Arama

Türk Toplulukları - Sayfa 2

Güncelleme: 12 Eylül 2008 Gösterim: 13.389 Cevap: 11
GÜLGECELER - avatarı
GÜLGECELER
Ziyaretçi
12 Eylül 2008       Mesaj #11
GÜLGECELER - avatarı
Ziyaretçi
İran Türkleri


Sponsorlu Bağlantılar

X. asrın son çeyreğinden XX. asrın ilk çeyreğine kadar yaklaşık 950 yıl, İran ya Türk hakimiyetinde ya da Türk hanedanı idaresinde bulunan ve orada iskân olunan Türklerin ülkesidir. Dolayısıyla Türklerin ve Türk kültürünün en kesif olduğu ülkelerin başında İran gelmektedir. Bugün İran nüfusunun yarıya yakınını teşkil etmesine rağmen Türkler İranlıların şövence tutumları yüzünden dil ve tarihlerini öğrenme ve kullanmada en geri kalmış Türk kitlesini teşkil etmektedir. Bin yıla yakın Türk idaresi altında yaşamanın verdiği eziklik yüzünden İranlılar belki de Türklere en kötü muameleyi yapan milletlerin başında gelmektedir. Müslüman bir ülke olan İran'ın nüfusu 60 milyon civarında bulunmaktadır. Bu nüfusun 25 milyona yakınını Türkler, 30 milyona yakınını İranlılar (Farslar) ve 5 milyona yakınını da diğer etnik gruplar teşkil etmektedir. İranlılar ülke nüfusunun yarıya yakınını teşkil eden Türkler'e kendi dillerinde okuma yazma fırsatı vermemektedir ki bu her türlü insani ve milletlerarası hukuka aykırı bir tutumdur.
İran'da yaşayan Türklerin önemli kısmını Azerbaycan Türkleri teşkil etmektedir. Bilindiği gibi Azerbaycan'ın kuzey kısmı XIX. asrın ilk çeyreğide Ruslar tarafından işgal edilmiştir. 8 milyona yakın Azeri Türkü kuzeyde müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır. Güney Azerbaycan ise İran idaresi altında bulunmaktadır. Yüzölçümü 107.000 km2 olan Güney Azerbaycan'da 20 milyonu aşkın Türk yaşamaktadır. Güney Azerbaycan'ın Türkler ile meskun olan belli başlı yerleşme merkezleri şunlardır: Tebriz, Hoy, Erdebil, Urumiye, Selmas, Maku, Meraga, Astara, Culfa, Merendi, Halhal ve Soğukbulak.
Türkler'in Azerbaycan'a kitleler halinde yerleşmeleri Selçuklular zamanında olmuştur. Bir ara Moğolllar'ın idaresi altında kalan Azerbaycan ondan sonra uzun süre Türkler tarafından idare edilmiştir. Timurlular, Ak-Koyunlular ve Kara-Koyunlular idaresi Azerbaycan'da Türk kültürünün iyice yerleşmesini sağlamıştır. Böylece Azerbaycan tamamıyla bir Türk ülkesi olmuştur.
Daha önceki araştırmalarımızda da belirtildiği gibi Azerî Türklerinin tarihinde en büyük hadise, Şiiliği benimseyen bir zümrenin Erdebil'i merkez edinerek Şii mezhebini bir aksiyon haline sokmasıdır. Şii zümrenin liderliğini yapan Şeyh Safiyyüddin'in torunlarından İsmail bu mezhebi siyasî emelleri için yeniden organize ederek önce Azerbaycan'a sonra da bütün İran'a hakim olmuştur. Kurduğu devlete ve hanedana dedesinin adını veren İsmail Şah olarak hem Azerî Türkleri'nin ve hem de Türk-İslam dünyasının kaderine tesir eden bir siyasetin öncüsü olmuştur. Şah İsmail'in kurduğu Safevi hanedanı iki buçuk asra yakın (1500-1735) Azerî Türkleri'ni ön plânda tutmuştur. Fakat Safeviler'in Şiiliği devamlı aksiyon halinde tutması hem Azerî Türkleri ile Osmanlı Türkleri'nin kaynaşmasına mani olmuş, hem de Türkistan Türkleri ile Osmanlı Türkleri arasında geçit vermez bir köprü gibi uzandığı için bu iki Türk diyarının bir birleriyle olan münasebetlerinin kopmasına sebep olmuştur.
Bu ise Türk dünyasında birliğin kurulmasına menfi yönde tesir etmiştir. Safevi hanedanının diğer menfi bir tesiri de İranlılar arasında Şiiliğin kuvvetli bir şekilde yayılmasını sağlamasıdır. Sonunda İran Şiiliği milli hüviyetini koruma aracı olarak kullanmış ve İslam dünyasında birliğin teşekkülüne mani bir engel haline gelmiştir. İran bununla da yetinmemiş Şiiliği diğer İslam ülkelerine de yaymağa çalışmıştır ki bu da İslam âleminde ayrı bir huzursuzluğa sebep olmuştur. Bu haliyle İran, İslam dünyası içinde daima ayrılık ve parçalanma mihrakı haline gelmiştir.



