe başkaldıran şiirlerini Garip adıyla bir kitapta topladılar. Kitaba koyulan Garip adı zamanla hem üç şairi yansıtan bir kimlik kazandı hem de Türk şiirinde yeni başlayan akımı yansıttı.
Sponsorlu Bağlantılar
Garipçiler şiirde her türlü kurala ve önceden belirlenmiş kalıplara karşı çıkıp kuralsızlığı kural edindiler. Şiirin ölçü, uyak ve dörtlükle ilgisiz olduğunu, özgür yazılması gerektiğini savundular ve şiirin konularını genişlettiler. O güne kadar "seçkin" bir tür sayılan şiirin her konuda yazılabileceğini savundular. Konuşma dilini şiire dahil ettiler; "nasır" gibi bayağı bir sözcüğün de şiirde kullanılabileceğini gösterdiler. Halk deyişlerini şiire aktardılar. Bütün bu aykırı özellikleriyle şiir gibi görünmeyen ve Türk Edebiyatı içinde tepki toplayan Garip Akımı, ancak günümüzde anlaşılabildi.
Eskiye tepki: Garip Şiir Akımı
Yalnız eski şiire değil, Nazım Hikmet şiirine de tepki olan Garip akımı üç ozanın adına bağlanır: Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday. Üç arkadaş Varlık dergisinde ölçüsüz, uyaksız, şairanelikten uzak yeni bir şiir akımı başlatır (1936), bu yoldaki şiirlerini Garip adlı bir kitapta toplarlar (1911). Garipçiler adıyla anılmalarının nedeni de budur. Yeni akımı özellikle Nurullah Ataç destekler. Garip devinimi birçok genç izleyici bulduğu gibi, dönemin ünlü ozanlarını da etkiler. Orhan Veli’nin yazdığı "Garip" önsözü bir bakıma bu yeni şiir deviniminin bildirisidir. Ama üç ozanın birlikteliği uzun sürmez. Kitabın ikinci basımı yalnız Orhan Veli’nin şiirleriyle yayımlanır (1945). Ayrıca Orhan Veli, kitabına "Garip İçin" başlıklı ikinci bir önsöz eklemek gereğini duyar. Nitekim Garip devinimi sonraları, gerek bu nedenle, ama asıl Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ı şiiri ayrı bir çizgide sürdürmeleri sonucu Orhan veli’nin adına bağlanmıştır.
Garipçilerin dayandıkları ilkeler kısaca şöyle özetlenebilir:"Konuşma dilinin doğallığı içinde şiirsel deyişleri bulmak, gündelik yaşamın sorunlarına ve küçük adamlara eğilmek, söylev havasından kurtulmak, süslerle söz oyunlarından yardım beklememek, ölçü-uyak-biçim tutsaklığında nazım kolaylığına düşmemek, dünya görüşlerine bağlı kalarak yaşamak ve özgürce yazmak." (Rauf Mutluay)Ama Orhan Veli’nin kendisi de kitabının ikinci basımında sanat anlayışını gözden geçirmek gereğini duyacaktır. Özellikle şiirsel gelenek, biçim konularında daha esnek bir tutuma girmiştir. Nitekim ikinci kitabı “Vazgeçemediğim”den (1945) başlayarak şiirini değiştirdiği görülür.
"Kimi şiirlerde akıl çizgisinden duygu çizgisine kayılır, mizah ve şaşırtma bırakılır, yer yer uyağa ve sıfata başvurulur, sözcük tekrarlarından, müzikten yararlanılır. Hepsinden önemlisi, halk şiirinin dil ve deyişine özenilir." (Asım Bezirci)En ilginç gelişme ise özdedir: Toplumcu şiire yaklaşır Orhan Veli de.
Garip devinimi, gerek ilk yıllarında, gerekse sonraları, değişik sanat anlayışlarına bağlı olanlarca değişik biçimlerde değerlendirilmiştir. Geleneğe bağlı olanlar, Orhan Veli ve arkadaşlarını şiiri ayağa düşürmekle suçlarken; toplumcular, Garipçileri, toplumcu şiiri engelleyen, yozlaştırmayı amaçlayan ve küçük burjuva duyarlığını geliştirmeye çalışan bir devinimin başlatıcısı olarak gördüler. Yazın tarihçileri ise, Garip devinimini genellikle yeni şiirin başlangıcı saydılar.