Azerbaycan Türklerinden sonra, İran'ın kaderine hâkim olan iki Türk boyundan burada kısaca bahsetmek gerekiyor. Bunlar, Nadir Şah'ı sinesinden çıkaran Afşar Türkmenleri ile İran'da ikinci uzun ömürlü hanedanı kuran Kaçar Türkleri'dir. Afşarlar bilindiği gibi, ana Oğuz boylarından birini teşkil ediyorlardı. Bir kısmı Selçuklular ile birlikte Anadolu'ya gelip yerleşen Afşarlar'ın, diğer kısmı Türkistan'da kalmış idi. Fakat Moğol istilası devrinde, Türkistan'da kalmış olan bu ikinci grup Afşarlar da Azerbaycan'a gelip yerleşmişlerdir. Safevi hanedanının inkırazı ile ortaya çıkan boşluktan istifade eden ve esasında Kandahar havalisinde yaşayan Halaç Türkleri İran'da hâkimiyeti ele geçirmeye muvaffak olmuşlardır.
Tarihlerimizde yanlış olarak Afganlar'ın İran'ı işgali diye zikredilen bu hadise Gılzay adını alan Halaç Türkleri'nin İran'da kontrolü ele geçirmesinden ibarettir. Halaçlar'ın İran'daki bu hâkimiyetine son veren ise, Afşar Türkmenleri'nin ileri gelen beylerinden Nadir olmuştur. Şah ünvanını olan Nadir, saltanatı esnasında mensup olduğu kabiliyet ihya etmekle beraber, onları emniyet gerekçesi olarak İran'ın muhtelif yerleşme merkezlerine gönderdiği için Afşarlar bugün İran'ın muhtelif yerlerinde dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar. Bugün nüfusları 650.000 civarında olduğu tahmin edilen Afşar Türkmenleri, Türklüklerini muhafaza etmekle beraber, İran'da siyasî bir nüfuza sahip değillerdir.
Safeviler'den sonra ikinci uzun ömürlü hanedanı kuran Kaçar Türkleri ise, Timurlular zamanında Türkistan'dan gelip İran'a yerleşmişlerdir. Bu Türk boyu önce Kuzey Azerbaycan'da Kafkas cephesine yerleşmişti, Fakat günden güne bu kabilenin kuvvetlenmesinden çekinen Safeviler, Kaçarlar'ı sırf yıpratmak için, Horasan'da Esterabad ve Gürgen bölgelerine yerleştirmişlerdir. Nadir Şah'ın ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklığın uzun sürmesi İran'ı oldukça zayıflatmış idi. Bu kritik günlerde, İran'ı muhtemel bir çöküntüden kurtaran ise, Kaçarlar olmuştur. İran'ı ele geçiren Kaçarlar, kurdukları hanedan ile ülkeyi 1794-1920 yılları arasında idare etmiş ve modern çağlara kadar getirmiştir. Ne var ki bu uzun idare devri Kaçar Türkleri'ni oldukça yıpratmıştır. Nitekim, bir zamanların hanedan kurmuş olan Kaçar Türkleri'nin sayıları oldukça azalmış ve 70-80.000 civarına düşmüştür. Bu sayıları ile Kaçarlar, İran'ın bugünkü yönetimine her hangi bir tesirde bulunmaktan uzaktırlar. Halen Kaçarlar, Mazendaran ve Gürgan eyaletlerinin muhtelif bölgelerinde dağınık bir şekilde yaşamaktadırlar.
İran'da yaşayan Türkler içinde Azerilerden sonra en kalabalık ve önemli topluluğunu Horasan'da yaşayan Türkmenler teşkil eder. Türkistan'ın bir nevi uzantısı olan Horasan, asırlardır Türk topluluklarını vatanlık yapmış verimli bir bölgedir. Selçuklu ailesi önderliğinde Anadolu'ya ve Orta Doğu'ya gelen Oğuz Türkleri'nin bazı boyları Batı Türkistan'da kalmışlardır. Çoğunluğu Horasan ve Horasan'ın kuzeyinde yaşayan Türkmen boyları Safeviler devrinde Şiiliğin siyasî maksatlarla kullanılmasından sonra, Sünni Türkistan Türkleri ile Şii İranlılar arasındaki mücadelelerde en çok zarar gören topluluk olmuştur. Dört asırdan fazla devam eden Şii-Sünni mücadelesinde Sünni Türkmenler, Türkistanlı kardeşlerinin yanında yer almışlardar. XIX. asrın ikinci yarısında Türkistan illeri Rus istilasına uğrayınca, Türkmenler'in bir kısmı İran hakimiyetini kabul etmeyi tercih etmişlerdir.
Bu Türkmen gruplarının başında Göklen, Yamud kabileleri ile Salur, Sarık ve Teke kabilelerine ait bazı küçük boylar bulunuyordu. Türkmenler'in millî şairi Mahdum Kulu'yu sinesinden çıkaran Göklenler başta olmak üzere diğer Türkmen boyları da Türklük şuurunu bütün canlılığı ile muhafaza etmektedirler. Fakat İran yöneticilerinin Türkçe tedrisata izin vermemeleri ve bölgeye yeterli hizmeti götürmemeleri bu Türkmen topluluğunu, hem kendi millî kültürünü geliştirmeden ve hem de medeniyetin diğer nimetlerinden layıkı ile istifade etmede geri bırakmıştır. Kültür sahasında olduğu gibi ekonomik alanda da oldukça geri olan Türkmenler'in bugünkü nüfusları iki milyona ulaşmış bulunmaktadır.

İran'da Azeriler'den ve Türkmenler'den sonra hem sayıca ve hem de siyasî nüfuz yönünden üçüncü önemli Türk grubunu Kaşkaylar teşkil etmektedir. Moğollar devrinde Doğu Türkistan'dan göçerek İran'a gelip yerleşen Kakgay Türkleri törelerine bağlılıkları ile meşhurdurlar. Güney İran'ın Fars eyaleti bütünü ile Kaşkaylar'ın nüfuzu altındadır. Son zamanlara kadar yarı göçebe bir hayat süren Kaşkaylar, birbirlerine olan bağlılıkları, plânlı ve teşkilatlı hareketleri ile tanınmışlardır. Nitekim, bugün bile kendi örflerine göre, muayyen bir kabile idaresi nizamını yürütmektedirler. Millî ve mahallî örflerine bağlı bir takım müesseselere de sahiptirler.
"İlhan"lık idaresi sistemi bu müesseselerden biri sayılır. Ayrıca, mümtaz sınıftan sayılan "İlhan" aile dışında Kalantar, Kethuda, Ra'ye, Tabeke-i Pest gibi tabakalarda mevcut olup, bunlar hep kendi törelerine göre idare edilirler. Kaşgaylar, kendi aralarında iyi bir birliğe sahip oldukları için, İran hükümetinin bazı haksız taleplerini ve emrivakilerini reddetmek başarısını göstermişlerdir. II. Dünya Harbi esnasında cereyan eden ve Kaşkaylar ile İran hükümetini karşı karşıya getiren önemli bazı hadiseler, Türk hükümetinin araya girmesi ile yatıştırılmıştır. Fakat Kaşkaylar'ın bu hareketleri İran hükümetleri tarafından hoş görülmemiş ve onların başka bölgelere sürgüne gitmelerine sebep olmuştur.
Bu arada, son İran-Irak harbinde, yaşadıkları Basra Körfezi kıyıları harp sahasına yakın olduğu için, Kaşkaylar büyük zayiat görmüşlerdir. Yine İran-Irak harbi esnasında İran hükümeti, Azeriler başta olmak üzere diğer Türk gruplarından oluşan askerî birlikleri ön saflarda Irak cephesine sürmesi ve onların büyük zayiat görmelerine sebep olmuştur ki, bu da İran rejiminin Türkler'e karşı ne kadar adaletsiz davrandağını göstermektedir. Türklük şuurunu ve törelerini canlı bir şekilde yaşatan Kaşkaylar'ın bugünkü nüfusları bir milyona yaklaşmış bulunmaktadır. Diğer Türk gruplarında olduğu gibi, Kaşkaylar da İran hükümetlerinin ilgisizliği yüzünden ekonomik ve kültürel alanda oldukça geri kalmışlardır.
Rus işgaline uğrayan Kuzey Azerbaycan Türkleri'nin bu asrın başlarında başlattıkları istiklâl mücadelesi, çok geçmeden Güney Azerbaycan'a da sıçramıştı.
Nitekim Settar Han önderliğinde Tebriz merkez olmak üzere başlayan istiklâl hareketi başarıyla devam etmiş, fakat 1907'de İran'ı iki nüfuz bölgesine ayıran Rus-İngiliz andlaşmasından sonra sıkıntıyla karşılaşmıştır. Ruslar, Güney Azerbaycan Türkleri'nin kuzeydeki kardeşleri ile birlikte hareket etmelerinden çekindiği için, İngiliz ve İran hükûmetleri ile işbirliği yaparak Güney Azerbaycan Türklerinin istiklâl mücadelesine mani olmak için ne mümkünse yapmışlardır. 1922'ye kadar devam eden Güney Azerbaycan istiklâl mücadelesi, İngilizlerden gerekli yardımı alan İran'daki yeni Pehlevi hükûmetinin despotça baskıları ile bastırılmıştır.
Azeri Türkleri üzerindeki İran baskısı 1930'lara kadar korkunç bir şekilde devam etmiştir. Bu dönemde devam eden Rus-İngiliz rekabeti, İran petrollerini paylaşmaya yönelince, Azerbaycan Türkleri'nin mücadelesi de yeniden ortaya çıkmıştır. İran petrollerinden pay almak isteyen Ruslar ve İngilizler, Azerbaycan Türkler'in mücadelesine açıktan destek vermeye başlamıştır. Bu gelişmelerden istifade eden Güney Azerbaycan Türkleri, isyan ederek İran hükûmetinden şu iki hususun yerine getirilmesini istemişlerdir:
1. Azerbaycan'da Türkçe tedrisat yapan okulların açılması izni,
2. Azerbaycan'a Otonom bir statünün verilmesi. İran hükûmeti bu istekleri reddedince Azerbaycan Türkleri haklarını silahla almaya kalkışmış. Azerbaycan'daki İran askerî ve sivil makamlarını kısa zamanda tasfiye eden Azeriler ülkelerinin tamamını kontrelleri altına almışlardır. İran'a bağlı olarak Otonom Azerbaycan Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Böylece, kültürel ve ekonomik alanda otonom haklara sahip Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmuş oluyordu.