Bugün de bu tutumların pek değiştiği söylenemez. Ama nesnel bir değerlendirmeyle, Garip deviniminin Türk şiirinin gelişim sürecinde önemlice bir yeri olduğunu söylemek gerekmektedir. Doğrudur; toplumcu şiirin yasaklanmaya çalışıldığı, toplumcu ozanların kovuşturulduğu ve Nazım Hikmet’in susturulduğu bir dönemde Garip’in yeşermesi rastlantı sayılamaz. Orhan Veli ve arkadaşlarının "serbest nazım" anlayışıyla şiirler yazmaları, bu alanda en çok Nurullah Ataç’tan destek görmeleri sanatın siyasal dışı tutulması eğiliminin iktidarca da desteklenmesi sonucudur. Ama bu, konunun olumsuz görünen bir yüzüdür. Öteki yüzde ise, Türk şiirinin yeni biçim ve söyleyiş olanaklarıyla zenginleştirilmesi, sokaktaki insanın duyarlığına açılması, gündelikleştirilmesi vardır. Garip’in Birinci Yeni olarak adlandırılmasıdır. Türk şiirinin Tanzimat döneminde başlayan yenileşme sürecinde, Garip beşinci, altıncı yeniliktir. Cumhuriyet sonrası alındığında da yeni Türk şiirinin kurucusu Nazım Hikmet’tir. Garip ise bu yenileşme sürecinde bir ayrıntıdır. Ama bütünün onsuz olamayacağı bir ayrıntı.
Atilla Özkırımlı
Garipçiler, 1930 sonrası Türk şiirinde gelişmeye başlayan "Yeni Şiir"in bir kolu olarak kabul edilirler. Bu akımın kurucuları olan Orhan Veli Kanık (1914–1950), Oktay Rıfat Horozcu (1914–1988) ve Melih Cevdet Anday (1915–2002) görüşlerini yansıtan şiirlerini Garip (1941) adlı bir kitapta topladıkları için "Garipçiler" diye anılmışlardır. Cumhuriyet döneminde yaygınlaşan ve teşvik gören “içinden geldiği gibi yazma” öncülüğünü “Birinci Yeni” diye de isimlendirilir. Vezinsiz şiirin yaygınlaşmasında Nazım Hikmet’in payı büyüktür ama bunu kendini en güzel şekilde ifade etme arzusundan doğan bir kaygı olarak nitelemek daha yerinde olur. Orhan Veli ve arkadaşlarının anlayışı ise şiiri ahenk, vezin ve kâfiye dışında arayan, teşbihe ve istiareye yer vermeyen, şiir dilini reddeden ve kendi ifadeleriyle “şairanenin” aleyhinde olan, kısacası bütün şiir geleneklerinden uzaklaşma olarak tarif edilir. Garipler, iki savaş arasında yetişen ve dünyanın değişimine tanık olan bir şair demetiydi. 1920–40 arasında Batı şiirinde yaşanan çağdaş ve devrimci şiir akımlarının etkisi, Türk şiirine onların bilgi birikimi ve kalemi sayesinde yansıdı. 1940 ve Garip, şiirde burjuva duyarlılığının ve aşırı duygusallık dar çemberinin yıkıldığı bir dönüm noktasıydı. Gelenekçiler tarafından hiç de hoş karşılanmadılar. Ki bu hoşnutsuzluğu bugün bile sürdürenler var. Orhan Veli, durumu şöyle yorumluyor:
"Tarihin beğenerek andığı insanlar, daima dönüm noktalarında bulunanlardır. Onlar bir ananeyi yıkıp yeni bir anane kurarlar."