Ne var ki, kurdukları Güney Azerbaycan Otonom Cumhuriyeti'nin içine Sovyet ajanlarının sızmalarına mani olamadıkları için, yapılan Sovyet propagandası neticesinde, Güney Azerbaycan, bir nevi nüfuz bölgesi haline gelmiştir. II. Dünya Harbi sonunda İran'daki Rus-İngiliz müttefik kuvvetlerinin çekilmesi gerektiğine dair Birleşmiş Milletler kararı çıkınca, İran petrollerinden istediği hisseyi koparmış olan Ruslar, ülkeyi boşalttılar. Bu arada Otonom Azerbaycan hükümeti de Azerilerin haklarını garantileyen bir antlaşmayı 14 Haziran 1946'da İran hükûmeti ile akdetmeyi başardılar. Fakat, Güney Azerbaycan Hükûmeti'nin içinde bâzı Sovyet taraftarı üyelerin var olduğu iddia edilerek, İngilizler'in ve Amerikalılar'ın desteği ile, İran ordusu yapılacak yeni seçimlerin emniyetini bahane ederek, 14 Haziran 1946 antlaşmasına aykırı olarak Azerbaycan Azerbaycan'ı 14 Aralık 1946'da yeniden işgal etmiştir.
İran Hükûmeti, Azeriler'in elde ettikleri altı aylık istiklâl dönemini kendilerine pahalıya ödetmişlerdir. İstiklâl hareketine girişmiş bütün Azeri ileri gelenleri İran'ın muhtelif yerlerine sürülüp hapsedilmişlerdir. Bu insanların malları ise, İranlılar'a verilmiştir. Fakat, Azeri Türkleri'nin talihsizliği bununla da bitmemiş 1950'lerde Musaddık başkanlığındaki İran Hükûmeti petrolleri millileştirince, bu sefer, Amerikan ve İngiliz Hükûmetleri İran petrollerinden hisselerini kaybettikleri için ajanları vasıtasıyla Azeri Türkleri arasında İran'dan ayrılmalarını sağlamak maksadıyla büyük bir propagandaya girişmişlerdir.
Bu Amerikan ve İngiliz propagandası neticesi binlerce Azeri Türkü İran Hükûmeti tarafından hapsedilmiş veya sürgüne gönderilmiştir. Sürgüne gönderilen ve hapsedilen Azeriler'in malları İranlılar'a verilmiştir. Bugün, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne imzasını atan İran Hükûmetleri görülmemiş bir şovenist politika takip ederek Azeri Türkleri'nin okullarda Farsça ile birlikte Azeri Türkçesi'ni öğrenmelerini "Türk" ve "Türkçe" isimlerinin kullanılmasını dahi yasak etmiştir. Bu yetmiyormuş gibi, bugün İran'da Azeriler'in Türk olmadıkları ve "İraniyan" soyundan gelen bir halk oldukları mektep kitaplarında okutularak 20 milyonluk Azeri Türkünü İranlılaştırma politikası takip edilmektedir.
Azeri, Türkmen ve Kaşkaylar'dan sonra İran'da yaşayan önemli bir Türk grubu da Şahsevenler'dir. Şahsevenler, millî bir boy adı olmaktan ziyade, İran devlet idaresince, siyasî bir terim olarak kullanılmıştır. Aslında, çeşitli Türk boylarının seçkin askerlerinden meydana getirilen ve Türk asıllı hanedanları korumakla görevlendirilen bu insanlara, bilahare, şahlığı müdafaa ettikleri için Şahsevenler adı verilmiştir. Bu grup, zamanla aralarında kaynaşarak bir nevi ayrı bir kabile haline gelmiştir. Oldukça imtiyazlı bir durumları olan Şahsevenler, uzun zaman iyi imkânlar içinde yaşamışlardır. Modern devirlerde de İran ordusuna büyük hizmetleri geçen Şahsevenler'in, bugün önemli bir kısmı Güney Azerbaycan'da yaşamakta olup, sayıları 450-500.000 civarında bulunmaktadır.
Bu Türk gruplarından başka İran'da yaşamakta olan pek çok küçük Türk boyları bulunmaktadır. Güney Azerbaycan'da yaşayan Hamse Türkleri (250.000), Karapapahlar (40.000), Karadağlılar (150.000), Miskin (9.500), Şatranlu (8.500), Geyimli (6.000), Delikanlu (4.000), Beybağlu (4.000); Tahran'ın doğusunda yaşayan Kengerlüler (60.000), Kirman ve Belücistan bölgelerinde yaşayan Horasani ve Boçağçi Türkleri (95.000); Horasan'da Karayiler (65.000), Nişapur'da Bayetler (150.000), Gürgan eyaletinde yaşayan Timurtaşlar ve Goudanler (165.000), Kazvin ve Hamedan'da yaşayan Türk grupları bulunmaktadır. Kısaca, İran'da yaşayan Türklerin nüfusu 25 milyonu geçmiş bulunmaktadır.

GÜLGECELER - avatarı
GÜLGECELER
Ziyaretçi
12 Eylül 2008       Mesaj #12
GÜLGECELER - avatarı
Ziyaretçi
İdil-Ural Bölgesinde Yaşayan Türkler


Sponsorlu Bağlantılar
Tertep Türkleri Başkurdistan ve Tataristan Cumhuriyeti ile bunlara komşu vilayetlerde yaşamaktadırlar, İdil-Ural Türk Tatarları'nın bir koludur.

Kundur Türkleri

Kafkasya'dan göç ederek İdil (Volga) nehri deltasında ve burada bulunan Astrahan şehrinde yaşamaktadırlar. Nogaylar'a yakın bir Türk boyu olup, nüfusları bilinmemektedir.

Mişer Türkleri

İdil-Ural Tatarları'nın bir kolu olan Mişer Türkleri Tataristan ve Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti ile bunlara komşu olan Udmurt, Mari Özerk Cumhuriyeti ile Saratov ve Samara bölgelerinde çoğunlukla yaşamaktadırlar.

Romanya'da Yaşayan Türkler

Nüfus: 120.000
Bulundukları başlıca şehirler:
Köstence, Mecidiye, Tulça, Kılıraş, Oltena, İbrail, Galats, Bükreş
Bölgedeki Türk toplulukları:
Rumeli Türkleri, Tatar Türkleri Romanya coğrafyasında Türkler çok eskilere dayanmaktadır. Eski Türk kavimleri olan Oğurlar (Uzlar), Peçenekler, Kıpçaklar ve sonra daha birçok Türk boyları Karadeniz Kuzeyinden gelip Romanya'ya yerleşmişlerdir.
XIIl-XIV'üncü yüzyıllarında Altın Ordu ve sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine giren bölgeye birçok Türk gelip yerleşmiştir. Yediyüz yıla yakın süren Osmanlı hakimiyet dönemi 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonucu yapılan Berlin anlaşması ile bitmiş, bağımsız hale gelen Romanya Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopunca Romanya'da yaşayan Türkler de anavatandan kopmuşlardır.
Bugün nüfusları 95 bin civarında olan Türkler, özellikle Tuna Nehri ile Karadeniz arasında kalan Dobruca bölgesinde çoğunlukla yaşamaktadırlar. Anadolu'dan göç eden Türkler, Kırım Türkleri (Tatarlar), Nogay Türkleri ile Gagauz Türkleri olan bu topluluklar Romenler'le iyi ilişkiler içerisinde iç içe ve barış içerisinde yaşamaktadırlar. Bugün Romanya'da Türk ve Tatar diye ikiye ayrılmış olan Türk toplumunu tek bir federasyon halinde birleştirme çabaları sonuç vermeye başlamış ve sağlam bir temele oturmak üzeredir.