1936'dan itibaren dergilerde şiirleri görülmeye başlayan Orhan Veli (Mehmet Ali Sel takma adıyla da yazıyordu.), Oktay Rıfat ve Melih Cevdet vezinli, kafiyeli, sembolik- romantik şiirler yazarlarken Garip'te, konu, şekil ve üslûp bakımından tamamıyla yeni, gelenekten hiçbir özellik taşımayan şiirlerini topladılar. Satışa sundukları kitabın üzerine "Bu kitap, sizi, alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir." ibaresi yazılı bir de kuşak geçirdiler ve şiirde Garipçiler olarak anılmaya başladılar. Garipçiler, Orhan Veli'nin yazdığı bildiri mahiyetindeki ön sözde şiir anlayışlarını açıklarlar:
"Nazım dilindeki nahiv acayiplikleri vezinle kafiye zaruretinden doğar. Vezin ve kafiye şiirde ahengin tek vasıtası kabul edilmemelidir. Lâfız ve mana sanatları şiiri tabiilikten uzaklaştırır. Tabiat herkesin kullandığı kelimelerle anlatılmalı, teşbih ve istiarelerden kaçınılmalıdır. Eskiye ait her şeyden, özellikle şairane duygulardan uzak durulmalıdır."
Garipçiler şiirlerinde büyük hayallere, ihtiraslara, yüce duygulara yer vermemişler, ruh sarsıntılarından uzak basitin şiirini yazmışlardır. Şiirlerinin konusu insanın iç dünyasını zenginleştirmeyen gündelik olaylardır. Fakat Garipçilerin bu tutumları çok sürmemiş, 1946'dan sonra yavaş yavaş kafiyeli şiirler yazmaya, benzetme ve istiarelerden yararlanmaya başlamışlardır. 1950'de Orhan Veli'nin ölümünden sonra Oktay Rıfat ve Melih Cevdet kendilerinin açtığı yoldan yavaş yavaş ayrıldılar. Fakat onları taklit eden bir grup Garip türünde yazmaya devam etti. Bu akımın amacı şiiri, öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye, nazım şekli, nazım birimi; şairanelik, mecazlı söyleyiş, söz sanatı ve süs gibi unsurlardan sıyırarak, duyuların yalın ifadesi hâline getirmekti. Bu akımda hiç bir kural ve kalıba bağlanmamak prensip edinilmiştir. Sade bir dil kullanmışlardır. Günlük ve sıradan konuları işlemişlerdir. Sıradan insanların problemleri, yaşama sevinci, hayattaki gariplikler şiirlerinin başlıca konularıdır. Şiirde o zamana kadar işlenmemiş konuları ele almışlardır. Orhan Veli’nin bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkilediği söylenebilir. O dönemin özelliklerine göz atmak istersek çok kişi Nazım’ın 835 Satır’ını, yayımlandığı 1929’u modern şiirin başlangıç noktası sayar. 1950’lere gelindiğinde, Birincisi Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in başını çektiği Garip Akımı (ya da daha sonraki adıyla Birinci Yeni), ikincisi, Nazım’ın başlattığı çizgiyi sürdürmeye çalışan 1940 Kuşağı diye adlandırılan Toplumcu Gerçekçiler, üçüncüsü, geleneksel şiirin yapısını hece ile sürdürmeye çalışan Necip Fazıl, Ahmet Kutsi Tecer gibi şairler ve bir akıma bağlı olmayan ama daha çok Modern Fransız şiiri ile ilişkisi bilinen Ahmet Muhip Dıranas, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi’yi sayabiliriz. Garip akımı önceleri toplumsal sorunlardan uzak durdu. Şiirin alanına genişletme adına ortaya çıkan bu akım, Nazım'ın şiirdeki toplumculuğuna karşı yönelmişti. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat'ın başlattıkları yeni bir şiir akımının halkçılığa ve toplumculuğa yönelmeleri ancak 1945 yılından sonra olmuştur.