Çavuşesku Sonrası Romanya'daki Azınlıklar

23 milyonluk nüfusu ve 237.000 km2lik yözölçümüyle Balkanların önemli bir ülkesi olan Romanya, 1989 Aralık ayındaki halk ayaklanmasından sonra, gerek siyasi gerekse ekonomik alanda girdiği darboğazlardan çıkmanın çabası içindedir. Eski Sosyalistlerden umduğunu bulamayan ama demokrasiye olan inançlarını yitirmeyen Romenler, geçtiğimiz yılın sonunda iktidara liberalleri getirdiler. Bunların, halkın beklentisine ne derece cevap vereceğini ise zaman gösterecektir. Yarım asırlık bir komünizm döneminden sonra dış dünyaya açılmaya çalışan Romanya, bir yandan da Rus tehditi karşısında Nato'ya girmeye çalışmaktadır.
Ülkenin kuzeyinde yer alan ve çekilmesi Ruslar tarafından durdurulan 14. Ordu, iki ülke arasında önemli bir problem olarak gündemdeki yerini korumaktadır.Romanya'nın nüfusunun %10'unu azınlıklar teşkil etmektedir. Bunların en büyüğünü 1.620.198 kişiyle Macarlar oluşturur. Diğerleri ise sırasıyla Romanlar (Çingeneler 409.723), Almanlar (119.000), Ruslar, Ukraynalılar, Türkler ve Leh, Çek, Yunan gibi küçük azınlıklardır. Romenler'in ileri derecede bir özerklik isteyen Macarlar dışında, azınlıklarla ilgili bir problemi yoktur. Bu sorun da iki ülke arasında imzalanan (16.09.1996) bir antlaşmayla şimdilik dondurulmuştur.
Romanya, azınlıklara tanınan haklar bakımından son derece ileri durumdadır. Bunda, 1989 Aralık ayındaki ayaklanmada Macarlar'ın oynadıkları rolün etkisi gözardı edilmemelidir. Romen anayasasının 6. Maddesiyle milli azınlıklara dil, din, kültür ve etnik özelliklerini ifade etme ve koruma hakkı tanınmış; kanunlar çerçevsinde kendi dillerini ve dinlerini öğrenebilmeleri, ana dilleriyle eğitim yapabilmeleri serbest bırakılmıştır. Buna karşılık Türk azınlığın, kendilerine tanınan hakları kullanma konusunda durumu hiç de iç açıcı değildir. Bunlara geçmeden önce, Dobruca Türkleri'nin tarihine kısaca bir göz atmak yerinde olacaktır.

Romanya'da Yaşayan Türkler

14. yüzyılda, Aydınoğulları Beyliği'nin Dobruca bölgesine yaptığı birkaç saldırıdan sonra, Balkanlar'da asırlar sürecek yeni bir dönem başlar. 1391'de, Osmanlılar'a vergi vermeyi kabul eden Eflak (Valahya), Yıldırım Bayezid'in 1397'deki Niğbolu Zaferi'nden sonra ise, kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçer. Boğdan ise II. Beyazıt'ın, 1484'te Kili(Kila) ve Akkirman'ı fethinden sonra Osmanlılar'a bağlanır. Osmanlılar, Rumeli'ye ayak bastıklarında, buradaki Kuman, Peçenek, Oğuz Türkleri'yle karşılaşırlar. Bunlar, Osmanlılar'ın Rumeli'deki ilerleyişlerinde ve bölgede uzun süre kalabilmelerinde önemli bir rol oynamıştır.
Eflak ve Boğdan, Osmanlılar'a bağlandıkdan sonra önemli hak ve ayrıcalıklara sahip özerk bir prenslik olarak yönetilmiştir. Bunlarda, Osmanlı Kanunları tatbik edilmemiş Beylerbeyi ve kadı da gönderilmemiştir. Fakat bölgede hutud kalaleriyle, askeri teşkilat bulundurulmuştur.
II. Beyazıt, Dobruca'yı fethettikten sonra Karadeniz'in kuzeyinden çağırdığı Tatarlar'la, Anadolu'dan getirdiği çoğu konar-göçer (yörük) olan Türkler'i Dobruca'ya yerleştirir. 1783'te Kırım'ın Ruslar'a bağlanmasından sonra da bir kısım Kırım Türkü Dobruca'ya göç eder.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra Romanya bağımsızlığını kazanır. Bu tarihten sonra ise Dobruca Türkleri akın akın "Ak Topraklar" dedikleri Anadolu'ya göçe başlarlar. Göçler 1910'a kadar yoğun bir şekilde devam eder. Bundan sonra 1935-37 yıllarında yapılan göçlerle de Dobruca, Türkler tarafından adeta boşaltılır. 23.08.1944'te başlayan komünizm döneminde de, bilhassa varlıklı ve aydın kişilere karşı yapılan baskılar sonucu bir kısım Türk Anadolu'ya göç eder. Bütün bu göçlere karşılık 1920'lerde 250 bin civarında olan Türk nüfus, azala azala bugünkü sayıya düşmüştür.
Görüldüğü gibi Dobruca, birçok Türk boyunun uğrak yeri olmuş; bunların bir kısmı Hristiyanlığı kabul ederek Romenler'e karışıp gitmişler; bir kısmı da kende aralarında karışarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Romen ulusunun oluşumunda, eski Türk kavimlerinin önemli rol oynadığı kaynaklarda belirtilmektedir. Romenler arasında bugün bile varlığını koruyan birçok Türkçe isim bunun canlı bir göstergesidir. Macarlar'ın yoğun olarak yaşadığı Sibiu Şehri'nde, "Çangıy" ve "Sakuy"lar denilen ve kendi aralarında eski bir Türçe konuşulan topluluğun da, Katolikliği kabul eden ve zamanla Macarlaşan Kuman Türkleri olduğu tahmin edilmektedir.
Tatar Türkleri kendilerinin Tat, Keriç-Çongar ve Nogay olmak üzere üçe ayırmaktadır. Bahçesaray civarından gelen Anadolu Türkçesi'ne yakın olanlara Tat; Dobruca'ya ilk yerleşen, şiveleri Kuzey Tükçesi'ne benzeyenlere Nogay; 1860'lardan sonra gelen ve Dobruca'daki Kırım Türkleri'nin çoğunluğunu teşkil edenlere ise Keriç-Çongar denilmektedir. Evlâd-ı fâtihan dediğimiz Türkler ise, tipik bir Rumeli Türkçesi konuşmaktadırlar. Bunların yanında, Türkçe'yi canlı bir şekilde yaşatan ve millet adı verilen Çingeneler de vardır. Bunlar, Osmanlılar döneminde İslamiyeti kabul ederek Türkçe'yi öğrenen bir topluluktur. Kendilerini Türk kabul eden bu topluluk, Türk milletvekilleri için oy kullanmaktadır.

Türk ve Tatar Birliği

Romanya'nın birliğine ve bütünlüğüne sadık, problemsiz bir azınlık olarak varlıklarını sürdüren Türkler, kurduğu birliklere kendilerine tanınan anayasal haklardan yararlanmaya çalışmaktadır. Komünizm öncesinde de birçok cemiyete sahip olan Türkler, sosyalist rejimin devrilmesinden sonra 29.12.1989'da "Romanya Demokrat Türk Müslüman Birliği"ni kurarlar. Bu birliktelik ne yazık ki kısa bir süre sonra; birliğin Romanya Türkleri'nin Demokratik Birliği (Uniunea Democrata Turca Din Romanıa) ve (Uniunea Democrate a Tatarilor Turk-Müsluman din Romania) Romanya Tatar-Türk Müslümanlarının Demokrat Birliği olarak ikiye ayrılmasıyla bozulur/bozdurtulur. Bu iki topluluk, girişimler sonucu 30.07.1994'te Türk-Tatar Birlikleri Federasyonu altında birleşmişlerdir.