Akıma Adını Veren Kitap
GARİP, 1941 yılında Resimli Ay Matbaası'nda yayınlanır. Kitabın kapağında üstte Orhan Veli, ortada GARİP, altta 1941 yazılıdır. Kitabın içinde GARİP sözcüğünün altında Şiir Hakkında Düşünceler ile Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler yer almaktadır. Kitap yayınlandığında Melih Cevdet 26, Orhan Veli ile Oktay Rifat 27 yaşındadır. Kitabı saran kuşakta şunlar yazılıdır: “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir „ Ortaklaşa yayımladıkları şiir kitabının önsözü hem Türk şiirindeki yeniliklerin anlaşılması hem de bu üç şairinin şiire nasıl yaklaştıklarını incelemek açısından çok önemli bir yazıdır. Önsöz sadece Orhan Veli’nin imzasıyla çıkmış fakat üçünün – şiir konusunda farklı görüşleri olsa da – ortak bir imza gibi düşünülebilir. Orhan Veli bu yazıda “garip” sözcüğünün farklı anlamlarına, çok belli etmeden değinir. “Garip” sözcüğü ilk kez metinde şiirin o günkü tanımına uymayan bir üslupla yazıldığı için garip sayılmasıyla, garipsenmesiyle ilgilidir. Bu şiirlerin garip gelmelerinin nedeni olarak, o güne dek öğrenilenlerin doğal kabul edilişi ve okuyucunun öğrendiklerinden kuşku duymaması gösterilir. “Garip” akımının ilk başta bu sözcüğü “yadırganan”, “alışılmamış” anlamıyla kullanması, hatta gizli yönleri olan bir karakter özelliği olarak gördüğü ortadadır. Daha önceki dönemlerin şiir mirasına güçlü bir tepki içermesi ve şiir tarihi açısından içerdiği yenilikler için garipsenmesi, bu anlamda bakıldığında çok anlamlı görülür. Ayrıca şairlerinin de kitabı bu ismi vermeleriyle bu garipsenmeyi kabul ettiklerini gösterir. “Garip” bir anlamını da halk çoğunluğunun beğenisine seslenmesinden alır. Gündelik yaşamın şiir malzemesine dönüştürülmesi, en basit ve bozulmamış duyguların dile getirilmesi, aydın ve akademik çevre dışında kalan insanların duygularıyla dolu şiirler olmaları, bir kesimin garip olarak gördüğü kişilerin diliyle yazılmış olmalarından kaynaklanır. Burada anlatılan duygulara sahip kişi bir gariptir, bunun nedeni, sıradanlığında gizlidir neredeyse. Toplum dışına itilmiş, “zavallı” anlamını çağrıştıran “garip”, kimsesizlik duygusu verir.
Birinci Yeni ve Sonrası
Edebiyat tarihinde Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın şiirlerine getirdikleri bu yenilik Birinci Yeni olarak da isimlendirilir. Gerçek şiir hiçbir zaman var olanla yetinmez, çünkü bu doğasına aykırıdır, amaç yapılmayanı denemektir. Bu üç şair de ortak kitapla yeniye imza atmışlardır. Benimsenmiş, benimsetilmiş ne varsa, değiştirmiştir. Seçkinlik sıradanlığa, ölçü ölçüsüzlüğe, uyak uyaksızlığa, soyut somuta, yapmacıklık içtenliğe, büyük küçüğe yerini bırakmıştır ta ki bu süreç, Birinci Yeni’yi hiç de garip olmayan bir biçim de gelenek durumuna getirene dek. Tüm yeni ve alışılmamışların vardığı, varacağı kaçınılmaz bir uğraktır bu. Sonrası, sonrası mı? Sonra, Birinci Yeni şiirini yine Garip’in üç atlısı sonlandırmıştır. Orhan Veli’nin Boğaziçi'nde Bir Garip Orhan Veli şiiri ve erken ölümü, Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’ı ve Melih Cevdet Anday’ın Tohum şiiri ile...
Şiirlerinden Örneklerle Garipçilik Akımı
Bu akım niye Garipçilik olarak anılmıştır, ortak kitabın adı olmaktan başka nedir gariplik? Bu sorunun cevabını dizelerde yakalamaya çalışalım:
Oktay Rifat’ın “Tecelli” şiirindeki gibi çile çeken, acılı bir yaşamı vardır:
Nedir bu benim çilemAynı şekilde Orhan Veli’nin “beni bu güzel havalar mahvetti” dizesi de, kadere terk edilmiş yaşam duygusu taşır. Okuyucuya yoğun bir acıma hissi tattıran şiirlerdir bunlar; bu şiirlerdeki garip, daha çok “gariban”dır. Genelde bir devlet memuru ağzından yazılan şiirler, yaşamın tatlarının farkında olan ama onları tadamayan birinin dizeleridir. Bu karakterler büyük bir yaşam coşkusu taşır fakat bunu yaşamalarını engelleyen şey dünyaya sıradanlıkla atılmalarıdır. Yaşamla aralarında, doğumlarından önce hazırlanan uymalarını bekleyen bir sözleşme imzalamış gibidirler, duygu yüklü olmalarına rağmen, bunun dışına çıkmalarına engel oluşturan gizli bir bağ vardır. Orhan Velinin “İnsanlar” şiirindeki gibi insanlardır anlatılan: Ne kadar severim o insanları! O insanlar ki, renkli, silik Dünyasında çıkartmaların Tavuklar, tavşanlar ve köpeklerle beraber Yaşayan insanlara benzer Garip akımı şiirlerinin bir başka özelliği de, kişilerin çaresizlik duygusuyla sarıldığı sıradanlıktan çıkma isteğini dile getirmesinde saklıdır. Melih Cevdet Anday’ın “Bir Misafirliğe” şiirindeki gibi: Bir misafirliğe gitsem Bana temiz bir yatak yapsalar Her şeyi, adımı bile unutup Uyusam... Garip akımı, sözcüklerin en saf anlamlarını bulma yolundaki arayışında kendine en yakın olarak simgeciliği bulur doğal olarak. Simgeci şairlerin çıkış noktası bilinçaltını boşaltma, garip akımının da çıkış noktası olarak görülebilir. Fakat Orhan Veli’nin önsözde söylediği gibi bilinçaltının bilinçsizce boşaltılmasından çok, bilinçaltının işleyişinin anlaşılması ve şiirde de bunun taklit edilmesinden yanadır. Bilinçaltının disipline karşı, başına buyruk işleyişi şiir için elverişli bir ortam sunar, şair de bu başına buyruk işleyişi kendi şiir dokusunda işler. Şairin bilinçaltına inmek okuyucu açısından birkaç nedenden dolayı önemlidir, bunların başında şairin içtenliğine inanması gelir. Bir başka neden de okuyucunun şiirin dokusundaki zihinsel işleyişi anlamasında yatar. Şair kendi bilinçaltını şiirin konusu yaptığında, bilinçaltını ve dolayısıyla kendini hiçbir gizlisi kalmayacak şekilde okura açıyordur. Garip akımı için bu son nokta çok değerliydi, çünkü özellikle okuyucusuna yakın olma isteğiyle yazılmış şiirlerdi bunlar, bu yüzden de çok geniş kitlelerce benimsendi ve sevildi.
Hesap bilmem
Muhasebede memurum
Ev sevdiğim yemek imambayıldı
Dokunur
Bir kız tanırım çilli
Ben onu severim
O beni sevmez
Özellikleri
- Ölçü, uyak gibi biçimsel kurallardan uzaklaşmışlardır.
- Şairanelikten uzak yeni bir söyleyişe yönelmişlerdir.
- “Şiirin konusu sınırlanamaz. Sıradan konular bile şiire sokulmalıdır.” anlayışıyla sıradan insanları ve onların küçük tasalarını, sevinçlerini işlemişlerdir.
- Sade, günlük konuşma dilini kullanmışlar, halk şarkılarından, fıkralardan, deyimlerden yararlanmışlardır.
- Söz ve anlam oyunlarına yer vermemişlerdir.
- İnce bir nükteye ve zekâ oyunlarına yönelmişlerdir. Hayale yer vermemişlerdir.
Derlemedir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!