Dobruca Türkleri'nin Tarihini Kısa Bir Bakış

İsmini, Kuman asıllı Dobrotiç'ten aldığı tahmin edilen Dobruca; Tuna ile Kardeniz arasında bulunan, 14.492 km2si Romanya, 7.780km2si de Bulgaristan sınırları içinda kalan bir bölgenin adıdır. 1992'deki nüfus sayımına göre Romanya 54.182 "Türk ve Tatar" vardır. Bunların 29.533'ü Rumeli, 24.649'u ise Tatar Türkü'dür. Gayri resmi kaynaklara göre ise bu sayının 80 bin ile 120 bin arasında olduğu belirtilmektedir. Gerçekten de, nüfus sayımına katılan görevliler Romenler'le evlenen alilelere gidemediklerini ifade etmektedirler. Türkler arasında, annesi babası Romen olan binlerce aile vardır.
Ayrıca Kılıraş (Calaraşi), Oltena (Oltenita), İbrail (Braila), Galats, Bükreş gibi illerde de Türk azınlığa rastlanmaktadır. Bunlar ise ancak %3 gibi küçük bir oran teşkil eder. Türkler'in %85'i Köstence'de, %12'si ise Tulça'da yaşamaktadır. Romanya'daki Tük azınlığın çoğunluğunu Rumeli Türkü ve Tatarlar teşkil etmekle birlikte; Ortadoks Türkler'den olan Gagavuzlar'a da rastlanmaktadır.
Bugünkü Dobruca Türklüğü'nün, çok eskilere uzanan tarihi bir geçmişi vardır. Düz, verimle, sulak bir yer olması sebebiyle, tarih boyunca birçok Türk kavminin yerleşim merkezi olan Dobruca bölgesi, dört buçuk asra yakın bir süre devam eden Osmanlı idaresiyle de, adeta bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Bugün gerek Osmanlı gerekse Osmanlı öncesine ait arkeolojik tarihi birçok eserle, çeşitli yer adları (II. Dünya Savaşı'na kadar yüzlercesi değiştirilmekle birlikte) hala varlığını korumaktadır.
13. yüzyıla kadar, hep kuzeyden ve Orta Asya'dan gelen Türkler'in akınlarına sahne olan Karpat-Tuna Bölgesi'nde, ilk olarak M.Ö. 1000 yıllarında, proto-Türkler'den kabul edilen İskitler (Sciti) görülür. Bunlar, Romenler'in ataları kabul edilen Traklar'la temas kurarak Mangalya (ki bu ada İskitler'den kalmıştır) civarında bazı Romen aşiretlerini idaresi altına alırlar.
İskitleri, sırasıyla M.Ö. 375 yıllarında Batı Hun Türkleri (80 yıl); M. VI. yüzyılda Orta Asya'dan (Deşt-i Kıpçak) gelerek İstanbul'u bile kuşatacak kadar ilerleyen Avar Türkleri (VII. yüzyıla kadar); M.III. yüzyılda da Bulgar Türkleri (681-702) takip eder. 9. ve 10. Asırlarda Karpat-Tuna bölgesinde oluştuğu kabul edilen romen ulusu, 9. yüzyılın sonlarına doğru ise Peçenek Türkleri'nin istilasına uğrar. Bizans'ı da kendilerine dahil eden Peçenek Türkleri Avarlar'dan sonra İstanbul'u ikinci defa kuşatırlarsa da fethedemezler. On üç boydan oluşan bu Türkler'in biri de, bugünkü Gagavuz Türkleri'nin aslını oluşturan Oğuz/Uz'lardır. Brail ve Tulça'da Peçenek ve Oğuz/Uz Türkleri'nden kalan bazı yer adlarına rastlanmaktadır.
Peçenekler, XI. yüzyılın ortalarında (1057) Kuman Türkleri'ne mağlup olurlar. Kumanlar, bu yörede iki asra yakın hüküm sürdükten sonra Katolikliği kabul ederler. 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharebesi'nda, Bizans Ordusu'nun önemli bir kısmını oluşturan Peçenek ve Oğuz/Uz Türkleri'nin; kendi dillerini konuşan soydaşlarını görünce, onların saflarına geçerek, savaşın kaderini değiştirdikleri, bilinen tarihi bir gerçektir.
1241'de kısa bir süre devam eden Moğoll akınları, buradaki Türkler'in, daha güneye inmelerine sebep olur. 13. asırda, bu bölgede güneyden gelen Türkler görülmeye başlar. M.1263-64'te, Konya Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus ve amcası Sarı Saltuk önderliğindeki Selçuklu Türkleri, Babadağ civarındaki Kavurna ülkesi adı verilen bir bölgeye yerleştiler. Bunlar, Sarı Saltuk'un ölümünden sonra Bizans'ın zorlamasıyla Hristiyanlığa geçerler. Dobruca adının da bu devletin başına geçen Kuman asıllı Dobrotiç'ten geldiği tahmin edilmektedir. Türk tarihçileri, bu asırdan itibaren bu bölgeden Dobruca yurdu olarak bahsetmişlerdir.
13. yüzyılın ortalarından 14. Yüzyılın sonlarına kadar ise, Altınordu Devleti'nin sınırlarının Tuna'ya kadar genişlemesi üzerine; Kıpçık Bozkırları'ndaki Tatar Türkleri'nden bir kısmı, Dobruca Bölgesi'ne gelip yerleştiler.


Benzer Konular

1 Ocak 2018 / Misafir Türkiye Coğrafyası
17 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
4 Ekim 2009 / ThinkerBeLL Zooloji
24 Haziran 2011 / Misafir Biyoloji
5 Ocak 2012 / Daisy-BT Zooloji